24 Eylül 2015 Perşembe

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 36. Bölüm

Herkesin Çağla ve Tayfun kadar mutlu olduğu bir bayram diliyorum.
Sevgilerimle

**********************************

O günü havuz kenarında şemsiyelerin altında geçirdiler. Herkes ilk gününün tadını çıkartıyordu. Yemek saati geldiğinde kızlar karpuz peynir yiyeceklerini söyledi. Afife Hanım için istediği bir yemeği yapacaklarını söyleseler de o da karpuz peyniri tercih etti. Çağla panikle sordu. “Şekeriniz falan yok değil mi?”
“Yok ama zaten sizler de peyniri, karpuzun şekerini kırmak için yiyorsunuz. Öylesi sağlıklı. Aksi halde karpuz içindeki şeker yüzünden çok kilo aldırır.”
“Yemesek mi?”
“Off Berna, yiyeceğiz. Hemen panik yapma.” Yeşim kızgın yanıtladı.

“Ay iyi tamam, kilo denince biliyorsunuz tepem atıyor.”
“Duyan da seni yüz kilo sanır.”
Çağla yerinden kalkıp mutfağa doğru giderken söyleniyordu. “Hadi daha çok gevezelik yapmayın. Ben karpuzları kesiyorum. Biri taze ekmek alır mı?”
“Ben giderim” diyen Doğan’a marketin yerini tarif ettiler.

*****

Havuz başında soğuk içecekleri ile hepsi keyif yapıyordu. Hafif bir esinti de onlara eşlik ediyordu. Afife Hanımın yaşına göre vücudu da çok diriydi. Havuzda düzgün kulaçlarla yüzüşünü gören kızlar imrenerek baktılar.
“Çok tatlı bir kadın!”
“Öyledir. O benim ilk aşkımdır. Bana yüzmeyi öğreten de o oldu. Sitiline bakar mısın? Ne kadar düzgün yüzüyor.”
“İmrendim inan. Umarım onun yaşında ben de bu kadar sağlıklı olurum. Bu kadar acı ile bu kadar dinç kalmak çok büyük başarı.”
“Afife sultan hep çok sevilen bir insan oldu. Çünkü o hep etrafındakileri çok sevdi. Dedem öldüğünde çocuklarına, babam öldüğünde gelinleri ve torunlarına sarıldı. Bizler onu zaten hep sarıp sarmaladık.”
“O kadar belli ki sevginiz. Ona gıpta ediyorum inan.”
“Sana olan sevgim belli değil mi?”
“Hiç de belli değil. Kaç gündür yüzüme bile bakmadın.”
“Bak tatlım, seni bekleyen olaylar çok önemli. Ama bence bu konuyu baş başayken konuşalım. Yine de sen istersen şimdi de konuşabiliriz.”
“Sonra konuşalım. Şimdi her şey çok güzel. Canımızı sıkmayalım.”
“Canımızın sıkılacağı bir şey yok. Ben neler olduğunu anladım ve kabul ettim. Sadece bazı şeyleri seninle yeniden konuşmaya ihtiyaç duyuyorum. Ve gördüğün gibi burada yanındayım. Senin bilmen gereken bu! Seni seviyorum. Hadi gel yüzelim. Bu yaşlı cadı orada kulaç attıkça canım çekti.”

*****

Cumartesi akşamı mangal yakıldı. Kızlar meze tarzı şeyler hazırladı. Erkekler mangal başında etleri ve tavukları pişirdi. Rakı, şarap ve biraların eşliğinde keyifli bir gece geçirildi. Çok güzel müzikler onlara eşlik etti. Hatta bir ara oynamaya bile kalktı kızlar. Sonra dans müzikleri çalmaya başladılar. Önce Tayfun ile Çağla, Doğan ile Elif dans etti. Sonra diğer kızları sıra ile dansa kaldırdılar. Afife hanım hepsine gülümseyen gözleri ile bakıyordu. Çağla ile sık sık konuşuyor ailesi hakkında bilgi ediniyordu.
“Tayfun ailen ile tanışmış. Bizler de yakında tanışırız inşallah.”
“Umarım. Aslında anlık gelişen bir tanışma oldu. Annem ile önceden tanışmıştı. Ben hastayken eve bırakmış o gün tanışmışlardı. İş seyahati dönüşü kahve içmeye davet ettim. Annem de akşam yemeğine kalmasını teklif etti. Tayfun dünden razıymış meğer. Babamla tanışmış oldu böylece.”
“Ailen ne düşünüyor Tayfun hakkında?”
“Hepsi çok sevdi ama son hafta evde pek konuşulmadı.”
“Aranız açıkmış biraz. Neyse ki düzeldi artık.”
“Evet. Çok üzülmüştüm ama artık iyiyim.”
“Neler kaynatıyorsunuz hayatımın vazgeçilmezleri?”
“Çok romantik sözler bunlar ama bilmem farkında mısın, kadehim boş?”
“Afife sultan sen istersin de ben o kadehi doldurmaz mıyım? Sana ne vereyim hayatım?”
“Ben de şarap alayım.”
Kadehlerini doldurup geri geldi.
Çağla kızlara sormamıştı ama aklından geçenlere hayır demeyeceklerinden emindi. “Tayfun, siz otelde neden kalıyorsunuz? Burada oda çok. En üst kattaki odaları kullanmıyoruz. Orada da klima var.”
Tayfun hemen itiraz etti. “Sizleri rahatsız etmeyelim. Hem Doğan kalmazken biz iki kişi gelirsek olmaz.”
“Sen gelirsen Doğan da gelir.” Çağla, onun itirazını umursamamıştı. Çünkü teklifinin ne kadar cazip olduğunu biliyordu. Tayfun da itirazdan vazgeçti.
“Afife sultan sen ne dersin?”
“Senin istediğin belli. Benim için sakıncası yok ama kızlara iki boğaz daha eklenecek. Hatta üç.”
“Afife hanım, üç boğazın katılması bizim için dert değil.” Eğilip sözde kısık sesle, “Belli etmeyin ama erkekler sayesinde akşam yemeklerimiz mangala dönüşür ve rahat ederiz.”
“Haklısın tatlım. Tamam o zaman yarın geliriz.”
“Kızlara ve Doğan’a da söyleyeyim.” Tayfun son kez sordu, “Jülide evinde bizlerin kalmasından rahatsız olmaz mı?”
“Neden olsun? Bu evde on oda var. Hala boş yerimiz olacak. Ve bu hafta ev bizim.”
“Tamam o zaman Doğan da sevinsin.”
“Çok sevineceği kesin.”

*****

Pazar günü Çağla erken kalktı. Üçü de sabah kahvaltısına gelecekti. Hazırlıklara başladığında Elif de mutfağa geldi. İkisinin de yüzü gülüyordu. Berna akşamdan beri surat asıyor kızları kızdırıyordu. Aslında telefon elinden düşmüyor her fırsatta Fatih ile konuşuyordu. Yine de sevgilisinin yanında olmadığı gerçeği değişmiyordu. Yeşim’in de Berna’dan farkı yoktu.
Önce Doğan, sonra da Tayfun geldi. Tayfun valizlerin birini kızlarla aynı kattaki odaya yerleştirdi. Afife hanım, dün katılmaya karar verdiği organizasyon için otelde kalmıştı. Akşam üstü kızlara katılacaktı. Onun en üst kata yerleşmesi çok doğru gelmemişti. Dinçti ama kızlarla aynı katta yatması daha iyi olacaktı. Üst katta da iki erkek kalacaktı. Bu düzen kimsenin aklına kötü şeyler getirmeyecek bir düzendi.
Odalara yerleşmeyi sonraya bırakıp Çağla ile Elif’in hazırladığı sofraya oturdular. Kızlar yeni konuklarından duydukları memnuniyeti bol bol konuşarak belli etti. Berna da artık neşeliydi.
Pazar gününü de havuz kenarında geçirdiler. Az güneşlenerek bol bol yüzerek iki günü tamamladılar. Akşam olduğunda İçmeler’in merkezine gitmeye karar verdiler. Biraz yürüyecek ve belki güzel bir yerde bir şeyler yiyeceklerdi.
Afife hanım evde kalmak isteyince Berna ile Yeşim de ona uydular. Tayfun’un kiralamış olduğu araba ile dördü İçmeler’e gitti.
Güzel bir geceyi paylaşan dörtlü güneşin ve denizin yorduğu vücutlarını dinlendirmek için eve erken dönmeye karar verdiler. 
Dönüşte herkese dondurma almış, eve gelir gelmez de kaselere dağıtıp paylaşmışlardı.

