Hamileliğin üçüncü ayına
girdiklerinde daha rahatlardı. Düşük yapma riski çok azalmıştı artık.
Bulantıları devam etse de çok hafiflemiş ve seyrekleşmişti. Okuduklarını
uygulaması çok işe yaramıştı. Doktor kontrolü için de hazırdı. Hava çok
soğuktu. Paltosuna sarınıp kocasının kapısına gitti. O da kabanını giyiyordu.
Doktorun muayenesi oldukça
şaşırtıcıydı. İlk kez kalp atışlarını duyabileceklerini biliyorlardı. O yüzden
ikisi de çok heyecanlıydı.
Doktor ultrason aletini
henüz çok küçük bir tümsek oluşmuş karnında gezdirdi. Nihayet o bekledikleri
sesi duydular. Fakat ses çok hızlı geliyordu. Bu kadar seri bir kalp atışı
beklemeyen ikili ekranda bebeği görmeye çalışıyordu.
“Kalbinin bu kadar hızlı
atması normal mi?” Çağla yandan bakmaya çalıştığı ekranda bebeğini görme
çabasına kaptırmıştı kendisini. Tayfun ise başka bir şeye dikkat etmişti. “Kalp
atışının görüntüsü ile sesi uymuyor. Neler oluyor doktor bey?” Tayfun korku ile
bakıyordu ekrana. Ne kadar çok şey okursa okusun böyle sahnelere
hazırlayamadığını anlamıştı. Ekrana bakarken midesi düğüm düğümdü. Doktorun
kötü bir şeyler söylemesinden ölesiye korkuyordu. Kendisi böyle ise Çağla neler
hissediyordu kim bilir?
Doktorun yüzündeki rahat
ifade ile ikisi de biraz rahatlamıştı. Kötü bir haber almayacaklardı belli ki!
“OO bu ne dikkat Tayfun bey? Haklısınız. Bir bebek bu kadar hızlı bir kalp
atışına sahip olmaz. Ama iki tane olunca atışları aynı anda duyuyoruz.”
“Anladım. Demek ki ondan...
Nee anlamadım. İki bebek mi?”
Tayfun duyduğunu yeni
algılamıştı. Oysa Çağla çoktan şükür duasına başlamıştı bile. Tek atımlık şansı
vardı ve Allah bu şansı ona iki bebek vererek kutsamıştı. İkiz dayıları olduğu
için böyle bir ihtimali hep biliyordu ama o kadar şanslı olacağını tahmin
etmiyordu. Mutlulukla kocasına döndü. Tayfun hala duyduğuna inanamıyordu. “İkiz
mi? İkiz oğlumuz mu olacak?”
“İkiz ama iki erkek mi
bilmiyorum. Henüz bunları görebileceğimiz kadar büyümediler. Bir ay kadar sonra
öğreneceğimizi umuyoruz. Şimdi ikiz hamilelik ile ilgili biraz
bilgilenmelisiniz. İşiniz artık daha da güç.”
Tayfun yüzündeki aptal
sırıtmayı silemediğini bilerek yanıtladı, “Evet, iki kavuna delik açmak
gerekecek.”
“Anlamadım.”
“Boş verin doktor bey,
kocam benimle uğraşıyor.” O sırada Çağla
muayene masasından kalkmaya çalışıyordu. Tayfun hemen yardım için elini uzattı.
Onları izleyen ve Çağla'yı ilk genç kızlık yıllarından beri yakından takip eden
doktoru, “Hep böyle olun. Birbirinizle uğraşın. Çünkü sağlam bir evlilik, güzel
bir hamilelik ve doğal olarak sağlıklı bir doğum demektir. İkiz bebek sahibi
olmak için çok daha fazla yorulacaksınız.” dedi. Bu çiftin güzel bir aileye
sahip olmasından memnundu.
“Anneannem dayımları
doğurduğu dönemi anlatırken hep çok kilo aldığını, çok bulantı çektiğini
söylemişti. Benim de daha uzar mı bu bulantılı dönemim?”
“Doğrudur. Ama bulantılar
en fazla bu ayın sonunda biter. Devam ederse bir çare bulmaya çalışırız. İkiz
gebelikler belirtilerin daha fazla olmasına neden olur. O nedenle kocanızın
daha çok desteğine ihtiyaç duyacaksınız.”
“Aman bunu demeyin.
Neredeyse benim yerime nefes alacak.”
Doktor ne demek istediğini
anlamış olarak yanıtladı, “O kadar da değil. Sadece eşiniz ihtiyaç duyduğunda
yardımcı olun yeter. Zaten belli bir zaman sonra her şey için yardımınızı
isteyecek.”
“Anladım. Kontrollere daha
sık gelmemiz gerekir mi?”
“Şu an için gerek yok. Ama
erken doğum yapma ihtimali çok yüksek. Son aylara doğru ben gerek olursa daha
sık randevu veririm. Şu an sağlığınız ile ilgili bir sorun gözükmüyor. Böyle
devam edin.”
Öyle de yaptılar. Dördüncü
aya kadar hayatlarında büyük değişiklikler olmadı. Henüz cinsiyeti belirsiz
bebekleri için alışveriş de yapmıyorlardı. Bebek odası olarak kullanılacak
odayı ne renk yapacaklarına karar veremeyince duvarları beyaz bırakmaya, sonra
cinsiyete göre mobilya ve aksesuarları seçmeye karar verdiler. Etraflarındaki
herkes ikiz bebek haberini büyük bir mutlulukla karşılamıştı. Her fırsatta bir
araya gelmeye alışan iki aile yine bir kutlama yemeği düzenlemişti.
*****
Dördüncü ay ne yazık ki
cinsiyet öğrenmek için yeterli olmadı. Merakları her geçen gün artan çift,
bebeklerden birinin poposunu ultrason ekranında görünce gülümseyerek bakmış ama
yerlerinden kıpırdamayan bebeklerin cinsiyetlerini saklamaları yüzünden de
hayal kırıklığı yaşamışlardı.
Doktor bir sonraki ay daha
rahat bir görüntü alma ihtimalinden bahsedince hevesleri kursaklarında kalmış
bir şekilde ayrılmışlardı.
Artık bulantıları bitmişti.
Kendini o yönden rahat hissetse de aldığı kilolar yüzünden giyeceği hiçbir şey
uymayınca canı sıkılıyordu. Yeni elbiseler ve hamile pantolonları ile
geziyordu. Füsun hamile pantolonlarını vermişti. Annesi ile kayınvalidesi bir araya
geldikçe Çağla için kıyafet dikiyordu. Tunikler ile işe giden Çağla, tuniklerinin kenarındaki
yırtmaçları Tayfun'u bazen kızdırmak
bazen de baştan çıkartmak için kullanıyordu. Tayfun zaten baştan çıkmaya
hazırdı.
Beşinci ayda artık karnı
neredeyse dokuz aylık hamilelere yaklaşmıştı. Gece sık tuvalete kalkmak zorunda
kalıyordu. Her kalkışında Tayfun da uyanıyor, iyi olup olmadığını soruyordu.
Ona defalarca başka odada uyumasını söylemişti ama kocası asla kabul etmiyordu.
Daha az uyumanın bebekleri için antrenman olacağını söylüyordu.
Bel ağrıları başlayınca
Tayfun hamile yastığı aldı. Aslında kendisine sarılıp uyumasını tercih etse de
daha sağlıklı bir uyku için o yastığı almıştı. Çağla biraz daha iyi uyuduğunu
kabul etti. Bazen çok terletse de daha uzun süre ve daha az ağrılı uykular
kendisini toparlamasını sağlamıştı.
Beşinci ayın ortalarına
doğru doktora gidebildiler. Çağla, Tayfun şehir dışına gitmek zorunda kalınca
doktor randevusunu erteletmişti. Her bilgiyi birlikte almak için yapmıştı bunu.
Zaten artık hareketleri çok ağırlaşmıştı. Tek başına bir yerlere gitmek zor
geliyordu. Tayfun gelince hemen randevuyu aldılar. Doktor onları görünce
uykusuz kaldıklarını hemen anladı.
“Siz şimdiden uykusuz
gecelere başlamışsınız.”
“Hadi ben her saat başı
tuvalete kalkıyorum ama Tayfun’a ne oluyor anlamıyorum. O da benimle kalkıyor
her seferinde.”
“Çok normal. Aşermediğine
şükredin.”
“Ben de aşermiyorum zaten.
Sanırım ben aşersem o benden çok aşerecek.”
“Çok kuvvetli ihtimal.”
“Hamile yastığı kullanmaya
başladım. Biraz daha fazla uyumaya başladım ama tuvalete kalkmaya çare
bulamadım henüz.”
“Biz de bulamıyoruz ne
yazık ki! Hazırsanız sizi ultrasona alalım.”
“Artık öğrenelim neyimiz
olacak.” Çağla zorlukla yatağa uzandı. Tuniğini sıyırdı.
Az sonra ikisi de çok
mutluydu.
“Ben dedim. Ekimde hamile
kaldın! Erkek olacağını söyledim sana.”
“Boş atıp dolu tutmak bu.”
Tayfun onun yanıtına “Hayır, Çin takvimi
biliyor bu işi.” diye yanıt verince doktor gülmeye başladı.
“Tayfun bey siz Çin
takvimini nereden öğrendiniz?”
“İnternette buldum. Ama
bakın tam da dedikleri gibi oldu. Üstelik ikisi de erkek.”
“Doğruluğu kesinleşmese de
Çin takvimi verileri sizde tutmuş.”
“Tuttu.” Tayfun o ana kadar
sessizci oturan Çağla’ya baktı. “Neden susuyorsun tatlım.”
“İki erkek… bu demek oluyor
ki bu hastalığı ben bitiriyorum. Teyzemin de iki oğlu var. Artık erken menopoz
derdinden muzdarip bir kız olmayacak bizim ailede.”
“Evet, ama birinin kız
olmasını çok isterdim.”
“Ama o zaman yine aynı
sorunlar yaşanacaktı.” Çağla inatla erkek olmalarının ne kadar doğru olduğunu
savunmaya çalışıyordu. Tayfun onun sözlerinden alınmış gibi yaptı.
“Ne yani ben sorun muyum?”
“Off Tayfun. Anlıyorsun
işte. Rahatladım ben. Doktor bey çok teşekkürler. Önümüzdeki ay görüşürüz.”
“Çağla, kızın da olsaydı belki
bu sorunun yeni tedavi yolları sayesinde doğurganlık sorunu yaşamayabilirdi.
Yeni çalışmalar var. Kök hücre araştırmaları bu yönde de devam ediyor. Biri kız
bile olsaydı onun evlilik yaşına kadar çok şey değişirdi.”
*****
Çağla doktorun
dediklerinden sonra umutlanmıştı. Kim bilir belki de kendisi menopoza girmeden
de bu kök hücre araştırması sonuçlanabilirdi? Öyle olmasa bile kendisinden
sonraki genç kızların sorununa çare olacak olma ihtimali güzeldi.
İki oğlu olacağını
öğrendiğinden beri zaten ağzı kulaklarındaydı. Bugün çok güzel şeyler duymuştu.
Artık aile ile paylaşılması gerekiyordu. İkisi de telefona sarıldı. Daha önceki
gibi önce kendi anneleri ile sonra da değişen telefonlarla kayınvalideleri ile
konuştular.
Çağla, televizyonun
karşısındaki koltukta ayaklarını toplamış Tayfun ise ayak ucunda oturmuş,
meyvelerini yiyerek konuşuyorlardı.
“Evde çoğunluk sizde olacak
Tayfun Bey. Beni ezmeye kalkmazsınız umarım?”
“Seni mi? Sen bizi
parmağında oynatırsın. Bürodakilere neler yaptığını gördükten sonra korkmaya
başlamıştım senden. Artık ödüm patlıyor.”
“Kork tabii. Bak senden
iriyim artık.”
“Tatlım düşünsene iki tane
esmer yakışıklı daha gelecek. Kızları etraflarından uzaklaştırmak çok zor
olacak.”
“Senin etrafında kızlar mı
var hala?”
“Hiç gördün mü? Kimse o
kadar deli olamaz. Seninle evli olduğumu biliyorlar. Canlarını sevdikleri için
uzak duruyorlar.”
“Biraz akılları varsa, seni
akıllarından bile geçirmezler.”
“Komik kadın. Gel buraya
çok özledim seni.”
“Yakın bir zamanda daha da
çok özleyeceksin. Erken doğum yapacağım büyük olasılıkla. O zaman da
sevişmelerimizi daha erken sonlandırmamız gerekecek. Umarım bu seni
değiştirmez.”
“Sen kıskançlık mı
yapıyorsun?”
“Evet. Çünkü erkeklerin
çoğu karılarını hamilelik döneminde aldatıyormuş.”
“Aldatmak mı? Seni mi? Ben
mi? Deli misin?”
“Herhangi bir sorudan
başlayabilir miyim? Dört yanlış bir doğru götürüyor mu? Asıl sen deli misin?
Bunlar bilinen şeyler.”
Tayfun yerinden kalkıp Çağla'ya
yaklaştı. Onu kollarına aldı. Böyle hezeyanları olacağını okumuştu. Onu ikna
etmesi gerekiyordu. En etkili ikna yolu da kollarına almaktı.
“Bu söylenenler beni hiç
ilgilendirmiyor. Seni çok seviyorum ve evlenmeden önce aylarca beklemiş biri
olarak, seni yine aylarca beklerim. Sakın böyle saçma şeyler düşünme. Sen benim
oğullarımın annesisin. Benim biricik aşkımsın. Esmer güzelimsin. Ve ben senin
yanından hiç ayrılmayacağım. Merak ettiğin her an görüntülü arama yaparsın. Bu
cep telefonlarını kıskanç kadınlar için yaptıklarından eminim. Böylece her an
benim nerede kiminle olduğumu anlayabileceksin.”
“O zaman telefonunun şarjı
hiç bitmesin ve asla başka bir yerde unutma olur mu?”
“Olur hayatım. Olur canım.
Sen yeter ki üzülme.”
*****
Kıskançlık devresinden
sonra bu kez de başka bir büyük sorun evde tartışma konusu oldu.
Bu büyük sorun çocuklara
verilecek isimlerdi.
Tüm aile seferber olup
ikizlere birbirine uygun isimler arıyordu. Kafiyeli olması, ses benzerliği
olması zorunluymuş gibi davranıyorlardı. Oysa Çağla, ikiz isimlerinin
birbirinden ayrı ses yapısı olması gerektiğini okumuştu ve oğullarına ne isim
vereceğini biliyordu. Kim ne derse desin kabul etmiyordu.
Tayfun onun aklından geçen
isimleri öğrenmek için çok dil döktü. Ama aldığı yanıt sabırlı olmasıydı...
*****
Çağla, sekizinci ayın
başında artık hastaneye yattı. Bunun normal bir tedbir olduğunu söyleyen
doktoru, Tayfun’u ikna edememişti. İkiz doğumlarda erken doğum riski yüksekti.
Çağla da bu riski taşıyordu ve son iki üç haftasını hastanede geçirmesi çok
daha sağlıklı bir doğum yapmasını sağlayacaktı. Zaten sezeryanla doğuracaktı. O
yüzden doktoru hemen her gün kontrol yapacak ve gerek duyduğu an oğullarının
doğumunu gerçekleştirecekti.
Tayfun biraz yatışmış,
Çağla'nın odasına kendisi için bir yatak konduktan sonda susmuştu.
Sakin bir hastane dönemi
geçiren Çağla dinlendiğini hissediyordu. Bol bol kitap okumuş, bebek bakımı ile
ilgili bilgilerini arttırmıştı. Arada aklına takılanları hemşirelere soruyordu.
Akşamları Tayfun yanına
gelince gün içinde neler yaptıklarını konuşuyorlardı. Her öğrendiğini ona da
anlatıyordu.
*****
Artık her şey hazırdı.
Doğuma gireceği saat bile belirlenmişti. Ertesi sabah oğulları doğmuş olacaktı.
Son geceyi ikisi de
heyecandan uykusuz geçirdi. En sonunda Çağla sızdı. Tayfun da onun uyuduğunu
gördükten sonra tilki uykusuna daldı.
Hemşirenin girmesi ile
ikisi de uyandı. Doğum saatini bilen tüm akrabalar hastaneye gelmişti.
Tayfun heyecan içindeki
karısının dudaklarına öpücüğünü kondurup onu doğuma yolladı. Sakin görünüyordu.
Oysa o görüntünün altında son derece korkan bir erkek vardı. Evlendikten sonra
sadece karısını düşünerek korkulu anlar yaşamıştı. Hamile olduğunu anladığından
beri bebeğini de aynı korku ile korumaya çalışmıştı. İkizleri olduğunu
duyduğunda korkuları ve koruma iç güdüsü katlanmıştı. Şimdi de içinde onları
tüm kötülüklerden korumak için büyük bir istek vardı ama o doğum odasında
yapabileceği hiçbir şey yoktu. En iyisi dışarıda sabırla beklemekti.
İkiz doğum olduğu için uzun
sürecekti. Bu süreyi duaları ile kısaltmaya çalıştı. Herkes kendisini telkin
etmeye az kaldığını söylemeye çalışıyordu. O biliyordu daha vakit olduğunu.
Sabırla bekledi. Afife Hanım torunun yanına oturdu. “Ne kadar zor değil mi
beklemek? Ama sonunun güzel olacağını düşününce dayanabiliyor insan. Biraz
sonra iki oğlunda dünyaya gelmiş olacak. Onları kucağına alacaksın. O
kokularını içine çekeceksin. İşte bunları düşün şimdi. Kötü şeyler düşünme olur
mu?”
“Afife Sultan, sen benim
için çok önemli olduğunu biliyor musun?”
“Biliyorum tabii. Sen de
benim için çok önemlisin. İlk torunum olman çok önemliydi. İkinci olsan bu
kadar önemli olmazdın.”
“Hadi oradan. Ben her
durumda senin aşkın olurdum.”
“Senin aşkın da ben
olurdum. Ama bak kaptırdım bir güzele seni.”
“Evet, kaptırdın gerçekten.
Onu o kadar çok seviyorum ki bazen canım yanıyor.”
“İşte o can acısı hep
içinde kalsın isteyeceğin bir acı. Duyacağın en güzel, en zevkli acı. Aşkını
kaybetmemek için seni hep ayakta tutacak bir acı o. Kıymetini bil.”
İkisi konuşurken vakit
geçmiş, doğumhanenin kapısı açılmıştı. Hemşire müjdeli haberi verdi. İki oğlu
ve karısı çok iyiydi. İkiz ve erken doğum olduğu için bebekler bir süre kuvözde
kalacaktı ama bunun tedbir olarak yapılacağını zaten biliyordu.
Tayfun ilk önce
babaannesine sonra annesine sıkıca sarıldı. Artık nefesi düzelebilirdi. Daha
sonra Hale hanıma ve Murat beye sarılmıştı. Kız kardeşleri okulda olduğu için
yanında değildi ama Çağdaş ve Melek oradaydı.
Önce bebekler yeni doğan
servisine alındı. İkisi de siyah saçlı ve şu an siyah gözlüydü. Tayfun o
gözlerin değişmeyeceğinden, iki oğlunun da karakaşlı karagözlü olacağından
emindi. Bir süre onları izledi. Karısının armağanlarıydı onlar. Tüm
korkularının üstündeydi iki bebek. Hayatlarına yeni bir tat vermişti.
Artık hiçbir şey eskisi
gibi olmayacaktı.
Karısının odaya alındığını
duyduğu an soluğu yanında aldı. Çağla kendine gelmişti. Kocasını gördüğünde
gülümsedi. Önce sadece Tayfun girmişti yanına. Hemen karısına yaklaşıp
dudaklarına büyük bir öpücük verdi.
“Sen dünyanın en güzel
annesisin.”
“Sen de en yakışıklı
babasın. Oğullarımızı gördün mü?”
“Evet canım.”
“Ama bu haksızlık değil mi?
Onları ben taşıdım ama en son ben görüyorum.” Çağla dudaklarını büktü. Şu an
tüm şımarma hakkını kullanabilirdi. Tayfun hissettiği rahatlamayı ona da
yansıtarak güldü.
“Sonra en çok sen
göreceksin diye bu da bize verilmiş bir imtiyaz sanırım. İyi misin? Annemler
seni görmek için kapıda bekliyor.”
“İyiyim canım. Gelsinler.”
Tüm aile yanındaydı.
Herkesin yüzünde gülümseme ile gözyaşları bir aradaydı.
Kısa süre sonra Çağla'ya
bebekleri görebileceği söylendi. Tayfun karısını tekerlekli sandalyeye koyarak
yeni doğan ünitesine doğru götürdü. Ailenin diğer fertleri de peşlerinden
geliyordu.
Nihayet oğullarını
gördüğünde Çağla da ağlayanlara katıldı. Aynı kuvözde yatan oğullarına baktı.
İkisinin de simsiyah saçları vardı. Biri uyuyor, diğeri camdan sanki gelenleri
tanıyormuş gibi bakıyordu.
Çağla, oğullarına baktıktan
sonra sesini hiç yükseltmeden ama hepsinin duyacağı şekilde konuşmaya başladı.
“Bu uyanık olan Bora. Uyuyan
ise Rüzgar. Emin olun Rüzgar her zaman Bora'dan daha sakin olacak. Bora ise
ardından gelecek yağmurun habercisi gibi hep hareketli olacak.”
Tayfun karısı sustuğunda
ona doğru eğildi. Sandalyenin arkasından boynuna sarıldı. Yanağına kondurdu
öpücüğünü. “Seni çok seviyorum, hayatım.”
“Seversin tabii, Tayfun,
Rüzgar ve Bora... Beni kızdırmayın sizin gücünüze aldırmam, çağlarım tepenize.”
*****
Doğumdan dört ay sonra
yumurtalarını dondurtmuştu. Hamilelik yaşadığı için biraz zor izin alsa da,
doktoru bir daha hamile kalamayacağını ailenin genetik yapısının nasıl olduğunu
belgeleyen raporlarla izin alabilmişti. Artık tüp bebek yapabileceklerdi.
Tayfun, iki oğlu ile
yakından ilgileniyordu. İlk başlarda korksa da artık rahatlıkla Çağla'ya yardım
ediyordu. İki anne devamlı destek veriyordu. Afife hanım da sık sık gelerek
torununun çocuklarını seviyordu.
Doğan ile Elif, Çağla’nın doğumundan
sonra nişanlanmıştı. Yeşim de nikahını yapmıştı. Berna ile Fatih nihayet
evlenme kararı almıştı. Jülide de ilk bebeğine hamileydi.
Enis ile Noyan kız
arkadaşları ile evlenme kararlarını almış, Volkan ise hala ikna edememişti.
Erkekler onu kızdırmak için saçma sapan planlar yapıyordu. Kızlar da onlara
uyunca Çılbır çıldırıyordu. Ama hepsinin söylediği tek bir cümle vardı. “Sizin
evliliğinizi, mutluluğunuzu görmek bizi de harekete geçirdi.”
Ali ailesinin uygun bulduğu
bir kız ile nişanlanmıştı. Her gün şirkette onların konuşmalarına şahit olan
Çağla ile Tayfun evde Ali ile uğraşıyorlar, onu taklit ediyorlardı. “Küçük
hanım, o güzel yanağınıza bir busecik kondurabilir miyim?”
“Ne münasebet, evlenmeden
olmaz. Sizi beybabanıza şikayet ederim.”
Elbette bu konuşmanın
arkası öpüşme, oynaşma ve sevişmeyle devam ediyordu. Bazen bunu oğulları kesse
de buldukları ilk fırsatta kaldıkları yerden devam ediyorlardı.
Dört kişilik aileleri
mutluluk dolu bir hayat sürüyordu. Arada küçük kavgaları olsa da asla yatağa
küs girmiyorlardı. Hep konuşarak çözüyorlar, asla eski hataları yapmıyorlardı.
Evde en çok kahkaha sesleri
duyuluyordu...
*****
“Bora, sana kaç kez Yağmur’u rahat bırak
dedim. Tatlım o daha küçük, lahmacun yiyemez.”
“Büyüsün o zaman. Rüzgar’la
ben abi olduk. O da büyüsün lahmacun yesin abla olsun.”
Çağla, hayatının en güzel
hediyelerine bakıyordu. Kızı, oğullarından da büyük bir sürpriz olmuştu.
Bir yıl sonra yeniden
hamile kaldığını anlamamış, menopoza girdiğini sanmıştı. Doktoru yeniden müjde
verdiğinde Çağla dakikalarca sesiz kalmıştı. Tayfun, “Çağla, bu kez kızımız
geliyor. Ne isim vereceğimizi şimdiden düşünelim.” Dediğinde Çağla, hemen
yanıtlamıştı.
“Bora’dan sonra yağmur
gelir dememiş miydim? Yağmur geliyor, aşkım.”
Kızları artık altı aylıktı.
Bora yeni yemeye başladığı lahmacunu kardeşinin ağzına sokmaya çalışıyor,
Yağmur, dili ile dokunup yüzünü
buruşturuyordu.
Çağla, onların haline
gülerken Yağmur’u bir koluna alıp, Bora’yı da yanına oturttu. Rüzgar
kardeşlerinin annesinin yanında olduğunu görünce oynadığı oyuncağı bırakıp
yanlarına gitti.
Tayfun, dördünün haline
baktı. Çağla artık sadece evde çalışıyordu. Çünkü üçü de annelerinden ayrılmak
istemiyordu. Akşamları eve geldiğinde bir süre yanına gelen ikizlerle oynuyordu.
Ama oğulları da kendisi gibi Çağla’nın çekim alanından çıkamıyordu. Onlara hak
veriyordu. Ama en azından artık kendisinden yana olacak kızı vardı.
Yerinden kalkıp
bilgisayarın karşısında oturan karısına yaklaştı. Önce onu öptü. İki oğlunun
kıkırdamasına aldırmadan bir daha öptü. Sonra kızına uzandı ve hayatındaki yeni
aşkı kollarına aldı.
“Ne yapıyorsun hayatım?
Dosya bitmemiş miydi?”
“Bitti tatlım. Bir yazı
buldum da onu okumaya çalışıyordum.”
“Neymiş o?”
“Gel aşkım, gel sen de oku…
bak nasıl anne babalar var gör… ama asla onlar gibi davranabileceğini sanma!”
Anne kime denir, Baba
kimdir ?
* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; çantada anahtarını bulamadı diye karısına kızana BABA denir.
* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.
* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.
* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.
* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.
* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.
* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.
Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.
* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; çantada anahtarını bulamadı diye karısına kızana BABA denir.
* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.
* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.
* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.
* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.
* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.
* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.
Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.
Bu diyalogların sonunda
birbirine hala gülümseyenlere da AŞIK denir;)
“Güzel ama bize uymayan biri yazıymış. Sen şu doğru erkek listeni açar mısın? Oraya bir madde daha
yazacaktın bakalım yazmış mısın?”
“Ne yazacakmışım? O liste
tamamlanmıştı.”
“Ben bir göreyim o
listeyi!”
Çağla, gülümseyerek açtı
listesini. Yıllar önce başladığı listeyi çoktan tamamlamıştı. Arada Tayfun’u
kızdırmak için yeni maddeler eklediğini söylese de asla başka madde
eklememişti. Listenin en altına yavaş
yavaş ilerledi. En alttaki maddeyi okuyan Tayfun’un yüzü evi aydınlatmıştı…
46-
Yukarıdaki tüm maddeler doğru kişi karşınıza çıkınca önemini yitirir… doğru
kişiyi gönlünüz bulur… ben Tayfun’umu buldum…
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder