“Çok yakışıklısın biliyor musun?”
Başını boynuna biraz daha yaklaştırıp küçük bir öpücük kondurdu. “Sana
her an âşık olabilirim. Hatta oldum sanırım!”
“Emin misin?” Arkasından gelen ses ile irkilen genç kız toparlandı.
Gülümseyerek geri döndüğünde kendi yaşlarındaki kadına “Yenge korkuttun beni.
Hoş geldin. Ağabeyim de geldi mi?” Konuşurken bir yandan da yengesine doğru da
yürüyordu.
“Yenge mi oldum yine? Desene kızgınsın bana! Ağabeyin bu saatte burada olacak
öyle mi? Mümkün mü? Bugün cumartesi ve en önemli iş günü! Akşama beni almaya
geldiğinde görüşürmüşsünüz… Senin yakışıklı bu mu?”
“Evet. Beğendin mi?”
“Ece, bunun neresi yakışıklı Allah aşkına? Ne kadar zayıf!”
“Çünkü son iki aydır iyi beslenmemiş. Ve sevgili yengeciğim, bir sene
sonra göreceksin çok şey değişecek. Hadi gel annem bekliyordu seni.” Evlerin
olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Yengesinin kendisini takip edeceğini
biliyordu. Arkasından gelen genç kız üzgün sesi ile söyleniyordu. “Bak hala
yenge diyor! Üzme beni ya. Geçen hafta gelemedim, çok kötüydüm. Bu hafta
düzelip burada aldım soluğu.”
Ece, gülerek bakıp çevik adımlarla yürümeye devam etti. “Tamam ya sana
da naz yapamaz oldum. Hadi Asude gel, yoksa ben yakışıklımın yanına döneceğim.”
Boxlardan çıktıklarında arkalarında gerçekten zayıf ama yine de safkan
Arap atı olduğunu belli eden asil duruşu ile yakında pistlerde fırtına gibi
esecek bir at bıraktılar.
Siyah üstüne belli belirsiz gri benekleri olan at, toynağı ile yeri
eşelerken iki genç kadının arkasından bakıyordu.
*****
“Hazırlıklar tamam mı?”
“Sayılır.”
“Ne demek sayılır? Sen ne yapıyorsun orada?” Sinirle elindeki kadehi
kafasına dikti. Başkasına iş yaptırmaktan nefret ediyordu. Kendi işini kendi
halletse şimdiye çoktan kurtulmuştu hepsinden!
Telefon ucundaki titrek ses konuşmaya devam ediyordu. “Sayılır dedim
çünkü aklımdakilerin hepsini henüz yapamadım. Ama o tarihe kadar gereken her
şey yapılmış olacak.”
“Umarım. Ne zaman?”
“Üç hafta sonra.”
“Tamam, bitir bu işi. Yapamayacağını anlasın ve bıraksın.”
“Ne zaman yarım bıraktım işimi?”
Telefon kapanmıştı bile…
*****
Ece, Asude’nin koluna girmeden önce gözlerinin rengindeki yeşil
yazmasını düzeltmek için elini başına götürdü. Eline batan samanı saçlarının
arısından zorlukla çıkarttıktan sonra yazmanın iki ucunu biraz çekerek daha da
sıktı. Asude’nin koluna girip yanağından sesli bir şekilde öptü. İki arkadaş
gülüşerek yürümeye başladılar.
Boxlar evlerine oldukça uzaktı. On dönümlük bir alanı ev, ahırlar,
çalışma alanları ve süs bahçesi için ayırmışlardı. On atın yan yana rahatlıkla
koşabileceği iki bin metrelik kulvar ile atlarını yarışlara hazırlıyordu. İlk
başlarda babası, bu arazinin çok verimli bir bağ olabileceğini söylese de Ece
vazgeçmemişti. “Ben bağlardan çok daha fazla para kazanacağım, ama bağlarımıza
da atlarım kadar iyi bakacağım.” demiş, inatla atlar için hem on boxlık binayı
hem de parkurun yerini kapmıştı. Atların rahatça otlayıp, koşturabileceği alanı
da ortada bırakmış, böylece tüm ihtiyaçlarını karşılamıştı. Yürürken Ali Seyisin
taylara start box çalıştırmasını izlediler kısa bir süre. İki tayın da eğitimi
bitmek üzereydi. Dişi tay ara sıra start boxa girmekte ya da çıkmakta inat
ediyordu. Diğer atlarla birlikte yarış için çalıştırdıklarında ise o huysuzluğu
kalmıyordu.
“O kamçı canını yakmaz mı?” diyen Asude yüzünü buruşturuyordu. Ece
gülerek, “Genelde vurmayız. Gerekmedikçe canlarını yakmanın gereği yoktur. Çoğu
at onun acısı tattıktan sonra görse bile tepki verir. Yarışlarda dikkat et iyi
jokeyler ata kırbaç vurmaz, kırbacı gözünün önünde sallar. At da ne istendiğini
anlar ve hızını arttırır.”
“Baksana nasıl sesi geliyor kırbacın? Vücuduna gelse belli ki
acıtacak.” Asude, sesindeki üzüntüyü saklayamıyordu. Ne olursa olsun eğitimde o
kırbacın vurulduğunu biliyor ve üzülüyordu.
Ece gülümseyip içini rahatlatmaya çalışan sesi ile takıldı yengesine.
“Sen bu aralar daha mı fazla yufka yürekli oldun? Geçenlerde de çiftleştirirken
canı yanacak diyordun.”
“O koca aygırı görünce korktum bir an. Ama elbette biliyorum canı
yanmayacak. Ne oldu o kısrak hamile kaldı mı?”
“Sen benim aygırıma beceriksiz mi demek istedin? On ay sonra yeni bir
tay gelecek.”
“Senin mi olacak, satacak mısın?”
“Bilmem. Son box boş. Belki tutarım elimde.”
“Delisin sen. Bazen atları mı, bağları mı daha çok seviyorsun diye
düşünüyorum.”
“İkisinin de yeri ayrı. Asla vazgeçmem ikisinden de.”
“Asla, asla deme, derler.”
“Onu diyenler beni bilmeyenler.”
Asude, yürüdükleri yolu ve evin etrafında bulunan alandaki bahçeleri ve
ara sıra girmekten keyif aldığı havuzu zevkle izliyordu. Ece çok şanslıydı.
Bunu yüksek sesle söylediğinde ikisi de gülümsedi.
Ece de bunu biliyordu. Babası on yıl kadar önce yeni bir ev yapmak için
köyün dışından oldukça büyük ve yüksekteki bu araziyi almış, neredeyse
elindekinin tamamını harcayarak çok güzel ve modern bir ev yaptırmıştı. O zaman
henüz bekâr olan iki oğlunun ısrarı ile evin arkasına havuz ekletmişti. Ece, ağabeylerinin
babalarını ikna ettikleri zamanları düşünüp gülümsedi. İki abisinin olması çoğu
zaman kendisini deli etse de bazen işe yarıyorlardı! Uzun yıllarını büyük
şehirlerdeki özel üniversitelerde geçirmeleri, bu süreçte kendilerine ait bir
evde kalmaları ve sitenin havuzundan sıkça yararlanmaları, havuz isteklerinde
önemli rol oynamıştı. Yine onların ısrarı ile evin alt katında bir odaya bir
sürü spor aleti alınmıştı. Hem spor yaptıkları hem de ara sıra gelen
arkadaşları ile vakit geçirdikleri bir köşe olmuştu. Elbette bunların hepsi bir
anda olmamış, yeni istekler yüzünden iki yıla yakın evin inşaatı bitmemişti.
Annesinin o günlerdeki isyanlarını anımsıyordu. “Ben bu tozlardan
kurtulamayacak mıyım?”
İnşaat devam ederken Ece’nin istediği ahır ve atlar için koşu alanları
da hazırlanmıştı. Yeni eve yerleşmelerinden kısa süre sonra babasının hediyesi
olan ilk atını boxa yerleştirmişti. Birincilikleri olan soylu Arap atı babasına
çok pahalıya patlamıştı. Henüz küçük yaşına rağmen atını civardaki yetiştiricilere
tanıtmış ve çiftleştirmek için onlarla pazarlıklar yapmıştı. İki salkım üzümü
pazarlık yaparak satamasa da atının çiftleşmesi için sağlam pazarlık
yapabiliyordu.
Damızlık atından kazandığı para ile ilk kısrağını satın almıştı. Yine
yarıştan çıkma olan kısraktan birer yıl ara ile iki yavru almış, o sırada
aygırını yine çiftleştirmeye devam edip ikinci kısrağı da ahırına
yerleştirmişti. Ondan aldığı ilk tayı kendi köyünde yaşayan Mehmet Ali Sümer’e
satmıştı. Ece, at yetiştiriciliği yaparken Mehmet Ali atlarını yarıştırıyordu.
Yetiştirmekle uğraşmak istemediğini söylüyordu.
Mehmet Ali’nin yarıştırdığı atlar Ece’de at yarıştırma isteğini
doğurmuştu. İlk taylarını yarış atı olarak yetiştirmek için bir seyis
bulmuşlar, seyis için ahırların arkasına bir ev inşa ettirmişlerdi. Şimdi o
evde üç seyis yaşıyordu. Atlarının sayısı da dokuzu bulmuştu.
Kendine ayırdığı atlar yarışlardan çekilecek yaşa gelmişti. Artık yeni
bir aygırı vardı. Yine soylu ve şampiyonluklar kazanmış aygırın yaşı da gençti.
Son yarışından önce ayağını sakatlamış, yarışlardan çekilmek zorunda kalmıştı.
Sahibi de o sinirle satmıştı atını. Yarışlardan çekeceği üç atının yerine iki
tayı hazırlanıyordu. Son aldığı tay da yaza kadar yarışabilecek hale gelecekti.
Atları yarışa hazırlamak her zaman büyük keyif vermişti Ece’ye. Başkaları için
de at yetiştirmek istiyordu. Onluk boxı ellilik tavlaya dönüştürmek ve yarış
atı yetiştiriciliğini büyütmek istiyordu. Yine de bu iş için acelesi yoktu.
Önceliği başkaydı.
“Daldın yine!”
“Atlarımı düşünmeye başlamıştım.”
“Yarışlar var mı bu aralar?”
“Evet. Son kez yarışacak atlardan biri. Diğer ikisinin de önümüzdeki ay
yarışları var. Sonra onları da çekeceğim sanırım.”
“Tayların yarışmasına ne kadar var?”
“İki tanesi iki ay sonra yaşını tamamlıyor. Onları yarıştırabileceğim.
Yakışıklımın ise dört ayı var.”
“Haziranda yarışabilecek yani. Peki, o zamana kadar toparlanacak mı?”
“Toparlarız.”
“Neden aldın o cılız atı?”
“Seneye neden olduğunu anlarsın tatlım. Şimdi söylesem de anlamazsın.
Ama ben sana ‘bugünkü yarışı izle’ dediğimde izleyecek ve ne demek istediğimi
anlayacaksın.”
“Çok iddialısın. Sen eskiden daha mütevazı idin!”
“O eskidendi canım. Seneye sizi tanımazsam şaşırmayın.”
“Görelim bakalım şu atın marifetlerini. Sonra belki bir tane de ben
isterim tay.” Elini henüz belli olmayan karnında gezdirdi. Ece gülümsedi. “Eğer
yeğenim isterse ona da bir at yetiştiririm. Ama o zamana kadar ilk doğacak
tayın sahibi var.”
“Yeğenin atı olsun isterse köye dönmek zorundayız demektir. Yoksa
balkonda at bakmak biraz güç olabilir. Sen sonra doğacaklara da başkalarını
bul.”
“Ozan’ınkini bir sağ salim teslim edeyim, sonra yenileri sıraya girer.”
Mehmet Ali Sümer’e verecekti doğacak tayı. Daha doğrusu üç yaşındaki
oğluna söz vermişti. Mehmet Ali köyde pek sevilmiyordu. Karısı iki sene önce
evin merdivenlerinden düşerek ölmüştü. Köylü, karı kocanın bir gün önce kavga
ettiklerini duyduğu için bu ölümü şüpheli görmüştü. Oysa jandarma genç kadının
evde tek başına olduğunu ve merdivenden düşerek boynunu kırıp öldüğünü tespit
etmişti. Ailesi tek oğluna bakmak için yeniden evlenmesini istemiş ama Mehmet
Ali buna yanaşmamıştı. Oğluna bakmaları için annesini, kız kardeşini ve
eniştesini yanında oturmaya ikna etmişti. Karısının ölümünden sonra uzunca bir
süre merdivenden yuvarlayanın o olduğu dedikodusu köyde dolaşmış Ece de
etkilenmişti söylenenlerden. Aradan geçen zaman genç adamın yüzündeki üzüntü
izlerini azaltacağına arttırmış, Ece de, kendi düşüncelerinden utanır olmuştu.
Zamanla yine aralarında güzel bir arkadaşlık kurulmuştu. Oğlu ise neredeyse
yakışıklısından sonraki en büyük aşkıydı. Annesine benzeyen çocuk, sarı saçları
ve mavi gözleri ile etrafta koşturduğunda Ece keyifleniyordu.
“Mehmet Ali evlenmeyi düşünmüyor mu hala?”
“Sanmıyorum.” Derken dalgındı Ece. “Annesi de çok istiyor ama o nedense
uzak duruyor.”
“Acaba evlenmek istediği kişi onun duygularının farkında olmayabilir
mi? Adam da konuşamıyor, açılamıyordur.” Asude’nin sesindeki imaları fark
etmemişti.
“Bilmem ki. Belki de öyledir ama Mehmet Ali çekingen biri değil. O da
yıllarca köyden uzakta yaşadı. Hâlâ da bir ayağı İstanbul’da. Belki de orada
bir sevgilisi vardır.”
“Olsa üzülür müsün?”
“Neden üzüleyim ki?”
“Off Ece, sen hala atları çiftleştirmeye uğraş. Kendin ne zaman
çiftleşeceksin acaba?”
“Ohh, bu da neydi böyle? Senin hormonlar gerçekten azıtmış. Nereden
çıktı benim çiftleşmem? Hem ne kadar tuhaf bir tanımlama bu böyle.”
“Kibar söylesem değişecek mi tavrın? Bak kızım bu adam sık sık buraya
geliyor. Oğlunu da getiriyormuş. Annem söyledi. Yani annen söyledi. Senin
etrafından ayrılmıyor. Belki de amacı senin duygularını anlamaktır. Neden bir
şans vermiyorsun?”
“Asude, sen benim ağzımı aramak için mi ahırlara geldin? Seni annem mi
yolladı?”
“Ne alakası var? Ben merak ediyorum.”
“Bak tatlım, ilk ve şimdilik tek yeğenimi doğuracak olmasan seni bir
güzel pataklardım. Mehmet Ali ile sadece atlar için bir araya geliyoruz.
İkimizin de aşk hayatı birbirinden çok uzak. Benim zaten aşk hayatım yok. Onun
varsa da ben bilmiyorum. Anlatabildim mi? Kısa süre sonra ona yeni bir tay daha
verecek, yarıştırdığı atını da aygır olarak bir süre isteyenlerle
çiftleştireceğim. Bunu da benim çiftlikte yapacağız. Bundan başka, bir de
yarışların antrenmanlarını bizim parkurda yapıyoruz. Tüm ilgimiz alakamız bu.”
“Bu ne uzun açıklamaydı? Acaba bir şeyleri gizlemek için mi bu kadar
detaya girdin?” Asude artık kızdırmak için özellikle uğraşıyordu. Ece de bunu
anlayıp gülmeye başladı. “Kapa çeneni ve biraz daha hızlı yürü. Senin temponu
gören üç değil sekiz aylık hamile sanacak.”
“Tamam sustum. İzmir’e mi gideceksin yine?”
Asude yine merakla sormuştu. Ece, atlarını İzmir yarışlarına sokuyordu.
Yarış zamanları bir iki gün önceden İzmir’e gidiyor ya da atlarını önden
gönderip kendisi yarış günü gidip ertesi gün dönüyordu. “Evet, İzmir’e
gideceğim. İstediğin bir şey var mı?”
“Biraz deniz getir bana oralardan.”
“Senin bu deniz düşkünlüğün ne olacak? Duyan da tüm hayatın deniz
kenarında geçmiş sanacak. Oysa denizi ilk gördüğünde on sekiz yaşındaydın.”
“O yaşımdan beri de aşığım denize. Evlenmeseydim belki de yerleşirdim
bir sahil kasabasına.”
“İlkay olmasaydı belki. Ama artık şansın yok.”
“Moralimi bozma. Belki bir gün ikna ederim ve deniz kenarında bir şehre
taşınırız. İzmir’e mesela! Neden olmasın? Hem sen de yarışlara gittiğinde
arkadaşlarında kalacağına bizde kalırsın. Bebeği sana bırakır kocamla gezmeye
çıkarım. Ah çok sevdim bu planı. İlkay’ı ikna çabalarıma başlayayım. Nasılsa
hamileyim diye ne istesem yapıyor garibim.”
“Bebek bakmak mı? Bunu İlkay’a çıtlamam şart oldu.” Ece, kardeşlerine
bakarak büyüdüğü için evde sık sık bebek bakmaktan bıktığını söylerdi. Aslında
durum tam tersiydi. Severek bakmıştı kardeşlerine. Yeniden bir bebek büyütmek
güzel olabilirdi. Ama artık kendi bebeklerini istiyordu. Tabii bunu asla
ağzından kaçırmayacaktı.
“Aman sakın ha. Tamam, bebek bakmak istemiyorsan biz de Antalya
tarafında bir yer alırız.”
“Şu benim yakışıklımı Antalya’da bir çiftlikten aldım. Orayı da
satacaklar sanırım. Merkeze uzak ama evin bir deniz manzarası var. Tam senlik.”
Müzayedeye gittiğinde eve ve manzarasına hayran olmuştu. Kendi evini ve köyünü
çok sevmese taşınmayı bile düşünebilirdi. Asude ise olayın başka bir
boyutundaydı. “Neden satıyorlar?”
“İflas etmişler. Neden olduğunu bilmiyorum ama ellerindeki hemen her
şeyi yok pahasına satacaklardı.”
“Aman kalsın, ‘ah’lı mal istemem ben.” Ece onun cümlesi bitmeden
gülmeye başlamıştı. “Kaynanasının gelini. Tay yüzünden başımın etini yiyor
annem. İnsanlar zordaymış da ben onların malını ucuza almışım da…” Annesi
düşüncelerini dile getirse de ucuza alma konusunda kızının günahını alıyordu.
Henüz yarış adını koymadığı yakışıklısı satışa çıkartılan atlar içinde
en kötü durumda olanıydı. Soyağacı çok iyi olsa da tayın babası sadece üç
yarışta koşmuş bir ikincilik iki birincilik almış yarışlardan çekilmişti.
Zayıflıktan kemikleri gözüken taya kimse ilgi göstermemiş, açık arttırmaya
katılan olmadığı için açılış fiyatından satın almıştı. İstese fiyatı
düşürebilirdi de. Ama bunu istememiş başkalarının içinde bulunduğu zor şartlardan
yararlanmak kendisine ters gelmişti. Arttırma sonrası kendisine yöneltilmiş, iş
bilmez olduğunu ima eden bakışlara aldırmadan, çelimsiz atı uzun süre okşamış
ve yeni hayatının güzel olacağını kulağına fısıldamıştı.
O atı alarak hayvanın hayatını kurtardığını biliyordu. Ama asıl
kimsenin bilmediği o atın gün gelip kendisinin hayatını değiştireceğiydi. Çok
para kazanacağından emindi. Ata gösterdiği ilgiyi görenler ve kendisini
tanıyanlar çelimsiz ata yaklaşmaya, bacaklarını kontrol etmeye başlamışlardı
bile. Bir iki tanesi “Çok uğraşacaksın, bir senesi boşa geçecek.” Diye
yatırımının kıymeti olmadığını, geç alınmış bir at olduğunu ima etmişti. Yine
de bu satışın ardındakini merak etmiyor değillerdi. Ece yetiştirdiği ve
yarıştırdığı atlarla tanınan biriydi artık.
Hayırlı olsun nefis bir hikayeye adım attık😊💐
YanıtlaSilteşekkürler canım. keyilfi okumalar
Silteşekkürler canım. keyilfi okumalar
Sil