27 Mart 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 35. Bölüm

Polislerle birlikte ifade için emniyete girerken nöbetçi basın mensuplarının dikkatini çekmişti. Soruların hepsi neden orada olduğuna yönelik olunca o da kısaca “Bir konu ile ilgili bilgime başvurulacak, önemli bir şey yok.” demiş ve içeri girmişti. Sesi kendinden emin çıksa da olayın bu kadar basit olmadığını biliyordu. Gecenin o saati ifade için evden alındığına göre mutlaka önemliydi konu. Zaten bir hatta iki hayat yok olmuştu. Gün içinde ölüm haberi aldığı kızın olayla bağlantısı olacağını düşünmüyordu. Kötü bir rastlantıydı!
  
Kısa bir beklemeden sonra baş komiserin odasına alındılar. Kemal Büyük, genç olmasına rağmen biraz fazla kilosu olan biriydi. Üzerindeki gömleğin en üst düğmesi açık, kravatı gevşetilmişti. Günün çok uzun sürdüğünü belli eden gözaltı morlukları oluşmuştu.  Sedef’in hemen ardından avukatlar da içeriye girmişti. Birlikte ayakta duruyorlardı.


“Mine Hanım, hoş geldiniz. Buyurun. Sizler de avukatları olmalısınız. İfadenize baş vuracağız Mine hanım.”

Sedef, bir an isim ile ilgili tepki vermek, Mine olmadığını söylemek istedi. Fakat o an asıl sorunun isimler olmadığının bilincinde dilini tuttu. Tipik devlet dairesi kasveti ile olduğundan küçük ve dağınık gözüken odada gösterilen koltuğa oturdu. Karşısına Şaban Sesver oturunca biraz rahatladı. Diğer avukatları masanın karşısındaki dört sandalyeden birine oturmuştu. Kendisini getiren iki sivil polis de onun yanında oturuyordu. Onların da odada olmasından memnundu. İlk günden beri işlerini yapan, önyargılardan uzak tipler olarak görmüştü. Kendisini Kemal Beyden çok daha iyi tanıdıklarından şüphesi yoktu.

Hemen sağ tarafta ise konuşulanları yazacak olan bir başka polis vardı. O üniformasının içinde çok zayıf ve genç duruyordu. Kullandığı küçük masa, en az otuz yıllık gibiydi. Üstünde ise masanın yaşlılığına inat yeni sayılacak bir bilgisayar vardı. Daktilo olmamasına şaşırmıştı.

Odada artık iki sivil polisten başka bir de ifadeyi dikte edecek memur vardı. O da yerini aldıktan ve kimlik sorgusu yapıldıktan sonra asıl konuya gelindi. Baş Komiser Kemal, ilk sorusunu yöneltti.

Baş komiser, ifadesinin ölen görevli kız için olacağını söylemiş, sorularına başlamıştı. “Mine Hanım, Suna Boz’u ne kadar tanıyordunuz?”
“Suna Boz’u sadece yarım saat kadar gördüm. Yeni başlamış, tanıştım, işinin hayırlı olmasını söyledim. Hediyesini verdim. Bir daha da karşılaşmadım.”
“Yarım saat kadar bir süre gördüğünüz kişilere hediye vermek adetiniz midir?”
“Hediye adetlerimizin bu ölümle ilgisi ne?”
“Soruma yanıt alabilir miyim?”

Bunu söylerken sesinde oluşan tonu hiç beğenmemişti. Suna Boz’un ölümü ile bu soruların bağlantısını kuramayan genç kız tedirginlikle yerinde kıpırdandı. Hiç suçu olmadığı halde böyle huzursuz hissetmesi sinirini bozuyordu. Daha sağlam durması gerektiğini düşünüp toparlanmaya çalıştı.

“Pardon ama beni neyle suçluyorsunuz? Bilgi vermek için geldiğimi sanıyordum ama şu an resmen suçlanıyormuşum gibi geliyor.”
“Henüz bir suçlama yok. Suna Boz’un ölümü ile ilgili adli tıbbın ön raporu. “ Uzattığı kağıdı alan genç kız bir süre satırların üstünde bakışlarını gezdirdi ve baş komiserin gösterdiği kısmı okumaya başladı.

 ‘…atrax robustus tarafından üretilen bir zehir ile zehirlenmiş.’  

Sedef,  şaşkın bakışlarını adama çevirdi. “Üzgünüm ama ben Latince bilmiyorum. Yani? Ne demek istiyorlar?”  
“Haklısınız, ben de bilmiyorum. Uzmanların dediğine göre bu bir zehir. Sydney Funnel denilen bir örümceğin zehri. Yani Sidney’in Huni Ağ Örümceğinin ısırması sonucu ölmüş. Bize göre de öldürülmüş.”  
“Öldürülmüş mü?”  
“Evet, öldürülmüş. Benim şu ana kadar edindiğim bilgilere göre, bu vaka taksir ile adam öldürmeye giriyor gibi gözüküyor.” O an avukatlar yerlerinde toparlanıp konuyu daha dikkatli dinlemeye başladılar. Bu kelime herkesi bir anda zan altında bırakabilecek türdendi.  

“Taksir ile adam öldürmek ne demek?”
Şaban Bey açıkladı, “Ölüme neden olan olayı, öldürme kastı ile yapmamak diye açıklanabilir. Yani istemeden ölüme neden olmak. Kaza gibi…”
“Anladım. Anladım da benimle bağlantısını kuramadım. Sidney örümceği, ben Sidney’e yeni gittim diye beni mi çağrıştırdı?” Olayları tam kavrayabilse kurduğu cümleye gülecekti. Ne alakası vardı acaba? Beyni kötü olayları örtüştürmek istemez gibi neredeyse durmuş, çalışmıyordu.
 “Biz de onu anlamaya çalışıyoruz. Siz hafta sonu Sidney’den döndünüz, değil mi?”  
“Ne demek istiyorsunuz?”  
“O örümceğin sizinle gelmiş olma ihtimali yüksek. Biz de bunu sorguluyoruz şu an.”  
“Benimle mi gelmiş? Böyle bir şey yok elbette. Örümcek getirip hiç tanımadığım birini mi öldüreceğim? Bunu düşünmeniz bile saçma. Elbette çok üzüldüm. Genç bir kadın hayatını kaybediyor. Yerine konmayacak tek şey canımız. Fakat, birisinin ölümünü istemek, üstelik hiç tanımadığım birinin canına kast etmek, mümkün değil.”  
“Tanısanız, husumetiniz olsa cana kast edebilirsiniz öyle mi?”
“Ne? Pardon, anlayamadım?”
“Az önce ‘hiç tanımadığınız birinin canına kast etmeyeceğinizi’ söylediniz. Yani bu durumda tanıyor ve kızıyor olsanız böyle bir eylemi yapar, birini öldürmek ister misiniz?”
Şaban Bey araya girip, “Baş Komiserim, bir cümlenin bu hale getirilmesi müvekkilimin yönlendirilmesidir. Bir şeyle suçlayacaksanız olması gereken şartları yerine getirin. Biz de ona göre tavrımızı belirleyelim. Suçlamanız yoksa, böyle bir cümle ile yönlendirilmiş bir soru soramazsınız. Mine hanım, hemen bir önceki cümlesinde size kimsenin canını bilerek, isteyerek alamayacağını beyan etti.”

Baş Komiser, ifadeyi yazan memura dönüp Mine’nin tartışmaya konu olan cümlesine kadar geçen kısmı silmesini istedi. Zorladığını biliyordu. Savcının görevini yapar gibiydi. Avukatların haklılığını kabul etmişti. Suçluysa zaten normal sorguda her şeyi öğreneceklerini biliyordu. 

“Güzel cümleler fakat ortada bir ölüm var. Biz de bunu araştıracağız. Bu ölümle sizin bağlantınızı da kuracağız elbette. ”  
“Tek bağlantım, kızın bizim evde hizmetli olarak işe başlaması ve rapora göre bir örümcek, Sidney bilmem nesi tarafından ısırılması. Valizle gelmiş bir haşerenin yaptığı şeyin beni katil yapmayacağını biliyorsunuz değil mi?” Bir an az önceki kelimeyi düşündü. Alnı kırıştı, “Şeyle, hah, taksir ile adam öldürmenin bile bir düzeni, kuralı olmalı. Benim valizime giren bir böcekle, ölen bir genç kızın katili olmam düşünülemez.” Durdu, bu kelimeyi dudaklarından dökülür dökülmez sözlüklerden silmek istedi. Çok çirkin, çok rahatsız ediciydi. Gözleri dolmuştu. Odaya girdiği andan beri ilk kez gerçekten olaya vakıf olmuş ve birinin hayatını kaybetmesinden sorumlu olduğunu anlamıştı.

Kemal, düşen iki damla yaştan sonra yüzünde beliren korkunun, ardından yerleşen hüznün ve hepsinden ağır basan paniğin sorularına daha doğru yanıtlar almasını sağlayacağını bilerek devam etti. “Peki bana Sidney’den gelirken yanınızda neler getirdiğinizi anlatır mısınız? Sanırım bazı hediyeler getirdiniz.” 
“Kardeşime, arkadaşlarıma, fular ve yaka iğnesi gibi kişisel hediyeler aldım. Ah bir de herkese cilt bakım seti aldım. Kendim de dahil. Şu ölen Suna, ben giderken evde yoktu. Sidney’deyken işe alınmış. Bir paket noksan kaldı. Ben de kendiminkini…”  
“Neden sustunuz?”
“Ne? Ah yok bir şey, sadece şu an ben ölmüş, siz de belki kardeşime nasıl öldüğümü açıklıyor olabilirdiniz.” Sedef, o kadar soğukkanlılıkla söylemişti ki cümleyi, odada derin bir sessizlik oldu. Sadece nefes alışlarının hafif sesi ile karşılaşan Sedef, etrafındaki altı erkeğin de ona baktığını fark etti.
“Açıklayın!”
Ne kadarını açıklayacaktı? Babasının ölümünün kaza olmasına hiç inanmadığını mı, eve, işe, kuaföre, yata gelen isimsiz çiçekleri mi? kardeşinin yaptığı her seferinde farklı bir telefon kulübesinden gelen telefonları mı? Yoksa en son tespit ettiği paravan şirketleri mi? Önceliği şu an başkalarının hayatının da tehlikede olmasına verip hızlı hızlı konuşmaya başladı.

“O paket benimdi. Eğer tamamen bir rastlantı değilse o paketi ben açacaktım. O örümcek benim paketimde olacaktı. Belki başkaları da var. Telefon etmem lazım. Evi ilaçlatmamız lazım. İzin verin, kardeşimi arayayım.” Şaban’ın koltukta doğrulması, hemen kendi telefonunu eline alması karşısında kısa bir an durdu. Telefon daha açılmamıştı. “Şaban bey, ona söyleyin, üstlerini bile değiştirmeden evden çıksınlar. Sadece cüzdanlarını, telefonlarını alsınlar. Eşyaların hiç birine güvenemem. Normal bir ilaçlama ile ölür mü? İnternetten araştırsın. Bu saatte kimseyi bulmaz. Yarın ilk iş evi, arabaları ilaçlatsın. Tüm dolaplar boşaltılsın, ne kadar giyecek, varsa mutlaka kontrol edilsin. Koruyucu elbise bulsunlar. Ellerine, yüzlerine değmesin. Aman Allahım, bebekler gelmeden tüm bunların yapılıp bitirilmesi lazım. Herkes otellerden birine gitsin.” Farkında bile değildi, bunları söylerken yerinden kalkmış, dört metrelik odada yürüyebileceği her yere panikle ulaşmaya çabalıyordu. Şaban Bey, hattın ucundaki kardeşine tüm bunları aktarırken evde hafif bir panik havası esmeye başlamıştı.

Sedef’in her an hissettiği korku büyüyordu. Mesut ile Hasan birbirine bakıp baş komisere işaret ettikten sonra dışarı çıktılar.

“Şaban Bey, Süheyla Hanım ve kızlardan biri evde yatılı kalıyor. Sakın ha onlar da biz ilaçlarız, temizleriz falan demesin. Hemen çıksınlar. Uzman ekipler yapacak o işi. Hepsi bizim otellerden birine gitsinler. Onlara oradan giyecek temin edilmesini sağlayacağımızı söyle. Offf Hümeyra ve Suat da tedirgin olacak.”
“Tamam, rahat olun artık. Halledeceğiz. Belirtilerine bakar, başka kimsenin ısırılıp ısırılmadığını anlamaya çabalarız. Tabii şu ana kadar başka ısırık vakası oldu mu bilmiyoruz.”
“Başka? Başka ısırık?” Odayı arşınlamayı bırakıp koltuğa attı kendini. “Ben evdeki tüm personele, sekreterlerimize, Jale ile Banu’ya da aynı paketlerden verdim. Lanet olsun. Lanet olsun. Ah bir de ölen kızın evi? O evin de ilaçlanması lazım. Ya başka yerlere gittiyse? Ya üredilerse. Aman Allahım.”
Sedef artık ağlamaya başlamıştı. Sinirleri bozulmuş, olayın boyutları konuştukça büyümüştü.
 “O ürünleri aldığınız yer kaliteli bir yer miydi? Çok saçma gelmezse faturaları var mı? Yurda girişte herhangi bir beyanda bulundunuz mu? Tüm süreci anlatır mısınız?” 
“Elbette kaliteli ürünler. Faturaları da var ve bunları satan mağazanın dünya çapında bir ünü var. Merdiven altı iş yapanlarla çalışacak bir firma değil. Ama elbette ürünlerine şu aşamada garanti veremem. Böyle bir olaya neden oldularsa gerekeni yapacağımdan emin olabilirsiniz. Tüm valizlerimi dönüş yolunda bagaja verdim. Hepsi özel hediye paketlerinde yer alıyordu. Tüm paketler mağazada yapıldı. Ben sadece kokuları seçtim. O da arkadaşlarımın zevklerini bildiğim içindi. Arkadaşlarım… Kardeşim… Hepsi tehlikede. Ben de burada ne olacağını bilmeden oturuyorum. ” 
Olayın boyutları büyüyebilirdi. Tüm hediye verilen kişilerin isimleri telefonları Sedef’ten alınıp irtibat sağlanması için memurlardan birine verildi. Kişilerin hayatlarının tehlikeye girmemesi için gereken her türlü tedbir alınacaktı. Önemli olan örümcek görenlerin türü ne olursa olsun öldürmeleri ve asla dokunmamalarıydı.

“Yiğit? Offf bitmeyecek mi bu kabus? Ben o geziye Yiğit Uçar ile birlikte gittim. Aynı otelde hatta aynı suitte kaldık. Örümcek onun valizleriyle ya da aldığı hediyelerle de gelmiş olabilir. Onu da arayın. Kız arkadaşına hediye verdim. Kendisi de aldı bir şeyler tüm paketlere baksın ve evini terk etsin. Aynı şeyleri söyleyin. Tedbir alsın.” Oteldeki ölümlü örümcek sokması hakkında konuşup konuşmamak arasında tereddüt ediyordu. Sonuçta bir böcek sokmasıydı. Her yerde, her zaman olabilecek bir şey…
“Yiğit Uçar kim?”
“Holdingin Yönetim Kurulu Başkanı. Yeni oldu tabii. Babamın vefatından sonra. Önceden genel müdürümüzdü.”
“İş seyahati miydi?”
“Evet, toplantılarımız vardı. Ben de oteli incelemek, son yıllardaki müşteri kaybının nedenlerini yerinde görmek istedim.”
“Yiğit bey ile aranızda bir sorun var mı? Sizin ya da kardeşinizin görüş ayrılığı, görevini kötüye kullandığına dair bir düşünceniz falan? Herhangi bir şey olabilir.”
“Bugüne kadar öyle bir durum olmadı. Babam hayattayken de yaşanan bir sorun anımsamıyorum.”
“Ya bir gönül ilişkisi? Kırık kalp falan?”
“Ne alakası var? Anlayamadım.” Kardeşinin gönül kırıklığını oturtamamıştı.
“Alakası şu. Bir gönül ilişkisi yaşarsınız, terk edersiniz, intikam almak için sizi öldürmek ister.”
Sedef, Yiğit’in Mine’ye olan aşkını düşününce konuşmayı hiç kendi üstüne yorumlamadığını anladı. “Üçüncü sayfa cinayetleri gibi bir durum bu. Hayır, gönül ilişkimiz de yok, alınacak intikam da.”

Sedef, çok net konuştuğunu sanıyordu. Oysa sesinde kendisinin bile anlamadığı şüphe kırıntıları vardı. Kardeşi ile telefonda konuşurken Yiğit, valizinin yakınındaydı. Son hediye paketlerini o valize koymuş ve fermuarları kapatmıştı. Odaya geri döndüğünde onu valizlerin başında bulduğunda tepkilerini anımsamaya çalıştı. Tedirgin? Korkmuş? Rahatlamış? Hayır hiç birini anımsamıyordu. Yüzüne bakmamıştı. Yiğit yapmış olabilir miydi?

Ayrı ayrı hareket ettikleri günlerden birinde örümcekleri temin etmiş olması, sonra da yardım ediyorum görüntüsü vererek, valizler toplanırken orada olması… Daha önceki bir olay da aklına geldi. İmza yetkilerinin değişiklik talebi Yiğit’ten gelmişti. Kaza ile ilgili de arabalarla yola çıkacaklarını bilen kişiydi Yiğit! Neler oluyordu? Kötü düşünceleri kovaladı. Büyük ihtimalle karşısındaki polisin yönlendirmesi yüzünden böyle düşünüyordu. Yanlış bir şey söylemek, yok yere birisini suçlamak istemiyordu. Kendi başını kurtarmak için başkasını yakacak değildi.
Avukatlarının yüzlerindeki rahat ifade kendisinin aynı ifadeye kavuşmasına yetmiyordu. Telefon konuşmaları bitmiş, bir iki soru daha sorulup ifade tamamlanmıştı. Sedef, kendisi için en önemli soruyu sordu.

 “Komiser bey, benim durumum nedir?”
Cinayetten suçlu bulunursa ne kadar hapis yatardı? Elbette susup oturmayacak, o örümceğin kasıtlı olarak temin edilmiş olmasının mümkün olmadığını, valizine nasıl girdiğini bilmediğini söyleyecekti. Tamamen gerçek olan buydu.  
“İfadenizi dosyaya koyacağız. Nöbetçi savcı neye karar verecek bilemem. Soruşturmanın sonucuna göre mahkemeye çıkabilirsiniz.” 
“Mahkeme mi? Cinayetten mi yargılanacağım?” 
“Siz bir süre dinlenin. Ben nöbetçi savcının gelmesini bekliyorum. Onunla ifadeniz üzerinde konuşacağım. Sonra neler olacağına bakarız.” Savcıya az önce yaşananları anlattığında mahkemeye bile gerek olmayacağını bilecek kadar suçluları tanırdı.

Avukatlarına bakıp onların yüzlerinde az önce gördüğü rahat ifadenin biraz daha derinleştiğini anlayınca o da rahatladı. Dava açılmadan çözülebilecek bir durum bile olabilirdi. Hukuki işleri anlamadığı için oradan çıktıklarında soracaktı.

Kemal odadan çıkıp Mesut ile Hasan’ın yanına gitti.. Mesut başladı söze, “Amirim, ben bu genç kadının kimseyi bilerek öldüreceğini düşünemiyorum bile. Hepsi bir yana anlattıklarından sona bu olayın ardından babasının kazası gibi bilinmeyenler kalacak elimizde diye korkuyorum. Biraz fazla rastlantı var.”
“Babalarının kaza dosyası kapanmıştı değil mi?”
“Gelen tüm fotoğraflar ve raporlardan sonra kazaya karışmış bir kamyon aranmış ama bulunamamıştı. Herkes de kamyonun yan yoldan çok süratli çıktığını vurduktan sonra da durmadan uzaklaştığını söylüyordu. O kamyonu ve şoförünü bulamadığımız için olay kaza olarak kapandı.”
“Sana göre ne peki?”
“Cinayet… Tek bir an bile şüphem olmadı. Jeyan amirim de aynı fikirde ama delil olmayınca dosyayı biz alamadık.”
“İki dosya ayrı yürüyor ama bana da olay baba ile bağlantılı gibi geliyor. Savcıyla görüşelim. Ona da bunları söyleyelim. Belki dosya yeniden açılır.” 
 “Belki.” 


*****  


Baş komiser tarafından açıklama yapılan nöbetçi savcı, onların görüşlerine değer verirdi. Ama karar elbette kendisine ait olurdu. Soru anında vücut dili ancak profesyonel suçlularda kendini çok az ele verirdi. Hayatında suç işlememiş biri tüm ifade boyunca yalan mı doğru mu söylüyor belli ederdi. Ekibindeki polislerin bu görüşleri o yüzden önemliydi ama sonuçta herkes çiğ süt emmiş diye düşünür ve işin içinde rüşvet, çıkar ilişkisi olabileceğini var sayarak bakardı dosyaya.  
Bu kadar büyük bir mirasın sahibi olan kişi ailesi köyde yaşayan, tek işi evine bakmak olan birini neden öldürmek istesin? Taksir ile adam öldürmek? Olan bu bile değildi. Bir böcek sokmasıydı. Aynı böcek onu da sokup öldürebilirdi. Asıl hedef yanlarında çalışan kadın ise niye böyle bariz ip uçları bırakarak öldürmek istesin? Kısa süre önce Sidney’e gidiyor, oradan bilmeden getirdiği bir örümcek ile yanında çalışan birini öldürmek istiyor. Ne akla ne mantığa uymuyordu ama sonuçta ortada bir ölüm vardı.  
Savcı, avukatların yarım saatte çıkartacağını bildiği için hiç boşa kendini yormadı. Mine Söğüt’ün serbest bırakılmasını söyledi. Gerektiğinde yine ifadesine başvurulacaktı.  
Girişinden üç saat sonra çok yorgun bir halde mahkeme binasından çıkıyordu. Tüm basın peşindeydi. İçeriden bilgi aldıkları belliydi. Hepsi aynı şeyi soruyordu.  
“Suna Boz’un ölümünde nasıl bir etkiniz var?”  
“O genç kadından ne istediniz?”  
“Aşk kıskançlığı mı?”
“Sizi neden serbest bıraktılar? Ortada cinayet varken neden tutuklanmadınız?”  
“Yanınızda çalışan genç kadının sevgilisine aşık olduğunuz doğru mu?”   
Çok rahatlıkla çığlığı basıp dilinin ucuna kadar gelen küfrü serbest bırakabilirdi. Yine de tuttu kendini ve hafif bir tebessüm ile tüm gazetecilerin yüzlerine tek tek baktı. İfadesini hiç bozmamış, yanıt bulacakları bir açık vermemişti.  “Çok yanlış bir yerden olaya bakıyorsunuz. Mahkeme aşamasında olan bir konu ile ilgili ifade verdim bitti. Daha fazla açıklama yapamam. Yasal zorunluluk. Dava tamamen bittiğinde sizlere de olayı açıklayacağız. Teşekkürler.” Soruların şekli, seslerin tonu değişmiş, az önceki suçlayıcı tavırların yerini daha sakin ve olayı anlamaya yönelik sorular almıştı. Avukatları aynı cümleyi söyleyip arabaya doğru yürüdüler.
Sedef, tüm bu olanların bitmesini istiyordu. Yorulduğunu hissediyordu.
“Şaban Bey, bu dava sizce bitti mi?”
“Sizi suçlayacakları şeyler değil bunlar. Ölüm ile sonuçlandı ve son derece üzücü bir olay ama sizin de bu konuda kastınız yok. İçiniz rahat olsun, en kötü bir iki celsede biter dava.”

“Bir iki celsede biter…Bir hayat bitti, dava da biter elbette. Önemli olan başkalarının canı yanmadan her şeyin bitmesi.”

***** 


Avukatı ile otele, Mine’nin yanına giderken neler olacağını uzun uzun konuştular. Olayları anlamak için kafa patlatıyor ama bir türlü sonuca ulaşamıyordu. Başı ağrımaya başlayınca avukata teşekkür edip sustu.  
Kardeşi hiç uyumamış onu bekliyordu. Otel odasının konforunda yumuşak koltuklara oturdular.

Gözlerini kapattı ve alnını bir eli ile sıkarak ağrısını hafifletmeye uğraşırken de olanları tek tek anlattı.  
İkizi ne diyeceğini şaşırmış şekilde bakıyordu. Harekete geçmişlerdi. Lanet olası adiler harekete geçmişti. Emindi kardeşiydi hedef. Çünkü ona verilen sürenin dolmasına az kalmıştı ve imzayı alamadığı takdirde kardeşini öldüreceklerdi. Kimseye şikayet edemiyor olması kendi acizliği miydi?
  
Korkuyordu ve korktuğunun başına geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Ama onlar her an ensesindeydi. Hiç ummadığı anda arıyorlar ve asla numaralarını göstermiyorlardı. Bu gece bile aramışlardı. Evini gözetlediklerini düşünüyordu. Belki de evde adamları vardı.   
Kardeşini nasıl ikna edeceğini düşünürken onun da başı ağrımaya başladı. 

*****  


“Siz hangi işinizi doğru yapıyorsunuz?” Ronald artık bu işin toparlanamayacağını düşünmeye başlamıştı. Sonuca ulaşmalarını kendileri engelliyordu.
“Efendim, basit bir iş olacaktı. Hata yapmışlar.”  
“Basit mi? Hata mı? Bu kadar saçma bir planın neresi basit? Masum biri canından oldu. Sizler ise sadece basit bir planda hata yaptık diyorsunuz öyle mi? Bugüne kadar yaptıklarınızı hata olarak belki ifade edebilirsizin ama bu sonuncu aptallıktan daha öte bir şey. Sizlerle çalıştığım için gerçekten büyük pişmanlık duyuyorum. Geçmiş başarılarınız sizleri yüksek egolu, her şeyi yapabileceğini sanan beyinsizlere çevirmiş.” Hakaretlerinin ardı arkası kesilmeyince hattın ucundaki adam araya girmeye çalıştı. “Kendisi için aldığı paketi başkasına vereceğini düşünmedik.”  
“Ekibin içinde hiç kadın yok mu? Niye onlara danışmadın? Sen bu kadar akıllı olduğuna nasıl karar verdin? Üç beş araba satıyorsun diye akıllandığını mı sandın? Her şeyi elinden alabilirim biliyorsun. Şimdi iş arkadaşlarına da söyle. Bir hata daha yaparsanız hepinizi yok ederim. Masum ölümler beni üzer ama sizin yok olmanıza üzüleceğimi düşünmüyorsunuz değil mi?” Tehditlerinde ileri gitmiş olabilirdi, fakat şu an gerçekten üçünü de öldürmek istiyordu.
 “Kendisi için aldığından emindik efendim. Fikrini değiştireceğini nereden bilelim. Hem zaten en az on tane örümcek vardı. Yatağının içine koyduk. Valizinde hatta, dışarıda bıraktığı ve belli ki o akşam giyeceği kıyafetlerinin içine bile koyduk. Botlarının içinde de vardı. Biri ısırmasa diğeri illa ısırır dedik. Hiç şüphe çekmeyecektik. Sidney’den dönemez diye umuyorduk.”
“Bu aptalca bir hata. Çünkü kadınlar kendilerine aldıkları çoğu şeyi kullanmaz. Ya dolaba atar ve unutur ya da birilerine verir.”  
“Bunu düşünemedim. Zaten o kadar böcekten illa biri onu ısırır diye düşündüm.”
“Sen artık bir şey düşünme. Bekle, sakın kafana göre bir şey yapma. Benim dönüşümü bekle.”
 “Sana, Sidney’de çöz, kaza süsü ver dediğimde böyle bir şey kast etmemiştim. Otomobil kazası olabilirdi. Küvette düşüp başını vurabilirdi… bunları ayarlamak bir sürü böceğe güvenmekten daha basit ve güvenliydi.”
“Ama böcek sokmasının suçlanacak bir tarafı yoktu. Hem o otelin tarihinde örümcek sokması yüzünden ölen biri var. İkisinin birleşmesinde bir sakınca görmedik. Ayrıca küvette düşmesini nasıl sağlayacaktık? Yağ mı dökecektik? Kasıt olduğu anlaşılmayacak mıydı? Her katta güvenlik kamerası var. Odaya girip orada saklanacak birini hemen yakalarlardı. Şimdi bile, kasıt olduğunu düşünürlerse odayı gören tüm kameralar hatta belki de otele giren çıkan herkes incelenecektir. Kaza da ölme ihtimali de düşüktü. Hem de daha babası yeni kaza yapmıştı. Başka bir şey bulalım dedik.”
“Salaklar. Bir daha anlamadığınız şeyi sorun. Anlatayım. Kafanıza göre iş yapmayın. Bu olayı kullanın. Diğer kardeşi korkutun.”
“Hemen aradık ve gerekenleri söyledik.”
“O kadarını akıl edebildiniz mi? Bravo, kocaman bir alkış size. Bu olayın nasıl kapanacağını yakından takip edin. Başka hata istemiyorum. Hükümet yasayı çıkartmak üzere. O yasa çıktıktan sonra isteseler de o araziyi bize satamazlar. Elinizi çabuk tutun ve tüm hatalarınızı düzeltin. ”  
“Emredersiniz.”  
Emrediyordu ama emrindekilerin saçmalamalarına engel olamıyordu. Üstelik hesap verecek olan kendisiydi.

*****

Telefonu kapatıp iki eli ile yüzünü ovalamaya başladı. Haklıydı. Çok kötü çuvallamışlardı. Defalarca plan yapmış, her seferinde hata yapmışlardı. Son yapılan ile kendi ölüm fermanlarını imzalamış olabilirlerdi. Ekibi ile toplanmalı ve durumu değerlendirmeliydi. Bir çözüm bulmaları gerekiyordu. Ya imzalatacak, ya öldürecek ya da öleceklerdi… Sonuncusu bir tercih değildi.

Üç kişi ölmüştü. Daha kaç tane olacaktı? Ne sıyrılabiliyor, ne bitirip kurtulabiliyordu. İşler hiç ummadığı şekilde terse dönüyor, tüm çaba boşa gidiyordu. Nakit hesabını kontrol etti. Başka çareler bulması gerekiyordu. Pasaportu ve kartları hep yanında olacaktı. Her an kaçması gerekebilirdi. Gittiği yerde sahte kimlik yapacak birilerini bulabilirdi. Bunu sonra düşünecekti. Önceliği sorunu çözmeye yönelik olmaydı!



*****  


Süheyla Hanım, ifadesini vermiş, Sedef’in söylediklerini doğrulamıştı. İfadesinde evde ne kadar zamandır çalıştığından, kızların kimse ile sürtüşme dahi yaşamamış olduğundan, çözülmesi gereken konularda kendisini aracı olarak kullanıp çözümü bulduklarından bahsetmişti. Evde hep huzur ve mutluluk olduğunu, son kazaya kadar da kahkahaların eksilmediğini anlatmıştı. Yeni elemanı almalarının nedeni bebeklerin gelecek olması ve işlerin artacağını bilmelerindendi. İkizleri ne kadar sevdiğini anlamak için fazla çabaya gerek yoktu. Onların böyle bir olayla üzülmesi kadını daha çok üzüyor gibiydi.

*****

Yiğit de ifade vermiş, neler yaşandığını anımsadığı kadarıyla anlatmıştı. Örümcekleri görmemiş, polisler arayıp haber verdikten sonra kendi evindeki paketleri ve valizleri eline eldiven giyerek ve çok dikkatli şekilde kontrol ettiğini söylemişti. Sevgilisinin hediyesini de henüz vermediği için en azından onun evi ilaçlanmayacaktı.


1 yorum:

  1. Sıkı bölüm yine ... Birkaç araba satan düşman tanıdık biri mi ? Göreceğiz ... Ama sanırım artık iki kardeş yüzleşmesini okuyacağız :)))

    YanıtlaSil