19 Kasım 2015 Perşembe

YAKIŞIKLI 47. Bölüm

Ece, evi aradığında bu kadar rahat yalan söyleyebileceğini tahmin etmemişti. Didem ile kalacağını, ertesi gün döneceğini söylemişti. Toprak’ın verdiği fikir o an için söylenecek gibi değildi. Annesinin yüreğine inecekti. Toprak, bir gecelik daha izin kopartmış olan sevgilisinin üstündeki kendi gömleğinin yakasını tutmuş çekiştiriyordu.
“Hey yavaş yırtacaksın.”
“O zaman sende kaçma benden.”
“Filmlerde görürdüm bu gömlek işini. Bir gün yapacağımı hiç düşünmemiştim.”
“Ben de görür ve seksi olduğunu düşünürdüm. Haklıymışım. Beni delirtecek kadar seksi duruyorsun, o gömleğin içinde.”
“Bence kaybolmuş duruyorum. Sen ne kadar iriymişsin böyle. İçine iki tane daha ben girerim.”
“Orada çok şirin, çok masum ve bir o kadar da seksi duruyorsun. Artık itiraz etme de gel yanıma.” Ece deri koltukta oturan Toprak’ın yanına oturacakken bir anda kendini kucağında buldu.

Toprak öpmek için eğilirken o kafasını geri atıp kaçmıştı. Onun niyetini anlamış, kafası dağılmadan önce kendi aklındakileri konuşmak için biraz kendini geri çekmişti. Toprak ise anlamadan bakıyordu. “İstemiyor musun?” diye sorduğunda kaşları çatılmıştı. “Aşkım, istiyorum ama bu kadar sık sevişmenin ilk kez sevişen biri için yıpratıcı olduğunu okumuştum. Hem kendi kısraklarımdan da biliyorum. O yüzden en azından bir iki saat bana müsaade et.” diyen Ece, karşısında rahatlamış bir Toprak buldu. “İstemiyorsun sandım. Mutsuz ettim sandım. Beklerim canım. Sen kendini rahat hissedene kadar beklerim. Ne yapalım şimdi?” Bir yandan da elini tutmuş parmak uçlarına küçük öpücükler kondurmaya başlamıştı.
 Artık konuşulması gereken konuların başında babalarının küslüğü geliyordu. Ece kendisine merakla bakan Toprak’ın gözlerine bakıp “Baban ile babamın küslüğünü ne yapacağız?” diye sordu. “Bilmiyorum canım. O kadar basit bir konu ne kadar büyümüş. İkisi de hatalı ve ikisi de bunu kabul etmiyor.” Ece onun sözlerinden cesaret alıp aklındakini söyledi. “Baban ile konuşsan, hata kendisininmiş gibi özür dilese olur mu? Babam hasta olmasa aslında onun özür dilemesini isterim ama Halil amca anlayacaktır bunu.” Ece, ileride yaşanılacak tatsızlıkları yok etmek isterken Halil amcanın kendisine cephe almasını da istemiyordu. Aklına gelen çözüm belki de Toprak’ı bile çok rahatsız edecekti. Heyecan ve korku ile yanıtını bekliyordu.
Onun takıldığı noktalara Toprak takılmamıştı belli ki, “Gidip konuşalım mı? Hem evleneceğimizi de söylemiş oluruz.”
“Bugün mü? Olur mu?” İşte şimdi utanmıştı. Nasıl çıkacaktı karşılarına? Anlarlardı geceyi oğulları ile geçirdiğini. Gidemezdi. Elleri titremeye başlamıştı bile. Toprak, tuttuğu eli biraz sıkıp güven aktarmak istedi. “Bugün, hatta birazdan. Ama önce senin rahatlaman lazım. Serap da orada olsa hoşuna gider mi?” Son sorusunu sorarken Ece’nin yüzü yumuşamış gözleri gülmüştü. Toprak konuşmaya devam etti. “Serap ile konuşalım önce. O da gelsin babamlara. Hem babamı ikna etmekte bize yardımcı olur.”
“Tamam ama…”
“Ama ne? Ne oldu? Neden kızardın sen?”
“Toprak, anlarlar. Rezil olurum.”
“Ah, evet ya anlında yazıyor. Nereden anlayacaklar? Seni Didem’den aldım ve bizimkilere götürdüm. Kimse anlamaz aşkım rahat ol. Zaten kısa süre sonra karım olacaksın. O zaman da kimsenin aksini düşünmeyeceği şekilde benim olacaksın.”
Onun düşünceli hali rahatlatmıştı Ece’yi. Kendisinin düşünemediği detayları düşünüyordu. Gülümseme yeniden yüzüne yerleşince bunun ödülü bir öpücük oldu. Onu ikincisi, üçüncüsü takip etti.
Serap ile telefon konuşmaları beklediğinden daha kolay geçti. Serap önce Toprak ile konuşmuş ve onu kutladıktan sonra Ece’yi istemişti. “Ece, bunca sene sonra ikinizin de aşkı bulmanıza çok seviniyorum. Toprak, senden başka kimseyi sevmedi. O zaman gençlik aşkı dedik ama şimdi ispatladınız öyle olmadığını. Hep mutlu olun inşallah.”
“Amin, inşallah. Çok teşekkür ederim.”
Ece, kısa konuşmanın ardından telefonu Toprak’a uzatırken gülümsüyordu. Rahatlamıştı biraz daha. Serap ile konuşmak rahatlatmıştı.
Toprak bir saat sonrası için randevulaşıp kapattı telefonu. Ece, Serap’ın Toprak’ın evinde kaldığını anlamadığını umuyordu. Toprak ile baş başayken utanmıyordu ama başkaları anlayacak diye çekiniyordu. Kısa süre daha utangaçlığı devam etti. Sonra aklına evlilik için kayınpederi, kayınvalidesi ve görümcesi ile konuşmaya gideceği gelince utanç yerini heyecana bıraktı. Elleri yine titremeye başlamıştı. Bu, ne yarışmaya, ne at yetiştirmeye, ne şarap üretmeye benziyordu. Toprak iş yerini ararken o da hızlı bir şekilde banyoya gitti. Elini yüzünü yıkayıp soğuk su sayesinde biraz sakinleşti. 
Ailesinin oturduğu binaya geldiklerinde Ece binanın görüntüsüne hayran oldu. Sütunların olduğu binanın bahçesi de çok güzel düzenlenmişti. Toprak, binanın içine girmek yerine arkasına doğru yürüyünce Ece de takip etti. Arabadan indiklerinden beri Toprak elini bir an için bile bırakmamıştı. Çekinse de bu sahiplenme hoşuna gidiyordu. Neden arka tarafa yürüdüklerini bahçede oturanları görünce anladı. Halil amca ile Emine teyze yanlarındaki semaverleri ile kendilerine ait olduğu belli olan alanda oturuyordu. Sabahki kapalı hava yerini yeniden güneşli bir güne bırakmıştı. İkilinin güneşten faydalanmak için kendilerini bahçeye atmasını anlıyordu.
“Havalar ısındığında onları içerde bulmamız mümkün değil. Burayı kendilerine göre düzenlemek için dördüncü kattaki dairelerini kiraya verip bu kata indiler.”
“Toprak insanı onlar. Ne de olsa genlerinde var. Ayakları toprağa değmeden yaşamak çok güç geliyordur.”
“Kesinlikle. Bak gördüler bizi.” İkisi de ayağa kalkmış yüzlerindeki gülümseme ile bekliyorlardı. Ece biraz daha rahatlamıştı. İyi karşılanmak üstündeki sıkıntıyı bir çırpıda atmıştı. Önce Halil amcanın, sonra da Emine teyzenin elini öptü. İkisi de sarılmış ve kabullendiklerini belli etmişlerdi bile.
Halil amca, Ece’yi yanına oturtup, “Toprak seni getireceğini söyleyince çok sevindim. Nihayet oğlum aklını başına topladı. Geç kızım, geç otur sen.”  dedi. Emine teyze çoktan çayları koymaya başlamıştı bile. İki tane daha bardak vardı. Demek ki Serap da eşi ile gelecek, diye düşündü Ece. Onun eşini ilk kez görecekti.
Halil Bey, bir süre sonra daha durgun bir hal aldı. Ece onun da babası ile olan küslüğü düşündüğünü biliyordu. O konuyu açmadan önce Serap’ların gelmesini bekleyecekti. Şimdi daha önemli bir konu vardı. “Halil Amca, işinize karışmak istemem ama bunu Toprak ile defalarca konuşmamıza rağmen o hep aynı şeyi söyledi. Sizin çocuklarınıza söz vermiş olmanız yüzünden bağların hepsini satacakmışsınız. Giden gitti ama kalanların satışından vazgeçseniz? Ben ilgilenirim onlarla. Oradaki topraklarınızın başkalarına geçmesini sizde istemiyorsunuzdur. Gözünüz arkada kalmaz. İnanın ben yetişirim hepsine.”
Toprak, şaşkınlıkla bakıyordu Ece’ye. Bu konuyu açacağını hiç tahmin etmemişti. Babasına baktığında onun ne yanıt vereceğini merakla bekliyordu. Halil Bey ise önce oğluna, sonra müstakbel gelinine bakıp, “Sen rahat ol kızım, yine kalacak birazı. Hepsini satmayacağız. Hem Murat’ın annesinin bir fikri var. O iş olursa tüm çocuklarımın da orada belli zamanlarda tatil yapmasını sağlayacağım. Böylece kimse toprağından kopmayacak.”
“O güzel bir fikir. Bana da anlatmıştı, Sevil Hanım. Ama bağ olarak kalacak yerler de olmalı.” Ece, ısrarcı olduğunu fark edip susmayı düşünürken Halil amca gülümsedi.
“Teşekkür ederim. Çok kibarsın, güzel kızım. Düşünürüm bunu. Sen içini ferah tut. Çayını da soğutma.”
Toprak onların konuşması sonlanınca annesine döndü, “Kek yapmadın mı? Çay böyle kuru kuru içilir mi?” dedi. Annesinin kaşlarını çatması ile gülmeye başladı. “Bu surat, Serap’lar gelmeden kek ortaya çıkmayacak demek. Çünkü biliyor ki babamla ben o keki bitirmeden durmuyoruz.”
“Anneler bilir. Haklıymış çıkartmamakta.” Serap ile kocası kucaklarında oğulları Can ile gözüktüler. “Tamam artık kekin diğer ortakları da geldi.” derken Toprak’a göz kırpıyordu. Rahatlamıştı. Zaten bebekliğinden beri tanıdığı insanların yanında daha uzun süre diken üstünde oturması mümkün değildi. Serap ile sarılıp selamlaştıktan sonra eşi ile tanıştırıldı. Polat bey resmi bir şekilde el sıktıktan sonra daha samimi bir şekilde diğerleri ile selamlaştı. On dakika kadar sonra herkes çayını yudumluyor, dağıtılmış keklerinden atıştırıyordu. Can ise çimenlerin üstünde yuvarlanmaya başlamıştı bile. Ece’nin gözüne çarpan tavuklar son yılların belası kenelerden çimenleri temizlemek için iyi bir yöntemdi. Can’ın nasıl bu kadar rahat çimlere bırakıldığını da böylece anlamıştı. 
Nihayet Toprak herkese dönüp, “Aslında bildiğiniz bir gerçeği yine de sözlere dökmek gerekiyor. Dün Ece’ye evlenme teklif ettim. O da kabul etti. Bana kalsa en kısa sürede evlenmek istiyorum ama sizlerin hışmından da korkuyorum. O yüzden bir an önce hazırlıklara başlamayı ve olabilen en kısa sürede de düğünümüzü yapmayı istiyorum.”
Ardından gelen sessizlik ve kutlamalar sonrasında Halil Bey “İşin en zor kısmı bana düşüyor. Babanın haberi var mı? Kapıdan kovmaz inşallah bizi.” diye sordu.
Ece, Toprak’a bırakacakken konuşmayı bir anda kendi sesini duydu kulakları. “Halil Amca, biliyorum bunu istemem hoş değil ama bizler için acaba babam ile konuşur musun? Şey.. yani…” o kekelerken Serap babasına döndü, “Baba, Osman Amca çok hasta, biliyorsun. Sanırım Ece, babasından bir özür dilemeni isteyecekti. Bize kızma. Sen haklısın biliyoruz, ama o hasta ve artık iyileşemeyeceğini biliyor. Bari bu konuda mutlu olsun.”
Toprak, onun konuşmaya başlamasına şaşırmamıştı. Ece kendi işini kendi halletmeye alışmıştı. Asıl şaşırdığı kekelemesiydi. O an da Serap girmişti devreye. İki kadının birbirine destek olmasından hoşnut konuşmanın gidişatını beklemeye başladı.
Emine Hanım kocasına yeniden çay doldurup yanına oturdu. Halil bey ağzını açmıyordu. Emine hanım çocuklarına, damadına ve son olarak da Ece’ye bakıp gülümsedi. Kocasına dönüp yüzüne bir süre baktı. Onun kafasını sallamasından sonra konuşmaya başladı. “Toprak sık sık köye gitmeye başlayınca bu konuyu biz de konuştuk. İki inatçı yaşlı adamın, yıllar öncesine dayalı küslüğünün çocuklarımızı mutsuz etmesini istemiyoruz. Bir yol bulacağız. Zaten iki tarafta kendince haklı. Bunca yıl küslük yaşanması bile saçmayken, dünür olunca küs olmak hiç yakışık almaz.”
Herkes rahatlamıştı. Büyüklerin aklıselim davranacağını düşünebilmeleri gerekirdi. Toprak sevinçle babasına sarılınca Halil Bey de oğluna sarıldı. “Sakın gelinimi üzme. Osman ile olan küslüğün bin beterini senle yaşarız.” Ece, yanında oturan yaşlı adamın sevecen bir şekilde elinin üstüne kendi elini koyup yumuşakça sıkıp bırakmasının ardından gülümsedi. Üzüleceği şeylerin hep böyle kolay çözülmesini istiyordu.
Bir gecede hayatı çok değişmişti. Kısa süre sonra evli bir kadın olacaktı…


*****


İspanya gezisi, düğün öncesi planlarını biraz ertelemelerine neden oldu. Kız isteme kısmını gezi sonrasına bıraktılar. Bu süreçte Hülya Hanım da Osman Beyi hazırlayacaktı.
Ece, İzmir’den uçağa binerken yanında Toprak ve Didem vardı. Toprak, bir haftalık seyahate önce bozulsa da bu süre içinde işlerinin çoğunu halledeceğini düşünüp susmuştu.
Birlikte geçirdikleri gecenin üstünden bir hafta geçmişti.
Havaalanında uçağın saatini beklerken üçlü, evlilik hazırlıklarından bahsediyordu. Didem çoktan kendini kaptırmış, düğünün nasıl olması gerektiğinden bahsetmeye başlamıştı. Ece onun bu heyecanlı haline gülüyordu. “Kendi düğününü planla sen. Benimkine karışma. Hem biz Denizli düğünü yapacağız. Öyle değil mi hayatım?”
“Köy düğünümüz Denizli düğünü olabilir ama düğün için o kadar beklemeyelim.”
Didem cümleyi anlayamamıştı. “Ne demek bu? Düğün yapalım ama düğün için beklemeyelim diyorsun. Ah anladım sanırım. Köy düğünlerinin tarihi mi var? İstediğiniz zaman yapamıyor musunuz?”
Ece anlatmaya başladı. “Biraz zengin fakir ayrımı gibi oluyor o iş. Denizli köylerinde genelde sonbaharda düğün yapılır. Ekinler toplanır, satılır ya da hayvancılıkla uğraşanların hayvanları büyür, satılır para kazanılır sonra da düğün yapılır.”
“Eh siz de ürünü beklemeyeceksiniz herhalde?”
“Toprak’ın yanıtından da anlaşılacağı gibi beklemeyiz. Düğünü yapacak imkân her iki evde de var. Elbette bunlarla bitmiyor. Düğün üç gün üç gece sürüyor, kız evine gelişler, erkek evine gidişlerle devamlı bir koşuşturma yaşanıyor. Sen de canlı şahidi olursun bizim düğünün.”
“Elbette orada olacağım. Hele kınayı hiç kaçırmam.”
“Ah bir de o var. Toprak, şu ayağa kına yakma kısmından kurtar beni.”
“Sen beni kurtarırsan ben de seni kurtarırım.”
“Damat da kına yakıyor mu?”
“Evet, köy adetlerimiz öyle. Söz ve nişandan sonrası oldukça uzun süren hazırlık ve törenlerle geçiyor. Düğün tarihinden yirmi-yirmi beş gün önce pusat kesme denilen bir adet var. Aslında düğün alışverişi denilen şey ama işte o bile bir tören. İki evin karşılıklı hediyeleri alınır, gelin kızın istekleri alınır ve Pusat kesme tamamlanır. Sana bile hediye düşecektir.”
“Hadi ya? İyi bak sevdim bunu. Bana ne alacaksın? Başka neler var?”
“Ne bileyim ne alacağız. Bakarız o zaman gelince. Başkaaa, başka oku dağıtılır. Yani bildiğin davetiye ama bizdeki adı oku ya da okutmadır. Küçük hediyelerle oku dağıtmak eski bir adet. Havlu, çorap, mendil gibi küçük şeyler. Genelde havlu konur.”
“İşe yarar bir şeymiş.”
“Sonra da odun toplanır.”
“Odun mu? Neden? Kavga mı yapacaksınız? Birbirinizi mi yakacaksınız?”
Ece onun hayal gücüne gülüp anlatmaya devam etti. “İki evin de önünde Meşale töreni olur. Yani ateş yakılır ve eğlenilir. Her köy yapmıyor ama bizim köy sever bunu. Hem zaten iki ev birbirini gördüğü için o ateş çok keyifli olacaktır.”
Toprak söze karıştı, “Asıl alaya katılanlara yemek hazırlarken Ayşe Ablayı görmek çok keyifli olur. Adettir odun alayındakilerin kız evinde yedirilmesi gerekir.”
“Sen Ayşe ablamızı yemekle mi korkutacaksın? O tüm köye yeter.”
“Tatlım, şaka maka düğünümüzü konuşuyoruz farkında mısın?”
“Evet canım, farkındayım. Asıl konuşulacakları henüz konuşamadık ama ona da sıra gelir.” Nerede oturulacak, Toprak işe nasıl gidip gelecek henüz hiç konuşulmamıştı. Denizli’de yapılacak restoranın işlerinin ne zaman biteceği belirsizdi. Ece tüm bunlardan rahatsız oluyordu. Toprak tüm düzenini kendisi için değiştirecekti. Bir gün bu aralarında sorun oluşturursa diye çok korkuyordu.
“Sen dönünce konuşuruz. Bir orta yol bulacağız biliyorsun.”
“Biliyorum. O zamana kadar da idare edeceğiz. Belki özlemek çok daha heyecanlı kılar evliliği?”
“Heyecan olacağı kesin ama özlemeyi isteyeceğimi sanmıyorum. Hep yanımda olmanı tercih ederim.” Toprak, sarılıp yeniden öptü saçlarını. Bu hareketi o kadar sık ve doğal yapıyordu ki, Ece bir süre yapmazsa özlediğini hissediyordu. Uçağa alışların başladığını anons eden sesi duyduklarında Ece, içindeki sızıyı saklamaya uğraştı. Sanki bir daha göremeyecekmiş gibi hissediyordu.
“En son sen bin. Biraz daha kal yanımda.” Toprak bırakmak istemezken Didem de onların bu haline bakıp gülümsüyordu. Murat ile kendisi de böyle olacak mıydı? Murat iyi bir sevgiliydi ama asla duygularından bahsetmiyordu. Bu da moralini bozuyordu. Oysa Toprak ile Ece aşklarını rahatça ifade ediyordu. İçindeki kıskançlığı bastırmaya uğraşmadı. Çünkü bu kıskançlığın ardında art niyet yoktu. Evet özeniyordu. Bu kıskançlık değil özenmekti.
“Sizi böyle izlemek hem keyif veriyor hem de cinlerimi tepeme topluyor. O yüzden fazla abartmayın ve şu son çağrıya kulak verin. Yoksa Ece’ciğim Toprak amacına ulaşacak ve sen burada kalacaksın!”
Toprak kaşlarını çatarak baktı yeni arkadaşına. “Ah Didem, nasıl da açık ettin beni. Hadi bin ve beni özle. Orada tek bir yakışıklı erkeğe baktığını hissedersem seni mahvederim. Sakın unutma.”
“Nasıl hissedecekmişsin baktığımı?”
“Gözlerinde başka erkeğin izini görürüm ben.”
“Vayyyy bak bunu sevdim. Ben de başkalarının izini görürüm, sakın unutma!”

“Unutmam canım.” Eğilip kulağına “Seni seviyorum aşkım.” dedi. Ece de aynı şekilde kulağına doğru başını kaldırıp yanıtladı, “Ben de seni seviyorum.”  

1 yorum: