Herkesin Çağla ve Tayfun kadar mutlu olduğu bir bayram diliyorum.
Sevgilerimle
**********************************
O günü havuz kenarında
şemsiyelerin altında geçirdiler. Herkes ilk gününün tadını çıkartıyordu. Yemek
saati geldiğinde kızlar karpuz peynir yiyeceklerini söyledi. Afife Hanım için
istediği bir yemeği yapacaklarını söyleseler de o da karpuz peyniri tercih
etti. Çağla panikle sordu. “Şekeriniz falan yok değil mi?”
“Yok ama zaten sizler de
peyniri, karpuzun şekerini kırmak için yiyorsunuz. Öylesi sağlıklı. Aksi halde
karpuz içindeki şeker yüzünden çok kilo aldırır.”
“Yemesek mi?”
“Off Berna, yiyeceğiz.
Hemen panik yapma.” Yeşim kızgın yanıtladı.
“Ay iyi tamam, kilo denince
biliyorsunuz tepem atıyor.”
“Duyan da seni yüz kilo
sanır.”
Çağla yerinden kalkıp
mutfağa doğru giderken söyleniyordu. “Hadi daha çok gevezelik yapmayın. Ben
karpuzları kesiyorum. Biri taze ekmek alır mı?”
“Ben giderim” diyen Doğan’a
marketin yerini tarif ettiler.
*****
Havuz başında soğuk
içecekleri ile hepsi keyif yapıyordu. Hafif bir esinti de onlara eşlik
ediyordu. Afife Hanımın yaşına göre vücudu da çok diriydi. Havuzda düzgün
kulaçlarla yüzüşünü gören kızlar imrenerek baktılar.
“Çok tatlı bir kadın!”
“Öyledir. O benim ilk
aşkımdır. Bana yüzmeyi öğreten de o oldu. Sitiline bakar mısın? Ne kadar düzgün
yüzüyor.”
“İmrendim inan. Umarım onun
yaşında ben de bu kadar sağlıklı olurum. Bu kadar acı ile bu kadar dinç kalmak
çok büyük başarı.”
“Afife sultan hep çok
sevilen bir insan oldu. Çünkü o hep etrafındakileri çok sevdi. Dedem öldüğünde
çocuklarına, babam öldüğünde gelinleri ve torunlarına sarıldı. Bizler onu zaten
hep sarıp sarmaladık.”
“O kadar belli ki sevginiz.
Ona gıpta ediyorum inan.”
“Sana olan sevgim belli
değil mi?”
“Hiç de belli değil. Kaç
gündür yüzüme bile bakmadın.”
“Bak tatlım, seni bekleyen
olaylar çok önemli. Ama bence bu konuyu baş başayken konuşalım. Yine de sen
istersen şimdi de konuşabiliriz.”
“Sonra konuşalım. Şimdi her
şey çok güzel. Canımızı sıkmayalım.”
“Canımızın sıkılacağı bir
şey yok. Ben neler olduğunu anladım ve kabul ettim. Sadece bazı şeyleri seninle
yeniden konuşmaya ihtiyaç duyuyorum. Ve gördüğün gibi burada yanındayım. Senin
bilmen gereken bu! Seni seviyorum. Hadi gel yüzelim. Bu yaşlı cadı orada kulaç
attıkça canım çekti.”
*****
Cumartesi akşamı mangal
yakıldı. Kızlar meze tarzı şeyler hazırladı. Erkekler mangal başında etleri ve tavukları
pişirdi. Rakı, şarap ve biraların eşliğinde keyifli bir gece geçirildi. Çok
güzel müzikler onlara eşlik etti. Hatta bir ara oynamaya bile kalktı kızlar.
Sonra dans müzikleri çalmaya başladılar. Önce Tayfun ile Çağla, Doğan ile Elif
dans etti. Sonra diğer kızları sıra ile dansa kaldırdılar. Afife hanım hepsine
gülümseyen gözleri ile bakıyordu. Çağla ile sık sık konuşuyor ailesi hakkında
bilgi ediniyordu.
“Tayfun ailen ile tanışmış.
Bizler de yakında tanışırız inşallah.”
“Umarım. Aslında anlık gelişen
bir tanışma oldu. Annem ile önceden tanışmıştı. Ben hastayken eve bırakmış o
gün tanışmışlardı. İş seyahati dönüşü kahve içmeye davet ettim. Annem de akşam
yemeğine kalmasını teklif etti. Tayfun dünden razıymış meğer. Babamla tanışmış
oldu böylece.”
“Ailen ne düşünüyor Tayfun
hakkında?”
“Hepsi çok sevdi ama son
hafta evde pek konuşulmadı.”
“Aranız açıkmış biraz.
Neyse ki düzeldi artık.”
“Evet. Çok üzülmüştüm ama
artık iyiyim.”
“Neler kaynatıyorsunuz
hayatımın vazgeçilmezleri?”
“Çok romantik sözler bunlar
ama bilmem farkında mısın, kadehim boş?”
“Afife sultan sen istersin
de ben o kadehi doldurmaz mıyım? Sana ne vereyim hayatım?”
“Ben de şarap alayım.”
Kadehlerini doldurup geri
geldi.
Çağla kızlara sormamıştı
ama aklından geçenlere hayır demeyeceklerinden emindi. “Tayfun, siz otelde
neden kalıyorsunuz? Burada oda çok. En üst kattaki odaları kullanmıyoruz. Orada
da klima var.”
Tayfun hemen itiraz etti.
“Sizleri rahatsız etmeyelim. Hem Doğan kalmazken biz iki kişi gelirsek olmaz.”
“Sen gelirsen Doğan da gelir.”
Çağla, onun itirazını umursamamıştı. Çünkü teklifinin ne kadar cazip olduğunu
biliyordu. Tayfun da itirazdan vazgeçti.
“Afife sultan sen ne
dersin?”
“Senin istediğin belli.
Benim için sakıncası yok ama kızlara iki boğaz daha eklenecek. Hatta üç.”
“Afife hanım, üç boğazın
katılması bizim için dert değil.” Eğilip sözde kısık sesle, “Belli etmeyin ama
erkekler sayesinde akşam yemeklerimiz mangala dönüşür ve rahat ederiz.”
“Haklısın tatlım. Tamam o
zaman yarın geliriz.”
“Kızlara ve Doğan’a da
söyleyeyim.” Tayfun son kez sordu, “Jülide evinde bizlerin kalmasından rahatsız
olmaz mı?”
“Neden olsun? Bu evde on
oda var. Hala boş yerimiz olacak. Ve bu hafta ev bizim.”
“Tamam o zaman Doğan da
sevinsin.”
“Çok sevineceği kesin.”
*****
Pazar günü Çağla erken
kalktı. Üçü de sabah kahvaltısına gelecekti. Hazırlıklara başladığında Elif de
mutfağa geldi. İkisinin de yüzü gülüyordu. Berna akşamdan beri surat asıyor
kızları kızdırıyordu. Aslında telefon elinden düşmüyor her fırsatta Fatih ile
konuşuyordu. Yine de sevgilisinin yanında olmadığı gerçeği değişmiyordu.
Yeşim’in de Berna’dan farkı yoktu.
Önce Doğan, sonra da Tayfun
geldi. Tayfun valizlerin birini kızlarla aynı kattaki odaya yerleştirdi. Afife
hanım, dün katılmaya karar verdiği organizasyon için otelde kalmıştı. Akşam
üstü kızlara katılacaktı. Onun en üst kata yerleşmesi çok doğru gelmemişti.
Dinçti ama kızlarla aynı katta yatması daha iyi olacaktı. Üst katta da iki
erkek kalacaktı. Bu düzen kimsenin aklına kötü şeyler getirmeyecek bir düzendi.
Odalara yerleşmeyi sonraya
bırakıp Çağla ile Elif’in hazırladığı sofraya oturdular. Kızlar yeni
konuklarından duydukları memnuniyeti bol bol konuşarak belli etti. Berna da
artık neşeliydi.
