ESKİ KARIM!
/ YENİ
AŞKIM !
Bu akşam da
arkadaşlarla bardayız. Çok güzel oluyor erkek erkeğe takılmak. Bara gelen
güzelleri süzmek ve yorum yapmak!
Güzeller ama
ne yapalım? Haklarında konuşmayalım mı?
Bazen,
bizden birileri kızlarla tanışıyor. Olursa tek gecelik ilişki, olmazsa birkaç
saatlik flört ile vakit geçiriyorlar. Hayatlarını yaşıyorlar.
Ben mi?
Ben de
hayatımı yaşıyorum. Bekarım, rahatım, keyifliyim.
Gerçi on bir
ay öncesine kadar evliydim. Çok severek evlendik. Çok da mutluyduk. Sonra… Sonra
ne olduysa oldu, bir aradayken her şeye kavga eder olduk. Kıskançlıklar da
vardı ama asıl neden bu değildi. Asıl nedenin üstünlük ispatlamak olduğunu
söyledi çevremdeki bazı kişiler.
Haklılar…
Ben karıma,
karım da bana bağımsızlık ispatına girdik. Ama sanırım ben başlattım. Önce
hafta sonları onsuz gezmeye gittim. Masum gecelerdi ama ayda üçe dörde çıkınca
doğal olarak kızmaya başladı. Bakmayın şimdi ‘doğal’ dediğime o zaman
sinirleniyordum. Bana ne hakla karışıyordu? Gündüz onunlaydım. Akşam çıktığımda
da bildiği, tanıdığı arkadaşlarımla bir iki kadeh içip evimin yolunu da buluyor
ve asla geç gelmiyordum. Hatta arkadaşlarımın kılıbık demesine bile
aldırmıyordum. Ama bu da yetmiyordu eski karıma. Ayda bir olurmuş ama her hafta
sonu ne demekmiş?
Bana hesap
soruyor!
Ben ona
karışıyor muydum? Hayır. Arkadaşları ile gündüz buluşuyor, günlere katılıyor,
alışverişe çıkıyordu. Neden karışacaktım ki? Aradığımda ulaşıyordum ve hep
benden önce evde oluyordu. Yemeğim hep hazırdı. Ev zaten derli topluydu. Çok hamarat
sanmayın. Temizliği haftada bir gelen kadın yapıyor. Ütü için de bazen aynı
kadını yarım gün tutuyor. Vakti yokmuş!
Nasıl vakti
yok anlamıyorum!
Sabah yedide
evden çıkıyor. Akşam yedide eve geliyordu. Ben de sekiz buçuk gibi geliyorum.
Koskoca bir buçuk saati vardı ama yetmiyordu. Neymiş… Yemek yapıyormuş. Duyan
hanımefendiyi her akşam üç kap yemek yapıyor sanır. Genelde ızgaralar ya da
annemlerden gelirken elimize tutuşturulan yemeklerle karnımız doyuyor. Annemin
yemeğini yiyecek olduktan sonra neden evlendim ki? Annemde çamaşırımı yıkıyor,
ütümü yapıyordu.
Sadece seks
için evlenmek saçma. Gerçi öyle de olmadı. Karıma ilk görüşte aşık olmuştum.
Tek sorun zamanla o aşkın yok olmasıydı. Bir yıl evli kaldıktan sonra boşanma
kararı verdik ve bir yıllık evliliği on dakikada bitirdik.
Elbette bu
kadar rahat değildim o gün. Boşanmak hiç istemediğim bir şeydi ama bir kavga
anında ağzımdan çıktı sonra da geri alamadım. O da yarım adım bile geri atmadı.
Sanki dünden razı gibiydi. Kısa bir süre, gerçekten ‘kısa bir süre’ başkası mı
var da bu kadar kararlı boşanmaya dedim. Sonra da kızdım kendime. Sanki karımı
tanımıyordum. Ebru, kesinlikle öyle biri değil. Ne ben, ne de o asla
aldatmadık. Eminim bundan.
On bir ay
önce bir sabah adliye binası evli girdik, boşanmış olarak çıktık. O gün bu gün
bekarım. Ve kendime yeni bir aşk arıyorum.
Evet, aşk
arıyorum. Ama istediğim gibi bulamıyorum.
Barda aşk mı
aranır? Aile kurmayı düşünenlerin mekanı değil ki bar.
Aile kurmak?
Ben kıyısından döndüm. Bu hafta sonu ise bir arkadaşımız evleniyor. Onun bir
nevi bekarlığa vedası. Öyle Amerikanvari değil. Sadece bekar olarak son kez
barda buluşalım dedi.
Üç gün sonra
yani Cumartesi günü önce nikah ve ardından kokteyl verecekler.
Kokteyl!
Biz düğün yapmıştık. Ne de çok eğlenmiştik! Kokteyl
ne işe yarar? Yarar, yarar. Bizim kazmalar belki dans pistinde dağıtmadan
birileri ile tanışırlar da onlar da başlarını yakar…
Ben başımı
yakmıştım. Yakmıştım tabii. Yoksa neden bir an önce ayrılmak isteyeyim?
Oysa artık tuhaf
bir ruh hali içindeyim. Sadece güzel anıları hatırlıyorum. Neden kavga ettiğimi
düşündüğümde aklıma nerdeyse tek bir düzgün neden gelmiyor. Boşuna denmiyor,
incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerden kavga ediliyor diye. Öyle olmasa
anımsardım.
Barmene dönüp
bir tane daha istedim. Bu gece, kafam daha da karışık. Ne yapacağım? Hayatımın
bundan sonraki düzeni ne olacak? Yeni kadeh barın üstüne kondu. İçki neye
yarıyor ki? Tadım yok işte. Hayatım karmakarışık oldu. Eve gitsem bomboş bir
eve gireceğim. Yatağım da boş. Ebru ne yapıyor acaba? Ayrıldığımızdan beri
aklımdan tek bir an çıkmıyor. Ne yapıyor, nasıl hissediyor? Bilmemek beni
çıldırtıyor. Kadehimdekini tek yudumda bitirdim. Barmene bir tane daha
doldurmasını söyledim. Çocuklar kahkahalarını kesip bana bakmaya başladı.
“Ne oldu?
Neden bakıyorsunuz öyle?”
“Yok bir
şey. Son fıkrayı duydun mu?”
“Neymiş o?”
“Bir adam gazeteye ilan vermiş: 'Eş arıyorum' Ertesi gün yüzlerce mektup almış. Hepsi aynı
şeyi söylüyormuş. 'Benimkini alabilirsin.' “
“Ha
ha ha çok komik. Bu muydu güldüğünüz komik fıkra?”
“Onu
beğenmediysen bunu dinle; Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin
olabilirsiniz. 'Ya arabası yenidir ya da karısı!..' “
Herkes
kahkahayla gülüyordu… Ben hariç!
Bu
akşam arkadaşlar da damarıma basmak için yarış yapıyor. Hayır aslında evlenecek
arkadaşa takılıyorlardı ama söylenen her söz beni rahatsız ediyor. Ebru hiç
araba kapısı açmamı falan beklemezdi. Güçlü kadındı. Basit kaprislerin peşinde
koşmazdı. Ebru güçlü kadındı gerçekten.
Nasılsın
diye arasam, sesini duysam! Ne bahane ile arayacağım? Bir önceki arama nedenim
elimin altındaki bir albümü bulamadım bahanesiydi. Bu kez ne soracağım? Sesini
duymak için nasıl bir yalan uyduracağım? İlk zamanlar bahane bulmak kolaydı.
Bahane
buluyorum evet. Sesini duymak istiyorum. Yanında olmak istiyorum. Ama bunları
ancak alkol alınca itiraf ediyorum. Benim en kısa zamanda yeni bir aşk bulmam
lazım. Ebru’yu aklımdan silmem lazım. Kısa vadede ise yanımdakilerden kurtulmam
lazım. Bu akşam benimle uğraşmaktan vazgeçmeyecekler.
“İyi
akşamlar çocuklar. Sabah erken toplantım var. Görüşürüz.”
“Bunu
dinlemeden gidemezsin. Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır: ''Seninle
evlendiğimde tam bir aptalmışım.'' Adam cevap verir: ''Evet aşıktım, fark
edemedim.''
“Sizin
başka bir konunuz yok mu?”
“Olmaz
mı? Son bir tane de ben anlatayım. Sen akıllısın kısa zamanda kurtuldun ama bu
arkadaşımızın akıllanmaya niyeti yok. Belki bunu dinler de vazgeçer. Melih
Cevdet'e sormuşlar 'evlilik nedir' diye. Eskiden demiş, kız tarafının ve oğlan
tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber
hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabi o zamanlar evler genelde
bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna 'evlenmek' denirdi. Şimdi ise
yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık
evlilik 'katlanmaktır' demiş.”
Soğuk
bir hava oluştu masada.
Katlanmak!
Aslında
bazı noktalarda haklıymış zatı muhterem. Sevgi her şeyin kabulünü
kolaylaştırıyor ama aslında katlanmayı sağlıyor. Ebru bana katlanamadığı için
boşandı. Ben Ebru’ya katlanamadım. Benim kadar dik durmasından hiç hoşlanmadım.
Yalan söylüyorum. İlk tanıştığımızda çok hoşlandım. Ayakları üstünde duran bir
kadın dedim. Sonra ne yaptım? Benim ayaklarım ikimize de yetsin ben tek başıma
ayakta dururum, o da bana tutunsun, dedim.
Yanlış
insanı mı seçtim?
Ebru
böyle biri değildi ki. Sonuç ortada zaten!
Boşandı
benden.
Aşkın
yanlışı var tabii ama Ebru yanlış insan değildi. O benim öbür yarımdı. Ve ben
farkında olmadan ondan bunu almaya çabaladım. Bunları neden daha önce
anlamadığıma hayıflanarak kalktım yerimden.
Payıma
düşeni ödedim ve ayrıldım bardan. Çıkmadan önce hesabı damada yüklemeye
kalkanları da uyardım. “Onun masrafı çok olacak. Köstek olmayın. Bir de borç
yüzünden boşanan arkadaş katılmasın aramıza” vedalaştım ve sıcak yaz gecesine
çıktım.
*****
Ertesi
gün onlarca kez telefonu elime alıp bıraktım. Ne diye arayacaktım. Sadece
sesini duymak istedim desem ne yapardı acaba? Yüzüme mi kapardı? O öyle şeyler
yapmaz. Sevgi doludur. Kimseyi kırmaz.
‘Beni
kırdı ama’ diye geçirdim içimden. Beni kırdı. Evliliğimizi kurtarmak için
hiçbir şey yapmadı. Bunları düşündüğümde aramaktan vazgeçiyordum. Ve aramaktan
vazgeçmek için bunları düşünüyordum. Çünkü yine kendimi kandırıyordum.
En
sonunda hafta sonu nikahta görebileceğimi düşünüp telefonu cebime koydum.
*****
Ne
kadar güzel gözüküyor. İlk gördüğümde de böyle çarpmıştı beni. Ne zaman
bronzlaşmış böyle? Kimle gitti acaba tatile? Bir erkekle mi?
Bana
ne? Beni ilgilendirmiyor artık. Ben etrafıma bakayım. Bir sürü bekar genç kız
vardır nasılsa. İşte, şu köşede etrafa umursamaz bakan güzel biri. Ah… Yanına
gelen erkek de öyle düşünüyor olmalı.
Ebru
kiminle geldi acaba?
İşte
bu soru beni bitirdi. Çünkü gözümü ondan ayırmamaya başladım. En azından kısa
sürelerle başka taraflara çevirdim başımı. Ortak arkadaşların bir an önce
evlenmesini ve bir daha böyle bir ortamda bir araya gelmemeyi diledim.
O
beni ya görmedi ya da görmezlikten geldi. Görmemiştir. Kavgalı ayrılmadık ki…
Çok
özledim onu…
O
da beni özledi mi acaba? Başıma ağrı nerden saplandı? Lanet nikah bir an önce
bitse de evime gitsem. Kokteyle falan katılamam. Ebru gidecektir eminim.
Yanında yine onun kız arkadaş grubu!
Erkekler de var grupta. Kim onlar? Birilerinin erkek arkadaşı mı? Ebru?
Evet,
erkeklerden biri Ebru’nun yanında!
Bunu
hiç beklemiyordum. Yaşadığım acıyı anlatmam mümkün değil. Önce kalbim sıkıştı.
Sanki bir el sıktı kalbimi. Sonra aynı acıyı midemde hissetmeye başladım. O an
vücudumdan ateş çıktığına eminim. Terlemeye başladım. Başım da mı dönüyor ne.
Acil hava almam gerekiyor.
Bunu
gerçekten beklemiyordum. Benim geleceğimi bile bile yanında bir erkekle gelmiş.
Nikahı beklemeden ayrılmayı düşündüm ama o an salonun anonsu, bizimkilerin
nikahının başlayacağını haber verdi. Bardaki çocuklar yanıma geldi. Hepsi
yüzümden bir şeyler olduğunu anlamıştı.
“İyi
misin?” sorularına kısaca “İyiyim” yanıtı verip salona yürüdüm. Onu görecek ama
kendim gözükmeyecek şekilde bir sütun arkasına geçtim. Lanet nikah bitse de
gitsem.
En
başa Ebru oturdu. Erkek de hemen yanındaki koltuğa yerleşti. Ne bekliyordum ki?
Diğer yanına oturan da Ebru’nun en yakın arkadaşlarından. Üçü koyu bir sohbete
daldı. Neyse ki gelinle damat geldiler de onların da bu samimi hallerini
izlemekten kurtuldum.
Nikah
biter bitmez bizimkileri tebrik ettim ve kokteyle katılamayacağımı söyledim.
“Ebru
da katılamıyormuş. Neler oluyor size? Aynı ortamda bulunamıyor musunuz?” Adama
bak. Kardeşim sen benim kulağıma bunları fısıldayana kadar sıradaki kişilerin
taktığı takıları, paraları kabul etsene. Deli mi ne?
“Benim
işim var. Erken biterse uğrarım.”
Nikah
salonundan çıkar çıkmaz derin soluklarla kendime gelmeye çalıştım. Bu kadar
kötü hissedeceğimi hiç tahmin etmemiştim. Nasılsa boşandık, herkes hayatını
yaşar, diyordum. Boşandıktan sonra eki karısının peşine düşen, başka erkekle
buluştu diye döven ya da öldüren adamları asla anlamazdım. Bitmişse bitmiş,
neden hala onun peşindesin be adam?, diye sorardım. Şu an anlıyorum. Dövmeyi
öldürmeyi değil tabii. Neden peşlerinde olduklarını anlıyorum.
Geçen
gece barda verdiğim kararımı uygulamalıyım.
Ben
‘mutlaka’ birini bulmalıyım.
*****
İlk
randevuma gidiyorum bugün. Bir arkadaş tanıştırdı. Güzel bir kız. Sohbeti de
güzel. Bu akşam ilk defa baş başa vakit geçireceğiz. Onu güzel bir lokantaya
götürmem lazım. Ama lokanta bulmak ne kadar güç, biliyor musunuz? Çünkü
sevdiğim her yere Ebru ile gittim. Onunla gittiğim yerlere onsuz gitmek canımı
yakıyor. O yüzden başka bir kadını götüremem.
Ben
bu kadar önem verirken Ebru da veriyor mu acaba? Hiç sanmıyorum. Nikaha erkek
arkadaşını getirdiğine göre, benim ile ilgili saygı duyacağı bir şey kalmamış.
Ama ben yapamıyorum. Bir gün belki… Ama o gün, bu gün değil.
Bu
akşam yeni açılan, daha önce hiç gitmediğim bir lokantaya götürmeye karar
verdim. Umarım servis iyidir.
Evinden
alabileceğimi söyledim ama ayıp olurmuş. Otobüs durağından aldım. Ebru ile de
böyle başlamıştık. Önce otobüs duraklarından alıyordum. Sonra evinden alır
olmuştum. Anne babası ile de tanışmıştım kısa süre sonra. Selin’in de ailesi
ile tanışırım sanırım kısa zamanda. Bakalım nasıl biri?
*****
Lokantadaki
dakikaları saydım. Az pişmiş biftek isteyip de ortasındaki kırmızı kısmı
gördüğünde soluğu tuvalette alan birini ilk kez gördüm. Acaba ismini beğendiği
en pahalı yemek o muydu? Geri döndüğünde
de ilginç bir açıklamada bulundu. “Çok heyecanlıyım da sanırım ondan böyle
oldu!”
Ne
o? Bu kızın planları fazla mı hızlı? Yoksa o benim ondan hoşlandığımdan daha mı
çok hoşlandı benden? Mümkün tabii. Ben beğenilecek bir erkeğim. Lokantaya
girdiğimizden beri kaç kadının beni süzdüğünü söylesem, hava attığımı
düşünürsünüz.
Tabii,
Selin’in ilk ve tek vukuatı bu değil. Hoş sohbet demiştim değil mi? iki kadeh
içtikten sonra o hoş kısmı kalkıyor, aralıksız konuşan biri geliyor. Bu
yetmezmiş gibi az önce bana baktığını söylediğim kadınlar yüzünden kavga etmeye
de başladı. Hesabı istedim ve evine bıraktım.
İlk
denemem fiyaskoyla sonuçlandı.
Arabada
tek başıma kaldığımda Ebru ile ilk buluşmamızı düşünmeye başladım. Ne kadar çok
gülüp eğlenmiştik. Eve dönerken ayağı takılmış, dizlerinin üstüne düşmüştü. Hem
dizi hem eli kanamıştı. Can acısı ile ağlamamaya çalışırken ne kadar tatlıydı.
İlk iş bir eczane bulup yararlını temizletmiştik.
Günlerce
sakar diyerek dalga geçmiştim ama her seferinde bana yanıtı “Elimi tutuyor
olsaydın düşmezdim” olmuştu. Çünkü o gece eczaneden çıktığımız an elini
tutmuştum. Bir daha da bırakmamıştım.
Keşke
hiç bırakmasaydım. O can acısı ile yaşlanmış gözlerindeki sevgi ile baksaydı
bana. Ben de içimdeki sevgiyi aktarsaydım ona. Ölene kadar baksaydım, elinden
tutsaydım, asla düşmesine izin vermeseydim. Ben keşke karımı hiç üzmeseydim.
Eve
ne ara geldim bilmiyorum. Yatağıma yattığımda aklımda tek şey vardı.
Ebru’dan
özür dilemek!
*****
Boşandıktan
sonra ben birlikte oturduğumuz evde kalmaya devam etmiş, Ebru ailesinin yanına
dönmüştü. Tek yaşasaydı kolaydı da şimdi evine gitmek hiç doğru değildi. En
iyisi dışarıda görüşmekti.
İşte
yine başa döndüm. Ne diye arayacağım? Düşünmek başımı zonklattı.
Elime
telefonu aldım ve tuşlara basarak onun numarasını buldum. Beşinci çalışta
açıldı.neden bu kadar çaldı?
“Efendim?”
Soğuk
bir sesle yanıt veriyor. Acaba benim numaramı sildi de bilmediği bir numara
diye mi böyle konuşuyor?
“Ebru,
ben Turgut. Nasılsın?”
“İyiyim,
Turgut. Sen nasılsın?” hala soğuk ve şaşırmış gibi değil sesi. Demek ki
numaramı silmemiş. Buna sevinmem mi lazım?
“Ben
de iyiyim. Ebru… Vaktin var mı? akşam sana bir kahve ısmarlayabilir miyim. Bir
şey konuşmamız lazım.” O kadar hızlı ekledim ki konuşma kısmını, sadece kahve
için çağırmış olmamak için. Telefonu kulağıma yasladım iyice. Derin bir nefes
aldı. Ret mi edecek?
“Ne
konuşacağız?”
“Benim
için önemli bir konu. Bu konuşmayı yapmamız lazım. Bu akşam uygunsundur
umarım.”
“Sadece
on beş dakika.”
“On
beş dakika mı? Kahve içecek kadar vaktin yok mu?”
“Var
ama içmek istemiyorum.”
Onu
kırdığımı biliyorum. Ama bana yarım saat bile veremeyecek kadar kırdığımı şimdi
anlıyorum.
“Tamam.
On beş dakika olsun. Seni iş yerinden alırım.”
“Gerek
yok. Ben gelirim. Nerede buluşacağız?”
Yeri
onun iş yerine yakın seçtim. Daha önce sık gittiğimiz yerlerden biri. O
gelmeden ben bir masaya oturdum. Bekletmek istemiyordum. Kapıdan girdiğinde
yine midemde heyecan kıpırtıları oluştu. Kot pantolon, beyaz gömlek üstüne
beline oturan çok şık, sırtı olmayan bir yelek giymiş. Ne kadar güzel
gözüküyor. Saçlarını biraz kestirmiş. Kulağına da halka küpe takmış. Ben çok
seksi oluyor diye takmasını istemezdim. Haklıymışım. O küpeleri ve dolgun
dudaklarına sürdüğü hafif pembe ruju ile insanın aklını başından alıyor. Beni
gördü. Tebessüm bile etmedi.
Masaya
yaklaşınca ayağa kalktım. Elimi uzattım. Bir yandan da yanağına eğildim ama
kendini geri çekip sadece elimi sıktı. Üşüdüğümü hissettim. Yaz gecesinde
iliklerim bile dondu. Karşıma oturdu. Çantasını yandaki sandalyeye koydu. Cep
telefonunu çantasından çıkarttı. Sürgülü kapağı itip ekrana baktı. Saatini mi
arayan olup olmadığını mı kontrol etti anlamadım. Sonra masaya bırakıp arkasına
yaslandı.
“Neymiş
konuşacağımız önemli konu?”
“Bir
şey içmez misin?” bir dakika bile fazla görmemi sağlayacak her hareketi yaparım
şu an. Ama o inatçılık yapıyor.
“Vaktim
yok. Birazdan birisi ile buluşacağım.”
“Nikaha
gelen mi?”
“Nikaha
mı? Hangi nikaha?”
“Birol’un
nikahına!” Gördüğümü bilsin. Benden saklayamaz.
“Ha
o mu? Yok hayır. Onunla buluşmayacağım.”
EE
peki kimle buluşacaksın? Neden söylemiyorsun? Neden söylesin? Bana açıklama
yapması gerekmiyor! Zaten o da sustu ve benim konuşmamı bekliyor. İyi de ben
söze nasıl başlayacağım? Daha önce her şey o kadar kendi yolunda ilerlemişti
ki, ben neredeyse hiç konuşmadan onu nikah masasına oturmuştum. Oysa şimdi tek
yapacağım özür dilemek ve hayatından tamamen çıktığımı söylemek. Ama
yapamıyorum. Biraz zorlarsam olacak… Olmalı…
“Ebru…”
Sonra? Sonra ne diyeceğim?
“Efendim.”
“Bak,
zaten konuşmak güç, bir de sen böyle alaycı davranırsan hiç konuşamam. Sen de
randevuna geç kalırsın.”
“Birkaç
dakika geciksem de beni bekler.” Bekler tabii. Herkes benim gibi salak mı?
Elindeki hazinenin kıymetini bilmesin de kaçırsın? Boşandığımız günlerde de
canım yanmıştı. Ama şu an benim lafımı bitirmemi bekleyen Ebru kadar kimse
yakmamıştı canımı. Beni bırakacak ve hayatındaki insana gidecek… Artık
kabullenmem lazım. Ben onun için bitmişim.
“Ebru,
seni nikahta yanındaki erkek ile gördüğüm zaman bu konuşmayı yapmam gerektiğini
anladım. Sana yaşattıklarım için gerçekten çok üzgünüm. Özür dilerim.” Söyledim
işte. Şimdi onun bu özrü içtenlikle kabul etmesini beklemekten başka bir şey
yapamam.
“Neden
özür diliyorsun?”
Neden
mi? Yaşananlar onu üzmedi mi?
“Seninle
belki de çok hızlı evliliğe gittik. Yapamadık ve ayrıldık. Tüm bu süreçte seni
üzdüğüm için özür diliyorum.”
“Evliliğimiz
ortak kararımızla bitti. Bu durumda ben de mi özür dilemeliyim?”
Bu
soru bile aslında üzgün olmadığını anlatıyor.
“Senin
özür dilemene gerek yok. Hatanın büyüğü benimdi. Evlendikten sonra değiştim. Bu
hiç de olumlu yönde olmadı. Sen nasılsa hayatımdaydın ve ben, bunun hep böyle
gideceğini sanacak kadar aptaldım. Boşanmaya giden kavgamızın neden başladığını
bile anımsamıyorum. Nasıl boşanalım dediğimi ise hiç anlamıyorum. İşte tüm bu
gereksiz tavırlarımla çok güzel bir aşkı yok ettim. Başka şey için olmasa bile
en azından bundan sonra huzur bulmam için beni affet.”
“Tamam.”
‘Tamam’
mı? Bu kadar mı? O kadar donuk bakıyor ki bana, içten kabul etmediğini
düşünüyorum. Söze de döküyorum.
“Tamam
mı? Bu pek içten bir yanıt olmadı.”
“İçtendi.
Özür dilemeni gerektiren bir şey yoktu. Ama madem diledin ben de kabul
ediyorum. Seninle güzel günler geçirdim. Çok da mutlu oldum. O güzel günlerin
anısı hep benimle olacak. Üzüldüğüm zamanları anımsayarak onları
gölgelemeyeceğim.” O konuştukça küçüldüm karşısında.
“Teşekkür
ederim.”
“Artık
kalkmam lazım. İyi akşamlar. Mutlu ol.”
Nasıl
yanıt vereceğim? Bir kuru teşekkür mü? En iyisi “Sen de mutlu ol” demek. Ben de
öyle yaptım. Sonra kapıdan çıkan eski karımı, sevgi dolu gözlerle izledim.
Belki de son kez gördüğümü bilerek…
*****
Bir
hafta geçti Ebru ile görüşmemin üstünden. Ve ben bir haftadır ölü gibiyim.
Sanki boşanmak ayrılık değilmiş de o konuşma ile ayrılmışız gibi hissediyorum.
İki üç cümleden oluşan konuşmamız beni daha çok etkiledi.
Bar
grubu benim keyfimi yerine getirmek için daha sık buluşmaya başladı. Üstelik
bana kız bulma çabalarına giriştiler. Ama içimden gelmiyor. Çoğu akşam
katılmadım onlara. İçimden gelmedi. Eve gittim. Bazen içtim, bazen televizyon
karşısında uyudum.
Bir
sabah kalktım ve aylar önce verdiğim kararımı yineledim. Ama öyle eşin dostun
bulduklarıyla değil. Kendim bulacaktım. Oluruna bırakacaktım. Eskisi gibi
çağrıldığım toplantılardan kaçmayacaktım. Kısmetin nerede karşıma çıkacağını
bilemeyeceğime göre, normal hayatımı yaşayacaktım.
Yeni
kararlar ile başladım yeni güne.
*****
Yeni
kararımın iki hafta sonrası eskisi gibi güldüğümü fark ettim. Düzeliyordum.
İş
yerine yakın bir yerde çalışan birisi ile de tanıştım. Gayet güzel gidiyor
arkadaşlığımız. Hoşlanıyorum ondan. Aşk değil. Değil ama bir gün olabilir.
Çünkü yanında rahatım. Yanında gülüyorum ve üzüntülerimi anımsamıyorum.
İki
hafta daha geçti…
Hala
aynı durumdayım.
Ekim
ayı geldi. Ekimin onu Ebru’nun doğum günü… Geçen sene de ayrıydık ama
arkadaşları beni de davet etmişti. Kısa süre kalmıştım yanında. Ne hediye
alacağımı bilememiştim. Sevdiği bir bileklik vardı. Sonra alırız demişti. Onu
alıp gitmiştim. Zaten yeni ayrılmıştık
ve sık sık görüşüyorduk. Şimdi ise tam beş haftadır ne aramış ne görmüştüm.
Düşünmemek için çaba harcıyordum ama ekim ayını takvimde gördüğüm an yine
aklıma düştü işte.
On
ekimi atlattıktan sonra yine normale döneceğimi biliyordum. Hayatımdaki yeni
kadın da fark etti değişimimi. Bir iki kez sordu ama ona karımı anlatamazdım.
Eski karımı!
Sormaktan
vazgeçti ama bana karşı soğuk davranmaya başladı. Daha önceden evlenmiş ve
ayrılmış olduğumu biliyor. Anlatsam anlar belki… Anlatmak istemiyorum. Ebru
benim özelim. Ama neden boşandığımızı merak ettiğini biliyorum. Fırsat buldukça
konuşmalarımızın arasına sorularını sıkıştırıyor. Yanıt alamıyor elbette. Neden
boşandığımızı söylersem ne kadar aptal olduğum ortaya çıkacak.
Tek
bilmesi gereken eski hatalarımdan ders aldığım…
Ayın
onu yaklaşıyor ama kimse beni arayıp doğum gününe çağırmıyor. Ben de yüzümü
kızartıp soramıyorum. Nerede ve nasıl kutlayacak doğum gününü? Kimse tek laf
etmiyor. Bar grubum belki de davetli değil. Benle ilişkisi bitince onlarla da
araya duvar örmüş olabilir. Belki de yeni erkek arkadaşı onlarla görüşmesini
istemiyordur. Ebru da onu çok sevdiği için isteklerini yerine getiriyordur.
Benden bu sebeple boşanmıştı ama ondan ayrılmayı istemiyor olabilir. Off
düşündükçe kafayı sıyıracağım. Daha öğlen ama ben sarhoş olana kadar içmek
istiyorum.
Sonra
kendime geliyor ve yeni kız arkadaşım Nisa’yı arıyorum. Onunla konuşmak iyi
geliyor. Rahatladım artık…
*****
On
ekim…
Sanki
dünyanın en önemli olayıymış gibi aklımdan çıkmıyor doğum günü! Bizim çocukları
aradım. Akşam buluşalım dedim. Ama hepsi anlaşmış gibi işim var dedi. Artık
anladım. İşleri Ebru’nun doğum günü… Beni çağırmadılar… Demek ki Ebru
istemiyor. Geçen gün sorduğumda da birbirlerine kaçamak bakmıştı hepsi. Bugün
netleşti işte.
“Nerede
kutlayacaksınız?” dedim Cumhur’a. “Neyi?” dedi. “Neyi değil kavalı! Oğlum benim
asabımı bozmayın. Bugün Ebru’nun doğum günü ve hepiniz ne hikmetse işiniz
olduğu için benimle buluşamıyorsunuz. Ben anlayacağımı anladım.”
“Ne
anladın?”
“Ebru’nun
hayatındaki herif beni istemiyor. Haklı da. Ben de olsam eski kocayı
yakınlarımda istemezdim.”
“Eh
o zaman sen de yakınlarında dolaşma.” İşte bu cümle aklımdaki her şeyi yerli
yerine oturttu. Haklıydım ne yazık ki!
“Sen
de haklısın.” Dedim ve kapattım telefonu.
Deliler
gibi dolaştım masamın etrafında. Aptalım, salağım ve kesinlikle deliyim.
Yöneticime kapıdan haber verdim ve kendimi dışarı attım. Daha fazla duramazdım
içeride…
Bir
süre dolaştım. Kalabalıkların olduğu yerler daha da delirtti beni. Ara
sokaklara daldım. Bir binanın önünde kocaman pankart vardı. Üstünde de büyük
harflerle EBRU yazıyordu. Öyle bir küfrettim ki yanımdan geçenler bakmaya
başladı. Lanet gibi her yerde beni takip ediyordu.
Adım
attıkça EBRU yazısı büyüdü büyüdü… En sonunda yanında yazan kelimeyi de fark
ettim. ‘Ebru Sanatı kurs kayıtlarımız başlamıştır’.
Ebru
da isterdi bir ara… ‘adımı aldığım sanatı yapmak isterim, ne güzel bir uğraş’,
dediğini anımsadım. Sonra hiç vakti olmadığından, hep bir hayal olarak
kaldığından bahsetmişti. Adımlarım beni o giriş katındaki kursa kadar soktu.
Yetkili ile kısa bir konuşma yaptım. Son kararı bildirecektim. Oradan verdiği
adrese gittim. Elim kolum dolu büroya döndüm.
Bir
kağıt aldım. Üstüne “Doğum günün kutlu olsun. Hala istiyorsan Pazar saat on da
aşağıdaki adreste olman yeter. Sonsuz sevgilerimle…” yazdım.
Anladım
ki…
Eski
karıma hala aşığım…
Hem
de kimseyi gözümün görmediği kadar aşığım. Denemelerim anlattı bunu ama ben
anlamamakta ısrar ettim. Yaptığım hatanın boyutu o kadar büyük ki, nasıl telafi
edeceğimi bilmiyorum.
Moto
kurye çağırdım. O gün mutlaka teslim edilmeliydi. Kendim götürmeyi isterdim ama
eski kayınpeder ile kayınvalidenin beni görmekten hoşlanacağını sanmıyorum. O
yüzden başkasının teslim etmesi daha doğru…
Paketi
teslim ettikten sonra yöneticimin yanına gittim. Yaşananları bildiği için ona
durumu anlattım ve neden öyle deli gibi çıktığımı izah ettim. Anlayışlıdır.
Yine öyle davrandı.
O
akşam vakit nasıl geçecek bilmeden eve gittim. Arabadan inecekken vazgeçtim.
Ebru’nun evine doğru sürdüm arabayı. Saatlerce beklesem de onun eve kimle
geldiğini görecektim.
Arabayı
evden biraz uzağa park ettim. Görse hemen tanır. O yüzden saklanmam lazım.
Biraz da eğildim. Evin kapısını gözetlemeye başladım. Saat daha sekiz. Geçen
sene gece ikide dönmüştü evine. Bu sene de öyle yaparsa altı saat burada mı
bekleyecektim?
Umurumda
bile değil. Bekleyeceğim!
Saat
sekiz otuz olduğunda benim moto kurye hediyeyi getirdi. Ben çoktan teslim
edildiğini sanıyordum. Kim teslim aldı acaba? Herhalde Ebru eve gelmeden
gidecek buluşacakları yere. Gelmedi bu saate kadar. Saat dokuz oldu. Zaman ne
kadar yavaş geçiyor. Arabanın CD çalarında dinlediğim müzikler de vakit
geçirmeye yaramıyor.
Saat
dokuzu çeyrek geçe telefonum çalmaya başladı. Kimseyle konuşmak istemiyorum.
Bakmadım bile. Beş dakika kadar sonra yeniden çaldı. Kim bu ısrarcı?
Bakmayacağım. Şu an kimseyle konuşacak havada değilim.
Bir
beş dakika daha geçti ve telefon yine çalmaya başladı… Sinirle elime aldım.
“Cumhur?
Hayrola?” acaba beni de çağırmak için mi aradı?
“Nerdesin
sen abi?”
“Dışarıdayım.
Ne oldu?”
“Bir
şey olmadı. Seni arayanlar ulaşamıyormuş da. Merak etmiş. Beni aradı.”
“Kim
seni aradı? Bana ulaşamayan kim?”
“Telefonuna
bak salak. İyi akşamlar.”
Telefonuma
bakamadan yine çalmaya başladı. Ebru arıyordu.
Elimden
düştü telefon. Salak olduğum kesin. Beni Ebru aramış. Şahsen mi çağırmak istedi
acaba? Bunlar aklımdan geçerken arabaya düşürdüğüm telefonu bulamıyordum. Bir
yandan da Cumhur’un partide olmadığını algılamanın rahatlığı ile sırıtıyordum.
Onları da çağırmamıştı demek ki!
Buldum
nihayet ama telefon susmuştu bu arada.
Ben
onu aradım.
İlk
çalışta açıldı.
“Turgut?”
“Ebru!”
“Sana
ulaşamayınca tedirgin oldum. Cumhur’u aradım ama o da bilmiyormuş nerde
olduğunu.”
Bana
ulaşamayınca tedirgin mi olmuş? Neden?
“Duymadım
telefonu. Fark ettiğimde de susmuştu.” Yalan söylemek sanırım şu an en kolayı.
“Çok
teşekkür ederim. Hediyem çok güzel.”
“Hediyen
mi?”
“Evet.
Ebru için gereken her şeyi almışsın.”
“Şey…”
O hediyeyi nasıl gördü bu?
“Sen
yollamadın mı?”
“Ben
yolladım.”
“Bir
an durunca yanlış birine mi geldi hediye dedim.”
“Artık
yanlış yapmayacak kadar akıllandım.” Bu gerçekten doğruydu. Artık hayatımda
hataya yer yok.
“Çok
güzel ve çok farklı bir hediye.”
“İstediğin
şey olsun istemiştim. Kurs geçen hafta başlamış ama çok şey kaçırmamış olursun
Pazar günü gidebilirsen!”
“Gitmeye
çalışacağım. Turgut. Tekrar teşekkür ederim.”
“Kapatma.
Sen nerdesin? Evde mi?”
“Evet.”
“Neden
evdesin? Kimse de gelmedi. Tek başına mı kutluyorsun?”
“Evet…
Turgut? Sen nereden biliyorsun kimsenin gelmediğini? Sen nerdesin?”
EEE
buna yalan söylemeden nasıl yanıt vereceğim?
“Aşağıda
arabadayım.”
“Ne
yapıyorsun orada?”
“Senin
dönüşünü bekliyordum ama sen evdeymişsin.”
“Bugün
işe gitmedim. İyi değildim.”
“Neyin
var? Hasta mısın? Sesin iyi geliyor oysa.”
“Şu
an iyiyim ama sabah kötüydüm.”
“Onun
için mi kutlama yok?”
“Hayır.
Zaten kutlamayacaktım.”
“Şimdi
iyi olduğundan emin misin?”
“Evet.”
“O
zaman giyin ve in aşağı. Doğrum gününü kutlayalım.”
“Olmaz.”
“Neden?”
“Olmaz
işte.”
“Bak,
erkek arkadaşın kızabilir diye çekiniyorsan ona haber ver. İsterse o da
gelsin.” Eminim şu an tüm dünya bana salakkkkkkk diye bağırıyordur. Ama ben
zaten kabul etmiştim salak olduğumu.
“Alakası
yok. Ama şimdi inmem doğru olmaz.”
“Ebru,
ben senin kocanım. Neden doğru olmayacakmış?”
“Sen
benim eski kocamsın. İşte bu yüzden doğru olmaz.”
“Hadi
uzatma da in. Eminim yemek de yememişsindir.”
“Uyuyordum.
Yeni uyandım. Yemedim.”
“Tamam
hadi in. Kapının önüne geliyorum. On dakikaya kadar inmezsen de yukarı
çıkıyorum.”
İndi.
Güzel bir bordo kumaş pantolon üstüne, uzun kollu saten gömlek giymiş. Elinde
de ince bir hırka ile çantası var. Çok güzel gözüküyor. Uykudan kalktığı belli.
Gözlerinin altı şişmiş biraz. Yoksa ağlamış mı?
“İyi
misin?”
“Evet.”
Onu
daha önce de yemek yediğimiz, sonra da dans ettiğimiz bir yere götürdüm. Belki
bu gecenin hatırına dans ederiz yine…
Yemeğin
başında biraz tedirgin. Telefonu hiç susmuyor. Herkes doğum gününü kutluyor.
Seveni çok. Hep etrafı arkadaşları ile doluydu. Benim de öyleydi. Ama biz bu
iki arkadaş grubunu eşit görmeyi beceremedik.
Her
telefona korkuyla bakıyorum O ne zaman arayacak? Onunla nasıl konuşacak? Ama
aramadı… belki de gündüz kutlamış, hasta olduğunu bildiği için de rahatsız
etmek istememişti. Yemeğin sonuna doğru rengi daha da düzeldi. Konuşması da daha
doğal oldu. Sanki boşanmamış gibiydik. Yine birbirimizi güldürüyorduk. Yine
zevkle izliyordum o güzel yüzünü.
Tatlı
yemek istemedi. Ama doğum günü çocuğuydu o. Küçük bir pasta istedim garsondan.
Tek bir mum yaktılar üstünde.
“Dilek
tutmak ister misin?”
“Tuttum
bile.”
O
kadar şirindi ki o an onu öpebilirdim. Yapmadım. Yapamadım. Çünkü artık onu
öpme hakkına sahip değilim. O tek mumu
üfledi ve gülerek baktı bana.
“Teşekkür
ederim. Çok güzel bir doğum günü geçirdim.”
“Gece
daha bitmedi. Dans edelim mi?”
“Eve
gitsek?”
“Daha
çok erken. Bir dans… Sonra seni eve bırakırım.”
“Tamam.”
Masadan
kalktık. Onu kollarıma aldım. O kadar normaldi ki bu. Kollarımı beline sardım
ve biraz kendime çektim. O kollarını boynuma dolamadı. Omuzlarımı tuttu. Mesafe
koydu aramıza. On santim var yok ama bana çok uzak geldi. Biraz daha çektim
kendime. Soru dolu baktı bana.
“Ben
uzak dans demem bilmez misin?”
“Bilirim.”
“O
zaman sarıl bana.”
Sonra
sustuk ikimizde. O anın tadını çıkartmayı tercih ettim. Öyle güzel kokuyor ki.
Derin derin içime çektim tanıdık kokusunu. Şarkı bitmek üzere. Tek şarkı dedim
ama yetmedi. Kulağına eğildim. “Bir şarkı daha?”
“Olur.”
Bana
hayır demediği için çocuklar gibiyim. İçim cıvıl cıvıl. Yeni şarkıyla devam
ettik dansa. Dilimin ucuna kadar gelen kelimeleri söylememek için tutuyorum
kendimi. Bir bıraksam neler dökülecek kim bilir?
Sağ
elimi yavaşça sırtına doğru çektim. Yavaşça yüzüne kadar getirdim. Yanağını
okşadım. Dans ederken bana bakmasını sağladım. Artık gözlerimiz birbirinin
içinde dans ediyorduk. Benden bakışlarını kaçırmıyordu. Ne kadar güzeldi.
“Seni
seviyorum.”
O
an müzik durmuş gibiydi. Bir şey duymuyordum. Sadece ağzımdan dökülen
kelimelerin farkındaydım. Dayanabileceğimi, söylemeden durabileceğimi
sanmıştım. Sanmış ama başaramamıştım. Ebru bana bakıyor. Tek kelime bile
etmedi. Sadece bakıyor.
“Ebru,
bunlar gerçek. Seni çok seviyorum. Sana hala aşığım.”
“Turgut…
Böyle konuşma.”
“Biliyorum,
seni çok kırdım. Bu dünyada seni en çok seven kişiyim ve yine seni en çok kıran
kişi de ben oldum. Geri dönebilsem o saçma kavganın hemen öncesine gider ve tüm
sözlerimi geri alırdım. Çok pişmanım.”
“Buradan
çıkalım.”
Bana
söylediği cümle bu oldu. Buradan çıkalım…
Dansı
bıraktık. Hesabı ödedim ve çıktık. Yüzü asıktı. Bana kızdığını anlamıştım.
Arabaya doğru yürüdük. Kapısını açtım. Haftalar önce arkadaşların anlattığı
fıkra aklıma geldi. Hayır ben Ebru’ya kapıyı o fıkradaki nedenlerle açmadım.
Ben ona değer verdiğim için açtım kapıyı.
Ben
karımı hala seviyorum. Şu an engelleri ortadan kaldırmak için ne gerekirse
yapacak kafadayım. Ve bunu yapmak için bana gereken sadece umut. Onu da verecek
olan Ebru!
Arabada
sessiz duruyor. Ben de sessizim. Az önce söylediklerimden sonra söyleyecek ne
kaldı ki? Ben kendimi anlattım. O ise sessizliği tercih etti. Umudum her geçen
saniye azalıyor…
Evin
önüne geldiğimizde hala tek kelime etmemişti.
Kontağı
kapattım. İnmesini bekledim ama o sakince oturdu. Ön camdan dışarıya bakıyordu.
Hiç bana bakmadan öylece durdu. Sonra yavaşça kafasını çevirdi. Yüzüme baktı.
“Aşk
çocuk oyuncağı değil Turgut. İyi geceler.”
“Ebru…”
dedim ama beni dinlemeden indi arabadan. Arkasına bile bakmadan apartman
kapısında kayboldu.
Ne
kadar zaman orada öylece durduğumu bilmiyorum. Çok basit bir cümle kurdu ve gitti.
Ama tek bir umut zerresi bırakmadı. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımda ne kat
ettiğim mesafeyi ne de diğer arabaları fark ediyordum. Araba yolu kendi kendine
bulmuş gibiydi.
Ertesi
sabah ve sonraki sabahlar aynı ruh halim ile işe gittim geldim. O akşam benimle
buluşamayan arkadaşlar hafta sonu için mutlaka görüşmeyi istediler. Ben de
kabul ettim. Cumartesi akşamı bara girdiğimde hepsi ordaydı. Gülüşüyorlardı.
Hepsi keyifliydi. Benim ise hiç tadım yoktu.
“Ne
o Marmara’da gemilerin mi battı? Gül oğlum. Bak karşı masadan pas atanlar da
gülüyor.”
“Canım
gülmek istemiyor. Ayrıca o masadakiler bana hitap etmiyor.”
“Yanılıyorsun
Turgut. Onlar kuruyemiş tabağındaki fıstıklar. Az sonra tüm fıstıklar yenmiş
olacak sana da sarı leblebi kalacak.”
“Ben
kimseyi istemiyorum.”
“Neden
o? Yoksa hayatında biri mi var?”
“hayır.”
“Oğlum
deli misin? Bu yaşında kadınlardan el çekilir mi? Hadi bak ortadaki kızıl sana
gülümsüyor.”
“İstemiyorum
dedim.”
Sesim
biraz sert çıkmıştı. Sanki arkadaşımı azarlar gibi. O susup başını çevirince
anladım hatamı. Hemen özür diledim. Kötü bir niyeti yok ki. Erkek erkeğe
muhabbet ediyorduk. O da laf olsun diye konuşuyordu. Ama Cumhur bana dönüp de o
soruyu soranca hepsinin bana bakışı değişti.
“Ebru
mu?”
İşte
tek kelimelik soru ve benim gerçeğim.
Yanıt
da tek kelime…
“Evet.”
Ve
o andan sonra masadaki altı erkek de bana önce ne kadar aptal olduğumu, sonra
da ne kadar şanslı olduğumu söyleyip durdu.
O
ana kadar bana söylenmeyen şeyler de masaya döküldü. Ebru’nun nikaha getirdiği
halasının en küçük torunuymuş. O askerdi biz evlendiğimizde. Hiç tanışmamıştık.
Doğum
gününde benim tepkilerimi merak edip küçük bir oyun yapmışlar. Ebru’nun doğum
gününde yanında olmamayı nasıl karşılayacağımı anlamak istemişler. Çünkü uzun
zamandır aslında aklımdaki tek kadının Ebru olduğunu biliyorlarmış ama nikah
günü yaptıklarımla onların düşüncelerini netleştirmişim.
Şimdi
ise ne yapacaklarını sorup duruyorlar.
Yapılacak
ne var?
“Ona
hala aşık olduğumu söyledim.”
Masada
bir anda sessizlik hakim oldu. Sonra sorular uçuştu. O ne dedi? O ne yaptı? O
da seni seviyor değil mi? Yeniden evleniyor muyuz?
“O
bana sadece Aşk çocuk oyuncağı değildir dedi ve indi arabadan.”
Sonra
aradın mı? Bir daha buluştunuz mu? Soruların yanıtı çok basitti… Hayır
Bunun
sonrası da yine salak olduğuma karar verilmesi ile sonlandı…
Cumhur,
“Senin evlendiğin kadın ile arana biz girmemiş miydik? Ve sen yine bizimlesin.
Karar ver biz mi o mu?”
“Önce
o ama mutlaka siz de”
“Tamam
işte herkes yerini bilmeli. Biz senin arkadaşınız ama yarın öbür gün bekar
kalmayacak aramızda ve o zaman bu buluşmalar çok azalacak. Ama karın hayat boyu
yanında olacak. O zaman ne yapıyorsun? Onu arıyor ve yeniden hayatına girmek
için her yolu deneyeceğini söylüyorsun.”
“Bunu
söylemek kolay ama onu ikna etmek zor.”
Cumhur
hemen telefonunu çıkarttı. Ebru’yu aradı.
“Merhaba.
Vaktin var mı?”
“…”
“Çok
iyi… Yarım saat sonra senin evin ordayım. Aşağı inersen kısa bir şey
söyleyeceğim.” Dedi ve onun kabul etmesi ile de kapattı telefonu. Hemen garsonu
çağırıp hesabı ödedi ve kalktı masadan. Şaşkın bakan bizlere de “Hadi yarım
saat dedim kıza.” Dedi.
Altımız
da masadan kalktık ne yaptığını anlamamıştık ama onu izledik.
Ebru’nun
kapısına geldiğimizde yine aradı ve aşağı çağırdı. Ebru üstüne uzun bir hırka
giymiş, saçlarını at kuyruğu yapmış şekilde indi aşağı. Sadece Cumhur’u
beklerken altı tane erkek görünce şaşırdı. Ben biraz daha arkada duruyordum.
Bana baktı sonra başını yine Cumhur’a çevirdi.
“hayrola?
Çete toplanmış”
“Ebru,
bu akşam sana bir şey söylemek için geldik. Biz Turgut’un arkadaşları olarak
çok büyük bir vicdan azabı çekiyoruz. Çünkü ayrılmanız biraz da bizim
yüzümüzden oldu. Ama şunu bil ki bu salak seni çok seviyor. Bizler de onun
hayatında ikinci, üçüncü hatta dördüncü sırada olmaya razıyız.”
Ebru,
bu koca çocuklara baktı. Sonra Cumhur’a dönüp, ikinci sırayı anladım da üç dört
ne oluyor? Dedi
“O
sıraları da yeğenlerimize bırakmak istiyoruz.”
Bu
beni bile dumur etti. Ebru ile yine bir araya gelmek ve çocuk sahibi olmak…
Bunları hayal etmek bile güzel. Ama o kabul etmeyecek. O sadece şu an kapısına
gelmiş bu erkeklerden intikam alıyor.
Yeniden
hepsine tek tek baktı. Sonra bana döndü. Biraz baktı. Yavaşça yanıma geldi.
Yüzü gülüyordu.
“sana
aşkın çocuk oyuncağı olmadığını söylemiştim.”
“Biliyorum.
Benim aşkım da çocukça değil. Seni ne kadar çok sevdiğimi hepsi biliyor.”
“Ben
de biliyorum. Ama bir kez daha aynı hatayı yapmak istemiyorum.”
“Yapmayacaksın.
Çünkü ben asla aynı hatayı yapmayacağım.”
“Bunu
nasıl bileceğim? Sözler uçar.”
“Yazayım
mı? Şunu bil Ebru, senden uzak geçen on dört ayda hayatım alt üst oldu. Bunun
ne yemekle ne ev işiyle ne de ütüyle ilgisi yok. Sen yokken hayat tatsız… Sen
yokken yaşamak tatsız.”
“Benimle
de tatsızdı.”
“Değildi.
Hiç tatsız olmadı. Sadece benim aptalca gururum yüzünden üstünlük tasladığım,
sana bunu dikte ettirdiğim zamanlar vardı.”
“Değişecek
misin?”
“Ben
o değildim ki. Sadece öyle olmaya zorladım kendimi. Yine ilk tanıdığın ben
olacağım.”
Biz
konuşurken diğerleri uzaklaşmıştı. Kendi aralarında konuşuyor sigara
içiyorlardı.
“Ebru,
lütfen bir şans daha ver. Yeniden deneyelim.”
O
güzel gözleri ile baktı. Ölçtü biçti tarttı…
“Yarın
beni yemeğe mi götüreceğini söyledin?”
“Evet…
Evet yemeğe götüreceğim.”
“İyi
akşam yedide gel. Babamla görüş. O da izin verirse olur.”
“Bunu
bana yapma. Baban beni lime lime doğrar.”
“Biliyorum.
Ama bu vereceğin sınavlardan ilki.”
“İlki
mi? Kaç sınav olacak?”
“Ben
ikna olana kadar…”
Eve
gitmek için döndükten sonra yeniden bana doğru geldi. Kulağıma fısıldadı. “Ben
de sana aşığım” sonra dudaklarıma bir öpücük bıraktı ve ben orada öylece
dururken evine gitti.
*****
Tam
dört ay beni kıvrandırdı. Babası, annesi ve kendisi beni bir sürü sınava çekti.
Tüm sınavları başarıyla verdim.
Asla
aynı hatayı tekrarlamadım.
Dört
ayın sonunda yeniden evlenmeye ikna ettim.
Hatalar
geçmişte kaldı. Yeni hatalar da yapılacak ama bir kez daha geçmişteki gibi
ayrılık getirecek hata yapılmayacak.
Çünkü
ikimiz de aşkımızın gururumuzdan çok üstün olduğuna karar verdik.
Bizimkilerle
durum ne mi?
Ayda
ya da iki ayda bir buluşuyoruz. Saat on bir gibi yanlarından ayrılıyorum.
Karımın yanına gidiyor ve onun her geçen gün büyüyen karnını okşuyorum.
SON
Yine yeniden tadı damağımda kalan sevimli hikaye için teşekkürler :))) kalemine sağlık
YanıtlaSilteşekkür ederim canım...
SilTatlı bir pazar hikayesi olmuş.Eline, kalemine sağlık :))))
YanıtlaSilÇok teşekkürler :)
Sil