Aden, o haftayı evinde geçirdi. Birkaç kez internet cafelere gidip
ailesini araştırdı. Ayşe Sevengül'ün kayıtlarını bulduğunda Zonguldak'a giden
otobüste iki kişilik bilet aldı. Çiğdem de onunla gelecekti. Serdar ile kısa
süreli ayrılığın ikisi için de iyi olacağını düşünüyorlardı. Bir haftada onlar
da çok hızlı yol almışlardı. Sanki uzun zamandır birbirini bekleyen, bulduğu
anda da dörtnala bu aşka koşan bir çiftti. Çiğdem, aşık olduğunu çoktan kabullenmişti.
Serdar da gözünü ayıramıyor, neredeyse nefesini bile kontrol ediyordu. Bu
ilişkinin nereye gittiği çok belliydi. Ne şanslıydı Çiğdem. İlk gün öğrenmişti
aynı tarafta olduklarını. Ya kendisi? Yalanların arasında kalmıştı. Ferhat
yüzünden çok üzülmüştü. Şimdi ise ayrılık acısıyla yaşıyordu. Bu kez ayrılık
kendi eseriydi. Yine de bunların yaşanması gerektiğine inanıyordu.
Cuma günü valizini hazırladı. Zonguldak'ın bir köyüne gidecekti. Aileye haber vermemişti. Çiğdem ile sabah otobüs terminaline gideceği bilet bürosunun önünde buluşacaktı. Büroya geldiğinde bir sürpriz bekliyordu kendisini. Çiğdem ile Serdar'ın yanında Ferhat vardı. Onu gördüğü anda yüzünün değişmesi, Ferhat'ın canını sıksa da bu yolculuğa çıkarken uğurlamak istemişti. Vazgeçmediğini gösterecek fırsatları kaçıramazdı.
Cuma günü valizini hazırladı. Zonguldak'ın bir köyüne gidecekti. Aileye haber vermemişti. Çiğdem ile sabah otobüs terminaline gideceği bilet bürosunun önünde buluşacaktı. Büroya geldiğinde bir sürpriz bekliyordu kendisini. Çiğdem ile Serdar'ın yanında Ferhat vardı. Onu gördüğü anda yüzünün değişmesi, Ferhat'ın canını sıksa da bu yolculuğa çıkarken uğurlamak istemişti. Vazgeçmediğini gösterecek fırsatları kaçıramazdı.
Ferhat bu bir hafta boyunca evinden çıkmamıştı. Haber alabilmek için ya Çiğdem'i ya da Serdar'ı arıyor, Aden'in iyi olduğunu duydukça hem seviniyor, hem de kendisi bu kadar acı çekerken onun rahat olduğunu anladıkça sinirleniyordu. Tüm o iyi görüntünün altında onun da üzgün olduğunu düşünse de duydukları farklı olunca sinirlerine hakim olamıyordu. Yola çıkacaklarını Serdar'dan öğrenmişti. Bir hafta kadar kalmak için gidiyorlardı.
Serdar da çok üzgündü ama o da bu sürede duygularını tartmak istiyordu. Tanışalı o kadar kısa süre olmasına rağmen Çiğdem'siz bir hayatı düşünemiyordu. Ya bu hissettikleri aşk değilse? Ya sadece cinsel bir çekimse ve ikisi de bunu aşkla karıştırıyorsa? Bunu öğrenmek istediğini söylemişti bir gün Serdar. Ferhat duydukları karşısında kız kardeşini kıskanan bir ağabey gibi önce sinirlenmiş, sonra Çiğdem'in de tereddütleri olabileceğini anlamış ve bu ayrılığın kesinlikle işe yarayacağına inandığını ifade etmişti. Şimdi ise iki erkek sevdiklerini uğurlamaya gelmişti.
Aden, bugün en son Ferhat ile karşılaşmayı istiyordu. Zaten zor bir gün olacaktı. Şimdi iyice dayanılmaz olmuştu. Çantasını yere bırakıp Çiğdem ile sarıldı. Sonra Serdar ile tokalaştı. En son Ferhat'a elini uzattı. Elleri birbirine değdiğinde ikisi de heyecanlandı. Yine de ilk çeken Aden oldu.
“Gelmemeliydin.”
“Gelmemezlik edemezdim.”
“Ferhat, bunları konuşmuştuk. Gelmen bir şeyi değiştirmez ki.”
“Şimdilik. Ama senden vazgeçmiyorum ve bunu bilmeni istiyorum.”
“Biliyorum. Buna inanmak istiyorum. Ama şu an hazır değilim. Belki bir gün...”
“Umarım yakın bir gün olur.”
“Ferhat... Hoşça kal.”
“Ayşe, dikkatli ol. Seni burada bekliyorum. Seni seviyorum.”
Ayşe, servis minibüsüne doğru yürürken, Ferhat son zamanlarda alışkanlık yaptığı üzere yeniden kollarından tuttu. Kendisine çevirdi ve dudaklarına öpücük bıraktı. Üstelik o saatte kendilerini izleyen onlarca çift gözün önünde. Bu kez çok küçük de olsa yanıt da almıştı. Gözleri parlayarak bıraktı kollarından. Kulağına,
“Çok seviyorum seni. Lütfen çabuk dön bana.”
dedi. Aden bu kez yanıt vermeden minibüse bindi. Çiğdem de Serdar ile vedalaşıp yanındaki koltuğa oturmuştu. Erkekler sevdiklerinin ardından el sallarken, kızlar da onlara el sallamıştı. Ferhat hem öpücüğüne aldığı yanıt hem de ardından gelen el sallaması ile iyice ümitlenmişti. Yüzü gülmeye başlamıştı.
Artık daha umutluydu. Döndüğünde bu soğukluğu yok edecekti. Sevdiğinden bir daha ayrılmak istemiyordu. Aslında o otobüse binmeyi çok istiyordu. Yine de Aden'in bir süre kendi kendine kalmasına izin vermek zorundaydı. Bu uzaklık işe yaramalıydı. Serdar'ın da yanında sessizce durduğunu fark ettiğinde kolunu omuzuna attı ve “Hadi acımızı unutmak için birer çay içelim” dedi.
Sesindeki umut dolu tını Serdar'ın da gülümsemesine neden oldu. Yavaş adımlarla yürümeye başladılar. İkisi de Ayşe ile Fulya demeye devam ederek bir kahveye girdiler. Sabahın erken saatinde bile doluydu kahve. Çaylarını içerken gazete okuyorlar o günü nasıl dolduracaklarını düşünüyorlardı. Üstelik önlerinde en az bir hafta daha vardı doldurmaları gereken... Serdar, “Çetin'i arayayım o da gelsin. Tanışın siz de” dediğinde Ferhat memnun oldu.
Çetin yarım saat kadar sonra onlara katıldığında Ferhat kısa sürede ona da ısındığını fark etti. Yine de “Tanıştığımızda kız arkadaşından tahsil edeceğim bir dans var... sen de uzaktan bizi izlemek zorunda kalacaksın” dedi. Çetin önce ciddi sanmış ama muzip gözlerle bakan Ferhat'ı görünce kahkahayı koyvermişti.
“Tamam ama Ayşe ne der bilmem.”
“Umarım o da kıskançlık krizlerine girer.” bu kez hem Serdar hem de Çetin kahkahayı basmıştı.
Kızlar Zonguldak'a indikten sonra köye giden bir minibüse bindiler. Bir buçuk saat kadar sonra köye ulaşmışlardı. Köyün meydanındaki kahveye uğrayıp Ayşe'nin baba tarafından çok uzak akrabaları olan Zeliha Teyze ile kocası Muhammet beyi sordular. Kahvedekiler evi tarif ettiler. Kızlar eve doğru yürürken nasıl insanlarla karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Aden çok büyük bir risk alıyordu ama bunları yapmak zorunda hissediyordu kendisini. Tarif edilen eve ulaştıklarında dış kapıyı çaldılar. İçeriden oldukça yaşlı bir kadının sesi geldi. Kapı açıldığında kızları kırışıklarından neredeyse gözleri bile gözükmeyen bir kadın açtı.
Zeliha teyze yetmiş yaşındaydı. Tamamen beyazlaşmış saçlarını kınalamıştı. Başındaki örtüden taşan kısmından kınalı saçları gözüküyordu. Ayşe'nin babasını aslında hiç görmemişti. Evlenip başka bir köye yerleştikten sonra akrabaları ile çok az görüşmüştü. Şimdi ise üç oğlu ve onlardan olan torunları ile bu köyde yaşamaya devam ediyordu. Aden, Türk misafirperverliğine güveniyordu.
Aden, bu yaşlı kadına samimi bir ses tonu ile kendisini tanıttı.
“Zeliha teyze, ben Hüseyin'in kızı Ayşe. Hani trafik kazasında ölen Hüseyin'in kızı. Senin, büyük halanın kızının, oğlu!”
“Bildim. Buyur buyur geç kızım. Sen de buyur güzel kızım.” diyerek ikisini de bahçeye aldı. Kızlar biraz çekingen girdiler. Bahçenin gölge kısmında asmadan oluşmuş çardağın daha da gölge yaptığı yerde, kocası olduğunu düşündükleri yaşlı bir adam oturuyordu. Çok yavaş hareket etmesinden romatizma ağrıları olduğunu tahmin ettiler. Zeliha teyze kızları tanıtınca yaşlı adam elini uzatmış, ikisi de elini öptükten sonra çardaktaki sedire buyur etmişti.
“Hoş geldiniz sefalar getirdiniz kızlar. Deyin bakalım hangi rüzgâr attı sizi buralara? Hüseyin’in sağ kızı olduğunu biliyorduk ama bizim burala gelmez diyorduk. Zaten başka da akrabamız kalmadı. O tek erkekti. Bizim sülale bizden başka erkek çocuk görmedi. Gelinler de kızlar da ne doğurabildi, ne doğanı yaşatabildi. Doktorlar da çare bulamadı. Bir o Hüseyin kaldı hayatta. Rahmetli bu güzel kızın babası olmak için yaşamış demek ki. Ben çok konuştum hadi siz anlatın bakalım, nasıl buldunuz bizi? ”
“Ben işten ayrıldım. Yeni iş aramadan önce akrabalarımı aramak istedim. İstanbul'da Çiğdem'den başka kimsem yok. Uzak akrabayız biliyorum ama yine de birilerine ulaşmak istedim. Sizlerin izini bulunca da kalkıp geldim. Köyün misafirhanesi varsa birkaç gün kalmak istiyoruz. ”
“Misafirhanemiz var ama sizleri oraya göndermeyiz. Rahmetli Hüseyin'in emanetisin sen. Başka kimimiz kimsemiz yok. Bizim oğlanlar da gelinler de gelirler tanışırsınız. Hep beraber burada kalırsınız istediğiniz kadar. Odamız da döşeğimizde var. Siz şimdi açsınızdır. Zeliha teyzeniz şimdi size bir şeyler hazırlar hep birlikte yeriz. Sonra da bana biraz babanı ananı anlatırsın. Hiç tanışmadık ama çok duyduk. Kısmet bu güneymiş. ”
“Babamı anlatırım tabii. Uzun zamandır konuşmuyordum onlar hakkında. Ama biz rahatsızlık vermeyelim. Misafirhane de varmış. Orada kalalım.” Söze karışan Zeliha teyze,
“Bu evden kimse misafirhaneye gidemez. Ben misafirimi başka yerde yatırmam. Hadi gelin çantalarınızı içeri koyun.” Zeliha teyze yavaş yürüyüşü ile önden gitmeye başlayınca kızlar da ardından yürüdüler. Ev düz ayak üç odalıydı. Her odanın bahçeye bakan kapısı vardı. Kızları ortadaki odaya soktu. Karşılıklı iki divan vardı. Odada olan yüklükteki yastıkları ince yorganları gösterdi.
“İstediğiniz zaman gelir yatarsınız. Şimdi ben yemeği ısıtırım. Siz de oyalanmayın gelin hemen.” dedi odadan çıkarken.
Kızlar bu kadar kolay kabullenilmeyi beklemiyorlardı. İstanbul'un güvensiz ortamından sonra iki üç cümle ile bir eve misafir edilmek kızları şaşırtıyordu. Valizlerini açıp yüklüğün ip askısına kıyafetlerini astılar. Sonra da yardım etmek için hemen mutfağa geçtiler.
Zeliha teyze, kızları mutfakta görünce dışarıya kovalamak istese de ikisi de onu dışarı çıkartıp ocağın başına geçtiler. Biraz sonra dördü de masadaydı. Yemeğin sonuna doğru bahçe kapısı açıldı. İki orta yaşlı kadın geldi. Zeliha teyze,
“Gelinler, buyurun gelin. Bakın tanrı misafirimiz var. Bu kazada ölen Hüseyin'in kızı. Hani demiştim size bizim uzak akraba ailece trafik kazası geçirmişti. Sarhoşun biri vurmuş öldürmüştü de bize de yıllar sonra haberi gelmişti. İşte o Hüseyin'in kızı.”
Gelinler de hoş geldin demiş çardağın altına geçmişti.
“Beyleriniz nerde gelinler?” diye sorduğunda ikisi de “Meyve bahçesindeler ana.” dedi. Kızlar meyve bahçesini duyunca merakla bakmaya başladılar.
“Ne ekili?” dedi Aden merakla.
“Ayşe kızım, buralarda kiraz ile erik bol ekiliyor. Birkaç senedir meyvecilik çok arttı.”
“Şimdi nesiyle ilgileniyorlar? O meyveler geçen ay toplanmadı mı?”
“Toplandı ama bizde yetişmeye devam ediyor. On gün kadar daha yetişenler toplanır. Yarın biz de gidiyoruz, isterseniz siz de gelin bahçeye.”
“Geliriz tabii.”
Kızlar çayın kaynama sesi ile mutfağa gittiler. İkisi de evi benimsemişti. Çayları içerken gelinlerin kızlı erkekli küçük çocukları da gelince bahçe şenlikli bir hale gelmişti. Üç gelinin de evlenip barklanmış kızları, tekne kazıntısı ufak çocukları vardı. Zeliha teyze de Muhammet amca da torunları için deli oluyorlardı. O yaşta bu kadar gürültüyü nasıl kafaları kaldırıyor diye düşünüyordu kızlar... Sevgi bunun yanıtıydı...
Hem gelinler hem de çocukları iki kızı soru yağmuruna tutuyordu. Aden, aile hakkında bildiği şeyleri anlatıyor, biraz da ilaveler yapıyordu. Tanışmamış oldukları için ve artık kimseye soramayacakları için söylenen beyaz yalanlar tehlike arz etmiyordu. O gece diğer gelin ile hepsinin kocası da gelince bahçe dolup taşmıştı. Yeni gelenler de sorulara devam edince Aden’in bu ilgi karşısında gözleri dolmuş, ailesini anımsamanın üzdüğünü düşündükleri için soruların arkası kesilmişti. İşten ayrıldığını öğrenince üzülmüşlerdi ama Aden, yeni işe başlayacağını söyleyince de hepsi rahatlamıştı.
Gece saat on olduğunda Serdar ikinci kez aramıştı. İlk aradığında otobüsten yeni inmişlerdi. İkisi de Serdar'ın adını görünce gülmeye başlamıştı. Serdar, ilk aradığında Ferhat'ın da yanında olduğunu söyleyince Aden'in yüreği çırpınmaya başlamıştı. Nasıldı acaba Ferhat? O da kendisi gibi özlüyor muydu? Elbette özlüyordu. Yoksa sabahın köründe uğurlamaya gelir miydi? Gerçi bu saatte Serdar arıyordu ama Ferhat'ın yanında olduğunu sanmıyordu… yanılıyordu. Çiğdem, Serdar ile konuştuktan sonra telefonu uzatmıştı Aden'e... şaşkınlıkla aldı telefonu...
“Ayşe'm, iyi misin? Nasıl akrabaların? Size iyi davranıyorlar mı?”
“İyiyim, onlar da iyi. Ve evet. Sen nasılsın?” dayanamayıp sorduğu bu soruya pişman olmuştu bile ama artık geri de alamazdı.
“İyiyim şimdi. Hem de çok iyiyim canım. Seni çok özledim.”
“Ferhat, şimdi bunların sırası değil. Sonra konuşuruz olur mu?”
“Olur canım. İyi geceler. Seni seviyorum.”
“İyi geceler”
Aden, ‘ben de seni seviyorum’ dememek için zor tutuyordu kendisini. Bunun yerine ters sesle 'iyi geceler' demiş ve kapatmıştı. Telefonu kapattığında gözünden dökülen tek damla yaşı sildi parmak ucuyla. Sonra diğerlerine katıldı yeniden. Çiğdem'e Serdar'ın hediyesi olan telefonu iade etti.
***
O ilk gece atlatıldıktan sonra
herkes daha da kaynaşmıştı. Kızlar ertesi gün bahçeye gitmiş meyve toplanmasına
yardım etmeye çabalamışlardı. Serdar yine aramış ama bu kez Ferhat yanında
olmadığı için Aden üzülmüştü. Akşam yeniden arayacağını söylemişti Serdar.
Gece çalan telefonda farklı numara gören Çiğdem bu kez arayanın Ferhat olduğunu anlayınca kısa konuşup hemen Aden'e uzatmıştı.
“Merhaba, Ayşe.”
“Merhaba.”
“Nasılsın? Çok mu yoruldunuz bugün?”
“Evet, alışkın değiliz yorulduk ama çok da keyifliydi.”
“Çok yorma kendini canım.”
“Tamam”
Ferhat telefonun ucunda neredeyse sevinçten havalara uçacaktı. 'canım' demiş ve ters bir tepki almamıştı. Aden de yumuşamaya başladığının farkındaydı.
Alışkın olmadıkları iş ikisini de çok yormuş gece nasıl uyuduklarını bilememişlerdi. Üçüncü günü ise evde geçirmişler Zeliha teyzeye kompostoluk erikler ile kurutulacakları ayırmakta yardım etmişlerdi. Yine Çiğdem'in telefonu çalıyordu. Bu kez Aden de telefon bekler olmuştu. Ama arayan Serdar'dı. Çiğdem konuştuktan sonra arkadaşının hayal kırıklığı yansıtan yüzüne baktı.
“Özledin değil mi?”
“Çok”
“Sen ara istersen?”
“Asla olmaz. Bırak biraz daha sürünsün. O her şeyi bilirken ben saf saf onu koruyordum. Bunun acısı çıkmadan ona gün yüzü yok.”
“Çok hainsin.”
“Hayır aşığım.”
“Evet aşıksın. Ve ben de aşığım. Bundan eminim artık. Bizim kaderimiz kısa sürede delice aşık olmakmış. O kadar özledim ki Serdar'ı.”
“Planlar olmasa yarın dönelim derdim ama üç gün daha buradayız mecburen.”
O akşam Ferhat da aramış Aden'in de yüzü gülmeye başlamıştı. Kızlar artık çok daha mutluydu. Hayatlarını düzene sokmak zorundaydılar. Bu da ne yazık ki bu ailenin yanında olmaktan geçiyordu.
Kalan üç günü de çok güzel geçirdiler. Zeliha teyze de Muhammet amca da kızları çok seviyordu. Aden, sonrasını düşünüp üzülse de bunu gerçek Ayşe Sevengül'e borçluydu. Veda günü geldiğinde kızlar çok zor ayrıldılar. Herkesin gözü yaşlıydı. Aden, neredeyse hıçkırıklarla ağlayacaktı. Hepsini tek tek öperken onlara vereceği acılar için şimdiden defalarca özür dilemişti içinden....
Kızlar, İstanbul otobüsüne binmek için köyün biraz aşağısından geçen minibüse bindiler. Minibüs de ikisinden başka kimse yoktu.
Yarım saat kadar sonra, yolların acemisi olan minibüs şoförü aracı şarampolden aşağı yuvarlamıştı.
Serdar ve Ferhat kaza haberini aldığında deliye döndüler. İkisi de yalan haber olduğunu düşünüyordu. Mustafa Albay'ı aradı Ferhat. En doğru yanıtı ondan alacağını biliyordu. Albay ağlamaklı bir sesle telefonu açınca Ferhat konuşamadı. Serdar olayın doğruluğunu anlayınca olduğu yere çöktü. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ferhat defalarca kez “bu da oyunun bir parçası” dedi. Ama bu istekten öteye gidemedi. Tam tersi Albay ertesi gün cenazeye katılabileceklerini söylemişti, Serdar'a. Ayşe akrabalarının köyünün mezarlığına gömülecekti. Çiğdem ise İstanbul'da toprağa verilecekti. İki erkek de bir şey konuşmadan oturuyordu.
Ferhat, deli gibi 'Dargın göndermeyecektim. Hiç göndermeyecektim. Nasıl gitmesine izin verdim? Gidip görmem lazım, o ölmüş olamaz' diyor, sonra albayın sesini anımsıyordu.
O gece hiç uyumadılar. Sabah çok erken saatte yola çıktı ikisi de. Serdar, Çiğdem'in cenazesi ertesi gün olduğu için Ferhat'ı yalnız bırakmak istememişti. Köye ulaştıklarında yarım kilometre kadar köyün dışındaki mezarlıktaki kalabalığı gördüler. Ferhat arabayı mezarlığa yakın bir yerde park etti. Neredeyse yetişemeyecektim, son görevimi bile yapamayacaktım, diye kendisine kızıyordu.
Mezarlığa girdiğinde köylüler etrafını sarmıştı. Kendisini tanıtınca mezarlığa doğru yürümesi için yolu açtılar. Kadınlar mezarlığın dış duvarından dua edip bakarken, erkekler cenazeyi mezara koymak üzereydiler. Ferhat, dayanamayacağını hissediyordu. Başı dönmeye başlamıştı. Gözyaşları süzülüyordu. Herkes sırtını sıvazlıyordu. Muhammet amca onun kim olduğunu tahmin edince yanına gelmiş, romatizmadan bükülmüş parmakları ile ellerini tuttu. “Metin ol evladım. Allahın yazdığının önüne geçemiyoruz. Hayatımıza girdiği gibi çıkıp gitti. Son günlerinde bizi de mutlu etti. Allahtan rahmet dilemekten başka elimizden gelen yok.” Diyerek Ferhat’ın acısını hafifletmeye çalıştı. Sanki mümkünmüş gibi?
Cenaze bitince eve doğru yürümeye başladı tüm cemaat. Son altı gününü geçirdiği evin bahçesine girince daha da kötü hissetmeye başlamıştı Ferhat. Daha fazla dayanamayacağını hissedince, vedalaşıp Serdar'ın da desteği ile arabaya doğru yürümeye başladı. Akşam duaya kalmasını isteseler de bunu yapamayacağını söyledi. Zeliha teyze tam kapıya geldiklerinde seslendi ardından.
“Oğul, dur bir hele”
“Buyur Zeliha teyze.”
“Saklamak istersen diye sorayım dedim. Bu güzel kuzumun hep boynundaymış. Hastaneden verdiler. Sen mi almıştın? Al hele, sen sakla istersen.”
Ferhat, ince altın zincirin ucundaki boş kalbi görünce yutkunamadı bile. Yavaşça elini uzattı. O kolyeyi ömür boyu saklayacağını biliyordu. Tekrar elini öpüp vedalaştı. Yol boyu iki erkek de konuşmadı. Uykusuz geçen ikinci gecenin ardından cumartesi günü de Çiğdem'in cenazesine katıldılar. Bu kez destek verme sırası Ferhat'ındı. Serdar bu kadar kısa sürede bu kadar çok sevdiği Çiğdem'i kaybetmiş olduğuna inanamıyordu. Çetin de cenazedeydi. Üç erkek birlikte ayrıldılar mezarlıktan. Bir yerde oturalım diyen Çetin, ikisini de denize karşı bir banka zorla götürmüştü. Üçü de sessizce oturuyordu. İki kader ortağı ne yapacağını bilemiyordu. Uzun süre oturduktan sonra Ferhat evine gitmek için ayağa kalktı. İki erkekle de el sıkışıp vedalaştığında bir daha ne zaman görüşeceklerini bilmemenin sıkıntısı vardı. Evine yaklaştığında cep telefonu çalmaya başladı. Ekranda “babam” yazıyordu. Albayın neden aradığını bilmiyordu.
“Efendim”
“Ferhat, bu akşam için senden özel bir isteğim var.”
“Mustafa bey, bir şey yapabilecek durumda değilim. Başkasından isteyin lütfen.”
“Ferhat, böyle bir zamanda senden bir şey istemeyi aklımdan bile geçirmezdim ama mecburum. Lütfen akşam saat 22.00 de hava alanında ol. Bir yolcumuz geliyor yurt dışından. Tek yapacağın bize getirmek.”
“Çalışmak istemiyorum.”
“Çalışmayacaksın, bu akşamdan sonra dilediğin kadar izin yapabilirsin. Bir saat kadar sonra arayacağım seni. Bu arada sen dediğimi yap. Allah'ın takdiri olduğunu da unutma. Sen sevdiğini, ben de en iyi elemanlarımı kaybettim. Acımız çok büyük ama devletin işi bizim acımızı beklemiyor.”
Ferhat evine girdi. Salonun ortasında durdu. İşte burada öpmüştü onu. Dakikalarca sarılmış, bedeninden ayrılmak istememişti. O geceyi yeniden düşündü. İlk defa kendisini engelleyememiş ve olduğu gibi tüm duygularını söylemişti. Şimdi ise o oda üstüne geliyordu. Bir daha kollarına alamayacağını bilerek onu anımsamak acısını katlıyordu. Hemen yatak odasına girdi. Temiz giyecekler çıkartıp duşa girdi. Duştan çıktığında saatine baktı. Hava alanında olmak için evden çıkması gerekiyordu. Ayakları geri geri gidiyordu. Albaya söverek jeepe bindi.
Gece çalan telefonda farklı numara gören Çiğdem bu kez arayanın Ferhat olduğunu anlayınca kısa konuşup hemen Aden'e uzatmıştı.
“Merhaba, Ayşe.”
“Merhaba.”
“Nasılsın? Çok mu yoruldunuz bugün?”
“Evet, alışkın değiliz yorulduk ama çok da keyifliydi.”
“Çok yorma kendini canım.”
“Tamam”
Ferhat telefonun ucunda neredeyse sevinçten havalara uçacaktı. 'canım' demiş ve ters bir tepki almamıştı. Aden de yumuşamaya başladığının farkındaydı.
Alışkın olmadıkları iş ikisini de çok yormuş gece nasıl uyuduklarını bilememişlerdi. Üçüncü günü ise evde geçirmişler Zeliha teyzeye kompostoluk erikler ile kurutulacakları ayırmakta yardım etmişlerdi. Yine Çiğdem'in telefonu çalıyordu. Bu kez Aden de telefon bekler olmuştu. Ama arayan Serdar'dı. Çiğdem konuştuktan sonra arkadaşının hayal kırıklığı yansıtan yüzüne baktı.
“Özledin değil mi?”
“Çok”
“Sen ara istersen?”
“Asla olmaz. Bırak biraz daha sürünsün. O her şeyi bilirken ben saf saf onu koruyordum. Bunun acısı çıkmadan ona gün yüzü yok.”
“Çok hainsin.”
“Hayır aşığım.”
“Evet aşıksın. Ve ben de aşığım. Bundan eminim artık. Bizim kaderimiz kısa sürede delice aşık olmakmış. O kadar özledim ki Serdar'ı.”
“Planlar olmasa yarın dönelim derdim ama üç gün daha buradayız mecburen.”
O akşam Ferhat da aramış Aden'in de yüzü gülmeye başlamıştı. Kızlar artık çok daha mutluydu. Hayatlarını düzene sokmak zorundaydılar. Bu da ne yazık ki bu ailenin yanında olmaktan geçiyordu.
Kalan üç günü de çok güzel geçirdiler. Zeliha teyze de Muhammet amca da kızları çok seviyordu. Aden, sonrasını düşünüp üzülse de bunu gerçek Ayşe Sevengül'e borçluydu. Veda günü geldiğinde kızlar çok zor ayrıldılar. Herkesin gözü yaşlıydı. Aden, neredeyse hıçkırıklarla ağlayacaktı. Hepsini tek tek öperken onlara vereceği acılar için şimdiden defalarca özür dilemişti içinden....
Kızlar, İstanbul otobüsüne binmek için köyün biraz aşağısından geçen minibüse bindiler. Minibüs de ikisinden başka kimse yoktu.
Yarım saat kadar sonra, yolların acemisi olan minibüs şoförü aracı şarampolden aşağı yuvarlamıştı.
Serdar ve Ferhat kaza haberini aldığında deliye döndüler. İkisi de yalan haber olduğunu düşünüyordu. Mustafa Albay'ı aradı Ferhat. En doğru yanıtı ondan alacağını biliyordu. Albay ağlamaklı bir sesle telefonu açınca Ferhat konuşamadı. Serdar olayın doğruluğunu anlayınca olduğu yere çöktü. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ferhat defalarca kez “bu da oyunun bir parçası” dedi. Ama bu istekten öteye gidemedi. Tam tersi Albay ertesi gün cenazeye katılabileceklerini söylemişti, Serdar'a. Ayşe akrabalarının köyünün mezarlığına gömülecekti. Çiğdem ise İstanbul'da toprağa verilecekti. İki erkek de bir şey konuşmadan oturuyordu.
Ferhat, deli gibi 'Dargın göndermeyecektim. Hiç göndermeyecektim. Nasıl gitmesine izin verdim? Gidip görmem lazım, o ölmüş olamaz' diyor, sonra albayın sesini anımsıyordu.
O gece hiç uyumadılar. Sabah çok erken saatte yola çıktı ikisi de. Serdar, Çiğdem'in cenazesi ertesi gün olduğu için Ferhat'ı yalnız bırakmak istememişti. Köye ulaştıklarında yarım kilometre kadar köyün dışındaki mezarlıktaki kalabalığı gördüler. Ferhat arabayı mezarlığa yakın bir yerde park etti. Neredeyse yetişemeyecektim, son görevimi bile yapamayacaktım, diye kendisine kızıyordu.
Mezarlığa girdiğinde köylüler etrafını sarmıştı. Kendisini tanıtınca mezarlığa doğru yürümesi için yolu açtılar. Kadınlar mezarlığın dış duvarından dua edip bakarken, erkekler cenazeyi mezara koymak üzereydiler. Ferhat, dayanamayacağını hissediyordu. Başı dönmeye başlamıştı. Gözyaşları süzülüyordu. Herkes sırtını sıvazlıyordu. Muhammet amca onun kim olduğunu tahmin edince yanına gelmiş, romatizmadan bükülmüş parmakları ile ellerini tuttu. “Metin ol evladım. Allahın yazdığının önüne geçemiyoruz. Hayatımıza girdiği gibi çıkıp gitti. Son günlerinde bizi de mutlu etti. Allahtan rahmet dilemekten başka elimizden gelen yok.” Diyerek Ferhat’ın acısını hafifletmeye çalıştı. Sanki mümkünmüş gibi?
Cenaze bitince eve doğru yürümeye başladı tüm cemaat. Son altı gününü geçirdiği evin bahçesine girince daha da kötü hissetmeye başlamıştı Ferhat. Daha fazla dayanamayacağını hissedince, vedalaşıp Serdar'ın da desteği ile arabaya doğru yürümeye başladı. Akşam duaya kalmasını isteseler de bunu yapamayacağını söyledi. Zeliha teyze tam kapıya geldiklerinde seslendi ardından.
“Oğul, dur bir hele”
“Buyur Zeliha teyze.”
“Saklamak istersen diye sorayım dedim. Bu güzel kuzumun hep boynundaymış. Hastaneden verdiler. Sen mi almıştın? Al hele, sen sakla istersen.”
Ferhat, ince altın zincirin ucundaki boş kalbi görünce yutkunamadı bile. Yavaşça elini uzattı. O kolyeyi ömür boyu saklayacağını biliyordu. Tekrar elini öpüp vedalaştı. Yol boyu iki erkek de konuşmadı. Uykusuz geçen ikinci gecenin ardından cumartesi günü de Çiğdem'in cenazesine katıldılar. Bu kez destek verme sırası Ferhat'ındı. Serdar bu kadar kısa sürede bu kadar çok sevdiği Çiğdem'i kaybetmiş olduğuna inanamıyordu. Çetin de cenazedeydi. Üç erkek birlikte ayrıldılar mezarlıktan. Bir yerde oturalım diyen Çetin, ikisini de denize karşı bir banka zorla götürmüştü. Üçü de sessizce oturuyordu. İki kader ortağı ne yapacağını bilemiyordu. Uzun süre oturduktan sonra Ferhat evine gitmek için ayağa kalktı. İki erkekle de el sıkışıp vedalaştığında bir daha ne zaman görüşeceklerini bilmemenin sıkıntısı vardı. Evine yaklaştığında cep telefonu çalmaya başladı. Ekranda “babam” yazıyordu. Albayın neden aradığını bilmiyordu.
“Efendim”
“Ferhat, bu akşam için senden özel bir isteğim var.”
“Mustafa bey, bir şey yapabilecek durumda değilim. Başkasından isteyin lütfen.”
“Ferhat, böyle bir zamanda senden bir şey istemeyi aklımdan bile geçirmezdim ama mecburum. Lütfen akşam saat 22.00 de hava alanında ol. Bir yolcumuz geliyor yurt dışından. Tek yapacağın bize getirmek.”
“Çalışmak istemiyorum.”
“Çalışmayacaksın, bu akşamdan sonra dilediğin kadar izin yapabilirsin. Bir saat kadar sonra arayacağım seni. Bu arada sen dediğimi yap. Allah'ın takdiri olduğunu da unutma. Sen sevdiğini, ben de en iyi elemanlarımı kaybettim. Acımız çok büyük ama devletin işi bizim acımızı beklemiyor.”
Ferhat evine girdi. Salonun ortasında durdu. İşte burada öpmüştü onu. Dakikalarca sarılmış, bedeninden ayrılmak istememişti. O geceyi yeniden düşündü. İlk defa kendisini engelleyememiş ve olduğu gibi tüm duygularını söylemişti. Şimdi ise o oda üstüne geliyordu. Bir daha kollarına alamayacağını bilerek onu anımsamak acısını katlıyordu. Hemen yatak odasına girdi. Temiz giyecekler çıkartıp duşa girdi. Duştan çıktığında saatine baktı. Hava alanında olmak için evden çıkması gerekiyordu. Ayakları geri geri gidiyordu. Albaya söverek jeepe bindi.
***
Hava alanında dış hatların kapısına yanaştı. Uçağın inmesine on
dakika vardı. Çıkış işlemleri için de biraz beklese en az yirmi dakika
buradaydı. O süreyi Aden ile olan güzel anlarını düşünerek geçiriyordu. Elinde
içi boş olan kalp kolye vardı. Son kez seviştikleri geceyi anımsadığında artık
göz yaşlarını engelleyemiyordu. Aden'i tanıdığından beri tüm ömründe ağlamadığı
kadar ağlamıştı. En sonunda kafasını direksiyona dayayıp hıçkırarak ağlamaya
başladı. Etraftan duyanların kendisini izlediğinin farkında bile değildi. On
dakika sonra yan kapının açılma sesi ile kendine geldi. Arabaya, siyah saçlı
oldukça uzun boylu, üstünde dizlerinde biten beyaz dar etek olan, eteğin
üstünde kalın askılı, gözlerinin rengine uygun bluz giymiş, parfümü iç
gıcıklayıcı biri oturdu.
Ferhat, gözleri yaşlı baktı binen kadına. Çok güzeldi ve kusursuz bir makyajı vardı. Gözlerindeki anlamı engelleyen numaralı gibi gözüken gözlükleri ise yüzüne çok daha seksi bir hava vermişti. Ama Ferhat hiç birinin farkında değildi. Sadece o an alması gereken bayanın tarifine uygun birisinin arabasına oturduğunu fark edebiliyordu. Ama çok tanıdıktı o yüz!
“Sanırım beni bekliyordunuz?”
Ferhat, delirdiğini düşündü.
“Aden?”
“Ta kendisi.”
Ferhat, hemen arabanın camlarını kapattı. Gördüklerine inanmakta zorluk çekiyordu.
“Oyun muydu?”
“Evet”
Ferhat bir anda sımsıkı sarılmıştı Aden'e. “Çok ama çok acımasızsın.” hala inanamıyor, yüzünü gözünü okşayıp duruyordu. Kendisine tüm dünya bağışlanmış gibi hissediyordu. Hala inanamıyordu bu oyunu bu kadar soğukkanlıca oynadıklarına. Albay Mustafa'nın da vereceği hesaplar vardı. İki gündür ömründen en az on yıl gitmişti.
“Çok acımasızca olduğunu biliyorum ama bu benim Ayşe için yapmak zorunda olduğum bir şeydi.”
“Tüm o insanları üzmek mi?”
“Keşke onları üzmeden bir şeyler yapabilseydim ama mümkün değildi.”
“Neden yaptınız? Neden hem onları hem de bizi kandırdınız? Çiğdem de iyi değil mi?”
“Evet o da yarım saat kadar önce Serdar'ın karşısına çıktı. Sanırım şu an ilk heyecan sonrasındaki kavgayı yapıyorlar.”
“Anlat her şeyi.”
“Ayşe yıllardır, kimsesizler mezarlığında yatıyordu. En azından Birkaç akrabasının onun ardından dua edebilmesi için yaptık bunu. Acımasız ama en azından onun ve benim ruhumu huzura kavuşturacak bir yoldu. Hem onu çok sevdi o uzak akrabalar. Böylece o aile var olduğu sürece Ayşe'nin de ruhu rahat edecek. Devamını sonra anlatırım.”
“Hiç bu yönden düşünmemiştim. Onun için iyi olan benim için çok acıydı ama. İki gündür ne yiyor ne içiyorum nefes alamaz haldeydim... bir daha bana bu kadar acımasız ceza verme.”
“Aslında sen cezaların en ağırını hak ediyorsun.”
“Hala mı bana kızgınsın?”
“Bu kez yeni hatan yüzünden kızgınım.”
“Yeni hatam mı?”
“Evet, kaç dakikadır şu arabanın içinde sarmaş dolaşız ve sen hala beni öpmedin.”
“Bu muydu suçum? Bunun cezası ne olacak?”
“Yatak da keseceğim cezanı.”
“O zaman eve kadar öpmeden durayım. Cezam ağırlaşsın.”
“Gel buraya... Sarıl bana ve öp beni.”
İşte asla hayır diyemeyeceği bir teklifti. Ferhat içine sokmak ister gibi sıkıyordu kollarındaki kadını. Her yerine öpücükler konduruyor, hem onu hem kendisini delirtiyordu. Aden zorla uzaklaşıp, “Plana uymuyorsun!” dedi.
“Ne planı?”
“Senin beni götürmen gerekmiyor mu?”
“Tamam ama acele etme. Önce seni gerçekten doya doya öpmek istiyorum.”
Bir süre sonra sakinleşip bir birlerinin yüzlerine bakmaya başladılar.
“Siyah saç çok yakışmış. Müthiş gözüküyorsun.”
“Teşekkür ederim canım. Gerekli değişiklikler bunlar. Gerçi biraz da kestirmek zorunda kaldım ama yine uzar. Hadi yola çıkalım. Çiğdem ve Serdar bizi bekliyor.”
Yola çıktıklarında Aden, elini uzatıp Ferhat'ın elini tuttu. Tüm yolu bu şekilde aldılar. Araçta daha fazla konuşamayacakları için ikisi de sadece sevgi sözcüklerini mırıldanıyordu.
Kartal da olan bir sinemaya girdiler. Ferhat nasıl üsse ulaşacaklarını anlatmıştı. Oldukça kalabalık olan sinemanın tuvaletlerine gittiler. İkisi de özel kabinleri beklemek zorunda kaldılar. O kabinleri kullanabilmek için tuvaletlerde kimse kalmayana kadar oyalandılar bu da neredeyse on dakikalarına mal olmuştu. Tekstil atölyesindekine benzer bir sistemle ikisi de ayrı ayrı kabinlerden üsse giden yola çıktılar. Ferhat, Aden'den bir dakika kadar daha geç gelmişti. Arka tarafa çıkar çıkmaz önce kollarına aldı ve kocaman bir öpücük verdi. Son bir saattir yaşadıklarına inanmak için buna ihtiyacı vardı. Yanına oturduğu andan beri heyecandan mutluluktan elleri titriyor, midesinde aralıksız kelebekler kanat çırpıyordu. Üsse giden yol uzundu. Bir yerden sonra özel bir araca binip öyle devam edeceklerdi. Oraya kadar da Aden, albaya anlattığı planını açıkladı.
“Bana teklif edilen terfiyi kabul ettim. Yani gerçekten Ayşe Sevengül öldü. Bu kaza elbette albay tarafından ayarlandı. Bir haftalık sürede her şeyi düzenlediler. Çiğdem'de artık üs de çalışmak istiyor. Serdar ile birlikte olabilmek için o da buraya inmeye karar verdi. Böylece ayrılmamış da olacaktık. O yüzden benimle Zonguldak'a kadar geldi. Orada altı gün kaldıktan sonra dönüş yoluna çıktık. Gerçek üç cesedi nereden bulduklarını sormadım ama o araçtan bizim kimliklerimizle üç ceset çıktı. Sanırım yakın tarihte ölmüş kişileri kullandılar. Biliyorsun bu konuda müthiş bir düzenleri var. Allah, onlardan rahmetini esirgemesin. Çünkü onlar sayesinde ben buradayım. Araç yola çıktıktan kısa bir süre sonra bir helikopter ile bizler ayrıldık. Şoför de biraz daha yol aldıktan sonra kendi yerine bir erkek cesedini oturtup, aracı şarampole yuvarladı. Böylece üçümüzde o kazada öldük.”
“O lafı kullanma bir daha.”
“Tamam canım. Üzülme artık.”
“Sizleri teşhis etmeye kimse gelmedi mi? Cenazeniz köyden kalktı.”
“Hastane her şeyi yapıp tabutları kapatınca köyde kimse cenazeleri göremedi. Gerçi tedbiri almışlar, maskeler kullanılmış ama çok incelenecek olsa anlaşılırdı bizim olmadığımız. Albay Ayşe'nin gerçek mezarını da taşıttı dün gece. Artık bunları konuşmayalım. Hayatımın beş yıllık kısmını noktaladım. Sen de üzülme artık.”
“Üzülme mi? Sen ne diyorsun. Ben geçen pazartesiden beri yaşamıyorum sanki. Hele o haberi aldığım anı anlatmam mümkün değil. Ben de ölmek istedim.”
“Sakın... sakın öyle bir şey söyleme. Sensiz olmak istemiyorum.”
“Pekala hanımefendi, sizin gönlünüz nasıl razı geldi beni bu kadar üzmeye?”
“Bir şeyleri bilip de benden sakladığın günlerin acısı çıktı desem. Aslında bu akşam da daha bekletecektim ama o kadar ağlamana dayanamazdım. O yüzden hemen yanına geldim.”
“İyi ki geldin. Gerçi bu görüntüne henüz alışamadım ama o kadar güzel ki kısa sürede bu duygu da hep böyle görme isteğine dönüşecek eminim.”
“Demek öyle? Hani ben senin için hep Ayşe idim?”
“Öylesin. Seni Ayşe olarak sevdim. Aden ise benim hayatımın anlamı oldu. Artık Ayşe yok. Aden'im var... cennet bahçem....”
Kendilerini üsse götürecek golf arabası tarzı aracın yanına geldiklerinde şoförün beklediğini gördüler. Oldukça uzun bir yol vardı önlerinde. Ferhat, bu kez sol eli ile Aden'in sağ elini tutmuş, diğer eli ile saçlarını okşuyordu. Arada kulağına saçlarına, dudaklarını değdiriyor, hala şoku üstünden atmaya çalışıyordu.
“Hayatının oyununu oynadın bana biliyorsun değil mi?”
“Hayatımda olacaksan daha bir sürü oyunumun olacağını bil.”
“Sonu güzel biten her oyununa varım.”
“Bu arada senin şu işini ne yapacağız. Ben sevgilimin başka kadınların peşinde dolaşmasını asla kabul edemem.”
“Ben işimi değiştirmeyi zaten düşünüyordum. Senin yüzünden bu işe devam edemeyeceğimi anlamıştım. Bağlı olduğum şirket gerçek bir firma. Ben de orada gerçek bir çalışanım. Yani bu sorgular ikinci işim. Onun için adımla ilgili sorunum yok. Yaşam tarzımla ilgili sorunum yok. Sadece patronun bildiği bir özellik bu ve o patronda anladığın gibi sizden biri. Bana iş verilecekse, o bölgeye en yakın yerin işi bana veriliyordu. Gündüz denetim yapıyordum. O nedenle işimi normal şekilde yapabilirim. Seninle olduğum o ilk günlerde de ben işimi yapıyordum. Akşamları ise seninle birlikte oluyordum.”
“Bu iş seni sıkmayacak mı?”
“Akşam eve geldiğimde beni bekleyen ödülü düşünüp tüm günlerimi keyifli geçireceğimden emin olabilirsin.”
“Çok güzel bir mantık. Sevdim bunu. Aa sana söylemeyi unuttum. Yarın ailemin yanına Ankara'ya gitmem lazım. Uzun bir süredir görüşmüyorduk. Kanada'dan dönüş yaptığıma göre onlara uğramasam olmaz. Yarın sabah yola çıkarım. Birkaç saat kalıp geri dönerim. Pazartesi iş başı yapmam lazım.”
“Tamam sabah erkenden yola çıkarız.”
“Yola mı çıkarız? Sende mi geliyorsun?”
“Aden, bu kez de sen saçma sapan bir soru sordun. Elbette geliyorum. Beni ailenle tanıştırmak istemiyor musun? Müstakbel damatlarını tanımak hakları.”
Aden, kulaklarına inanamıyordu. Bu bir teklif miydi? Bu kadar mutlu olabileceği başka bir şey düşünemiyordu. Gerçi tam bir teklif değildi ama niyetini çok açık ifade ediyordu. Başını kaldırıp, ela gözlerini sevdiği erkeğin gözlerine dikti. Bu kez o gözler tüm sevgisini yansıtıyordu.
“Seni onlarla tanıştırmayı çok istiyorum. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Şoför aracın arkasında olanları duymuyordu ama görebilirdi. Yine de bu öpüşmelerine engel değildi. Dudakları ayrıldığında Aden, başını omuzuna yaslayıp kalan yolu o şekilde aldı.
Üssün kapısından girdiklerinde Çiğdem ile Serdar hemen yanlarına geldiler. Hepsi birbirine sarılmış geride bıraktıkları hayatlarının üstüne sünger çekiyorlardı. Çünkü bir kez daha evlerine ya da mahallelerine geri dönmeyeceklerdi. Aden gibi Çiğdem de aynı şekilde yurda girmiş gibi gösterilmişti. Her ikisi de helikopter ile hava alanına yakın bir noktaya bırakılmış, yine yer altındaki geçişlerle uçaklardan inmiş gibi, alanda gezen otobüslere binmişlerdi. Çiğdem de değişim olarak saçlarını kızıla boyatmış, o da biraz kestirmişti. Gözlerinde de yeşil renkli lensler vardı. Çok değişmişti. Zaten çok güzeldi bu hali ile çok daha güzel olmuştu.
Serdar ve Ferhat iki gündür yaşadıkları acıları unutmuşlardı. Şu an duydukları mutluluk her şeyi unutturacak kadar büyüktü. Bekleme odasın birbirlerine sarılmış otururken albayın geldiğini görüp toparlandılar.
Biri sivil, biri polis teşkilatında olsa da sonuçta hepsinin amiri sayılıyordu albay. Hepsi ile tokalaşıp karşılarına oturdu. “Evet oyuncu bayanlar bu iki delikanlıyı çok üzdüğünüz... Üstelik bu oyuna beni de alet ettiniz. Gerçi sizlerin yeni hayatı için biraz da mecbur olduğumuz bir oyundu bu. Dört yıl kadar önce bir karar verdiniz. Bunca zaman müthiş bir özveriyle çalıştınız. Sizin hakkınızı ödeyemeyiz. Mühendislerimizi peş peşe kaybettiğimiz bir dönemde aldığımız bu zor kararda bize destek verdiniz. Bizler sizin güvenliğinizi basit yöntemlerle sağlarken sizler bize büyük projeler ürettiniz. Bugünden sonra yeni bir hayata başlıyorsunuz. Artık kendi kimliklerinizle ama yine yer altındasınız. Aramıza hoş geldiniz.”
“Teşekkür ederiz, albayım.”
“Yeni göreviniz de zor. Sırlarla örülü hayatınız devam edecek ama kendiniz olacaksınız. Projelerde asla adınız geçmeyecek. Tüm takdirleri başkaları alırken sizler hep gizli kalacaksınız. Bunun can güvenliğiniz için olduğunu zaten biliyorsunuz. İtirazınız var mı?”
“Hayır, albayım.”
“Hayır, albayım.”
“Çok iyi, evet beyler, sizler de artık bu yeni yaşamda onların can güvenliğinden sorumlusunuz. Yeni görevinize itirazınız var mı?”
İki erkek de bu soruya gülerek yanıt verdi...
“Asla”
“Kızlarıma iyi bakın. Pazartesi görüşürüz.”
Albay bekleme odasından çıkarken hepsi ayağa kalkmıştı. Bu kez hepsine tek tek sarılıp vedalaşıyordu. Önce Çiğdem ve Serdar ile vedalaştı. Sonra Ferhat'a sarıldı ve “Çok çetinceviz ama onunla bir tek sen baş edebilirsin. Mutlu olun.” dedi. Sonra Aden'e sarıldı, “Başardın güzel kızım, tüm sınavları başardın. En zoru olan aşk sınavını da büyük başarıyla verdin. Hep doğru kararlar vermeye devam et.” dedi. Aden, “Ama, Ferhat için istifa etmeyi düşünüyordum. Çok da doğru bir karar değildi, albayım.”
“Bu kararın, silahların arasında olsan da duygularını yitirmediğinin kanıtıydı. Gerek olsaydı seni o kararından da vazgeçirirdim. Ama aşk için ikinci şansın garantisi yok. Senin de bu şansı kaybetmeni asla istemedim. Ona iyi bak. Mutlu olun.” dedi ve odadan çıktı.
Albayın ardından kısa bir süre daha oturdular. İki erkek de yaşadıklarının şokunu henüz üstlerinden atamamıştı. Albayın gitmesinden sonra ikisi de hayatta olduklarına inanmak ister gibi hemen ellerine yapıştılar. Ferhat, Aden’in saçlarına şakağına öpücükler konduruyor, diğer çiftin görecek olmasından çekinmiyordu. Gerçi Serdar da Ferhat’dan farklı değildi. Çiğdem’in kulağına söylediği sözler kızın kıpkırmızı kesilmesine neden olmuştu. Ferhat ve Aden onlara gülümseyerek bakıyorlardı. Mutluluklarını ifade edecek kelimeleri bulamıyorlardı. En sonunda sakinleşip eve gitmeye karar verdiler. Geldikleri yoldan geri dönerek, seans başladığı için boşalmış olan tuvaletlerden çıkarak sokakta yeniden buluştular.
Serdar da arabayla gelmişti. Kızlar için Küçükyalı'da ki askerî lojmanlarda evler ayrılmıştı. İsterlerse bu geceden de oraya gidebilirlerdi. İkisi de bu alternatifi düşünmüyordu. Aden, ile Ferhat Çiğdem ve Serdar ile vedalaşıp doğruca Acıbadem'e doğru yola çıktılar. Ferhat hala rüya aleminde gibiydi.
“Canım, gerçi bu gece için bir şeye ihtiyacın yok ama yarın ve sonrası için kıyafetlerine ihtiyacın olacak. Ne yapalım önce lojmana mı uğrayalım?”
“Neden? hep sende kalacağımı düşünmüyorsun değil mi?”
“Ne demek bende kalmamak? Elbette bende kalacaksın.”
“Ne sıfatla?”
“Aden… ne sıfatla olduğunu çok iyi biliyorsun… senin ve ailenin uygun bulduğu bir tarihte evleniyoruz ve sen benim ömür boyu eşim sıfatını alıyorsun. O zamana kadar da benim yanımdan ayrılmıyorsun. Başka yolu yok!”
“Vayyy demek öyle… Eşin sıfatıyla??? Neden ben ne bir soru anımsıyorum ne de yanıt acaba? Bana sorulmamış olduğu için olabilir mi?”
Ferhat, şaşkınlıktan açılmış gözlerle bakıyordu Aden’e. Sonra o şaşkın gözler gülmeye başladı. E5 de arabayı en sağa çekti. Dörtlüleri yaktı ve yan koltukta oturan artık simsiyah saçlara sahip hayatının anlamını kollarının arasına aldı. Kafasını hafifçe geri atarak gözlerine baktı…
“Seni, kaybettiğimi sandığımda ölmeyi isteyecek kadar çok seviyorum. Geçmişimizde yaşadığımız olaylar bizi hem çok yakınlaştırdı hem de her türlü kayıp duygusunu yaşamamıza neden oldu. Bugün ve bu andan sonra sadece mutluluğumuz için çaba göstermeye, hiç yalan söylemeden geçecek bir ömrü benimle paylaşmaya hazır mısın? Benimle evlenir misin?”
“Düşünmem lazım.”
Ferhat, yanıtı duyduğu an nefesini tuttu…. Sonra kahkahayla gülmeye başladı….
“Bu gecelik oyunun yetmedi mi? Sen beni gerçekten kalpten götüreceksin. Hadi söyle artık…”
“Seni seviyorum ve tek isteğim senin karın olmak. En kısa sürede evlenelim.”
Ferhat, gözleri yaşlı baktı binen kadına. Çok güzeldi ve kusursuz bir makyajı vardı. Gözlerindeki anlamı engelleyen numaralı gibi gözüken gözlükleri ise yüzüne çok daha seksi bir hava vermişti. Ama Ferhat hiç birinin farkında değildi. Sadece o an alması gereken bayanın tarifine uygun birisinin arabasına oturduğunu fark edebiliyordu. Ama çok tanıdıktı o yüz!
“Sanırım beni bekliyordunuz?”
Ferhat, delirdiğini düşündü.
“Aden?”
“Ta kendisi.”
Ferhat, hemen arabanın camlarını kapattı. Gördüklerine inanmakta zorluk çekiyordu.
“Oyun muydu?”
“Evet”
Ferhat bir anda sımsıkı sarılmıştı Aden'e. “Çok ama çok acımasızsın.” hala inanamıyor, yüzünü gözünü okşayıp duruyordu. Kendisine tüm dünya bağışlanmış gibi hissediyordu. Hala inanamıyordu bu oyunu bu kadar soğukkanlıca oynadıklarına. Albay Mustafa'nın da vereceği hesaplar vardı. İki gündür ömründen en az on yıl gitmişti.
“Çok acımasızca olduğunu biliyorum ama bu benim Ayşe için yapmak zorunda olduğum bir şeydi.”
“Tüm o insanları üzmek mi?”
“Keşke onları üzmeden bir şeyler yapabilseydim ama mümkün değildi.”
“Neden yaptınız? Neden hem onları hem de bizi kandırdınız? Çiğdem de iyi değil mi?”
“Evet o da yarım saat kadar önce Serdar'ın karşısına çıktı. Sanırım şu an ilk heyecan sonrasındaki kavgayı yapıyorlar.”
“Anlat her şeyi.”
“Ayşe yıllardır, kimsesizler mezarlığında yatıyordu. En azından Birkaç akrabasının onun ardından dua edebilmesi için yaptık bunu. Acımasız ama en azından onun ve benim ruhumu huzura kavuşturacak bir yoldu. Hem onu çok sevdi o uzak akrabalar. Böylece o aile var olduğu sürece Ayşe'nin de ruhu rahat edecek. Devamını sonra anlatırım.”
“Hiç bu yönden düşünmemiştim. Onun için iyi olan benim için çok acıydı ama. İki gündür ne yiyor ne içiyorum nefes alamaz haldeydim... bir daha bana bu kadar acımasız ceza verme.”
“Aslında sen cezaların en ağırını hak ediyorsun.”
“Hala mı bana kızgınsın?”
“Bu kez yeni hatan yüzünden kızgınım.”
“Yeni hatam mı?”
“Evet, kaç dakikadır şu arabanın içinde sarmaş dolaşız ve sen hala beni öpmedin.”
“Bu muydu suçum? Bunun cezası ne olacak?”
“Yatak da keseceğim cezanı.”
“O zaman eve kadar öpmeden durayım. Cezam ağırlaşsın.”
“Gel buraya... Sarıl bana ve öp beni.”
İşte asla hayır diyemeyeceği bir teklifti. Ferhat içine sokmak ister gibi sıkıyordu kollarındaki kadını. Her yerine öpücükler konduruyor, hem onu hem kendisini delirtiyordu. Aden zorla uzaklaşıp, “Plana uymuyorsun!” dedi.
“Ne planı?”
“Senin beni götürmen gerekmiyor mu?”
“Tamam ama acele etme. Önce seni gerçekten doya doya öpmek istiyorum.”
Bir süre sonra sakinleşip bir birlerinin yüzlerine bakmaya başladılar.
“Siyah saç çok yakışmış. Müthiş gözüküyorsun.”
“Teşekkür ederim canım. Gerekli değişiklikler bunlar. Gerçi biraz da kestirmek zorunda kaldım ama yine uzar. Hadi yola çıkalım. Çiğdem ve Serdar bizi bekliyor.”
Yola çıktıklarında Aden, elini uzatıp Ferhat'ın elini tuttu. Tüm yolu bu şekilde aldılar. Araçta daha fazla konuşamayacakları için ikisi de sadece sevgi sözcüklerini mırıldanıyordu.
Kartal da olan bir sinemaya girdiler. Ferhat nasıl üsse ulaşacaklarını anlatmıştı. Oldukça kalabalık olan sinemanın tuvaletlerine gittiler. İkisi de özel kabinleri beklemek zorunda kaldılar. O kabinleri kullanabilmek için tuvaletlerde kimse kalmayana kadar oyalandılar bu da neredeyse on dakikalarına mal olmuştu. Tekstil atölyesindekine benzer bir sistemle ikisi de ayrı ayrı kabinlerden üsse giden yola çıktılar. Ferhat, Aden'den bir dakika kadar daha geç gelmişti. Arka tarafa çıkar çıkmaz önce kollarına aldı ve kocaman bir öpücük verdi. Son bir saattir yaşadıklarına inanmak için buna ihtiyacı vardı. Yanına oturduğu andan beri heyecandan mutluluktan elleri titriyor, midesinde aralıksız kelebekler kanat çırpıyordu. Üsse giden yol uzundu. Bir yerden sonra özel bir araca binip öyle devam edeceklerdi. Oraya kadar da Aden, albaya anlattığı planını açıkladı.
“Bana teklif edilen terfiyi kabul ettim. Yani gerçekten Ayşe Sevengül öldü. Bu kaza elbette albay tarafından ayarlandı. Bir haftalık sürede her şeyi düzenlediler. Çiğdem'de artık üs de çalışmak istiyor. Serdar ile birlikte olabilmek için o da buraya inmeye karar verdi. Böylece ayrılmamış da olacaktık. O yüzden benimle Zonguldak'a kadar geldi. Orada altı gün kaldıktan sonra dönüş yoluna çıktık. Gerçek üç cesedi nereden bulduklarını sormadım ama o araçtan bizim kimliklerimizle üç ceset çıktı. Sanırım yakın tarihte ölmüş kişileri kullandılar. Biliyorsun bu konuda müthiş bir düzenleri var. Allah, onlardan rahmetini esirgemesin. Çünkü onlar sayesinde ben buradayım. Araç yola çıktıktan kısa bir süre sonra bir helikopter ile bizler ayrıldık. Şoför de biraz daha yol aldıktan sonra kendi yerine bir erkek cesedini oturtup, aracı şarampole yuvarladı. Böylece üçümüzde o kazada öldük.”
“O lafı kullanma bir daha.”
“Tamam canım. Üzülme artık.”
“Sizleri teşhis etmeye kimse gelmedi mi? Cenazeniz köyden kalktı.”
“Hastane her şeyi yapıp tabutları kapatınca köyde kimse cenazeleri göremedi. Gerçi tedbiri almışlar, maskeler kullanılmış ama çok incelenecek olsa anlaşılırdı bizim olmadığımız. Albay Ayşe'nin gerçek mezarını da taşıttı dün gece. Artık bunları konuşmayalım. Hayatımın beş yıllık kısmını noktaladım. Sen de üzülme artık.”
“Üzülme mi? Sen ne diyorsun. Ben geçen pazartesiden beri yaşamıyorum sanki. Hele o haberi aldığım anı anlatmam mümkün değil. Ben de ölmek istedim.”
“Sakın... sakın öyle bir şey söyleme. Sensiz olmak istemiyorum.”
“Pekala hanımefendi, sizin gönlünüz nasıl razı geldi beni bu kadar üzmeye?”
“Bir şeyleri bilip de benden sakladığın günlerin acısı çıktı desem. Aslında bu akşam da daha bekletecektim ama o kadar ağlamana dayanamazdım. O yüzden hemen yanına geldim.”
“İyi ki geldin. Gerçi bu görüntüne henüz alışamadım ama o kadar güzel ki kısa sürede bu duygu da hep böyle görme isteğine dönüşecek eminim.”
“Demek öyle? Hani ben senin için hep Ayşe idim?”
“Öylesin. Seni Ayşe olarak sevdim. Aden ise benim hayatımın anlamı oldu. Artık Ayşe yok. Aden'im var... cennet bahçem....”
Kendilerini üsse götürecek golf arabası tarzı aracın yanına geldiklerinde şoförün beklediğini gördüler. Oldukça uzun bir yol vardı önlerinde. Ferhat, bu kez sol eli ile Aden'in sağ elini tutmuş, diğer eli ile saçlarını okşuyordu. Arada kulağına saçlarına, dudaklarını değdiriyor, hala şoku üstünden atmaya çalışıyordu.
“Hayatının oyununu oynadın bana biliyorsun değil mi?”
“Hayatımda olacaksan daha bir sürü oyunumun olacağını bil.”
“Sonu güzel biten her oyununa varım.”
“Bu arada senin şu işini ne yapacağız. Ben sevgilimin başka kadınların peşinde dolaşmasını asla kabul edemem.”
“Ben işimi değiştirmeyi zaten düşünüyordum. Senin yüzünden bu işe devam edemeyeceğimi anlamıştım. Bağlı olduğum şirket gerçek bir firma. Ben de orada gerçek bir çalışanım. Yani bu sorgular ikinci işim. Onun için adımla ilgili sorunum yok. Yaşam tarzımla ilgili sorunum yok. Sadece patronun bildiği bir özellik bu ve o patronda anladığın gibi sizden biri. Bana iş verilecekse, o bölgeye en yakın yerin işi bana veriliyordu. Gündüz denetim yapıyordum. O nedenle işimi normal şekilde yapabilirim. Seninle olduğum o ilk günlerde de ben işimi yapıyordum. Akşamları ise seninle birlikte oluyordum.”
“Bu iş seni sıkmayacak mı?”
“Akşam eve geldiğimde beni bekleyen ödülü düşünüp tüm günlerimi keyifli geçireceğimden emin olabilirsin.”
“Çok güzel bir mantık. Sevdim bunu. Aa sana söylemeyi unuttum. Yarın ailemin yanına Ankara'ya gitmem lazım. Uzun bir süredir görüşmüyorduk. Kanada'dan dönüş yaptığıma göre onlara uğramasam olmaz. Yarın sabah yola çıkarım. Birkaç saat kalıp geri dönerim. Pazartesi iş başı yapmam lazım.”
“Tamam sabah erkenden yola çıkarız.”
“Yola mı çıkarız? Sende mi geliyorsun?”
“Aden, bu kez de sen saçma sapan bir soru sordun. Elbette geliyorum. Beni ailenle tanıştırmak istemiyor musun? Müstakbel damatlarını tanımak hakları.”
Aden, kulaklarına inanamıyordu. Bu bir teklif miydi? Bu kadar mutlu olabileceği başka bir şey düşünemiyordu. Gerçi tam bir teklif değildi ama niyetini çok açık ifade ediyordu. Başını kaldırıp, ela gözlerini sevdiği erkeğin gözlerine dikti. Bu kez o gözler tüm sevgisini yansıtıyordu.
“Seni onlarla tanıştırmayı çok istiyorum. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Şoför aracın arkasında olanları duymuyordu ama görebilirdi. Yine de bu öpüşmelerine engel değildi. Dudakları ayrıldığında Aden, başını omuzuna yaslayıp kalan yolu o şekilde aldı.
Üssün kapısından girdiklerinde Çiğdem ile Serdar hemen yanlarına geldiler. Hepsi birbirine sarılmış geride bıraktıkları hayatlarının üstüne sünger çekiyorlardı. Çünkü bir kez daha evlerine ya da mahallelerine geri dönmeyeceklerdi. Aden gibi Çiğdem de aynı şekilde yurda girmiş gibi gösterilmişti. Her ikisi de helikopter ile hava alanına yakın bir noktaya bırakılmış, yine yer altındaki geçişlerle uçaklardan inmiş gibi, alanda gezen otobüslere binmişlerdi. Çiğdem de değişim olarak saçlarını kızıla boyatmış, o da biraz kestirmişti. Gözlerinde de yeşil renkli lensler vardı. Çok değişmişti. Zaten çok güzeldi bu hali ile çok daha güzel olmuştu.
Serdar ve Ferhat iki gündür yaşadıkları acıları unutmuşlardı. Şu an duydukları mutluluk her şeyi unutturacak kadar büyüktü. Bekleme odasın birbirlerine sarılmış otururken albayın geldiğini görüp toparlandılar.
Biri sivil, biri polis teşkilatında olsa da sonuçta hepsinin amiri sayılıyordu albay. Hepsi ile tokalaşıp karşılarına oturdu. “Evet oyuncu bayanlar bu iki delikanlıyı çok üzdüğünüz... Üstelik bu oyuna beni de alet ettiniz. Gerçi sizlerin yeni hayatı için biraz da mecbur olduğumuz bir oyundu bu. Dört yıl kadar önce bir karar verdiniz. Bunca zaman müthiş bir özveriyle çalıştınız. Sizin hakkınızı ödeyemeyiz. Mühendislerimizi peş peşe kaybettiğimiz bir dönemde aldığımız bu zor kararda bize destek verdiniz. Bizler sizin güvenliğinizi basit yöntemlerle sağlarken sizler bize büyük projeler ürettiniz. Bugünden sonra yeni bir hayata başlıyorsunuz. Artık kendi kimliklerinizle ama yine yer altındasınız. Aramıza hoş geldiniz.”
“Teşekkür ederiz, albayım.”
“Yeni göreviniz de zor. Sırlarla örülü hayatınız devam edecek ama kendiniz olacaksınız. Projelerde asla adınız geçmeyecek. Tüm takdirleri başkaları alırken sizler hep gizli kalacaksınız. Bunun can güvenliğiniz için olduğunu zaten biliyorsunuz. İtirazınız var mı?”
“Hayır, albayım.”
“Hayır, albayım.”
“Çok iyi, evet beyler, sizler de artık bu yeni yaşamda onların can güvenliğinden sorumlusunuz. Yeni görevinize itirazınız var mı?”
İki erkek de bu soruya gülerek yanıt verdi...
“Asla”
“Kızlarıma iyi bakın. Pazartesi görüşürüz.”
Albay bekleme odasından çıkarken hepsi ayağa kalkmıştı. Bu kez hepsine tek tek sarılıp vedalaşıyordu. Önce Çiğdem ve Serdar ile vedalaştı. Sonra Ferhat'a sarıldı ve “Çok çetinceviz ama onunla bir tek sen baş edebilirsin. Mutlu olun.” dedi. Sonra Aden'e sarıldı, “Başardın güzel kızım, tüm sınavları başardın. En zoru olan aşk sınavını da büyük başarıyla verdin. Hep doğru kararlar vermeye devam et.” dedi. Aden, “Ama, Ferhat için istifa etmeyi düşünüyordum. Çok da doğru bir karar değildi, albayım.”
“Bu kararın, silahların arasında olsan da duygularını yitirmediğinin kanıtıydı. Gerek olsaydı seni o kararından da vazgeçirirdim. Ama aşk için ikinci şansın garantisi yok. Senin de bu şansı kaybetmeni asla istemedim. Ona iyi bak. Mutlu olun.” dedi ve odadan çıktı.
Albayın ardından kısa bir süre daha oturdular. İki erkek de yaşadıklarının şokunu henüz üstlerinden atamamıştı. Albayın gitmesinden sonra ikisi de hayatta olduklarına inanmak ister gibi hemen ellerine yapıştılar. Ferhat, Aden’in saçlarına şakağına öpücükler konduruyor, diğer çiftin görecek olmasından çekinmiyordu. Gerçi Serdar da Ferhat’dan farklı değildi. Çiğdem’in kulağına söylediği sözler kızın kıpkırmızı kesilmesine neden olmuştu. Ferhat ve Aden onlara gülümseyerek bakıyorlardı. Mutluluklarını ifade edecek kelimeleri bulamıyorlardı. En sonunda sakinleşip eve gitmeye karar verdiler. Geldikleri yoldan geri dönerek, seans başladığı için boşalmış olan tuvaletlerden çıkarak sokakta yeniden buluştular.
Serdar da arabayla gelmişti. Kızlar için Küçükyalı'da ki askerî lojmanlarda evler ayrılmıştı. İsterlerse bu geceden de oraya gidebilirlerdi. İkisi de bu alternatifi düşünmüyordu. Aden, ile Ferhat Çiğdem ve Serdar ile vedalaşıp doğruca Acıbadem'e doğru yola çıktılar. Ferhat hala rüya aleminde gibiydi.
“Canım, gerçi bu gece için bir şeye ihtiyacın yok ama yarın ve sonrası için kıyafetlerine ihtiyacın olacak. Ne yapalım önce lojmana mı uğrayalım?”
“Neden? hep sende kalacağımı düşünmüyorsun değil mi?”
“Ne demek bende kalmamak? Elbette bende kalacaksın.”
“Ne sıfatla?”
“Aden… ne sıfatla olduğunu çok iyi biliyorsun… senin ve ailenin uygun bulduğu bir tarihte evleniyoruz ve sen benim ömür boyu eşim sıfatını alıyorsun. O zamana kadar da benim yanımdan ayrılmıyorsun. Başka yolu yok!”
“Vayyy demek öyle… Eşin sıfatıyla??? Neden ben ne bir soru anımsıyorum ne de yanıt acaba? Bana sorulmamış olduğu için olabilir mi?”
Ferhat, şaşkınlıktan açılmış gözlerle bakıyordu Aden’e. Sonra o şaşkın gözler gülmeye başladı. E5 de arabayı en sağa çekti. Dörtlüleri yaktı ve yan koltukta oturan artık simsiyah saçlara sahip hayatının anlamını kollarının arasına aldı. Kafasını hafifçe geri atarak gözlerine baktı…
“Seni, kaybettiğimi sandığımda ölmeyi isteyecek kadar çok seviyorum. Geçmişimizde yaşadığımız olaylar bizi hem çok yakınlaştırdı hem de her türlü kayıp duygusunu yaşamamıza neden oldu. Bugün ve bu andan sonra sadece mutluluğumuz için çaba göstermeye, hiç yalan söylemeden geçecek bir ömrü benimle paylaşmaya hazır mısın? Benimle evlenir misin?”
“Düşünmem lazım.”
Ferhat, yanıtı duyduğu an nefesini tuttu…. Sonra kahkahayla gülmeye başladı….
“Bu gecelik oyunun yetmedi mi? Sen beni gerçekten kalpten götüreceksin. Hadi söyle artık…”
“Seni seviyorum ve tek isteğim senin karın olmak. En kısa sürede evlenelim.”
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder