Polislerle
birlikte ifade için emniyete girerken nöbetçi basın mensuplarının dikkatini
çekmişti. Soruların hepsi neden orada olduğuna yönelik olunca o da kısaca “Bir konu
ile ilgili bilgime başvurulacak, önemli bir şey yok.” demiş ve içeri
girmişti. Sesi kendinden emin çıksa da olayın bu kadar basit olmadığını
biliyordu. Gecenin o saati ifade için evden alındığına göre mutlaka önemliydi
konu. Zaten bir hatta iki hayat yok olmuştu. Gün içinde ölüm haberi aldığı
kızın olayla bağlantısı olacağını düşünmüyordu. Kötü bir rastlantıydı!
Kısa bir
beklemeden sonra baş komiserin odasına alındılar. Kemal Büyük, genç olmasına
rağmen biraz fazla kilosu olan biriydi. Üzerindeki gömleğin en üst düğmesi
açık, kravatı gevşetilmişti. Günün çok uzun sürdüğünü belli eden gözaltı
morlukları oluşmuştu. Sedef’in hemen ardından avukatlar da içeriye
girmişti. Birlikte ayakta duruyorlardı.
“Mine
Hanım, hoş geldiniz. Buyurun. Sizler de avukatları olmalısınız. İfadenize baş
vuracağız Mine hanım.”
Sedef,
bir an isim ile ilgili tepki vermek, Mine olmadığını söylemek istedi. Fakat o
an asıl sorunun isimler olmadığının bilincinde dilini tuttu. Tipik devlet
dairesi kasveti ile olduğundan küçük ve dağınık
gözüken odada gösterilen koltuğa oturdu. Karşısına Şaban Sesver oturunca biraz
rahatladı. Diğer avukatları masanın karşısındaki dört sandalyeden birine
oturmuştu. Kendisini getiren iki sivil polis de onun yanında oturuyordu. Onların
da odada olmasından memnundu. İlk günden beri işlerini yapan, önyargılardan uzak
tipler olarak görmüştü. Kendisini Kemal Beyden çok daha iyi tanıdıklarından
şüphesi yoktu.
Hemen sağ tarafta ise konuşulanları yazacak olan bir başka polis vardı. O
üniformasının içinde çok zayıf ve genç duruyordu. Kullandığı küçük masa, en az
otuz yıllık gibiydi. Üstünde ise masanın yaşlılığına inat yeni sayılacak bir
bilgisayar vardı. Daktilo olmamasına şaşırmıştı.
Odada artık iki sivil polisten başka bir de ifadeyi dikte edecek
memur vardı. O da yerini aldıktan ve kimlik sorgusu yapıldıktan sonra asıl
konuya gelindi. Baş Komiser Kemal, ilk sorusunu yöneltti.
Baş komiser, ifadesinin ölen görevli kız için olacağını söylemiş,
sorularına başlamıştı. “Mine Hanım, Suna Boz’u ne kadar tanıyordunuz?”
“Suna Boz’u sadece yarım saat kadar gördüm. Yeni başlamış, tanıştım, işinin
hayırlı olmasını söyledim. Hediyesini verdim. Bir daha da karşılaşmadım.”
“Yarım saat kadar bir süre gördüğünüz kişilere hediye vermek adetiniz
midir?”
“Hediye adetlerimizin bu ölümle ilgisi ne?”
“Soruma yanıt alabilir miyim?”
Bunu söylerken sesinde oluşan tonu hiç beğenmemişti. Suna Boz’un ölümü ile
bu soruların bağlantısını kuramayan genç kız tedirginlikle yerinde kıpırdandı.
Hiç suçu olmadığı halde böyle huzursuz hissetmesi sinirini bozuyordu. Daha
sağlam durması gerektiğini düşünüp toparlanmaya çalıştı.
“Pardon ama beni neyle suçluyorsunuz? Bilgi vermek için geldiğimi
sanıyordum ama şu an resmen suçlanıyormuşum gibi geliyor.”
“Henüz bir suçlama yok. Suna Boz’un ölümü ile ilgili adli tıbbın ön raporu.
“ Uzattığı kağıdı alan genç kız bir süre satırların üstünde bakışlarını
gezdirdi ve baş komiserin gösterdiği kısmı okumaya başladı.
‘…atrax robustus tarafından
üretilen bir zehir ile zehirlenmiş.’
Sedef, şaşkın bakışlarını adama
çevirdi. “Üzgünüm ama ben Latince bilmiyorum. Yani? Ne demek istiyorlar?”
“Haklısınız, ben de bilmiyorum. Uzmanların dediğine göre bu bir zehir. Sydney Funnel denilen
bir örümceğin zehri. Yani Sidney’in Huni Ağ Örümceğinin ısırması
sonucu ölmüş. Bize göre de öldürülmüş.”
“Öldürülmüş mü?”
“Evet, öldürülmüş. Benim şu ana kadar edindiğim bilgilere göre, bu vaka
taksir ile adam öldürmeye giriyor gibi gözüküyor.” O an avukatlar yerlerinde
toparlanıp konuyu daha dikkatli dinlemeye başladılar. Bu kelime herkesi bir anda
zan altında bırakabilecek türdendi.
“Taksir ile adam öldürmek ne demek?”
Şaban Bey açıkladı, “Ölüme neden olan olayı, öldürme kastı ile yapmamak
diye açıklanabilir. Yani istemeden ölüme neden olmak. Kaza gibi…”
“Anladım. Anladım da benimle bağlantısını kuramadım. Sidney örümceği, ben
Sidney’e yeni gittim diye beni mi çağrıştırdı?” Olayları tam kavrayabilse
kurduğu cümleye gülecekti. Ne alakası vardı acaba? Beyni kötü olayları
örtüştürmek istemez gibi neredeyse durmuş, çalışmıyordu.
“Biz de onu anlamaya çalışıyoruz.
Siz hafta sonu Sidney’den döndünüz, değil mi?”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“O örümceğin sizinle gelmiş olma ihtimali yüksek. Biz de bunu sorguluyoruz
şu an.”
“Benimle mi gelmiş? Böyle bir şey yok elbette. Örümcek getirip hiç
tanımadığım birini mi öldüreceğim? Bunu düşünmeniz bile saçma. Elbette çok
üzüldüm. Genç bir kadın hayatını kaybediyor. Yerine konmayacak tek şey canımız.
Fakat, birisinin ölümünü istemek, üstelik hiç tanımadığım birinin canına kast
etmek, mümkün değil.”
“Tanısanız, husumetiniz olsa cana kast edebilirsiniz öyle mi?”
“Ne? Pardon, anlayamadım?”
“Az önce ‘hiç tanımadığınız birinin canına kast etmeyeceğinizi’ söylediniz.
Yani bu durumda tanıyor ve kızıyor olsanız böyle bir eylemi yapar, birini
öldürmek ister misiniz?”
Şaban Bey araya girip, “Baş Komiserim, bir cümlenin bu hale getirilmesi
müvekkilimin yönlendirilmesidir. Bir şeyle suçlayacaksanız olması gereken
şartları yerine getirin. Biz de ona göre tavrımızı belirleyelim. Suçlamanız
yoksa, böyle bir cümle ile yönlendirilmiş bir soru soramazsınız. Mine hanım,
hemen bir önceki cümlesinde size kimsenin canını bilerek, isteyerek
alamayacağını beyan etti.”
Baş Komiser, ifadeyi yazan memura dönüp Mine’nin tartışmaya konu olan
cümlesine kadar geçen kısmı silmesini istedi. Zorladığını biliyordu. Savcının
görevini yapar gibiydi. Avukatların haklılığını kabul etmişti. Suçluysa zaten
normal sorguda her şeyi öğreneceklerini biliyordu.
“Güzel cümleler fakat ortada bir ölüm var. Biz de bunu araştıracağız. Bu
ölümle sizin bağlantınızı da kuracağız elbette. ”
“Tek bağlantım, kızın bizim evde hizmetli olarak işe başlaması ve rapora
göre bir örümcek, Sidney bilmem nesi tarafından ısırılması. Valizle gelmiş bir
haşerenin yaptığı şeyin beni katil yapmayacağını biliyorsunuz değil mi?” Bir
an az önceki kelimeyi düşündü. Alnı kırıştı, “Şeyle, hah, taksir ile adam
öldürmenin bile bir düzeni, kuralı olmalı. Benim valizime giren bir böcekle,
ölen bir genç kızın katili olmam düşünülemez.” Durdu, bu kelimeyi dudaklarından
dökülür dökülmez sözlüklerden silmek istedi. Çok çirkin, çok rahatsız ediciydi.
Gözleri dolmuştu. Odaya girdiği andan beri ilk kez gerçekten olaya vakıf olmuş
ve birinin hayatını kaybetmesinden sorumlu olduğunu anlamıştı.
Kemal, düşen iki damla yaştan sonra yüzünde beliren korkunun, ardından
yerleşen hüznün ve hepsinden ağır basan paniğin sorularına daha doğru yanıtlar
almasını sağlayacağını bilerek devam etti. “Peki
bana Sidney’den gelirken yanınızda neler getirdiğinizi anlatır
mısınız? Sanırım bazı hediyeler getirdiniz.”
“Kardeşime, arkadaşlarıma, fular ve yaka iğnesi gibi kişisel hediyeler
aldım. Ah bir de herkese cilt bakım seti aldım. Kendim de dahil. Şu ölen Suna,
ben giderken evde yoktu. Sidney’deyken işe alınmış. Bir paket noksan kaldı. Ben
de kendiminkini…”
“Neden sustunuz?”
“Ne? Ah yok bir şey, sadece şu an ben ölmüş, siz de belki kardeşime nasıl
öldüğümü açıklıyor olabilirdiniz.” Sedef, o kadar soğukkanlılıkla söylemişti ki
cümleyi, odada derin bir sessizlik oldu. Sadece nefes alışlarının hafif sesi
ile karşılaşan Sedef, etrafındaki altı erkeğin de ona baktığını fark etti.
“Açıklayın!”
Ne kadarını açıklayacaktı? Babasının ölümünün kaza olmasına hiç
inanmadığını mı, eve, işe, kuaföre, yata gelen isimsiz çiçekleri mi? kardeşinin
yaptığı her seferinde farklı bir telefon kulübesinden gelen telefonları mı?
Yoksa en son tespit ettiği paravan şirketleri mi? Önceliği şu an başkalarının
hayatının da tehlikede olmasına verip hızlı hızlı konuşmaya başladı.
“O paket benimdi. Eğer tamamen bir rastlantı değilse o paketi ben
açacaktım. O örümcek benim paketimde olacaktı. Belki başkaları da var. Telefon
etmem lazım. Evi ilaçlatmamız lazım. İzin verin, kardeşimi arayayım.” Şaban’ın
koltukta doğrulması, hemen kendi telefonunu eline alması karşısında kısa bir an
durdu. Telefon daha açılmamıştı. “Şaban bey, ona söyleyin, üstlerini bile
değiştirmeden evden çıksınlar. Sadece cüzdanlarını, telefonlarını alsınlar.
Eşyaların hiç birine güvenemem. Normal bir ilaçlama ile ölür mü? İnternetten
araştırsın. Bu saatte kimseyi bulmaz. Yarın ilk iş evi, arabaları ilaçlatsın.
Tüm dolaplar boşaltılsın, ne kadar giyecek, varsa mutlaka kontrol edilsin.
Koruyucu elbise bulsunlar. Ellerine, yüzlerine değmesin. Aman Allahım, bebekler
gelmeden tüm bunların yapılıp bitirilmesi lazım. Herkes otellerden birine
gitsin.” Farkında bile değildi, bunları söylerken yerinden kalkmış, dört metrelik
odada yürüyebileceği her yere panikle ulaşmaya çabalıyordu. Şaban Bey, hattın
ucundaki kardeşine tüm bunları aktarırken evde hafif bir panik havası esmeye
başlamıştı.
Sedef’in her an hissettiği korku büyüyordu. Mesut ile Hasan birbirine bakıp
baş komisere işaret ettikten sonra dışarı çıktılar.
“Şaban Bey, Süheyla Hanım ve kızlardan biri evde yatılı kalıyor. Sakın ha
onlar da biz ilaçlarız, temizleriz falan demesin. Hemen çıksınlar. Uzman
ekipler yapacak o işi. Hepsi bizim otellerden birine gitsinler. Onlara oradan
giyecek temin edilmesini sağlayacağımızı söyle. Offf Hümeyra ve Suat da
tedirgin olacak.”
“Tamam, rahat olun artık. Halledeceğiz. Belirtilerine bakar, başka kimsenin
ısırılıp ısırılmadığını anlamaya çabalarız. Tabii şu ana kadar başka ısırık
vakası oldu mu bilmiyoruz.”
“Başka? Başka ısırık?” Odayı arşınlamayı bırakıp koltuğa attı kendini. “Ben
evdeki tüm personele, sekreterlerimize, Jale ile Banu’ya da aynı paketlerden
verdim. Lanet olsun. Lanet olsun. Ah bir de ölen kızın evi? O evin de
ilaçlanması lazım. Ya başka yerlere gittiyse? Ya üredilerse. Aman Allahım.”
Sedef artık ağlamaya başlamıştı. Sinirleri bozulmuş, olayın boyutları
konuştukça büyümüştü.
“O ürünleri aldığınız yer kaliteli
bir yer miydi? Çok saçma gelmezse faturaları var mı? Yurda girişte herhangi bir
beyanda bulundunuz mu? Tüm süreci anlatır mısınız?”
“Elbette kaliteli ürünler. Faturaları da var ve bunları satan mağazanın
dünya çapında bir ünü var. Merdiven altı iş yapanlarla çalışacak bir firma
değil. Ama elbette ürünlerine şu aşamada garanti veremem. Böyle bir olaya neden
oldularsa gerekeni yapacağımdan emin olabilirsiniz. Tüm valizlerimi dönüş
yolunda bagaja verdim. Hepsi özel hediye paketlerinde yer alıyordu. Tüm
paketler mağazada yapıldı. Ben sadece kokuları seçtim. O da arkadaşlarımın
zevklerini bildiğim içindi. Arkadaşlarım… Kardeşim… Hepsi tehlikede. Ben de
burada ne olacağını bilmeden oturuyorum. ”
Olayın boyutları büyüyebilirdi. Tüm hediye verilen kişilerin isimleri
telefonları Sedef’ten alınıp irtibat sağlanması için memurlardan birine
verildi. Kişilerin hayatlarının tehlikeye girmemesi için gereken her türlü
tedbir alınacaktı. Önemli olan örümcek görenlerin türü ne olursa olsun
öldürmeleri ve asla dokunmamalarıydı.
“Yiğit? Offf bitmeyecek mi bu kabus? Ben o geziye Yiğit Uçar ile birlikte
gittim. Aynı otelde hatta aynı suitte kaldık. Örümcek onun valizleriyle ya da
aldığı hediyelerle de gelmiş olabilir. Onu da arayın. Kız arkadaşına hediye
verdim. Kendisi de aldı bir şeyler tüm paketlere baksın ve evini terk etsin.
Aynı şeyleri söyleyin. Tedbir alsın.” Oteldeki ölümlü örümcek sokması hakkında
konuşup konuşmamak arasında tereddüt ediyordu. Sonuçta bir böcek sokmasıydı.
Her yerde, her zaman olabilecek bir şey…
“Yiğit Uçar kim?”
“Holdingin Yönetim Kurulu Başkanı. Yeni oldu tabii. Babamın vefatından
sonra. Önceden genel müdürümüzdü.”
“İş seyahati miydi?”
“Evet, toplantılarımız vardı. Ben de oteli incelemek, son yıllardaki
müşteri kaybının nedenlerini yerinde görmek istedim.”
“Yiğit bey ile aranızda bir sorun var mı? Sizin ya da kardeşinizin görüş
ayrılığı, görevini kötüye kullandığına dair bir düşünceniz falan? Herhangi bir
şey olabilir.”
“Bugüne kadar öyle bir durum olmadı. Babam hayattayken de yaşanan bir sorun
anımsamıyorum.”
“Ya bir gönül ilişkisi? Kırık kalp falan?”
“Ne alakası var? Anlayamadım.” Kardeşinin gönül kırıklığını oturtamamıştı.
“Alakası şu. Bir gönül ilişkisi yaşarsınız, terk edersiniz, intikam almak
için sizi öldürmek ister.”
Sedef, Yiğit’in Mine’ye olan aşkını düşününce konuşmayı hiç kendi üstüne
yorumlamadığını anladı. “Üçüncü sayfa cinayetleri gibi bir durum bu. Hayır,
gönül ilişkimiz de yok, alınacak intikam da.”
Sedef, çok net konuştuğunu sanıyordu. Oysa sesinde kendisinin bile
anlamadığı şüphe kırıntıları vardı. Kardeşi ile telefonda konuşurken Yiğit,
valizinin yakınındaydı. Son hediye paketlerini o valize koymuş ve fermuarları
kapatmıştı. Odaya geri döndüğünde onu valizlerin başında bulduğunda tepkilerini
anımsamaya çalıştı. Tedirgin? Korkmuş? Rahatlamış? Hayır hiç birini
anımsamıyordu. Yüzüne bakmamıştı. Yiğit yapmış olabilir miydi?
Ayrı ayrı hareket ettikleri günlerden birinde örümcekleri temin etmiş
olması, sonra da yardım ediyorum görüntüsü vererek, valizler toplanırken orada
olması… Daha önceki bir olay da aklına geldi. İmza yetkilerinin değişiklik
talebi Yiğit’ten gelmişti. Kaza ile ilgili de arabalarla yola çıkacaklarını
bilen kişiydi Yiğit! Neler oluyordu? Kötü düşünceleri kovaladı. Büyük ihtimalle
karşısındaki polisin yönlendirmesi yüzünden böyle düşünüyordu. Yanlış bir şey
söylemek, yok yere birisini suçlamak istemiyordu. Kendi başını kurtarmak için
başkasını yakacak değildi.
Avukatlarının yüzlerindeki rahat ifade kendisinin aynı ifadeye kavuşmasına
yetmiyordu. Telefon konuşmaları bitmiş, bir iki soru daha sorulup ifade
tamamlanmıştı. Sedef, kendisi için en önemli soruyu sordu.
“Komiser bey, benim durumum nedir?”
Cinayetten suçlu bulunursa ne kadar hapis yatardı? Elbette susup
oturmayacak, o örümceğin kasıtlı olarak temin edilmiş olmasının mümkün
olmadığını, valizine nasıl girdiğini bilmediğini söyleyecekti. Tamamen gerçek
olan buydu.
“İfadenizi dosyaya koyacağız. Nöbetçi savcı neye karar verecek bilemem. Soruşturmanın
sonucuna göre mahkemeye çıkabilirsiniz.”
“Mahkeme mi? Cinayetten mi yargılanacağım?”
“Siz bir süre dinlenin. Ben nöbetçi savcının gelmesini bekliyorum. Onunla
ifadeniz üzerinde konuşacağım. Sonra neler olacağına bakarız.” Savcıya az önce
yaşananları anlattığında mahkemeye bile gerek olmayacağını bilecek kadar
suçluları tanırdı.
Avukatlarına bakıp onların yüzlerinde az önce gördüğü rahat ifadenin biraz
daha derinleştiğini anlayınca o da rahatladı. Dava açılmadan çözülebilecek bir
durum bile olabilirdi. Hukuki işleri anlamadığı için oradan çıktıklarında
soracaktı.
Kemal odadan çıkıp Mesut ile Hasan’ın yanına gitti.. Mesut başladı söze,
“Amirim, ben bu genç kadının kimseyi bilerek öldüreceğini düşünemiyorum bile. Hepsi
bir yana anlattıklarından sona bu olayın ardından babasının kazası gibi
bilinmeyenler kalacak elimizde diye korkuyorum. Biraz fazla rastlantı var.”
“Babalarının kaza dosyası kapanmıştı değil mi?”
“Gelen tüm fotoğraflar ve raporlardan sonra kazaya karışmış bir kamyon
aranmış ama bulunamamıştı. Herkes de kamyonun yan yoldan çok süratli çıktığını
vurduktan sonra da durmadan uzaklaştığını söylüyordu. O kamyonu ve şoförünü
bulamadığımız için olay kaza olarak kapandı.”
“Sana göre ne peki?”
“Cinayet… Tek bir an bile şüphem olmadı. Jeyan amirim de aynı fikirde ama
delil olmayınca dosyayı biz alamadık.”
“İki dosya ayrı yürüyor ama bana da olay baba ile bağlantılı gibi geliyor.
Savcıyla görüşelim. Ona da bunları söyleyelim. Belki dosya yeniden açılır.”
“Belki.”
*****
Baş komiser tarafından açıklama yapılan nöbetçi savcı, onların görüşlerine
değer verirdi. Ama karar elbette kendisine ait olurdu. Soru anında vücut dili
ancak profesyonel suçlularda kendini çok az ele verirdi. Hayatında
suç işlememiş biri tüm ifade boyunca yalan mı doğru mu söylüyor belli ederdi.
Ekibindeki polislerin bu görüşleri o yüzden önemliydi ama sonuçta herkes çiğ
süt emmiş diye düşünür ve işin içinde rüşvet, çıkar ilişkisi olabileceğini var
sayarak bakardı dosyaya.
Bu kadar büyük bir mirasın sahibi olan kişi ailesi köyde yaşayan, tek işi
evine bakmak olan birini neden öldürmek istesin? Taksir ile adam öldürmek? Olan
bu bile değildi. Bir böcek sokmasıydı. Aynı böcek onu da sokup öldürebilirdi. Asıl
hedef yanlarında çalışan kadın ise niye böyle bariz ip uçları bırakarak
öldürmek istesin? Kısa süre önce Sidney’e gidiyor, oradan bilmeden getirdiği
bir örümcek ile yanında çalışan birini öldürmek istiyor. Ne akla ne mantığa
uymuyordu ama sonuçta ortada bir ölüm vardı.
Savcı, avukatların yarım saatte çıkartacağını bildiği için hiç boşa kendini
yormadı. Mine Söğüt’ün serbest bırakılmasını söyledi. Gerektiğinde yine
ifadesine başvurulacaktı.
Girişinden üç saat sonra çok yorgun bir halde mahkeme binasından çıkıyordu.
Tüm basın peşindeydi. İçeriden bilgi aldıkları belliydi. Hepsi aynı şeyi
soruyordu.
“Suna Boz’un ölümünde nasıl bir etkiniz var?”
“O genç kadından ne istediniz?”
“Aşk kıskançlığı mı?”
“Sizi neden serbest bıraktılar? Ortada cinayet varken neden
tutuklanmadınız?”
“Yanınızda çalışan genç kadının sevgilisine aşık olduğunuz doğru
mu?”
Çok rahatlıkla çığlığı basıp dilinin ucuna kadar gelen küfrü serbest
bırakabilirdi. Yine de tuttu kendini ve hafif bir tebessüm ile tüm
gazetecilerin yüzlerine tek tek baktı. İfadesini hiç bozmamış, yanıt
bulacakları bir açık vermemişti. “Çok
yanlış bir yerden olaya bakıyorsunuz. Mahkeme aşamasında olan bir konu ile
ilgili ifade verdim bitti. Daha fazla açıklama yapamam. Yasal zorunluluk. Dava
tamamen bittiğinde sizlere de olayı açıklayacağız. Teşekkürler.” Soruların
şekli, seslerin tonu değişmiş, az önceki suçlayıcı tavırların yerini daha sakin
ve olayı anlamaya yönelik sorular almıştı. Avukatları aynı cümleyi söyleyip
arabaya doğru yürüdüler.
Sedef, tüm bu olanların bitmesini istiyordu. Yorulduğunu hissediyordu.
“Şaban Bey, bu dava sizce bitti mi?”
“Sizi suçlayacakları şeyler değil bunlar. Ölüm ile sonuçlandı ve son derece
üzücü bir olay ama sizin de bu konuda kastınız yok. İçiniz rahat olsun, en kötü
bir iki celsede biter dava.”
“Bir iki celsede biter…Bir hayat bitti, dava da biter elbette. Önemli olan
başkalarının canı yanmadan her şeyin bitmesi.”
*****
Avukatı ile otele, Mine’nin yanına giderken neler olacağını uzun uzun
konuştular. Olayları anlamak için kafa patlatıyor ama bir türlü sonuca
ulaşamıyordu. Başı ağrımaya başlayınca avukata teşekkür edip sustu.
Kardeşi hiç uyumamış onu bekliyordu. Otel odasının konforunda yumuşak
koltuklara oturdular.
Gözlerini kapattı ve alnını bir eli ile
sıkarak ağrısını hafifletmeye uğraşırken de olanları tek tek
anlattı.
İkizi ne diyeceğini şaşırmış şekilde bakıyordu. Harekete geçmişlerdi. Lanet
olası adiler harekete geçmişti. Emindi kardeşiydi hedef. Çünkü ona verilen
sürenin dolmasına az kalmıştı ve imzayı alamadığı takdirde kardeşini
öldüreceklerdi. Kimseye şikayet edemiyor olması kendi acizliği miydi?
Korkuyordu ve korktuğunun başına geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Ama
onlar her an ensesindeydi. Hiç ummadığı anda arıyorlar ve asla numaralarını
göstermiyorlardı. Bu gece bile aramışlardı. Evini gözetlediklerini düşünüyordu.
Belki de evde adamları vardı.
Kardeşini nasıl ikna edeceğini düşünürken onun da başı ağrımaya
başladı.
*****
“Siz hangi işinizi doğru yapıyorsunuz?” Ronald artık bu işin
toparlanamayacağını düşünmeye başlamıştı. Sonuca ulaşmalarını kendileri
engelliyordu.
“Efendim, basit bir iş olacaktı. Hata yapmışlar.”
“Basit mi? Hata mı? Bu kadar saçma bir planın neresi basit? Masum biri
canından oldu. Sizler ise sadece basit bir planda hata yaptık diyorsunuz öyle
mi? Bugüne kadar yaptıklarınızı hata olarak belki ifade edebilirsizin ama bu
sonuncu aptallıktan daha öte bir şey. Sizlerle çalıştığım için gerçekten büyük
pişmanlık duyuyorum. Geçmiş başarılarınız sizleri yüksek egolu, her şeyi
yapabileceğini sanan beyinsizlere çevirmiş.” Hakaretlerinin ardı arkası
kesilmeyince hattın ucundaki adam araya girmeye çalıştı. “Kendisi için aldığı
paketi başkasına vereceğini düşünmedik.”
“Ekibin içinde hiç kadın yok mu? Niye onlara danışmadın? Sen bu kadar
akıllı olduğuna nasıl karar verdin? Üç beş araba satıyorsun diye akıllandığını
mı sandın? Her şeyi elinden alabilirim biliyorsun. Şimdi iş arkadaşlarına da
söyle. Bir hata daha yaparsanız hepinizi yok ederim. Masum ölümler beni üzer
ama sizin yok olmanıza üzüleceğimi düşünmüyorsunuz değil mi?” Tehditlerinde
ileri gitmiş olabilirdi, fakat şu an gerçekten üçünü de öldürmek istiyordu.
“Kendisi için aldığından emindik
efendim. Fikrini değiştireceğini nereden bilelim. Hem zaten en az on tane
örümcek vardı. Yatağının içine koyduk. Valizinde hatta, dışarıda bıraktığı ve
belli ki o akşam giyeceği kıyafetlerinin içine bile koyduk. Botlarının içinde
de vardı. Biri ısırmasa diğeri illa ısırır dedik. Hiç şüphe çekmeyecektik. Sidney’den dönemez
diye umuyorduk.”
“Bu aptalca bir hata. Çünkü kadınlar kendilerine aldıkları çoğu şeyi
kullanmaz. Ya dolaba atar ve unutur ya da birilerine verir.”
“Bunu düşünemedim. Zaten o kadar böcekten illa biri onu ısırır diye
düşündüm.”
“Sen artık bir şey düşünme. Bekle, sakın kafana göre bir şey yapma. Benim
dönüşümü bekle.”
“Sana, Sidney’de çöz, kaza süsü ver
dediğimde böyle bir şey kast etmemiştim. Otomobil kazası olabilirdi. Küvette
düşüp başını vurabilirdi… bunları ayarlamak bir sürü böceğe güvenmekten daha
basit ve güvenliydi.”
“Ama böcek sokmasının suçlanacak bir tarafı yoktu. Hem o otelin tarihinde
örümcek sokması yüzünden ölen biri var. İkisinin birleşmesinde bir sakınca
görmedik. Ayrıca küvette düşmesini nasıl sağlayacaktık? Yağ mı dökecektik?
Kasıt olduğu anlaşılmayacak mıydı? Her katta güvenlik kamerası var. Odaya girip
orada saklanacak birini hemen yakalarlardı. Şimdi bile, kasıt olduğunu
düşünürlerse odayı gören tüm kameralar hatta belki de otele giren çıkan herkes
incelenecektir. Kaza da ölme ihtimali de düşüktü. Hem de daha babası yeni kaza
yapmıştı. Başka bir şey bulalım dedik.”
“Salaklar. Bir daha anlamadığınız şeyi sorun. Anlatayım. Kafanıza göre iş
yapmayın. Bu olayı kullanın. Diğer kardeşi korkutun.”
“Hemen aradık ve gerekenleri söyledik.”
“O kadarını akıl edebildiniz mi? Bravo, kocaman bir alkış size. Bu olayın
nasıl kapanacağını yakından takip edin. Başka hata istemiyorum. Hükümet yasayı
çıkartmak üzere. O yasa çıktıktan sonra isteseler de o araziyi bize satamazlar.
Elinizi çabuk tutun ve tüm hatalarınızı düzeltin. ”
“Emredersiniz.”
Emrediyordu ama emrindekilerin saçmalamalarına engel olamıyordu. Üstelik
hesap verecek olan kendisiydi.
*****
Telefonu kapatıp iki eli ile yüzünü ovalamaya başladı. Haklıydı. Çok kötü
çuvallamışlardı. Defalarca plan yapmış, her seferinde hata yapmışlardı. Son
yapılan ile kendi ölüm fermanlarını imzalamış olabilirlerdi. Ekibi ile
toplanmalı ve durumu değerlendirmeliydi. Bir çözüm bulmaları gerekiyordu. Ya
imzalatacak, ya öldürecek ya da öleceklerdi… Sonuncusu bir tercih değildi.
Üç kişi ölmüştü. Daha kaç tane olacaktı? Ne sıyrılabiliyor, ne bitirip
kurtulabiliyordu. İşler hiç ummadığı şekilde terse dönüyor, tüm çaba boşa
gidiyordu. Nakit hesabını kontrol etti. Başka çareler bulması gerekiyordu.
Pasaportu ve kartları hep yanında olacaktı. Her an kaçması gerekebilirdi. Gittiği
yerde sahte kimlik yapacak birilerini bulabilirdi. Bunu sonra düşünecekti.
Önceliği sorunu çözmeye yönelik olmaydı!
*****
Süheyla Hanım, ifadesini vermiş, Sedef’in söylediklerini doğrulamıştı.
İfadesinde evde ne kadar zamandır çalıştığından, kızların kimse ile sürtüşme
dahi yaşamamış olduğundan, çözülmesi gereken konularda kendisini aracı olarak
kullanıp çözümü bulduklarından bahsetmişti. Evde hep huzur ve mutluluk
olduğunu, son kazaya kadar da kahkahaların eksilmediğini anlatmıştı. Yeni
elemanı almalarının nedeni bebeklerin gelecek olması ve işlerin artacağını
bilmelerindendi. İkizleri ne kadar sevdiğini anlamak için fazla çabaya gerek
yoktu. Onların böyle bir olayla üzülmesi kadını daha çok üzüyor gibiydi.
*****
Yiğit de ifade vermiş, neler yaşandığını anımsadığı kadarıyla anlatmıştı.
Örümcekleri görmemiş, polisler arayıp haber verdikten sonra kendi evindeki
paketleri ve valizleri eline eldiven giyerek ve çok dikkatli şekilde kontrol
ettiğini söylemişti. Sevgilisinin hediyesini de henüz vermediği için en azından
onun evi ilaçlanmayacaktı.
Sıkı bölüm yine ... Birkaç araba satan düşman tanıdık biri mi ? Göreceğiz ... Ama sanırım artık iki kardeş yüzleşmesini okuyacağız :)))
YanıtlaSil