29 Mart 2015 Pazar

ESKİ KARIM! / YENİ AŞKIM !

ESKİ KARIM! / YENİ AŞKIM !

Bu akşam da arkadaşlarla bardayız. Çok güzel oluyor erkek erkeğe takılmak. Bara gelen güzelleri süzmek ve yorum yapmak!

Güzeller ama ne yapalım? Haklarında konuşmayalım mı?

Bazen, bizden birileri kızlarla tanışıyor. Olursa tek gecelik ilişki, olmazsa birkaç saatlik flört ile vakit geçiriyorlar. Hayatlarını yaşıyorlar.

Ben mi?

Ben de hayatımı yaşıyorum. Bekarım, rahatım, keyifliyim.

Gerçi on bir ay öncesine kadar evliydim. Çok severek evlendik. Çok da mutluyduk. Sonra… Sonra ne olduysa oldu, bir aradayken her şeye kavga eder olduk. Kıskançlıklar da vardı ama asıl neden bu değildi. Asıl nedenin üstünlük ispatlamak olduğunu söyledi çevremdeki bazı kişiler.

Haklılar…


Ben karıma, karım da bana bağımsızlık ispatına girdik. Ama sanırım ben başlattım. Önce hafta sonları onsuz gezmeye gittim. Masum gecelerdi ama ayda üçe dörde çıkınca doğal olarak kızmaya başladı. Bakmayın şimdi ‘doğal’ dediğime o zaman sinirleniyordum. Bana ne hakla karışıyordu? Gündüz onunlaydım. Akşam çıktığımda da bildiği, tanıdığı arkadaşlarımla bir iki kadeh içip evimin yolunu da buluyor ve asla geç gelmiyordum. Hatta arkadaşlarımın kılıbık demesine bile aldırmıyordum. Ama bu da yetmiyordu eski karıma. Ayda bir olurmuş ama her hafta sonu ne demekmiş?

Bana hesap soruyor!

Ben ona karışıyor muydum? Hayır. Arkadaşları ile gündüz buluşuyor, günlere katılıyor, alışverişe çıkıyordu. Neden karışacaktım ki? Aradığımda ulaşıyordum ve hep benden önce evde oluyordu. Yemeğim hep hazırdı. Ev zaten derli topluydu. Çok hamarat sanmayın. Temizliği haftada bir gelen kadın yapıyor. Ütü için de bazen aynı kadını yarım gün tutuyor. Vakti yokmuş!

Nasıl vakti yok anlamıyorum!

Sabah yedide evden çıkıyor. Akşam yedide eve geliyordu. Ben de sekiz buçuk gibi geliyorum. Koskoca bir buçuk saati vardı ama yetmiyordu. Neymiş… Yemek yapıyormuş. Duyan hanımefendiyi her akşam üç kap yemek yapıyor sanır. Genelde ızgaralar ya da annemlerden gelirken elimize tutuşturulan yemeklerle karnımız doyuyor. Annemin yemeğini yiyecek olduktan sonra neden evlendim ki? Annemde çamaşırımı yıkıyor, ütümü yapıyordu.

Sadece seks için evlenmek saçma. Gerçi öyle de olmadı. Karıma ilk görüşte aşık olmuştum. Tek sorun zamanla o aşkın yok olmasıydı. Bir yıl evli kaldıktan sonra boşanma kararı verdik ve bir yıllık evliliği on dakikada bitirdik.

Elbette bu kadar rahat değildim o gün. Boşanmak hiç istemediğim bir şeydi ama bir kavga anında ağzımdan çıktı sonra da geri alamadım. O da yarım adım bile geri atmadı. Sanki dünden razı gibiydi. Kısa bir süre, gerçekten ‘kısa bir süre’ başkası mı var da bu kadar kararlı boşanmaya dedim. Sonra da kızdım kendime. Sanki karımı tanımıyordum. Ebru, kesinlikle öyle biri değil. Ne ben, ne de o asla aldatmadık. Eminim bundan.

On bir ay önce bir sabah adliye binası evli girdik, boşanmış olarak çıktık. O gün bu gün bekarım. Ve kendime yeni bir aşk arıyorum.

Evet, aşk arıyorum. Ama istediğim gibi bulamıyorum.

Barda aşk mı aranır? Aile kurmayı düşünenlerin mekanı değil ki bar.

Aile kurmak? Ben kıyısından döndüm. Bu hafta sonu ise bir arkadaşımız evleniyor. Onun bir nevi bekarlığa vedası. Öyle Amerikanvari değil. Sadece bekar olarak son kez barda buluşalım dedi.

Üç gün sonra yani Cumartesi günü önce nikah ve ardından kokteyl verecekler.

Kokteyl!

 Biz düğün yapmıştık. Ne de çok eğlenmiştik! Kokteyl ne işe yarar? Yarar, yarar. Bizim kazmalar belki dans pistinde dağıtmadan birileri ile tanışırlar da onlar da başlarını yakar…

Ben başımı yakmıştım. Yakmıştım tabii. Yoksa neden bir an önce ayrılmak isteyeyim?

Oysa artık tuhaf bir ruh hali içindeyim. Sadece güzel anıları hatırlıyorum. Neden kavga ettiğimi düşündüğümde aklıma nerdeyse tek bir düzgün neden gelmiyor. Boşuna denmiyor, incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerden kavga ediliyor diye. Öyle olmasa anımsardım.

Barmene dönüp bir tane daha istedim. Bu gece, kafam daha da karışık. Ne yapacağım? Hayatımın bundan sonraki düzeni ne olacak? Yeni kadeh barın üstüne kondu. İçki neye yarıyor ki? Tadım yok işte. Hayatım karmakarışık oldu. Eve gitsem bomboş bir eve gireceğim. Yatağım da boş. Ebru ne yapıyor acaba? Ayrıldığımızdan beri aklımdan tek bir an çıkmıyor. Ne yapıyor, nasıl hissediyor? Bilmemek beni çıldırtıyor. Kadehimdekini tek yudumda bitirdim. Barmene bir tane daha doldurmasını söyledim. Çocuklar kahkahalarını kesip bana bakmaya başladı.

“Ne oldu? Neden bakıyorsunuz öyle?”

“Yok bir şey. Son fıkrayı duydun mu?”

“Neymiş o?”

“Bir adam gazeteye ilan vermiş: 'Eş arıyorum'  Ertesi gün yüzlerce mektup almış. Hepsi aynı şeyi söylüyormuş. 'Benimkini alabilirsin.' “

“Ha ha ha çok komik. Bu muydu güldüğünüz komik fıkra?”

“Onu beğenmediysen bunu dinle; Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz. 'Ya  arabası yenidir ya da karısı!..' “

Herkes kahkahayla gülüyordu… Ben hariç!

Bu akşam arkadaşlar da damarıma basmak için yarış yapıyor. Hayır aslında evlenecek arkadaşa takılıyorlardı ama söylenen her söz beni rahatsız ediyor. Ebru hiç araba kapısı açmamı falan beklemezdi. Güçlü kadındı. Basit kaprislerin peşinde koşmazdı. Ebru güçlü kadındı gerçekten.

Nasılsın diye arasam, sesini duysam! Ne bahane ile arayacağım? Bir önceki arama nedenim elimin altındaki bir albümü bulamadım bahanesiydi. Bu kez ne soracağım? Sesini duymak için nasıl bir yalan uyduracağım? İlk zamanlar bahane bulmak kolaydı.

Bahane buluyorum evet. Sesini duymak istiyorum. Yanında olmak istiyorum. Ama bunları ancak alkol alınca itiraf ediyorum. Benim en kısa zamanda yeni bir aşk bulmam lazım. Ebru’yu aklımdan silmem lazım. Kısa vadede ise yanımdakilerden kurtulmam lazım. Bu akşam benimle uğraşmaktan vazgeçmeyecekler.

“İyi akşamlar çocuklar. Sabah erken toplantım var. Görüşürüz.”

“Bunu dinlemeden gidemezsin. Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır: ''Seninle evlendiğimde tam  bir aptalmışım.'' Adam cevap verir: ''Evet aşıktım, fark edemedim.''

“Sizin başka bir konunuz yok mu?”

“Olmaz mı? Son bir tane de ben anlatayım. Sen akıllısın kısa zamanda kurtuldun ama bu arkadaşımızın akıllanmaya niyeti yok. Belki bunu dinler de vazgeçer. Melih Cevdet'e sormuşlar 'evlilik nedir' diye. Eskiden demiş, kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabi o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna 'evlenmek' denirdi. Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik 'katlanmaktır' demiş.”

Soğuk bir hava oluştu masada.

Katlanmak!

Aslında bazı noktalarda haklıymış zatı muhterem. Sevgi her şeyin kabulünü kolaylaştırıyor ama aslında katlanmayı sağlıyor. Ebru bana katlanamadığı için boşandı. Ben Ebru’ya katlanamadım. Benim kadar dik durmasından hiç hoşlanmadım. Yalan söylüyorum. İlk tanıştığımızda çok hoşlandım. Ayakları üstünde duran bir kadın dedim. Sonra ne yaptım? Benim ayaklarım ikimize de yetsin ben tek başıma ayakta dururum, o da bana tutunsun, dedim.

Yanlış insanı mı seçtim?

Ebru böyle biri değildi ki. Sonuç ortada zaten!

Boşandı benden.
Aşkın yanlışı var tabii ama Ebru yanlış insan değildi. O benim öbür yarımdı. Ve ben farkında olmadan ondan bunu almaya çabaladım. Bunları neden daha önce anlamadığıma hayıflanarak kalktım yerimden.

Payıma düşeni ödedim ve ayrıldım bardan. Çıkmadan önce hesabı damada yüklemeye kalkanları da uyardım. “Onun masrafı çok olacak. Köstek olmayın. Bir de borç yüzünden boşanan arkadaş katılmasın aramıza” vedalaştım ve sıcak yaz gecesine çıktım.

*****

Ertesi gün onlarca kez telefonu elime alıp bıraktım. Ne diye arayacaktım. Sadece sesini duymak istedim desem ne yapardı acaba? Yüzüme mi kapardı? O öyle şeyler yapmaz. Sevgi doludur. Kimseyi kırmaz.

‘Beni kırdı ama’ diye geçirdim içimden. Beni kırdı. Evliliğimizi kurtarmak için hiçbir şey yapmadı. Bunları düşündüğümde aramaktan vazgeçiyordum. Ve aramaktan vazgeçmek için bunları düşünüyordum. Çünkü yine kendimi kandırıyordum.

En sonunda hafta sonu nikahta görebileceğimi düşünüp telefonu cebime koydum.

*****

Ne kadar güzel gözüküyor. İlk gördüğümde de böyle çarpmıştı beni. Ne zaman bronzlaşmış böyle? Kimle gitti acaba tatile? Bir erkekle mi?

Bana ne? Beni ilgilendirmiyor artık. Ben etrafıma bakayım. Bir sürü bekar genç kız vardır nasılsa. İşte, şu köşede etrafa umursamaz bakan güzel biri. Ah… Yanına gelen erkek de öyle düşünüyor olmalı.

Ebru kiminle geldi acaba?

İşte bu soru beni bitirdi. Çünkü gözümü ondan ayırmamaya başladım. En azından kısa sürelerle başka taraflara çevirdim başımı. Ortak arkadaşların bir an önce evlenmesini ve bir daha böyle bir ortamda bir araya gelmemeyi diledim.

O beni ya görmedi ya da görmezlikten geldi. Görmemiştir. Kavgalı ayrılmadık ki…

Çok özledim onu…

O da beni özledi mi acaba? Başıma ağrı nerden saplandı? Lanet nikah bir an önce bitse de evime gitsem. Kokteyle falan katılamam. Ebru gidecektir eminim. Yanında yine onun kız  arkadaş grubu! Erkekler de var grupta. Kim onlar? Birilerinin erkek arkadaşı mı? Ebru?

Evet, erkeklerden biri Ebru’nun yanında!

Bunu hiç beklemiyordum. Yaşadığım acıyı anlatmam mümkün değil. Önce kalbim sıkıştı. Sanki bir el sıktı kalbimi. Sonra aynı acıyı midemde hissetmeye başladım. O an vücudumdan ateş çıktığına eminim. Terlemeye başladım. Başım da mı dönüyor ne. Acil hava almam gerekiyor.

Bunu gerçekten beklemiyordum. Benim geleceğimi bile bile yanında bir erkekle gelmiş. Nikahı beklemeden ayrılmayı düşündüm ama o an salonun anonsu, bizimkilerin nikahının başlayacağını haber verdi. Bardaki çocuklar yanıma geldi. Hepsi yüzümden bir şeyler olduğunu anlamıştı.

“İyi misin?” sorularına kısaca “İyiyim” yanıtı verip salona yürüdüm. Onu görecek ama kendim gözükmeyecek şekilde bir sütun arkasına geçtim. Lanet nikah bitse de gitsem.

En başa Ebru oturdu. Erkek de hemen yanındaki koltuğa yerleşti. Ne bekliyordum ki? Diğer yanına oturan da Ebru’nun en yakın arkadaşlarından. Üçü koyu bir sohbete daldı. Neyse ki gelinle damat geldiler de onların da bu samimi hallerini izlemekten kurtuldum.

Nikah biter bitmez bizimkileri tebrik ettim ve kokteyle katılamayacağımı söyledim.

“Ebru da katılamıyormuş. Neler oluyor size? Aynı ortamda bulunamıyor musunuz?” Adama bak. Kardeşim sen benim kulağıma bunları fısıldayana kadar sıradaki kişilerin taktığı takıları, paraları kabul etsene. Deli mi ne?

“Benim işim var. Erken biterse uğrarım.”  

Nikah salonundan çıkar çıkmaz derin soluklarla kendime gelmeye çalıştım. Bu kadar kötü hissedeceğimi hiç tahmin etmemiştim. Nasılsa boşandık, herkes hayatını yaşar, diyordum. Boşandıktan sonra eki karısının peşine düşen, başka erkekle buluştu diye döven ya da öldüren adamları asla anlamazdım. Bitmişse bitmiş, neden hala onun peşindesin be adam?, diye sorardım. Şu an anlıyorum. Dövmeyi öldürmeyi değil tabii. Neden peşlerinde olduklarını anlıyorum.

Geçen gece barda verdiğim kararımı uygulamalıyım.

Ben ‘mutlaka’ birini bulmalıyım.

*****

İlk randevuma gidiyorum bugün. Bir arkadaş tanıştırdı. Güzel bir kız. Sohbeti de güzel. Bu akşam ilk defa baş başa vakit geçireceğiz. Onu güzel bir lokantaya götürmem lazım. Ama lokanta bulmak ne kadar güç, biliyor musunuz? Çünkü sevdiğim her yere Ebru ile gittim. Onunla gittiğim yerlere onsuz gitmek canımı yakıyor. O yüzden başka bir kadını götüremem.

Ben bu kadar önem verirken Ebru da veriyor mu acaba? Hiç sanmıyorum. Nikaha erkek arkadaşını getirdiğine göre, benim ile ilgili saygı duyacağı bir şey kalmamış. Ama ben yapamıyorum. Bir gün belki… Ama o gün, bu gün değil.

Bu akşam yeni açılan, daha önce hiç gitmediğim bir lokantaya götürmeye karar verdim. Umarım servis iyidir. 

Evinden alabileceğimi söyledim ama ayıp olurmuş. Otobüs durağından aldım. Ebru ile de böyle başlamıştık. Önce otobüs duraklarından alıyordum. Sonra evinden alır olmuştum. Anne babası ile de tanışmıştım kısa süre sonra. Selin’in de ailesi ile tanışırım sanırım kısa zamanda. Bakalım nasıl biri?

*****

Lokantadaki dakikaları saydım. Az pişmiş biftek isteyip de ortasındaki kırmızı kısmı gördüğünde soluğu tuvalette alan birini ilk kez gördüm. Acaba ismini beğendiği en pahalı yemek o muydu?  Geri döndüğünde de ilginç bir açıklamada bulundu. “Çok heyecanlıyım da sanırım ondan böyle oldu!”

Ne o? Bu kızın planları fazla mı hızlı? Yoksa o benim ondan hoşlandığımdan daha mı çok hoşlandı benden? Mümkün tabii. Ben beğenilecek bir erkeğim. Lokantaya girdiğimizden beri kaç kadının beni süzdüğünü söylesem, hava attığımı düşünürsünüz.

Tabii, Selin’in ilk ve tek vukuatı bu değil. Hoş sohbet demiştim değil mi? iki kadeh içtikten sonra o hoş kısmı kalkıyor, aralıksız konuşan biri geliyor. Bu yetmezmiş gibi az önce bana baktığını söylediğim kadınlar yüzünden kavga etmeye de başladı. Hesabı istedim ve evine bıraktım.

İlk denemem fiyaskoyla sonuçlandı.

Arabada tek başıma kaldığımda Ebru ile ilk buluşmamızı düşünmeye başladım. Ne kadar çok gülüp eğlenmiştik. Eve dönerken ayağı takılmış, dizlerinin üstüne düşmüştü. Hem dizi hem eli kanamıştı. Can acısı ile ağlamamaya çalışırken ne kadar tatlıydı. İlk iş bir eczane bulup yararlını temizletmiştik. 

Günlerce sakar diyerek dalga geçmiştim ama her seferinde bana yanıtı “Elimi tutuyor olsaydın düşmezdim” olmuştu. Çünkü o gece eczaneden çıktığımız an elini tutmuştum. Bir daha da bırakmamıştım.

Keşke hiç bırakmasaydım. O can acısı ile yaşlanmış gözlerindeki sevgi ile baksaydı bana. Ben de içimdeki sevgiyi aktarsaydım ona. Ölene kadar baksaydım, elinden tutsaydım, asla düşmesine izin vermeseydim. Ben keşke karımı hiç üzmeseydim.

Eve ne ara geldim bilmiyorum. Yatağıma yattığımda aklımda tek şey vardı.

Ebru’dan özür dilemek!

*****

Boşandıktan sonra ben birlikte oturduğumuz evde kalmaya devam etmiş, Ebru ailesinin yanına dönmüştü. Tek yaşasaydı kolaydı da şimdi evine gitmek hiç doğru değildi. En iyisi dışarıda görüşmekti.

İşte yine başa döndüm. Ne diye arayacağım? Düşünmek başımı zonklattı.

Elime telefonu aldım ve tuşlara basarak onun numarasını buldum. Beşinci çalışta açıldı.neden bu kadar çaldı?

“Efendim?”

Soğuk bir sesle yanıt veriyor. Acaba benim numaramı sildi de bilmediği bir numara diye mi böyle konuşuyor?

“Ebru, ben Turgut. Nasılsın?”

“İyiyim, Turgut. Sen nasılsın?” hala soğuk ve şaşırmış gibi değil sesi. Demek ki numaramı silmemiş. Buna sevinmem mi lazım?

“Ben de iyiyim. Ebru… Vaktin var mı? akşam sana bir kahve ısmarlayabilir miyim. Bir şey konuşmamız lazım.” O kadar hızlı ekledim ki konuşma kısmını, sadece kahve için çağırmış olmamak için. Telefonu kulağıma yasladım iyice. Derin bir nefes aldı. Ret mi edecek?

“Ne konuşacağız?”

“Benim için önemli bir konu. Bu konuşmayı yapmamız lazım. Bu akşam uygunsundur umarım.”

“Sadece on beş dakika.”

“On beş dakika mı? Kahve içecek kadar vaktin yok mu?”

“Var ama içmek istemiyorum.”

Onu kırdığımı biliyorum. Ama bana yarım saat bile veremeyecek kadar kırdığımı şimdi anlıyorum.

“Tamam. On beş dakika olsun. Seni iş yerinden alırım.”

“Gerek yok. Ben gelirim. Nerede buluşacağız?”

Yeri onun iş yerine yakın seçtim. Daha önce sık gittiğimiz yerlerden biri. O gelmeden ben bir masaya oturdum. Bekletmek istemiyordum. Kapıdan girdiğinde yine midemde heyecan kıpırtıları oluştu. Kot pantolon, beyaz gömlek üstüne beline oturan çok şık, sırtı olmayan bir yelek giymiş. Ne kadar güzel gözüküyor. Saçlarını biraz kestirmiş. Kulağına da halka küpe takmış. Ben çok seksi oluyor diye takmasını istemezdim. Haklıymışım. O küpeleri ve dolgun dudaklarına sürdüğü hafif pembe ruju ile insanın aklını başından alıyor. Beni gördü. Tebessüm bile etmedi.

Masaya yaklaşınca ayağa kalktım. Elimi uzattım. Bir yandan da yanağına eğildim ama kendini geri çekip sadece elimi sıktı. Üşüdüğümü hissettim. Yaz gecesinde iliklerim bile dondu. Karşıma oturdu. Çantasını yandaki sandalyeye koydu. Cep telefonunu çantasından çıkarttı. Sürgülü kapağı itip ekrana baktı. Saatini mi arayan olup olmadığını mı kontrol etti anlamadım. Sonra masaya bırakıp arkasına yaslandı.

“Neymiş konuşacağımız önemli konu?”

“Bir şey içmez misin?” bir dakika bile fazla görmemi sağlayacak her hareketi yaparım şu an. Ama o inatçılık yapıyor.

“Vaktim yok. Birazdan birisi ile buluşacağım.”

“Nikaha gelen mi?”
“Nikaha mı? Hangi nikaha?”

“Birol’un nikahına!” Gördüğümü bilsin. Benden saklayamaz.

“Ha o mu? Yok hayır. Onunla buluşmayacağım.” 

EE peki kimle buluşacaksın? Neden söylemiyorsun? Neden söylesin? Bana açıklama yapması gerekmiyor! Zaten o da sustu ve benim konuşmamı bekliyor. İyi de ben söze nasıl başlayacağım? Daha önce her şey o kadar kendi yolunda ilerlemişti ki, ben neredeyse hiç konuşmadan onu nikah masasına oturmuştum. Oysa şimdi tek yapacağım özür dilemek ve hayatından tamamen çıktığımı söylemek. Ama yapamıyorum. Biraz zorlarsam olacak… Olmalı…

“Ebru…” Sonra? Sonra ne diyeceğim?

“Efendim.”

“Bak, zaten konuşmak güç, bir de sen böyle alaycı davranırsan hiç konuşamam. Sen de randevuna geç kalırsın.”

“Birkaç dakika geciksem de beni bekler.” Bekler tabii. Herkes benim gibi salak mı? Elindeki hazinenin kıymetini bilmesin de kaçırsın? Boşandığımız günlerde de canım yanmıştı. Ama şu an benim lafımı bitirmemi bekleyen Ebru kadar kimse yakmamıştı canımı. Beni bırakacak ve hayatındaki insana gidecek… Artık kabullenmem lazım. Ben onun için bitmişim.

“Ebru, seni nikahta yanındaki erkek ile gördüğüm zaman bu konuşmayı yapmam gerektiğini anladım. Sana yaşattıklarım için gerçekten çok üzgünüm. Özür dilerim.” Söyledim işte. Şimdi onun bu özrü içtenlikle kabul etmesini beklemekten başka bir şey yapamam.

“Neden özür diliyorsun?”

Neden mi? Yaşananlar onu üzmedi mi?

“Seninle belki de çok hızlı evliliğe gittik. Yapamadık ve ayrıldık. Tüm bu süreçte seni üzdüğüm için özür diliyorum.”

“Evliliğimiz ortak kararımızla bitti. Bu durumda ben de mi özür dilemeliyim?”

Bu soru bile aslında üzgün olmadığını anlatıyor.

“Senin özür dilemene gerek yok. Hatanın büyüğü benimdi. Evlendikten sonra değiştim. Bu hiç de olumlu yönde olmadı. Sen nasılsa hayatımdaydın ve ben, bunun hep böyle gideceğini sanacak kadar aptaldım. Boşanmaya giden kavgamızın neden başladığını bile anımsamıyorum. Nasıl boşanalım dediğimi ise hiç anlamıyorum. İşte tüm bu gereksiz tavırlarımla çok güzel bir aşkı yok ettim. Başka şey için olmasa bile en azından bundan sonra huzur bulmam için beni affet.”

“Tamam.”

‘Tamam’ mı? Bu kadar mı? O kadar donuk bakıyor ki bana, içten kabul etmediğini düşünüyorum. Söze de döküyorum.

“Tamam mı? Bu pek içten bir yanıt olmadı.”

“İçtendi. Özür dilemeni gerektiren bir şey yoktu. Ama madem diledin ben de kabul ediyorum. Seninle güzel günler geçirdim. Çok da mutlu oldum. O güzel günlerin anısı hep benimle olacak. Üzüldüğüm zamanları anımsayarak onları gölgelemeyeceğim.” O konuştukça küçüldüm karşısında.

“Teşekkür ederim.”

“Artık kalkmam lazım. İyi akşamlar. Mutlu ol.”

Nasıl yanıt vereceğim? Bir kuru teşekkür mü? En iyisi “Sen de mutlu ol” demek. Ben de öyle yaptım. Sonra kapıdan çıkan eski karımı, sevgi dolu gözlerle izledim. Belki de son kez gördüğümü bilerek…

*****

Bir hafta geçti Ebru ile görüşmemin üstünden. Ve ben bir haftadır ölü gibiyim. Sanki boşanmak ayrılık değilmiş de o konuşma ile ayrılmışız gibi hissediyorum. İki üç cümleden oluşan konuşmamız beni daha çok etkiledi.

Bar grubu benim keyfimi yerine getirmek için daha sık buluşmaya başladı. Üstelik bana kız bulma çabalarına giriştiler. Ama içimden gelmiyor. Çoğu akşam katılmadım onlara. İçimden gelmedi. Eve gittim. Bazen içtim, bazen televizyon karşısında uyudum.

Bir sabah kalktım ve aylar önce verdiğim kararımı yineledim. Ama öyle eşin dostun bulduklarıyla değil. Kendim bulacaktım. Oluruna bırakacaktım. Eskisi gibi çağrıldığım toplantılardan kaçmayacaktım. Kısmetin nerede karşıma çıkacağını bilemeyeceğime göre, normal hayatımı yaşayacaktım.

Yeni kararlar ile başladım yeni güne.

*****

Yeni kararımın iki hafta sonrası eskisi gibi güldüğümü fark ettim. Düzeliyordum.

İş yerine yakın bir yerde çalışan birisi ile de tanıştım. Gayet güzel gidiyor arkadaşlığımız. Hoşlanıyorum ondan. Aşk değil. Değil ama bir gün olabilir. Çünkü yanında rahatım. Yanında gülüyorum ve üzüntülerimi anımsamıyorum.

İki hafta daha geçti…

Hala aynı durumdayım.

Ekim ayı geldi. Ekimin onu Ebru’nun doğum günü… Geçen sene de ayrıydık ama arkadaşları beni de davet etmişti. Kısa süre kalmıştım yanında. Ne hediye alacağımı bilememiştim. Sevdiği bir bileklik vardı. Sonra alırız demişti. Onu alıp gitmiştim.  Zaten yeni ayrılmıştık ve sık sık görüşüyorduk. Şimdi ise tam beş haftadır ne aramış ne görmüştüm. Düşünmemek için çaba harcıyordum ama ekim ayını takvimde gördüğüm an yine aklıma düştü işte.

On ekimi atlattıktan sonra yine normale döneceğimi biliyordum. Hayatımdaki yeni kadın da fark etti değişimimi. Bir iki kez sordu ama ona karımı anlatamazdım. Eski karımı!

Sormaktan vazgeçti ama bana karşı soğuk davranmaya başladı. Daha önceden evlenmiş ve ayrılmış olduğumu biliyor. Anlatsam anlar belki… Anlatmak istemiyorum. Ebru benim özelim. Ama neden boşandığımızı merak ettiğini biliyorum. Fırsat buldukça konuşmalarımızın arasına sorularını sıkıştırıyor. Yanıt alamıyor elbette. Neden boşandığımızı söylersem ne kadar aptal olduğum ortaya çıkacak.

Tek bilmesi gereken eski hatalarımdan ders aldığım…

Ayın onu yaklaşıyor ama kimse beni arayıp doğum gününe çağırmıyor. Ben de yüzümü kızartıp soramıyorum. Nerede ve nasıl kutlayacak doğum gününü? Kimse tek laf etmiyor. Bar grubum belki de davetli değil. Benle ilişkisi bitince onlarla da araya duvar örmüş olabilir. Belki de yeni erkek arkadaşı onlarla görüşmesini istemiyordur. Ebru da onu çok sevdiği için isteklerini yerine getiriyordur. Benden bu sebeple boşanmıştı ama ondan ayrılmayı istemiyor olabilir. Off düşündükçe kafayı sıyıracağım. Daha öğlen ama ben sarhoş olana kadar içmek istiyorum.

Sonra kendime geliyor ve yeni kız arkadaşım Nisa’yı arıyorum. Onunla konuşmak iyi geliyor. Rahatladım artık…

*****

On ekim…

Sanki dünyanın en önemli olayıymış gibi aklımdan çıkmıyor doğum günü! Bizim çocukları aradım. Akşam buluşalım dedim. Ama hepsi anlaşmış gibi işim var dedi. Artık anladım. İşleri Ebru’nun doğum günü… Beni çağırmadılar… Demek ki Ebru istemiyor. Geçen gün sorduğumda da birbirlerine kaçamak bakmıştı hepsi. Bugün netleşti işte.

“Nerede kutlayacaksınız?” dedim Cumhur’a. “Neyi?” dedi. “Neyi değil kavalı! Oğlum benim asabımı bozmayın. Bugün Ebru’nun doğum günü ve hepiniz ne hikmetse işiniz olduğu için benimle buluşamıyorsunuz. Ben anlayacağımı anladım.”

“Ne anladın?”

“Ebru’nun hayatındaki herif beni istemiyor. Haklı da. Ben de olsam eski kocayı yakınlarımda istemezdim.”

“Eh o zaman sen de yakınlarında dolaşma.” İşte bu cümle aklımdaki her şeyi yerli yerine oturttu. Haklıydım ne yazık ki!

“Sen de haklısın.” Dedim ve kapattım telefonu.

Deliler gibi dolaştım masamın etrafında. Aptalım, salağım ve kesinlikle deliyim. Yöneticime kapıdan haber verdim ve kendimi dışarı attım. Daha fazla duramazdım içeride…

Bir süre dolaştım. Kalabalıkların olduğu yerler daha da delirtti beni. Ara sokaklara daldım. Bir binanın önünde kocaman pankart vardı. Üstünde de büyük harflerle EBRU yazıyordu. Öyle bir küfrettim ki yanımdan geçenler bakmaya başladı. Lanet gibi her yerde beni takip ediyordu.

Adım attıkça EBRU yazısı büyüdü büyüdü… En sonunda yanında yazan kelimeyi de fark ettim. ‘Ebru Sanatı kurs kayıtlarımız başlamıştır’.

Ebru da isterdi bir ara… ‘adımı aldığım sanatı yapmak isterim, ne güzel bir uğraş’, dediğini anımsadım. Sonra hiç vakti olmadığından, hep bir hayal olarak kaldığından bahsetmişti. Adımlarım beni o giriş katındaki kursa kadar soktu. Yetkili ile kısa bir konuşma yaptım. Son kararı bildirecektim. Oradan verdiği adrese gittim. Elim kolum dolu büroya döndüm.

Bir kağıt aldım. Üstüne “Doğum günün kutlu olsun. Hala istiyorsan Pazar saat on da aşağıdaki adreste olman yeter. Sonsuz sevgilerimle…” yazdım.

Anladım ki…

Eski karıma hala aşığım…

Hem de kimseyi gözümün görmediği kadar aşığım. Denemelerim anlattı bunu ama ben anlamamakta ısrar ettim. Yaptığım hatanın boyutu o kadar büyük ki, nasıl telafi edeceğimi bilmiyorum.

Moto kurye çağırdım. O gün mutlaka teslim edilmeliydi. Kendim götürmeyi isterdim ama eski kayınpeder ile kayınvalidenin beni görmekten hoşlanacağını sanmıyorum. O yüzden başkasının teslim etmesi daha doğru…

Paketi teslim ettikten sonra yöneticimin yanına gittim. Yaşananları bildiği için ona durumu anlattım ve neden öyle deli gibi çıktığımı izah ettim. Anlayışlıdır. Yine öyle davrandı.

O akşam vakit nasıl geçecek bilmeden eve gittim. Arabadan inecekken vazgeçtim. Ebru’nun evine doğru sürdüm arabayı. Saatlerce beklesem de onun eve kimle geldiğini görecektim.

Arabayı evden biraz uzağa park ettim. Görse hemen tanır. O yüzden saklanmam lazım. Biraz da eğildim. Evin kapısını gözetlemeye başladım. Saat daha sekiz. Geçen sene gece ikide dönmüştü evine. Bu sene de öyle yaparsa altı saat burada mı bekleyecektim?

Umurumda bile değil. Bekleyeceğim!

Saat sekiz otuz olduğunda benim moto kurye hediyeyi getirdi. Ben çoktan teslim edildiğini sanıyordum. Kim teslim aldı acaba? Herhalde Ebru eve gelmeden gidecek buluşacakları yere. Gelmedi bu saate kadar. Saat dokuz oldu. Zaman ne kadar yavaş geçiyor. Arabanın CD çalarında dinlediğim müzikler de vakit geçirmeye yaramıyor.

Saat dokuzu çeyrek geçe telefonum çalmaya başladı. Kimseyle konuşmak istemiyorum. Bakmadım bile. Beş dakika kadar sonra yeniden çaldı. Kim bu ısrarcı? Bakmayacağım. Şu an kimseyle konuşacak havada değilim.

Bir beş dakika daha geçti ve telefon yine çalmaya başladı… Sinirle elime aldım.

“Cumhur? Hayrola?” acaba beni de çağırmak için mi aradı?

“Nerdesin sen abi?”

“Dışarıdayım. Ne oldu?”

“Bir şey olmadı. Seni arayanlar ulaşamıyormuş da. Merak etmiş. Beni aradı.”

“Kim seni aradı? Bana ulaşamayan kim?”

“Telefonuna bak salak. İyi akşamlar.”

Telefonuma bakamadan yine çalmaya başladı. Ebru arıyordu.

Elimden düştü telefon. Salak olduğum kesin. Beni Ebru aramış. Şahsen mi çağırmak istedi acaba? Bunlar aklımdan geçerken arabaya düşürdüğüm telefonu bulamıyordum. Bir yandan da Cumhur’un partide olmadığını algılamanın rahatlığı ile sırıtıyordum. Onları da çağırmamıştı demek ki!

Buldum nihayet ama telefon susmuştu bu arada.

Ben onu aradım.

İlk çalışta açıldı.

“Turgut?”

“Ebru!”

“Sana ulaşamayınca tedirgin oldum. Cumhur’u aradım ama o da bilmiyormuş nerde olduğunu.”

Bana ulaşamayınca tedirgin mi olmuş? Neden?

“Duymadım telefonu. Fark ettiğimde de susmuştu.” Yalan söylemek sanırım şu an en kolayı.

“Çok teşekkür ederim. Hediyem çok güzel.”

“Hediyen mi?”

“Evet. Ebru için gereken her şeyi almışsın.”

“Şey…” O hediyeyi nasıl gördü bu?

“Sen yollamadın mı?”

“Ben yolladım.”

“Bir an durunca yanlış birine mi geldi hediye dedim.”

“Artık yanlış yapmayacak kadar akıllandım.” Bu gerçekten doğruydu. Artık hayatımda hataya yer yok.

“Çok güzel ve çok farklı bir hediye.”

“İstediğin şey olsun istemiştim. Kurs geçen hafta başlamış ama çok şey kaçırmamış olursun Pazar günü gidebilirsen!”

“Gitmeye çalışacağım. Turgut. Tekrar teşekkür ederim.”

“Kapatma. Sen nerdesin? Evde mi?”

“Evet.”

“Neden evdesin? Kimse de gelmedi. Tek başına mı kutluyorsun?”

“Evet… Turgut? Sen nereden biliyorsun kimsenin gelmediğini? Sen nerdesin?”

EEE buna yalan söylemeden nasıl yanıt vereceğim?

“Aşağıda arabadayım.”

“Ne yapıyorsun orada?”

“Senin dönüşünü bekliyordum ama sen evdeymişsin.”

“Bugün işe gitmedim. İyi değildim.”

“Neyin var? Hasta mısın? Sesin iyi geliyor oysa.”

“Şu an iyiyim ama sabah kötüydüm.”

“Onun için mi kutlama yok?”

“Hayır. Zaten kutlamayacaktım.”

“Şimdi iyi olduğundan emin misin?”

“Evet.”

“O zaman giyin ve in aşağı. Doğrum gününü kutlayalım.”

“Olmaz.”

“Neden?”

“Olmaz işte.”

“Bak, erkek arkadaşın kızabilir diye çekiniyorsan ona haber ver. İsterse o da gelsin.” Eminim şu an tüm dünya bana salakkkkkkk diye bağırıyordur. Ama ben zaten kabul etmiştim salak olduğumu.

“Alakası yok. Ama şimdi inmem doğru olmaz.”

“Ebru, ben senin kocanım. Neden doğru olmayacakmış?”

“Sen benim eski kocamsın. İşte bu yüzden doğru olmaz.”

“Hadi uzatma da in. Eminim yemek de yememişsindir.”

“Uyuyordum. Yeni uyandım. Yemedim.”

“Tamam hadi in. Kapının önüne geliyorum. On dakikaya kadar inmezsen de yukarı çıkıyorum.”

İndi. Güzel bir bordo kumaş pantolon üstüne, uzun kollu saten gömlek giymiş. Elinde de ince bir hırka ile çantası var. Çok güzel gözüküyor. Uykudan kalktığı belli. Gözlerinin altı şişmiş biraz. Yoksa ağlamış mı?

“İyi misin?”

“Evet.”

Onu daha önce de yemek yediğimiz, sonra da dans ettiğimiz bir yere götürdüm. Belki bu gecenin hatırına dans ederiz yine…

Yemeğin başında biraz tedirgin. Telefonu hiç susmuyor. Herkes doğum gününü kutluyor. Seveni çok. Hep etrafı arkadaşları ile doluydu. Benim de öyleydi. Ama biz bu iki arkadaş grubunu eşit görmeyi beceremedik.

Her telefona korkuyla bakıyorum O ne zaman arayacak? Onunla nasıl konuşacak? Ama aramadı… belki de gündüz kutlamış, hasta olduğunu bildiği için de rahatsız etmek istememişti. Yemeğin sonuna doğru rengi daha da düzeldi. Konuşması da daha doğal oldu. Sanki boşanmamış gibiydik. Yine birbirimizi güldürüyorduk. Yine zevkle izliyordum o güzel yüzünü.

Tatlı yemek istemedi. Ama doğum günü çocuğuydu o. Küçük bir pasta istedim garsondan. Tek bir mum yaktılar üstünde.

“Dilek tutmak ister misin?”

“Tuttum bile.”

O kadar şirindi ki o an onu öpebilirdim. Yapmadım. Yapamadım. Çünkü artık onu öpme hakkına sahip değilim.  O tek mumu üfledi ve gülerek baktı bana.

“Teşekkür ederim. Çok güzel bir doğum günü geçirdim.”

“Gece daha bitmedi. Dans edelim mi?”

“Eve gitsek?”

“Daha çok erken. Bir dans… Sonra seni eve bırakırım.”

“Tamam.”

Masadan kalktık. Onu kollarıma aldım. O kadar normaldi ki bu. Kollarımı beline sardım ve biraz kendime çektim. O kollarını boynuma dolamadı. Omuzlarımı tuttu. Mesafe koydu aramıza. On santim var yok ama bana çok uzak geldi. Biraz daha çektim kendime. Soru dolu baktı bana.

“Ben uzak dans demem bilmez misin?”

“Bilirim.”

“O zaman sarıl bana.”

Sonra sustuk ikimizde. O anın tadını çıkartmayı tercih ettim. Öyle güzel kokuyor ki. Derin derin içime çektim tanıdık kokusunu. Şarkı bitmek üzere. Tek şarkı dedim ama yetmedi. Kulağına eğildim. “Bir şarkı daha?”

“Olur.”

Bana hayır demediği için çocuklar gibiyim. İçim cıvıl cıvıl. Yeni şarkıyla devam ettik dansa. Dilimin ucuna kadar gelen kelimeleri söylememek için tutuyorum kendimi. Bir bıraksam neler dökülecek kim bilir?
Sağ elimi yavaşça sırtına doğru çektim. Yavaşça yüzüne kadar getirdim. Yanağını okşadım. Dans ederken bana bakmasını sağladım. Artık gözlerimiz birbirinin içinde dans ediyorduk. Benden bakışlarını kaçırmıyordu. Ne kadar güzeldi.

“Seni seviyorum.”

O an müzik durmuş gibiydi. Bir şey duymuyordum. Sadece ağzımdan dökülen kelimelerin farkındaydım. Dayanabileceğimi, söylemeden durabileceğimi sanmıştım. Sanmış ama başaramamıştım. Ebru bana bakıyor. Tek kelime bile etmedi. Sadece bakıyor.

“Ebru, bunlar gerçek. Seni çok seviyorum. Sana hala aşığım.”

“Turgut… Böyle konuşma.”

“Biliyorum, seni çok kırdım. Bu dünyada seni en çok seven kişiyim ve yine seni en çok kıran kişi de ben oldum. Geri dönebilsem o saçma kavganın hemen öncesine gider ve tüm sözlerimi geri alırdım. Çok pişmanım.”

“Buradan çıkalım.”

Bana söylediği cümle bu oldu. Buradan çıkalım…

Dansı bıraktık. Hesabı ödedim ve çıktık. Yüzü asıktı. Bana kızdığını anlamıştım. Arabaya doğru yürüdük. Kapısını açtım. Haftalar önce arkadaşların anlattığı fıkra aklıma geldi. Hayır ben Ebru’ya kapıyı o fıkradaki nedenlerle açmadım. Ben ona değer verdiğim için açtım kapıyı.

Ben karımı hala seviyorum. Şu an engelleri ortadan kaldırmak için ne gerekirse yapacak kafadayım. Ve bunu yapmak için bana gereken sadece umut. Onu da verecek olan Ebru!

Arabada sessiz duruyor. Ben de sessizim. Az önce söylediklerimden sonra söyleyecek ne kaldı ki? Ben kendimi anlattım. O ise sessizliği tercih etti. Umudum her geçen saniye azalıyor…

Evin önüne geldiğimizde hala tek kelime etmemişti.

Kontağı kapattım. İnmesini bekledim ama o sakince oturdu. Ön camdan dışarıya bakıyordu. Hiç bana bakmadan öylece durdu. Sonra yavaşça kafasını çevirdi. Yüzüme baktı.

“Aşk çocuk oyuncağı değil Turgut. İyi geceler.”

“Ebru…” dedim ama beni dinlemeden indi arabadan. Arkasına bile bakmadan apartman kapısında kayboldu.  

Ne kadar zaman orada öylece durduğumu bilmiyorum. Çok basit bir cümle kurdu ve gitti. Ama tek bir umut zerresi bırakmadı. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımda ne kat ettiğim mesafeyi ne de diğer arabaları fark ediyordum. Araba yolu kendi kendine bulmuş gibiydi.

Ertesi sabah ve sonraki sabahlar aynı ruh halim ile işe gittim geldim. O akşam benimle buluşamayan arkadaşlar hafta sonu için mutlaka görüşmeyi istediler. Ben de kabul ettim. Cumartesi akşamı bara girdiğimde hepsi ordaydı. Gülüşüyorlardı. Hepsi keyifliydi. Benim ise hiç tadım yoktu.

“Ne o Marmara’da gemilerin mi battı? Gül oğlum. Bak karşı masadan pas atanlar da gülüyor.”

“Canım gülmek istemiyor. Ayrıca o masadakiler bana hitap etmiyor.”

“Yanılıyorsun Turgut. Onlar kuruyemiş tabağındaki fıstıklar. Az sonra tüm fıstıklar yenmiş olacak sana da sarı leblebi kalacak.”

“Ben kimseyi istemiyorum.”

“Neden o? Yoksa hayatında biri mi var?”

“hayır.”

“Oğlum deli misin? Bu yaşında kadınlardan el çekilir mi? Hadi bak ortadaki kızıl sana gülümsüyor.”

“İstemiyorum dedim.”

Sesim biraz sert çıkmıştı. Sanki arkadaşımı azarlar gibi. O susup başını çevirince anladım hatamı. Hemen özür diledim. Kötü bir niyeti yok ki. Erkek erkeğe muhabbet ediyorduk. O da laf olsun diye konuşuyordu. Ama Cumhur bana dönüp de o soruyu soranca hepsinin bana bakışı değişti.

“Ebru mu?”

İşte tek kelimelik soru ve benim gerçeğim.

Yanıt da tek kelime…

“Evet.”

Ve o andan sonra masadaki altı erkek de bana önce ne kadar aptal olduğumu, sonra da ne kadar şanslı olduğumu söyleyip durdu.

O ana kadar bana söylenmeyen şeyler de masaya döküldü. Ebru’nun nikaha getirdiği halasının en küçük torunuymuş. O askerdi biz evlendiğimizde. Hiç tanışmamıştık.

Doğum gününde benim tepkilerimi merak edip küçük bir oyun yapmışlar. Ebru’nun doğum gününde yanında olmamayı nasıl karşılayacağımı anlamak istemişler. Çünkü uzun zamandır aslında aklımdaki tek kadının Ebru olduğunu biliyorlarmış ama nikah günü yaptıklarımla onların düşüncelerini netleştirmişim.

Şimdi ise ne yapacaklarını sorup duruyorlar.

Yapılacak ne var?

“Ona hala aşık olduğumu söyledim.”

Masada bir anda sessizlik hakim oldu. Sonra sorular uçuştu. O ne dedi? O ne yaptı? O da seni seviyor değil mi? Yeniden evleniyor muyuz?

“O bana sadece Aşk çocuk oyuncağı değildir dedi ve indi arabadan.”

Sonra aradın mı? Bir daha buluştunuz mu? Soruların yanıtı çok basitti… Hayır

Bunun sonrası da yine salak olduğuma karar verilmesi ile sonlandı…

Cumhur, “Senin evlendiğin kadın ile arana biz girmemiş miydik? Ve sen yine bizimlesin. Karar ver biz mi o mu?”

“Önce o ama mutlaka siz de”

“Tamam işte herkes yerini bilmeli. Biz senin arkadaşınız ama yarın öbür gün bekar kalmayacak aramızda ve o zaman bu buluşmalar çok azalacak. Ama karın hayat boyu yanında olacak. O zaman ne yapıyorsun? Onu arıyor ve yeniden hayatına girmek için her yolu deneyeceğini söylüyorsun.”

“Bunu söylemek kolay ama onu ikna etmek zor.”

Cumhur hemen telefonunu çıkarttı. Ebru’yu aradı.

“Merhaba. Vaktin var mı?”

“…”

“Çok iyi… Yarım saat sonra senin evin ordayım. Aşağı inersen kısa bir şey söyleyeceğim.” Dedi ve onun kabul etmesi ile de kapattı telefonu. Hemen garsonu çağırıp hesabı ödedi ve kalktı masadan. Şaşkın bakan bizlere de “Hadi yarım saat dedim kıza.” Dedi.

Altımız da masadan kalktık ne yaptığını anlamamıştık ama onu izledik.

Ebru’nun kapısına geldiğimizde yine aradı ve aşağı çağırdı. Ebru üstüne uzun bir hırka giymiş, saçlarını at kuyruğu yapmış şekilde indi aşağı. Sadece Cumhur’u beklerken altı tane erkek görünce şaşırdı. Ben biraz daha arkada duruyordum. Bana baktı sonra başını yine Cumhur’a çevirdi.

“hayrola? Çete toplanmış”

“Ebru, bu akşam sana bir şey söylemek için geldik. Biz Turgut’un arkadaşları olarak çok büyük bir vicdan azabı çekiyoruz. Çünkü ayrılmanız biraz da bizim yüzümüzden oldu. Ama şunu bil ki bu salak seni çok seviyor. Bizler de onun hayatında ikinci, üçüncü hatta dördüncü sırada olmaya razıyız.”

Ebru, bu koca çocuklara baktı. Sonra Cumhur’a dönüp, ikinci sırayı anladım da üç dört ne oluyor? Dedi

“O sıraları da yeğenlerimize bırakmak istiyoruz.”

Bu beni bile dumur etti. Ebru ile yine bir araya gelmek ve çocuk sahibi olmak… Bunları hayal etmek bile güzel. Ama o kabul etmeyecek. O sadece şu an kapısına gelmiş bu erkeklerden intikam alıyor.

Yeniden hepsine tek tek baktı. Sonra bana döndü. Biraz baktı. Yavaşça yanıma geldi. Yüzü gülüyordu.

“sana aşkın çocuk oyuncağı olmadığını söylemiştim.”

“Biliyorum. Benim aşkım da çocukça değil. Seni ne kadar çok sevdiğimi hepsi biliyor.”

“Ben de biliyorum. Ama bir kez daha aynı hatayı yapmak istemiyorum.”

“Yapmayacaksın. Çünkü ben asla aynı hatayı yapmayacağım.”

“Bunu nasıl bileceğim? Sözler uçar.”

“Yazayım mı? Şunu bil Ebru, senden uzak geçen on dört ayda hayatım alt üst oldu. Bunun ne yemekle ne ev işiyle ne de ütüyle ilgisi yok. Sen yokken hayat tatsız… Sen yokken yaşamak tatsız.”

“Benimle de tatsızdı.”

“Değildi. Hiç tatsız olmadı. Sadece benim aptalca gururum yüzünden üstünlük tasladığım, sana bunu dikte ettirdiğim zamanlar vardı.”

“Değişecek misin?”

“Ben o değildim ki. Sadece öyle olmaya zorladım kendimi. Yine ilk tanıdığın ben olacağım.”

Biz konuşurken diğerleri uzaklaşmıştı. Kendi aralarında konuşuyor sigara içiyorlardı.

“Ebru, lütfen bir şans daha ver. Yeniden deneyelim.”

O güzel gözleri ile baktı. Ölçtü biçti tarttı…

“Yarın beni yemeğe mi götüreceğini söyledin?”

“Evet… Evet yemeğe götüreceğim.”

“İyi akşam yedide gel. Babamla görüş. O da izin verirse olur.”

“Bunu bana yapma. Baban beni lime lime doğrar.”

“Biliyorum. Ama bu vereceğin sınavlardan ilki.”

“İlki mi? Kaç sınav olacak?”

“Ben ikna olana kadar…”

Eve gitmek için döndükten sonra yeniden bana doğru geldi. Kulağıma fısıldadı. “Ben de sana aşığım” sonra dudaklarıma bir öpücük bıraktı ve ben orada öylece dururken evine gitti.

*****

Tam dört ay beni kıvrandırdı. Babası, annesi ve kendisi beni bir sürü sınava çekti. Tüm sınavları başarıyla verdim.

Asla aynı hatayı tekrarlamadım.

Dört ayın sonunda yeniden evlenmeye ikna ettim.

Hatalar geçmişte kaldı. Yeni hatalar da yapılacak ama bir kez daha geçmişteki gibi ayrılık getirecek hata yapılmayacak.

Çünkü ikimiz de aşkımızın gururumuzdan çok üstün olduğuna karar verdik.

Bizimkilerle durum ne mi?

Ayda ya da iki ayda bir buluşuyoruz. Saat on bir gibi yanlarından ayrılıyorum. Karımın yanına gidiyor ve onun her geçen gün büyüyen karnını okşuyorum.

SON





























 



4 yorum:

  1. Yine yeniden tadı damağımda kalan sevimli hikaye için teşekkürler :))) kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Tatlı bir pazar hikayesi olmuş.Eline, kalemine sağlık :))))

    YanıtlaSil