Aldıkları
elbiselerden biri Aden içindi. Akşam giymesini istemişti Çiğdem. Beyaz üzerine
büyük çiçeklerin olduğu, üst kısmı beline kadar oturan, ince askılı, belden
aşağısı da dar kesim inen, tüm vücut hatlarını belirginleştiren elbise çok
yakışmıştı. Rengarenk çiçekler ile elbise tam yaz havası vermişti. O cıvıl
cıvıl görüntüye uygun davranmak istese de içindeki aşk acısı, yüzüne hüzün
gölgeleri katıyordu.
Eve geldiğinde bir kaç saat uyuduktan sonra kalkmış hazırlanmıştı. Şimdi aynadan kendisine bakan şık ama mutsuz kızı izliyordu. Oysa mesleki açıdan çok büyük bir rahatlamayla güne devam etmişti. Ferhat konusunda da kararını vermişti. Canından çok sevmek buydu demek ki. Ona bir şey olacak diye kendi sevdasından vazgeçmişti. Bu akşam da yaşanmış tüm olayların üstüne sünger çekmek istiyordu. Yeni hayatının ilk gecesiydi. Yarın yeni bir gün ile bu yaşam devam edecekti. Kararını vermişti.....
Eve geldiğinde bir kaç saat uyuduktan sonra kalkmış hazırlanmıştı. Şimdi aynadan kendisine bakan şık ama mutsuz kızı izliyordu. Oysa mesleki açıdan çok büyük bir rahatlamayla güne devam etmişti. Ferhat konusunda da kararını vermişti. Canından çok sevmek buydu demek ki. Ona bir şey olacak diye kendi sevdasından vazgeçmişti. Bu akşam da yaşanmış tüm olayların üstüne sünger çekmek istiyordu. Yeni hayatının ilk gecesiydi. Yarın yeni bir gün ile bu yaşam devam edecekti. Kararını vermişti.....
Evden çıkıp Çiğdem'in evine doğru sakin adımlarla yürümeye başladı. Akşam üstü olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Saçlarını yine örmüştü. Zaten, Ferhat gittiğinden beri saçlarını hiç açık bırakmamıştı. Acaba o da özlüyor muydu? Hiç kendisini düşünüyor muydu? Yoksa oradaki şirkette güzel kızlarla çoktan kendisini avutmuş ve Ayşe'yi unutmuş muydu? Kokusunu o kadar çok özlemişti ki, duyacakmış gibi derin bir nefes aldı. Gün geçtikçe acısı katlanılır olacağına artıyordu.
Kilometrelerce uzakta, kokusunu başkalarının duyacağı bir yerdeydi. Katlanılmaz olan buydu. Bu kadar kısa sürede kalbine başkası girmese de belki yatağına bir başkası girecek, o kokuyu bir başkası içinde çekecekti. Aklından bunlar geçerken, kitapçıdaki kokuyu duymak için havayı koklayan Ferhat geldi gözünün önüne. Gözünden tek damla yaş süzüldü çenesine doğru…
Bunları düşünmeyecekti. Böyle düşüncelerle hayatı kendisine zindan etmenin gereği yoktu. O yüzden güzel şeyleri düşünecekti. Pazartesi yeni projesine başlayabilirdi. Zaten aklında olan projenin nasıl bir ham madde ile yapılması gerektiğini hesaplamalıydı. Eğer tahminleri doğruysa kısa sürede bu proje tamamlanırdı. Artık askerlerin mayından sakatlanmalarını istemiyordu. Bunu başarırsa sakatlıklarında ölümlerin de büyük ölçüde önüne geçeceklerini biliyordu.
Çiğdem'in evine gelene kadar hem projeyi düşünmüş, hem de etrafına dikkatle bakıp takipçilerini görmeye çalışmıştı. Göremeyeceğini bile bile. Çünkü o ekip, bu konuda gerçek birer profesyonel olan kişilerden oluşuyordu. Eve yaklaşınca, balkonda kendisini bekleyen Çiğdem'i gördü. Heyecanla el sallayan arkadaşına gülerek merdivenleri çıkmaya başladı. Kapıdan girer girmez soru yağmuruna tutuldu.
“Bu kıyafetim olmamış değil mi? Saçımla uymadı. Hangisini değiştireyim? Elbiseyi mi saçımı mı?”
“İkisi de çok güzel. Bir şey değiştirme.”
“Ciddi misin? Bak elbisenin sırtı çok açık. Saçımı da topladım. Çok teşhirci bir hal almamış mıyım?”
“Sırtın da güzel saçların da. Git makyajını tamamla hadi.”
“Doğru söylüyorsun değil mi? Hakkımda kötü düşünmesini istemem.”
“Fulya, ben ne zaman sana yalan söyledim. Ayrıca nihayet seni gerçekten etkileyen bir erkek bulmuşsun, buna köstek olacak hiç bir şeye izin vermem. Hadi git ve daha da güzelleş.”
“Canım arkadaşım benim. O kadar heyecanlıyım ki... sanki hayatımda ilk defa bir erkekle buluşacağım. Elim ayağım titriyor resmen.”
“Kızım sen şimdiden abayı yaktın. Bu ne hal?”
“Ayşe, inan ben de kendimi tanıyamıyorum. Ya tüm bu hissettiklerim tek taraflıysa? Ya Serdar, sadece ben aradığım için yemeğe davet ettiyse? Aslında beni beğenmemiş olabilir. Offf eğer öyleyse ben ne yaparım?”
“Ay Fulya inanılmazsın. Seni beğenmese neden yemeğe davet etmiş olsun ki?”
“Evet, haklısın ama işte bu düşünceler beynimi yiyor. Ayşe, sen de böyle miydin?”
“Evet, canım. İnan böyle oluyor ve her an bu panik duygusu artıyor. Sonra duygular karşılıklıysa o panik kaybetme korkusuna dönüşüyor. Sonrası zaten ondan bir dakikalığına bile ayrılmak istemediğin süreç. Yine de sonuç hüsran olabiliyor. Keşke sana 'kendini çok kaptırma' desem ve sen de bu lafıma uyabilsen ama imkansız. Asla kalbine söz geçiremiyorsun.”
“Biliyorum canım ve şimdi senin çektiklerini çok daha iyi anlıyorum. İnşallah bir gün sen de başka birisini sever ve ayrılık korkusu olmadan onunla mutlu olursun.”
“Bir gün gelir de Ferhat'ı unutursam, bunu deneyeceğim. Şimdi bana çok uzak.”
Çiğdem, bu konuda arkadaşını rahatlatacak bir şey söyleyemiyordu. Elinden gelen tek şeyi yaptı, sıkıca sarıldı. Sonra yatak odasına gidip makyajını tamamladı. Üs den yapılan ikinci telefon görüşmesinde Serdar, sahilde, Dragos'da bulunan bir lokantanın adını vermişti. Saat sekizde orada olacaklardı. Evden çıkıp, taksi durağına kadar yürüdüler. Bu akşam yol parasını düşünmeyeceklerdi. Bugün belki de yeniden doğdukları gündü.
Saat tam sekizde lokantadaydılar. Aden yanılmamıştı. Serdar bir arkadaşını getirmişti. Gündüz yanında olan Çetin de Serdar'la beraber, kızları görünce ayağa kalkmıştı. Cam kenarında bir masada oturuyorlardı. Kızları camın kenarına karşılıklı oturtmuş, kendileri de yanlarına oturmuştu. Aden, rahatsız olsa da Çetin'in, havadan sudan muhabbet etmesi ve hiç flört havasına girmemesi bir süre sonra rahatlatmıştı. Hatta anlattığı komik olaylara gülmeye başlamışlardı. Serdar ile Çiğdem, çoktan ufak ufak flört ediyorlardı. Onların bu halini gören Aden, gülümsemesini gizleyemiyordu. Arkadaşının korkuları yersizdi. Serdar da etkilenmiş ve ilgisini belli etmeye başlamıştı. Çetin de farksız değildi. O da arkadaşının bu haline gülüyordu.
“Bu hallerine inanamıyorum.”
“Neden?”
“Aramızda kalsın ama, bu Serdar, ne aşka inanırdı ne de sevgiye. Şimdi ise arkadaşının adını dilinden düşürmüyor. Aramayacak diye aklı çıktı. Telefon geldiğinde heyecandan konuşamayacaktı. Oysa aynı kişi beş altı ay önce ben aşık oluğumda az dalga geçmemişti. Şimdi sıra bende.”
“Fulya'da heyecanlıydı. Bırakalım da rahatça konuşsunlar.” tüm bu konuşmaları fısıltıyla ve başları birbirine oldukça yakın yapmışlardı. Hatta ikisinin de yüzü gülüyor, karşılarındaki çifte bakmadan muhabbet ediyorlardı. Aden, gerçekten neşelenmişti. Üstelik gelen kişinin sadece arkadaşına destek vermek için yanlarında bulunduğunu, çok sevdiği bir kız arkadaşı olduğunu anladığında iyice rahatlamış, eğlenmeye başlamıştı. Bu arada müzik başlamış, dans müziğine eşlik etmek isteyen çiftler piste çıkmıştı. Serdar önce çekingen davransa da bir süre sonra dansın yaratacağı yakınlığı istediğini anlamış olacak ki, Çiğdem'in kulağına, “Benimle dans eder misin?” diye fısıldamıştı. Çiğdem de gülen gözlerle elini uzatmıştı. Onlar piste gidince masada kalan Aden ile Çetin, muhabbeti koyulttu.
“Evlenmeyi düşünüyor musun, Yasemin'le?”
“Evet ama, zorlukları biliyorsun. O kısmı nasıl atlatacağım bilmiyorum.”
“Çözüm bulursan bana da söyle.”
“Sen de mi?”
“Evet”
Daha açık konuşamıyorlardı ama ikisi de derdini anlatmış ve karşısındaki de anlamıştı. O andan sonra biraz hüzün çöktü üstlerine. İmkansızı mı istiyorlardı? Çözümü yok muydu? Aden yine hayale kapılmak istemiyordu. Belki başlarda mutlu olacaklardı ama kaç evlilik uzun yıllar sürüyordu ki... sırf şu anda ki sevgisi yüzünden, hayatını tehlikeye atmayacaktı. Bu kararı defalarca vermiş, her seferinde de yeniden aynı şeyleri düşünür ve isterken bulmuştu kendisini. Bu kez son olacaktı. Bir daha Ferhat'ı düşünmeyecekti.
Çetin, dans teklif ettiğinde kabul etti. İkisi de hem dans ediyor hem de konuşuyordu. İki müzik sonrasında yerlerine oturdular. Çiğdem ile Serdar da masaya dönmüştü. Her telden konuşarak yemeği bitirdiler. Erkekler hesabı ödeyip masadan kalktıklarında, Serdar, elini uzatıp Çiğdem'in elini tutmuştu. Çiğdem de Aden de bu hıza şaşırmış ama ikisi de mutlu olmuştu. Bulundukları lokantanın önündeki merdivenlerden aşağı deniz hizasına indiler. Serdar arabasını oraya park etmişti. Çiğdem için ön kapıyı açınca, Çetin de arkaya Aden'in yanına oturdu. İkisi arasında oluşan arkadaşlıktan dolayı Aden bundan rahatsız olmamıştı. Ama onları izleyen bir çift siyah göz çok rahatsız olmuştu!
Önce Aden'i eve bıraktılar. Evin önüne kadar getirtmişti arabayı Aden. Artık kimin ne düşüneceğini umursamıyordu. Çetin'in elini sıkarak,
“Seninle tanıştığıma çok memnun oldum. Çok güzel bir geceydi. Umarım her şey gönlünce olur. Unutma çözüm bulursan bana da söylüyorsun.”
“Hiç merak etme. Sen önce bulursan bana haber uçurmayı unutma.”
“Unutmam. Serdar, teşekkürler. Her şey için....”
“Asıl ben teşekkür ederim. Hem de her şey için. Bir kazaya sevineceğimi tahmin etmezdim.”
“Ben de bir kazanın nelere sebep olacağını tahmin etmezdim. Yine de bir daha olmasın lütfen.”
“Merak etme, gözümüz üstünüzde olacak.”
Aden, takibin devam edeceğini biliyordu. Alışmıştı bu yaşama. Yine de çok özel anların başkaları tarafından bilinmesinden utanmıyor değildi.
“Fulya, iyi geceler canım, yarın görüşürüz.”
“Telefonunu tak, yarın arayacağım seni.”
“Tamam takarım. İyi geceler, hepinize.”
Arabadan indi, binadan içeriye girmeden el sallayıp uzaklaşmalarını izledi. Çok güzel bir yaz gecesiydi. Derin bir nefes aldı. Sevgili arkadaşının mutluluğa doğru ilerlediğini düşünerek dört basamağı çıktı. Apartmanın ışığını yaktığı an yerinden sıçradı.
Ferhat, kapıya yaslanmış, siyah gözlerinden alevler çıkarak bakıyordu. Aden ise ne kıpırdayabiliyor, ne de konuşabiliyordu. Ne yapacağını bilemez bir şekilde duruyordu. Sonra, kapıya geldi. Anahtarını takıp, gözü ile görebileceği tuzaklarına bakıp içeri doğru adım attı. Ferhat da ardından içeriye girdi. Kapıyı ardından kapattı. Kapattığı kapıya yaslandı ve gözlerini dikti Aden'e.
“Söyleyeceğin bir şeyler var mı? Yoksa gördüklerime mi inanayım?”
***
Ne gördün?”
“Çok eğlenen ve yanındaki erkekle göz göze tüm gece muhabbet eden birisini gördüm.”
“Bir kısmı doğru. Eğlendim ve muhabbet ettim ama göz göze değil. En azından senin söylediğin anlamda değil.”
“Ayşe, ben neler gördüğümü biliyorum. Kimdi o adam?”
“Bir polis.”
“Polis mi?”
“Evet, bu sabah tanıştık.”
“Bu sabah tanıştınız ve sen o adamla hemen yemeğe gidip bir de dans mı ettin?”
“Ferhat, bu neden bu kadar imkansız geliyor? Yemeğe gittim ve evet eğlendim. Haftalardır ilk defa hem de. Ve lütfen beni sorguya çekmeyi bırakıp, nasıl oluyor da beş ay diye gittiğin yerden tam da bu gece geri dönüyorsun ve cümlelerinden anladığıma göre beni takip ediyorsun? Madem geldin neden daha önce karşıma çıkmadın? Ne yaptığımı görmek için mi gizlendin?”
“Niyetim takip etmek değildi. Bu hafta sonu tatil yapmaya karar vermiştim. İstanbul'a gelir gelmez evine geldim ama evde yoktun. Çiğdem'in evine yaklaştığımda köşeyi döndünüz. Ardınızdan geldiğimde taksiye binmiştiniz. Bu bile sizi takip etmem için yeterli nedendi. Siz her yere yürürken neden taksiye bindiniz? Bunu öğrenmem lazımdı. Keşke gelmeseydim. Keşke takip etmeseydim. Gözlerimle tüm gece sizin flört etmenizi izledim. Bir de dansa kalktın. İnanamadım. Bunca zaman seni aklımdan çıkartamamış, beni özlediğini, beni gerçekten sevdiğini düşünmüştüm. Oysa sen hemen unutmuşsun. Üstelik bugün tanıştığın adamlarla yemeğe gidip dans edecek kadar.”
“Seninle de tanıştığımız gece yemeğe gitmiştik!”
“Aynı mı senin için? Ayrıca benim için özellikle hazırlanmamıştın! Sinema sonrası gidilen kebapçı ile tepedeki ada manzaralı lokantayı da aynı kefeye koyamazsın. O adam için özel olarak hazırlanmışsın. Ne dememi bekliyordun? Neyse... Buraya gelme amacım, tüm bunları yüzüne söylemekti. Mutluluklar diliyorum sana.”
Aden, suçlamaları dinliyor, yanlış anlamaları düzeltmek istiyor ama yapamıyordu. Eğer düzeltirse Ferhat belki de affedecekti ama yine her şey en baştan başlayacaktı. Üstelik tam kararlarını uygulamaya başlayacakken yeniden karşısına çıkıp tüm acılarını yeniden canlandırmıştı. Biraz daha dayanırsa Ferhat, çıkıp gidecekti. O zaman gerçekten bitmiş olacaktı!
“Yanıt vermiyorsun öyle mi? Tüm söylediklerin yalan mıydı? Nasıl bu kadar kısa sürede her şeyi unuttun?”
Aden, yine susuyordu. Ağzını açarsa doğruları söyleyecekti. Dayanması gerekiyordu. İkisinin de bundan sonraki hayatı için dayanmalıydı.
Ferhat ise yaşadıklarına inanamıyordu. Albay Mustafa'dan sabahki kazayı öğrendiğinde tek başına kalmak ve unutmak için gittiği Foça'dan hareket etmişti. Adnan Menderes hava limanından ilk uçağa yer bulamadığı için geç gelmişti. Aden'den ayrıldığından beri, Foça'da sık ağaçların arasında, uzaktan gözle görülmeyen dağ evinde kalıyordu. Evden dışarı adımını atmamıştı. Tek yaptığı albay Mustafa'dan bilgi almaktı. Bu sabah içindeki sıkıntıyla uyanmış, kahvaltısını yaptıktan sonra albayı aramış, Aden'in kaza yaptığını öğrenmişti. Yanında olduğu için rahat konuşamamıştı. Albay gelmemesini söylese de daha fazla dayanamamıştı. Gözüyle görmesi gerekiyordu. Fakat gördüklerinden hiç hoşlanmamıştı. Kaza geçirmiş bir Aden beklerken bir erkeğin kollarında dans eden bir Aden bulmuştu. O an yüreğinin alev aldığını hissetmişti. Hayatında kimseyi kıskanmadığı kadar kıskanmıştı Aden'i. Yine de konuşmak, kim olduğunu öğrenmek istemişti. Yüreğinin bir köşesi “seni seviyorum” diyen Aden'in doğru söylediğine inanmak istiyordu.
