3 Ekim 2015 Cumartesi

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 46. Bölüm - Final

Hamileliğin üçüncü ayına girdiklerinde daha rahatlardı. Düşük yapma riski çok azalmıştı artık. Bulantıları devam etse de çok hafiflemiş ve seyrekleşmişti. Okuduklarını uygulaması çok işe yaramıştı. Doktor kontrolü için de hazırdı. Hava çok soğuktu. Paltosuna sarınıp kocasının kapısına gitti. O da kabanını giyiyordu.
Doktorun muayenesi oldukça şaşırtıcıydı. İlk kez kalp atışlarını duyabileceklerini biliyorlardı. O yüzden ikisi de çok heyecanlıydı.
Doktor ultrason aletini henüz çok küçük bir tümsek oluşmuş karnında gezdirdi. Nihayet o bekledikleri sesi duydular. Fakat ses çok hızlı geliyordu. Bu kadar seri bir kalp atışı beklemeyen ikili ekranda bebeği görmeye çalışıyordu.
“Kalbinin bu kadar hızlı atması normal mi?” Çağla yandan bakmaya çalıştığı ekranda bebeğini görme çabasına kaptırmıştı kendisini. Tayfun ise başka bir şeye dikkat etmişti. “Kalp atışının görüntüsü ile sesi uymuyor. Neler oluyor doktor bey?” Tayfun korku ile bakıyordu ekrana. Ne kadar çok şey okursa okusun böyle sahnelere hazırlayamadığını anlamıştı. Ekrana bakarken midesi düğüm düğümdü. Doktorun kötü bir şeyler söylemesinden ölesiye korkuyordu. Kendisi böyle ise Çağla neler hissediyordu kim bilir?

Doktorun yüzündeki rahat ifade ile ikisi de biraz rahatlamıştı. Kötü bir haber almayacaklardı belli ki! “OO bu ne dikkat Tayfun bey? Haklısınız. Bir bebek bu kadar hızlı bir kalp atışına sahip olmaz. Ama iki tane olunca atışları aynı anda duyuyoruz.”
“Anladım. Demek ki ondan... Nee anlamadım. İki bebek mi?”
Tayfun duyduğunu yeni algılamıştı. Oysa Çağla çoktan şükür duasına başlamıştı bile. Tek atımlık şansı vardı ve Allah bu şansı ona iki bebek vererek kutsamıştı. İkiz dayıları olduğu için böyle bir ihtimali hep biliyordu ama o kadar şanslı olacağını tahmin etmiyordu. Mutlulukla kocasına döndü. Tayfun hala duyduğuna inanamıyordu. “İkiz mi? İkiz oğlumuz mu olacak?”
“İkiz ama iki erkek mi bilmiyorum. Henüz bunları görebileceğimiz kadar büyümediler. Bir ay kadar sonra öğreneceğimizi umuyoruz. Şimdi ikiz hamilelik ile ilgili biraz bilgilenmelisiniz. İşiniz artık daha da güç.”
Tayfun yüzündeki aptal sırıtmayı silemediğini bilerek yanıtladı, “Evet, iki kavuna delik açmak gerekecek.”
“Anlamadım.”
“Boş verin doktor bey, kocam benimle uğraşıyor.”  O sırada Çağla muayene masasından kalkmaya çalışıyordu. Tayfun hemen yardım için elini uzattı. Onları izleyen ve Çağla'yı ilk genç kızlık yıllarından beri yakından takip eden doktoru, “Hep böyle olun. Birbirinizle uğraşın. Çünkü sağlam bir evlilik, güzel bir hamilelik ve doğal olarak sağlıklı bir doğum demektir. İkiz bebek sahibi olmak için çok daha fazla yorulacaksınız.” dedi. Bu çiftin güzel bir aileye sahip olmasından memnundu.
“Anneannem dayımları doğurduğu dönemi anlatırken hep çok kilo aldığını, çok bulantı çektiğini söylemişti. Benim de daha uzar mı bu bulantılı dönemim?”
“Doğrudur. Ama bulantılar en fazla bu ayın sonunda biter. Devam ederse bir çare bulmaya çalışırız. İkiz gebelikler belirtilerin daha fazla olmasına neden olur. O nedenle kocanızın daha çok desteğine ihtiyaç duyacaksınız.”
“Aman bunu demeyin. Neredeyse benim yerime nefes alacak.”
Doktor ne demek istediğini anlamış olarak yanıtladı, “O kadar da değil. Sadece eşiniz ihtiyaç duyduğunda yardımcı olun yeter. Zaten belli bir zaman sonra her şey için yardımınızı isteyecek.”
“Anladım. Kontrollere daha sık gelmemiz gerekir mi?”
“Şu an için gerek yok. Ama erken doğum yapma ihtimali çok yüksek. Son aylara doğru ben gerek olursa daha sık randevu veririm. Şu an sağlığınız ile ilgili bir sorun gözükmüyor. Böyle devam edin.”
Öyle de yaptılar. Dördüncü aya kadar hayatlarında büyük değişiklikler olmadı. Henüz cinsiyeti belirsiz bebekleri için alışveriş de yapmıyorlardı. Bebek odası olarak kullanılacak odayı ne renk yapacaklarına karar veremeyince duvarları beyaz bırakmaya, sonra cinsiyete göre mobilya ve aksesuarları seçmeye karar verdiler. Etraflarındaki herkes ikiz bebek haberini büyük bir mutlulukla karşılamıştı. Her fırsatta bir araya gelmeye alışan iki aile yine bir kutlama yemeği düzenlemişti.

*****

Dördüncü ay ne yazık ki cinsiyet öğrenmek için yeterli olmadı. Merakları her geçen gün artan çift, bebeklerden birinin poposunu ultrason ekranında görünce gülümseyerek bakmış ama yerlerinden kıpırdamayan bebeklerin cinsiyetlerini saklamaları yüzünden de hayal kırıklığı yaşamışlardı.
Doktor bir sonraki ay daha rahat bir görüntü alma ihtimalinden bahsedince hevesleri kursaklarında kalmış bir şekilde ayrılmışlardı.
Artık bulantıları bitmişti. Kendini o yönden rahat hissetse de aldığı kilolar yüzünden giyeceği hiçbir şey uymayınca canı sıkılıyordu. Yeni elbiseler ve hamile pantolonları ile geziyordu. Füsun hamile pantolonlarını vermişti. Annesi ile kayınvalidesi bir araya geldikçe Çağla için kıyafet dikiyordu. Tunikler ile işe  giden Çağla, tuniklerinin kenarındaki yırtmaçları Tayfun'u bazen kızdırmak   bazen de baştan çıkartmak için kullanıyordu. Tayfun zaten baştan çıkmaya hazırdı. 
Beşinci ayda artık karnı neredeyse dokuz aylık hamilelere yaklaşmıştı. Gece sık tuvalete kalkmak zorunda kalıyordu. Her kalkışında Tayfun da uyanıyor, iyi olup olmadığını soruyordu. Ona defalarca başka odada uyumasını söylemişti ama kocası asla kabul etmiyordu. Daha az uyumanın bebekleri için antrenman olacağını söylüyordu.
Bel ağrıları başlayınca Tayfun hamile yastığı aldı. Aslında kendisine sarılıp uyumasını tercih etse de daha sağlıklı bir uyku için o yastığı almıştı. Çağla biraz daha iyi uyuduğunu kabul etti. Bazen çok terletse de daha uzun süre ve daha az ağrılı uykular kendisini toparlamasını sağlamıştı.
Beşinci ayın ortalarına doğru doktora gidebildiler. Çağla, Tayfun şehir dışına gitmek zorunda kalınca doktor randevusunu erteletmişti. Her bilgiyi birlikte almak için yapmıştı bunu. Zaten artık hareketleri çok ağırlaşmıştı. Tek başına bir yerlere gitmek zor geliyordu. Tayfun gelince hemen randevuyu aldılar. Doktor onları görünce uykusuz kaldıklarını hemen anladı.
“Siz şimdiden uykusuz gecelere başlamışsınız.”
“Hadi ben her saat başı tuvalete kalkıyorum ama Tayfun’a ne oluyor anlamıyorum. O da benimle kalkıyor her seferinde.”
“Çok normal. Aşermediğine şükredin.”
“Ben de aşermiyorum zaten. Sanırım ben aşersem o benden çok aşerecek.”
“Çok kuvvetli ihtimal.”
“Hamile yastığı kullanmaya başladım. Biraz daha fazla uyumaya başladım ama tuvalete kalkmaya çare bulamadım henüz.”
“Biz de bulamıyoruz ne yazık ki! Hazırsanız sizi ultrasona alalım.”
“Artık öğrenelim neyimiz olacak.” Çağla zorlukla yatağa uzandı. Tuniğini sıyırdı.
Az sonra ikisi de çok mutluydu.
“Ben dedim. Ekimde hamile kaldın!  Erkek olacağını söyledim sana.”
“Boş atıp dolu tutmak bu.” Tayfun onun yanıtına “Hayır,  Çin takvimi biliyor bu işi.” diye yanıt verince doktor gülmeye başladı.
“Tayfun bey siz Çin takvimini nereden öğrendiniz?”
“İnternette buldum. Ama bakın tam da dedikleri gibi oldu. Üstelik ikisi de erkek.”
“Doğruluğu kesinleşmese de Çin takvimi verileri sizde tutmuş.”
“Tuttu.” Tayfun o ana kadar sessizci oturan Çağla’ya baktı. “Neden susuyorsun tatlım.”
“İki erkek… bu demek oluyor ki bu hastalığı ben bitiriyorum. Teyzemin de iki oğlu var. Artık erken menopoz derdinden muzdarip bir kız olmayacak bizim ailede.”
“Evet, ama birinin kız olmasını çok isterdim.”
“Ama o zaman yine aynı sorunlar yaşanacaktı.” Çağla inatla erkek olmalarının ne kadar doğru olduğunu savunmaya çalışıyordu. Tayfun onun sözlerinden alınmış gibi yaptı.
“Ne yani ben sorun muyum?”
“Off Tayfun. Anlıyorsun işte. Rahatladım ben. Doktor bey çok teşekkürler. Önümüzdeki ay görüşürüz.”
“Çağla, kızın da olsaydı belki bu sorunun yeni tedavi yolları sayesinde doğurganlık sorunu yaşamayabilirdi. Yeni çalışmalar var. Kök hücre araştırmaları bu yönde de devam ediyor. Biri kız bile olsaydı onun evlilik yaşına kadar çok şey değişirdi.”

*****

Çağla doktorun dediklerinden sonra umutlanmıştı. Kim bilir belki de kendisi menopoza girmeden de bu kök hücre araştırması sonuçlanabilirdi? Öyle olmasa bile kendisinden sonraki genç kızların sorununa çare olacak olma ihtimali güzeldi.
İki oğlu olacağını öğrendiğinden beri zaten ağzı kulaklarındaydı. Bugün çok güzel şeyler duymuştu. Artık aile ile paylaşılması gerekiyordu. İkisi de telefona sarıldı. Daha önceki gibi önce kendi anneleri ile sonra da değişen telefonlarla kayınvalideleri ile konuştular.
Çağla, televizyonun karşısındaki koltukta ayaklarını toplamış Tayfun ise ayak ucunda oturmuş, meyvelerini yiyerek konuşuyorlardı.
“Evde çoğunluk sizde olacak Tayfun Bey. Beni ezmeye kalkmazsınız umarım?”
“Seni mi? Sen bizi parmağında oynatırsın. Bürodakilere neler yaptığını gördükten sonra korkmaya başlamıştım senden. Artık ödüm patlıyor.”
“Kork tabii. Bak senden iriyim artık.”
“Tatlım düşünsene iki tane esmer yakışıklı daha gelecek. Kızları etraflarından uzaklaştırmak çok zor olacak.”
“Senin etrafında kızlar mı var hala?”
“Hiç gördün mü? Kimse o kadar deli olamaz. Seninle evli olduğumu biliyorlar. Canlarını sevdikleri için uzak duruyorlar.”
“Biraz akılları varsa, seni akıllarından bile geçirmezler.”
“Komik kadın. Gel buraya çok özledim seni.”
“Yakın bir zamanda daha da çok özleyeceksin. Erken doğum yapacağım büyük olasılıkla. O zaman da sevişmelerimizi daha erken sonlandırmamız gerekecek. Umarım bu seni değiştirmez.”
“Sen kıskançlık mı yapıyorsun?”
“Evet. Çünkü erkeklerin çoğu karılarını hamilelik döneminde aldatıyormuş.”
“Aldatmak mı? Seni mi? Ben mi? Deli misin?”
“Herhangi bir sorudan başlayabilir miyim? Dört yanlış bir doğru götürüyor mu? Asıl sen deli misin? Bunlar bilinen şeyler.”
Tayfun yerinden kalkıp Çağla'ya yaklaştı. Onu kollarına aldı. Böyle hezeyanları olacağını okumuştu. Onu ikna etmesi gerekiyordu. En etkili ikna yolu da kollarına almaktı.
“Bu söylenenler beni hiç ilgilendirmiyor. Seni çok seviyorum ve evlenmeden önce aylarca beklemiş biri olarak, seni yine aylarca beklerim. Sakın böyle saçma şeyler düşünme. Sen benim oğullarımın annesisin. Benim biricik aşkımsın. Esmer güzelimsin. Ve ben senin yanından hiç ayrılmayacağım. Merak ettiğin her an görüntülü arama yaparsın. Bu cep telefonlarını kıskanç kadınlar için yaptıklarından eminim. Böylece her an benim nerede kiminle olduğumu anlayabileceksin.”
“O zaman telefonunun şarjı hiç bitmesin ve asla başka bir yerde unutma olur mu?”
“Olur hayatım. Olur canım. Sen yeter ki üzülme.”

*****

Kıskançlık devresinden sonra bu kez de başka bir büyük sorun evde tartışma konusu oldu.
Bu büyük sorun çocuklara verilecek isimlerdi.
Tüm aile seferber olup ikizlere birbirine uygun isimler arıyordu. Kafiyeli olması, ses benzerliği olması zorunluymuş gibi davranıyorlardı. Oysa Çağla, ikiz isimlerinin birbirinden ayrı ses yapısı olması gerektiğini okumuştu ve oğullarına ne isim vereceğini biliyordu. Kim ne derse desin kabul etmiyordu.
Tayfun onun aklından geçen isimleri öğrenmek için çok dil döktü. Ama aldığı yanıt sabırlı olmasıydı...

*****

Çağla, sekizinci ayın başında artık hastaneye yattı. Bunun normal bir tedbir olduğunu söyleyen doktoru, Tayfun’u ikna edememişti. İkiz doğumlarda erken doğum riski yüksekti. Çağla da bu riski taşıyordu ve son iki üç haftasını hastanede geçirmesi çok daha sağlıklı bir doğum yapmasını sağlayacaktı. Zaten sezeryanla doğuracaktı. O yüzden doktoru hemen her gün kontrol yapacak ve gerek duyduğu an oğullarının doğumunu gerçekleştirecekti.
Tayfun biraz yatışmış, Çağla'nın odasına kendisi için bir yatak konduktan sonda susmuştu.
Sakin bir hastane dönemi geçiren Çağla dinlendiğini hissediyordu. Bol bol kitap okumuş, bebek bakımı ile ilgili bilgilerini arttırmıştı. Arada aklına takılanları hemşirelere soruyordu.
Akşamları Tayfun yanına gelince gün içinde neler yaptıklarını konuşuyorlardı. Her öğrendiğini ona da anlatıyordu.

 *****

Artık her şey hazırdı. Doğuma gireceği saat bile belirlenmişti. Ertesi sabah oğulları doğmuş olacaktı.
Son geceyi ikisi de heyecandan uykusuz geçirdi. En sonunda Çağla sızdı. Tayfun da onun uyuduğunu gördükten sonra tilki uykusuna daldı.
Hemşirenin girmesi ile ikisi de uyandı. Doğum saatini bilen tüm akrabalar hastaneye gelmişti.
Tayfun heyecan içindeki karısının dudaklarına öpücüğünü kondurup onu doğuma yolladı. Sakin görünüyordu. Oysa o görüntünün altında son derece korkan bir erkek vardı. Evlendikten sonra sadece karısını düşünerek korkulu anlar yaşamıştı. Hamile olduğunu anladığından beri bebeğini de aynı korku ile korumaya çalışmıştı. İkizleri olduğunu duyduğunda korkuları ve koruma iç güdüsü katlanmıştı. Şimdi de içinde onları tüm kötülüklerden korumak için büyük bir istek vardı ama o doğum odasında yapabileceği hiçbir şey yoktu. En iyisi dışarıda sabırla beklemekti.
İkiz doğum olduğu için uzun sürecekti. Bu süreyi duaları ile kısaltmaya çalıştı. Herkes kendisini telkin etmeye az kaldığını söylemeye çalışıyordu. O biliyordu daha vakit olduğunu. Sabırla bekledi. Afife Hanım torunun yanına oturdu. “Ne kadar zor değil mi beklemek? Ama sonunun güzel olacağını düşününce dayanabiliyor insan. Biraz sonra iki oğlunda dünyaya gelmiş olacak. Onları kucağına alacaksın. O kokularını içine çekeceksin. İşte bunları düşün şimdi. Kötü şeyler düşünme olur mu?”
“Afife Sultan, sen benim için çok önemli olduğunu biliyor musun?”
“Biliyorum tabii. Sen de benim için çok önemlisin. İlk torunum olman çok önemliydi. İkinci olsan bu kadar önemli olmazdın.”
“Hadi oradan. Ben her durumda senin aşkın olurdum.”
“Senin aşkın da ben olurdum. Ama bak kaptırdım bir güzele seni.”
“Evet, kaptırdın gerçekten. Onu o kadar çok seviyorum ki bazen canım yanıyor.”
“İşte o can acısı hep içinde kalsın isteyeceğin bir acı. Duyacağın en güzel, en zevkli acı. Aşkını kaybetmemek için seni hep ayakta tutacak bir acı o. Kıymetini bil.”
İkisi konuşurken vakit geçmiş, doğumhanenin kapısı açılmıştı. Hemşire müjdeli haberi verdi. İki oğlu ve karısı çok iyiydi. İkiz ve erken doğum olduğu için bebekler bir süre kuvözde kalacaktı ama bunun tedbir olarak yapılacağını zaten biliyordu.
Tayfun ilk önce babaannesine sonra annesine sıkıca sarıldı. Artık nefesi düzelebilirdi. Daha sonra Hale hanıma ve Murat beye sarılmıştı. Kız kardeşleri okulda olduğu için yanında değildi ama Çağdaş ve Melek oradaydı.

Önce bebekler yeni doğan servisine alındı. İkisi de siyah saçlı ve şu an siyah gözlüydü. Tayfun o gözlerin değişmeyeceğinden, iki oğlunun da karakaşlı karagözlü olacağından emindi. Bir süre onları izledi. Karısının armağanlarıydı onlar. Tüm korkularının üstündeydi iki bebek. Hayatlarına yeni bir tat vermişti.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Karısının odaya alındığını duyduğu an soluğu yanında aldı. Çağla kendine gelmişti. Kocasını gördüğünde gülümsedi. Önce sadece Tayfun girmişti yanına. Hemen karısına yaklaşıp dudaklarına büyük bir öpücük verdi.
“Sen dünyanın en güzel annesisin.”
“Sen de en yakışıklı babasın. Oğullarımızı gördün mü?”
“Evet canım.”
“Ama bu haksızlık değil mi? Onları ben taşıdım ama en son ben görüyorum.” Çağla dudaklarını büktü. Şu an tüm şımarma hakkını kullanabilirdi. Tayfun hissettiği rahatlamayı ona da yansıtarak güldü.
“Sonra en çok sen göreceksin diye bu da bize verilmiş bir imtiyaz sanırım. İyi misin? Annemler seni görmek için kapıda bekliyor.”
“İyiyim canım. Gelsinler.”
Tüm aile yanındaydı. Herkesin yüzünde gülümseme ile gözyaşları bir aradaydı.
Kısa süre sonra Çağla'ya bebekleri görebileceği söylendi. Tayfun karısını tekerlekli sandalyeye koyarak yeni doğan ünitesine doğru götürdü. Ailenin diğer fertleri de peşlerinden geliyordu.
Nihayet oğullarını gördüğünde Çağla da ağlayanlara katıldı. Aynı kuvözde yatan oğullarına baktı. İkisinin de simsiyah saçları vardı. Biri uyuyor, diğeri camdan sanki gelenleri tanıyormuş gibi bakıyordu.
Çağla, oğullarına baktıktan sonra sesini hiç yükseltmeden ama hepsinin duyacağı şekilde konuşmaya başladı.
“Bu uyanık olan Bora. Uyuyan ise Rüzgar. Emin olun Rüzgar her zaman Bora'dan daha sakin olacak. Bora ise ardından gelecek yağmurun habercisi gibi  hep hareketli olacak.”
Tayfun karısı sustuğunda ona doğru eğildi. Sandalyenin arkasından boynuna sarıldı. Yanağına kondurdu öpücüğünü. “Seni çok seviyorum, hayatım.”
“Seversin tabii, Tayfun, Rüzgar ve Bora... Beni kızdırmayın sizin gücünüze aldırmam, çağlarım tepenize.”

*****

Doğumdan dört ay sonra yumurtalarını dondurtmuştu. Hamilelik yaşadığı için biraz zor izin alsa da, doktoru bir daha hamile kalamayacağını ailenin genetik yapısının nasıl olduğunu belgeleyen raporlarla izin alabilmişti. Artık tüp bebek yapabileceklerdi.
Tayfun, iki oğlu ile yakından ilgileniyordu. İlk başlarda korksa da artık rahatlıkla Çağla'ya yardım ediyordu. İki anne devamlı destek veriyordu. Afife hanım da sık sık gelerek torununun çocuklarını seviyordu.
Doğan ile Elif, Çağla’nın doğumundan sonra nişanlanmıştı. Yeşim de nikahını yapmıştı. Berna ile Fatih nihayet evlenme kararı almıştı. Jülide de ilk bebeğine hamileydi.
Enis ile Noyan kız arkadaşları ile evlenme kararlarını almış, Volkan ise hala ikna edememişti. Erkekler onu kızdırmak için saçma sapan planlar yapıyordu. Kızlar da onlara uyunca Çılbır çıldırıyordu. Ama hepsinin söylediği tek bir cümle vardı. “Sizin evliliğinizi, mutluluğunuzu görmek bizi de harekete geçirdi.”
Ali ailesinin uygun bulduğu bir kız ile nişanlanmıştı. Her gün şirkette onların konuşmalarına şahit olan Çağla ile Tayfun evde Ali ile uğraşıyorlar, onu taklit ediyorlardı. “Küçük hanım, o güzel yanağınıza bir busecik kondurabilir miyim?”
“Ne münasebet, evlenmeden olmaz. Sizi beybabanıza şikayet ederim.”
Elbette bu konuşmanın arkası öpüşme, oynaşma ve sevişmeyle devam ediyordu. Bazen bunu oğulları kesse de buldukları ilk fırsatta kaldıkları yerden devam ediyorlardı.
Dört kişilik aileleri mutluluk dolu bir hayat sürüyordu. Arada küçük kavgaları olsa da asla yatağa küs girmiyorlardı. Hep konuşarak çözüyorlar, asla eski hataları yapmıyorlardı.
Evde en çok kahkaha sesleri duyuluyordu... 

*****

 “Bora, sana kaç kez Yağmur’u rahat bırak dedim. Tatlım o daha küçük, lahmacun yiyemez.”
“Büyüsün o zaman. Rüzgar’la ben abi olduk. O da büyüsün lahmacun yesin abla olsun.”
Çağla, hayatının en güzel hediyelerine bakıyordu. Kızı, oğullarından da büyük bir sürpriz olmuştu.
Bir yıl sonra yeniden hamile kaldığını anlamamış, menopoza girdiğini sanmıştı. Doktoru yeniden müjde verdiğinde Çağla dakikalarca sesiz kalmıştı. Tayfun, “Çağla, bu kez kızımız geliyor. Ne isim vereceğimizi şimdiden düşünelim.” Dediğinde Çağla, hemen yanıtlamıştı.
“Bora’dan sonra yağmur gelir dememiş miydim? Yağmur geliyor, aşkım.”
Kızları artık altı aylıktı. Bora yeni yemeye başladığı lahmacunu kardeşinin ağzına sokmaya çalışıyor, Yağmur,  dili ile dokunup yüzünü buruşturuyordu.
Çağla, onların haline gülerken Yağmur’u bir koluna alıp, Bora’yı da yanına oturttu. Rüzgar kardeşlerinin annesinin yanında olduğunu görünce oynadığı oyuncağı bırakıp yanlarına gitti.
Tayfun, dördünün haline baktı. Çağla artık sadece evde çalışıyordu. Çünkü üçü de annelerinden ayrılmak istemiyordu. Akşamları eve geldiğinde bir süre yanına gelen ikizlerle oynuyordu. Ama oğulları da kendisi gibi Çağla’nın çekim alanından çıkamıyordu. Onlara hak veriyordu. Ama en azından artık kendisinden yana olacak kızı vardı.
Yerinden kalkıp bilgisayarın karşısında oturan karısına yaklaştı. Önce onu öptü. İki oğlunun kıkırdamasına aldırmadan bir daha öptü. Sonra kızına uzandı ve hayatındaki yeni aşkı kollarına aldı.
“Ne yapıyorsun hayatım? Dosya bitmemiş miydi?”
“Bitti tatlım. Bir yazı buldum da onu okumaya çalışıyordum.”
“Neymiş o?”
“Gel aşkım, gel sen de oku… bak nasıl anne babalar var gör… ama asla onlar gibi davranabileceğini sanma!”

Anne kime denir, Baba kimdir ?

* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; çantada anahtarını bulamadı diye karısına kızana BABA denir.

* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.

* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.

* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.

* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.

* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.

* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.


Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.

Bu diyalogların sonunda birbirine hala gülümseyenlere da AŞIK denir;)

“Güzel ama bize uymayan biri yazıymış. Sen şu doğru erkek listeni açar mısın? Oraya bir madde daha yazacaktın bakalım yazmış mısın?”
“Ne yazacakmışım? O liste tamamlanmıştı.”
“Ben bir göreyim o listeyi!”
Çağla, gülümseyerek açtı listesini. Yıllar önce başladığı listeyi çoktan tamamlamıştı. Arada Tayfun’u kızdırmak için yeni maddeler eklediğini söylese de asla başka madde eklememişti.  Listenin en altına yavaş yavaş ilerledi. En alttaki maddeyi okuyan Tayfun’un yüzü evi aydınlatmıştı…
46- Yukarıdaki tüm maddeler doğru kişi karşınıza çıkınca önemini yitirir… doğru kişiyi gönlünüz bulur…   ben Tayfun’umu buldum…



SON                                                                                                                


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder