Çağla, Abant’tan döndüğünden beri geçen
bir haftalık sürede hep mutsuz gezmişti. Ne olduğunu hala çözemediği ruh hali
ile ortalıkta gezinmesi kız arkadaşlarını tedirgin ediyordu. En son Elif
aramış, diğer kızların sorduklarına çok benzer sorularını sıralamıştı.
“Neyin var senin? Doğan şirkette de
böyle gezdiğini söylüyor.”
“Sanırım şu bebek işi farkında olmadan
etkiliyor beni.”
“Çağla sen bebeğe bu kadar takmazsın.
Öyle olsaydı önüne çıkan bir taliple kırk kere evlenmiş ve hamile kalmıştın.
Senin derdin başka.”
“Gerçekten bilmiyorum. Hasta olacağım
sanırım.” Kimseye söyleyemezdi çünkü kendine bile söylememişti.
“Dikkat et kendine. Havalar çok soğuk. Oralarda da o kıyafetle donmuşsundur.”
“Otelde üşümedim. Orası çok
güzeldi. Geldiğimden beri tuhafım. Sanırım burada üşüttüm.”
“İyi öyle olsun. Ama başka
bir derdin varsa ve anlatmıyorsan bozuşuruz bilmiş ol.”
“Yok öyle bir şey. Sen ne
yapıyorsun bugün? Doğan’la mı buluşacaksın?”
“Evet. Bu hafta sonu
çalışmayınca iki gün bize kaldı.”
“Çok iyi. Selam söyle.
Öptüm canım. Ben biraz uzanayım.”
“Kendine iyi bak diyeceğim
ama bakamamışsın ki. Daha beter olma diyeyim bari.”
Çağla, hasta olmadığını biliyordu.
Fakat kimseye, kendine bile neyi olduğunu açıklayamıyordu. İşini yapıyor, evine
dönüyordu. Sinemaya gitmek, konser dinlemek bile kendisini mutlu etmediği için
evden çıkmamıştı hafta sonu.
Bir derdi vardı…
Evlilik ve bebekten başka
bir derdi vardı…
*****
Nisan ayının ilk haftası
bittiğinde silkelenmesi gerektiğine karar verdi. Bu arada telefonu hiç
durmuyor, Jülide’nin nişanında tanıştığı erkeklerden ikisi devamlı arıyor hatta
iş yerine çiçek yolluyordu. O çiçeklerin etkisi pek de olumlu olmamış, Yakup
ile Ali çok bozulmuştu. Hala ne beklediklerini anlamıyordu Çağla. Onlarla
olmaz, olamazdı… Kendisi ile ilgilenen diğer erkekleri değerlendirecekti.
Nihayet içlerinden biri ile
çıkmayı kabul etti. Erkan ile ilk buluşma son buluşma oldu. Erkan, ellerini
kollarını kendi yanında tutamayan, devamlı Çağla’nın eline koluna dokunan
biriydi. Hatta bazen bunlar okşamaya dönüşüyordu. Daha ilk buluşmada bu kadar
eline koluna hakim olamayan ikinci buluşmada yatağa gitmeye kalkar, diyerek
hemen listesinden sildi. Böyle erkeklere tahammülü yoktu. Dur bir bak bakalım,
karşındaki kadının da sana böyle bir ilgisi var mı? Üstelik normal bir kadının
ilk buluşmada bu kadar aktif olmasını bekleyen erkek o kadını hangi gözle
gördüğünü belli eden erkektir. Çağla, bir daha açılmamak üzere Erkan sayfasını
kapattıktan sonra diğer erkeğe yani Gürkan’a şans verdi.
Gürkan, açık kahverengi
saçlı, yine açık kahverengi gözlü biriydi. Çok muntazam yüz hatları vardı.
Eline koluna sahipti. Düzgün ama çok pahalı olmayan bir yerde yemek
ısmarlamıştı. Uzun saatler oturulabilecek bir ortamdı. Onlar da öyle yaptı ama
hep bir şeylerin eksik olduğunun farkındaydı, Çağla. Gürkan iyi arkadaş olacak
erkeklerdendi. Öyleydi galiba. En azından Çağla için. Çağla’nın ikinci kez
görüşmek istemediğini söylemesine kendisine bir şans daha vermesi için talepte
bulunarak ama ısrar etmeyerek yanıt verdi. Onun kırılgan görüntüsüne üzülen
Çağla ikinci buluşmayı kabul ettiğinde bunun bile gereksiz vakit kaybı olduğunu
biliyordu.
Yanılmamıştı…
*****
Bu arada evde geçirdiği her
pazar günü mutfağa girip bir şeyler yapmaya başladı. İlk yaptığı poğaçaların tadı
fena sayılmazdı ama şekilleri annesininkilere hiç benzemiyordu. İçine az ya da
çok malzeme koyduğu için irili ufaklı olmuştu hepsi. Zaten hamuru tutturana
kadar epey un, katı olunca da epey su koymuş ve böylece koca bir hamura sahip
olmuştu. Artık kıvamında hamurlar yapabiliyordu. Annesi bile takdir etmeye
başlamıştı. Bu mucize gibi bir şeydi.
Yaptığı kekleri,
kurabiyeleri şirkete götürmek ve arkadaşları ile paylaşmak hoşuna gidiyordu.
Tayfun bey ilk hafta
getirdiği kurabiyeleri teşekkür ederek kabul etmemişti. İkinci hafta götürdüğü
kek içinde aynı yanıtı alınca canı sıkılmış olarak odasından çıkmıştı. Bu
pazartesi üçüncü kez denemeyecekti. Nasılsa onun elinden bir şey yemiyordu.
Zaten ortalıkta asık yüzü ile gezip duruyordu. Canı sıkkındı demek ki…
Bu kez limonlu kek yaparak
götürdü şirkete. İlk önce Fatma Hanıma verdi. Hatta karşılıklı çay içerek
yediler. Sonra şirkete giren herkes önce mutfağa uğradı ve üç haftadır aynı
şekilde başladıkları güne yine kek ve çay ile başladılar. Süleyman beyin kekini
ayırdı. Tayfun beye ayırmayacaktı ama zaten çok dilim vardı. İstiyorsa mutfağa
gider yerdi. Tabakta kalan kekleri kağıt peçete ile kapatıp masasına geçti.
“Çağla, her pazartesi kek,
kurabiye yapmanın özel bir nedeni mi var? Hani yakında evlilik falan varda
mutfağa alıştırma mı yapıyorsun? Bak her geçen hafta daha lezzetli oluyor.
Haftaya da havuçlu kek yap.” Doğan, mutfaktan çıkarken elinde çoğu yenmiş bir
dilim kek vardı.
Çağla başını çevirmeden
yanıt verdi. “Artık hafta sonlarımı evde geçiriyorum. Canım sıkılınca da
mutfağa giriyorum. Eh fazla keki çöpe mi atayım? Getiriyorum size veriyorum.”
“Sağ ol be. Ne kadar
bonkörsün. Kızım çöpe atılacakları arkadaşlarına vermeye utanmıyor musun?”
“Sen benim kekime illa bir
kulp bulmaya utanmıyor musun? Sana çok bile.”
Onlar konuşurken kapıdan
Süleyman Bey ile Tayfun Bey girmişti. Konuşmayı duyan ikili gülümseyerek ve
başlarını sallayarak odalarına yöneldiler.
İki dakika kadar sonra
ekranında bir mesaj belirdi. “Şu çöpe atacağın kekinden bana ikram etmek yok
mu?”
Tayfun Bey bu hafta kek
istiyordu!
Kendisi vermemek için tavır
almışken böyle bir talep ilginçti. Yerinden kalkıp zaten kendisinde olan çay
dağıtımını da araya katarak kekini götürdü. Tayfun tabaktaki keki çatalı ile
küçük bir parça keserek ağzına attı. Yuttuktan sonra kendisine merakla bakan
Çağla’ya döndü. “Doğan’a aldırma çok güzel olmuş. Eline sağlık. Havuçlu keki
severim ama ıslak keki daha çok severim.” diyerek ikinci lokmayı da ağzına
götürdü.
‘Ben bu adamı anlayamayacağım. Ne oldu da bir anda iştahı açıldı?’ Yerine giderken keyfi yerine gelmiş gibiydi.
Küçük patron onu takdir etmişti. İyi ama burası pastane değildi ki, kekinin
takdir edilmesinin ne anlamı vardı?
*****
Çağla, haftanın ilk üç
gününü çok yoğun geçirmiş, perşembe gününe ise işi kalmamıştı. Ufak tefek
işlerle vakit öldürüyor, destek isteyenlere yardım ediyordu. O da bitince
koltuğunda oturup boş ekrana bakmaya başladı.
Aklından geçenler bölük
pörçüktü. Ne istiyordu? Nasıl istiyordu? Hayatındaki erkek nasıl olmalıydı?
Neden bu aralar kimseyi beğenmiyordu? Çıktığı herkese hemen bir kulp buluyordu.
En iyisi nasıl birini istediğini listelemekti. En iyi yaptığı şeyi yaparak
hayatına yeniden yön verecekti.
Daha önce yapıp da
yanıtlamadığı listesini aradı bilgisayarında.
Bulunca maddeyi hemen yeni bir sayfaya taşıdı.
Nasıl bir erkek istiyorum?
: Bunun
yanıtı çok uzun… ayrı bir liste konusu… sonra yazılmak üzere bir kenara
kaldırıldı.
İlk işi maddenin devamına
yazdığı notu silmek oldu. Artık listesini yazabilirdi.
1-
Boyu boyuma, huyu huyuma
uymalı : Ne çok uzun, ne kısa olmasın. Benim zevk aldığım şeyleri sevmeye
çalışsın. Mümkünse zaten seviyor olsun. Eh bunları ileriki maddelerde tek tek
yazarım.
2-
Benim standartlarıma göre
tipi olmalı yani kumral ya da sarışın olmalı. Saçı; uzun, kısa, kel fark etmez.
Evet,
sarışın ya da kumral olmalı. Buğday tenli olmalı. Arap gibi adam istemem. Gerçi
yanınca güzel oluyor erkeklerde ama yinede beyaz tenli en fazla buğday tenli
olmalı
3-
Sakalı da bıyığı da
olabilir ama onlara iyi bakmalı temiz ve bakımlı bir sakal
hiç de fena olmaz. Gerçi uzun zamandır sakallı biri ile birlikte olmuyorum ama
bir değişiklik yapabilirim.
4-
Toplum içinde konuşmayı,
oturmayı kalkmayı ve bana saygı göstermeyi bilmeli kendisini ispatlamak için abuk subuk konuşan insanlardan olmamalı. Çok
konuşup insanları baymamalı. Benim de yanında olduğumu unutmamalı
5-
Kavgayı baş başayken
yapmalı, barışmayı da öyle, barışmak için de saçma sapan pahalı hediyeler ile
beni kandırmaya uğraşmamalı En kızdığım şeyi asla
yapmamalı. Toplum içinde kavga, ağız dalaşı kadar çirkin şey olamaz.
6-
Yemek konusunda ukalalık
derecesinde bilgili ya da ne konsa yerim derecesinde damak tadından uzak
olmamalı, Bulamaç gibi yemekleri iştahla yiyen
kişilerden nefret ediyorum. Ama ben ‘bu yemek kızgın ateşte en fazla sekiz
dakika pişirilmeliydi. Aşçı on dakika pişirmiş. Lezzetini bozmuş, karamelize
olmalıydı’ gibi açıklamalara tahammül edemiyorum. Yemeğini ye kardeşim
7-
Çok alkol almamalı, yerinde
ve dozunda içmeli ki keyfimi kaçırmamalı Buna yorum bile yapmam.
Böyle olmalı o kadar! Benim de sarhoş olmama izin vermemeli. Ben hiç sarhoş
oldum mu? Anımsamıyorum… Abant’da sarhoş olmadım değil mi? Hani yorumsuzdu…
8-
Sigarayı hiç kullanmamalı yorumsuz bir madde daha. Bebeğimin babası olacak kişi asla sigara
içmemeli
9-
İleride çocuğumuz olursa en
az benim kadar ilgilenecek yapısı olmalı Bunu en sonlara mı
yazsaydım? Acele etmeye ne gerek var ki? Saçmalıyorum. Acele etmeliyim. Hem de
çok acele etmeliyim…
10-
Mutlaka ev işlerinde bana yardım etmeli… birlikte yaparsak çabuk biter, böylece birlikte daha çok vakit
geçiririz… evet bu ona iş yaptırmak için güzel bir mazeret
11-
Hep takım elbise ya da hep
kot giymemeli. İkisini de yakıştırmalı,
yerine göre giyinmeli, ben tuvalet giydiğimde o kotu ile olmamalı.
12-
Denizi sevmeli mutlakaaaaa,
yüzmeyi de bilmeli… ah tatilllllllllll deniz güneşşşşşşşşş
13-
Dağı da sevmeli bir
mutlakaaaaaa da buna… doğayı sevmeyen insan olur mu? O insan olamaz
14-
Maçı sevmesinde sakınca yok
ama yedi yirmi dört maç izlememeli aynı takımı tutmasak bile
birlikte maça gidebilmeliyiz… alt tarafı birimiz sopa yeriz.
15-
Çoraplarını salonda
çıkartıp, yatak odasında aramamalı, çıkarttığı yeri bilmeli Bu maddeyi sevmeyecek erkek yoktur sanırım… ama avizeden de çorap
toplamamalıyım
16-
Diş macununu istediği
yerden sıkabilir, ben de sıkarım çünkü ama neden buradan sıktın dememeli… o derse ben de derim. Kavga istiyorsa kaşınsın… bundan daha sudan sebep
yoktur sanırım
17-
Sporu sevmeli ve yapmalı… ileride kocam göbekli olmamalı… tamam ben de göbekli olmamalıyım… ya da
göbeğimi “ayva” göbeğim var diye satmaya çalışabilirim… o kadar kusur kadı
kızında da olur…
18-
Dans etmeyi sevmeli Çünkü ben çok seviyorum. Hem dans etmeli hem göbek atmalı, ağır abi
olmamalı
19-
Sesi kötüyse de şarkılara
eşlik etmeli, insan keyfini çıkartamadıktan sonra neye yarar eğlenceye gitmek…tamam sesi çok kötü ise katılmasın. kulaklarımı da kapatamam ayıp
olur
20-Hayatımdaki erkek bazen de susmalı ve benim de susmama izin
vermeli… Sessizlik rahatsız edici değildir. O anları
birbirimiz ile doldurabilmeyi bilirsek. Bazen kendimle hesaplaşmak için
susmalıyım. O da, sorunum neyse, ona anlatana kadar, beni benimle bırakmalı.
Sordukça sinirlenirim ben. Ama adam bunu bilmez ki önce anlatmam, öğretmem lazım.
Çağla, ilk yirmi maddeyi
bir solukta yazmış, yanlarına da düşüncelerini eklemişti. Kesinlikle devamının
geleceğinden emindi. Yine de istediği erkeği tanımlarken bu maddeler çok işine
yarayacaktı.
Dosyayı “Doğru Erkek” adı ile kaydettikten
sonra yemeğini yemek için mutfağa geçti.
*****
Elif ile odasında otururken
bir yandan da derginin resimlerine bakıyordu. Bu yazın modası çok güzeldi.
Aslında biraz para harcasa iyi olabilirdi. Şu can sıkıntısı geçerdi en azından.
Neredeyse mayıs gelmişti. Nisanın son haftasındaydılar ve hala havalar soğuktu.
“Bu akşam Tolga ile
buluşacaksın değil mi?”
“Evet, ikinci kez
buluştuğum nadir erkeklerden biri.”
“Çok yakışıklı. Bu kez
turnayı iki gözünden de vurdun sanırım?”
“Bilmiyorum Elif. Sen
vurdun turnayı da ben ıskalayacağım sanırım.”
“Çağla, Doğan konusunda
sana ne kadar teşekkür etsem az.”
“Teşekkür etmene gerek yok.
Biliyorsun ben sadece sıralama yapmıştım. Yoksa kalbimde yeri olan biri
değildi. Zaten ben sevsem senin yanına sokar mıydım onu? Bak neler olduğu
ortada. Ama zaten sizin yan yana gelmenizle ortalık resmen alev almıştı. ”
“Çağla, ben sanırım ona
aşık oldum.” Elif’in sesi titriyordu. Çağla, elini tutup gülümsedi. “Sanırım o
da sana aşık oldu.”
“Ciddi mi söylüyorsun? Bunu
söyledi mi yoksa?”
“Söylemedi ama seninle
konuştuğu zamanlarda yüzünün şekli bile değişiyor.”
“Bunu duyduğuma sevindim.
Hatta çok sevindim.”
“Ben de sizin birlikte
olmanıza çok seviniyorum. Hiç olmazsa senin de boyuna uygun biri.” Çağla
kahkahalarla gülüyordu.
“Zaten boyu uzun diye bana
bıraktığını biliyordum.”
“Elbette. Ne yapacağım o
kadar uzun erkeği? Hem benim için sinema ve konser arkadaşı olmaktan öteye
geçmemişti.”
“Biliyorum. Arada bir
sinemaya ya da konsere gitmenize ses çıkartmam.”
“Ah canım, artık gidersek
de üçümüz gideriz. Senin aklına kötü bir şey gelmez ama başkaları fesattır.”
“Çünkü seni benim gibi
tanımaları mümkün değildir.”
“Sen ben birbirimizi
biliyoruz ama milletin aklını karıştırmaya ne hacet?” Gülüyordu keyifle.
Çağla’nın öyle takıntıları kendini kasmaları hiç olmazdı. Elif de bilirdi.
Çağla, bir yandan
konuşurken bir yandan da akşam giyeceklerini hazırlamaya başladı. Tolga ile
sinemaya gideceklerdi. O yüzden rahat bir şeyler giymeye karar verdi. En iyisi
kot ve gömlek giymek, mont ile de soğuğu kırmaktı. Elif evine gittikten sonra
Çağla duşa girdi. Saat altı olduğunda hazırdı. Telefonu çaldığında annesi ile
salonda konuşuyordu.
“Çağla, merhaba
aşağıdayım.”
“Geliyorum.”
Çağla annesi ile vedalaşıp
montunu da alıp aşağı indi. Tolga apartmandan çıktığını görünce arabadan indi.
Çağla neredeyse olduğu yerde donup kalacaktı.
Tolga, takım elbise
giymişti!
Üstelik ayağında da pırıl
pırıl bir ayakkabı vardı. Çağla, o akşam sinemaya gideceklerinden emin olmasa
düğüne ya da klasik müzik konserine gideceklerini sanabilirdi.
“Çok şıksın.” Takım
elbiseyi severdi ama maddelerinden biri buydu. Yerine göre giyinmek! Tolga,
sinemaya olan sevgi ve saygısı ile bu maddeye aykırı davranmıştı. Çağla, nostalji
futbolu izlediği zamanlarda gördüğü seyircileri anımsadı. Eskiden taraftarlar
maçlara takım elbiselerle gidermiş. O zamanın görüntüleri ile şimdiki stat
görüntüleri çok zıttı. Artık takımın formasına giymek neredeyse zorunluydu.
Tolga’ya bir iki soru sormaya karar verdi. Yerine oturduktan sonra “Hiç maça
gittin mi Tolga? Statta slogan attın mı?”
“Hayır. Ben takım tutmam.
Maç bana biraz kaba geliyor.”
“Anlıyorum.”
Çağla, çantasından not
defterini çıkarttı. Tolga’nın araba kullanmasından istifade edip hemen notunu
yazdı.
21-Hayattan keyif almayı bilmeli. Benim
sevdiğim şeyleri severse daha da iyi olur. Maçta slogan atmak gibi…
Çağla, Tolga'ya karşı
içinde oluşan olumsuz hislere hazırlıklıydı. İkinci şansı vermesinin nedeni
yakışıklı bulmasıydı. Fakat bu uyumsuzluklarını fark etmediği anlamına
gelmiyordu. Yanılmamıştı. Ne kıyafet seçimleri ne de zevk aldıkları şeyler
ortak değildi. Uzatmanın gereği yoktu. Bir daha buluşmayacaktı. Listesine yeni
bir madde ekledi.
22- Hislerine güven.
Boşa ikinci kez çıkıp vakit kaybetme.
23- Benimleyken gözleri ile başkalarını yemesin ; ikinci şansı verdiğim an gözleri ile başkalarını taramaya başladı.
Yenisini bulana kadar boş kalmamak için benimle devam etme baskısı yapmıştır...
24- Baba parası yemesin ; kendi parasını kazanamıyorsa babasının
parası ile hava atmasın. Ben ondan zenginim demektir bu…
Tolga, babasının işinde
çalıştığını ilk buluşmada söylemişti. O çalışmanın göstermelik olduğunu aslında
hiç işe bile gitmediğini anlatmış, üstelik bununla övünmüştü. Bir madde yazmak
için açtığı defterine olumsuz bir sürü madde yazınca ne olacağı belli olmuştu…
O gecenin sonunda Tolga
sayfası da kapanmıştı.
Pazar günü evde geçecekti.
Hahahahah liste çok eğlenceli ama kızımız iyi gelişme gösterdi son trende uyarak birde börek yaptı mı tamambu iş😂😂
YanıtlaSil