Oysa Aden, en ufak bir açıklama yapmıyor, ne inkar ediyor ne de kabulleniyordu. Susmasını kabul etmesi olarak algılayan Ferhat ise, ne yapacağını bilemez bir şekilde bakıyordu. Yanılmıştı. Aden, sevmiyordu. Yalan söylemişti. Gözlerine hücum eden yaşları zor tuttu.
Aden, suçlu gibi başını kaldırmadan duruyordu. Vücut dili suçluyu ifade etse de aslında o da gözlerindeki yaşı gizlemek için kafasını kaldırmıyordu. Ferhat'ın derin bir nefes aldığını duydu.
“Hoşça kal.”
Aden, buna da yanıt veremedi. Çünkü sesinin normal çıkmayacağından emindi. Gözyaşları süzülmeye başlamıştı bile. Dayan, diyordu kendisine. 'Dayan, o kapıdan çıkacak ve bir daha geri dönmeyecek. Bırak seni kötü düşünsün. Daha az acı çeker. ' başını kaldırmadan bekliyordu kapanan kapının sesini. Çok beklemedi. Ferhat'ın kapıyı ardından yavaşça çekmesi, çarpıp gitmesinden çok daha etkiliydi. Kapı kapanır kapanmaz hıçkırıklarla ağlamaya başladı Aden. Hayatında ağlamadığı kadar çok ağlamıştı. Artık yaşlarının bittiğini düşünüyordu ama yanılmıştı. Şimdi çok daha şiddetli ağlamaya başlamıştı. Ne yapacağını bilemez şekilde evin içinde dolanıyordu.
Artık bitti, dedi. Bu kez tamamen bitti. Affet beni, Ferhat, dedi. Hem de defalarca. Sonra pencereye gitti. Araba uzakta olmalıydı. Camdan baktığında sokakta kimse gözükmüyordu. Çoktan gitmiş olmalıydı. Ardından gitmemek için kendisini zor tutuyordu. Nereye gidecekti ki? Hem, gitse ne diyecekti. “Beni sonsuza kadar sevecek ve bana güvenecek misin? Ne dersem yapacak mısın?” bunları söylese, şu an alacağı tek yanıt “Sana mı güveneceğim?” olurdu herhalde.
Aden, kapanan kapının ardından geçen on dakikada beyninden geçen yüzlerce düşünceyi sıralayamıyordu. Tek istediği peşinden gitmekti. Her ne olursa olsun bunu yaşayacaktı. Belki Ferhat kabul etmezdi ama bunu ondan duyacaktı. Evine gidecekti. Evde değilse de bekleyecekti. Nasılsa gelecekti. Artık ne üs deki görevini, ne sevgileri biter de ayrılırlarsa ucundaki ölümü düşünüyordu. Tek bildiği ve anladığı Ferhat'sız yaşamak istemediğiydi. Albay bu işin düzene girmesi için gereken yardımı yapacaktı. Bunu defalarca kendisine ima etmiş, yardımcı olurum demişti. İşte şimdi o yardımın vakti gelmişti. Ayrılmak ve mutsuz olmak değil, hep Ferhat ile birlikte olmak, ucunda ölüm olsa bile birlikte karşılamak istiyordu. Evet, her ne olursa olsun gidecek ve yaşanması gereken her şeyi yaşayacaktı. Çantasını alıp kapıya yürüdü. Kolu tuttu ve yavaşça açtı.
Üst kata çıkan merdivenlerin ikinci basamağında oturan Ferhat'ı gördüğünde gözlerine inanamadı. Tek yaptığı, çantasını atıp boynuna sarılmak oldu. Ferhat kollarının arasındaki kadına gerçek olduğunu anlamak ister gibi bakıyordu. Yavaşça oturduğu yerden kalktı ve kucağına sığınmış Aden'i de kaldırdı. Aden, boynundan kollarını çözmeden yürümek isteyince kucağına alıp eşikten öyle girdi. Kapıdan içeriye girdiklerinde ikisi de şaşkındı.
“Gitmemişsin?”
“Gidemedim. Sen nereye gidiyordun?”
“Sana geliyordum. Neden gitmedin?”
“Yüzüme bakmadın!”
“Ne?”
“Yüzüme bakmadın. Sen bir hata da yapsan bunu yüzüme söyleyecek bir kişiliğe sahipsin. Oysa bu akşam o kadar lafıma rağmen hiç yüzüme bakmadın. Bu sen değilsin. Bana doğruyu anlat. Kimdi onlar?”
Aden, hala Ferhat'ın kucağındaydı. Yüz yüze oturuyorlardı. İlk kez içinin gerçekten rahatladığını hissetti. Kendisini sevmese şu an bunları konuşuyor olmazlardı. Kendisini tanımasa şimdi kollarında olmazdı. Aden, geri dönüşü olmayan bir aşkın içinde olduğunu hissediyordu. Bu kez sonunu düşünmeyecekti. Yaşayacağı her şeyi isteyerek yaşayacaktı. Tabii, Ferhat da kabul ederse!
“Önce öp beni. Çok özledim seni”
“Ben de seni çok özledim. Ölecek kadar!”
Cümlesi biter bitmez dudakları birleşti. Tutkuyla öpüyorlardı birbirlerini. Nefes alacak kadar ara verip devam ediyorlardı. O tutku bir süre sonra şiddetini ve ateşini arttırdı. Aden, Ferhat'ın sırtını okşuyor, vücuduna daha çok bastırıyordu. Ferhat da boş durmuyor, Aden'in sırtını göğüslerini okşuyor, dudaklarını dudaklarından ayırmıyordu.
Aden dudaklarını geri çekti. Bir süre o çok özlediği siyah gözlerde kayboldu. Sonra yüzünü okşadı. Sakallarını, bıyığını ve dudaklarını parmakları ile okşamaya devam etti. Uzun saçlarından parmaklarını geçiriyordu. Sanki gerçek olduğuna inanmak ister gibiydi.
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum. Ama hala o adamı düşünüp deli oluyorum. Anlat artık kimdi onlar?”
“Bu sabah benim kazam ile ilgilenen polislerdi.”
“Ne kazası? Bir şey oldu mu? Kaza nerede ve nasıl oldu? Araba mı çarptı.
Yakalandı mı çarpan?”
Ferhat akşam gördüklerinden sonra kazananın çok hafif atlatıldığını anlamıştı. Zaten albayın sesinden de önemli bir şey olmadığını anlamış ama yine de kendi gözleriyle görmek istemişti. Şimdi ise o erkeklerin bu kaza ile ilgisi olduğunu anlayınca canı sıkılmıştı.
“Kimse çarpmadı. Ben kendimi orta tretuara attım. Ama bir anda başım kalabalık oldu. Biraz da sersemlemiştim. O arada polislerde gelmiş. Bu Fulya, Serdar'ı görür görmez çarpıldı.”
“Bırak şimdi Fulya ile Serdar'ı. Sen bana kendini anlat. Bir yerin ağrıyor mu? Vurdun mu herhangi bir yerini?”
“Hayır canım inan vurmadım. Sadece çok hızlı hareket ettiğim için sersemledim. Bir de korktum tabii. Ama araç yakalandı mı bilemiyorum. Şikayetçi oldum.”
“Sonra?”
“Sonra, bir yerlerde oturalım dedi Fulya. Serdar ile Çetin, bizi sahilde bir çay bahçesine götürdü.”
“Bizim gittiğimiz bir yer miydi?”
“Hayır aşkım, başka bir yer.”
“İyi.”
“Ay sen cidden çok kıskançsın. Çay bahçesi alt tarafı.”
“Ne demek alt tarafı çay bahçesi. Benim götürdüğüm yerlerin senin için anlamı bu mu?”
“Elbette değil. Seninle gittiğim her yer özel. Hem de asla unutmayacağım kadar özel.”
“Tamam şimdi oldu, hadi devam et. Ayrıca unutman mümkün değil. Bundan sonra ayrılmayacağız. ”
“Off sen çok fenasın. Ben seninle ne yapacağım? İdare etmek zor olacak!”
“Hadi beni çekiştirip durma da anlat sonra ne oldu?”
“Sonra, bizim kız telefonunu aldı çocuğun ve en az iki saat başımın etini yedi. Ya evliyse, ya beni beğenmemişse, ya ben yanıldıysam, dedi durdu. Ama şanslıydı Serdar da bizim kızdan etkilenmiş. Bu akşam yemeğe davet etti. Beni de illa getirmesini söylemiş. Gitmek istemediğimi söylediğimde, Fulya, benle konuşmayacağını söyledi. Bu tehdit bana ağır geldiği için gittim. Serdar yanında bir arkadaş getirmiş. Çetin, çok efendi ve deli gibi aşık bir erkek... Öyle bakma, bana değil. Kız arkadaşı var. Ona aşık. Bizi gülerken gördüğünde ikimiz de aşka koşan arkadaşlarımızın o aptal hallerine gülüyorduk. İkisiyle de seni tanıştırırım canım. İnan çok efendi çocuklar.”
“İnandım. Ama tanışacağım!”
Aden, aldığı yanıta gülmeye başlayınca Ferhat yeniden o dudaklara kapandı. Bir süre sonra kucağında Aden ile yatak odasına gidiyordu. Odaya girdiklerinde ikisi de diğerini bir an önce soymak için uğraşıyordu. Fakat birbirlerini öperek soydukları için bu süre oldukça uzadı. Sonunda yatağa uzandıklarında ikisi de istekle kıvranıyordu. Ferhat, az önce yaşadıklarından sonra kollarının arasında Aden'i tutuyor olmanın şaşkınlığındaydı. Kaybettim derken kazanmıştı. Bu sevincini ona da yansıtıyordu. Tüm vücudunu öperek hem kendisine hem de Aden'e ödül veriyordu. Aden de aynı şekilde karşılık verip, Ferhat'a sevgisini aktarıyordu. Gözlerinde ve vücutlarında kaybolduktan bir süre sonra, yan yana ama yüzleri birbirine dönük yatarak nefeslerini düzenlemeye çalıştılar.
“Az önce, seni bir daha kollarıma alamayacağımı, bir daha öpemeyeceğimi düşünüyordum. Ölecek gibi oldum. Oysa şimdi dinlenmek ve yeniden sevmek istiyorum. Ama ben dinlenirken sen de yanıt vereceksin! Neden telefonunu açmadın hiç ve neden o cep telefonunu bana geri verdin?”
“Aramışsın?”
Ferhat aslında dün geceye kadar hiç aramamıştı. Ama bunu şimdi söylemesinin yeri değildi. Giderken kendisine verdiği sözü dün gece tutamamıştı. İçinde doğan sıkıntıyla defalarca kez aramıştı. Sonra Cuma gecesi sinemaya gitmişlerdir diye düşünmüş, sabah yeniden arama kararı ile uyumuştu. Sıkıntılı uykusundan uyanmış, saatin sekiz olmasını zor beklemiş ve yine aramaya başlamıştı. Defalarca kez aramasına rağmen yanıt alamayınca albayı aramış ve kazayı o sırada öğrenmişti.
“Aramayacağımı mı düşündün? Görüşmek istemediğini düşünmeye başladım. Ama bunu yüzüme söylemeni istedim. Şimdi yanıt ver neden telefonunu açmadın?”
“Bunu sonra anlatsam? Şimdi, dinlendiysen, seni yeniden yormayı düşünüyorum.”
“Sen beni mi özledin yoksa sevişmeyi mi?”
“Ne kadar saçma soru, sevişmeyi elbette.”
“Ayşe... beni çıldırtma. Zaten yaptıklarınla beni kilometrelerce uzakta yeterince deli ettin. Bir de abuk sabuk yanıtlar verme.”
“O zaman aşkım, böyle sorular sormamalısın. Seni o kadar özledim ki, bu akşam hayal görüyorum sandım. Her akşam kapımda jeepi görmek istediğimi kendime itiraf etmem bile bir kaç gün sürdü. Hele o ilk gittiğin günün gecesi... Fulya bende kaldı ama ben bu yatakta kalamadım. O kadar çok ağladım ki. Artık yaşlar dinmeyecek diye düşünmeye başladım. Sonra beni gerçekten sevip sevmediğini düşündüm. Ama sen yalan söyleyemezsin. Ne olursa olsun beni sevdiğini bilmemi istedin. Bunu düşününce mutlu olsam da, şu an sana anlatamayacağım şeyler yüzünden uzak durmak istedim. Neyse bunları yarın konuşalım mı? Şimdi sadece seni hissetmek istiyorum.”
“Kafamı karıştırmak istediysen başardın. Tamam yarın konuşalım. Şimdi yapmak istediğim çok daha keyifli şeyler var.”
Ferhat, öncesinde Aden'in yaptığı gibi yavaş yavaş yüzünü okşamaya başladı. Sonra parmaklarının gezdiği her noktayı ufacık öpücükleriyle yeniden keşfetti. En son dudaklarına ulaştığında ikisi de artık dayanamayacak hale gelmişlerdi.
“Çok eğlenen ve yanındaki erkekle göz göze tüm gece muhabbet eden birisini gördüm.”
“Bir kısmı doğru. Eğlendim ve muhabbet ettim ama göz göze değil. En azından senin söylediğin anlamda değil.”
“Ayşe, ben neler gördüğümü biliyorum. Kimdi o adam?”
“Bir polis.”
“Polis mi?”
“Evet, bu sabah tanıştık.”
“Bu sabah tanıştınız ve sen o adamla hemen yemeğe gidip bir de dans mı ettin?”
“Ferhat, bu neden bu kadar imkansız geliyor? Yemeğe gittim ve evet eğlendim. Haftalardır ilk defa hem de. Ve lütfen beni sorguya çekmeyi bırakıp, nasıl oluyor da beş ay diye gittiğin yerden tam da bu gece geri dönüyorsun ve cümlelerinden anladığıma göre beni takip ediyorsun? Madem geldin neden daha önce karşıma çıkmadın? Ne yaptığımı görmek için mi gizlendin?”
“Niyetim takip etmek değildi. Bu hafta sonu tatil yapmaya karar vermiştim. İstanbul'a gelir gelmez evine geldim ama evde yoktun. Çiğdem'in evine yaklaştığımda köşeyi döndünüz. Ardınızdan geldiğimde taksiye binmiştiniz. Bu bile sizi takip etmem için yeterli nedendi. Siz her yere yürürken neden taksiye bindiniz? Bunu öğrenmem lazımdı. Keşke gelmeseydim. Keşke takip etmeseydim. Gözlerimle tüm gece sizin flört etmenizi izledim. Bir de dansa kalktın. İnanamadım. Bunca zaman seni aklımdan çıkartamamış, beni özlediğini, beni gerçekten sevdiğini düşünmüştüm. Oysa sen hemen unutmuşsun. Üstelik bugün tanıştığın adamlarla yemeğe gidip dans edecek kadar.”
“Seninle de tanıştığımız gece yemeğe gitmiştik!”
“Aynı mı senin için? Ayrıca benim için özellikle hazırlanmamıştın! Sinema sonrası gidilen kebapçı ile tepedeki ada manzaralı lokantayı da aynı kefeye koyamazsın. O adam için özel olarak hazırlanmışsın. Ne dememi bekliyordun? Neyse... Buraya gelme amacım, tüm bunları yüzüne söylemekti. Mutluluklar diliyorum sana.”
Aden, suçlamaları dinliyor, yanlış anlamaları düzeltmek istiyor ama yapamıyordu. Eğer düzeltirse Ferhat belki de affedecekti ama yine her şey en baştan başlayacaktı. Üstelik tam kararlarını uygulamaya başlayacakken yeniden karşısına çıkıp tüm acılarını yeniden canlandırmıştı. Biraz daha dayanırsa Ferhat, çıkıp gidecekti. O zaman gerçekten bitmiş olacaktı!
“Yanıt vermiyorsun öyle mi? Tüm söylediklerin yalan mıydı? Nasıl bu kadar kısa sürede her şeyi unuttun?”
Aden, yine susuyordu. Ağzını açarsa doğruları söyleyecekti. Dayanması gerekiyordu. İkisinin de bundan sonraki hayatı için dayanmalıydı.
Ferhat ise yaşadıklarına inanamıyordu. Albay Mustafa'dan sabahki kazayı öğrendiğinde tek başına kalmak ve unutmak için gittiği Foça'dan hareket etmişti. Adnan Menderes hava limanından ilk uçağa yer bulamadığı için geç gelmişti. Aden'den ayrıldığından beri, Foça'da sık ağaçların arasında, uzaktan gözle görülmeyen dağ evinde kalıyordu. Evden dışarı adımını atmamıştı. Tek yaptığı albay Mustafa'dan bilgi almaktı. Bu sabah içindeki sıkıntıyla uyanmış, kahvaltısını yaptıktan sonra albayı aramış, Aden'in kaza yaptığını öğrenmişti. Yanında olduğu için rahat konuşamamıştı. Albay gelmemesini söylese de daha fazla dayanamamıştı. Gözüyle görmesi gerekiyordu. Fakat gördüklerinden hiç hoşlanmamıştı. Kaza geçirmiş bir Aden beklerken bir erkeğin kollarında dans eden bir Aden bulmuştu. O an yüreğinin alev aldığını hissetmişti. Hayatında kimseyi kıskanmadığı kadar kıskanmıştı Aden'i. Yine de konuşmak, kim olduğunu öğrenmek istemişti. Yüreğinin bir köşesi “seni seviyorum” diyen Aden'in doğru söylediğine inanmak istiyordu.
Oysa Aden, en ufak bir açıklama yapmıyor, ne inkar ediyor ne de kabulleniyordu. Susmasını kabul etmesi olarak algılayan Ferhat ise, ne yapacağını bilemez bir şekilde bakıyordu. Yanılmıştı. Aden, sevmiyordu. Yalan söylemişti. Gözlerine hücum eden yaşları zor tuttu.
Aden, suçlu gibi başını kaldırmadan duruyordu. Vücut dili suçluyu ifade etse de aslında o da gözlerindeki yaşı gizlemek için kafasını kaldırmıyordu. Ferhat'ın derin bir nefes aldığını duydu.
“Hoşça kal.”
Aden, buna da yanıt veremedi. Çünkü sesinin normal çıkmayacağından emindi. Gözyaşları süzülmeye başlamıştı bile. Dayan, diyordu kendisine. 'Dayan, o kapıdan çıkacak ve bir daha geri dönmeyecek. Bırak seni kötü düşünsün. Daha az acı çeker. ' başını kaldırmadan bekliyordu kapanan kapının sesini. Çok beklemedi. Ferhat'ın kapıyı ardından yavaşça çekmesi, çarpıp gitmesinden çok daha etkiliydi. Kapı kapanır kapanmaz hıçkırıklarla ağlamaya başladı Aden. Hayatında ağlamadığı kadar çok ağlamıştı. Artık yaşlarının bittiğini düşünüyordu ama yanılmıştı. Şimdi çok daha şiddetli ağlamaya başlamıştı. Ne yapacağını bilemez şekilde evin içinde dolanıyordu.
Artık bitti, dedi. Bu kez tamamen bitti. Affet beni, Ferhat, dedi. Hem de defalarca. Sonra pencereye gitti. Araba uzakta olmalıydı. Camdan baktığında sokakta kimse gözükmüyordu. Çoktan gitmiş olmalıydı. Ardından gitmemek için kendisini zor tutuyordu. Nereye gidecekti ki? Hem, gitse ne diyecekti. “Beni sonsuza kadar sevecek ve bana güvenecek misin? Ne dersem yapacak mısın?” bunları söylese, şu an alacağı tek yanıt “Sana mı güveneceğim?” olurdu herhalde.
Aden, kapanan kapının ardından geçen on dakikada beyninden geçen yüzlerce düşünceyi sıralayamıyordu. Tek istediği peşinden gitmekti. Her ne olursa olsun bunu yaşayacaktı. Belki Ferhat kabul etmezdi ama bunu ondan duyacaktı. Evine gidecekti. Evde değilse de bekleyecekti. Nasılsa gelecekti. Artık ne üs deki görevini, ne sevgileri biter de ayrılırlarsa ucundaki ölümü düşünüyordu. Tek bildiği ve anladığı Ferhat'sız yaşamak istemediğiydi. Albay bu işin düzene girmesi için gereken yardımı yapacaktı. Bunu defalarca kendisine ima etmiş, yardımcı olurum demişti. İşte şimdi o yardımın vakti gelmişti. Ayrılmak ve mutsuz olmak değil, hep Ferhat ile birlikte olmak, ucunda ölüm olsa bile birlikte karşılamak istiyordu. Evet, her ne olursa olsun gidecek ve yaşanması gereken her şeyi yaşayacaktı. Çantasını alıp kapıya yürüdü. Kolu tuttu ve yavaşça açtı.
Üst kata çıkan merdivenlerin ikinci basamağında oturan Ferhat'ı gördüğünde gözlerine inanamadı. Tek yaptığı, çantasını atıp boynuna sarılmak oldu. Ferhat kollarının arasındaki kadına gerçek olduğunu anlamak ister gibi bakıyordu. Yavaşça oturduğu yerden kalktı ve kucağına sığınmış Aden'i de kaldırdı. Aden, boynundan kollarını çözmeden yürümek isteyince kucağına alıp eşikten öyle girdi. Kapıdan içeriye girdiklerinde ikisi de şaşkındı.
“Gitmemişsin?”
“Gidemedim. Sen nereye gidiyordun?”
“Sana geliyordum. Neden gitmedin?”
“Yüzüme bakmadın!”
“Ne?”
“Yüzüme bakmadın. Sen bir hata da yapsan bunu yüzüme söyleyecek bir kişiliğe sahipsin. Oysa bu akşam o kadar lafıma rağmen hiç yüzüme bakmadın. Bu sen değilsin. Bana doğruyu anlat. Kimdi onlar?”
Aden, hala Ferhat'ın kucağındaydı. Yüz yüze oturuyorlardı. İlk kez içinin gerçekten rahatladığını hissetti. Kendisini sevmese şu an bunları konuşuyor olmazlardı. Kendisini tanımasa şimdi kollarında olmazdı. Aden, geri dönüşü olmayan bir aşkın içinde olduğunu hissediyordu. Bu kez sonunu düşünmeyecekti. Yaşayacağı her şeyi isteyerek yaşayacaktı. Tabii, Ferhat da kabul ederse!
“Önce öp beni. Çok özledim seni”
“Ben de seni çok özledim. Ölecek kadar!”
Cümlesi biter bitmez dudakları birleşti. Tutkuyla öpüyorlardı birbirlerini. Nefes alacak kadar ara verip devam ediyorlardı. O tutku bir süre sonra şiddetini ve ateşini arttırdı. Aden, Ferhat'ın sırtını okşuyor, vücuduna daha çok bastırıyordu. Ferhat da boş durmuyor, Aden'in sırtını göğüslerini okşuyor, dudaklarını dudaklarından ayırmıyordu.
Aden dudaklarını geri çekti. Bir süre o çok özlediği siyah gözlerde kayboldu. Sonra yüzünü okşadı. Sakallarını, bıyığını ve dudaklarını parmakları ile okşamaya devam etti. Uzun saçlarından parmaklarını geçiriyordu. Sanki gerçek olduğuna inanmak ister gibiydi.
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum. Ama hala o adamı düşünüp deli oluyorum. Anlat artık kimdi onlar?”
“Bu sabah benim kazam ile ilgilenen polislerdi.”
“Ne kazası? Bir şey oldu mu? Kaza nerede ve nasıl oldu? Araba mı çarptı.
Yakalandı mı çarpan?”
Ferhat akşam gördüklerinden sonra kazananın çok hafif atlatıldığını anlamıştı. Zaten albayın sesinden de önemli bir şey olmadığını anlamış ama yine de kendi gözleriyle görmek istemişti. Şimdi ise o erkeklerin bu kaza ile ilgisi olduğunu anlayınca canı sıkılmıştı.
“Kimse çarpmadı. Ben kendimi orta tretuara attım. Ama bir anda başım kalabalık oldu. Biraz da sersemlemiştim. O arada polislerde gelmiş. Bu Fulya, Serdar'ı görür görmez çarpıldı.”
“Bırak şimdi Fulya ile Serdar'ı. Sen bana kendini anlat. Bir yerin ağrıyor mu? Vurdun mu herhangi bir yerini?”
“Hayır canım inan vurmadım. Sadece çok hızlı hareket ettiğim için sersemledim. Bir de korktum tabii. Ama araç yakalandı mı bilemiyorum. Şikayetçi oldum.”
“Sonra?”
“Sonra, bir yerlerde oturalım dedi Fulya. Serdar ile Çetin, bizi sahilde bir çay bahçesine götürdü.”
“Bizim gittiğimiz bir yer miydi?”
“Hayır aşkım, başka bir yer.”
“İyi.”
“Ay sen cidden çok kıskançsın. Çay bahçesi alt tarafı.”
“Ne demek alt tarafı çay bahçesi. Benim götürdüğüm yerlerin senin için anlamı bu mu?”
“Elbette değil. Seninle gittiğim her yer özel. Hem de asla unutmayacağım kadar özel.”
“Tamam şimdi oldu, hadi devam et. Ayrıca unutman mümkün değil. Bundan sonra ayrılmayacağız. ”
“Off sen çok fenasın. Ben seninle ne yapacağım? İdare etmek zor olacak!”
“Hadi beni çekiştirip durma da anlat sonra ne oldu?”
“Sonra, bizim kız telefonunu aldı çocuğun ve en az iki saat başımın etini yedi. Ya evliyse, ya beni beğenmemişse, ya ben yanıldıysam, dedi durdu. Ama şanslıydı Serdar da bizim kızdan etkilenmiş. Bu akşam yemeğe davet etti. Beni de illa getirmesini söylemiş. Gitmek istemediğimi söylediğimde, Fulya, benle konuşmayacağını söyledi. Bu tehdit bana ağır geldiği için gittim. Serdar yanında bir arkadaş getirmiş. Çetin, çok efendi ve deli gibi aşık bir erkek... Öyle bakma, bana değil. Kız arkadaşı var. Ona aşık. Bizi gülerken gördüğünde ikimiz de aşka koşan arkadaşlarımızın o aptal hallerine gülüyorduk. İkisiyle de seni tanıştırırım canım. İnan çok efendi çocuklar.”
“İnandım. Ama tanışacağım!”
Aden, aldığı yanıta gülmeye başlayınca Ferhat yeniden o dudaklara kapandı. Bir süre sonra kucağında Aden ile yatak odasına gidiyordu. Odaya girdiklerinde ikisi de diğerini bir an önce soymak için uğraşıyordu. Fakat birbirlerini öperek soydukları için bu süre oldukça uzadı. Sonunda yatağa uzandıklarında ikisi de istekle kıvranıyordu. Ferhat, az önce yaşadıklarından sonra kollarının arasında Aden'i tutuyor olmanın şaşkınlığındaydı. Kaybettim derken kazanmıştı. Bu sevincini ona da yansıtıyordu. Tüm vücudunu öperek hem kendisine hem de Aden'e ödül veriyordu. Aden de aynı şekilde karşılık verip, Ferhat'a sevgisini aktarıyordu. Gözlerinde ve vücutlarında kaybolduktan bir süre sonra, yan yana ama yüzleri birbirine dönük yatarak nefeslerini düzenlemeye çalıştılar.
“Az önce, seni bir daha kollarıma alamayacağımı, bir daha öpemeyeceğimi düşünüyordum. Ölecek gibi oldum. Oysa şimdi dinlenmek ve yeniden sevmek istiyorum. Ama ben dinlenirken sen de yanıt vereceksin! Neden telefonunu açmadın hiç ve neden o cep telefonunu bana geri verdin?”
“Aramışsın?”
Ferhat aslında dün geceye kadar hiç aramamıştı. Ama bunu şimdi söylemesinin yeri değildi. Giderken kendisine verdiği sözü dün gece tutamamıştı. İçinde doğan sıkıntıyla defalarca kez aramıştı. Sonra Cuma gecesi sinemaya gitmişlerdir diye düşünmüş, sabah yeniden arama kararı ile uyumuştu. Sıkıntılı uykusundan uyanmış, saatin sekiz olmasını zor beklemiş ve yine aramaya başlamıştı. Defalarca kez aramasına rağmen yanıt alamayınca albayı aramış ve kazayı o sırada öğrenmişti.
“Aramayacağımı mı düşündün? Görüşmek istemediğini düşünmeye başladım. Ama bunu yüzüme söylemeni istedim. Şimdi yanıt ver neden telefonunu açmadın?”
“Bunu sonra anlatsam? Şimdi, dinlendiysen, seni yeniden yormayı düşünüyorum.”
“Sen beni mi özledin yoksa sevişmeyi mi?”
“Ne kadar saçma soru, sevişmeyi elbette.”
“Ayşe... beni çıldırtma. Zaten yaptıklarınla beni kilometrelerce uzakta yeterince deli ettin. Bir de abuk sabuk yanıtlar verme.”
“O zaman aşkım, böyle sorular sormamalısın. Seni o kadar özledim ki, bu akşam hayal görüyorum sandım. Her akşam kapımda jeepi görmek istediğimi kendime itiraf etmem bile bir kaç gün sürdü. Hele o ilk gittiğin günün gecesi... Fulya bende kaldı ama ben bu yatakta kalamadım. O kadar çok ağladım ki. Artık yaşlar dinmeyecek diye düşünmeye başladım. Sonra beni gerçekten sevip sevmediğini düşündüm. Ama sen yalan söyleyemezsin. Ne olursa olsun beni sevdiğini bilmemi istedin. Bunu düşününce mutlu olsam da, şu an sana anlatamayacağım şeyler yüzünden uzak durmak istedim. Neyse bunları yarın konuşalım mı? Şimdi sadece seni hissetmek istiyorum.”
“Kafamı karıştırmak istediysen başardın. Tamam yarın konuşalım. Şimdi yapmak istediğim çok daha keyifli şeyler var.”
Ferhat, öncesinde Aden'in yaptığı gibi yavaş yavaş yüzünü okşamaya başladı. Sonra parmaklarının gezdiği her noktayı ufacık öpücükleriyle yeniden keşfetti. En son dudaklarına ulaştığında ikisi de artık dayanamayacak hale gelmişlerdi.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder