4 Ekim 2015 Pazar

Cennetin Çiçekleri Ltd. Şti. - Tek Bölüm

Cennetin Çiçekleri Limited Şirketi

“Teklifi ret mi etti?” Sesi istediğinden yüksek çıkmıştı. Bu kadar basit bir işin bu kadar uzaması sinirini bozuyordu.
“Evet efendim. Şirket sahibine ulaşamadım. Kardeşi olduğunu söyleyen bir beyefendi ile konuştum. Zaten şirket dışındaymış ama kesinlikle kabul etmeyeceklermiş.”
“Atıl, benden habersiz fiyat mı kırdınız? O şirketin cirosu ne kadar ki teklifimi reddetti?”
“Kartal Bey, ilk teklifimizi bir milyon olarak verdik. Rakamı düşük bulduğunu düşünüp iki milyona kadar çıktık ama kesinlikle satmayız yanıtını aldık.”
“Bak, bu pazarı ele geçirene kadar çok uğraştık. Onlar ise bir yılda bizim ciromuzu yakaladılar. Şimdi, bana mazeretler uydurmayın. O şirketi satın almak istiyorum. Elemanlarının işlerine devam edebileceklerini, isteyenlerin tazminatlarını alarak ayrılabileceklerini söylediniz değil mi?”
“Evet, Kartal Bey söyledik ama konuştuğum beyefendi güldü buna.”
“Güldü mü?”

“Evet, ve hatta, kırmızı kar yağarsa şirketi alırsak bile kimseyi işten atamaz, tazminat veremezmişiz.”
“Ukala pez…” Kendini dizginleyip susmuştu. Dalga geçecek kadar kendine güvenmesi iyice sinirini bozmuştu. Sonra düşünüp bu lafın altında art niyet aramaya başladı. “Şirketin sigorta kayıtlarını inceleyin. Sanırım bir açık verdiler. Kimseyi sigortalamamış olabilirler.”
“Taşeron kullanıyor olmaları mümkün değil mi?”
“Mümkün tabi ama o zaman da hak ediş ödüyorlardır. Muhasebe kayıtlarını bu taraftan inceleyin. En geç iki gün içinde yeni raporu bekliyorum.”
Atıl odadan çıkarken satış bölümünün müdürü odasına girmek üzereydi. Yüzündeki ifadeden kötü haber getireceğini anlamış az önceki sinirinin üstüne yeni bombaya hazırlanmıştı.
“Nilgün Hanım, evelemeden söyleyin. Ne var?”
“Kartal bey, Antalya’da bulunan üç kongre oteli anlaşmamızı fesih ettiğini bildirdi. Cennetin Çiçekleri ile… ” kartal elini kaldırıp susturmuştu. “Hangileri?” diye sordu sadece.
Nilgün Hanım, otellerin isimlerini sayarken Kartal az önceki sinirin bir şey olmadığını anladı. Kongre otelleri yaz boyu turiste hizmet verdikten sonra sezon sonunda toplantılar için çalışmaya devam eden otellerdi. En az on yıldır hizmet verdikleri otellerin sözleşme sonunda uzatmaması inanılır gibi değildi.
“Fiyat mı sorun?”
“Evet efendim.”
“Yeni bir fiyat çıkartın. İnebileceğimiz en düşük fiyatı en kısa sürede bana bildirin.”
“Kartal Bey, araştırmayı yaptım. Yeni fiyatların bizim rakamlarımızın çok altında olduğunu bilmenizi isterim. O rakamlarla kesinlikle zarar ederiz.”
“O firma bu fiyatları nasıl veriyor peki?”
“Sanırım çiçekleri çok ucuza alıyorlar. İşçiliği de asgari ücret gibi rakamlara çektilerse ve nakliyeyi de bir şekilde kendileri yapıyorsa o fiyatları verebilirler. Bizim nakliye fiyatlarımız çıkartıldığında onların fiyatına anca inebiliyoruz.”
“Bu bizim için mümkün değil. Başka bir şey var mı?”
“Yok efendim.”
Başı ile çıkabileceğini işaret ettikten sonra sinirle yerinden kalktı. Telsiz telefonu eline alıp Atıl’ın dahili numarasını tuşladı. “Yarın istiyorum tüm bilgileri. Benimle bir görüşme ayarlayın. Şahsen ziyaret edeceğim.”

*** 

Elindeki adresi bulduğunda gözlerine inanamadı. Şirketin merkezi Ankara’daydı. Şu an bulunduğu yer ise Üsküdar’da bir küçük sokaktı. Şoförü kapısını açıp inmesini beklerken Kartal hâlâ adresin doğruluğundan emin olmaya çalışıyordu.
“Doğru yerdeyiz efendim. Binanın girişinde Cennetin Çiçekleri tabelasını görüyorum. Biraz küçük hazırlanmış ama adres burası.”
Kartal, kendisi ile görüşmeyi kabul eden kişinin neden akşam saat sekize randevu verdiğini anlamamıştı. Küçük, dar sokaktan gözüken deniz manzarası o an dikkatini çekmese de batan güneşin camlara vuran parıltısı gözlerini kamaştırmıştı. Yazın güzelliklerini doyasıya yaşayamıyordu. Şu saatte burada olmasa mutlaka lüks bir lokantada yemek yiyor olacaktı. Acıktığını hissedip toplantının hemen bitmesi için hızlı adımlarla kapıya ulaştı. Şoförüne dönüp “İşim bitince ararım seni. Uygun bir yerde bekle, yoldan ikinci araba geçemez.” deyip yolladı.
Eski ahşap kapıyı çaldı, bekledi ama hiç ses çıkmadı. Zaten tuhaf bir saatte çağırılmıştı. Dışarıda görüşme talepleri kesin bir dille reddedilmişti. Mesai saati bitimine verilmiş bu randevunun kendisini oyalamak için mi verildiğini anlamaya çalışıyordu. Tekrar zile bastığında cirosu ile uyumsuz binanın, daha da uyumsuz eski ahşap kapının küçük bir tıklama ile açıldığını duydu.
İçeri adımını atarken tedirgindi. Binanın içi karanlıktı. Ama mutlaka biri vardı ki kapıyı açmıştı. Kapının bir metre kadar ilerisindeki üç basamağı çıkıp solundaki kapıya yöneldi. Demir parmaklıklarla kapatılmış kapının şirket kapısı olduğunu anladı. Kapıyı açmak istedi ama kilitliydi. Orası bir evdi. Bunu anlaması için etrafına bakması yeterli olmuştu. Kilitli kapıdan başka iki kapı daha vardı. Bir de mutfak kapısı gözüküyordu.  Tezgahın üstü boştu. Eski tip beyaz fayanslarla kaplıydı tezgah.
Kartal, yer karolarının da 70’li yıllara ait olduğunu görüp şaşırdı. Şirket henüz kazancını harcamaya başlamamıştı. Bu da kazançlarının çok düşük olduğunu anlatıyordu. Etrafına bakınırken kapılara da yaklaşıyordu. Aynı taraftaki iki kapıdan birini açıp içeri baktığında küçük bir kız çocuğuna ait olduğunu gördü. İyice şaşırmıştı. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. Diğer kapıyı açmaktan çekindi. İnsanların özeline girdiğini anlayıp utanmıştı. Rahatsızlığını gidermek için “Kimse yok mu?” diye seslendi.
Üst kattan geldiğini düşündüğü bir kadın sesi “Yukarıdayım, iki kat çıkın.” diye seslendi.
Kartal, sesin geldiği yöne dönüp dar merdivenlerden üst kata çıktı. İlk çıktığı katta da oda kapıları vardı. Ortada küçük bir masa, masanın üstünde de o güne kadar gördüğü en güzel çiçek buketi vardı. Bilen gözlerle baktığında kendisinin yan yana getirmeyeceği çoğu çiçeğin demetin içinde yer aldığını gördü. Toplantı sonrası buketi yakından göreceğini düşünüp bir üst kata çıkmak için yeniden merdivenlere yöneldi.
Bu kez hiç ummadığı bir manzarayla karşılaştı. Teras katına çıkmıştı. Karşısındaki manzara paha biçilemezdi. Kendisine seslenen kadını bulmak o an aklından uçup gitmişti. Boğazdaki tekneler ve vapurlar bir anda içini rahatlatmıştı. Sonra oraya neden geldiğini anımsayıp etrafına bakınmaya başladı. Aşağıda odasını gördüğü küçük kızı gördü ilk önce. Küçük bir masada ders çalışıyordu. Yanında da sesini duyduğu kadın oturuyordu. İkisi de yere oturmuştu. Kadın arkası dönük oturduğu için henüz kendisini fark etmemişti. Küçük bir öksürük ile ilgi çekmek istedi.
Uzun boylu olduğunu anladığı kadının tepkisi hiç umduğu gibi olmamıştı. “Para orada, paketi masaya bırakabilirsin. Baharat koydunuz mu? Geçen sefer yoktu. Bir daha olmasın.”
“Hanımefendi, ne paketi bekliyorsanız ben onu getirmedim.”
Genç kadın o ana kadar gözükmeyen dizüstü bilgisayarını bir eli ile tutarak başını kaldırdı. Başında saçlarının etrafına doladığı kavuniçi bir fular vardı. Toplanmış saçlarının bazıları tutamlardan kurtulmuş yüzünün etrafına dağılmıştı. Gördüğü takım elbiseli adam o gün yapacağı görüşmeyi anımsatmıştı. Elbette o saate kadar anımsamadığı için üstünde penye bir atlet vardı. Bacaklarında ise kısa bol bir şalvar pantolon vardı. Görüntüsü hippilere benziyordu. Oysa kılığı işi için çok uygundu. Yerinden kalkarken konuğuna merakla bakan küçük kızın başını okşamış, elindeki bilgisayarı da masaya bırakmıştı.
Kartal, kadının uzun olduğunu hemen anlamıştı ama kendisi kadar uzun olduğunu hiç düşünmemişti. Az önce kavuniçi ojeleri gördüğü ayakların çıplak olduğunu da biliyordu. Yani topuklulara sığınmamıştı. Hayretini saklamaya çalışırken kendini tanıtma ihtiyacı hissetti. “Merhaba, ben Kartal Fırtına. Siz?”
“Kartal Bey, ben de Alçin Doruk. Kusura bakmayın saati fark etmemişim. Geçin şiyle oturun. İsterseniz ayakkabılarınızı çıkartabilirsiniz. Burası topraktır. Çimenlere basmak size iyi gelebilir.”
Kartal, şaşkınlıkla yerlere baktı. Yerler gerçek çimenle kaplıydı. Evin çatısında bir bahçe oluşturulmuştu. Kartal, ayakkabılarını çıkartmayı düşünmedi bile. Kendisine gösterilen yere doğru yürüdüğünde duvar dibinde oluşturulmuş sedirleri gördü. Orada mı görüşeceklerdi?
Alçin… Anlamını bilmiyordu ama hoşuna gitmişti ismi. Az sonra yapacakları konuşmanın tatsız olacağını biliyordu. Yine de genç kadının güzelliğini fark etmezlik edemiyordu. Uzun boylu kadınları severdi. İlk kez kendisi kadar uzun bir kadınla tanışmıştı. Fiziği spor yaptığını anlatıyordu. Ne ile uğraşmıştı acaba? Basketbol mu voleybol mu oynamıştı? O küçük kız kızımıydı? Şirketteki yetkisi neydi? Soruları çoktu ama hiçbirinin cevabını alabileceğini sanmıyordu. Oysa az sonra ilk yanıtı almıştı bile. Küçük kız oturduğu yerden seslenmişti. “Abla, bu soruyu hiç anlamadım. Bir bakar mısın?”
Ablasıydı. Kızı olduğunu düşünürken kardeşi çıkması hoşuna gitmişti. Bir başka şey daha hoşuna gitmişti. Genç kızın yürürken gözüken beli çok çekiciydi. Az önce de göbeği açıktaydı bu durumda. Ama arkasında kaldığı için görememişti. Buna üzülmüş olarak yeniden kendisine doğru yürümesini bekledi. O anda da bir başka şeyi gördü. Sol kalçasının hemen altındaki yırtık… Oradan gözüken ten de beli kadar çekiciydi. Oysa sadece beş santim kadar bir yırtık vardı.
Yırtık… Kartal, ne düşüneceğini şaşırmıştı. Üstünde yırtığı olan kıyafetler… Otuz kırk yıl öncesine ait eşyalar ve döşemelerle kaplı bir ev…  Ve tekliflerini düşünmeden geri çeviren şirket sahipleri… Kafasında oturtamadığı şeyler vardı. 
Alçin, kardeşinin sorusunu anlatırken merdivenlerden çıkan birinin ayak seslerini duymuştu. Pizzacıyı beklerken Alçin kadar boylu genç bir erkek çıkmıştı terasa. Kartal, gelen adamın kim olduğunu anlamak isterken Alçin gülerek yerinden kalktı ve erkeğin yanağına sesli bir öpücük bırakıp elindeki kutuyu aldı. “Ödedin mi?”
“Yok hesabına yazdırdım.”
Kartal bu yanıtı da hafızasına kaydedecekken genç erkeğin gülerek devam ettiğini duydu. “Ödedim, ama bu kez sen borçlandın. Unutturmam biliyorsun.”
“Borcuma yaz.”
“Abla, dalga geçmeyi bırak. Çok açım.” İşte o an o da sedirde oturan takım elbiseli adamı fark etti. Soru dolu bakışlarla süzerken tanıdı genç adamı. Şirketlerini satın almak isteyen adamdı bu. Biraz araştırmıştı.  “Kartal Bey, hoş geldiniz.”
“Merhaba, tanışmış mıydık?”
“Hayır, sizi internetteki resimlerinizden biliyorum. Ben Laçin Doruk. Adamlarınız ile görüşen kişi.”
“Memnun oldum Laçin Bey. Toplantıyı sizinle yapacağım sanırım.”
“İmza yetkisi ablamda. O nedenle toplantıyı onunla yapacaksınız ama ben de burada olacağım, çünkü çok açım.”
“Kartal Bey, pizza yer misiniz? Yerken konuşalım. Saat zaten sekiz oldu. Elçin daha da geç saate kadar aç kalmasın.”
“İsimlerinizi kim verdi? Karıştırmıyor musunuz?”
“Ayşıl ve Ayşin ablamı da katarsak beşimiz bir araya geldiğimizde karışıyor. Neyse ki uzaktayız da rahat ediyoruz.” Alçin bir yandan gülüyor, bir yandan da anlatıyordu. Laçin terasın bir köşesindeki büyük masaya gitmiş, masanın altındaki kapağı açıp bir tane tabak, bir çatal ile bıçak ve bir tane de bardak çıkartmıştı. O masanın etrafında tik ağacından sandalyeler vardı. Onları da ayarlamıştı. Kartal, bir emrivaki ile karşı karşıyaydı. Belki kısa bir görüşme yapıp çıkması en doğrusuydu ama o an bunu istemiyordu.
“Bana kadar fazlası var mı? Hakkınızı yemek istemem.”
“Hakkımızı yedirmeyiz merak etmeyin. Biz hep fazla isteriz. Çünkü sabaha ısıtıp kahvaltı niyetine de yiyoruz. Yarın sabah normal kahvaltı yaparız.”
Kartal, cümlenin başındaki ‘Hakkımızı yedirtmeyiz’ kısmını direkt toplantıya atıf olarak almıştı. Sonrası başka şeyler ifade etse de o takılı kalmıştı.  O tek tabak, bıçak, bardak kendi oturacağı yere konmuştu.  Diğerleri kutunun içinden elleri ile koparttıkları büyük üçgenleri ısırarak yerken bir yandan da kutularından ayranlarını içiyordu. O da onlara uyup elleri ile yemeye başladı. Kaç yıldır eli ile yemek yememişti, anımsamıyordu.
Elçin’in heyecanla okuldan olaylar anlatması ile Laçin’in açıklanan ders notlarından bahsetmesi yemeğin asıl konularıydı. Kartal, bir yandan elindeki pizza parçasını yiyor bir yandan da iki kardeşin konuşmasını dinliyordu. Asıl yapmak istediği karşısında oturan kadını incelemekti ama buna cesaret edemiyordu. Büyük kutu bitip küçük kutuyu açtıklarında Kartal yemeyi bırakmak istemiş ama diğerlerinin ısrarı ile bir dilim daha almıştı. Sonra da Alçin’in konuşmaya başlaması ile bakışlarını ona çevirmişti.
Genç kızın yüzüne dikkatli olarak ilk kez bakıyordu. Başına doladığı fuların dışında kalan tutamlar batan güneşin ışıkları altında kızıl kızıl parlıyordu. Bakışlarını yüzüne indirdiğinde şaşkınlıkla irkildi. Sol şakağında, sol kaşında ve çenesinin sol tarafında üç ayrı yara izi vardı. Eski olduğu belli yara izleri kapatılmaya uğraşılmamıştı. İncelediği yüzde hiç makyaj yoktu. Yüzü güneşten yanmış, o yara izleri biraz daha belirginleşmişti. İzlerin içinde bir yerlerde sızı yaratması ise hiç umulmayacak bir şeydi.
Alçin, genç adamın baktığı yerleri anlamıştı. Yüzünde dolaşan anlamların bir kısmı acı olunca tuhafına gitmişti. Gülümsedi, “Yaramaz oğlan, yarasız olmaz derler de, yaramaz kızlar için neden bir şey söylemezler?”
“Çok mu yaramazdın?”
“İki kez bisikletten uçacak kadar. Üstelik şu yanda gördüğün yoldan sahile doğru inerken…”
Kartal, dik yokuşu düşünüp geçmiş yılların yaramaz kızının oradan düşüşünü canlandırıp üzüntüsünü arttırdı. Alçin, izlerinden utanmamayı öğrenmişti. Üçü de küçümsenmeyecek kadar büyük ve belirgin yara izleriydi. Eskiden onlarla övündüğü zamanlar da olmuştu. Erkek kardeşi doğduğunda kendisi altı yaşındaydı. Büyüyüp de mahallenin çocukları kardeşi ile uğraşmaya başladığında ilk yarasını kullanmış ve façası ile övünmüştü. Böylece kardeşi rahat etmiş, sonra da aile geleneğine uyup boy atınca ablasının korumasına ihtiyaç kalmamıştı.
Alçin, adamın bakışlarında acıma ile tiksinti karışımı duygular ararken onun üzüntü ile bakması tuhafına gitmişti. “Hey, yeter onlar uzun yıllar önce oldu ve artık acımıyor. Karnın doyduysa konuşalım artık. Elçin, hadi sen al derslerini odana in. Bitmeden uyumak yok.”
“Yazın da okula mı gidiyor?”
“Hayır, onun zebanisi benim. Geçen sene okuduğu tüm konuları her gün tekrarlıyoruz. Böylece dördüncü sınıfa hazır olacak. Unutmayacak…”
“Neden zorla okuduğumu şimdi anlıyorum. Benim zebani bir ablam yoktu.”
Merdivenlerin oradayken son söyleneni duyan Elçin ablasına bakmadan yanıt verdi. “benimkini alabilirsiniz. Asla itiraz etmem.”
Alçin ile Laçin kahkahalar ile gülerken Kartal şaşkın bakışlarla ufaklığı izliyordu. Onun da soya çekeceği belliydi. Uzun boylu ve rahat insanlar…
“Bu kadar yakınlığın üstüne iş konuşmak zor olacak.” Kartal, nasıl konuya gireceğini gerçekten bilemiyordu. 
Alçin, “Çay mı, kahve mi? Ah pardon alkol de olabilir elbette ama onu getirmek için birimizin markete gitmesi lazım. Evde bulunmaz.”
“Siz ne içiyorsunuz?”
“Ben kahve, bu delikanlı da sallama çay. Demlemeyi unuttum tatlım. İdare eder misin yoksa sana da kahve mi vereyim.” Bu konuşmadan çıkan sonuç çayı sallama içebileceği olunca kartal da kahve istemişti.
Terasın görünmeyen bir köşesinde ocak ve malzemeleri gören Kartal şaşırmaya devam etti. “Burasını çok güzel döşemişsiniz. Şehrin içinde böyle bir evi elde tutmak güç olmalı.”
“Üsküdar, eski evleri ve uzun adresleri ile meşhurdur. Dedemin evindeyiz. Babama miras kaldı ama adam hayırsız çıktı. Aldı karısını Ankara’ya gitti. Ev de biz üç kardeşe kaldı.”
“Babanız sizinle görüşmüyor mu? Ya anneniz? Üvey annenizin babanızı kaçırmasına ne diyor?” Ona neydi ki? Ama sormuştu işte. Bu arada güneş iyice batmış, güneş enerjili lambalar yanmıştı. Etraf çok güzel bir görünüme bürünmüştü. Karşı sahilin ışıkları da artıyordu. Kartal bunların farkında bile değildi, Çünkü iki kardeş kendisine kahkahalarla gülüyordu.
“Kusura bakmayın. Ablam hep böyle yarım anlatır olayları.”
“Bu kadar güldüğünüze göre ciddi hatalar yaptım. Doğrusunu siz anlatın.”
“Toplantıya başlamayalım mı?”
“Bunu öğrenmeden aklımı verebileceğimi sanmıyorum. Kahkahalarınız kulaklarımda çınlıyor.”
“Babam ve üvey olmayan öz annem birlikte Ankara’ya taşındı. Annem Ankara’lıdır. Yani o hayırsız babam hanım köylü oldu. İki ablam da evlenip biri Antalya’ya, biri de İzmir’e taşındı. Ama onlarınki iş için. Kocaları hanım köylü olmadı. Yoksa oldu mu sayılır Laçin? Sonuçta onlar da karılarının işleri için gittiler oralara.”
“Eniştelere laf yok. Biri sayesinde Çeşme’nin diğeri sayesinde Antalya’nın altını üstüne getiriyorum.”
“Nankörsün. Ablanlar ne yapıyor? Zincirliyor mu seni?”
“Onlar mı? Yoo her tanıştığım kızı eve bekliyorlar. Senin gibi değil onlar tatlım. Ellerinden gelse okul bitmeden evlendirirler beni.”
“Askerliğin var daha.”
Kartal konuşmayı takipte zorlanıyordu. Anlayabildikleri ile anlayamadıkları karışıyordu. En sonunda konu kapanmış kahveler masaya konmuştu. Nereden çıktığını yine anlamadığı bir çiçek de masanın ortasındaki yerini almıştı. Zaten tüm terasın kenarları müthiş çiçeklerle doluydu ama bunlar genelde salon çiçeği denecek türlerdi. Kışın nasıl koruduğunu düşünürken Laçin konuyu işe getirdi.
“Evet, Kartal Bey. Sizi dinliyoruz. Gerçi Atıl Beye söyledim, şirketimizi satmaya niyetimiz yok. Yine de madem ısrarcısınız ve evimize kadar geldiniz buyurun…” diyerek sözü bıraktı. Önceki samimiyet yerini ciddiyete bırakmış, senler size dönüşmüştü. 
O konuşurken Alçin, küçük masaya bıraktığı laptopunu almış ve bir şeyler yazmıştı. Kartal onun toplantıya ilgisinin az olduğunu fark edip bozuldu. Oysa onun konuşmasını çok istiyordu. Parmakları yine klavyenin üstünde dolaşırken uzun parmaklarına takıldı gözleri. Gerçekten büyük elleri vardı. Elbette o kadar uzun boylu birisinin ellerinin de büyük olması normaldi. Aklı yine oyunlar oynarken zorlukla söze başladı.
“Atıl Bey teklifimizi sunmuş. Sanırım pek dinlemediniz. Ya da rakamı uygun bulmadınız. Cironuz oldukça iyi ama benim firmamın rakamlarına ulaşmanız çok zor. Şu an teklif edilen rakamı biraz daha arttırıyorum. İki yıllık cironuzu karşılayacak bir tutar olacak üstelik net kar diyebilirsiniz.”
“Teklif ettiğiniz rakam bizim ilk yılda elde ettiğimiz cironun iki katı zaten. Yani iki sene sonra biz bugünkü ciromuzu beşe, hatta ona katlayabiliriz. O nedenle teklifinizi gerçekten hiç düşünmüyoruz.”
“Böyle diyorsunuz ama kar marjınız çok düşük. Kar edemiyorsunuz.”
“Ona nasıl karar verdiniz?” Bunu Alçin sormuştu.
“Alçin hanım, eviniz çok güzel ama çok eski. Eminim tesisat sık sık sorun çıkartıyordur. Hem…” Susmuştu çünkü Alçin onu dinlemeyi bırakmış Laçin’e dönmüştü. “Tatlım, çok haklı. Bulaşık makinesinin gideri yine geri tepiyor. Mutfakta temiz tek tabak kalmadı. Yarın şu ustayı getir de baksın.”
“Ben bakarım.” diyen Laçin’e bu kez gülen Alçin oldu. “Geçen sefer sen baktığında tüm evi iki kez silmem gerekti. Ustayı tut kulağından getir. Adam telefonla çağırılmayı hakaret sayıyor sanırım. Gelmiyor baksana.”
Kartal dışlanmıştı. Ama haklılığı çıkmıştı ortaya. Evin her yerinde eskilik göze batıyordu. Tek yenilenmiş yer terastı. İki kardeş konuşurken o gözlerini yine terasta gezdirdi. Bacanın olduğu tarafta çok geniş bir salıncak gördü. Üstünde bilinen yataklardan olduğu anlaşılan salıncak, alışılagelmişlerden değildi. Özel yapıldığı belliydi. Cibinliği de vardı. ‘Sıcak gecelerde burada mı uyuyordu acaba?’ diye düşünürken buldu kendini. O sırada kendisine seslenildiğini fark etmemişti.
“Kartal bey, az önce bir şey daha diyecektiniz ama ben sözünüzü kestim. Kötü bir huy ama sonra unutuyorum ne diyeceğimi. Şimdi söyleyin, hem ne?”
Ne diyecekti. ‘Poponun hemen altında çok tahrik edici bir yırtık var. Bu da fazla paranız olmadığı için yırtık şeyleri giymeye devam ettiğinizi belli ediyor.’  mu diyecekti? Bunu söylediğinde o mutlu yüzü üzmeyecek miydi? Utandırmayacak mıydı?  
“Hem de içiniz rahat olsun elemanlarınızın hiç birini işten çıkartmayız. Daha önce de birleştiğimiz küçük firmalar oldu. İnanın kimseyi biz çıkartmadık. İsteyen kendi ayrılabilir elbette.”
Kardeşler yine bakıştı ama bu kez kahkahaya dönmedi gülümsemeler. Alçin, sakin bir şekilde genç adama döndü, “Şirketi alırsanız beni işten atmayacaksınız yani öyle mi?” diye sordu.
“Sizi işten atmak mı? Siz zaten şirket sahibisiniz. Sattığınızda bağlantınız kalmayacak.”
“Bu şirketin işçisi, hamalı nakliyecisi ve çiçek dizaynırı benim. Yani beni atmayacaksınız öyle mi? Çok rahatladım. Ama yine de bilginiz olsun satmayacağız.”
Kartal konuşamıyordu. Elindeki en önemli koz resmen buhar olup uçmuştu. Şirket adına kimseye sigorta primi yatmıyordu. Bu da açık yakaladıklarını sanan elemanlarının üstün başarısıydı. Onların açık sandığı şey şirketin yapısıydı.
“Yani tüm işleri siz yapıyorsunuz ama her yere yetişiyorsunuz öyle mi? daha bir gün önce üç otelimi elimden aldınız. Üstelik o oteller Antalya’da. Nasıl gidip geliyorsunuz? Özel uçağınız mı var?”
“Ben evden çıkmam. Tüm o işleri elimdeki bilgisayar ve telefonum ile hallediyorum.”
“Ne saçmalıyorsunuz? Mümkün değil. Firmanızı inceledim. İnternet üstünden çiçek siparişinden, otel ve şirketlere toplu çiçek teslimatına kadar bir sürü işi yapıyorsunuz. Bunların hepsini buradan yapabilmen mümkün değil. Her yerin çiçekçileri ile anlaşmış olman zaten yıllardır yapılan bir uygulama ama toplu çiçek teslimatı, düğün salonlarının dekore edilmesi gibi şeyleri buradan yapamazsın. Onları yapacak elemanlara ihtiyacın var.”
“Hayır. Onları yapacak yetenekli elemanlara ihtiyacım var. Ve ben onları bulut eğitiyorum. Sonra da gerekli dizaynları yapabilecek düzeye geliyorlar. Yakında hepsi bana rakip olacak ama ne yapalım bu işler böyledir. Çıraklar daima karşınıza dükkan açacak potansiyel rakiplerdir.”
“Anladığımı sanmıyorum. Şirketiniz Türkiye’nin dört bir yanından çiçek siparişi alıyor. Bunların çoğunluğu büyük siparişler ve hepsini sizin eğittiğiniz kişiler yapıyor öyle mi? Pekala, buraya kadar tamam. Salon süslemeleri üç beş basit model ile yapılabilir. Ucuz malı nasıl buluyorsunuz?”
“Ortak mı olacaksınız?”
“Hayır, ortaklık düşünmüyorum.”
“O zaman casus olarak geldiniz. Firmamızın çalışma yöntemlerini öğrenip kendi firmanızda uygulayacaksınız.”
Siniri bozuluyordu. Sakin sakin oturmuş suçluyorlardı kendisini. “Casusluk yapmayacağım, şirketinizin karşılığında beş milyon öneriyorum.” Ağzından çıktığında rakamı algılayabilmişti. Beş milyonu hiç düşünmemişti. En çok üç milyon ile bu işi kapatacağını düşünüyordu. Oysa telaffuz ettiği rakam beş milyondu. Karşısındaki ikili birbirlerine baktılar.
Laçin, ablasının yanına doğru kayıp kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Kartal ne konuştuklarını duyamıyordu. “Yanımda kulaktan kulağa konuşmanız ayıp olmuyor mu?” dediğinde kendini mızıkçılık yapan çocuklara benzetmişti.
“Büyük bir toplantıdayız. Rakam çok büyük. Müsaade ederseniz iki ortak olarak karar almaya çalışıyoruz.”
Kartal cümledeki ciddi kelimelerin ardındaki kahkahayı duyar gibiydi. Kendisi ile dalga geçiyorlardı. Bunu biliyordu. Ayağa kalktı. “Sanırım toplantı bir sonuca bağlanmayacak. Ben teklifimi yaptım. Siz konuşun.”
“Abla, Kartal Beyi kızdırdık sanırım. Sen dediğimi yap da artık boşa tekliflerini arttırmasın.”
Alçin, bilgisayarını ters çevirip sandalyesini de Kartal’a yaklaştırdı. Laçin de diğer tarafına gelmişti.
“Tanıtım uzun sürecek. Yeni bir kahve ister misiniz?”
Boş fincanı alıp ayağa kalktığında kartal yine o yırtık yere bakmaya başladı. Laçin de görmüş olmalı ki ablasına “Pijamanı yırtmışsın!” dedi. Kartal, bakışlarını hemen çevirip başka tarafa baktı. Alçin ise umursamaz bir şekilde, “Ya evet sandalyelerden birinin çivisi oynamış yerinden. Ona takıldım. Uzun boylu olmanın faydası, yoksa kötü bir yerden yırtacaktım.” Kartal yine kopmuştu ortamdan. Bu kadar kısa sürede konunun değişim göstermesi aklını iyice karıştırıyordu.
“Bunu da şort mu yapacaksın?”
“Atacak değilim herhalde. Paçalarını kesecek ve şort yapacağım. Nasılsa yıllarca daha kısa şortlarla oynadım.”
“O o zamandı. O şortla terasa çıkmayacaksın değil mi?”
“Laçin, konu kapandı canım.”
Laçin, ablasının üzüleceği konuyu uzatmak yerine susmayı tercih etmişti zaten. Kartal nihayet kendini toparlamıştı. “Voleybol mu oynuyordun?”
“Evet, ayağımı kırana ve yeniden sahaya dönemeyeceğim söylenene kadar oynamıştım.”
“Benim de bir zamanlar kırılmıştı ayağım. Geçmiş olsun.”
“Aha, bak şimdi gözüme daha sevimli gözükmeye başladın. Yağmur yağarken ayaklarımızı tokuştururuz. Seninki de ağrıyor mu?”
“Evet, ne yazık ki her yağmur zamanı kırık yer kendini hatırlatıyor.”
Alçin, yırtık pijamasından utanmak şöyle dursun, rahatlıkla eli ile kontrol etmiş ve “Vay, biraz daha yırtsaydım zaten şort olacakmış, kesmeye gerek kalmayacakmış.” diyerek yerine oturdu. Onun hareketleri Kartal’ı tahrik ediyordu.
“O çiviyi çaktın mı? Ve yeni bir yara izi edinmedin değil mi?” Laçin sakin sakin sormuştu.
“Çaktım merak etme. Yok sadece kumaşı yırttı. İzlerim yeter bana.”
Kartal, “İzlerin yakışıyor ama yenisini edinmesen de olur. Şu kaşındaki iz çok korkutmuş olmalı. Gözün zarar görebilirdi.” dedi.
“Gördü zaten. Şişti ve iki hafta tek gözüm ile baktım etrafa.”
“Daha kötüsü olabilirmiş.”
“Olmamış şeyler için üzülmek vakit kaybı. Evet devam edelim mi? şimdi size işleyişimizi anlatacağım. Fikrimizi çalmaya kalkışmayın diyeceğim ama bu programı zaten kardeşim yazdığı ve size satmayacağı için korkmuyorum. “
“Sen mi yazdın?”
“Tipim belli etmez ama iyi program yazarım. Evet bunu ben yazdım.”
Alçin, ekranı açıp siteye girdikten sonra kartal gördüklerini anlamlandırmaya çalışıyordu. Her yerde gördüğü logoyu tanıyordu. Bunu elemanlarının atlamış olmasını kabul edemiyordu. Doruk Holding’in yan kuruluşuydu bu firma. Elbette o rakamları beğenmezlerdi. Arkalarındaki holding o rakamın kaç katını verebilirdi acaba?
“Tüm dünya çiçek siparişleri için ilgili yere en yakın çiçek evlerini kullanıyor. Yıllar önce başlamış bu uygulama artık internette de aynı şekilde devam ediyor. Orada gördüğünüz basit arajmanlar, sepetler her çiçekçinin rahatlıkla yapabileceği şeyler. Böylece siz İstanbul’da sipariş veriyorsunuz, Kars’taki çiçekçi aynısını yapıp adrese teslim ediyor.”
“Bu hepimizi kullandığı işleyiş. Büyük otellerin de yakınlardaki seralardan gönderilen çiçekleri vardır. Anlaşmalı çiçekçilerimiz de gider orada düzenlemeleri yapar. Ya da basit vazolarla klasik demetler oluşturulur.”
“İşte yanılgınız burada ortaya çıkıyor. Artık üç günde çürüyecek çiçeklerin bile özel olarak düzenlenmesi para ediyor. Biz, düğünlerin talebi olan ilginç dizaynları yaparak piyasaya girdik. Babam Ankara’da, iki ablam İzmir ve Antalya’da sera kurdu. Nakliye kamyonlarımızı aldık ve işe başladık. Laçin’in yaptığı program ile ben interaktif eğitim veriyorum. Firmalar özel çiçekler için ekstra para ödemiyor. Seralar ve nakliye araçları bizim olunca maliyet % 40 düşüyor. Tek sorun sabah çok erken kalkıyorum. Az uyuyorum. Çok çalışıyorum. Ama maliyetleri düşürdüğümüz için bir sürü yeni müşteri kazanıyorum. Laçin okulu bitirince rahatlayacağım. O zamana kadar yani bir yıl daha dişimi sıkmam lazım.”
“Siz doruk Holdingi için çalışmıyor musunuz? Soyadınız da Doruk. Yani aileden birilerisiniz.”
“Holding dedemin. O ölünce amcamla babama kaldı. Şu an her birimini başında profesyonel yöneticiler var. Genel kurul zamanları babam toplantıya katılıyor, sonra yine Ankara’ya gidiyor. Ben liseden sonra okumadığım için şirkette çalışmak istemedim. Çiçekçilik ise sizin şirketiniz sayesinde aklıma geldi. Ben aklımdakileri kardeşime anlattım o da programı yazdı. Sonuç… Sizin müşterilerinizi elinizden çalan bizim şirketimiz…” 
“Çalmak doğru kelime olmayabilir. Sonuçta herkes ticaret yapıyor.”
“Sanırım artık aynı dilden konuşuyoruz. Evet, ticaret yapıyoruz. Şimdi, gelelim asıl görüşmeyi kabul etme nedenimize. Şirketinizi satın almak istiyoruz.”
***
Kartal, saat on birde evinden içeri girdi. Hayatındaki en ilginç gecelerden biriydi. Yüzünün sol tarafı yara izleri ile dolu bir güzel ile geçirilen üç buçuk saatten sonra ne düşüneceğini bilemeden duşa girdi. Kadın çok çekiciydi. O izlere rağmen kendinden emin hali çok hoşuna gitmişti. Bir süre sonra insanın gözü onları görmüyordu zaten.
Duştan çıktığında bu kez de yaptıkları teklif gelmişti aklına. Gülümsemeye başladı. İlginç bir aileydi. Karşılıklı teklifler ile vardıkları nokta ilginçti.
Yatağına girdiğinde, ertesi gün Alçin ile yeniden görüşeceğini düşünerek yüzüne yayılan gülümsemeyi engelleyemedi. 
***
Alçin, bilgisayarının başında çalışıyordu. Saat bire geliyordu. Ertesi günün siparişleri ve yeni istenen çiçek dizaynı tamamlanmıştı. Artık uyuyabilirdi. Saat beşte kalkacaktı. Dört saat iyi bir süreydi.
Terastaki sallanan yatağa uzandı. Cibinliğini indirip battaniyeyi üstüne çekti. Gece serin oluyordu. Böylece nemli yaz sıcağında terasta uyumanın keyfine varıyordu. Bilgisayarı yere bırakıp telefonu da yanın koydu. Ertesi gün ilginç olacaktı.
***
“Atıl, nasıl araştırma yapıyorsunuz? Kimse sana o şirketin doruk holding’in yan kuruluşu olduğunu söylemedi mi?”
“Hayır, efendim. Yan kuruluş değil onlar. Ayrı bir şirket.”
“Evet, iki kardeş kurmuş. Biri yirmi, diğeri yirmi altı yaşında iki kardeş! Şirketi bir yıl önce kuruyorlar ve dün bana benim şirketimi satın almayı önerdiler.”
“Anlamadım, ne önerdiler?”
“Anladın. Şirketimi istediler.”
“Delirmiş olmalılar.”
“Neden? İyi iş yaptıkları için mi?”
“Satmayı düşünmüyorsunuz değil mi?”
“Hayır, satmayı düşünmüyorum. Çünkü tüm elemanlarımı işten çıkartmalarını izleyemem. Onlar benim kadar insaflı değilmiş. O yüzden satmıyorum. Birazdan çıkacağım. Avukatlardan biri de benimle gelsin. Gerekli ayarlamayı yap. Şirket hukukunu iyi bilen biri olsun.”
Atıl, duydukları karşısında konuşamıyordu. Başını sallayıp çıktı odadan.
***
İki tarafın avukatları karşı karşıya gelmiş terastaki masanın keyfini çıkartıyordu.
Alçin, az önce fırından çıkan börek ve keki servis ediyordu. Nihayet bulaşık makinesini çalıştırabilmiş, mutfakta yemek yapılabilir hale gelmişti. Elde yıkayacak vakti olmadığı için akşamı pizza ile geçirmişlerdi ama zeten haftanın bir günü dışarıdan yemeyi seviyorlardı. Tembellik etmek, hazıra konmak hoşlarına gidiyordu. Avukatlar neden burada oldukları hakkında fikir sahibi olamamıştı.
Çayları yudumlarken Alçin ile Kartal konuşmaya başladı. İki şirketin ortaklığını açıklıyorlardı. Neler istediklerini, nasıl bir ortaklık kuracaklarını anlatıyor, yapılacak sözleşmenin neleri içermesi gerektiğini belirtiyorlardı.
***
İki hafta sonra Kartal, elinde dizaynı Alçin’e ait bir buket ile kapıyı çalıyordu.
“Kapı açık, it ve gir.” diyen ses ürküttü Kartal’ı. Alçin, şirket odasındaydı. Burayı ilk kez görüyordu. İçeride bir masa, bir telefon ve bir sürü bilgisayar vardı. Laçin de orada kulaklıklarını takmış bir şeyler yapıyordu. Kartal’ın geldiğini duymamıştı bile.
“Başarabilmiş miyim?”
“Kim yaptı bunu?”
“Bunu hakaret sayarım. Ben yaptım tabii.”
“Çok başarılı. Geç hadi. Hayrola, sen bu saatte ne arıyorsun burada? Ortaklığı denetlemeye mi geldin yoksa?”
“Ortaklığımız sizin sayenizde çok daha iyi devam ediyor. Ben buraya seni yemeğe davet etmeye geldim. Hani şu yoğun olmadığın akşam on ile on iki arasında yemek yer miyiz diye soracaktım.”
“O saatte yemek yenmez. Kilo alırız. Ben yemek yapmıştım birazdan yeriz. Elçin derslerini bitirsin haber verecek.”
“Gerçekten zebani gibisin. Kızı bir gün rahat bırak.”
“Hayır, izin günü var. O güne kadar her gün çalışacak. Disiplin önemli ve o acıdığın kız benim verdiğim süreden daha fazla çalışıyor. Çünkü alıştı ve keyif alıyor.”
“Korkunçsun.”
“Biliyorum.” Eli yüzüne dokunmuştu. Kartal onun yüzündeki yara izlerini korkunç olarak nitelendirmesine şaşmıştı. Laçin, nihayet görmüştü kartal’ı, hoş geldin diyerek devam etti çalışmaya. Aklını dağıtmak istemediği belliydi. Kartal, elindeki çiçekleri bırakıp Alçin’e başı ile dışarı çıkmasını işaret etti.
Koridorda durup genç kızın yüzüne baktı. O güne kadar ilgisini belli etmiş, iltifatlar etmiş, davetlerde bulunmuştu. İlk gün onun agorafobisi olduğunu sandığı için kendisine çok gülmüştü. Alçin sadece vakitsizlik yüzünden evden çıkmıyor, neredeyse tüm işlerini internet üzerinden hallediyordu. Zorunlu olarak çıktığında ise cep telefonu iş ile bağlantısını sağlıyordu.
Az önce yaşananların ne kadar yersiz olduğunu anlatması gerekiyordu. Bunu yapmak için en doğru yolu düşündü. “Alçin, sen korkunç değilsin. Aslında korkunçsun ama bu senin anladığın anlamda değil. Kız kardeşinin canına okuyorsun. Erkek kardeşini köle gibi çalıştırıyorsun. Kendin hepsinden çok çalışıyorsun. Bunlar karakterindeki noktalar. Ben de çok çalıştığım ve herkesin çok çalışmasını istediğim için bunu anlıyorum. Ama yüzündeki iki üç çizik için kendini korkunç olarak nitelemeni anlamıyorum.”
“Ama o izler kötü…”
“Ah evet kötü. İlk gördüğümde de kötü gözüktü gözüme. Senin düşündüğün şekilde değil ama! O izlerin olduğu kazalar daha kötü sonuçlanabilirdi. Güzel gözünü kaybedebilirdin. Düştüğün için beyin kanaması geçirip ölebilirdin. Yuvarlanırken bir arabanın altında kalabilirdin. İşte bunları düşününce o izlerin insana verdiği his korku ve üzüntü oluyor. Asla çirkin görünmüyor. Aksine kusursuzluğundaki nazar boncuğu gibi geliyor insana. Ve bir süre sonra onların orada olduğunu unutuyor insan. Sen de unut.”
“Ben unutmuştum. Görmüyor, hissetmiyor, umursamıyordum. Oysa şimdi…”
“Değişen ne? Şimdi neden umursuyorsun?”
“Senin yüzünden. Gözlerini dikip baktığın için iğrenç bulduğunu sanmıştım. Her görüşmemizde onlar hakkında konuştuğun için hep gözünün takıldığını ve itici geldiğimi sanmıştım.”
“Sana kimse ruh güzelliğinden bahsetmedi mi? Sen sokak kapısı açık oturabilen insanlardansın. İki kardeşin ile dededen kalma eski evin duvarları arasına cenneti konduran kadınsın. Benim ortağımsın. Ki ben herkesle ortaklık kurmam. Yani sen başka bir şeysin.”
Sözleri bittiğinde onu ikna ettiğinden neredeyse emindi. Karşılıklı duruyor, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Aynı boyda olmanın avantajı ile bakarken kim önce hareket etti bilmiyorlardı. Kısa bir an sonra birbirlerine sarılmışlardı. Kartal, aralıksız yara izlerini öpüyordu. İzlerin ardından asıl öpmek istediği dudaklara gelmişti sıra. Bir süre sonra öpüşürken duydukları öksürük sesi ile ayrıldılar.
“Abla, Elçin görmesin. Kötü örnek olacaksın.”
“Laçin, senin de görmemen gerekirdi.”
“O zaman kapalı bir ortamı seçmeliydiniz. Kapımın önünde öpüşüp görmememi bekleyemezsiniz.”
“Sen de haklısın. Şu Elçin’e bir bakar mısın? Dersi daha bitmemiş mi? Açım yemeği hazırlayacağım.”
“Ben de açım. Hey, sayın ortak Kartal Bey, sizin şirketin çiçekçilik programını bitirdim az önce. Çok kullanışlı bulacaksın.”
“teşekkür ederim. Fiyatını bildirirsen muhasebe ödemeyi yapar sana.”
“Hediye o.”
“Hediye mi? birkaç bin dolarlık bir programı hediye mi ediyorsun?”
“Ah para konuşmaktan hiç vazgeçmiyorsun Kartal. Her şeyi para ile ölçmeyi bıraksana.”
“Her şeyi para ile ölçmüyorum. Sadece verdiği emeğin karşılığı olarak sordum.”
“Emek mi? Taş çatlasın bir gününü aldı. Bizim programı baz alıp biraz oynadı. Hadi gel yemekleri ısıtalım.”
Onlar mutfağa girince Laçin de Elçin’in odasına yöneldi.
***
Ortaklığın üçüncü ayında ilk kutlama yemeklerini iki şirketin çalışanları bir arada yedi. Çok eğlenceli, bol kahkahalı bir yemekti. Atıl ile uğraşan Alçin onu kızdırmayı sevmişti. Genç erkeğin utanması hoşuna gidiyordu. Oysa Alçin’in bu samimiyeti Kartal’ın hoşuna gitmiyordu.
“Atıl’ın kız arkadaşı var.”
“A, ciddi misin? Şanslı kız. Atıl çok iyi bir genç. Laçin ile de iyi anlaştılar.”
“Sen de iyi anlaştın sanırım.”
“Evet, çok sevdim onu. Arada bir kızarıyor ya. O haline bayılıyorum. Biliyor musun eskiden benim de utanmaktan yanaklarım kızarırdı. İlk voleybolcu şortumu giyip sahaya çıktığımda öleceğimi sanmıştım. Zamanla yendim. Şimdi de sanırım utanmayı unuttum. Atıl o yüzden bana çok şirin geliyor.”
Kartal bu açıklamada aşk değil de arkadaşlık bulunca rahatlamıştı.
Gece dans ile bittiğinde ikisi de bulundukları kollardan memnundu.
***
Altı ay sonra siteye gelen bir talebi okuyordu.
Özel bir düğün konsepti isteniyordu. Taleplerin belirtildiği sayfaya gittiğinde, gülmeye başladı. Voleybol toplarının ikiye kesilmesini ve içlerine kırmızı güllerden kalp şeklinde çiçekler hazırlanmasını istiyordu, istek sahibi. Tüm çiçeklerin gelin tarafından bizzat hazırlanmasını, çok gerekirse damadın da ona yardım edebileceğini not edilmişti.
Eline telefonunu alıp Kartal’ın numarasını çevirdi.
“Aşkım, evlenme teklifini kabul ettiğimde bu kadar basit bir çiçek talebin olacağını düşünmemiştim. Kırmızı gül mü? Çok klişesin. Ben güllerin yerine o topların içine çam iğneleri doldurmayı ve kozalaklarla süslemeyi düşünüyordum. Biliyorsun çamın fıstığı o çirkin kozalakların içinde gizli.”


 

















1 yorum:

  1. Çok sevimli bir hikaye tam pazar günlük 😊 teşekkürler

    YanıtlaSil