Ece, evi aradığında bu kadar rahat yalan
söyleyebileceğini tahmin etmemişti. Didem ile kalacağını, ertesi gün döneceğini
söylemişti. Toprak’ın verdiği fikir o an için söylenecek gibi değildi.
Annesinin yüreğine inecekti. Toprak, bir gecelik daha izin kopartmış olan
sevgilisinin üstündeki kendi gömleğinin yakasını tutmuş çekiştiriyordu.
“Hey yavaş yırtacaksın.”
“O zaman sende kaçma benden.”
“Filmlerde görürdüm bu gömlek işini. Bir gün
yapacağımı hiç düşünmemiştim.”
“Ben de görür ve seksi olduğunu düşünürdüm.
Haklıymışım. Beni delirtecek kadar seksi duruyorsun, o gömleğin içinde.”
“Bence kaybolmuş duruyorum. Sen ne kadar iriymişsin
böyle. İçine iki tane daha ben girerim.”
“Orada
çok şirin, çok masum ve bir o kadar da seksi duruyorsun. Artık itiraz etme de
gel yanıma.” Ece deri koltukta oturan Toprak’ın yanına oturacakken bir anda
kendini kucağında buldu.
Toprak
öpmek için eğilirken o kafasını geri atıp kaçmıştı. Onun niyetini anlamış,
kafası dağılmadan önce kendi aklındakileri konuşmak için biraz kendini geri
çekmişti. Toprak ise anlamadan bakıyordu. “İstemiyor musun?” diye sorduğunda
kaşları çatılmıştı. “Aşkım, istiyorum ama bu kadar sık sevişmenin ilk kez
sevişen biri için yıpratıcı olduğunu okumuştum. Hem kendi kısraklarımdan da
biliyorum. O yüzden en azından bir iki saat bana müsaade et.” diyen Ece,
karşısında rahatlamış bir Toprak buldu. “İstemiyorsun sandım. Mutsuz ettim
sandım. Beklerim canım. Sen kendini rahat hissedene kadar beklerim. Ne yapalım
şimdi?” Bir yandan da elini tutmuş parmak uçlarına küçük öpücükler kondurmaya
başlamıştı.
Artık konuşulması gereken konuların başında babalarının
küslüğü geliyordu. Ece kendisine merakla bakan Toprak’ın gözlerine bakıp “Baban
ile babamın küslüğünü ne yapacağız?” diye sordu. “Bilmiyorum canım. O kadar
basit bir konu ne kadar büyümüş. İkisi de hatalı ve
ikisi de bunu kabul etmiyor.” Ece onun sözlerinden cesaret alıp aklındakini
söyledi. “Baban ile konuşsan, hata kendisininmiş gibi özür dilese olur mu?
Babam hasta olmasa aslında onun özür dilemesini isterim ama Halil amca
anlayacaktır bunu.” Ece, ileride yaşanılacak tatsızlıkları yok etmek isterken
Halil amcanın kendisine cephe almasını da istemiyordu. Aklına gelen çözüm belki
de Toprak’ı bile çok rahatsız edecekti. Heyecan ve korku ile yanıtını
bekliyordu.
Onun takıldığı noktalara Toprak takılmamıştı belli
ki, “Gidip konuşalım mı? Hem evleneceğimizi de söylemiş oluruz.”
“Bugün mü? Olur mu?” İşte şimdi utanmıştı. Nasıl
çıkacaktı karşılarına? Anlarlardı geceyi oğulları ile geçirdiğini. Gidemezdi.
Elleri titremeye başlamıştı bile. Toprak, tuttuğu eli biraz sıkıp güven
aktarmak istedi. “Bugün, hatta birazdan. Ama önce senin rahatlaman lazım. Serap
da orada olsa hoşuna gider mi?” Son sorusunu sorarken Ece’nin yüzü yumuşamış
gözleri gülmüştü. Toprak konuşmaya devam etti. “Serap ile konuşalım önce. O da
gelsin babamlara. Hem babamı ikna etmekte bize yardımcı olur.”
“Tamam
ama…”
“Ama
ne? Ne oldu? Neden kızardın sen?”
“Toprak,
anlarlar. Rezil olurum.”
“Ah,
evet ya anlında yazıyor. Nereden anlayacaklar? Seni Didem’den aldım ve
bizimkilere götürdüm. Kimse anlamaz aşkım rahat ol. Zaten kısa süre sonra karım
olacaksın. O zaman da kimsenin aksini düşünmeyeceği şekilde benim olacaksın.”
Onun
düşünceli hali rahatlatmıştı Ece’yi. Kendisinin düşünemediği detayları
düşünüyordu. Gülümseme yeniden yüzüne yerleşince bunun ödülü bir öpücük oldu.
Onu ikincisi, üçüncüsü takip etti.
Serap
ile telefon konuşmaları beklediğinden daha kolay geçti. Serap önce Toprak ile
konuşmuş ve onu kutladıktan sonra Ece’yi istemişti. “Ece, bunca sene sonra
ikinizin de aşkı bulmanıza çok seviniyorum. Toprak, senden başka kimseyi
sevmedi. O zaman gençlik aşkı dedik ama şimdi ispatladınız öyle olmadığını. Hep
mutlu olun inşallah.”
“Amin,
inşallah. Çok teşekkür ederim.”
Ece,
kısa konuşmanın ardından telefonu Toprak’a uzatırken gülümsüyordu. Rahatlamıştı
biraz daha. Serap ile konuşmak rahatlatmıştı.
Toprak
bir saat sonrası için randevulaşıp kapattı telefonu. Ece, Serap’ın Toprak’ın
evinde kaldığını anlamadığını umuyordu. Toprak ile baş başayken utanmıyordu ama
başkaları anlayacak diye çekiniyordu. Kısa süre daha utangaçlığı devam etti.
Sonra aklına evlilik için kayınpederi, kayınvalidesi ve görümcesi ile konuşmaya
gideceği gelince utanç yerini heyecana bıraktı. Elleri yine titremeye
başlamıştı. Bu, ne yarışmaya, ne at yetiştirmeye, ne şarap üretmeye benziyordu.
Toprak iş yerini ararken o da hızlı bir şekilde banyoya gitti. Elini yüzünü
yıkayıp soğuk su sayesinde biraz sakinleşti.
Ailesinin
oturduğu binaya geldiklerinde Ece binanın görüntüsüne hayran oldu. Sütunların
olduğu binanın bahçesi de çok güzel düzenlenmişti. Toprak, binanın içine girmek
yerine arkasına doğru yürüyünce Ece de takip etti. Arabadan indiklerinden beri
Toprak elini bir an için bile bırakmamıştı. Çekinse de bu sahiplenme hoşuna
gidiyordu. Neden arka tarafa yürüdüklerini bahçede oturanları görünce anladı.
Halil amca ile Emine teyze yanlarındaki semaverleri ile kendilerine ait olduğu
belli olan alanda oturuyordu. Sabahki kapalı hava yerini yeniden güneşli bir
güne bırakmıştı. İkilinin güneşten faydalanmak için kendilerini bahçeye
atmasını anlıyordu.
“Havalar
ısındığında onları içerde bulmamız mümkün değil. Burayı kendilerine göre
düzenlemek için dördüncü kattaki dairelerini kiraya verip bu kata indiler.”
“Toprak
insanı onlar. Ne de olsa genlerinde var. Ayakları toprağa değmeden yaşamak çok
güç geliyordur.”
“Kesinlikle.
Bak gördüler bizi.” İkisi de ayağa kalkmış yüzlerindeki gülümseme ile
bekliyorlardı. Ece biraz daha rahatlamıştı. İyi karşılanmak üstündeki sıkıntıyı
bir çırpıda atmıştı. Önce Halil amcanın, sonra da Emine teyzenin elini öptü.
İkisi de sarılmış ve kabullendiklerini belli etmişlerdi bile.
Halil
amca, Ece’yi yanına oturtup, “Toprak seni getireceğini söyleyince çok sevindim.
Nihayet oğlum aklını başına topladı. Geç kızım, geç otur sen.” dedi. Emine teyze çoktan çayları koymaya
başlamıştı bile. İki tane daha bardak vardı. Demek ki Serap da eşi ile gelecek,
diye düşündü Ece. Onun eşini ilk kez görecekti.
Halil
Bey, bir süre sonra daha durgun bir hal aldı. Ece onun da babası ile olan
küslüğü düşündüğünü biliyordu. O konuyu açmadan önce Serap’ların gelmesini
bekleyecekti. Şimdi daha önemli bir konu vardı. “Halil Amca, işinize karışmak
istemem ama bunu Toprak ile defalarca konuşmamıza rağmen o hep aynı şeyi söyledi.
Sizin çocuklarınıza söz vermiş olmanız yüzünden bağların hepsini
satacakmışsınız. Giden gitti ama kalanların satışından vazgeçseniz? Ben
ilgilenirim onlarla. Oradaki topraklarınızın başkalarına geçmesini sizde
istemiyorsunuzdur. Gözünüz arkada kalmaz. İnanın ben yetişirim hepsine.”
Toprak,
şaşkınlıkla bakıyordu Ece’ye. Bu konuyu açacağını hiç tahmin etmemişti.
Babasına baktığında onun ne yanıt vereceğini merakla bekliyordu. Halil Bey ise
önce oğluna, sonra müstakbel gelinine bakıp, “Sen rahat ol kızım, yine kalacak
birazı. Hepsini satmayacağız. Hem Murat’ın annesinin bir fikri var. O iş olursa
tüm çocuklarımın da orada belli zamanlarda tatil yapmasını sağlayacağım.
Böylece kimse toprağından kopmayacak.”
“O
güzel bir fikir. Bana da anlatmıştı, Sevil Hanım. Ama bağ olarak kalacak yerler
de olmalı.” Ece, ısrarcı olduğunu fark edip susmayı düşünürken Halil amca
gülümsedi.
“Teşekkür
ederim. Çok kibarsın, güzel kızım. Düşünürüm bunu. Sen içini ferah tut. Çayını
da soğutma.”
Toprak
onların konuşması sonlanınca annesine döndü, “Kek yapmadın mı? Çay böyle kuru
kuru içilir mi?” dedi. Annesinin kaşlarını çatması ile gülmeye başladı. “Bu
surat, Serap’lar gelmeden kek ortaya çıkmayacak demek. Çünkü biliyor ki babamla
ben o keki bitirmeden durmuyoruz.”
“Anneler
bilir. Haklıymış çıkartmamakta.” Serap ile kocası kucaklarında oğulları Can ile
gözüktüler. “Tamam artık kekin diğer ortakları da geldi.” derken Toprak’a göz
kırpıyordu. Rahatlamıştı. Zaten bebekliğinden beri tanıdığı insanların yanında
daha uzun süre diken üstünde oturması mümkün değildi. Serap ile sarılıp
selamlaştıktan sonra eşi ile tanıştırıldı. Polat bey resmi bir şekilde el
sıktıktan sonra daha samimi bir şekilde diğerleri ile selamlaştı. On dakika
kadar sonra herkes çayını yudumluyor, dağıtılmış keklerinden atıştırıyordu. Can
ise çimenlerin üstünde yuvarlanmaya başlamıştı bile. Ece’nin gözüne çarpan
tavuklar son yılların belası kenelerden çimenleri temizlemek için iyi bir
yöntemdi. Can’ın nasıl bu kadar rahat çimlere bırakıldığını da böylece
anlamıştı.
Nihayet
Toprak herkese dönüp, “Aslında bildiğiniz bir gerçeği yine de sözlere dökmek
gerekiyor. Dün Ece’ye evlenme teklif ettim. O da kabul etti. Bana kalsa en kısa
sürede evlenmek istiyorum ama sizlerin hışmından da korkuyorum. O yüzden bir an
önce hazırlıklara başlamayı ve olabilen en kısa sürede de düğünümüzü yapmayı
istiyorum.”
Ardından
gelen sessizlik ve kutlamalar sonrasında Halil Bey “İşin en zor kısmı bana
düşüyor. Babanın haberi var mı? Kapıdan kovmaz inşallah bizi.” diye sordu.
Ece,
Toprak’a bırakacakken konuşmayı bir anda kendi sesini duydu kulakları. “Halil
Amca, biliyorum bunu istemem hoş değil ama bizler için acaba babam ile konuşur
musun? Şey.. yani…” o kekelerken Serap babasına döndü, “Baba, Osman Amca çok
hasta, biliyorsun. Sanırım Ece, babasından bir özür dilemeni isteyecekti. Bize
kızma. Sen haklısın biliyoruz, ama o hasta ve artık iyileşemeyeceğini biliyor.
Bari bu konuda mutlu olsun.”
Toprak,
onun konuşmaya başlamasına şaşırmamıştı. Ece kendi işini kendi halletmeye
alışmıştı. Asıl şaşırdığı kekelemesiydi. O an da Serap girmişti devreye. İki
kadının birbirine destek olmasından hoşnut konuşmanın gidişatını beklemeye
başladı.
Emine
Hanım kocasına yeniden çay doldurup yanına oturdu. Halil bey ağzını açmıyordu.
Emine hanım çocuklarına, damadına ve son olarak da Ece’ye bakıp gülümsedi.
Kocasına dönüp yüzüne bir süre baktı. Onun kafasını sallamasından sonra
konuşmaya başladı. “Toprak sık sık köye gitmeye başlayınca bu konuyu biz de
konuştuk. İki inatçı yaşlı adamın, yıllar öncesine dayalı küslüğünün
çocuklarımızı mutsuz etmesini istemiyoruz. Bir yol bulacağız. Zaten iki tarafta
kendince haklı. Bunca yıl küslük yaşanması bile saçmayken, dünür olunca küs
olmak hiç yakışık almaz.”
Herkes
rahatlamıştı. Büyüklerin aklıselim davranacağını düşünebilmeleri gerekirdi.
Toprak sevinçle babasına sarılınca Halil Bey de oğluna sarıldı. “Sakın gelinimi
üzme. Osman ile olan küslüğün bin beterini senle yaşarız.” Ece, yanında oturan
yaşlı adamın sevecen bir şekilde elinin üstüne kendi elini koyup yumuşakça
sıkıp bırakmasının ardından gülümsedi. Üzüleceği şeylerin hep böyle kolay
çözülmesini istiyordu.
Bir
gecede hayatı çok değişmişti. Kısa süre sonra evli bir kadın olacaktı…
*****
İspanya
gezisi, düğün öncesi planlarını biraz ertelemelerine neden oldu. Kız isteme kısmını
gezi sonrasına bıraktılar. Bu süreçte Hülya Hanım da Osman Beyi hazırlayacaktı.
Ece,
İzmir’den uçağa binerken yanında Toprak ve Didem vardı. Toprak, bir haftalık
seyahate önce bozulsa da bu süre içinde işlerinin çoğunu halledeceğini düşünüp
susmuştu.
Birlikte
geçirdikleri gecenin üstünden bir hafta geçmişti.
Havaalanında
uçağın saatini beklerken üçlü, evlilik hazırlıklarından bahsediyordu. Didem
çoktan kendini kaptırmış, düğünün nasıl olması gerektiğinden bahsetmeye
başlamıştı. Ece onun bu heyecanlı haline gülüyordu. “Kendi düğününü planla sen.
Benimkine karışma. Hem biz Denizli düğünü yapacağız. Öyle değil mi hayatım?”
“Köy
düğünümüz Denizli düğünü olabilir ama düğün için o kadar beklemeyelim.”
Didem
cümleyi anlayamamıştı. “Ne demek bu? Düğün yapalım ama düğün için beklemeyelim
diyorsun. Ah anladım sanırım. Köy düğünlerinin tarihi mi var? İstediğiniz zaman
yapamıyor musunuz?”
Ece
anlatmaya başladı. “Biraz zengin fakir ayrımı gibi oluyor o iş. Denizli
köylerinde genelde sonbaharda düğün yapılır. Ekinler toplanır, satılır ya da
hayvancılıkla uğraşanların hayvanları büyür, satılır para kazanılır sonra da
düğün yapılır.”
“Eh
siz de ürünü beklemeyeceksiniz herhalde?”
“Toprak’ın
yanıtından da anlaşılacağı gibi beklemeyiz. Düğünü yapacak imkân her iki evde
de var. Elbette bunlarla bitmiyor. Düğün üç gün üç gece sürüyor, kız evine
gelişler, erkek evine gidişlerle devamlı bir koşuşturma yaşanıyor. Sen de canlı
şahidi olursun bizim düğünün.”
“Elbette
orada olacağım. Hele kınayı hiç kaçırmam.”
“Ah
bir de o var. Toprak, şu ayağa kına yakma kısmından kurtar beni.”
“Sen
beni kurtarırsan ben de seni kurtarırım.”
“Damat
da kına yakıyor mu?”
“Evet,
köy adetlerimiz öyle. Söz ve nişandan sonrası oldukça uzun süren hazırlık ve
törenlerle geçiyor. Düğün tarihinden yirmi-yirmi beş gün önce pusat kesme
denilen bir adet var. Aslında düğün alışverişi denilen şey ama işte o bile bir
tören. İki evin karşılıklı hediyeleri alınır, gelin kızın istekleri alınır ve
Pusat kesme tamamlanır. Sana bile hediye düşecektir.”
“Hadi
ya? İyi bak sevdim bunu. Bana ne alacaksın? Başka neler var?”
“Ne
bileyim ne alacağız. Bakarız o zaman gelince. Başkaaa, başka oku dağıtılır.
Yani bildiğin davetiye ama bizdeki adı oku ya da okutmadır. Küçük hediyelerle
oku dağıtmak eski bir adet. Havlu, çorap, mendil gibi küçük şeyler. Genelde
havlu konur.”
“İşe
yarar bir şeymiş.”
“Sonra
da odun toplanır.”
“Odun
mu? Neden? Kavga mı yapacaksınız? Birbirinizi mi yakacaksınız?”
Ece
onun hayal gücüne gülüp anlatmaya devam etti. “İki evin de önünde Meşale töreni
olur. Yani ateş yakılır ve eğlenilir. Her köy yapmıyor ama bizim köy sever
bunu. Hem zaten iki ev birbirini gördüğü için o ateş çok keyifli olacaktır.”
Toprak
söze karıştı, “Asıl alaya katılanlara yemek hazırlarken Ayşe Ablayı görmek çok
keyifli olur. Adettir odun alayındakilerin kız evinde yedirilmesi gerekir.”
“Sen
Ayşe ablamızı yemekle mi korkutacaksın? O tüm köye yeter.”
“Tatlım,
şaka maka düğünümüzü konuşuyoruz farkında mısın?”
“Evet
canım, farkındayım. Asıl konuşulacakları henüz konuşamadık ama ona da sıra
gelir.” Nerede oturulacak, Toprak işe nasıl gidip gelecek henüz hiç
konuşulmamıştı. Denizli’de yapılacak restoranın işlerinin ne zaman biteceği
belirsizdi. Ece tüm bunlardan rahatsız oluyordu. Toprak tüm düzenini kendisi
için değiştirecekti. Bir gün bu aralarında sorun oluşturursa diye çok
korkuyordu.
“Sen
dönünce konuşuruz. Bir orta yol bulacağız biliyorsun.”
“Biliyorum.
O zamana kadar da idare edeceğiz. Belki özlemek çok daha heyecanlı kılar
evliliği?”
“Heyecan
olacağı kesin ama özlemeyi isteyeceğimi sanmıyorum. Hep yanımda olmanı tercih
ederim.” Toprak, sarılıp yeniden öptü saçlarını. Bu hareketi o kadar sık ve
doğal yapıyordu ki, Ece bir süre yapmazsa özlediğini hissediyordu. Uçağa
alışların başladığını anons eden sesi duyduklarında Ece, içindeki sızıyı
saklamaya uğraştı. Sanki bir daha göremeyecekmiş gibi hissediyordu.
“En
son sen bin. Biraz daha kal yanımda.” Toprak bırakmak istemezken Didem de
onların bu haline bakıp gülümsüyordu. Murat ile kendisi de böyle olacak mıydı?
Murat iyi bir sevgiliydi ama asla duygularından bahsetmiyordu. Bu da moralini
bozuyordu. Oysa Toprak ile Ece aşklarını rahatça ifade ediyordu. İçindeki
kıskançlığı bastırmaya uğraşmadı. Çünkü bu kıskançlığın ardında art niyet
yoktu. Evet özeniyordu. Bu kıskançlık değil özenmekti.
“Sizi
böyle izlemek hem keyif veriyor hem de cinlerimi tepeme topluyor. O yüzden
fazla abartmayın ve şu son çağrıya kulak verin. Yoksa Ece’ciğim Toprak amacına
ulaşacak ve sen burada kalacaksın!”
Toprak
kaşlarını çatarak baktı yeni arkadaşına. “Ah Didem, nasıl da açık ettin beni.
Hadi bin ve beni özle. Orada tek bir yakışıklı erkeğe baktığını hissedersem
seni mahvederim. Sakın unutma.”
“Nasıl
hissedecekmişsin baktığımı?”
“Gözlerinde
başka erkeğin izini görürüm ben.”
“Vayyyy
bak bunu sevdim. Ben de başkalarının izini görürüm, sakın unutma!”
“Unutmam
canım.” Eğilip kulağına “Seni seviyorum aşkım.” dedi. Ece de aynı şekilde
kulağına doğru başını kaldırıp yanıtladı, “Ben de seni seviyorum.”
Ayağa kına yakmak nasıl oluyor 😳
YanıtlaSil