Sabah, ilk uyanan Ferhat oldu. Yanında uyuyan güzelliği seyretti
bir süre. Gece saçının at kuyruğunu açmamıştı ama şimdi dağılmış hali ile çok
masum gözüküyordu. Dudakları öpülmekten hafifçe şişmişti. Masumluğun ardındaki
seksilik Ferhat'ı yeniden uyarmaya başlamıştı. Ama vakit yoktu. Önce yapması
gereken şeyler vardı. Yavaşça yataktan kalktı. Aden, kıpırdanmış ama
uyanmamıştı. Doğruca mutfağa gitti. Sessiz olmaya çalışarak kahvaltıyı hazırladı.
Çayın suyu kaynayana kadar kahvaltı hazırdı. Demledikten sonra Aden'i
uyandırmak için yatak odasına gitti. Aden hala bıraktığı gibi uyuyordu. Yatağa
yanına uzanıp, burnunun ucundan öptü.
“Hayatım, hadi uyan. Kahvaltı hazır. Tüm günü yatakta mı geçireceksin?”
“Evet. Sen istemez misin?”
“Çok isterim ama önce kahvaltı yapıp, gücümüzü toplamalıyız.”
“Serserisin. Ben de beni düşündüğün için kahvaltı hazırladın sanmıştım.”
“Seni düşünüyorum tabii. Yorgun düşmeyesin diye uğraşıyorum.”
“Hayatım, hadi uyan. Kahvaltı hazır. Tüm günü yatakta mı geçireceksin?”
“Evet. Sen istemez misin?”
“Çok isterim ama önce kahvaltı yapıp, gücümüzü toplamalıyız.”
“Serserisin. Ben de beni düşündüğün için kahvaltı hazırladın sanmıştım.”
“Seni düşünüyorum tabii. Yorgun düşmeyesin diye uğraşıyorum.”
Tam yataktan kalkmak üzereyken beline sarılan kolla yeniden yatağa düştü. Sözüm ona itirazlarıyla kalkmaya çalışırken kendisini o ayrılmak istemediği kollara yerleştirdi. Kahvaltı için yataktan kalktıklarında çaydanlık neredeyse yanmak üzereydi. Yeniden suyun kaynamasını beklerken ufak ufak atıştırmaya başlamışlardı. Görüşmedikleri zamanda ne yaptıklarını konuşmaktan kaçınıyorlardı. Ferhat da Aden de yalanlarının çıkmasını istemiyorlardı.
Televizyonu da açıp hem konuşup hem öpüşüp hem de keyif kahvaltılarını bitirdiklerinde saat on iki olmuştu. Aden saati gördüğünde çığlık atıp yerinden fırladı. Ferhat korkuyla ona bakıyordu.
“Fulya!!!!!”
“Ne oldu Fulya'ya.”
“Beni arayacaktı. Telefonu takmayı unuttum.”
“Boş ver. Biz ona gidelim. Bakalım neler anlatacak bize, şu yakışıklı polis ile ilgili.”
“Sende yakışıklı olduğunu kabul ediyorsun yani?”
“Ayşe, damarıma basma. Benden yakışıklı değil ama fena da değil.”
“Ay sen ciddi kıskançsın. Hadi çıkalım da seni görünce beni öldürmekten vazgeçsin.”
“Yanıtın bu mu?”
“Ne yanıtı?”
“Benden yakışıklı mı yoksa o Serdar denen zibidi?”
“Değil aşkım değil. Kimse senden yakışıklı değil.”
Bu arada kapıya doğru sürüklüyordu Ferhat'ı. Ferhat ise, kendisiyle dalga geçen Aden'e sözde kızgın bakışlar atıyordu. Şu an şımarık çocuklar gibi davranmak istiyordu. Çünkü yarın her şey değişecekti. Bu günün tadını çıkarttıktan sonra yarın karşılaşacağı tepkilere hazırlıklı olabileceğini umuyordu.
Tam kapıdan çıkıyorlardı ki, karşı komşu Hülya Hanım ile burun buruna geldiler. Kadın ikisini bir arada gördüğüne çok sevinmişti.
“İyi pazarlar. Nasılsınız?”
“Çok iyiyiz teşekkürler. Siz nasılsınız? Çayınızın tadı hala damağımda, o gece size yeterince teşekkür edemedim.”
“Ne teşekkürü? Asıl ben teşekkür ederim, bizim biricik kızımızın yüzünü güldürdüğünüz için.” dediğinde Aden, kızardığını hissediyordu. Hiç ummadığı bir hoşgörüyle yaklaşıyordu kadın.
“İnşallah hep güldürürüm. Size iyi günler diliyoruz. Fulya'yı tanırsınız, ona gidiyoruz.”
“Tanımaz mıyım? Selamımı söyleyin.” diyerek evine girdi. Aden, komşusu Hülya'nın ardından şaşkınlıkla bakıyordu.
“Sen bir müttefik daha mı kazandın, bana mı öyle geliyor?”
“Olabilir. Her yandaşa ihtiyacım var.”
“Neden?”
“Yakında anlarsın, canım.”
“Hadi daha fazla oyalanmadan gidelim, Fulya beni mahvedecek yoksa.”
Tam kapıdan çıkıyorduk ki tuzaklar için geri dönmesi gerektiğini anımsadı.
“Sen, arabayı getirsen de ben de Fulya'ya götüreceğim bir elbise vardı onu alsam. Zaten bana kızgın bir de onu unuttuğumu anlarsa beni paralar.”
Ferhat, ikiletmeden yürümeye başladı. Aden de gerekli tedbirleri alıp, bahsettiği gibi bir de elbise atıp poşete kapıya çıktı. Ferhat da aynı anda kapının önündeydi. Birkaç dakika içinde Çiğdem'in evinin önündeydiler. Kapıyı açtığında ikisini karşısında gören Çiğdem, çığlık çığlığa bağırmaya başlamıştı.
“Ferhat, ne zaman döndün? Hani beş ay yoktun? Dayanamadın değil mi?”,
“Fulya, hiç değişmemişsin. Sus bir dakika da yanıt vereyim. Dün gece döndüm. Evet beş ay diye gittim. Ve çok haklısın dayanamadım.”
“Eee ne kadar kalacaksın?”
“Bir kaç gün olabilir. Bilemiyorum. Ama sen bana kızgınsın sanırım?”
“Niye?”
“Kızım içeriye alsana. Kapıda mı konuşacağız?”
“Hay Allahım, o kadar şaşırdım ki ikinizi bir arada görünce, hadi hadi geçin içeriye. Ayşe, bir tanem, nasılsın dememe gerek yok ama yine de sorayım.”
Çiğdem, heyecanla konuşurken, aynı zamanda içeriye doğru yürüyordu. Aklından geçenler ile dilinden dökülenler çok farklıydı. Aden, her şeyi göze almıştı belli. Ya Ferhat kabul etmezse? Bu kez ayrılık acısı çok çok daha büyük olacaktı. Arkadaşının mutluluğu için dua etmeye başladı.
Ferhat, Ayşe'nin elini tutarak salona yürüdü. Bir yandan da Çiğdem'e takılıyordu.
“Eee hanımefendi, benim sevgilim kaza atlatırken, sen gönül işlerinin peşinde koşuyormuşsun! Enişte beyle ne zaman tanışıyorum?”
“Ferhat, dalga geçme ya! Vallahi dünden beri gözüme uyku girmedi desem yeri. Bu saat oldu hala aramadı da. Ne düşüneceğimi şaşırdım.”
“Ooo Ayşe söylemişti de, bu kadarını yine de tahmin etmemiştim. Sen gerçekten çarpılmışsın.”
“Dalga geçmeyin. Sizin haliniz de ortada. Türkiye'nin öbür ucundan sırf benimle dalga geçmek için gelmedin herhalde?”
“Elbette hayır. Cuma gününden beri içimde bir sıkıntı vardı. Dün daha fazla dayanamadım ve geldim. Kazayı öğrenince de sıkıntımın nedenini anladım. Bundan sonrası için bir çözüm bulacağım.”
“Ne gibi çözüm.”
“Arıyorum henüz o çözümü ama bulacağım.”
“Eminim bundan en büyük mutluluğu, Ayşe duyacaktır.”
“Umarım.”
“Umar mısın? Aksini düşünüyor olamazsın, canım?”
“Ne bileyim, akşam masadaki 'yakışıklılarla' otururken pek aklında ben yoktum sanki?”
Çiğdem, akşamki yemeği bildiğini öğrenince çok tedirgin olmuş, açıklamalarla ortamı yumuşatmaya çalışıyor, Serdar'ın arkadaşının Aden ile ilgisi olmadığını anlatmaya çabalıyor, her ikisi de Çiğdem'in bu çabasını bozuntuya vermeden dinliyor, gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı. Hatta Aden, gülümsemesini engellemek için yüzünü iyice asıyor, hatta Ferhat'ın kendisinden uzaklaşmasına da izin veriyordu. Onun yüzü asıldıkça Çiğdem daha çok açıklama yapıyordu. Ferhat en sonunda dayanamamış, Aden'e yaklaşıp yeniden kollarına almıştı.
“Biz her şeyi konuştuk Fulya. Uğraşma artık. Sonuna kadar dayanayım istedim ama kıyamadım sana da.”
“Ferhat, Ayşe, bunun intikamını çok kötü alacağım sizden. Burada aranız benim yüzümden bozulacak diye nasıl işkence çekiyordum. Ama var ya, ikinizi böyle görmek çok güzel.”
Ferhat da Aden de gülümseyerek arkadaşlarına bakıyorlardı.
Ferhat, “Fulya, hadi ara bakalım şu yakışıklı polisi de bir tanışalım. Bakalım kimin nesi kimin fesi?”
Aden, sevgilisinin arkadaşını koruma isteğinden çok mutlu olmuştu. Çiğdem de Ferhat'ın talebini ikiletmedi. Hemen telefonu çevirdi. Onlar konuşurken, dinlememek için Aden, Ferhat'ı mutfağa çekiştiriyordu. Ferhat ise konuşmaları dinlemek için ayak diretiyordu. Onun bu hallerine gülerek mutfağa sokup, öpmeye başlayınca, Ferhat'ın odaya dönme isteği bir anda mutfakta kalma isteğine dönüşmüştü.
“Bunun için beni mutfağa sürüklediğini bilseydim, koşa koşa gelirdim.”
“Ben de senin bu kadar meraklı olduğunu bilseydim, bugün buraya kesinlikle getirmezdim.”
“Meraklı değilim hayatım, sadece Fulya'yı kızdırmak için yapıyordum. Onun bu halleri çok hoşuma gitti. Ama inan korkuyorum o adam benim arkadaşımı üzerse diye!”
“Ferhat, eğer seni daha çok sevmem mümkün olsaydı, şu an o noktaya kadar gelirdim. Sen ne kadar mükemmel bir insansın.”
“Mükemmel değil, aşığım. Seni çok seviyorum ve ayrı bir an bile geçirmek istemiyorum. Fulya da senin olduğu kadar benim de arkadaşım ve o ilk tanıştığımız zaman bana yaptığı dolaylı yardımları asla unutamam.”
“Tek isteğim onun da benim kadar mutlu olması.”
“Mutlusun yani?”
“Yine başladın saçma sorularına!”
“Senin dudaklarından bu yanıtları duymak beni mutlu ediyor. Mutlu musun?”
“Evet. Ama...”
“Ama?”
“Yine uzaklaşacaksın. Bir daha ne zaman geleceksin bilemiyorum.”
“Bunun da yanıtını ben sonraya bırakıyorum. Yarın aşkım.... yarın yanıtlayacağım.”
“Tamam canım. Görüşmeleri bittiyse odaya geçelim mi?”
“Önce şöyle bir iki saat idare etmemi sağlayacak öpücüğümü alayım, sonra geçeriz odaya.”
Birkaç dakika sonra odaya girdiklerinde Çiğdem'i göremediler.”Fulya?”
“Hazırlanıyorum. Yarım saate kadar geliyor, Serdar. Çetin'in nöbeti varmış. Onunla başka zaman tanışırsın artık. Ne yaparız bugün?”
“Serdar gelsin de karar veririz. Eve mi gelecek?”
“Evet, sakıncası mı var?”
“Yok da hemen eve çağırman doğru mu?”
“Ferhat???”
“Ya siz benim şakalarımı mı unuttunuz, yoksa yüzümde çok mu ciddi bir ifade var?”
İki oda arasında yüksek sesle konuşarak şakalaşıyorlardı. Aden de bu hallerine gülüyordu. Sonra, albayın ne karar vereceği aklına gelince gülümsemesi yüzünde dondu. Ya Ferhat, bu şekilde bir birlikteliği kabul etmezse? Midesine giren ağrıyla kasıldı. Ferhat, bunu fark ettiğinde hemen yüzüne bakmaya başladı.
“Neyin var?”
“Midem yandı bir an. Önemli değil geçti bile.”
“Bir şey mi dokundu? Dokunacak bir şey de yemedin!”
“Sanırım fazla mutluluktan oldu. Geçti, iyiyim şimdi.”
“Gel bakalım hanımefendi kollarıma, o mideniz de rahat dursun beni korkutmasın.”
Ferhat, Aden'in yüzünden, hala kötü olduğunu anlıyordu. Aslında neden kötü olduğunu da tahmin ediyordu. Çünkü benzer bir mide ağrısı kendisinde de vardı. Ya Aden gerçekleri öğrendiğinde kendisini affetmezse? Yalanlar ortaya çıktığında sevgisi yetmezse. İşte buna nasıl dayanacağını bilmiyordu. Aklındaki kötü düşünceleri uzaklaştırmak istedi. Sevdiğinin saçlarına öpücük kondurup kendisine iyice çekip kollarını daralttı.
Çiğdem hazırlanıp çıktığında yüzü pırıl pırıldı. Üstüne, vücuduna oturan kotunu ve beyaz gömleğini giymişti. Çok sade ve çok çarpıcıydı. Aden arkadaşına bakarken gözleri ile onaylıyordu. Benzer bir kıyafet de kendi üstündeydi. Tek farkı kotunun son aldığı bol paçalı kot olmasıydı. Sabah evden çıkarken saçlarını taramış ve açık bırakmıştı. Bu bile ne kadar mutlu olduğunun göstergesiydi. Çiğdem de saçlarını dalga dalga bırakmıştı.
“İyi ki Serdar bey çıktı ortaya. Yoksa ben bu iki dünya güzeli ile başımı belaya sokmadan sokakta yürüyemezdim.”
“Vay vay vay ne güzel iltifat bu böyle.”
“İltifat etmedim kızlar. Hemen çıkmayacaksak biriniz çay koysanız diyorum”
“Oooo sen tembel çıktın ya. Hadi bugün de sen koy çayımızı.”
Söylene söylene mutfağa giderken, Aden de yanındaydı. Dolaplardan malzemeleri çıkartıp tezgaha koyuyordu. Tam o sırada kapı çaldı. Çiğdem'in ufak çığlığı ikisini de güldürdü. Elinde su doldurduğu çaydanlık ile kafasını kapıdan uzatan Ferhat, kapıdan giren uzun boylu erkeği ve ona bakarken heyecanı belli olan Çiğdem'i izliyordu. Aden ise Ferhat'ı içeri çekmeye çalışıyordu. Serdar henüz hiç bir şeyin farkında değildi. Gözü Çiğdem'in yüzünden ayrılmıyordu. Ferhat tekrar mutfağa girdiğinde, “Bunların gözü dünyayı görmüyor.” dedi. Aden,
“Bizim gibi mi?”
“Kesinlikle bizim gibi, aşkım. Bugün sana, seni sevdiğimi söyledim mi?”
“Anımsamıyorum.”
“Sevgi arsızı mısın?”
“Senin sevgine doymamı bekleme.”
“Doyma” dediğinde elindekileri bırakmış, tezgahla kendi arasına sıkıştırdığı bedene sarılmış ve boynunu öpmeye başlamıştı. “Eve mi dönsek biz?”
“Rahat dur. Misafirimiz var. ayıp etmeyelim.”
“O misafir, biz gider de, onları baş başa bırakırsak çok mutlu olur!”
“Ooo erkek dayanışması ha. Nasıl arkadaşsın sen? Hani kızı koruyacaktın?”
“Bak bakalım, korunmak ister gibi bir hali var mı?”
Aden de arkadaşının bu kadar hızlı aşka ulaşmış olmasından tedirgin oluyordu. Üzülmemesi için dua ederken, oldukça fazla gürültü yapıp salona geldiler. Serdar, gelen çifti görünce hemen ayağa kalkmış ve önce Ferhat'a elini uzatmıştı. Ferhat da uzanan eli samimiyetle sıkmıştı. Sonra Aden ile selamlaşıp yeniden tekli koltuğa oturdu. Aden ile Ferhat da yine çiftli koltuğa oturdular. Ferhat Aden'i kendisine iyice yaslayıp tek kolu ile de sarılmıştı. Her zamanki tanışma soruları ile işlerini neler yaptıklarını konuşmaya başladılar. Ferhat daha fazla dayanamamış gibi,
“Ayşe'ye çarpacak arabayla ilgili bir gelişme var mı?”
Serdar, her ne kadar ekipten olsa da polis olarak görev yaptığı için bu sorunun gelmesini bekliyordu. Gayet rahat bir tavırla,
“Ön plakası yokmuş. Arka plaka da arabanın hemen her yeri gibi çamur içindeymiş. Modeselerden bir şey çıkmadı. Yine de özel takibimde olay. Hatta Çetin de ilgileneceğini o model araçları özellikle takibe alacağını söylememi istedi.”
“Çetin beyi neden bu kadar ilgilendirmiş bu olay?”
Aden, Ferhat'ın sesindeki kıskançlık tınılarını duyar duymaz kafasını ondan yana çevirdi.
“Dün akşam, arkadaşıma bir konuda yardımcı olma sözü vermiş, Ayşe. O da bunun altında kalmak istemedi sanırım!”
“Öyle mi aşkım? Hangi konuda yardımcı olacaksın?”
“Yarın anlatırım hayatım. Çetin ve kız arkadaşı ile ne zaman tanışırız? Gördüğün gibi kıskanç bir sevgilim var ve akşam birlikte yemek yediğimizi biliyor.”
“Bu hafta içi bir akşam hepimiz yemeğe gidelim. Ya da bara gideriz. Onun kız arkadaşı da çok rahat çıkamıyor. Ama bizim oğlanın gözü kızdan başkasını görmüyor. Gerçi düne kadar onunla dalga geçtiğim için şimdi çok utanıyorum.”
“Neden?” diye soran bu kez Çiğdem'di.
“Neden mi? Hala anlamadıysan yakında anlarsın.”
Bu arada çay demlenmiş, evin gölgede olması sayesinde serin olan salonunda hep birlikte çaylarını yudumluyorlardı. Herkes geç yemek yediği için kimse acıkmamıştı. Ama bir süre sonra evde oturmaktan sıkılıp dışarıya çıkmaya karar verdiler. Aden, yine sahilde yürümek isteyince Ferhat, korkularını yenmek için mi istediğini sordu. “Korku mu? Neden?” oldu aldığı yanıt.
“İnanılmazsın. Hadi yürüyelim.”
***
Öğleden sonra olduğu için güneşin de etkisi azalmıştı ama
neredeyse bir saate yakın yürüyünce acıkmışlar gözlerine kestirdikleri bir
lokantaya oturmuşlardı.
Akşama kadar yine birlikte güzel vakit geçiren dörtlü eve dönmeye karar verdi. Serdar arabasını Çiğdem'in evine yakın bıraktığı için, taksi ile döndüler. Ferhat ile Aden, ikisi ile de vedalaşıp jeepe bindiler.
“Sevdin sen Serdar'ı?”
“Sevdim. Çünkü Fulya'nın gözünün içine bakıyor. Onda biraz kendimi gördüm.”
“Biraz mı? Sen benim gözümün içine bakmıyor musun?”
“Sadece gözüne mi bakıyorum. Ben senin her zerrene bakıyorum.”
“Tamam, daha yakından bakman için hemen eve gidelim.”
Ferhat, yine ikiletmeden arabayı eve doğru sürdü. Bu kez eve birlikte gireceklerini bildiği için tek bir tuzak kurmuş olan Aden, önden girip hemen kontrolünü yaptı ve çantasını yatak odasına götürdü. Ardından gelen Ferhat, “Bu kadar aceleye ne gerek var?” dediğinde Aden, “Demek öyle? O zaman siz bu gece çekyatta yatın, Ferhat bey!”
“Asla. Ölsem bile senden ayrı bir yatakta uyumam.”
“Ya yarın gece? Göreve dönünce?”
“Anımsatma aşkım. Yarın benim çok önemli bir görüşmem var. O görüşmenin neticesine göre sana anlatacaklarım var.”
“Desene yarın ikimiz için de önemli bir gün.”
“Tahmin edemeyeceğin kadar hem de.”
Aden, bu cümleden bir şey anlamasa da üstüne gitmedi. Kendisi soru sorarsa, aynı şekilde Ferhat da soracaktı. Bunu engellemek için kendisi de sorularını yutmak zorunda kalıyordu.
Ferhat, üstünü değiştirmek için eşofmanlarına uzanan Aden'i tutup, kendisine doğru çekti. Bir yandan dudaklarını, boynunu, dudaklarının kenarını, kulak memelerini öperken bir yandan da gömleğin düğmelerini açıyordu. Sıyırdığı gömlekten açıkta kalan omuzlarını öpmeye başladığında Aden artık az önceki konuşmaları anımsamıyordu bile.
Geceyi yemek bile yemeden yatakta geçirdikleri için ikisi de erkenden uyandı. Kahvaltı hazırlamak için kalkmak istediğinde yine Ferhat'ın kollarında buldu kendisini.
“Öpmeden kalkma şu yataktan.”
“Emredersiniz efendim.”
“Sadece istek canım. Beni öpmezsen günüm mutsuz geçer gibi geliyor.”
“Gelmesin. Ben seni öpmeden bırakır mıyım? Sadece çok aç olduğumuz için hemen karnımızı doyurayım istedim. Hadi sen de kalk da kahvaltıyı rahat rahat yapalım.”
Kahvaltılarını bitirdiklerinde servis saati de yaklaşmıştı. Aden, o gün yapacağı önemli konuşma öncesi yine midesinin ağrımaya başladığını hissetti. Elini midesine götürünce Ferhat'ın dikkatini çekmişti. Bu kez sormadı. Çünkü aynı yanma kendi midesinde de vardı.
Aden evden çıkarken, kapının dibinde yine öpüştüler. Tuzak kuramayacaktı ama umurunda da değildi. Zaten bugün, büyük ihtimalle istifasını verecekti!
Konfeksiyon atölyesine kadar olan yolda, Cumartesi sabahından itibaren yaşananları düşünüyordu. O kadar hızlı yaşanmış iki gündü ki. Üstelik her anı dolu doluydu. Hele cumartesi gecesi gelen konuğu, dünyalara değişmeyecekti.
Bürosuna girip kapıyı kilitledi. Hiçbir şey yapmadan doğru yan odaya geçti ve alt kata indi. Erhan binbaşının kullandığı odanın önünden geçerken içeriye şöyle bir bakmıştı. Oda boşaltılmıştı. Kalbinde uyanan minnet duyguları ile yeniden teşekkür etti içinden. Sonra sert adımlarla Mustafa Albay'ın kapısına ulaştı. Sekreteri haber verince içeriye girdi. Selam verip yer gösterilene kadar ayakta bekledi.
“Yüzbaşı Aden, Hoş geldin. Buyur otur.”
“Teşekkür ederim efendim. Sizinle konuşmam lazım.”
“Anlat, dinliyorum.”
“Efendim, Ferhat geri döndü. Ve ben izniniz olursa işimi açıklayacağım. Biliyorum bu konuşmayı daha önce de yaptık ama o zaman ayrı yaşayabileceğimizi düşünüyordum. Oysa şimdi asla ayrılmak istemediğimi biliyorum. İzniniz olursa bu bilgileri paylaşayım. Aksi halde en kısa sürede istifamı vereceğim.”
“Dur bakalım küçük hanım. Bu işler o kadar kolay değil. Hem bilmediğin o kadar çok şey var ki. Öğrendiğinde hala Ferhat ile birlikte olmak isteyecek misin bakalım?”
“Ne demek istiyorsunuz? Onu siz araştırmıştınız. Temiz olduğunu siz onayladınız! Bu kadar kısa sürede ne gibi şeyler yapmış olabilir ki?”
“Birazdan anlayacaksın. Şimdi arkana yaslan ve dinle bakalım.”
Aden, albayın ses tonundan çok rahatsız olmuştu. Ferhat hakkında duyacağı şeylerden hoşlanmayacağını anlamıştı. Bu kez o midesindeki yanmayı tüm vücudunda hissediyordu. Mutluluk neden hep uzağına düşüyordu? Neden tam bir şeyler yoluna girecek derken terslikler başlıyordu?
Aden, düşüncelerinden albayın sesi ile sıyrıldı.
“Serpil yüzbaşının, neden seni ortadan kaldırmak istediği ile ilgili bir fikrin var mı?”
“Kıskançlık gibi açıklandı ama neyi kıskandığını anlayamadım, Albayım. Daha somut bir nedeni olmalı. Ama bilemiyorum.”
“Bilmediğin konu, bu üsse atanacak yeni bir yönetici seçmek üzere olduğum. Gerçi bu kısmı biliyorsun ama söylendiği gibi kendime yardımcı değil, bu üsse benim yerime komutan atanacağını bilmiyorsun.Ayrıca diğer bilmediğin konu da bu göreve aday olan kişinin kendin olduğun. Bunu, ben genelkurmayla görüşürken, sekreterimin de yerinde olmadığı sırada, kapımın önüne geldiğinde duymuş. Adayın sen olduğunu da söylemiş ve senin için denetim istemiştim. Bu denetim alışılagelmiş yollarla yapılmıyor. Bunu da bilmelisin. Serpil yüzbaşı, bu konuşmayı duyduktan sonra, seni ve Çiğdem yüzbaşı'yı suçlayacak bir ortam yaratmak için plan yapmış. Senin projenin bitmek üzere olduğunu zaten hepimiz biliyorduk. O disketin kopyalandı söylentisi, Serpil yüzbaşı tarafından çıkartılmış. Hatalı CD olduğundan haberi olmadığı için projenin tamamlandığını sanmış. Buradan dışarı bir şey çıkması ona göre de mümkün olmadığından, sizleri suçlayacağımızdan eminmiş. Onun kadar zeki bir askerin böyle bir hata yapmasını, üstelik bunu kıskançlıktan ve yenemediği hırsından yapmasını kabullenemiyorum. Onun düşüncesine göre sizleri hemen tutuklayacaktık.
Bir kez tutuklandıktan sonra zaten ayağının altından çekilmiş olacaktınız. Serpil yüzbaşı da oldukça başarılı bir beyin ama yaratıcılık kısmı sizler kadar gelişmiş değil. O nedenle bu göreve onu ya da Selda yüzbaşıyı getirmeyi hiç düşünmedim. Üstelik kısa sürede rütbesi yükselecek olan da sendin. Ahmet ve Kazım binbaşılar da benimle aynı fikirde olunca tek aday sen oldun ve az önce bahsettiğim denetime tabii tutuldun.”
Aden, denetimden kastın ne olduğunu anlamak istiyor ama hayatının bu dönemine ait tek farklılık olarak Ferhat'tan başka bir şeyi hatırlamıyordu. Denetçi Ferhat olamazdı değil mi? Ama o da denetim işinde olduğunu söylemişti. Üstelik son görev yeri Artvin di. Diğer üslerden birinin Artvin'de olduğunu biliyordu, Aden. Şakaklarının zonklamaya başlamasıyla gözlerinden ateşler çıkmaya başlaması bir oldu.
“Evet, Aden yüzbaşı. Doğru tahmin ediyorsun. Denetçimiz Ferhat Kaya idi. Ya da gerçek nüfus cüzdanında yazdığı hali ile Ferhat İlter Kaya.”
“İlter mi? O...?”
“Evet, cumartesi günü sen buradayken arayan da oydu. Gelmemesini söyledim ama beni dinlemediği ortada.”
Aden, duyduklarını anlayabilmek için çok çaba sarf ediyordu. Ferhat... bunca zamandır ölebileceğini düşünerek uzak durmaya çalıştığı kişi, kendisini denemek için görevlendirilmiş ekipten birisi miydi? Tüm o yaşananlar, hepsi oyun muydu? İlk tanıştıkları andan bu sabah ayrılana kadar geçen süreç? Nasıl böyle bir tuzağa düştüğünü anlamaya çalışıyordu. Nasıl bu kadar kolay bir yem olmuştu? Bu kadar eğitim, kalbinin isyanını engelleyememişti. Hiç ummadığı bir anda aşık olmuştu. Hem de usta bir oyuncuya. Duyduklarını ne beyni ne de kalbi kabul etmek istemiyordu. Tüm o yaşananlar bir görevin etik olmayan uzantısı mıydı?Kulaklarının uğultusu, gözlerinin kararması, bayılmak üzere olduğunu anlatıyordu. Bunu engellemek için derin derin nefes almaya başladı. Biraz kendine geldiğinde, albayın kolonya uzattığını gördü.
“İyi misin? Rengin bembeyaz.!”
“İyiyim, efendim.” dediğinde hem sesinin tonundan hem de yanıtın sertliğinden, Aden'in bu konuda çok kırıldığını anlıyordu, albay. Çatık kaşlarına bakıp, biraz ortamı yumuşatmak için yeniden konuşmaya başladı.
“Kaşlarını çatmadan önce şunu bilmeni istiyorum. Ferhat, bu güne kadar hep suçluların tespitinde kullanıldı. İlk kez, terfi alacak birisinin araştırılmasını istedik. Ayrıca o da en az senin kadar başarılı bir oyuncudur. Gerçeklerle oyunlar hayatının içindedir ve çok güzel bir şekilde iki hayatı bir arada yaşayabilir. Artvin'e gideceğini söylediği gün son kez görüştük. Onun için bu dosya kapanmıştı. Çünkü sen asla açık vermeyen, duygularını asla işinin önünde tutmayan biriydin. Üstelik tüm bu araştırmayı yaparken, bir yandan da seni benden koruyordu.”
Tüm dinlediklerini hazmetmeye çalışan Aden, bu cümleden sonra gözlerini albaya dikti.
“Bana boşuna öyle bakmayın Aden yüzbaşı. Erhan binbaşı ile sizin de benden şüphelendiğinizi unutmadım. Ferhat'ın da tarafsız olabilmesi için seni neden araştırdığı kendisine söylenmemişti. O yine bir suçluyu araştırdığını hatta bir suçun yıkılacağı kişinin araştırıldığını sanıyordu. Ben de galiba onun duygularının yön değiştirdiğini fark edince seni kaybetmekten korktum. Biraz aklını bulandırdığımı kabul ediyorum. Ama ben ne yaparsam yapayım Ferhat bu hafta sonu kendi bildiğini okudu. Foça'dan döndüğünü anladığımda artık her şeyin açığa çıkacağını anlamıştım. Gerçi beni ikide bir arayıp, iyi olup olmadığını, senin peşine başkasını takıp takmadığımı sorgulayıp durdu. En büyük korkusu başka bir yem atmamdı. Ama benim amacım bu değildi.”
Aden, ne konuşabiliyor ne de doğru düzgün düşünebiliyordu. Aklı karışmıştı. İlk tanıştığı an şüpheleniği, projesinin çalındığı haberiyle aynı gün tanıştığı için aklının bir köşesinde hep tetikte olması gerektiğini düşündüğü, sonrasında da deli gibi aşık olduğu kişi, ilk andan beri kendisini kandırmıştı. Kendisi sırlarla yaşadığını düşünürken, asıl sırrın Ferhat da gizli olduğunu yeni anlıyordu. Tüm yaşananlar yalan mıydı? Ama albay ne demişti? 'Bu hafta sonu bildiğini okudu.' Acaba, o kadar yalanın arasında gerçekler de var mıydı? Yoksa çok başarılı bir oyuncu muydu?
“Şimdi, neyin ne olduğunu netleştirelim. Binbaşı olman için üç ayın var. bu üç ayın sonunda aynı zamanda bu üs de yapılan tüm projelerin sorumluluğunu alacağın bir göreve gelmeni istiyorum. Ben de böylece tüm üslerin başına getirileceğim.”
“Ben, bu üs den başka bir de Artvin'de üs olduğunu biliyorum. Başka da mı var?”
“Üç üs daha var. Ama hepsinin özelliği başka. Bizim yapımızda olan yok. Neyse onlar hakkında daha sonra geniş bilgi alırsın. Şimdi bana yanıt vermeni istiyorum. Bu ağustos da terfini alacaksın ve binbaşı olarak buradaki göreve hazır olacaksın. Bu görevi kabul edecek misin? Benim yerime geçecek misin?”
“Efendim, Ahmet ve Kazım binbaşı bu göreve daha uygun değil mi? Bu onları kıracaktır.”
“Sana da söyledim. İkisi de senin projelerden sorumlu olmanın daha doğru olduğu konusunda hemfikirler. Üstelik ikisini de yakında başka üslerde görevlendireceğim. Ama sen buraya iyice uyum sağlayana kadar sana destek verecekler. Evet, hala yanıtını bekliyorum?”
Aden, hayatının yıkımını ve düşünü bile göremeyeceği kadar önemli bir göreve terfi haberini aynı konuşmanın içinde alıyordu. Sevinç ile hüzün o kadar bir birine karışmıştı ki ne yapacağını nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu.
Akşama kadar yine birlikte güzel vakit geçiren dörtlü eve dönmeye karar verdi. Serdar arabasını Çiğdem'in evine yakın bıraktığı için, taksi ile döndüler. Ferhat ile Aden, ikisi ile de vedalaşıp jeepe bindiler.
“Sevdin sen Serdar'ı?”
“Sevdim. Çünkü Fulya'nın gözünün içine bakıyor. Onda biraz kendimi gördüm.”
“Biraz mı? Sen benim gözümün içine bakmıyor musun?”
“Sadece gözüne mi bakıyorum. Ben senin her zerrene bakıyorum.”
“Tamam, daha yakından bakman için hemen eve gidelim.”
Ferhat, yine ikiletmeden arabayı eve doğru sürdü. Bu kez eve birlikte gireceklerini bildiği için tek bir tuzak kurmuş olan Aden, önden girip hemen kontrolünü yaptı ve çantasını yatak odasına götürdü. Ardından gelen Ferhat, “Bu kadar aceleye ne gerek var?” dediğinde Aden, “Demek öyle? O zaman siz bu gece çekyatta yatın, Ferhat bey!”
“Asla. Ölsem bile senden ayrı bir yatakta uyumam.”
“Ya yarın gece? Göreve dönünce?”
“Anımsatma aşkım. Yarın benim çok önemli bir görüşmem var. O görüşmenin neticesine göre sana anlatacaklarım var.”
“Desene yarın ikimiz için de önemli bir gün.”
“Tahmin edemeyeceğin kadar hem de.”
Aden, bu cümleden bir şey anlamasa da üstüne gitmedi. Kendisi soru sorarsa, aynı şekilde Ferhat da soracaktı. Bunu engellemek için kendisi de sorularını yutmak zorunda kalıyordu.
Ferhat, üstünü değiştirmek için eşofmanlarına uzanan Aden'i tutup, kendisine doğru çekti. Bir yandan dudaklarını, boynunu, dudaklarının kenarını, kulak memelerini öperken bir yandan da gömleğin düğmelerini açıyordu. Sıyırdığı gömlekten açıkta kalan omuzlarını öpmeye başladığında Aden artık az önceki konuşmaları anımsamıyordu bile.
Geceyi yemek bile yemeden yatakta geçirdikleri için ikisi de erkenden uyandı. Kahvaltı hazırlamak için kalkmak istediğinde yine Ferhat'ın kollarında buldu kendisini.
“Öpmeden kalkma şu yataktan.”
“Emredersiniz efendim.”
“Sadece istek canım. Beni öpmezsen günüm mutsuz geçer gibi geliyor.”
“Gelmesin. Ben seni öpmeden bırakır mıyım? Sadece çok aç olduğumuz için hemen karnımızı doyurayım istedim. Hadi sen de kalk da kahvaltıyı rahat rahat yapalım.”
Kahvaltılarını bitirdiklerinde servis saati de yaklaşmıştı. Aden, o gün yapacağı önemli konuşma öncesi yine midesinin ağrımaya başladığını hissetti. Elini midesine götürünce Ferhat'ın dikkatini çekmişti. Bu kez sormadı. Çünkü aynı yanma kendi midesinde de vardı.
Aden evden çıkarken, kapının dibinde yine öpüştüler. Tuzak kuramayacaktı ama umurunda da değildi. Zaten bugün, büyük ihtimalle istifasını verecekti!
Konfeksiyon atölyesine kadar olan yolda, Cumartesi sabahından itibaren yaşananları düşünüyordu. O kadar hızlı yaşanmış iki gündü ki. Üstelik her anı dolu doluydu. Hele cumartesi gecesi gelen konuğu, dünyalara değişmeyecekti.
Bürosuna girip kapıyı kilitledi. Hiçbir şey yapmadan doğru yan odaya geçti ve alt kata indi. Erhan binbaşının kullandığı odanın önünden geçerken içeriye şöyle bir bakmıştı. Oda boşaltılmıştı. Kalbinde uyanan minnet duyguları ile yeniden teşekkür etti içinden. Sonra sert adımlarla Mustafa Albay'ın kapısına ulaştı. Sekreteri haber verince içeriye girdi. Selam verip yer gösterilene kadar ayakta bekledi.
“Yüzbaşı Aden, Hoş geldin. Buyur otur.”
“Teşekkür ederim efendim. Sizinle konuşmam lazım.”
“Anlat, dinliyorum.”
“Efendim, Ferhat geri döndü. Ve ben izniniz olursa işimi açıklayacağım. Biliyorum bu konuşmayı daha önce de yaptık ama o zaman ayrı yaşayabileceğimizi düşünüyordum. Oysa şimdi asla ayrılmak istemediğimi biliyorum. İzniniz olursa bu bilgileri paylaşayım. Aksi halde en kısa sürede istifamı vereceğim.”
“Dur bakalım küçük hanım. Bu işler o kadar kolay değil. Hem bilmediğin o kadar çok şey var ki. Öğrendiğinde hala Ferhat ile birlikte olmak isteyecek misin bakalım?”
“Ne demek istiyorsunuz? Onu siz araştırmıştınız. Temiz olduğunu siz onayladınız! Bu kadar kısa sürede ne gibi şeyler yapmış olabilir ki?”
“Birazdan anlayacaksın. Şimdi arkana yaslan ve dinle bakalım.”
Aden, albayın ses tonundan çok rahatsız olmuştu. Ferhat hakkında duyacağı şeylerden hoşlanmayacağını anlamıştı. Bu kez o midesindeki yanmayı tüm vücudunda hissediyordu. Mutluluk neden hep uzağına düşüyordu? Neden tam bir şeyler yoluna girecek derken terslikler başlıyordu?
Aden, düşüncelerinden albayın sesi ile sıyrıldı.
“Serpil yüzbaşının, neden seni ortadan kaldırmak istediği ile ilgili bir fikrin var mı?”
“Kıskançlık gibi açıklandı ama neyi kıskandığını anlayamadım, Albayım. Daha somut bir nedeni olmalı. Ama bilemiyorum.”
“Bilmediğin konu, bu üsse atanacak yeni bir yönetici seçmek üzere olduğum. Gerçi bu kısmı biliyorsun ama söylendiği gibi kendime yardımcı değil, bu üsse benim yerime komutan atanacağını bilmiyorsun.Ayrıca diğer bilmediğin konu da bu göreve aday olan kişinin kendin olduğun. Bunu, ben genelkurmayla görüşürken, sekreterimin de yerinde olmadığı sırada, kapımın önüne geldiğinde duymuş. Adayın sen olduğunu da söylemiş ve senin için denetim istemiştim. Bu denetim alışılagelmiş yollarla yapılmıyor. Bunu da bilmelisin. Serpil yüzbaşı, bu konuşmayı duyduktan sonra, seni ve Çiğdem yüzbaşı'yı suçlayacak bir ortam yaratmak için plan yapmış. Senin projenin bitmek üzere olduğunu zaten hepimiz biliyorduk. O disketin kopyalandı söylentisi, Serpil yüzbaşı tarafından çıkartılmış. Hatalı CD olduğundan haberi olmadığı için projenin tamamlandığını sanmış. Buradan dışarı bir şey çıkması ona göre de mümkün olmadığından, sizleri suçlayacağımızdan eminmiş. Onun kadar zeki bir askerin böyle bir hata yapmasını, üstelik bunu kıskançlıktan ve yenemediği hırsından yapmasını kabullenemiyorum. Onun düşüncesine göre sizleri hemen tutuklayacaktık.
Bir kez tutuklandıktan sonra zaten ayağının altından çekilmiş olacaktınız. Serpil yüzbaşı da oldukça başarılı bir beyin ama yaratıcılık kısmı sizler kadar gelişmiş değil. O nedenle bu göreve onu ya da Selda yüzbaşıyı getirmeyi hiç düşünmedim. Üstelik kısa sürede rütbesi yükselecek olan da sendin. Ahmet ve Kazım binbaşılar da benimle aynı fikirde olunca tek aday sen oldun ve az önce bahsettiğim denetime tabii tutuldun.”
Aden, denetimden kastın ne olduğunu anlamak istiyor ama hayatının bu dönemine ait tek farklılık olarak Ferhat'tan başka bir şeyi hatırlamıyordu. Denetçi Ferhat olamazdı değil mi? Ama o da denetim işinde olduğunu söylemişti. Üstelik son görev yeri Artvin di. Diğer üslerden birinin Artvin'de olduğunu biliyordu, Aden. Şakaklarının zonklamaya başlamasıyla gözlerinden ateşler çıkmaya başlaması bir oldu.
“Evet, Aden yüzbaşı. Doğru tahmin ediyorsun. Denetçimiz Ferhat Kaya idi. Ya da gerçek nüfus cüzdanında yazdığı hali ile Ferhat İlter Kaya.”
“İlter mi? O...?”
“Evet, cumartesi günü sen buradayken arayan da oydu. Gelmemesini söyledim ama beni dinlemediği ortada.”
Aden, duyduklarını anlayabilmek için çok çaba sarf ediyordu. Ferhat... bunca zamandır ölebileceğini düşünerek uzak durmaya çalıştığı kişi, kendisini denemek için görevlendirilmiş ekipten birisi miydi? Tüm o yaşananlar, hepsi oyun muydu? İlk tanıştıkları andan bu sabah ayrılana kadar geçen süreç? Nasıl böyle bir tuzağa düştüğünü anlamaya çalışıyordu. Nasıl bu kadar kolay bir yem olmuştu? Bu kadar eğitim, kalbinin isyanını engelleyememişti. Hiç ummadığı bir anda aşık olmuştu. Hem de usta bir oyuncuya. Duyduklarını ne beyni ne de kalbi kabul etmek istemiyordu. Tüm o yaşananlar bir görevin etik olmayan uzantısı mıydı?Kulaklarının uğultusu, gözlerinin kararması, bayılmak üzere olduğunu anlatıyordu. Bunu engellemek için derin derin nefes almaya başladı. Biraz kendine geldiğinde, albayın kolonya uzattığını gördü.
“İyi misin? Rengin bembeyaz.!”
“İyiyim, efendim.” dediğinde hem sesinin tonundan hem de yanıtın sertliğinden, Aden'in bu konuda çok kırıldığını anlıyordu, albay. Çatık kaşlarına bakıp, biraz ortamı yumuşatmak için yeniden konuşmaya başladı.
“Kaşlarını çatmadan önce şunu bilmeni istiyorum. Ferhat, bu güne kadar hep suçluların tespitinde kullanıldı. İlk kez, terfi alacak birisinin araştırılmasını istedik. Ayrıca o da en az senin kadar başarılı bir oyuncudur. Gerçeklerle oyunlar hayatının içindedir ve çok güzel bir şekilde iki hayatı bir arada yaşayabilir. Artvin'e gideceğini söylediği gün son kez görüştük. Onun için bu dosya kapanmıştı. Çünkü sen asla açık vermeyen, duygularını asla işinin önünde tutmayan biriydin. Üstelik tüm bu araştırmayı yaparken, bir yandan da seni benden koruyordu.”
Tüm dinlediklerini hazmetmeye çalışan Aden, bu cümleden sonra gözlerini albaya dikti.
“Bana boşuna öyle bakmayın Aden yüzbaşı. Erhan binbaşı ile sizin de benden şüphelendiğinizi unutmadım. Ferhat'ın da tarafsız olabilmesi için seni neden araştırdığı kendisine söylenmemişti. O yine bir suçluyu araştırdığını hatta bir suçun yıkılacağı kişinin araştırıldığını sanıyordu. Ben de galiba onun duygularının yön değiştirdiğini fark edince seni kaybetmekten korktum. Biraz aklını bulandırdığımı kabul ediyorum. Ama ben ne yaparsam yapayım Ferhat bu hafta sonu kendi bildiğini okudu. Foça'dan döndüğünü anladığımda artık her şeyin açığa çıkacağını anlamıştım. Gerçi beni ikide bir arayıp, iyi olup olmadığını, senin peşine başkasını takıp takmadığımı sorgulayıp durdu. En büyük korkusu başka bir yem atmamdı. Ama benim amacım bu değildi.”
Aden, ne konuşabiliyor ne de doğru düzgün düşünebiliyordu. Aklı karışmıştı. İlk tanıştığı an şüpheleniği, projesinin çalındığı haberiyle aynı gün tanıştığı için aklının bir köşesinde hep tetikte olması gerektiğini düşündüğü, sonrasında da deli gibi aşık olduğu kişi, ilk andan beri kendisini kandırmıştı. Kendisi sırlarla yaşadığını düşünürken, asıl sırrın Ferhat da gizli olduğunu yeni anlıyordu. Tüm yaşananlar yalan mıydı? Ama albay ne demişti? 'Bu hafta sonu bildiğini okudu.' Acaba, o kadar yalanın arasında gerçekler de var mıydı? Yoksa çok başarılı bir oyuncu muydu?
“Şimdi, neyin ne olduğunu netleştirelim. Binbaşı olman için üç ayın var. bu üç ayın sonunda aynı zamanda bu üs de yapılan tüm projelerin sorumluluğunu alacağın bir göreve gelmeni istiyorum. Ben de böylece tüm üslerin başına getirileceğim.”
“Ben, bu üs den başka bir de Artvin'de üs olduğunu biliyorum. Başka da mı var?”
“Üç üs daha var. Ama hepsinin özelliği başka. Bizim yapımızda olan yok. Neyse onlar hakkında daha sonra geniş bilgi alırsın. Şimdi bana yanıt vermeni istiyorum. Bu ağustos da terfini alacaksın ve binbaşı olarak buradaki göreve hazır olacaksın. Bu görevi kabul edecek misin? Benim yerime geçecek misin?”
“Efendim, Ahmet ve Kazım binbaşı bu göreve daha uygun değil mi? Bu onları kıracaktır.”
“Sana da söyledim. İkisi de senin projelerden sorumlu olmanın daha doğru olduğu konusunda hemfikirler. Üstelik ikisini de yakında başka üslerde görevlendireceğim. Ama sen buraya iyice uyum sağlayana kadar sana destek verecekler. Evet, hala yanıtını bekliyorum?”
Aden, hayatının yıkımını ve düşünü bile göremeyeceği kadar önemli bir göreve terfi haberini aynı konuşmanın içinde alıyordu. Sevinç ile hüzün o kadar bir birine karışmıştı ki ne yapacağını nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu.
***
Uzun uzun konuştukları için öğle yemeği saati gelmişti. Albay,
Aden'i yemeğe davet etti. Yemekhaneye girdiklerinde Selda yüzbaşı da oradaydı.
Aden'in yanına gelip albaya selam verdikten sonra, kısık ve üzgün bir sesle
yaşadıkları için üzgün olduğunu belirtti. Daha fazla konuşamayacağını anlayınca
yine masasına dönmüştü.
“Selda için de çok yıkıcı oldu. Buradaki en yakın arkadaşının böyle bir pisliğin içinde olmasını hazmetmesi güç. Ama atlatacaktır. Selda yüzbaşı da iyi bir elemandır.”
“Biliyorum efendim. Ben hala Serpil yüzbaşının da hırsının cezasının çok ağır olduğunu düşünüyorum. İfade vermem gerekirse bu konuda elimden geleni yapacağımı bilmenizi istiyorum.”
“Sen bilirsin. Bu konuda sana baskı yapmayacağım. Dilediğin gibi ifade verebilirsin.”
“Teşekkür ederim, albayım.”
“Pekiyi, gelelim Ferhat Kaya olayına. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Önce yüzleşeceğim. Sonra bir daha yüzünü bile görmek istemiyorum.”
“Bunun için ne yapacaksın? Nasıl görmeyeceksin?”
Aden, kendi planlarını anlatırken albayın kaşları çatılıyordu. Bu ayrılık iki iyi elemanının da ruhsal durumunu sarsacaktı. İşlerine yansımaması için neler yapacağını düşünmeye başlamıştı. Aden'in böyle bir şey yapacağını az çok tahmin ediyordu ama yine de bu kararı çok ağırdı.
Aden, yemekten sonra üst kata çıkmak üzere koridorda yürümeye başladığında albay arkasından seslendi.
“Aden yüzbaşı, asteğmen Veli'ye selamımı ilet ama dikkatli ol.”
Aden, artık duyacağı hiç bir şeye şaşırmayacağını düşündüğü bir anda, Veli'nin de askeriyeden olduğunu anlayınca neredeyse kahkahalarla gülecekti. Daha kaç sahte hayat vardı etrafında? Kim gerçekti? Gerçekten bu kadar gelişmiş bir ikinci hayat mı yaşanıyordu? Anlamaya çalışmaktan vazgeçti. Çünkü beş hafta kadar önce üst kata çıkarken yaşadığı şiddetli baş ağrısı yine başlamıştı.
Odasına geldiğinde hemen bir kağıt kalem alıp istifa mektubunu yazdı. Üç yıllık tazminatının almış olduğu avansı karşılayacağını hesap ettiği için, gerekli evrakları muhasebeden istedi. İhbar süresinin de yıllık iznine saydırıp hemen o gün işten ayrıldı. Öğleden sonra kapıyı on beş dakikalığına açtığında Veli gözükmüştü.
“Veli, gelir misin içeriye?”
“Buyurun Ayşe hanım?”
“Ben işten ayrılıyorum. Seninle vedalaşmak istedim. Bir iki güne kadar buraya yeni birisi gelecek. Ben de başka bir işe başlayacağım ama galiba hemen değil. O süreyi de şu uzak akrabalarımın yanında geçirmek istiyorum. Hafta sonu yola çıkarım diye düşünüyorum. Servisle dönmeyeceğim için, sen tüm çalışanlara benim adıma veda eder misin? Hepsi hakkını helal etsin.”
“Çok üzüldüm Ayşe hanım. Keşke kalsaydınız. Yine de siz bilirsiniz tabii. Ben söylerim. Eminim herkes çok üzülecektir.”
“Teşekkür ederim Veli.”
Tam kapıya doğru döndüğünde kısık bir sesle, “Mustafa'ın selamı var.” demişti. Veli, kapıdan çıkarken sadece göz kırpmakla yetindi. Veli'nin uzak korumalardan biri olabileceği aklının köşesinden geçmemişti. Kendisine hayran olduğu için her zaman kapısına geldiğini düşündüğü kişinin aslında meslektaşı olduğunu anlamak, egosunun ne kadar şişik olduğunu kavramasını sağlamıştı. Utanıyordu Veli için düşündüklerinden.
Çok az olan kişisel eşyasını bir poşete koydu. Pc nin değişimi için gelecek olan görevlileri beklemekten başka işi kalmamıştı. Birkaç dakika sonra ara kapı hafifçe çalındı. Gelen görevli hemen bilgisayarın kasasını değiştirip geldiği yoldan geri dönmüştü. Artık bu odada Ayşe'ye ait Hiçbir iz yoktu. Albay, kendi yerine yeni birisini kısa sürede getirecekti. Kendisi ise uzun bir tatile çıkıyordu. Veli'ye söyledikleri doğruydu. Ayşe Sevengül'ün uzak akrabalarını ziyaret edecekti. Ama önce izlerini bulmalıydı!
Ferhat, akşam üstü, her zamanki lokantaya girdiğinde başına geleceklerin farkındaydı. Yine de umutla baktığı albayın yüzünü gördüğü an her şeyin kötü gittiğini anladı. Aden'in sevgisine inanacağını, yaşadıklarının ardında, kendisinin yaşadığına çok yakın duygular olduğunu, sırların ise yine aynı mecburiyetlerden söylenmiş olduğunu anlayacağını ummuştu. Oysa Aden, kendisini görmek bile istemediğini söylemişti albaya. Son kez yüzleşecekmiş! Nasıl son kez diyebilirdi ki? Bunca olayın ardında tek gerçek vardı o da sevgileri. Bunu anlayamayacak kadar mı kızgındı? Bunu telafi etmenin bir yolunu bulmalıydı. Aden'siz bir hayatı düşünemiyordu.
Onu görmeden geçen günlerde o kadar acı çekmişti ki, o günlerini anlatacak kelime bulamıyordu. Foça'da geçen münzevi günleri anımsamak bile istemiyordu. Aklından tek bir saniye bile çıkmamıştı Aden. Albay Mustafa'nın tam amacını bilmiyordu. Aden'in çalınan proje ile ilgili soruşturulduğunu, hatta başka suçlarının da olduğunu sandığı günlerde çok acı çekmişti. Cumartesi sabahı hırsızlığın gerçek sanığı yakalanınca rahatlamıştı biraz. Yine de albayın başka planları olduğundan şüpheleniyordu. O planlar ne olursa olsun bugünkü yüzleşme Aden'in kendisinden nefret etmesine neden olacaktı. O nefreti yok etmek zorundaydı. Ondan ayrı kalmaya bir kez daha dayanamazdı. Evet yapacağı tek şey vardı, gerekirse zaman tanımak ama sonrasında mutlaka kendisini affettirmek. Başaracaktı. Bundan sonra nefes alabilmek istiyorsa başarmak zorundaydı.
Albay saatine baktı. Aden gelmek üzereydi. Ferhat'ın haline üzülse de Aden haklıydı. En doğrusunu o yapacaktı. Kendisi de kısa süre hakemlik yapıp, ilk karşılaşmadaki elektriği biraz azaltmak için oradaydı.
Beş dakika kadar sonra kapı tıklatıldı. İçeriye o her zamanki duru güzelliği ile Aden girdi. Üstünde neredeyse üniforması gibi olan kot pantolonu, beyaz dar gömleği vardı. Hatları o kadar belirgindi ki Ferhat nefes alamadığını hissetti. Saçlarını yine örmüştü! Başak sarısı saçlar sol omuzundan öne doğru sarkıyordu. Ela gözleri bugün renk değiştirmişti. Neredeyse siyaha yakındı. Ferhat, o gözlerdeki kızgınlığı ve kırgınlığı görebiliyordu. Kendisine daha bu sabah büyük bir sevgiyle bakan gözler şu an kurşun gibiydi.
Aden, içeriye girdiğinde neyle karşılaşacağını biliyordu. Yine de heyecanını bastıramıyordu. İlk kez albayın önünde ikisi de gerçekleri konuşacaktı. Ferhat'ın da kendisi gibi mecburiyetten yaptığı şeyler vardı. Ama geri dönmesi?
Aden, üç tekli koltuktan, Ferhat'ın karşısında olanına oturdu. Rahatça arkasına yaslanıp ifadesiz bir yüzle karşısındakine bakmaya başladı. Albay bu soğukluğu yıkmak istiyordu.
“Hoşgeldin Ayşe.”
“Teşekkür ederim, efendim.”
“Burada sadece isimler!”
“Elbette.”
“Hoşgeldin, Ayşe”
“İlter bey!”
“Ferhat... lütfen!”
“Pekala, Ferhat bey. Sizi dinliyorum.”
Mustafa albay, Aden'in tavrı karşısında kızının başarısından gurur duyan bir baba gibiydi. Aden'e her zaman özel bir sempatisi vardı zaten. Ama bu son aylarda yaşadıkları karşısındaki dik duruşu, her şeyin üstünde bir onur vermişti kendisine. Şimdi ise bu kızın tırnaklarını karşısındaki avına geçirişini izleyecekti. Ferhat'ı da severdi ama şimdi kendisini kız tarafı gibi hissediyordu. Bakalım bu savaştan kim sağ çıkacak, kim en az yara ile kurtulacaktı?
“Ayşe...”
“Artık 'Aden' deseniz de olur, Ferhat bey. Burasının dinlenemeyecek bir oda olduğunu biliyorum.”
“Benim için hep Ayşe'sin. Lütfen beni en başından itibaren dinle. Mustafa Bey, bana görevimi bildirdiğinde, senin görevden alınmak üzere olan bir subay olduğunu sanıyordum. Genelde şüphelileri izlerim. Hayatlarındaki değişiklikleri yakından görebilmek için bir şekilde yaşamlarına sızarım.”
“Bir şekilde yaşama sızmanızın nasıl olduğunu çok iyi biliyorum, Ferhat Bey. Lütfen detaylara girmeyin.”
“Bilmiyorsun. İnan bilmiyorsun. Ama her şeyi anlatacağım sana.”
“O zaman bildiklerimin bana yettiğini söyleyeyim. Devam edin lütfen.”
“Ayşe, lütfen beni tarafsız dinle. Ön yargılarını bir yana bırak, lütfen.”
“Ön yargım mı? Öyle olsaydı şu an asla beni burada bulamazdınız. Evet, sizi dinliyorum.”
Ferhat, karşısındaki buz dağını nasıl eriteceğini bilemiyordu. Aden'i hiç böyle görmemişti. Elindeki tek fırsatı doğru değerlendirmek zorundaydı. Bu konuşma hayatının konuşmasıydı.
“Seni takip etmeye başladığımda aklımdaki tek şey görevimi yapmaktı. Genelde ilk hafta tanışıp samimi olmak için sonraki bir aylık süre ise gerekli bilgileri toplamak için kullandığımız süredir. İlk tanıştığımız an, bu görevin çok zor olacağını anladım. Daha o akşam iş olmaktan çıktın benim için. Hatta birkaç gün sonra Mustafa Bey ile görüştüm. Görevden çekilmek istedim. Ama bir nedenle çekilemedim.”
“Neymiş o neden?”
“Önemli değil.”
“Önemli. Neden görevi bırakmak istedin ve neden bırakmadın?”
“Çünkü senden ilk gördüğüm anda çok etkilendim. Bunu Mustafa Beyse söylediğimde, benim yerime bir başkasını görevlendireceğini söyledi. Buna izin veremezdim. Bir başkasının sana yakın olmasına dayanamazdım.”
Aden, bunları albayın önünde dinlediği için utanmaya başlamıştı. Yanaklarının kızardığını hissediyordu. Albay da durumdan çok hoşnut değildi. Zaten ilk karşılaşma atlatılmıştı. Artık yanlarında kalmasına gerek yoktu. Oturduğu koltuktan kalktı.
“Ben birkaç görüşme yapacağım. Birazdan gelirim.” odadan çıkana kadar ikisi de susmuştu. Kapının kapanmasından sonra Ferhat, kaldığı yerden devam etti.
“Sana yakın başka bir erkeği düşünmek bile beni çıldırttı. İşte o zaman emin oldum. Sen benim için asla görev değildin. Hatta Mustafa Beyden bile korumam gerektiğini düşündüğüm, canımı verecek kadar çok sevdiğim birisi olmuştun. Yine de temiz bir rapor verebilmek için seni ve Çiğdem'i gözlemliyordum. Ama tek bir açık yakalamadım. Her geçen gün başarılı olman beni daha da mutlu etti. Bu arada o yangın olayı, benim için ne kadar değerli olduğunu daha da net anlamamı sağladı. Senin canının yanabileceğini düşünmek beni deli ediyordu. O gece sabaha kadar deliler gibi çalışmasaydım üstümdeki o ruh halini atamayacaktım. Ama bir de senin inadın vardı, aşmam gereken.”
“Bunlar güzel ama beni ilgilendirmiyor. Görev kısmını anlatmanızı tercih ederim.”
“Görev olmadığını anlatmaya çalışıyorum, Ayşe. Yalvarırım o düşüncelerini unut. Sen benim için ilk gün bile görev değildin. Gözlerini gördüğüm an işim bitmişti. Sonraki her an da bunu kuvvetlendirdi. Sen açık vermedikçe ben mutlu oluyordum. Ama Mustafa Bey, öyle şeyler söylüyordu ki, ne yaparsam yapayım onu vazgeçiremeyeceğimi düşünmeye başladım. Sonra, sana olan duygularımı anlattım. Belki bu onu, yapmak istediklerinden vazgeçirir diye düşündüm ama ne yazık ki o kararlarını değiştirmedi. Bir ara onun da farklı bir şeyler çevirdiğini bile düşündüm. Hala da şüphelerim vardı ama bu görüşmeyi ayarladığı anda tüm şüphelerim dağıldı.” Ferhat derin bir nefes alıp devam etti. “Ayrıca, senin yalanlarımı öğrendiğinde benim yüzüme bile bakmayacağını, saçma bir şekilde her şeyi tehlikeye attığımı söyleyerek beni engelliyordu. O kadar kesindi ki sözleri, çareyi uzaklaşmakta buldum. Çünkü sen de bir yalanın içindeydin ve bana karşı o yalanların ardında kalmak zorundaydın. Seni de o ikilemde tutmak beni üzüyordu. En sonunda ilişkimiz daha da derinleşmeden senden kaçmak istedim. Her ne olursa olsun burada kalmayacaktım. Artvin'e giden bir arkadaşın o görevini sanki kendi görevimmiş gibi anlattım. Uzun süre ve uzaklık ayrılığın habercisi olacaktır, dedim. Oysa ben bu süreyi Foça da ormanlık alanın içindeki dağ evinde geçirdim. Her gün elimde telefon seni aramamak için kendimle savaştım. İrademin sağlamlığı ile övünürdüm... ta ki bu cumaya kadar... O kadar sıkıntılıydım ki o gün... mutlaka başına bir şey gelmiş olmalıydı... Deli gibi seni aramaya başladım... defalarca çaldırdım telefonunu... Oysa sen telefon bile takmamışsın. Bu kadar mı kopmak istedin benden?”
“Nedenlerim beni ilgilendirir.”
“O nedenler senle benim aramdaysa, beni de ilgilendirir.”
“Ferhat Bey, anlatacaklarınız bu kadar mı?”
“Ayşe, beni yalvartmak hoşuna mı gidiyor? Ne olur dinle beni.”
“Gördüğünüz gibi halen oturuyor ve açıklamalarınızın bitmesini bekliyorum.”
“Çiğdem'e de anlattığım gibi, cumartesi günü çok büyük bir sıkıntıyla uyandım. Mustafa beyi aradım ama o gün ulaşamadım. Deliye döndüğümü, sana bir şeyler olduğunu ya da olacağını hissediyordum. Nasıl olduğunu bilemiyorum ama bu his hep içimdeydi. Hatta sen yanındayken Mustafa beyi aramışım. O da neredeyse keyifle bana o gün olanları anlatınca ne yaptığımı bilemedim. İzmir'den uçup gelene kadar geçen sürede neler yaşadığımı anımsamıyorum. Tek bildiğim o gece kapına geldiğimde kimseyi bulamadığım... sonrasını biliyorsun. Tüm bunları ben de senin gibi devletime hizmet etmek zorunda olduğum için yaşamaya başladım. Yine aynı nedenlerle seni bu kadar sevmeme rağmen uzak durduğumu anlayacağını umuyorum. Sen de bana aynı nedenlerle kendini anlatamadın. Hiçbir şeyin önemi yoksa bile, bunun karşılıklı mecburiyetten olduğunu kabul etmelisin. Bize bir şans ver lütfen.”
“Evet, ikimizde devlet için aldığımız görevleri yaparken mecbur olduğumuz şeyleri yaşadık. Ama farkımız var... o fark, ben hiç bir şey bilmezken, senin hemen her şeyi biliyor olman!”
“Ben de bazı şeyleri bilmiyordum. Bunu anlattım sana. Her şeyi bilen sadece Mustafa Bey. O da gerekeni, gerektiği kadar anlatmış. Sorumluluklarımızın bizi getirdiği noktayı en iyi bizler anlarız. Lütfen, bizi bizsizlikle cezalandırma.”
“Biz diye bir şey yok!”
“Ayşe...”
“Ayşe yok artık, Ferhat bey. Ayşe öldü.”
“O zaman Aden olarak şans ver bize.”
“Neden?”
“Ne demek neden? Aden, seni ne kadar sevdiğimi anlamıyor musun? Nasıl bir soru bu?”
“Sevgi her şeyin çözümü mü? Benim yaşadıklarım hafif miydi? Üstelik o dönemde, senin, bir gün beni sevmemen ihtimaline karşın, öldürülebileceğini düşünerek hayatımın en zor kararını verdim. Verdiğim kararı da sen geri dönmeseydin uygulayacaktım. Şimdi benim için değişen bir şey yok. Laflar beni ikna etmeye yaramıyor, Ferhat bey. O günlerde çektiğim acıyı telafi etmiyor. Buralardan gidiyorum. Bir süre Ayşe'nin akrabalarının yanına gideceğim. Artık onların da bu uzak akrabalarını tanımaya ihtiyaçları vardır.”
“Aden, o insanları hiç tanımıyorsun. Değişiklik yaşamak istiyorsan tatile falan gitsene. Neden o insanların yanına gidiyorsun?”
“Çünkü beni ben olduğum için sevecek insanlara ihtiyacım var. Bunca yılın Ayşe'si olarak bunu hissetmeye ihtiyacım var.”
“Kendi ailen de bunu yapar.”
“Hayır onlar beni anlayamaz. Onlar gözyaşımın nedenini bilemez. Benim, beni tanımayan insanlara ihtiyacım var. Hoşça kal, Ferhat.”
Aden, ayağa kalktığında Ferhat hemen yolunu kesti. Kollarından tutarak, odadan çıkışını engelledi. İkisi de titriyordu. Bu kez kararlıydı Aden. Asla geri dönmeyecekti.
“Bırak beni.”
“Bırakamam.”
“Ferhat, bunları hazmedemiyorum. Lütfen beni bırak.”
“Aden, seni seviyorum. Bunu benden isteme. Yalvarırım bize şans ver.”
“Ferhat, şu an vereceğim tek şans var sana. Bir süre gözüme gözükme.”
“Yani... bir süre sonra yeniden deneyebilir miyiz? Geri dönecek misin?”
“Elbette geri döneceğim.”
“Teşekk...”
“Sana döneceğim demedim ki. Geri döneceğim. O zaman ne düşüneceğimi neler hissedeceğimi bilmiyorum. Hem bakalım bu ayrılık sana neler hissettirecek? Belki de sandığın kadar sevmiyorsun beni?”
“Sen deli misin? Ben neler hissettiğini bilemeyecek biri miyim? Geri döndüğünde beni yine burada ve seni çok sever halde bulacaksın.”
Ferhat, gidişini engellemek istese de karşısındaki Aden'in sert ve taviz vermez tavrı yüzünden geri adım atmıştı. Madem süreye ihtiyacı vardı bu süreyi ona verecekti. Geri döndüğünde kendisini burada bulacağını bilmeliydi.
“Ne zaman döneceksin?”
“Bilmiyorum.”
“Pekiyi, ne zaman yola çıkacaksın?”
“Sanırım hafta sonu.”
“Tek mi gideceksin?”
“Bilmiyorum. Çiğdem gelmek isterse onu da yanıma almayı düşünüyorum.”
“Çok uzun kalma lütfen.”
“Ferhat, döndüğümde neler hissedeceğimi bilmiyorum. Şu an bana baskı yapma. Söylediklerini düşünmem lazım. Hayatım hakkında karar vermem lazım. Senin geçmişte yaptıklarını hazmetmek mümkün değil. Benden önceki görevlerinde de benzer şeyleri yaşadığını bilerek, seni kabullenmek mümkün mü? Lütfen beni rahat bırak.”
“Tamam. Seni rahat bırakacağım. Ama daha önce söylediğim bir sözü de tekrarlayacağım. 'Her ne olursa olsun, seni sevdiğimi bil.' aşkım. Benim canımdan daha kıymetlisin.”
Tüm bu konuşmalar ayakta ve kapıya iki adım mesafede yapılmıştı. Artık daha fazla kalamayacağını anlayan Aden, kapıya doğru bir adım daha attı. Ferhat yine kollarını tuttu. Şaşkınlıkla bakan Aden'i kendisine çekti. Uzun uzun öptü. Ama bu kez karşılık alamadı. İstemeden de olsa bıraktığında kollarındaki kadının sabahki sıcacık kadın olmadığının farkındaydı. En ağır darbe bu olmuştu.
“Kendine iyi bak.” dedi ve odadan çıktı Aden. Ferhat ne kadar orada ayakta kaldığını bilmiyordu. Mustafa albay onu o halde buldu. Bu kız neler yaptı bu çocuğa, diye düşünürken, koltuğa doğru yürüttü, Ferhat'ı.
“İnanmadı bana.”
“Süre ver ona.”
“Geri dönmezse?”
“Dönecektir. Sen sevgine ve ona güven. Ben ikinize de yardımcı olacak kadar bu aşkta sorumluyum. Sen de kendini koyverme. O da seni seviyor ama aldatılmışlığı kabullenmek zor geliyor. Benim sözümü dinle.”
“Bekleyeceğim. Ne zaman dönerse dönsün. Bekliyor olacağım.”
“Selda için de çok yıkıcı oldu. Buradaki en yakın arkadaşının böyle bir pisliğin içinde olmasını hazmetmesi güç. Ama atlatacaktır. Selda yüzbaşı da iyi bir elemandır.”
“Biliyorum efendim. Ben hala Serpil yüzbaşının da hırsının cezasının çok ağır olduğunu düşünüyorum. İfade vermem gerekirse bu konuda elimden geleni yapacağımı bilmenizi istiyorum.”
“Sen bilirsin. Bu konuda sana baskı yapmayacağım. Dilediğin gibi ifade verebilirsin.”
“Teşekkür ederim, albayım.”
“Pekiyi, gelelim Ferhat Kaya olayına. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Önce yüzleşeceğim. Sonra bir daha yüzünü bile görmek istemiyorum.”
“Bunun için ne yapacaksın? Nasıl görmeyeceksin?”
Aden, kendi planlarını anlatırken albayın kaşları çatılıyordu. Bu ayrılık iki iyi elemanının da ruhsal durumunu sarsacaktı. İşlerine yansımaması için neler yapacağını düşünmeye başlamıştı. Aden'in böyle bir şey yapacağını az çok tahmin ediyordu ama yine de bu kararı çok ağırdı.
Aden, yemekten sonra üst kata çıkmak üzere koridorda yürümeye başladığında albay arkasından seslendi.
“Aden yüzbaşı, asteğmen Veli'ye selamımı ilet ama dikkatli ol.”
Aden, artık duyacağı hiç bir şeye şaşırmayacağını düşündüğü bir anda, Veli'nin de askeriyeden olduğunu anlayınca neredeyse kahkahalarla gülecekti. Daha kaç sahte hayat vardı etrafında? Kim gerçekti? Gerçekten bu kadar gelişmiş bir ikinci hayat mı yaşanıyordu? Anlamaya çalışmaktan vazgeçti. Çünkü beş hafta kadar önce üst kata çıkarken yaşadığı şiddetli baş ağrısı yine başlamıştı.
Odasına geldiğinde hemen bir kağıt kalem alıp istifa mektubunu yazdı. Üç yıllık tazminatının almış olduğu avansı karşılayacağını hesap ettiği için, gerekli evrakları muhasebeden istedi. İhbar süresinin de yıllık iznine saydırıp hemen o gün işten ayrıldı. Öğleden sonra kapıyı on beş dakikalığına açtığında Veli gözükmüştü.
“Veli, gelir misin içeriye?”
“Buyurun Ayşe hanım?”
“Ben işten ayrılıyorum. Seninle vedalaşmak istedim. Bir iki güne kadar buraya yeni birisi gelecek. Ben de başka bir işe başlayacağım ama galiba hemen değil. O süreyi de şu uzak akrabalarımın yanında geçirmek istiyorum. Hafta sonu yola çıkarım diye düşünüyorum. Servisle dönmeyeceğim için, sen tüm çalışanlara benim adıma veda eder misin? Hepsi hakkını helal etsin.”
“Çok üzüldüm Ayşe hanım. Keşke kalsaydınız. Yine de siz bilirsiniz tabii. Ben söylerim. Eminim herkes çok üzülecektir.”
“Teşekkür ederim Veli.”
Tam kapıya doğru döndüğünde kısık bir sesle, “Mustafa'ın selamı var.” demişti. Veli, kapıdan çıkarken sadece göz kırpmakla yetindi. Veli'nin uzak korumalardan biri olabileceği aklının köşesinden geçmemişti. Kendisine hayran olduğu için her zaman kapısına geldiğini düşündüğü kişinin aslında meslektaşı olduğunu anlamak, egosunun ne kadar şişik olduğunu kavramasını sağlamıştı. Utanıyordu Veli için düşündüklerinden.
Çok az olan kişisel eşyasını bir poşete koydu. Pc nin değişimi için gelecek olan görevlileri beklemekten başka işi kalmamıştı. Birkaç dakika sonra ara kapı hafifçe çalındı. Gelen görevli hemen bilgisayarın kasasını değiştirip geldiği yoldan geri dönmüştü. Artık bu odada Ayşe'ye ait Hiçbir iz yoktu. Albay, kendi yerine yeni birisini kısa sürede getirecekti. Kendisi ise uzun bir tatile çıkıyordu. Veli'ye söyledikleri doğruydu. Ayşe Sevengül'ün uzak akrabalarını ziyaret edecekti. Ama önce izlerini bulmalıydı!
Ferhat, akşam üstü, her zamanki lokantaya girdiğinde başına geleceklerin farkındaydı. Yine de umutla baktığı albayın yüzünü gördüğü an her şeyin kötü gittiğini anladı. Aden'in sevgisine inanacağını, yaşadıklarının ardında, kendisinin yaşadığına çok yakın duygular olduğunu, sırların ise yine aynı mecburiyetlerden söylenmiş olduğunu anlayacağını ummuştu. Oysa Aden, kendisini görmek bile istemediğini söylemişti albaya. Son kez yüzleşecekmiş! Nasıl son kez diyebilirdi ki? Bunca olayın ardında tek gerçek vardı o da sevgileri. Bunu anlayamayacak kadar mı kızgındı? Bunu telafi etmenin bir yolunu bulmalıydı. Aden'siz bir hayatı düşünemiyordu.
Onu görmeden geçen günlerde o kadar acı çekmişti ki, o günlerini anlatacak kelime bulamıyordu. Foça'da geçen münzevi günleri anımsamak bile istemiyordu. Aklından tek bir saniye bile çıkmamıştı Aden. Albay Mustafa'nın tam amacını bilmiyordu. Aden'in çalınan proje ile ilgili soruşturulduğunu, hatta başka suçlarının da olduğunu sandığı günlerde çok acı çekmişti. Cumartesi sabahı hırsızlığın gerçek sanığı yakalanınca rahatlamıştı biraz. Yine de albayın başka planları olduğundan şüpheleniyordu. O planlar ne olursa olsun bugünkü yüzleşme Aden'in kendisinden nefret etmesine neden olacaktı. O nefreti yok etmek zorundaydı. Ondan ayrı kalmaya bir kez daha dayanamazdı. Evet yapacağı tek şey vardı, gerekirse zaman tanımak ama sonrasında mutlaka kendisini affettirmek. Başaracaktı. Bundan sonra nefes alabilmek istiyorsa başarmak zorundaydı.
Albay saatine baktı. Aden gelmek üzereydi. Ferhat'ın haline üzülse de Aden haklıydı. En doğrusunu o yapacaktı. Kendisi de kısa süre hakemlik yapıp, ilk karşılaşmadaki elektriği biraz azaltmak için oradaydı.
Beş dakika kadar sonra kapı tıklatıldı. İçeriye o her zamanki duru güzelliği ile Aden girdi. Üstünde neredeyse üniforması gibi olan kot pantolonu, beyaz dar gömleği vardı. Hatları o kadar belirgindi ki Ferhat nefes alamadığını hissetti. Saçlarını yine örmüştü! Başak sarısı saçlar sol omuzundan öne doğru sarkıyordu. Ela gözleri bugün renk değiştirmişti. Neredeyse siyaha yakındı. Ferhat, o gözlerdeki kızgınlığı ve kırgınlığı görebiliyordu. Kendisine daha bu sabah büyük bir sevgiyle bakan gözler şu an kurşun gibiydi.
Aden, içeriye girdiğinde neyle karşılaşacağını biliyordu. Yine de heyecanını bastıramıyordu. İlk kez albayın önünde ikisi de gerçekleri konuşacaktı. Ferhat'ın da kendisi gibi mecburiyetten yaptığı şeyler vardı. Ama geri dönmesi?
Aden, üç tekli koltuktan, Ferhat'ın karşısında olanına oturdu. Rahatça arkasına yaslanıp ifadesiz bir yüzle karşısındakine bakmaya başladı. Albay bu soğukluğu yıkmak istiyordu.
“Hoşgeldin Ayşe.”
“Teşekkür ederim, efendim.”
“Burada sadece isimler!”
“Elbette.”
“Hoşgeldin, Ayşe”
“İlter bey!”
“Ferhat... lütfen!”
“Pekala, Ferhat bey. Sizi dinliyorum.”
Mustafa albay, Aden'in tavrı karşısında kızının başarısından gurur duyan bir baba gibiydi. Aden'e her zaman özel bir sempatisi vardı zaten. Ama bu son aylarda yaşadıkları karşısındaki dik duruşu, her şeyin üstünde bir onur vermişti kendisine. Şimdi ise bu kızın tırnaklarını karşısındaki avına geçirişini izleyecekti. Ferhat'ı da severdi ama şimdi kendisini kız tarafı gibi hissediyordu. Bakalım bu savaştan kim sağ çıkacak, kim en az yara ile kurtulacaktı?
“Ayşe...”
“Artık 'Aden' deseniz de olur, Ferhat bey. Burasının dinlenemeyecek bir oda olduğunu biliyorum.”
“Benim için hep Ayşe'sin. Lütfen beni en başından itibaren dinle. Mustafa Bey, bana görevimi bildirdiğinde, senin görevden alınmak üzere olan bir subay olduğunu sanıyordum. Genelde şüphelileri izlerim. Hayatlarındaki değişiklikleri yakından görebilmek için bir şekilde yaşamlarına sızarım.”
“Bir şekilde yaşama sızmanızın nasıl olduğunu çok iyi biliyorum, Ferhat Bey. Lütfen detaylara girmeyin.”
“Bilmiyorsun. İnan bilmiyorsun. Ama her şeyi anlatacağım sana.”
“O zaman bildiklerimin bana yettiğini söyleyeyim. Devam edin lütfen.”
“Ayşe, lütfen beni tarafsız dinle. Ön yargılarını bir yana bırak, lütfen.”
“Ön yargım mı? Öyle olsaydı şu an asla beni burada bulamazdınız. Evet, sizi dinliyorum.”
Ferhat, karşısındaki buz dağını nasıl eriteceğini bilemiyordu. Aden'i hiç böyle görmemişti. Elindeki tek fırsatı doğru değerlendirmek zorundaydı. Bu konuşma hayatının konuşmasıydı.
“Seni takip etmeye başladığımda aklımdaki tek şey görevimi yapmaktı. Genelde ilk hafta tanışıp samimi olmak için sonraki bir aylık süre ise gerekli bilgileri toplamak için kullandığımız süredir. İlk tanıştığımız an, bu görevin çok zor olacağını anladım. Daha o akşam iş olmaktan çıktın benim için. Hatta birkaç gün sonra Mustafa Bey ile görüştüm. Görevden çekilmek istedim. Ama bir nedenle çekilemedim.”
“Neymiş o neden?”
“Önemli değil.”
“Önemli. Neden görevi bırakmak istedin ve neden bırakmadın?”
“Çünkü senden ilk gördüğüm anda çok etkilendim. Bunu Mustafa Beyse söylediğimde, benim yerime bir başkasını görevlendireceğini söyledi. Buna izin veremezdim. Bir başkasının sana yakın olmasına dayanamazdım.”
Aden, bunları albayın önünde dinlediği için utanmaya başlamıştı. Yanaklarının kızardığını hissediyordu. Albay da durumdan çok hoşnut değildi. Zaten ilk karşılaşma atlatılmıştı. Artık yanlarında kalmasına gerek yoktu. Oturduğu koltuktan kalktı.
“Ben birkaç görüşme yapacağım. Birazdan gelirim.” odadan çıkana kadar ikisi de susmuştu. Kapının kapanmasından sonra Ferhat, kaldığı yerden devam etti.
“Sana yakın başka bir erkeği düşünmek bile beni çıldırttı. İşte o zaman emin oldum. Sen benim için asla görev değildin. Hatta Mustafa Beyden bile korumam gerektiğini düşündüğüm, canımı verecek kadar çok sevdiğim birisi olmuştun. Yine de temiz bir rapor verebilmek için seni ve Çiğdem'i gözlemliyordum. Ama tek bir açık yakalamadım. Her geçen gün başarılı olman beni daha da mutlu etti. Bu arada o yangın olayı, benim için ne kadar değerli olduğunu daha da net anlamamı sağladı. Senin canının yanabileceğini düşünmek beni deli ediyordu. O gece sabaha kadar deliler gibi çalışmasaydım üstümdeki o ruh halini atamayacaktım. Ama bir de senin inadın vardı, aşmam gereken.”
“Bunlar güzel ama beni ilgilendirmiyor. Görev kısmını anlatmanızı tercih ederim.”
“Görev olmadığını anlatmaya çalışıyorum, Ayşe. Yalvarırım o düşüncelerini unut. Sen benim için ilk gün bile görev değildin. Gözlerini gördüğüm an işim bitmişti. Sonraki her an da bunu kuvvetlendirdi. Sen açık vermedikçe ben mutlu oluyordum. Ama Mustafa Bey, öyle şeyler söylüyordu ki, ne yaparsam yapayım onu vazgeçiremeyeceğimi düşünmeye başladım. Sonra, sana olan duygularımı anlattım. Belki bu onu, yapmak istediklerinden vazgeçirir diye düşündüm ama ne yazık ki o kararlarını değiştirmedi. Bir ara onun da farklı bir şeyler çevirdiğini bile düşündüm. Hala da şüphelerim vardı ama bu görüşmeyi ayarladığı anda tüm şüphelerim dağıldı.” Ferhat derin bir nefes alıp devam etti. “Ayrıca, senin yalanlarımı öğrendiğinde benim yüzüme bile bakmayacağını, saçma bir şekilde her şeyi tehlikeye attığımı söyleyerek beni engelliyordu. O kadar kesindi ki sözleri, çareyi uzaklaşmakta buldum. Çünkü sen de bir yalanın içindeydin ve bana karşı o yalanların ardında kalmak zorundaydın. Seni de o ikilemde tutmak beni üzüyordu. En sonunda ilişkimiz daha da derinleşmeden senden kaçmak istedim. Her ne olursa olsun burada kalmayacaktım. Artvin'e giden bir arkadaşın o görevini sanki kendi görevimmiş gibi anlattım. Uzun süre ve uzaklık ayrılığın habercisi olacaktır, dedim. Oysa ben bu süreyi Foça da ormanlık alanın içindeki dağ evinde geçirdim. Her gün elimde telefon seni aramamak için kendimle savaştım. İrademin sağlamlığı ile övünürdüm... ta ki bu cumaya kadar... O kadar sıkıntılıydım ki o gün... mutlaka başına bir şey gelmiş olmalıydı... Deli gibi seni aramaya başladım... defalarca çaldırdım telefonunu... Oysa sen telefon bile takmamışsın. Bu kadar mı kopmak istedin benden?”
“Nedenlerim beni ilgilendirir.”
“O nedenler senle benim aramdaysa, beni de ilgilendirir.”
“Ferhat Bey, anlatacaklarınız bu kadar mı?”
“Ayşe, beni yalvartmak hoşuna mı gidiyor? Ne olur dinle beni.”
“Gördüğünüz gibi halen oturuyor ve açıklamalarınızın bitmesini bekliyorum.”
“Çiğdem'e de anlattığım gibi, cumartesi günü çok büyük bir sıkıntıyla uyandım. Mustafa beyi aradım ama o gün ulaşamadım. Deliye döndüğümü, sana bir şeyler olduğunu ya da olacağını hissediyordum. Nasıl olduğunu bilemiyorum ama bu his hep içimdeydi. Hatta sen yanındayken Mustafa beyi aramışım. O da neredeyse keyifle bana o gün olanları anlatınca ne yaptığımı bilemedim. İzmir'den uçup gelene kadar geçen sürede neler yaşadığımı anımsamıyorum. Tek bildiğim o gece kapına geldiğimde kimseyi bulamadığım... sonrasını biliyorsun. Tüm bunları ben de senin gibi devletime hizmet etmek zorunda olduğum için yaşamaya başladım. Yine aynı nedenlerle seni bu kadar sevmeme rağmen uzak durduğumu anlayacağını umuyorum. Sen de bana aynı nedenlerle kendini anlatamadın. Hiçbir şeyin önemi yoksa bile, bunun karşılıklı mecburiyetten olduğunu kabul etmelisin. Bize bir şans ver lütfen.”
“Evet, ikimizde devlet için aldığımız görevleri yaparken mecbur olduğumuz şeyleri yaşadık. Ama farkımız var... o fark, ben hiç bir şey bilmezken, senin hemen her şeyi biliyor olman!”
“Ben de bazı şeyleri bilmiyordum. Bunu anlattım sana. Her şeyi bilen sadece Mustafa Bey. O da gerekeni, gerektiği kadar anlatmış. Sorumluluklarımızın bizi getirdiği noktayı en iyi bizler anlarız. Lütfen, bizi bizsizlikle cezalandırma.”
“Biz diye bir şey yok!”
“Ayşe...”
“Ayşe yok artık, Ferhat bey. Ayşe öldü.”
“O zaman Aden olarak şans ver bize.”
“Neden?”
“Ne demek neden? Aden, seni ne kadar sevdiğimi anlamıyor musun? Nasıl bir soru bu?”
“Sevgi her şeyin çözümü mü? Benim yaşadıklarım hafif miydi? Üstelik o dönemde, senin, bir gün beni sevmemen ihtimaline karşın, öldürülebileceğini düşünerek hayatımın en zor kararını verdim. Verdiğim kararı da sen geri dönmeseydin uygulayacaktım. Şimdi benim için değişen bir şey yok. Laflar beni ikna etmeye yaramıyor, Ferhat bey. O günlerde çektiğim acıyı telafi etmiyor. Buralardan gidiyorum. Bir süre Ayşe'nin akrabalarının yanına gideceğim. Artık onların da bu uzak akrabalarını tanımaya ihtiyaçları vardır.”
“Aden, o insanları hiç tanımıyorsun. Değişiklik yaşamak istiyorsan tatile falan gitsene. Neden o insanların yanına gidiyorsun?”
“Çünkü beni ben olduğum için sevecek insanlara ihtiyacım var. Bunca yılın Ayşe'si olarak bunu hissetmeye ihtiyacım var.”
“Kendi ailen de bunu yapar.”
“Hayır onlar beni anlayamaz. Onlar gözyaşımın nedenini bilemez. Benim, beni tanımayan insanlara ihtiyacım var. Hoşça kal, Ferhat.”
Aden, ayağa kalktığında Ferhat hemen yolunu kesti. Kollarından tutarak, odadan çıkışını engelledi. İkisi de titriyordu. Bu kez kararlıydı Aden. Asla geri dönmeyecekti.
“Bırak beni.”
“Bırakamam.”
“Ferhat, bunları hazmedemiyorum. Lütfen beni bırak.”
“Aden, seni seviyorum. Bunu benden isteme. Yalvarırım bize şans ver.”
“Ferhat, şu an vereceğim tek şans var sana. Bir süre gözüme gözükme.”
“Yani... bir süre sonra yeniden deneyebilir miyiz? Geri dönecek misin?”
“Elbette geri döneceğim.”
“Teşekk...”
“Sana döneceğim demedim ki. Geri döneceğim. O zaman ne düşüneceğimi neler hissedeceğimi bilmiyorum. Hem bakalım bu ayrılık sana neler hissettirecek? Belki de sandığın kadar sevmiyorsun beni?”
“Sen deli misin? Ben neler hissettiğini bilemeyecek biri miyim? Geri döndüğünde beni yine burada ve seni çok sever halde bulacaksın.”
Ferhat, gidişini engellemek istese de karşısındaki Aden'in sert ve taviz vermez tavrı yüzünden geri adım atmıştı. Madem süreye ihtiyacı vardı bu süreyi ona verecekti. Geri döndüğünde kendisini burada bulacağını bilmeliydi.
“Ne zaman döneceksin?”
“Bilmiyorum.”
“Pekiyi, ne zaman yola çıkacaksın?”
“Sanırım hafta sonu.”
“Tek mi gideceksin?”
“Bilmiyorum. Çiğdem gelmek isterse onu da yanıma almayı düşünüyorum.”
“Çok uzun kalma lütfen.”
“Ferhat, döndüğümde neler hissedeceğimi bilmiyorum. Şu an bana baskı yapma. Söylediklerini düşünmem lazım. Hayatım hakkında karar vermem lazım. Senin geçmişte yaptıklarını hazmetmek mümkün değil. Benden önceki görevlerinde de benzer şeyleri yaşadığını bilerek, seni kabullenmek mümkün mü? Lütfen beni rahat bırak.”
“Tamam. Seni rahat bırakacağım. Ama daha önce söylediğim bir sözü de tekrarlayacağım. 'Her ne olursa olsun, seni sevdiğimi bil.' aşkım. Benim canımdan daha kıymetlisin.”
Tüm bu konuşmalar ayakta ve kapıya iki adım mesafede yapılmıştı. Artık daha fazla kalamayacağını anlayan Aden, kapıya doğru bir adım daha attı. Ferhat yine kollarını tuttu. Şaşkınlıkla bakan Aden'i kendisine çekti. Uzun uzun öptü. Ama bu kez karşılık alamadı. İstemeden de olsa bıraktığında kollarındaki kadının sabahki sıcacık kadın olmadığının farkındaydı. En ağır darbe bu olmuştu.
“Kendine iyi bak.” dedi ve odadan çıktı Aden. Ferhat ne kadar orada ayakta kaldığını bilmiyordu. Mustafa albay onu o halde buldu. Bu kız neler yaptı bu çocuğa, diye düşünürken, koltuğa doğru yürüttü, Ferhat'ı.
“İnanmadı bana.”
“Süre ver ona.”
“Geri dönmezse?”
“Dönecektir. Sen sevgine ve ona güven. Ben ikinize de yardımcı olacak kadar bu aşkta sorumluyum. Sen de kendini koyverme. O da seni seviyor ama aldatılmışlığı kabullenmek zor geliyor. Benim sözümü dinle.”
“Bekleyeceğim. Ne zaman dönerse dönsün. Bekliyor olacağım.”
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder