Bir hafta
başka zaman olsa çok kısa gelirdi ama ikisi için de bitmek bilmemişti. Ece son
konuşmasında Toprak’ın cumartesi günü köye gideceğini öğrenmişti. Pazar İzmir’e
dönecek ve kendisini havaalanında karşılayacaktı. O gece kalamayacağı için o
görüşme sadece kısa bir hasret giderme olacaktı. Tüm bunları düşünen Ece köyde
daha çok görebileceğini hesap edip az bir fiyat farkı ile biletini bir gün
önceye almıştı. Sabah erkenden havaalanında olan genç kız, bir haftadır
kendisine mihmandarlık yapan arkadaşı ve ailesi ile vedalaşıp uçağa binmişti.
Artık
İstanbul’u tepeden izliyordu. Kısa süre sonra iniş yapan uçaktan aktarma
yapacağı terminale doğru yürürken yorgun ama mutlu olduğunu hissediyordu.
İstanbul çok sıcak ve nemli olarak iletilmişti. Kısa süre sonra İzmir uçağına
bineceği için terminalden çıkmamayı tercih etti. Cep telefonu kapalıydı.
Mahzenlerde olacağını söylemiş ve ulaşamayacaklarını haber vermişti ailesine ve
Toprak’a.
İki saat
sonra İzmir’den köyüne doğru yola çıkmıştı. Çift kabinin arkasındaki valizlerin
içinde bir sürü hediye vardı. Arkadaşının ailesi de çeşit çeşit hediye ile dolu
bir çanta hazırlamıştı. Ece hepsinin beğenileceğini biliyordu ama en çok Toprak
için aldığı hediyenin nasıl karşılanacağını merak ediyordu.
Evin yoluna
geldiğinde tüm özlemi ile izliyordu her tarafı. Sanki bir hafta değil de
yıllardır uzak kalmış gibi tüm değişiklikleri ayırt etmeye çalışıyordu. Şansına yağmur vardı. Görüş biraz azalsa da
bağların yemyeşil hallerini seyretti uzun uzun.
İlk
yapmak istediği Toprak ile buluşmaktı. Elbette bunu yapmayacaktı. Önce eve
gidecek ailesi ile biraz vakit geçirdikten sonra bağlara diye evden çıkacak ve
Toprak’ı bulacaktı. Yengede değilse inşaata bakmaya gitmiş olacağını biliyordu.
Artık bağlarda gezmiyordu Toprak. Sonra yanına onu da alıp bağlarda dolaşacak,
atlara bakacaktı. Tüm özlediklerini bir arada görmek çok güzeldi.
Evden
içeri girdiğinde tüm ailesi bir anda koşuşturdu. Neredeyse yuvarlanacaktı.
Küçükten büyüğe hepsi erken dönüşünü kutluyordu. Yarım saat kadar ailesi ile
oturup hediyelerini verdi. Babası ile konuşup şarapları hakkında aldığı
övgüleri ve şarapçılık konusunda edindiği yeni bilgileri aktardı.
Artık
rahatlıkla evden çıkabilirdi. Yeniden kamyonetine atlayıp fazla ıslanmadan
yengenin evine ulaştı. Kapıyı çaldığında kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. Çok
özlemişti. Elindeki paketleri arkasına saklayıp bekledi. İçeriden yengenin ayak
seslerini duyunca şaşırdı.
“Aa
kızım, güzel kızım erken mi geldin? Yarın gelmeyecek miydin?”
“Erken
geldim. Çok özledim herkesi.”
“En
çok beni özledin galiba? Baksana buraya gelmişsin en önce.”
“Yenge
yaa. Utandırmasana beni.”
“Utanma
sende. Toprak inşaata gitti. Son raporları verecekmiş o inşaatçı çocuğa.”
“Ev
bitti nerdeyse, ne raporu veriyor hala anlamadım. Ben bir bakayım ona da.” Tam
dönmüştü elindeki paket aklına geldi. Yeniden geri dönüp yengenin paketini
verdi. Çok güzel bir şaldı. Yengenin onu başörtüsü olarak kullanacağını adı
gibi biliyordu. Paketi çocuk sevinci ile açan yaşlı kadın da zaten onu
yanıltmadı. Siyah üstüne koyu kırmızı işlemeleri olan dantelli şalı başının
üstüne atıverdi. “Çok güzelmiş, benim güzel kızım. Zahmet etmişsin ama çok
güzelmiş.”
“Sen
güzelsin yenge, onun için çok yakıştı sana.”
“Hadi
oradan, deli kız. Bir de dalga geçiyor benimle.”
“Yok
yengem olur mu öyle şey. Vallahi çok yakıştı. Hadi ben gidiyorum. Daha bağlara,
atlara uğrayacağım.”
Ece,
diğer paketi yan koltuğa koyup inşaatın olduğu tarafa yönlendirdi arabayı. Kısa
süre sonra el frenini çekip indi. Evin kabası olduğu gibi çıkmıştı ortaya.
Havuzun ve bungalovların temelleri atılmış, hatta bir kısmının duvarları bile
örülmüştü. Bir haftada ne kadar çok iş yapıldığını görüp şaşırdı. Ana bina
tahmininden çok daha büyüktü. Nredeyse kendi evine yakın bir büyüklükteydi.
Diğer binalar daha uzakta ama ana binayı görecek şekilde ve havuzun etrafında
yer almıştı. Öndeki beş binanın arkasında ama aralarından havuzu ve büyük
binayı görecek şekilde ikinci beş bina yapılmıştı. Planlarını gördüğü evlerin
artık elle tutulur hale gelmiş olması şaşırtıcıydı. Ekip çok hızlı çalışıyor
olmalı diye düşündü. Sonra işçi konteynırlarının sayısının ikiden beşe
çıktığını gördü. Demek ki ekip çoğalmıştı. İşçiler gözükmüyordu. Hepsinin evin
içinde olması mümkün müydü? Saatine bakınca akşam yemeği saati olduğunu gördü.
İşçiler erken yiyor, erkenden de uyuyorlardı. O yüzden kimseyi görememişti.
Büyük binaya doğru yürüdü. Toprak orada olmalıydı.
Eve
yaklaştığında orada da büyük değişiklikler gördü. Tamamı beton olan bina
bitmişti. İlk katın yerden bir metre yüksekliğe kadar olan kısmı taş ile
kaplanmıştı. Üst tarafı hem içten hem de dıştan ahşap kaplanacaktı. Ev sahibi
öyle olmasını istemişti. Ece de kendi evinin öyle olmasını tercih ederdi.
Zevkli birileri taşınacaktı. Dış kapının olduğu yere geldiğinde kapı yönünün
kendi fikri olan bağlara bakan tarafa yapıldığını gördü. İlk yapılan kapı yola
bakıyordu. Ece burayı kullanacak insanların araba yoluna bakmayı
isteyeceklerini sanmadığını, bağlara doğru açılan bir kapının insana daha çok
huzur ve sağlık vereceğini söylemişti.
Üç
basamak ile çıktığı kapının iki tarafında da büyük sundurmalar vardı. Yağmurda
bile burada oturup bağlara bakılabilirdi. Yaz yağmurlarında bağları uzaktan
izlemek hep çok hoşuna gidiyordu. Şimdi de yağmur vardı. Biraz durup bakmak
istese de Toprak’ı bulma isteği ağır bastı.
Kapıyı
açtığında kulağına gelen müzik sesi ile olduğu yerde kaldı. Bir de kadın sesi
vardı. Toprak’ın çaldığı şarkıyı söylüyordu biri. Ece bir iki adım daha attı.
Sessiz olmaya çalışmıyordu. Kimle şarkı söylediğini merak ederek son iki adımı
daha hızlı attı. Evin içinde hiç eşya yoktu ama bu Toprak ile Zeynep’e engel
oluşturmamıştı.
Toprak
sırtını ahşap kaplanmış duvara dayamıştı. Hemen yanında oturan Zeynep de aynı
şekilde yaslanmış ama başını da eğmişti. Neredeyse Toprak’ın omzuna koyacaktı
başını. Ece onları bir süre izledi. İkisi de dalmıştı. Toprak gitarına bakıyor
ve sessizce çalıyordu. Zeynep ise hayran gözlerle ve biraz da aşk dolu
bakışlarla izliyor, bir yandan da gitardan dökülen melodilere eşlik ediyordu.
Ne
yapacağını bilemeyen Ece arkasını dönecekken yerdeki tabakları fark etti. İkisi
orada yemek yemişti. Daha başka neler yapmışlardı? Onu öpmüş müydü? Zeynep daha
on yedi yaşındaydı. Daha ileri gitmemişlerdir diye umarak, onlara doğru bir
adım attı. Kaçıp gitmeyecekti.
“İyi
akşamlar.” dediğinde ikisi de suçlu bir şekilde sıçramıştı.
Toprak
şaşkın bakışlarla karşısındaki genç kıza bakıyordu. Hayal mi görüyordu? Ama
hayal olsa kendisine bu kadar nefret dolu gözlerle bakmazdı. İyi ama neden öyle
bakıyordu? O sırada yanındaki kızı anımsadı. Genç kız az önce gelmiş gitar
çalıp ev ile ilgili planlar yaparken onu kıramamış ve getirdiği yemekleri
birlikte yemişlerdi. Yine onun ısrarı ile bir şarkı çalmıştı. Masum bir şarkı…
Aşk şarkısıydı ama o sadece Ece’yi düşünmüştü.
Oysa Ece başka şeyler düşünüyor olmalıydı.
“Ece?
Hoş geldin canım. Yarın gelmeyecek miydin?” derken yerinden kalkıp ona doğru
yürümeye başlamıştı. Ece ise ondan küçük adımlarla kaçıyordu. Az önceki sahneyi
hazmetmesi kolay olmayacaktı. Zeynep ise yerdeki tabakları toplamaya
başlamıştı. Suçlu gibi başını kaldırmadan hepsini torbaya koymuş kapıya doğru
yürürken de ağzının içinde iyi akşamlar diye gevelemişti. Kimsenin
yanıtlamadığı genç kız çoktan çıkıp gitmişti.
Ece
ile Toprak birbirlerinin gözlerine bakıyor ve o gözlerde başka izler
arıyorlardı. “Neden onunla burada buluştun?” diyen Ece kendine hakim olmaya
çalışıyordu.
“Buluşmadım.
Burada oturmuş müzik çalarken geldi. Yemek getirmiş. İlla bir şarkı çalmamı
isteyince yemeğe teşekkür olarak çaldım. O kadar. Yemin ederim o kadar.”
“Neden
yemin ediyorsun?” Sesi o kadar soğuktu ki Toprak ne diyeceğini ne yapacağını,
nasıl açıklayacağını bilemiyordu. “Çünkü inanman lazım. Gözlerime başka göz
değmediğine inanman lazım.”
“Senin
burada olduğunu nerden biliyordu?”
“Hiç
fikrim yok. Zeynep zaten ben ne zaman köye gelsem yengemin evinde alıyordu
soluğu. Sanırım beni takip ediyor. Arabam evlerinin önünden geçmeden köye
giremediğine göre…”
“Bunu
bana şimdi mi söylüyorsun? Ne yani o hep sana geliyor öyle mi? Ne yapıyordunuz
onunla?”
“Ece,
bak son kez söylüyorum. Bir şey yapmadık. O daha çocuk. Zaten büyük de olsa ne
fark eder ki? Ben seni seviyorum ve yakında evleneceğiz. Böyle saçma şeyleri
düşünmen bile benim günahımı almaktır.”
“Neden
günahını alıyor muşum? Ben yarın gelecektim. Sen ise bugün köye geldin. Yarın
benimle gelebilirdin. Ama sen beni beklemek yerine erkenden köye geldin. Ben de
işlerin var sanıyordum. Oysa başkaymış planlar.”
Toprak
kollarını tutup yüzüne bakmaya zorladı. “Yarın sabah erkenden dönmem lazım.
Seni karşıladıktan sonra da gelemeyecektim. Çünkü yarın akşam üç katımda kapalı.
Büyük bir düğün var. Orada olmam şart. Bugün de gerçekten işlerim olduğu için
geldim.”
Ece
mantıklı açıklamaları dinliyor ama az önce gördüklerini de unutamıyordu. Bir
yanı inanıyor bir yanı şüphe içinde kıvranıyordu. Kollarını tutan ellerden
kurtuldu. “Sana iyi yolculuklar.” dedi ve boş binada kapıya doğru yürüdü.
Toprak hızlı adımlarla önüne geçip kapıdan çıkmasını engelledi. “Ece konuşmamız
lazım.”
“Anlat!
Bana anlat bugün ne işin vardı? Neden geldin köye? Anlat hadi.”
“İnşaata
bakmam gerekiyordu.”
“İnşaatı
sen mi yaptırıyorsun?”
“Murat
rica etti.”
“Murat’tan
maaş mı alıyorsun?”
“Ne
biçim soru o?”
“Bana
soru ile yanıt verme. Murat sana maaş mı veriyor? Neden sen gelip bakıyorsun?
Bu adamın başka elemanı yok mu? Her işe eş dost arkadaş mı yolluyor? Ayrıca sen
ne anlıyorsun inşaat işinden? Şimdi söyle bana neden buradasın?”
“Ece…”
“Önümden
çekil Toprak.”
Toprak
yanıt veremeyeceği sorularla kapının ağzında kalmıştı. Ece’ye baktı üzgün
gözlerle ama kendisine bakan gözlerin içindeki nefreti görmek canını çok yaktı.
Yavaşça çekildi kapının önünden. Ece süzülerek çıktı o kapıdan. Sonra
arkasından kapıyı çekti. Bir süre bağların yeşilliklerine daldı. Toprak kapının
arkasında sessizce dururken Ece de dışarıda aynı sessizlikte düşünüyordu. Az
önce gördükleri neydi? Neden açıklamıyordu Toprak? Neler oluyordu? Haklı mıydı?
Zeynep için mi gelmişti?
Tüm
düşünceleri can yakıyordu. Her yerine batan cam kırıkları gibiydi. Her soru ile
biraz daha derine batıyordu kırıklar. Üç basamağı inerken elindeki ağırlığı
fark etti. Hediyesi…
En
üst basamağa koydu paketi…
*****
Toprak,
arabanın sesini duyana kadar bekledi. Az önce yaşanan olayları düşünüyordu.
Ece’yi ikna etmesi çok kolaydı oysaki. Ama o ne yapmış? Söyleyeceği basit
şeyleri söylemek yerine susmayı tercih etmişti. Neden?
Çünkü
kendisine güvenmemiş olmasına kırılmıştı. Bu kadar kolay mıydı seni seviyorum
diyen birisinin bir başkasına ilgi göstermesi? Bu kadar basit miydi, bir
başkasına kalbini açmak? Ece bunları nasıl düşünebilmişti? O kendini paralayıp düğünlerinden
önce işleri toparlamaya uğraşırken Ece neler kurmuştu?
Yarım
saate yakın orada dikilmiş ve ne yapması gerektiğini düşünmüştü. Bu kez özür
dilemesi gereken kişi kendisi değildi. Hatalı olsa bir dakika bile düşünmezdi
ama bu kez kabahat Ece’deydi. Güvensizliğin olduğu bir evlilik nasıl
yürüyecekti? Kıskanmasını anlıyordu. Çünkü o da kıskanıyordu. Sanki Türkiye’de
erkek yokmuş gibi İspanya’daki erkeklerin her birinin Ece’ye musallat olduğu
kabus dolu geceler yaşamıştı. Her gün konuştukları halde yine de yanında istemişti.
Bir daha tek başına bir yere yollamamaya yeminler etmişti. Bu kadar kıskançlık
yaparken Ece’nin de kıskanmasını anlıyordu. Anlamadığı güvenmeden, konuşmadan,
sorularına yanıt alamadığı için çekip gitmesiydi. Bu kadar kolay mıydı bir
ilişkiyi bitirmek? Olmadığını biliyordu. Ece’nin de hatasını anlayacağını
biliyordu.
En
iyisi onun özür dilemesini beklemekti. O gün geldiğinde bu yaşadıklarının
acısını çıkartacaktı. O güne kadar sabırlı olmalıydı.
Kapıdan
çıktığında ilk gözüne çarpan şey bardaktan boşanırcasına yağan yaz yağmuruydu.
Sonra ise basamakta duran paketi gördü. Az önce Ece’nin elinde olduğunu
anımsadığı paketi yerden aldı. Ebatlarına göre oldukça ağır bir paketti.
İspanya’dan getirdiğini anlamıştı. Kurdeleyi çözdükten sonra kutunun içindekini
avucuna doğru çıkarttı. Tahmin etmişti ne olduğunu. Ece ona şef bıçak takımı
almıştı. Evdeki takımını gördüğü günü anımsadı. Her bıçağı tek tek sormuş, ne
işe yaradıklarını öğrenmişti. Bıçakların kabza kısımları ile ilgili
anlattıklarını ilgi ile dinlemişti. Ele oturması, herkesin kendine has tutuş
tarzı olması gibi incelikler ona çok tuhaf gelmişti. Oysa aşçıların en büyük
meziyeti iyi bir bıçak takımına sahip olmalarıydı. Ellerini rahat kullandıkları
takımlarla çok daha lezzetli yemekler ortaya çıkartıyorlardı.
Ece
bilmeden büyük bir adım atmıştı. Aldığı hediye tahmininden çok daha uygundu.
Toprak son yarım saat içinde ilk kez gülümsedi. Ara sıra kavga etmek evliliğin
tuzu biberi derlerdi. Sanırım ilk tuzumuzu ekiyoruz, diye düşünüp cipine bindi.
*****
Tüm
planlarını iptal edip eve dönmek istiyordu. Ama yüzünden kötü şeyler olduğunu
anlayacaklarını tahmin edip önce bağlara doğru döndü. İşçiler çoktan evlerine
gitmişti. Üzümlerin taneleri artık gözüküyordu. Yapraklarda hastalık aradı.
Neyse ki ne haşere ne hastalık yoktu. Ertesi gün tüm bağları tek tek gezecekti.
Gözleri ile görmek istiyordu hepsini. Sonra atlarına uğradı. Gümüş Kanat onu
görür görmez boxın kapısına vurmaya başlamıştı. Ece biraz sevip ertesi gün
bineceğine söz verdi. Artık gerçek heybeti gözler önündeydi. Serpilmişti.
Kilosu normale dönmüştü. Çok ama çok yakışıklı bir at olmuştu.
Ahırlardan
çıktığında aklına jandarma ile görüşmek geldi. Geç olmuştu. Komutan çoktan
evine gitmiş olmalıydı. Ertesi gün pazardı ama şansını deneyecekti. O hain
konuşmuş muydu? Kimdi gerçek sorumlu bulunmuş muydu? Bilgi almak istiyordu.
Bir
saatten fazla zaman geçmişti. Bu süre içinde aklına Toprak ve Zeynep’i hiç
getirmemişti. Düşünmek acı çekmekti. Ve birazdan evde odasına çekilecek o zaman
yeterince acı çekecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder