Cennetin Çiçekleri Limited Şirketi
“Teklifi ret mi etti?” Sesi istediğinden yüksek çıkmıştı. Bu
kadar basit bir işin bu kadar uzaması sinirini bozuyordu.
“Evet efendim. Şirket sahibine ulaşamadım. Kardeşi olduğunu
söyleyen bir beyefendi ile konuştum. Zaten şirket dışındaymış ama kesinlikle
kabul etmeyeceklermiş.”
“Atıl, benden habersiz fiyat mı kırdınız? O şirketin cirosu
ne kadar ki teklifimi reddetti?”
“Kartal Bey, ilk teklifimizi bir milyon olarak verdik.
Rakamı düşük bulduğunu düşünüp iki milyona kadar çıktık ama kesinlikle satmayız
yanıtını aldık.”
“Bak, bu pazarı ele geçirene kadar çok uğraştık. Onlar ise
bir yılda bizim ciromuzu yakaladılar. Şimdi, bana mazeretler uydurmayın. O
şirketi satın almak istiyorum. Elemanlarının işlerine devam edebileceklerini,
isteyenlerin tazminatlarını alarak ayrılabileceklerini söylediniz değil mi?”
“Evet, Kartal Bey söyledik ama konuştuğum beyefendi güldü
buna.”
“Güldü mü?”
“Evet, ve hatta, kırmızı kar yağarsa şirketi alırsak bile
kimseyi işten atamaz, tazminat veremezmişiz.”
“Ukala pez…” Kendini dizginleyip susmuştu. Dalga geçecek
kadar kendine güvenmesi iyice sinirini bozmuştu. Sonra düşünüp bu lafın altında
art niyet aramaya başladı. “Şirketin sigorta kayıtlarını inceleyin. Sanırım bir
açık verdiler. Kimseyi sigortalamamış olabilirler.”
“Taşeron kullanıyor olmaları mümkün değil mi?”
“Mümkün tabi ama o zaman da hak ediş ödüyorlardır. Muhasebe
kayıtlarını bu taraftan inceleyin. En geç iki gün içinde yeni raporu
bekliyorum.”
Atıl odadan çıkarken satış bölümünün müdürü odasına girmek
üzereydi. Yüzündeki ifadeden kötü haber getireceğini anlamış az önceki
sinirinin üstüne yeni bombaya hazırlanmıştı.
“Nilgün Hanım, evelemeden söyleyin. Ne var?”
“Kartal bey, Antalya’da bulunan üç kongre oteli anlaşmamızı
fesih ettiğini bildirdi. Cennetin Çiçekleri ile… ” kartal elini kaldırıp
susturmuştu. “Hangileri?” diye sordu sadece.
Nilgün Hanım, otellerin isimlerini sayarken Kartal az önceki
sinirin bir şey olmadığını anladı. Kongre otelleri yaz boyu turiste hizmet
verdikten sonra sezon sonunda toplantılar için çalışmaya devam eden otellerdi.
En az on yıldır hizmet verdikleri otellerin sözleşme sonunda uzatmaması
inanılır gibi değildi.
“Fiyat mı sorun?”
“Evet efendim.”
“Yeni bir fiyat çıkartın. İnebileceğimiz en düşük fiyatı en
kısa sürede bana bildirin.”
“Kartal Bey, araştırmayı yaptım. Yeni fiyatların bizim
rakamlarımızın çok altında olduğunu bilmenizi isterim. O rakamlarla kesinlikle
zarar ederiz.”
“O firma bu fiyatları nasıl veriyor peki?”
“Sanırım çiçekleri çok ucuza alıyorlar. İşçiliği de asgari
ücret gibi rakamlara çektilerse ve nakliyeyi de bir şekilde kendileri yapıyorsa
o fiyatları verebilirler. Bizim nakliye fiyatlarımız çıkartıldığında onların
fiyatına anca inebiliyoruz.”
“Bu bizim için mümkün değil. Başka bir şey var mı?”
“Yok efendim.”
Başı ile çıkabileceğini işaret ettikten sonra sinirle
yerinden kalktı. Telsiz telefonu eline alıp Atıl’ın dahili numarasını tuşladı.
“Yarın istiyorum tüm bilgileri. Benimle bir görüşme ayarlayın. Şahsen ziyaret
edeceğim.”
***
Elindeki adresi bulduğunda gözlerine inanamadı. Şirketin
merkezi Ankara’daydı. Şu an bulunduğu yer ise Üsküdar’da bir küçük sokaktı.
Şoförü kapısını açıp inmesini beklerken Kartal hâlâ adresin doğruluğundan emin
olmaya çalışıyordu.
“Doğru yerdeyiz efendim. Binanın girişinde Cennetin
Çiçekleri tabelasını görüyorum. Biraz küçük hazırlanmış ama adres burası.”
Kartal, kendisi ile görüşmeyi kabul eden kişinin neden akşam
saat sekize randevu verdiğini anlamamıştı. Küçük, dar sokaktan gözüken deniz
manzarası o an dikkatini çekmese de batan güneşin camlara vuran parıltısı
gözlerini kamaştırmıştı. Yazın güzelliklerini doyasıya yaşayamıyordu. Şu saatte
burada olmasa mutlaka lüks bir lokantada yemek yiyor olacaktı. Acıktığını
hissedip toplantının hemen bitmesi için hızlı adımlarla kapıya ulaştı. Şoförüne
dönüp “İşim bitince ararım seni. Uygun bir yerde bekle, yoldan ikinci araba
geçemez.” deyip yolladı.
Eski ahşap kapıyı çaldı, bekledi ama hiç ses çıkmadı. Zaten
tuhaf bir saatte çağırılmıştı. Dışarıda görüşme talepleri kesin bir dille
reddedilmişti. Mesai saati bitimine verilmiş bu randevunun kendisini oyalamak
için mi verildiğini anlamaya çalışıyordu. Tekrar zile bastığında cirosu ile
uyumsuz binanın, daha da uyumsuz eski ahşap kapının küçük bir tıklama ile
açıldığını duydu.
İçeri adımını atarken tedirgindi. Binanın içi karanlıktı.
Ama mutlaka biri vardı ki kapıyı açmıştı. Kapının bir metre kadar ilerisindeki
üç basamağı çıkıp solundaki kapıya yöneldi. Demir parmaklıklarla kapatılmış
kapının şirket kapısı olduğunu anladı. Kapıyı açmak istedi ama kilitliydi.
Orası bir evdi. Bunu anlaması için etrafına bakması yeterli olmuştu. Kilitli
kapıdan başka iki kapı daha vardı. Bir de mutfak kapısı gözüküyordu. Tezgahın üstü boştu. Eski tip beyaz
fayanslarla kaplıydı tezgah.
Kartal, yer karolarının da 70’li yıllara ait olduğunu görüp
şaşırdı. Şirket henüz kazancını harcamaya başlamamıştı. Bu da kazançlarının çok
düşük olduğunu anlatıyordu. Etrafına bakınırken kapılara da yaklaşıyordu. Aynı
taraftaki iki kapıdan birini açıp içeri baktığında küçük bir kız çocuğuna ait
olduğunu gördü. İyice şaşırmıştı. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. Diğer kapıyı
açmaktan çekindi. İnsanların özeline girdiğini anlayıp utanmıştı.
Rahatsızlığını gidermek için “Kimse yok mu?” diye seslendi.
Üst kattan geldiğini düşündüğü bir kadın sesi “Yukarıdayım,
iki kat çıkın.” diye seslendi.
Kartal, sesin geldiği yöne dönüp dar merdivenlerden üst kata
çıktı. İlk çıktığı katta da oda kapıları vardı. Ortada küçük bir masa, masanın
üstünde de o güne kadar gördüğü en güzel çiçek buketi vardı. Bilen gözlerle
baktığında kendisinin yan yana getirmeyeceği çoğu çiçeğin demetin içinde yer
aldığını gördü. Toplantı sonrası buketi yakından göreceğini düşünüp bir üst
kata çıkmak için yeniden merdivenlere yöneldi.
Bu kez hiç ummadığı bir manzarayla karşılaştı. Teras katına
çıkmıştı. Karşısındaki manzara paha biçilemezdi. Kendisine seslenen kadını
bulmak o an aklından uçup gitmişti. Boğazdaki tekneler ve vapurlar bir anda
içini rahatlatmıştı. Sonra oraya neden geldiğini anımsayıp etrafına bakınmaya
başladı. Aşağıda odasını gördüğü küçük kızı gördü ilk önce. Küçük bir masada
ders çalışıyordu. Yanında da sesini duyduğu kadın oturuyordu. İkisi de yere
oturmuştu. Kadın arkası dönük oturduğu için henüz kendisini fark etmemişti.
Küçük bir öksürük ile ilgi çekmek istedi.
Uzun boylu olduğunu anladığı kadının tepkisi hiç umduğu gibi
olmamıştı. “Para orada, paketi masaya bırakabilirsin. Baharat koydunuz mu?
Geçen sefer yoktu. Bir daha olmasın.”
“Hanımefendi, ne paketi bekliyorsanız ben onu getirmedim.”
Genç kadın o ana kadar gözükmeyen dizüstü bilgisayarını bir
eli ile tutarak başını kaldırdı. Başında saçlarının etrafına doladığı kavuniçi
bir fular vardı. Toplanmış saçlarının bazıları tutamlardan kurtulmuş yüzünün
etrafına dağılmıştı. Gördüğü takım elbiseli adam o gün yapacağı görüşmeyi
anımsatmıştı. Elbette o saate kadar anımsamadığı için üstünde penye bir atlet
vardı. Bacaklarında ise kısa bol bir şalvar pantolon vardı. Görüntüsü hippilere
benziyordu. Oysa kılığı işi için çok uygundu. Yerinden kalkarken konuğuna
merakla bakan küçük kızın başını okşamış, elindeki bilgisayarı da masaya
bırakmıştı.
Kartal, kadının uzun olduğunu hemen anlamıştı ama kendisi
kadar uzun olduğunu hiç düşünmemişti. Az önce kavuniçi ojeleri gördüğü
ayakların çıplak olduğunu da biliyordu. Yani topuklulara sığınmamıştı.
Hayretini saklamaya çalışırken kendini tanıtma ihtiyacı hissetti. “Merhaba, ben
Kartal Fırtına. Siz?”
“Kartal Bey, ben de Alçin Doruk. Kusura bakmayın saati fark
etmemişim. Geçin şiyle oturun. İsterseniz ayakkabılarınızı çıkartabilirsiniz.
Burası topraktır. Çimenlere basmak size iyi gelebilir.”
Kartal, şaşkınlıkla yerlere baktı. Yerler gerçek çimenle
kaplıydı. Evin çatısında bir bahçe oluşturulmuştu. Kartal, ayakkabılarını
çıkartmayı düşünmedi bile. Kendisine gösterilen yere doğru yürüdüğünde duvar
dibinde oluşturulmuş sedirleri gördü. Orada mı görüşeceklerdi?
Alçin… Anlamını bilmiyordu ama hoşuna gitmişti ismi. Az
sonra yapacakları konuşmanın tatsız olacağını biliyordu. Yine de genç kadının
güzelliğini fark etmezlik edemiyordu. Uzun boylu kadınları severdi. İlk kez
kendisi kadar uzun bir kadınla tanışmıştı. Fiziği spor yaptığını anlatıyordu.
Ne ile uğraşmıştı acaba? Basketbol mu voleybol mu oynamıştı? O küçük kız
kızımıydı? Şirketteki yetkisi neydi? Soruları çoktu ama hiçbirinin cevabını
alabileceğini sanmıyordu. Oysa az sonra ilk yanıtı almıştı bile. Küçük kız
oturduğu yerden seslenmişti. “Abla, bu soruyu hiç anlamadım. Bir bakar mısın?”
Ablasıydı. Kızı olduğunu düşünürken kardeşi çıkması hoşuna
gitmişti. Bir başka şey daha hoşuna gitmişti. Genç kızın yürürken gözüken beli
çok çekiciydi. Az önce de göbeği açıktaydı bu durumda. Ama arkasında kaldığı
için görememişti. Buna üzülmüş olarak yeniden kendisine doğru yürümesini
bekledi. O anda da bir başka şeyi gördü. Sol kalçasının hemen altındaki yırtık…
Oradan gözüken ten de beli kadar çekiciydi. Oysa sadece beş santim kadar bir
yırtık vardı.
Yırtık… Kartal, ne düşüneceğini şaşırmıştı. Üstünde yırtığı
olan kıyafetler… Otuz kırk yıl öncesine ait eşyalar ve döşemelerle kaplı bir
ev… Ve tekliflerini düşünmeden geri
çeviren şirket sahipleri… Kafasında oturtamadığı şeyler vardı.
Alçin, kardeşinin sorusunu anlatırken merdivenlerden çıkan
birinin ayak seslerini duymuştu. Pizzacıyı beklerken Alçin kadar boylu genç bir
erkek çıkmıştı terasa. Kartal, gelen adamın kim olduğunu anlamak isterken Alçin
gülerek yerinden kalktı ve erkeğin yanağına sesli bir öpücük bırakıp elindeki
kutuyu aldı. “Ödedin mi?”
“Yok hesabına yazdırdım.”
Kartal bu yanıtı da hafızasına kaydedecekken genç erkeğin
gülerek devam ettiğini duydu. “Ödedim, ama bu kez sen borçlandın. Unutturmam
biliyorsun.”
“Borcuma yaz.”
“Abla, dalga geçmeyi bırak. Çok açım.” İşte o an o da
sedirde oturan takım elbiseli adamı fark etti. Soru dolu bakışlarla süzerken
tanıdı genç adamı. Şirketlerini satın almak isteyen adamdı bu. Biraz
araştırmıştı. “Kartal Bey, hoş
geldiniz.”
“Merhaba, tanışmış mıydık?”
“Hayır, sizi internetteki resimlerinizden biliyorum. Ben
Laçin Doruk. Adamlarınız ile görüşen kişi.”
“Memnun oldum Laçin Bey. Toplantıyı sizinle yapacağım
sanırım.”
“İmza yetkisi ablamda. O nedenle toplantıyı onunla
yapacaksınız ama ben de burada olacağım, çünkü çok açım.”
“Kartal Bey, pizza yer misiniz? Yerken konuşalım. Saat zaten
sekiz oldu. Elçin daha da geç saate kadar aç kalmasın.”
“İsimlerinizi kim verdi? Karıştırmıyor musunuz?”
“Ayşıl ve Ayşin ablamı da katarsak beşimiz bir araya
geldiğimizde karışıyor. Neyse ki uzaktayız da rahat ediyoruz.” Alçin bir yandan
gülüyor, bir yandan da anlatıyordu. Laçin terasın bir köşesindeki büyük masaya
gitmiş, masanın altındaki kapağı açıp bir tane tabak, bir çatal ile bıçak ve
bir tane de bardak çıkartmıştı. O masanın etrafında tik ağacından sandalyeler
vardı. Onları da ayarlamıştı. Kartal, bir emrivaki ile karşı karşıyaydı. Belki
kısa bir görüşme yapıp çıkması en doğrusuydu ama o an bunu istemiyordu.
“Bana kadar fazlası var mı? Hakkınızı yemek istemem.”
“Hakkımızı yedirmeyiz merak etmeyin. Biz hep fazla isteriz.
Çünkü sabaha ısıtıp kahvaltı niyetine de yiyoruz. Yarın sabah normal kahvaltı
yaparız.”
Kartal, cümlenin başındaki ‘Hakkımızı yedirtmeyiz’ kısmını
direkt toplantıya atıf olarak almıştı. Sonrası başka şeyler ifade etse de o
takılı kalmıştı. O tek tabak, bıçak,
bardak kendi oturacağı yere konmuştu.
Diğerleri kutunun içinden elleri ile koparttıkları büyük üçgenleri
ısırarak yerken bir yandan da kutularından ayranlarını içiyordu. O da onlara
uyup elleri ile yemeye başladı. Kaç yıldır eli ile yemek yememişti,
anımsamıyordu.
Elçin’in heyecanla okuldan olaylar anlatması ile Laçin’in
açıklanan ders notlarından bahsetmesi yemeğin asıl konularıydı. Kartal, bir
yandan elindeki pizza parçasını yiyor bir yandan da iki kardeşin konuşmasını
dinliyordu. Asıl yapmak istediği karşısında oturan kadını incelemekti ama buna
cesaret edemiyordu. Büyük kutu bitip küçük kutuyu açtıklarında Kartal yemeyi
bırakmak istemiş ama diğerlerinin ısrarı ile bir dilim daha almıştı. Sonra da
Alçin’in konuşmaya başlaması ile bakışlarını ona çevirmişti.
Genç kızın yüzüne dikkatli olarak ilk kez bakıyordu. Başına
doladığı fuların dışında kalan tutamlar batan güneşin ışıkları altında kızıl
kızıl parlıyordu. Bakışlarını yüzüne indirdiğinde şaşkınlıkla irkildi. Sol
şakağında, sol kaşında ve çenesinin sol tarafında üç ayrı yara izi vardı. Eski
olduğu belli yara izleri kapatılmaya uğraşılmamıştı. İncelediği yüzde hiç
makyaj yoktu. Yüzü güneşten yanmış, o yara izleri biraz daha belirginleşmişti.
İzlerin içinde bir yerlerde sızı yaratması ise hiç umulmayacak bir şeydi.
Alçin, genç adamın baktığı yerleri anlamıştı. Yüzünde
dolaşan anlamların bir kısmı acı olunca tuhafına gitmişti. Gülümsedi, “Yaramaz
oğlan, yarasız olmaz derler de, yaramaz kızlar için neden bir şey söylemezler?”
“Çok mu yaramazdın?”
“İki kez bisikletten uçacak kadar. Üstelik şu yanda gördüğün
yoldan sahile doğru inerken…”
Kartal, dik yokuşu düşünüp geçmiş yılların yaramaz kızının
oradan düşüşünü canlandırıp üzüntüsünü arttırdı. Alçin, izlerinden utanmamayı
öğrenmişti. Üçü de küçümsenmeyecek kadar büyük ve belirgin yara izleriydi.
Eskiden onlarla övündüğü zamanlar da olmuştu. Erkek kardeşi doğduğunda kendisi
altı yaşındaydı. Büyüyüp de mahallenin çocukları kardeşi ile uğraşmaya
başladığında ilk yarasını kullanmış ve façası ile övünmüştü. Böylece kardeşi
rahat etmiş, sonra da aile geleneğine uyup boy atınca ablasının korumasına
ihtiyaç kalmamıştı.
Alçin, adamın bakışlarında acıma ile tiksinti karışımı
duygular ararken onun üzüntü ile bakması tuhafına gitmişti. “Hey, yeter onlar
uzun yıllar önce oldu ve artık acımıyor. Karnın doyduysa konuşalım artık.
Elçin, hadi sen al derslerini odana in. Bitmeden uyumak yok.”
“Yazın da okula mı gidiyor?”
“Hayır, onun zebanisi benim. Geçen sene okuduğu tüm konuları
her gün tekrarlıyoruz. Böylece dördüncü sınıfa hazır olacak. Unutmayacak…”
“Neden zorla okuduğumu şimdi anlıyorum. Benim zebani bir
ablam yoktu.”
Merdivenlerin oradayken son söyleneni duyan Elçin ablasına
bakmadan yanıt verdi. “benimkini alabilirsiniz. Asla itiraz etmem.”
Alçin ile Laçin kahkahalar ile gülerken Kartal şaşkın
bakışlarla ufaklığı izliyordu. Onun da soya çekeceği belliydi. Uzun boylu ve
rahat insanlar…
“Bu kadar yakınlığın üstüne iş konuşmak zor olacak.” Kartal,
nasıl konuya gireceğini gerçekten bilemiyordu.
Alçin, “Çay mı, kahve mi? Ah pardon alkol de olabilir
elbette ama onu getirmek için birimizin markete gitmesi lazım. Evde bulunmaz.”
“Siz ne içiyorsunuz?”
“Ben kahve, bu delikanlı da sallama çay. Demlemeyi unuttum
tatlım. İdare eder misin yoksa sana da kahve mi vereyim.” Bu konuşmadan çıkan
sonuç çayı sallama içebileceği olunca kartal da kahve istemişti.
Terasın görünmeyen bir köşesinde ocak ve malzemeleri gören
Kartal şaşırmaya devam etti. “Burasını çok güzel döşemişsiniz. Şehrin içinde
böyle bir evi elde tutmak güç olmalı.”
“Üsküdar, eski evleri ve uzun adresleri ile meşhurdur.
Dedemin evindeyiz. Babama miras kaldı ama adam hayırsız çıktı. Aldı karısını
Ankara’ya gitti. Ev de biz üç kardeşe kaldı.”
“Babanız sizinle görüşmüyor mu? Ya anneniz? Üvey annenizin
babanızı kaçırmasına ne diyor?” Ona neydi ki? Ama sormuştu işte. Bu arada güneş
iyice batmış, güneş enerjili lambalar yanmıştı. Etraf çok güzel bir görünüme
bürünmüştü. Karşı sahilin ışıkları da artıyordu. Kartal bunların farkında bile
değildi, Çünkü iki kardeş kendisine kahkahalarla gülüyordu.
“Kusura bakmayın. Ablam hep böyle yarım anlatır olayları.”
“Bu kadar güldüğünüze göre ciddi hatalar yaptım. Doğrusunu
siz anlatın.”
“Toplantıya başlamayalım mı?”
“Bunu öğrenmeden aklımı verebileceğimi sanmıyorum.
Kahkahalarınız kulaklarımda çınlıyor.”
“Babam ve üvey olmayan öz annem birlikte Ankara’ya taşındı.
Annem Ankara’lıdır. Yani o hayırsız babam hanım köylü oldu. İki ablam da
evlenip biri Antalya’ya, biri de İzmir’e taşındı. Ama onlarınki iş için.
Kocaları hanım köylü olmadı. Yoksa oldu mu sayılır Laçin? Sonuçta onlar da
karılarının işleri için gittiler oralara.”
“Eniştelere laf yok. Biri sayesinde Çeşme’nin diğeri
sayesinde Antalya’nın altını üstüne getiriyorum.”
“Nankörsün. Ablanlar ne yapıyor? Zincirliyor mu seni?”
“Onlar mı? Yoo her tanıştığım kızı eve bekliyorlar. Senin
gibi değil onlar tatlım. Ellerinden gelse okul bitmeden evlendirirler beni.”
“Askerliğin var daha.”
Kartal konuşmayı takipte zorlanıyordu. Anlayabildikleri ile
anlayamadıkları karışıyordu. En sonunda konu kapanmış kahveler masaya konmuştu.
Nereden çıktığını yine anlamadığı bir çiçek de masanın ortasındaki yerini
almıştı. Zaten tüm terasın kenarları müthiş çiçeklerle doluydu ama bunlar
genelde salon çiçeği denecek türlerdi. Kışın nasıl koruduğunu düşünürken Laçin
konuyu işe getirdi.
“Evet, Kartal Bey. Sizi dinliyoruz. Gerçi Atıl Beye
söyledim, şirketimizi satmaya niyetimiz yok. Yine de madem ısrarcısınız ve
evimize kadar geldiniz buyurun…” diyerek sözü bıraktı. Önceki samimiyet yerini
ciddiyete bırakmış, senler size dönüşmüştü.
O konuşurken Alçin, küçük masaya bıraktığı laptopunu almış
ve bir şeyler yazmıştı. Kartal onun toplantıya ilgisinin az olduğunu fark edip
bozuldu. Oysa onun konuşmasını çok istiyordu. Parmakları yine klavyenin üstünde
dolaşırken uzun parmaklarına takıldı gözleri. Gerçekten büyük elleri vardı.
Elbette o kadar uzun boylu birisinin ellerinin de büyük olması normaldi. Aklı
yine oyunlar oynarken zorlukla söze başladı.
“Atıl Bey teklifimizi sunmuş. Sanırım pek dinlemediniz. Ya
da rakamı uygun bulmadınız. Cironuz oldukça iyi ama benim firmamın rakamlarına
ulaşmanız çok zor. Şu an teklif edilen rakamı biraz daha arttırıyorum. İki
yıllık cironuzu karşılayacak bir tutar olacak üstelik net kar diyebilirsiniz.”
“Teklif ettiğiniz rakam bizim ilk yılda elde ettiğimiz
cironun iki katı zaten. Yani iki sene sonra biz bugünkü ciromuzu beşe, hatta
ona katlayabiliriz. O nedenle teklifinizi gerçekten hiç düşünmüyoruz.”
“Böyle diyorsunuz ama kar marjınız çok düşük. Kar
edemiyorsunuz.”
“Ona nasıl karar verdiniz?” Bunu Alçin sormuştu.
“Alçin hanım, eviniz çok güzel ama çok eski. Eminim tesisat
sık sık sorun çıkartıyordur. Hem…” Susmuştu çünkü Alçin onu dinlemeyi bırakmış
Laçin’e dönmüştü. “Tatlım, çok haklı. Bulaşık makinesinin gideri yine geri
tepiyor. Mutfakta temiz tek tabak kalmadı. Yarın şu ustayı getir de baksın.”
“Ben bakarım.” diyen Laçin’e bu kez gülen Alçin oldu. “Geçen
sefer sen baktığında tüm evi iki kez silmem gerekti. Ustayı tut kulağından
getir. Adam telefonla çağırılmayı hakaret sayıyor sanırım. Gelmiyor baksana.”
Kartal dışlanmıştı. Ama haklılığı çıkmıştı ortaya. Evin her
yerinde eskilik göze batıyordu. Tek yenilenmiş yer terastı. İki kardeş
konuşurken o gözlerini yine terasta gezdirdi. Bacanın olduğu tarafta çok geniş
bir salıncak gördü. Üstünde bilinen yataklardan olduğu anlaşılan salıncak,
alışılagelmişlerden değildi. Özel yapıldığı belliydi. Cibinliği de vardı.
‘Sıcak gecelerde burada mı uyuyordu acaba?’ diye düşünürken buldu kendini. O
sırada kendisine seslenildiğini fark etmemişti.
“Kartal bey, az önce bir şey daha diyecektiniz ama ben
sözünüzü kestim. Kötü bir huy ama sonra unutuyorum ne diyeceğimi. Şimdi
söyleyin, hem ne?”
Ne diyecekti. ‘Poponun hemen altında çok tahrik edici bir
yırtık var. Bu da fazla paranız olmadığı için yırtık şeyleri giymeye devam
ettiğinizi belli ediyor.’ mu diyecekti?
Bunu söylediğinde o mutlu yüzü üzmeyecek miydi? Utandırmayacak mıydı?
“Hem de içiniz rahat olsun elemanlarınızın hiç birini işten
çıkartmayız. Daha önce de birleştiğimiz küçük firmalar oldu. İnanın kimseyi biz
çıkartmadık. İsteyen kendi ayrılabilir elbette.”
Kardeşler yine bakıştı ama bu kez kahkahaya dönmedi
gülümsemeler. Alçin, sakin bir şekilde genç adama döndü, “Şirketi alırsanız
beni işten atmayacaksınız yani öyle mi?” diye sordu.
“Sizi işten atmak mı? Siz zaten şirket sahibisiniz.
Sattığınızda bağlantınız kalmayacak.”
“Bu şirketin işçisi, hamalı nakliyecisi ve çiçek dizaynırı
benim. Yani beni atmayacaksınız öyle mi? Çok rahatladım. Ama yine de bilginiz
olsun satmayacağız.”
Kartal konuşamıyordu. Elindeki en önemli koz resmen buhar
olup uçmuştu. Şirket adına kimseye sigorta primi yatmıyordu. Bu da açık
yakaladıklarını sanan elemanlarının üstün başarısıydı. Onların açık sandığı şey
şirketin yapısıydı.
“Yani tüm işleri siz yapıyorsunuz ama her yere yetişiyorsunuz
öyle mi? daha bir gün önce üç otelimi elimden aldınız. Üstelik o oteller
Antalya’da. Nasıl gidip geliyorsunuz? Özel uçağınız mı var?”
“Ben evden çıkmam. Tüm o işleri elimdeki bilgisayar ve
telefonum ile hallediyorum.”
“Ne saçmalıyorsunuz? Mümkün değil. Firmanızı inceledim.
İnternet üstünden çiçek siparişinden, otel ve şirketlere toplu çiçek
teslimatına kadar bir sürü işi yapıyorsunuz. Bunların hepsini buradan
yapabilmen mümkün değil. Her yerin çiçekçileri ile anlaşmış olman zaten
yıllardır yapılan bir uygulama ama toplu çiçek teslimatı, düğün salonlarının
dekore edilmesi gibi şeyleri buradan yapamazsın. Onları yapacak elemanlara
ihtiyacın var.”
“Hayır. Onları yapacak yetenekli elemanlara ihtiyacım var. Ve
ben onları bulut eğitiyorum. Sonra da gerekli dizaynları yapabilecek düzeye
geliyorlar. Yakında hepsi bana rakip olacak ama ne yapalım bu işler böyledir.
Çıraklar daima karşınıza dükkan açacak potansiyel rakiplerdir.”
“Anladığımı sanmıyorum. Şirketiniz Türkiye’nin dört bir
yanından çiçek siparişi alıyor. Bunların çoğunluğu büyük siparişler ve hepsini
sizin eğittiğiniz kişiler yapıyor öyle mi? Pekala, buraya kadar tamam. Salon
süslemeleri üç beş basit model ile yapılabilir. Ucuz malı nasıl buluyorsunuz?”
“Ortak mı olacaksınız?”
“Hayır, ortaklık düşünmüyorum.”
“O zaman casus olarak geldiniz. Firmamızın çalışma
yöntemlerini öğrenip kendi firmanızda uygulayacaksınız.”
Siniri bozuluyordu. Sakin sakin oturmuş suçluyorlardı
kendisini. “Casusluk yapmayacağım, şirketinizin karşılığında beş milyon
öneriyorum.” Ağzından çıktığında rakamı algılayabilmişti. Beş milyonu hiç
düşünmemişti. En çok üç milyon ile bu işi kapatacağını düşünüyordu. Oysa
telaffuz ettiği rakam beş milyondu. Karşısındaki ikili birbirlerine baktılar.
Laçin, ablasının yanına doğru kayıp kulağına eğilip bir
şeyler söyledi. Kartal ne konuştuklarını duyamıyordu. “Yanımda kulaktan kulağa
konuşmanız ayıp olmuyor mu?” dediğinde kendini mızıkçılık yapan çocuklara
benzetmişti.
“Büyük bir toplantıdayız. Rakam çok büyük. Müsaade ederseniz
iki ortak olarak karar almaya çalışıyoruz.”
Kartal cümledeki ciddi kelimelerin ardındaki kahkahayı duyar
gibiydi. Kendisi ile dalga geçiyorlardı. Bunu biliyordu. Ayağa kalktı. “Sanırım
toplantı bir sonuca bağlanmayacak. Ben teklifimi yaptım. Siz konuşun.”
“Abla, Kartal Beyi kızdırdık sanırım. Sen dediğimi yap da
artık boşa tekliflerini arttırmasın.”
Alçin, bilgisayarını ters çevirip sandalyesini de Kartal’a
yaklaştırdı. Laçin de diğer tarafına gelmişti.
“Tanıtım uzun sürecek. Yeni bir kahve ister misiniz?”
Boş fincanı alıp ayağa kalktığında kartal yine o yırtık yere
bakmaya başladı. Laçin de görmüş olmalı ki ablasına “Pijamanı yırtmışsın!”
dedi. Kartal, bakışlarını hemen çevirip başka tarafa baktı. Alçin ise umursamaz
bir şekilde, “Ya evet sandalyelerden birinin çivisi oynamış yerinden. Ona
takıldım. Uzun boylu olmanın faydası, yoksa kötü bir yerden yırtacaktım.”
Kartal yine kopmuştu ortamdan. Bu kadar kısa sürede konunun değişim göstermesi
aklını iyice karıştırıyordu.
“Bunu da şort mu yapacaksın?”
“Atacak değilim herhalde. Paçalarını kesecek ve şort
yapacağım. Nasılsa yıllarca daha kısa şortlarla oynadım.”
“O o zamandı. O şortla terasa çıkmayacaksın değil mi?”
“Laçin, konu kapandı canım.”
Laçin, ablasının üzüleceği konuyu uzatmak yerine susmayı
tercih etmişti zaten. Kartal nihayet kendini toparlamıştı. “Voleybol mu
oynuyordun?”
“Evet, ayağımı kırana ve yeniden sahaya dönemeyeceğim
söylenene kadar oynamıştım.”
“Benim de bir zamanlar kırılmıştı ayağım. Geçmiş olsun.”
“Aha, bak şimdi gözüme daha sevimli gözükmeye başladın.
Yağmur yağarken ayaklarımızı tokuştururuz. Seninki de ağrıyor mu?”
“Evet, ne yazık ki her yağmur zamanı kırık yer kendini
hatırlatıyor.”
Alçin, yırtık pijamasından utanmak şöyle dursun, rahatlıkla
eli ile kontrol etmiş ve “Vay, biraz daha yırtsaydım zaten şort olacakmış,
kesmeye gerek kalmayacakmış.” diyerek yerine oturdu. Onun hareketleri Kartal’ı
tahrik ediyordu.
“O çiviyi çaktın mı? Ve yeni bir yara izi edinmedin değil
mi?” Laçin sakin sakin sormuştu.
“Çaktım merak etme. Yok sadece kumaşı yırttı. İzlerim yeter
bana.”
Kartal, “İzlerin yakışıyor ama yenisini edinmesen de olur.
Şu kaşındaki iz çok korkutmuş olmalı. Gözün zarar görebilirdi.” dedi.
“Gördü zaten. Şişti ve iki hafta tek gözüm ile baktım
etrafa.”
“Daha kötüsü olabilirmiş.”
“Olmamış şeyler için üzülmek vakit kaybı. Evet devam edelim
mi? şimdi size işleyişimizi anlatacağım. Fikrimizi çalmaya kalkışmayın
diyeceğim ama bu programı zaten kardeşim yazdığı ve size satmayacağı için
korkmuyorum. “
“Sen mi yazdın?”
“Tipim belli etmez ama iyi program yazarım. Evet bunu ben
yazdım.”
Alçin, ekranı açıp siteye girdikten sonra kartal
gördüklerini anlamlandırmaya çalışıyordu. Her yerde gördüğü logoyu tanıyordu.
Bunu elemanlarının atlamış olmasını kabul edemiyordu. Doruk Holding’in yan
kuruluşuydu bu firma. Elbette o rakamları beğenmezlerdi. Arkalarındaki holding
o rakamın kaç katını verebilirdi acaba?
“Tüm dünya çiçek siparişleri için ilgili yere en yakın çiçek
evlerini kullanıyor. Yıllar önce başlamış bu uygulama artık internette de aynı
şekilde devam ediyor. Orada gördüğünüz basit arajmanlar, sepetler her
çiçekçinin rahatlıkla yapabileceği şeyler. Böylece siz İstanbul’da sipariş
veriyorsunuz, Kars’taki çiçekçi aynısını yapıp adrese teslim ediyor.”
“Bu hepimizi kullandığı işleyiş. Büyük otellerin de
yakınlardaki seralardan gönderilen çiçekleri vardır. Anlaşmalı çiçekçilerimiz
de gider orada düzenlemeleri yapar. Ya da basit vazolarla klasik demetler
oluşturulur.”
“İşte yanılgınız burada ortaya çıkıyor. Artık üç günde
çürüyecek çiçeklerin bile özel olarak düzenlenmesi para ediyor. Biz, düğünlerin
talebi olan ilginç dizaynları yaparak piyasaya girdik. Babam Ankara’da, iki
ablam İzmir ve Antalya’da sera kurdu. Nakliye kamyonlarımızı aldık ve işe
başladık. Laçin’in yaptığı program ile ben interaktif eğitim veriyorum.
Firmalar özel çiçekler için ekstra para ödemiyor. Seralar ve nakliye araçları
bizim olunca maliyet % 40 düşüyor. Tek sorun sabah çok erken kalkıyorum. Az
uyuyorum. Çok çalışıyorum. Ama maliyetleri düşürdüğümüz için bir sürü yeni
müşteri kazanıyorum. Laçin okulu bitirince rahatlayacağım. O zamana kadar yani
bir yıl daha dişimi sıkmam lazım.”
“Siz doruk Holdingi için çalışmıyor musunuz? Soyadınız da
Doruk. Yani aileden birilerisiniz.”
“Holding dedemin. O ölünce amcamla babama kaldı. Şu an her
birimini başında profesyonel yöneticiler var. Genel kurul zamanları babam
toplantıya katılıyor, sonra yine Ankara’ya gidiyor. Ben liseden sonra
okumadığım için şirkette çalışmak istemedim. Çiçekçilik ise sizin şirketiniz
sayesinde aklıma geldi. Ben aklımdakileri kardeşime anlattım o da programı
yazdı. Sonuç… Sizin müşterilerinizi elinizden çalan bizim şirketimiz…”
“Çalmak doğru kelime olmayabilir. Sonuçta herkes ticaret
yapıyor.”
“Sanırım artık aynı dilden konuşuyoruz. Evet, ticaret
yapıyoruz. Şimdi, gelelim asıl görüşmeyi kabul etme nedenimize. Şirketinizi
satın almak istiyoruz.”
***
Kartal, saat on birde evinden içeri girdi. Hayatındaki en
ilginç gecelerden biriydi. Yüzünün sol tarafı yara izleri ile dolu bir güzel
ile geçirilen üç buçuk saatten sonra ne düşüneceğini bilemeden duşa girdi.
Kadın çok çekiciydi. O izlere rağmen kendinden emin hali çok hoşuna gitmişti.
Bir süre sonra insanın gözü onları görmüyordu zaten.
Duştan çıktığında bu kez de yaptıkları teklif gelmişti
aklına. Gülümsemeye başladı. İlginç bir aileydi. Karşılıklı teklifler ile
vardıkları nokta ilginçti.
Yatağına girdiğinde, ertesi gün Alçin ile yeniden
görüşeceğini düşünerek yüzüne yayılan gülümsemeyi engelleyemedi.
***
Alçin, bilgisayarının başında çalışıyordu. Saat bire
geliyordu. Ertesi günün siparişleri ve yeni istenen çiçek dizaynı
tamamlanmıştı. Artık uyuyabilirdi. Saat beşte kalkacaktı. Dört saat iyi bir
süreydi.
Terastaki sallanan yatağa uzandı. Cibinliğini indirip battaniyeyi
üstüne çekti. Gece serin oluyordu. Böylece nemli yaz sıcağında terasta uyumanın
keyfine varıyordu. Bilgisayarı yere bırakıp telefonu da yanın koydu. Ertesi gün
ilginç olacaktı.
***
“Atıl, nasıl araştırma yapıyorsunuz? Kimse sana o şirketin
doruk holding’in yan kuruluşu olduğunu söylemedi mi?”
“Hayır, efendim. Yan kuruluş değil onlar. Ayrı bir şirket.”
“Evet, iki kardeş kurmuş. Biri yirmi, diğeri yirmi altı
yaşında iki kardeş! Şirketi bir yıl önce kuruyorlar ve dün bana benim şirketimi
satın almayı önerdiler.”
“Anlamadım, ne önerdiler?”
“Anladın. Şirketimi istediler.”
“Delirmiş olmalılar.”
“Neden? İyi iş yaptıkları için mi?”
“Satmayı düşünmüyorsunuz değil mi?”
“Hayır, satmayı düşünmüyorum. Çünkü tüm elemanlarımı işten
çıkartmalarını izleyemem. Onlar benim kadar insaflı değilmiş. O yüzden
satmıyorum. Birazdan çıkacağım. Avukatlardan biri de benimle gelsin. Gerekli
ayarlamayı yap. Şirket hukukunu iyi bilen biri olsun.”
Atıl, duydukları karşısında konuşamıyordu. Başını sallayıp
çıktı odadan.
***
İki tarafın avukatları karşı karşıya gelmiş terastaki
masanın keyfini çıkartıyordu.
Alçin, az önce fırından çıkan börek ve keki servis ediyordu.
Nihayet bulaşık makinesini çalıştırabilmiş, mutfakta yemek yapılabilir hale
gelmişti. Elde yıkayacak vakti olmadığı için akşamı pizza ile geçirmişlerdi ama
zeten haftanın bir günü dışarıdan yemeyi seviyorlardı. Tembellik etmek, hazıra
konmak hoşlarına gidiyordu. Avukatlar neden burada oldukları hakkında fikir
sahibi olamamıştı.
Çayları yudumlarken Alçin ile Kartal konuşmaya başladı. İki
şirketin ortaklığını açıklıyorlardı. Neler istediklerini, nasıl bir ortaklık
kuracaklarını anlatıyor, yapılacak sözleşmenin neleri içermesi gerektiğini
belirtiyorlardı.
***
İki hafta sonra Kartal, elinde dizaynı Alçin’e ait bir buket
ile kapıyı çalıyordu.
“Kapı açık, it ve gir.” diyen ses ürküttü Kartal’ı. Alçin,
şirket odasındaydı. Burayı ilk kez görüyordu. İçeride bir masa, bir telefon ve
bir sürü bilgisayar vardı. Laçin de orada kulaklıklarını takmış bir şeyler
yapıyordu. Kartal’ın geldiğini duymamıştı bile.
“Başarabilmiş miyim?”
“Kim yaptı bunu?”
“Bunu hakaret sayarım. Ben yaptım tabii.”
“Çok başarılı. Geç hadi. Hayrola, sen bu saatte ne arıyorsun
burada? Ortaklığı denetlemeye mi geldin yoksa?”
“Ortaklığımız sizin sayenizde çok daha iyi devam ediyor. Ben
buraya seni yemeğe davet etmeye geldim. Hani şu yoğun olmadığın akşam on ile on
iki arasında yemek yer miyiz diye soracaktım.”
“O saatte yemek yenmez. Kilo alırız. Ben yemek yapmıştım
birazdan yeriz. Elçin derslerini bitirsin haber verecek.”
“Gerçekten zebani gibisin. Kızı bir gün rahat bırak.”
“Hayır, izin günü var. O güne kadar her gün çalışacak.
Disiplin önemli ve o acıdığın kız benim verdiğim süreden daha fazla çalışıyor.
Çünkü alıştı ve keyif alıyor.”
“Korkunçsun.”
“Biliyorum.” Eli yüzüne dokunmuştu. Kartal onun yüzündeki
yara izlerini korkunç olarak nitelendirmesine şaşmıştı. Laçin, nihayet görmüştü
kartal’ı, hoş geldin diyerek devam etti çalışmaya. Aklını dağıtmak istemediği
belliydi. Kartal, elindeki çiçekleri bırakıp Alçin’e başı ile dışarı çıkmasını
işaret etti.
Koridorda durup genç kızın yüzüne baktı. O güne kadar
ilgisini belli etmiş, iltifatlar etmiş, davetlerde bulunmuştu. İlk gün onun
agorafobisi olduğunu sandığı için kendisine çok gülmüştü. Alçin sadece
vakitsizlik yüzünden evden çıkmıyor, neredeyse tüm işlerini internet üzerinden
hallediyordu. Zorunlu olarak çıktığında ise cep telefonu iş ile bağlantısını
sağlıyordu.
Az önce yaşananların ne kadar yersiz olduğunu anlatması
gerekiyordu. Bunu yapmak için en doğru yolu düşündü. “Alçin, sen korkunç
değilsin. Aslında korkunçsun ama bu senin anladığın anlamda değil. Kız
kardeşinin canına okuyorsun. Erkek kardeşini köle gibi çalıştırıyorsun. Kendin
hepsinden çok çalışıyorsun. Bunlar karakterindeki noktalar. Ben de çok çalıştığım
ve herkesin çok çalışmasını istediğim için bunu anlıyorum. Ama yüzündeki iki üç
çizik için kendini korkunç olarak nitelemeni anlamıyorum.”
“Ama o izler kötü…”
“Ah evet kötü. İlk gördüğümde de kötü gözüktü gözüme. Senin
düşündüğün şekilde değil ama! O izlerin olduğu kazalar daha kötü
sonuçlanabilirdi. Güzel gözünü kaybedebilirdin. Düştüğün için beyin kanaması
geçirip ölebilirdin. Yuvarlanırken bir arabanın altında kalabilirdin. İşte
bunları düşününce o izlerin insana verdiği his korku ve üzüntü oluyor. Asla
çirkin görünmüyor. Aksine kusursuzluğundaki nazar boncuğu gibi geliyor insana.
Ve bir süre sonra onların orada olduğunu unutuyor insan. Sen de unut.”
“Ben unutmuştum. Görmüyor, hissetmiyor, umursamıyordum. Oysa
şimdi…”
“Değişen ne? Şimdi neden umursuyorsun?”
“Senin yüzünden. Gözlerini dikip baktığın için iğrenç
bulduğunu sanmıştım. Her görüşmemizde onlar hakkında konuştuğun için hep
gözünün takıldığını ve itici geldiğimi sanmıştım.”
“Sana kimse ruh güzelliğinden bahsetmedi mi? Sen sokak
kapısı açık oturabilen insanlardansın. İki kardeşin ile dededen kalma eski evin
duvarları arasına cenneti konduran kadınsın. Benim ortağımsın. Ki ben herkesle
ortaklık kurmam. Yani sen başka bir şeysin.”
Sözleri bittiğinde onu ikna ettiğinden neredeyse emindi.
Karşılıklı duruyor, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Aynı boyda
olmanın avantajı ile bakarken kim önce hareket etti bilmiyorlardı. Kısa bir an
sonra birbirlerine sarılmışlardı. Kartal, aralıksız yara izlerini öpüyordu.
İzlerin ardından asıl öpmek istediği dudaklara gelmişti sıra. Bir süre sonra
öpüşürken duydukları öksürük sesi ile ayrıldılar.
“Abla, Elçin görmesin. Kötü örnek olacaksın.”
“Laçin, senin de görmemen gerekirdi.”
“O zaman kapalı bir ortamı seçmeliydiniz. Kapımın önünde
öpüşüp görmememi bekleyemezsiniz.”
“Sen de haklısın. Şu Elçin’e bir bakar mısın? Dersi daha
bitmemiş mi? Açım yemeği hazırlayacağım.”
“Ben de açım. Hey, sayın ortak Kartal Bey, sizin şirketin
çiçekçilik programını bitirdim az önce. Çok kullanışlı bulacaksın.”
“teşekkür ederim. Fiyatını bildirirsen muhasebe ödemeyi
yapar sana.”
“Hediye o.”
“Hediye mi? birkaç bin dolarlık bir programı hediye mi
ediyorsun?”
“Ah para konuşmaktan hiç vazgeçmiyorsun Kartal. Her şeyi
para ile ölçmeyi bıraksana.”
“Her şeyi para ile ölçmüyorum. Sadece verdiği emeğin
karşılığı olarak sordum.”
“Emek mi? Taş çatlasın bir gününü aldı. Bizim programı baz
alıp biraz oynadı. Hadi gel yemekleri ısıtalım.”
Onlar mutfağa girince Laçin de Elçin’in odasına yöneldi.
***
Ortaklığın üçüncü ayında ilk kutlama yemeklerini iki
şirketin çalışanları bir arada yedi. Çok eğlenceli, bol kahkahalı bir yemekti.
Atıl ile uğraşan Alçin onu kızdırmayı sevmişti. Genç erkeğin utanması hoşuna
gidiyordu. Oysa Alçin’in bu samimiyeti Kartal’ın hoşuna gitmiyordu.
“Atıl’ın kız arkadaşı var.”
“A, ciddi misin? Şanslı kız. Atıl çok iyi bir genç. Laçin
ile de iyi anlaştılar.”
“Sen de iyi anlaştın sanırım.”
“Evet, çok sevdim onu. Arada bir kızarıyor ya. O haline
bayılıyorum. Biliyor musun eskiden benim de utanmaktan yanaklarım kızarırdı.
İlk voleybolcu şortumu giyip sahaya çıktığımda öleceğimi sanmıştım. Zamanla
yendim. Şimdi de sanırım utanmayı unuttum. Atıl o yüzden bana çok şirin
geliyor.”
Kartal bu açıklamada aşk değil de arkadaşlık bulunca rahatlamıştı.
Gece dans ile bittiğinde ikisi de bulundukları kollardan
memnundu.
***
Altı ay sonra siteye gelen bir talebi okuyordu.
Özel bir düğün konsepti isteniyordu. Taleplerin belirtildiği
sayfaya gittiğinde, gülmeye başladı. Voleybol toplarının ikiye kesilmesini ve
içlerine kırmızı güllerden kalp şeklinde çiçekler hazırlanmasını istiyordu,
istek sahibi. Tüm çiçeklerin gelin tarafından bizzat hazırlanmasını, çok
gerekirse damadın da ona yardım edebileceğini not edilmişti.
Eline telefonunu alıp Kartal’ın numarasını çevirdi.
“Aşkım, evlenme teklifini kabul ettiğimde bu kadar basit bir
çiçek talebin olacağını düşünmemiştim. Kırmızı gül mü? Çok klişesin. Ben
güllerin yerine o topların içine çam iğneleri doldurmayı ve kozalaklarla
süslemeyi düşünüyordum. Biliyorsun çamın fıstığı o çirkin kozalakların içinde
gizli.”
Çok sevimli bir hikaye tam pazar günlük 😊 teşekkürler
YanıtlaSil