Pazar gününü de havuz
kenarında geçirdiler. Az güneşlenerek bol bol yüzerek iki günü tamamladılar.
Akşam olduğunda İçmeler’in merkezine gitmeye karar verdiler. Biraz yürüyecek ve
belki güzel bir yerde bir şeyler yiyeceklerdi.
Afife hanım evde kalmak
isteyince Berna ile Yeşim de ona uydular. Tayfun’un kiralamış olduğu araba ile
dördü İçmeler’e gitti.
Güzel bir geceyi paylaşan
dörtlü güneşin ve denizin yorduğu vücutlarını dinlendirmek için eve erken
dönmeye karar verdiler.
Dönüşte herkese dondurma
almış, eve gelir gelmez de kaselere dağıtıp paylaşmışlardı.
*****
Ertesi gün ilk kez denize
gideceklerdi. İki günlük havuz keyfinden sonra deniz çok daha güzel gelecekti.
Öyle de oldu. Üçüncü günleri tamamen deniz kenarında geçince öğlen yemeğini de
buldukları küçük bir lokantada yediler. Afife Hanım çok uyumlu biriydi ve her
an güzel anıları ile gençleri mest ediyordu. İlk günler Çağla onun yanında
duygusal sahneler yaşamaktan çekinse de Tayfun’un rahat tavırlarına çabuk
alışmıştı. Elbette o kadar kişinin içinde öpüşmüyorlardı ama yine de yan yana
oturmak, sarılmak ya da ellerini tutmak çok doğal geliyordu.
*****
Salı akşamı hep birlikte
dışarıda yemek yiyeceklerdi. Çağla annesinin diktiği tulumu giymeyi düşündü.
Sonra vazgeçti. Yazlık elbiselerden birini giydi. Yüzü biraz daha bronzlaştığı
için şeftali rengi bir ruj ile bir göz kalemi yeterli gelmişti. Elbette biraz
da rimel.
Hazır olduğunda kızların
ıslıkları ile karşılaştı. Aşağı indiklerinde de erkeklerin beğeni dolu
bakışları kızlara yönelmişti.
“Doğan, bunları kaybetmemek
için bellerinden ip ile bağlasak mı? Başımıza bela alıyormuşuz gibi geliyor.”
“Asıl bizim sizi bağlamamız
lazım. Çok yakışıklı olmuşsunuz.”
“Karşılıklı iltifatlarınız
bittiyse yola çıkalım mı?”
“Aman siz bizi iki dakika
konuşturmayın. Hadi gidiyoruz.”
Afife Hanım evde kalmayı
tercih etmişti. Gündüz yorulduğunu söylese de gençleri rahat bırakmak için
gitmediğini herkes anlamıştı. Sadece salata yiyeceğini söylediği için kızlar
yemek hazırlamamıştı.
Arabada yine de sıkıştılar.
Arkada dört kız oturuyordu. Hallerine gülerek yolu aldılar.
“Ben şu arabayı
değiştireyim bari. Sığamıyoruz.”
“Biz halimizden memnunuz.”
“Yapışık dörtlü gibi
oldunuz. Sizi ayıramayacağız.”
“Kim demiş? Her an
ayrılırız, sadece yolculukta yapışıyoruz.”
“O halde yarın öğleden
sonra Çağla’yı kaçırırsam kimse bana kızmaz.” Arabadan inerken sormuştu bunu.
“Nereye kaçırıyormuşsun
beni?”
“Biz seninle biraz tekneyle
gezelim diyordum. Öğrendiğime göre Yeşim ile Berna tekne gezisinden
hoşlanmıyormuş. Öyle değil mi?”
“Öyle. Şehir hatları vapuru
bile beni çıldırtabiliyor. Denizde bile ayağım yere değmeli.”
“Uçaktan korkmuyorsun da
denizden mi korkuyorsun?” Doğan şaşkınlıkla sordu.
“Aynen öyle Doğan. Tuhaf
ama açık denizden korkuyorum.”
Tayfun, Çağla’nın kulağına
“Doğan ile Elif de biraz baş başa kalsın. Böylece bir günü birlikte geçiririz.”
“Bu kadar dil dökmene gerek
yok. Ben dünden razıyım.”
“Tamam o zaman. İkimiz
küçük bir tekne tutup açıklara gidebiliriz. Korkmazsın değil mi?”
“Ben denizden korkmam. Fırtınada falan
kalmadım gerçi. Ama yine de açık denizde yüzmekten de korkmam.”
“Yarın bir tekne
kiralayalım ve mehtabı da denizde karşılayalım olur mu?”
“Olmaz mı? Süper olur.”
“Tamam canım.”
*****
Ertesi gün öğlene doğru
Tayfun teknenin hazır olduğunu söyledi. Çağla diğerlerine yine davette bulundu
ama onlar kabul etmediler. İkisi tekneye bindiğinde kaptanın onlarla vedalaşıp
ayrılmasına şaşırdı Çağla.
“Sen mi kullanacaksın?”
“Evet. Korkma kaptanlık
belgem var.”
“Korkmadım. Şaşırdım.”
“Baş başayız güzelim. Seni
kaçıracağım.”
“Çok korktum aşkım. Ödüm
çıt dedi.”
“Benimle dalga geçersin ha?
Yandın sen. Hadi bakalım. Açılıyoruz miço.”
Kiraladığı sekiz metrelik,
çift kamaralı tekne burnunu denize çevirmiş, masmavi denizin üstünde süzülmeye
başlamıştı. Çağla geniş kenarlı şapkasının altında güneşten korunuyordu. Yine
de koruyucu kremlerini sürmeden evden çıkmamıştı. Tayfun da güneşin etkisini
azaltmak için beyaz polo yaka bir tişört ile beyaz şort giymişti. Ayağında yine
beyaz keten ayakkabılar vardı.
“Sana çok şık olduğunu
söylemiş miydim?”
“Teşekkür ederim tatlım.
Sen de çok şıksın.”
Çağla bikinisinin üstüne
aynı renklerden boyundan bağlı bir elbise giymişti. Ayağında ise yüksek
topukları olan tokyoları vardı. O da gerçekten şıktı. Bir ara fazla mı süslüyüm
acaba, diye düşünmüş ama Tayfun’un gözüne şık görünmek hoşuna gitmişti.
Yanlarına öğlen ve akşam
için yiyecek aldılar. Hatta Tayfun akşam yemeği
için yanına başka bir kıyafet almasını söylemişti. Çağla onun romantik
bir adam olduğunu anladıkça keyifleniyordu. Annesinin diktiği o tulumu yanına
almıştı. Bakalım görünce ne yapacaktı? Onu giymekle başını derde mi sokuyordu
acaba?
Tekne ile koylardan birinin
açığına geldiler. “Koyda gireceğimizi bilseydim kızlara söylerdim. Onlar açık
denizde gireceğiz diye korktular.”
“Onlar olmadan benimle
olmak hoşuna gitmiyor mu?”
“Bu sözlerimden o anlaşıldı
değil mi? Yok ya onlara yalan söylemiş gibi olduk da ondan rahatsız oldum.
Yoksa şu anı kimseye ve hiçbir yere değişmem.”
“Bak bu güzel yanıt. Şimdi
o güzel poponu kaldır ve bize soğuk bir şeyler ikram et. Ne kadar gölgede olsak
da sıcak nefes aldırmıyor.”
“Tamam ama sonra hemen
yüzeceğiz.”
“Anlaştık.” Tayfun demir
atarken Çağla ikisine de meyve suyu hazırladı. Elinde iki bardakla yanına
gelince Tayfun beline sarılıp kendine çekti. “Dikkat et dökülecekler.”
“Umurumda değil. Kollarımda
olmazsan o meyve suyunun ne tadı olacak ki?”
“Hımm yani senin şekerin
oluyorum bu durumda.”
“Şımarık şeker. Ama
haklısın.”
İkisi de birer yudum
aldıktan sonra ikinci yudumu Tayfun Çağlanın dudaklarından içmeyi tercih etti.
Zaten kaç saattir öpmediği için açlık hissetmeye başlamıştı. Çağla da halinden
memnun yanıt veriyordu. Bazen küçük bazen derin ve uzun öpücükler ikisinin de
nabzını hızlandırıyor, istekle dolduruyordu.
Tekneyi güneşe doğru çevirmiş arkadaki minderlere oturmuşlardı.
Çağla ne zaman o
minderlerde uzanır hali geldiğini fark etmemişti. Tayfun’un elinin dolaştığı
yerler heyecanını arttırıyordu. Kendi elleri de çoktan tişörtün altına
girmişti. Tayfun’un sırt kaslarını elinde hissettiğinde heyecanı arttı. İki
gündür onu izlese de ellerinin üstünde gezinmesinin etkisi ile kıyaslanamazdı.
Kendi karnında, bacaklarında ve göğüslerinde gezen ellerin yaydığı titreşimler
ise vücudundaki isteği arttırıyordu. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında
değillerdi. Koya giren başka bir teknenin sesi ile kendilerine geldiler.
“Ya sabır. Nerden buldular
bu koyu?”
“Sen nereden bulduysan
onlar da öyle buldu canım. Ama iyi de oldu sanırım.”
“Duramayacağımı mı sandın?
İstediğin an dururdum.”
“Sorun burada işte. Ben
durmanı istemeyi akıl bile edemezdim.”
“Tühhh. Şimdi daha çok
kızdım şu tekneye. Hadi yüzelim. Kendimize gelelim.”
Çağla, önce bikinisinin
üstünü düzeltti. Göğüslerinin çıplak olduğunu fark eteğinde biraz utanmıştı ama
az önce onların öpülmesinden ve okşanmasından son derece memnundu.
Yarım saate yakın yüzdüler.
İkisi de suda şakalaşmaktan hoşlanmıyor ama yüzmekten ve yorulunca durup
konuşmaktan hoşlanıyordu.
Tekrar tekneye
çıktıklarında acıkmış olduklarını anladılar. Yanlarında getirdikleri
yiyeceklerden ve meyvelerden oluşan bir masa hazırladı Çağla. Tayfun onun
hareketlerini izliyor, yanına her gelişinde küçük öpücükler konduruyordu. Ama
bu öpücüklerin yeri belirsizdi. Bazen koluna, bazen omzuna hatta birinde eğilip
bacağına kondurmuştu. Bu sevgi gösterileri çok hoşuna gidiyordu.
Yemekleri bitip masa
toplandıktan sonra yine minderlere uzandılar. Bu kez Tayfun sırtını teknenin
tahtalarına yaslamış, Çağla’yı da göğsünün üstüne yatırmıştı. Sarıldığı genç
kızın kolunu yavaş yavaş okşuyordu.
Bir süre sonra ikisi de
uykuya yenik düştü. İlk kez birbirlerinin kollarında uyuyan aşıklar bir saat
kadar sonra uyandılar.
Yeniden denize girmeden
önce biraz daha birbirinin kollarında olmanın tadını çıkarttılar.
“Seninle uyumaya
alışabilirim.”
“Seninle uyanmaya
alışabilirim.”
“Hadi biraz daha yüzelim.
Güneş batmadan tadını çıkartalım.”
Tayfun saatine baktı. Gün
batımına daha çok vardı. Elinden tutup Çağla’yı kaldırdı. “Hadi bakalım
denizkızı at kendini sulara.”
Bu kez daha da uzun
kaldılar suda. Çağla temiz ve ılık sudan çıkmak istemiyordu.
“Parmaklarımın ucu buruştu.
Biraz daha suda kalırsak çekeceğiz. Çık hadi.”
“Tamam aşkım son kez
yüzeyim geliyorum…”
Bu cümleden sonra on dakika
daha geçmiş Çağla nihayet çıktığında saat yedi olmuştu. Teknenin yan
tarafındaki hortum ile duş aldı. Hortumun içindeki su iyice ısınmıştı. Sıcak su
vücuduna deyince ince bir çığlık attı. Sonra su soğudu ve o da rahatça yıkandı.
Denize sabun karışmaması için duru suyla yıkanmıştı. Sonra aynı şekilde Tayfun
duş aldı.
Tayfun duşunu bitirdiğinde
Çağla’nın kendisini izlediğini gördü. Beğeni ile bakıyordu. Az önce de kendisi
onu izlemişti. Tüm kıvrımlarını ezberlemeye çalışmıştı. Öğlen kollarındayken o kıvrımların
tek tek tadına da bakmıştı. Kendinden geçirecek kadar güzeldi… Hem görüntüsü…
Hem tadı… Tayfun vücudunda değişimler olduğunu hissettiğinde bakışlarını denize
çevirdi. Aklını Çağla’dan uzak tutması çok zordu. Denize bakması da aklından
başka şeyler geçirmesi de bunu engelleyemiyordu. Derin nefesler alarak kendine
hakim oldu.
Şu an en son yapacağı şey
onu tekrar kollarına almak olmalıydı. Biraz sakinleşmek için kamaraya inip
üstünü değiştirdi. Şimdi üstünde kalçalarını saran beyaz bir pantolon, üstende
tiril tiril mavi bir gömlek vardı. siyah saçlarının ıslak hali çok çekici bir
hava yaratmıştı. Günlerdir kesmediği sakallarını şöyle bir süzdü aynada. Güzel
gözüküyordu. Ayağında yine beyaz keten ayakkabıları vardı. Tekneye zarar
vermeyecek tabanları olduğu için giymişti. Biraz parfüm de sıktıktan sonra
kamaradan çıktı.
Çağla, eşyalarını bıraktığı
kamaraya girip üstünü değiştirdi. Güneşin renklerindeki tulumun altına aynı
renklerdeki terliklerini giydi. Saçlarını parmakları ile düzeltti. Makyajını
yaptı. En son parfümünü sıktı ve hazır olduğuna inandıktan sonra çıktı
kamaradan. Üç basamağı tırmanıp Tayfun’un yanına çıktığında onun ne yapacağını
merakla bekledi.
Çağla’yı gören Tayfun donup
kaldı.
Kendinden sutyenli üst
kısmı hayal gücüne fazla ihtiyaç bırakmayacak şekildeydi. Ama en güzel tarafı
bacaklarını tamamen gözler önüne seren yırtmaçlı paçalardı. Bronz teni o yırtmaçlardan
gözüktükçe az önceki bikinili halinden daha da tahrik edici oluyordu.
Yutkunmakta bile güçlük çeken Tayfun tek söz söyleyemedi. Yerinden kalkıp
basamakların önünde duran Çağla’ya doğru yürüdü. Yüzüne baktıktan sonra “Sen
beni öldürmek mi istiyorsun? Bu nasıl bir güzellik? Allahım aklımı koru. Bu
kıyafeti benden başka kimse gördü mü?”
“Annemi saymam mı lazım?”
“Bunu da annen mi dikti?
Benim kayınvalidemle konuşmam lazım.”
“İşe yaradığı kesin. Gerçi
onun diktiği halinde bacak yırtmaçlarım kasıklarıma kadar çıkıyordu. Bu iyi
hali.”
“Bir de o halini görsem ne
olurdum acaba? Çağla, çok güzelsin ve ben seni çok seviyorum ama beni bu kadar
zorlama. Yoksa bebeğimiz erken doğumla aramıza katılmış olacak.”
Çağla sadece parmak ucunda
kalkarak kollarını boynuna dolayıp öptü.
Saat neredeyse sekiz
olmuştu. Tayfun dümene geçti. Bir düğmeye bastı. Demirin zincir sesi duyulmaya
başladı. Çağla dümenin başındaki Tayfun’un yanına gitti. Yavaşça hareket eden
tekne koydan çıktı. Tayfun bir kolunu Çağla’nın beline attı. Yanına çekti.
“Dümene geçmek ister
misin?”
“Yapamam.”
“Kolay. Gel buraya. Ben de
arkanda olacağım. Böylece sana iki kolumla sarılabileceğim.”
“Maksat bana öğretmek değil
fırsattan istifade sarılmakmış. İyi tamam sarıl o zaman.” Çağla onun kollarında
olmaktan şikayetçi değildi ki bu fırsatı kaçırsın. Tayfun da sarıldığı kadının
yüzünü okşayan saçlarını çekti. Ondan sonra da ilk öpücüğünü şakağına, ikinciyi
boynuna üçüncüyü kulağının hemen altına, dördüncüyü ise saçlarına kondurdu.
“Seni seviyorum deniz kokulu kadın.” Bundan sonraki öpücükler ise tamamen
gözlerinin önünde olan sırtının her noktasına konuyordu.
Çağla o küçücük öpücüklerin
hissettirdiklerinden sıyrılmak istese de başaramıyordu. Verdiği yanıt da zaten
havada kalmış gibiydi. “Ben de seni seviyorum.”
Çağla daha fazla şeyler
beklediğinin bilincinde Tayfun’un konuşmaya devam etmesini istedi. Ama devamı
gelmedi. Hayal kırıklığı ile dümeni tutmaya devam etti. Tayfun kulağına ne
yapması gerektiğini söylüyordu. Güneş teknenin burnundan batarken ortalığı çok
güzel bir kızıllık sarmıştı. Karşıdan gelen küçük bir balıkçı teknesi üstlerine
doğru geliyordu. Tayfun onların geçişi için motoru yavaşlatmasını söyledi.
Artık neredeyse küçük dalgaların verdiği salınma ile hareket ediyorlardı.
Balıkçı teknesi yanlarından süzülerek geçti. Çağla az önce yavaşlattıkları
motoru hızlandırmak istedi. Tayfun elini tuttu. “Burada duralım biraz. Demir
atalım.” dedi. Düğmeye bastığı an yine zincirin sesi duyuldu. Kıyıya yakın
gittikleri için demir atmak sorun olmamıştı. Çağla ufukta kaybolan güneşi
izliyordu. Hava biraz daha kızıllaşmıştı.
“Gel biraz oturalım. Şu
güzelliklerin keyfini çıkartalım.”
İkisi yerdeki minderlere
oturdu. Tayfun bu kez Çağla’nın kenara oturmasını sağlamıştı. Kendisi oturmadan
içeri girip bir şişe beyaz şarap ile iki kadeh aldı. Şarabı açıp kadehlere
doldurdu. Bir tabakta peynir, diğerinde iki salkım üzüm vardı. Ortam çok baştan
çıkartıcıydı.
Çağla, kadehi eline aldı.
Tayfun’un yüzüne baktı. Neye kadeh kaldıracaklarını bilemiyordu. “Sevgimize”
dedi Tayfun… Çağla, tekrarladıktan sonra küçük bir yudum aldı. O ana kadar
geciktirdikleri konuşmanın yapılacağını anlamıştı. Tayfun yanına oturmuş, yine
kolunu omzuna atıp kendisine yaslamıştı. Kısık bir sesle konuşmaya başladı.
“Seni çok seviyorum.
Sanırım bu kadar çok sevdiğim için benden bir şeyler gizlemene çok kırıldım.
Hele de sperm bankasından bebek yapmayı düşünmen, olmadı bir sürü erkeği baba
adayı olarak görmen… Bunlar beni gerçekten çok üzdü. Nasıl anlatabilirim
bilmiyorum ama yüreğimi sökmüş gibi oldun. Sonra bunların hepsinin bir buçuk
yıla kadar menopoza girecek olmandan kaynaklandığını düşündüm. Bir de buna
kızdım. Beni bunları anlatacak kadar sevmediğini, benden bebeğinin olmasını
istediğini ama bana aşık olmadığını sandım. Sırf uygun olduğumu düşündüğün için
benimlesin gibi geldi. Her yeni düşünce bir öncekine olan kızgınlığımı
arttırdı. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Ama düşündükçe daha kötü sonuçlara
ulaşıyordum. Senden ayrı kalmak istedim. Bu süreçte senin ne yapacağını da
merak ediyordum. Yine eski hayatına dönecek miydin? Yine birileri ile çıkacak
mıydın?”
Çağla onun duygu
karmaşasını anlıyordu. Ama bu son cümle ile bir anda tüm yaşanmışlıkların
anlamsız olduğunu sandı. “Gerçekten böyle mi düşündün? Başkaları mı olacak
sandın? Seni sevdiğime inanmadın mı?”
Tayfun, sarıldığı omzu
iyice kendine çekti. Önce o dolgun dudaklara küçük bir öpücük kondurdu. Sonra
biraz daha büyük… Biraz daha büyük… En sonunda konuşmaya karar verdi.
“İnanıyorum. Sadece kısa bir süre tereddüt ettim. Beni sevmemenden korktum. Seni
kaybetmekten korktum. Benim en büyük korkumun bu olduğunu daha önce de
söylemiştim sana. Seni kaybetmekten çok korkuyorum.”
“Ben de seni kaybettiğimi
sandım.”
“Beni kaybetmedin. Asla
kaybedemezsin. Tüm bu kafa karışıklığım düğün gecesinin sabahında bitmişti.
Ertesi gün seni aramayı çok istedim. Bir şeyler beni engelledi. Sonra bu tatili
düşündüm ve sana hem beni üzdüğün günlerin cezasını kestim hem de sonunda
kendimi sundum.”
Tayfun, önce kendi kadehini
bıraktı. Sonra Çağla’nın elindeki kadehi alıp yere koydu. Çağla’yı kollarına
aldı, başını omzuna yaslayıp sıkıca sarıldı. Bir eli ile saçını ve yüzünü
okşuyordu. Tüm kötü günler geride kalmıştı ve bu her okşayışında Çağla’ya
ulaşıyordu. Şakağına bir öpücük kondurdu. Yakınlarından geçen balıkçı teknesinin
dalgaları bulundukları tekneyi salladı. Tekneye bir şey çarpıyordu. Ne olduğunu
anlamayan Çağla merakla Tayfun’a baktı. “Ne sesi o?”
“Denizde yüzen bir şey
çarptı sanırım. Bakalım neymiş?” diyerek ayağa kalktı. Çağla’yı da kaldırdı.
Meraklı gözlerle kararmaya başlayan denize baktı, Çağla. En sonunda gördü
tekneye çarpan şeyi.
“Şişe mi o?”
“Evet sanırım şişe.”
“Neden batmamış? Ağzı
kapalı galiba”
“Bilmem. Al bak istersen.”
Çağla, küpeşte demirine
tutunup eğildi. Şişeyi aldı. Ağzı gerçekten mantarla kapatılmıştı. Heyecanla
şişeyi teknedeki lambaya doğru tuttu. İçinde bir şey olduğunu görünce çığlık
attı.
“Tayfunnnn içinde bir kağıt
var.”
“Ciddi misin? Aç mantarı
bakalım ne yazmışlar?”
“Kim bilir ne zamandır
denizdedir? Acaba kime yazılmıştır?”
“Aç da öğren meraklı şey?”
Çağla, mantarı sağa sola
iterek kıpırdattı, sonra da asılıp açtı. Hem bir başkasına yazılmış notu
okumanın ayıp olacağını düşünüyor, hem de merakını yenemiyordu. Şişenin
içindeki kağıdı çıkartmak için birkaç kez sertçe salladı. Rulo yapılmış kağıt
ayaklarının dibine düştü. Heyecanla aldı kağıdı ve açtı. Tek bir cümle
yazılmıştı…
Çağla, benimle evlenir
misin?
Hahahahah harika ❤️
YanıtlaSil