   *****

Ertesi gün ilk kez denize gideceklerdi. İki günlük havuz keyfinden sonra deniz çok daha güzel gelecekti. Öyle de oldu. Üçüncü günleri tamamen deniz kenarında geçince öğlen yemeğini de buldukları küçük bir lokantada yediler. Afife Hanım çok uyumlu biriydi ve her an güzel anıları ile gençleri mest ediyordu. İlk günler Çağla onun yanında duygusal sahneler yaşamaktan çekinse de Tayfun’un rahat tavırlarına çabuk alışmıştı. Elbette o kadar kişinin içinde öpüşmüyorlardı ama yine de yan yana oturmak, sarılmak ya da ellerini tutmak çok doğal geliyordu.

*****

Salı akşamı hep birlikte dışarıda yemek yiyeceklerdi. Çağla annesinin diktiği tulumu giymeyi düşündü. Sonra vazgeçti. Yazlık elbiselerden birini giydi. Yüzü biraz daha bronzlaştığı için şeftali rengi bir ruj ile bir göz kalemi yeterli gelmişti. Elbette biraz da rimel.
Hazır olduğunda kızların ıslıkları ile karşılaştı. Aşağı indiklerinde de erkeklerin beğeni dolu bakışları kızlara yönelmişti.
“Doğan, bunları kaybetmemek için bellerinden ip ile bağlasak mı? Başımıza bela alıyormuşuz gibi geliyor.”
“Asıl bizim sizi bağlamamız lazım. Çok yakışıklı olmuşsunuz.”
“Karşılıklı iltifatlarınız bittiyse yola çıkalım mı?”
“Aman siz bizi iki dakika konuşturmayın. Hadi gidiyoruz.”
Afife Hanım evde kalmayı tercih etmişti. Gündüz yorulduğunu söylese de gençleri rahat bırakmak için gitmediğini herkes anlamıştı. Sadece salata yiyeceğini söylediği için kızlar yemek hazırlamamıştı.
Arabada yine de sıkıştılar. Arkada dört kız oturuyordu. Hallerine gülerek yolu aldılar.
“Ben şu arabayı değiştireyim bari. Sığamıyoruz.”
“Biz halimizden memnunuz.”
“Yapışık dörtlü gibi oldunuz. Sizi ayıramayacağız.”
“Kim demiş? Her an ayrılırız, sadece yolculukta yapışıyoruz.”
“O halde yarın öğleden sonra Çağla’yı kaçırırsam kimse bana kızmaz.” Arabadan inerken sormuştu bunu.
“Nereye kaçırıyormuşsun beni?”
“Biz seninle biraz tekneyle gezelim diyordum. Öğrendiğime göre Yeşim ile Berna tekne gezisinden hoşlanmıyormuş. Öyle değil mi?”
“Öyle. Şehir hatları vapuru bile beni çıldırtabiliyor. Denizde bile ayağım yere değmeli.”
“Uçaktan korkmuyorsun da denizden mi korkuyorsun?” Doğan şaşkınlıkla sordu.
“Aynen öyle Doğan. Tuhaf ama açık denizden korkuyorum.”
Tayfun, Çağla’nın kulağına “Doğan ile Elif de biraz baş başa kalsın. Böylece bir günü birlikte geçiririz.”
“Bu kadar dil dökmene gerek yok. Ben dünden razıyım.”
“Tamam o zaman. İkimiz küçük bir tekne tutup açıklara gidebiliriz. Korkmazsın değil mi?”
 “Ben denizden korkmam. Fırtınada falan kalmadım gerçi. Ama yine de açık denizde yüzmekten de korkmam.”
“Yarın bir tekne kiralayalım ve mehtabı da denizde karşılayalım olur mu?”
“Olmaz mı? Süper olur.”
“Tamam canım.”

*****

Ertesi gün öğlene doğru Tayfun teknenin hazır olduğunu söyledi. Çağla diğerlerine yine davette bulundu ama onlar kabul etmediler. İkisi tekneye bindiğinde kaptanın onlarla vedalaşıp ayrılmasına şaşırdı Çağla.
“Sen mi kullanacaksın?”
“Evet. Korkma kaptanlık belgem var.”
“Korkmadım. Şaşırdım.”
“Baş başayız güzelim. Seni kaçıracağım.”
“Çok korktum aşkım. Ödüm çıt dedi.”
“Benimle dalga geçersin ha? Yandın sen. Hadi bakalım. Açılıyoruz miço.”
Kiraladığı sekiz metrelik, çift kamaralı tekne burnunu denize çevirmiş, masmavi denizin üstünde süzülmeye başlamıştı. Çağla geniş kenarlı şapkasının altında güneşten korunuyordu. Yine de koruyucu kremlerini sürmeden evden çıkmamıştı. Tayfun da güneşin etkisini azaltmak için beyaz polo yaka bir tişört ile beyaz şort giymişti. Ayağında yine beyaz keten ayakkabılar vardı.
“Sana çok şık olduğunu söylemiş miydim?”
“Teşekkür ederim tatlım. Sen de çok şıksın.”
Çağla bikinisinin üstüne aynı renklerden boyundan bağlı bir elbise giymişti. Ayağında ise yüksek topukları olan tokyoları vardı. O da gerçekten şıktı. Bir ara fazla mı süslüyüm acaba, diye düşünmüş ama Tayfun’un gözüne şık görünmek hoşuna gitmişti.
Yanlarına öğlen ve akşam için yiyecek aldılar. Hatta Tayfun akşam yemeği  için yanına başka bir kıyafet almasını söylemişti. Çağla onun romantik bir adam olduğunu anladıkça keyifleniyordu. Annesinin diktiği o tulumu yanına almıştı. Bakalım görünce ne yapacaktı? Onu giymekle başını derde mi sokuyordu acaba?
Tekne ile koylardan birinin açığına geldiler. “Koyda gireceğimizi bilseydim kızlara söylerdim. Onlar açık denizde gireceğiz diye korktular.”
“Onlar olmadan benimle olmak hoşuna gitmiyor mu?”
“Bu sözlerimden o anlaşıldı değil mi? Yok ya onlara yalan söylemiş gibi olduk da ondan rahatsız oldum. Yoksa şu anı kimseye ve hiçbir yere değişmem.”
“Bak bu güzel yanıt. Şimdi o güzel poponu kaldır ve bize soğuk bir şeyler ikram et. Ne kadar gölgede olsak da sıcak nefes aldırmıyor.”
“Tamam ama sonra hemen yüzeceğiz.”
“Anlaştık.” Tayfun demir atarken Çağla ikisine de meyve suyu hazırladı. Elinde iki bardakla yanına gelince Tayfun beline sarılıp kendine çekti. “Dikkat et dökülecekler.”
“Umurumda değil. Kollarımda olmazsan o meyve suyunun ne tadı olacak ki?”
“Hımm yani senin şekerin oluyorum bu durumda.”
“Şımarık şeker. Ama haklısın.”
İkisi de birer yudum aldıktan sonra ikinci yudumu Tayfun Çağlanın dudaklarından içmeyi tercih etti. Zaten kaç saattir öpmediği için açlık hissetmeye başlamıştı. Çağla da halinden memnun yanıt veriyordu. Bazen küçük bazen derin ve uzun öpücükler ikisinin de nabzını hızlandırıyor, istekle dolduruyordu.  Tekneyi güneşe doğru çevirmiş arkadaki minderlere oturmuşlardı.
Çağla ne zaman o minderlerde uzanır hali geldiğini fark etmemişti. Tayfun’un elinin dolaştığı yerler heyecanını arttırıyordu. Kendi elleri de çoktan tişörtün altına girmişti. Tayfun’un sırt kaslarını elinde hissettiğinde heyecanı arttı. İki gündür onu izlese de ellerinin üstünde gezinmesinin etkisi ile kıyaslanamazdı. Kendi karnında, bacaklarında ve göğüslerinde gezen ellerin yaydığı titreşimler ise vücudundaki isteği arttırıyordu. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında değillerdi. Koya giren başka bir teknenin sesi ile kendilerine geldiler.
“Ya sabır. Nerden buldular bu koyu?”
“Sen nereden bulduysan onlar da öyle buldu canım. Ama iyi de oldu sanırım.”
“Duramayacağımı mı sandın? İstediğin an dururdum.”
“Sorun burada işte. Ben durmanı istemeyi akıl bile edemezdim.”
“Tühhh. Şimdi daha çok kızdım şu tekneye. Hadi yüzelim. Kendimize gelelim.”
Çağla, önce bikinisinin üstünü düzeltti. Göğüslerinin çıplak olduğunu fark eteğinde biraz utanmıştı ama az önce onların öpülmesinden ve okşanmasından son derece memnundu.
Yarım saate yakın yüzdüler. İkisi de suda şakalaşmaktan hoşlanmıyor ama yüzmekten ve yorulunca durup konuşmaktan hoşlanıyordu.
Tekrar tekneye çıktıklarında acıkmış olduklarını anladılar. Yanlarında getirdikleri yiyeceklerden ve meyvelerden oluşan bir masa hazırladı Çağla. Tayfun onun hareketlerini izliyor, yanına her gelişinde küçük öpücükler konduruyordu. Ama bu öpücüklerin yeri belirsizdi. Bazen koluna, bazen omzuna hatta birinde eğilip bacağına kondurmuştu. Bu sevgi gösterileri çok hoşuna gidiyordu.
Yemekleri bitip masa toplandıktan sonra yine minderlere uzandılar. Bu kez Tayfun sırtını teknenin tahtalarına yaslamış, Çağla’yı da göğsünün üstüne yatırmıştı. Sarıldığı genç kızın kolunu yavaş yavaş okşuyordu.
Bir süre sonra ikisi de uykuya yenik düştü. İlk kez birbirlerinin kollarında uyuyan aşıklar bir saat kadar sonra uyandılar.
Yeniden denize girmeden önce biraz daha birbirinin kollarında olmanın tadını çıkarttılar.
“Seninle uyumaya alışabilirim.”
“Seninle uyanmaya alışabilirim.”
“Hadi biraz daha yüzelim. Güneş batmadan tadını çıkartalım.”
Tayfun saatine baktı. Gün batımına daha çok vardı. Elinden tutup Çağla’yı kaldırdı. “Hadi bakalım denizkızı at kendini sulara.”
Bu kez daha da uzun kaldılar suda. Çağla temiz ve ılık sudan çıkmak istemiyordu.
“Parmaklarımın ucu buruştu. Biraz daha suda kalırsak çekeceğiz. Çık hadi.”
“Tamam aşkım son kez yüzeyim geliyorum…”
Bu cümleden sonra on dakika daha geçmiş Çağla nihayet çıktığında saat yedi olmuştu. Teknenin yan tarafındaki hortum ile duş aldı. Hortumun içindeki su iyice ısınmıştı. Sıcak su vücuduna deyince ince bir çığlık attı. Sonra su soğudu ve o da rahatça yıkandı. Denize sabun karışmaması için duru suyla yıkanmıştı. Sonra aynı şekilde Tayfun duş aldı.
Tayfun duşunu bitirdiğinde Çağla’nın kendisini izlediğini gördü. Beğeni ile bakıyordu. Az önce de kendisi onu izlemişti. Tüm kıvrımlarını ezberlemeye çalışmıştı. Öğlen kollarındayken o kıvrımların tek tek tadına da bakmıştı. Kendinden geçirecek kadar güzeldi… Hem görüntüsü… Hem tadı… Tayfun vücudunda değişimler olduğunu hissettiğinde bakışlarını denize çevirdi. Aklını Çağla’dan uzak tutması çok zordu. Denize bakması da aklından başka şeyler geçirmesi de bunu engelleyemiyordu. Derin nefesler alarak kendine hakim oldu.
Şu an en son yapacağı şey onu tekrar kollarına almak olmalıydı. Biraz sakinleşmek için kamaraya inip üstünü değiştirdi. Şimdi üstünde kalçalarını saran beyaz bir pantolon, üstende tiril tiril mavi bir gömlek vardı. siyah saçlarının ıslak hali çok çekici bir hava yaratmıştı. Günlerdir kesmediği sakallarını şöyle bir süzdü aynada. Güzel gözüküyordu. Ayağında yine beyaz keten ayakkabıları vardı. Tekneye zarar vermeyecek tabanları olduğu için giymişti. Biraz parfüm de sıktıktan sonra kamaradan çıktı.
Çağla, eşyalarını bıraktığı kamaraya girip üstünü değiştirdi. Güneşin renklerindeki tulumun altına aynı renklerdeki terliklerini giydi. Saçlarını parmakları ile düzeltti. Makyajını yaptı. En son parfümünü sıktı ve hazır olduğuna inandıktan sonra çıktı kamaradan. Üç basamağı tırmanıp Tayfun’un yanına çıktığında onun ne yapacağını merakla bekledi.
Çağla’yı gören Tayfun donup kaldı.
Kendinden sutyenli üst kısmı hayal gücüne fazla ihtiyaç bırakmayacak şekildeydi. Ama en güzel tarafı bacaklarını tamamen gözler önüne seren yırtmaçlı paçalardı. Bronz teni o yırtmaçlardan gözüktükçe az önceki bikinili halinden daha da tahrik edici oluyordu. Yutkunmakta bile güçlük çeken Tayfun tek söz söyleyemedi. Yerinden kalkıp basamakların önünde duran Çağla’ya doğru yürüdü. Yüzüne baktıktan sonra “Sen beni öldürmek mi istiyorsun? Bu nasıl bir güzellik? Allahım aklımı koru. Bu kıyafeti benden başka kimse gördü mü?”
“Annemi saymam mı lazım?”
“Bunu da annen mi dikti? Benim kayınvalidemle konuşmam lazım.”
“İşe yaradığı kesin. Gerçi onun diktiği halinde bacak yırtmaçlarım kasıklarıma kadar çıkıyordu. Bu iyi hali.”
“Bir de o halini görsem ne olurdum acaba? Çağla, çok güzelsin ve ben seni çok seviyorum ama beni bu kadar zorlama. Yoksa bebeğimiz erken doğumla aramıza katılmış olacak.”
Çağla sadece parmak ucunda kalkarak kollarını boynuna dolayıp öptü.
Saat neredeyse sekiz olmuştu. Tayfun dümene geçti. Bir düğmeye bastı. Demirin zincir sesi duyulmaya başladı. Çağla dümenin başındaki Tayfun’un yanına gitti. Yavaşça hareket eden tekne koydan çıktı. Tayfun bir kolunu Çağla’nın beline attı. Yanına çekti.
“Dümene geçmek ister misin?”
“Yapamam.”
“Kolay. Gel buraya. Ben de arkanda olacağım. Böylece sana iki kolumla sarılabileceğim.”
“Maksat bana öğretmek değil fırsattan istifade sarılmakmış. İyi tamam sarıl o zaman.” Çağla onun kollarında olmaktan şikayetçi değildi ki bu fırsatı kaçırsın. Tayfun da sarıldığı kadının yüzünü okşayan saçlarını çekti. Ondan sonra da ilk öpücüğünü şakağına, ikinciyi boynuna üçüncüyü kulağının hemen altına, dördüncüyü ise saçlarına kondurdu. “Seni seviyorum deniz kokulu kadın.” Bundan sonraki öpücükler ise tamamen gözlerinin önünde olan sırtının her noktasına konuyordu.
Çağla o küçücük öpücüklerin hissettirdiklerinden sıyrılmak istese de başaramıyordu. Verdiği yanıt da zaten havada kalmış gibiydi. “Ben de seni seviyorum.”
Çağla daha fazla şeyler beklediğinin bilincinde Tayfun’un konuşmaya devam etmesini istedi. Ama devamı gelmedi. Hayal kırıklığı ile dümeni tutmaya devam etti. Tayfun kulağına ne yapması gerektiğini söylüyordu. Güneş teknenin burnundan batarken ortalığı çok güzel bir kızıllık sarmıştı. Karşıdan gelen küçük bir balıkçı teknesi üstlerine doğru geliyordu. Tayfun onların geçişi için motoru yavaşlatmasını söyledi. Artık neredeyse küçük dalgaların verdiği salınma ile hareket ediyorlardı. Balıkçı teknesi yanlarından süzülerek geçti. Çağla az önce yavaşlattıkları motoru hızlandırmak istedi. Tayfun elini tuttu. “Burada duralım biraz. Demir atalım.” dedi. Düğmeye bastığı an yine zincirin sesi duyuldu. Kıyıya yakın gittikleri için demir atmak sorun olmamıştı. Çağla ufukta kaybolan güneşi izliyordu. Hava biraz daha kızıllaşmıştı.
“Gel biraz oturalım. Şu güzelliklerin keyfini çıkartalım.”
İkisi yerdeki minderlere oturdu. Tayfun bu kez Çağla’nın kenara oturmasını sağlamıştı. Kendisi oturmadan içeri girip bir şişe beyaz şarap ile iki kadeh aldı. Şarabı açıp kadehlere doldurdu. Bir tabakta peynir, diğerinde iki salkım üzüm vardı. Ortam çok baştan çıkartıcıydı.
Çağla, kadehi eline aldı. Tayfun’un yüzüne baktı. Neye kadeh kaldıracaklarını bilemiyordu. “Sevgimize” dedi Tayfun… Çağla, tekrarladıktan sonra küçük bir yudum aldı. O ana kadar geciktirdikleri konuşmanın yapılacağını anlamıştı. Tayfun yanına oturmuş, yine kolunu omzuna atıp kendisine yaslamıştı. Kısık bir sesle konuşmaya başladı.
“Seni çok seviyorum. Sanırım bu kadar çok sevdiğim için benden bir şeyler gizlemene çok kırıldım. Hele de sperm bankasından bebek yapmayı düşünmen, olmadı bir sürü erkeği baba adayı olarak görmen… Bunlar beni gerçekten çok üzdü. Nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama yüreğimi sökmüş gibi oldun. Sonra bunların hepsinin bir buçuk yıla kadar menopoza girecek olmandan kaynaklandığını düşündüm. Bir de buna kızdım. Beni bunları anlatacak kadar sevmediğini, benden bebeğinin olmasını istediğini ama bana aşık olmadığını sandım. Sırf uygun olduğumu düşündüğün için benimlesin gibi geldi. Her yeni düşünce bir öncekine olan kızgınlığımı arttırdı. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Ama düşündükçe daha kötü sonuçlara ulaşıyordum. Senden ayrı kalmak istedim. Bu süreçte senin ne yapacağını da merak ediyordum. Yine eski hayatına dönecek miydin? Yine birileri ile çıkacak mıydın?”
Çağla onun duygu karmaşasını anlıyordu. Ama bu son cümle ile bir anda tüm yaşanmışlıkların anlamsız olduğunu sandı. “Gerçekten böyle mi düşündün? Başkaları mı olacak sandın? Seni sevdiğime inanmadın mı?”
Tayfun, sarıldığı omzu iyice kendine çekti. Önce o dolgun dudaklara küçük bir öpücük kondurdu. Sonra biraz daha büyük… Biraz daha büyük… En sonunda konuşmaya karar verdi. “İnanıyorum. Sadece kısa bir süre tereddüt ettim. Beni sevmemenden korktum. Seni kaybetmekten korktum. Benim en büyük korkumun bu olduğunu daha önce de söylemiştim sana. Seni kaybetmekten çok korkuyorum.”
“Ben de seni kaybettiğimi sandım.”
“Beni kaybetmedin. Asla kaybedemezsin. Tüm bu kafa karışıklığım düğün gecesinin sabahında bitmişti. Ertesi gün seni aramayı çok istedim. Bir şeyler beni engelledi. Sonra bu tatili düşündüm ve sana hem beni üzdüğün günlerin cezasını kestim hem de sonunda kendimi sundum.”
Tayfun, önce kendi kadehini bıraktı. Sonra Çağla’nın elindeki kadehi alıp yere koydu. Çağla’yı kollarına aldı, başını omzuna yaslayıp sıkıca sarıldı. Bir eli ile saçını ve yüzünü okşuyordu. Tüm kötü günler geride kalmıştı ve bu her okşayışında Çağla’ya ulaşıyordu. Şakağına bir öpücük kondurdu. Yakınlarından geçen balıkçı teknesinin dalgaları bulundukları tekneyi salladı. Tekneye bir şey çarpıyordu. Ne olduğunu anlamayan Çağla merakla Tayfun’a baktı. “Ne sesi o?”
“Denizde yüzen bir şey çarptı sanırım. Bakalım neymiş?” diyerek ayağa kalktı. Çağla’yı da kaldırdı. Meraklı gözlerle kararmaya başlayan denize baktı, Çağla. En sonunda gördü tekneye çarpan şeyi.
“Şişe mi o?”
“Evet sanırım şişe.”
“Neden batmamış? Ağzı kapalı galiba”
“Bilmem. Al bak istersen.”
Çağla, küpeşte demirine tutunup eğildi. Şişeyi aldı. Ağzı gerçekten mantarla kapatılmıştı. Heyecanla şişeyi teknedeki lambaya doğru tuttu. İçinde bir şey olduğunu görünce çığlık attı.
“Tayfunnnn içinde bir kağıt var.”
“Ciddi misin? Aç mantarı bakalım ne yazmışlar?”
“Kim bilir ne zamandır denizdedir? Acaba kime yazılmıştır?”
“Aç da öğren meraklı şey?”
Çağla, mantarı sağa sola iterek kıpırdattı, sonra da asılıp açtı. Hem bir başkasına yazılmış notu okumanın ayıp olacağını düşünüyor, hem de merakını yenemiyordu. Şişenin içindeki kağıdı çıkartmak için birkaç kez sertçe salladı. Rulo yapılmış kağıt ayaklarının dibine düştü. Heyecanla aldı kağıdı ve açtı. Tek bir cümle yazılmıştı…

Çağla, benimle evlenir misin?

1 yorum: