Pazartesi sabahı elinde kek
poşeti ile büroya girdi. Mutfak masasına koyduğu poşetin içinden iki ayrı kutu
çıkarttı. Kutunun birinde şirket için getirdiği kek vardı. Diğer kutuyu ise
dolaba sakladı. Kendi sırası değildi ama bu sefer gönüllü yapacaktı. Çay bardaklarına
çayları koyarken Fatma Hanım kapıdan girdi. İşi bitmişti.
“Hadi tadına bak. Beğenecek
misin?”
“Bana bak sen neden bu
aralar taktın keklere? Kilo mu almak istiyorsun? Şişman seven erkek mi buldun?”
“Aman kalsın. Bu aralar
erkekler ile aram kötü. Benim derdim pazar günleri vakit doldurmak.”
“Evlen de bebek yap bak
bakalım pazar günü boş dakikan oluyor mu?”
Fatma Hanım nereye parmak
bastığını hiç bilemeyecekti. Çağla biraz mahzunlaşınca kadın pot kırdığını
anladı. “Etrafına iyi bak. Mutlaka senin için en doğru insan çıkacak karşına.” Böylece
konunun kendisi için normal olan tarafına da çözüm getirdi.
Herkes mutfaktan keklerini
ve çaylarını alarak çıktı. Doğan, “Havuçlu beklemiştim.” diye dert yanarken
ardından mutfağa giren Tayfun Bey tabakta kalan tek dilim keki görünce
durdu. Sanki gülümsemişti. Sesi de çok
yumuşaktı. “O benim mi, amcamın mı?”
“Amcanızın. Sizinki
burada.” Dolaba sakladığı küçük kutuyu çıkarttı. Tayfun’un yüzü aydınlanmıştı.
“Benimki ayrı mıydı?”
“Evet, afiyet olsun. Umarım
sevdiğiniz gibi olmuştur.”
Tayfun kendine çay koyarken
Çağla da onun kekini bir tabağa koydu. Oldukça kalın bir dilimdi.
“Sen yedin mi?”
“Yedim.”
“Ama bu bana çok.”
“Beğenmezseniz atarsınız.
Beğenirseniz sonra da yersiniz.”
Tayfun hemen çatalın ucu
ile bir parçayı ağzına attı. “Harika. A Çağla, iyi ki yemişsin. Birazını sana
verecektim ama vazgeçtim.”
Çağla, kocaman bir
gülümseme ile baktı patronuna. O da kendisine gülümseyen bir yüzle bakıyordu.
Gerçekten gülüyordu yüzü…
*****
Orada kalmayı çok istese de
Tayfun elinde tabağı ve çayı ile odasına gitmeyi doğru buldu. Canı çalışmak
istemiyordu. Sabah aldığı telefon ile
canı sıkılmıştı. Bu hafta Nurgül dönüyordu. Hiç ummadığı bir anda ise günü
güzelleşmişti. Islak kek annesinin yaptığından bile güzeldi. Bunu anneme asla
söylememem lazım, diyerek yerine oturdu.
Nurgül çarşamba akşamı
uçakla dönüyordu. O akşam alıp evine bırakacaktı. Perşembe gününden itibaren
yine bitmez tükenmez kaprisleri ile kendisini bunaltacağından emindi. Zaten
yanına gitmedi diye üç ay içinde en az on kez kavga çıkartmıştı. Yanına gitmek
istemediğini hatta kendisini görmek istemediğini anlamıyordu. Her seferinde o
gelmişti. Her gelişinde de yarım günleri kavga ile geçmişti. Diğer yarım gün de ondan kaçmakla vakit
harcamıştı.
Tayfun, uzaktayken ayrılmak
doğru gelmediği için dönüşünü bekliyordu. İşte nihayet o gün gelmiş
çatmıştı.
Amcasının odaya girmesi ile
sıkıntısı dağıldı. Elinde bir yazı vardı. Tabaktaki keki görünce soru dolu
bakışlarını Tayfun’a çevirdi. “Niye senin kekin torpilli?”
“Çünkü benim için yapıldı.”
Bunu söylerken art niyeti yoktu ama amcasının bakışları o cümlenin ardında bir
şeyler aradığını belli ediyordu.
“Ya havuçlu, ya ıslak kek
yapacakmış. Bana sorunca ıslak dedim böyle oldu.” Acaba açıkladıkça batıyor
muydu? Amcası başka bir şey söylemeden kağıdı uzattı.
“Bu nedir?”
“Şu benim davetli olduğum
fuar ve seminerler. İkisi Almanya, biri Fransa ve ikisi İngiltere. Aralarda bir
iki günlük kısa aralar var ve üç hafta sürüyor. Yengen başımın etini yedi. Ben
oralarda kendime bakamazmışım. İlaçlarımı alamazmışım. Tansiyonum şekerim
fırlarmış. Sen gider misin?”
Tayfun, üç hafta buralarda
olmamayı ciddi olarak düşündü. Amcasına ve yengesine böyle bir konuda hayır
demek zaten içinden gelmezdi. Hem zaten aklının toparlanması ve kararlarının
netleşmesi için bu ortamdan uzaklaşması iyi olabilirdi. Belki şu an aklını
karıştıran kişi ile bu kadar yakın olmak net kararlar vermesine engeldi.
Üstelik çarşamba akşamı Nurgül ile bitirecek, perşembe sabahı yola çıkacaktı.
Zamanlama mükemmeldi. Dönene kadar Nurgül sayfası tamamen kapanırdı.
Ama diğer sorun çok daha
büyüktü. Üç hafta Çağla’yı görmeyecekti. Belki bu kafasını toparlamak ve
kendinden emin olmak için en iyisiydi.
“Tamam amca. Ben biletini ve diğer
değişiklikleri hallederim. Füsun ne zaman dönüyor?”
“Önce bir doğum yapsın!”
“A evet o hala doğum
yapmadı değil mi?”
“Senin aklın nerede? İyi
misin?”
“İyiyim.”
“Umarım”
Süleyman Bey yeğeninin iyi
olmadığının farkına varalı epey olmuştu. Nurgül’ü özlediği için öyle olduğunu
düşünüyordu. O yüzden de üç haftalık programı eline tutuştururken kabul etmek
istemeyeceğini tahmin etmişti. Oysa Tayfun bir dakikalık düşünmenin ardından
kararını vermişti. Belki de başka bir derdi vardı. hem şu kek olayı da neyin
nesiydi? ‘Acaba bir zamanlar istediğim
şeyler bunca zaman sonra mı olacak?
Amcası odadan çıkınca Tayfun başını masaya
koyarak düşünmeye başladı.
‘Nurgül’e katlanamıyorum. Artık sevişmeyi bile istemiyorum. Onun
yaptıklarına, söylediklerine tahammül edemiyorum. Yatakta iyi olmak bir yerden
sonra anlam ifade etmiyor. Yanında rahat ve huzurlu olduğum birini istiyorum.
Kim olduğunu biliyorum ama bunu ona söyleyemiyorum. Çünkü o benimle ilgilenmiyor.
İyi de ilgilenmese benim istediğim keki yapar mıydı? Hem de koca bir dilim
ayırmış bana. Peki bu bir anlam ifade ediyor mu? Benim için evet de onun için?
Off ne düşüncelerimi ne de duygularımı sıraya koyamıyorum. Çağla gözümün önünde
bir sürü erkekle buluşuyor ben ise ardından bakmakla yetiniyorum. Kıskançlıktan
bir gün damarlarım patlayacak. Bir de gülerek bakmıyor mu? Hiç umurunda
değilim. Bunu yüzüme karşı bağırsa bu kadar açık ifade eder. Allahım bana bir
yol göster.’
O yolun şimdilik iş seyahati olduğunu
düşünüyordu. Başını masadan kaldırıp telefona uzandı. Biletteki değişikliği
tamamladıktan sonra otellerin rezervasyonları ile ilgili değişiklikleri de
mesajlar ve fakslar ile halletti. Çağla’nın Abant’a giderken söyledikleri geldi
aklına. Çekmecede duran pasaportunu cebine koydu. Seyahate çıkarken yanına aldığı şeyler
belliydi. Bu kez üç haftalığına gidiyor olması ve oralarda yer değişikliği
yapacak olması sıkıntı yaratacaktı. Vize sorunu yoktu. Programı önüne alıp
nelerin gerekeceğini hesaplamaya çalıştı. Çağla’ya sorsa kısa sürede ortaya bir
liste çıkartacağından emindi. İçindeki tedirginlik onun bu seyahate tepki
vermemesi, gitmesinden belki de memnun olmasıydı. Tayfun içindeki acıyı yok
etmek için güzel şeyler düşünmek istiyordu. İngiltere’de arkadaşlarını
bulabileceğini, biraz onlarla vakit geçirmenin iyi olacağını düşünerek kafasını
dağıttı. Sonra tabakta kalan kekini yavaşça yedi. Bu kek onun için çok
önemliydi. Saklayabileceği bir şey olsa saklardı.
İşlerini ayarladıktan sonra
tüm şirket personeline mesaj attı. Perşembe günü yurt dışına çıkacağını ve üç
hafta olmayacağını yazdı. Kendisine sorulacak soruların o süreçte acil
yanıtlanamayacağını bilmeleri gerekiyordu.
*****
Çağla, ekrandaki mesajı
okuduğu an donup kaldı. Süleyman Bey gidecekti! Neden şimdi Tayfun Bey
gidiyordu? Üç hafta boyunca küçük patron olmayacaktı. İyi de niçin midesine
ağrı girmişti? O süre içinde büyük patron yanlarındaydı. İşler aksar diye mi korkmuştu?
Üç hafta! Tayfun beyin bu süre içinde yurt dışında neler yapacağını düşününce
canı sıkıldı. Programı biliyordu. Almanya, Fransa ve İngiltere de bulunacaktı.
Oralardaki kadınların hepsi birbirinden güzeldi. Sevgilisi onun üç hafta
oralarda olmasına izin verecek miydi? Belki o da yanında giderdi. Midesindeki
ağrı artınca düşüncelerini dağıtmaya çabaladı.
Ona neydi? En iyisi bunları
düşünmemek, çalışmak daha çok çalışmaktı.
Günün geri kalanı çok
tatsız geçmişti.
*****
Tayfun, ilk durak olan
Almanya’da oteline yerleşti. Bu kaçış gibiydi. Nereye giderse gitsin
kendisinden kaçamayacağını biliyordu. Çağla’dan kaçtığı da bir gerçekti. Gerçi
ne kendisinden ne Çağla’dan kurtulamayacağını da biliyordu. Tek düşünebildiği
ona olan duygularıydı. Ne yapacaktı? Nasıl bir tavır sergileyecekti? En
önemlisi onun hayatında yer almak için nasıl bir tavır içinde olacaktı?
Nurgül ile konuşma fırsatı bulamamıştı. Çünkü
Nurgül’ün gelişi iki gün sonraya kalmıştı. Böylece bitirmek ve kafasından bu
sorunu silmek için eline geçen tek fırsatı da kaçırmıştı. O akşam bitiremediği
için pişmandı. Şimdi en fazla telefon mesafesinde olacağı bir ortamda tacizleri
ile baş etmek çok daha kolay olurdu. ‘Yaşanacak
biraz daha dert var herhalde. Dönüşte bu işi kökünden halletmeliyim. Yeterince
başım ağrıyor.’
Otelin damları gören
penceresinin önündeki koltuğa oturup ayaklarını masaya uzattı. Başını koltuğun
arkasına yaslayıp düşüncelere daldı. Aklında olan her şey Çağla ile ilgiliydi.
Ailesini arkada bırakmak hep üzerdi kendisini. Özellikle babaannesi ve annesini
çok özlerdi böyle gezilerde. Ama bu kez aklına ilk gelen onlar olmuyordu. Hep
Çağla ile ilgili sahneler, ona ait sözler aklındaydı. Artık inkar edemezdi.
Bunları daha önce hiç yaşamamıştı ama biliyordu ne olduğunu. Çağla’ya deli gibi
aşıktı…
Ne zaman ona bu kadar aşık
olmuştu? İlk gördüğünde mi? Ama o zaman en azından bunu hissederdi. Bu daha
sonra ve yavaş yavaş gelişmişti. Yine de ilk günden beri onu kıskandığını artık
biliyordu. Bürodakilerin ilgisinin hep farkındaydı. Çağla da onların ilgisine
karşılık veriyordu. İşte bunu fark ettiğinden beri kıskanıyordu. Üstelik o
zamandan beri mutsuzdu. Bunu daha yeni anlıyordu. Amcasının dayanamayıp aylar
sonra şirkette bu kadar surat asma, bizim iş suratsız patrona ihtiyaç duymaz,
dediğinde anlamıştı neler olduğunu. Çağla işe başladığından beri büroda
gülemiyordu. Onun erkeklerle olan yakınlığı tadını hep kaçırmıştı. Nihayet
anlamıştı her şeyin nedenini. Ama anlayamadığı bir tek şey vardı. Kendisini
fark etmemiş bir kadını sevmek neye yarardı? Bu aşkın karşılığı yoksa nasıl
mutlu olacaktı?
İki avucunu da şakaklarına
bastırdı.
“Asla vazgeçemeyeceğim bir
baş ağrısısın, Çağla.”
*****
Çağla, Tayfun’un yurt
dışına çıktığı haftanın sonunda evden bile çıkmak istemedi. Şirkette sessizlik
hakimdi. Perşembe ve cuma diğerleri yine eski havasındaydı ama Çağla onlara
ayak uyduramıyordu. Hafta sonu bir sürü
davet alsa da hiç birine olumlu yanıt vermemişti. Canı bir şeyler yapmak istemiyordu.
Akşam eve geldiğinde de
yemeğini yiyor hemen odasına çekiliyordu. Yatağa uzandığında aklına gelenleri
ise dağıtmak için müzik dinlemeye çalışıyordu. Şarkı sözlerinin etkisi de pek
hoş olmuyordu. En sonunda akşamlarını bilim kurgu filmler izleyerek geçirmeye
başladı. İçinde aşk ve bebek olmayan bir sürü metalik film izleyince
düşüncelerinden de kurtuluyordu. Çoğunun sonunu getiremeden uyuyordu.
İlk hafta bittiğinde Tayfun
ile iki kez yazışması gerekmişti. Bu yazışmalar tamamen iş ile ilgiliydi. Yine
de onun iyi olduğunun habercisi olan mesajlar ile biraz içi rahatlamıştı. Zaten
hep uzaktakileri merak ederdi. Sanki yanındayken bir şey olmayacakmış gibi!
Şimdi de Tayfun Beyi merak ediyordu.
Almanya fuarları bittiğinde
sırada Fransa vardı. Oraya giderken biletinin işlemlerini Çağla takip etmek
durumunda kalmıştı. Tek kişilik bilet olduğunu anladığında nedense sevinmişti.
Hafta sonunda yine eve
kapanmıştı. Mutfağa girmek de içinden gelmiyordu ama pazartesileri kek
beklediklerini bildiğinden kendisini zorluyordu.
İkinci haftayı da aynı
sessizlikte geçirdi. Bürodakilerin hepsi ne olduğunu soruyordu ama verecek
yanıtı yoktu ki. Ne diyecekti? Hiç… Hiçbir şey diyemezdi.
Yine hafta sonu geldiğinde
bu kez Berna’nın ısrarlarına karşı koyamadı. Çağla’nın gitmek istememesini
küserim tehdidi ile bertaraf ettikten sonra bulunduğu barın adını verdi. Çağla
orada kendisine tanıştırılan Aycan ile muhabbet etmeye başlamıştı.
Aycan, Çağla’nın
standartlarına uyan biriydi. Tip olarak kurtardıktan sonra huyunu araştırması
için baskı yine Berna’dan geldi. Canı hiç istemediği halde, zorlamayla çıkmayı
kabul etti. Ne kaybederdi ki? Nasılsa hayatında başka kimse yoktu. Çıkmaktan
zarar gelmez diye düşündü…
Aycan ile ilk haftası biten
arkadaşlığının nereye varacağını bilemiyordu. Bu kadar kısa süre olmasına
rağmen Aycan ona aşık olduğunu söylemeye başlamıştı bile. İkinci haftanın
başında aşktan ve evlilik hayallerinden bahsediyordu. Biraz fazla hızlı
gitmiyor muydu? Hem de çok hızlı gidiyordu!
Çağla, bu süre içinde
yaşadıklarını tarttı. Aycan iyi biriydi, ilgiliydi. Hatta fazla ilgiliydi. Yine
de Çağla’nın içinde hep bir kuşku vardı. Emin olamıyordu. Kafasını
toplayamadığı için kızlarla buluşmak istedi. Uzun zamandır görmediği
arkadaşlarını arayıp akşam için sözleşti. İyi gelecekti onlarla dertleşmek.
Kızlar buluşacakları yere
geldiğinde sarılıp öpüşmeler ve hal hatır sormalarla yarım saate yakın süre
geçirdiler. Herkesin keyfi kaçıktı. Kimisi iş yerinde kimisi evde annesi ya da
babası ile takışmıştı. Ama hiç birinin aşk hayatında sorun yoktu. Onların
dertleri bittiğinde sıra Çağla’ya geldi.
“Yok kızlar bu böyle
olmuyor. Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Aycan tip olarak tam istediğim gibi. Sarışın,
boyuma uygun ve bana aşık ama ben ona aşık mıyım bilmiyorum.”
Yeşim, askerden dönen
sevgilisinin verdiği mutlulukla ışıldayan yüzü ile yanıtladı. “Bunu soruyorsan
aşık değilsindir. Çünkü aşık insan her an onu düşünüyor ve hep yanında olmak
istiyor. Onu düşündüğünde kalbi deli gibi atıyor. Bunlar oluyor mu?”
Çağla, bunları duyduğu an
aklına gelen kişiyi aynı hızla aklından çıkarttı. Aycan’ı düşünmeye çalıştı ve
net bir yanıt verdi. “Yok, olmuyor. Ya ben bazen onunla buluşacağımı bile
unutuyorum. Ama o bana çok aşıkmış.”
“Neden mış dedin?” diye
soran Elif idi. Aslında kızlar Çağla’nın duygularını daha söze başlarken
anlamıştı ama onun da kafasının karışıklığının geçmesi için konuşturuyordu.
“O öyle söylüyor ama ben
emin olamıyorum. Sanki, azıcık bir duyguyu kocaman yapmış gibi geliyor. Sözde
benimle çok ilgileniyor ama bunun da koca bir yalan olduğunu hissediyorum. Bir
sürü şey soruyor. Sonra aynı soruları bir daha soruyor. Beni dinlemiyor belli.”
Çağla bıkkın bir sesle konuşuyordu.
“Test yap hayatım. Onu ben
tanıştırmış olabilirim, fakat bu seni o adama bağlamak anlamına gelmiyor. Test
yap, olmadı kurtul.”
Jülide kızdı Berna'ya.
“Bana bak, durup dururken hem aşık hem seme birini kızın başına sardın. Testler
geri tepebilir. Bu adam yapışırsa ve bizim kız hayatının hatasını yaparsa seni
o saçlarından tavana asarım, bilmiş ol.”
“Aa şuna bak, saçlarımla
tehdit ediyor. Bak bu test işe yarar. Gerçi maksat kurtulmaksa tepmesi iyidir.
O zaman da emin olur. Zaten amacımız Aycan’ın aşık olup olmadığını anlamak değil
mi?” Berna ısrarcıydı.
“Berna, asıl sorunu
atlıyorsun. Ben aşık değilim ki! Nasıl bir test yapmam lazım ki benim de aşık
olup olmadığımı yok daha doğrusu en azından ucundan acık olur muyum sorusunun
yanıtını buluruz?”
Berna bir süre Çağla’ya
baktı. Sonra “Kızım ben sorunun başını kaçırdım. Sen ne soruyorsun?” diye
sordu. Kızlar kahkahalarla gülerken Çağla karşısındakine anlatabilmek için tane
tane söyledi. “Ben bu adama aşık değilim. O beni sevse ne olacak?”
“Bir şans verme ihtiyacı
hissediyor musun?”
“Hayır. Ben bu adama şans
da vermek istemiyorum.”
“O zaman test yapman
gerekmez ama testi ilişkiyi bitirmek için koz olarak kullanabilirsin.”
“İşte şimdi bana da uyan
şeyler söylemeye başladın. Nasıl olacak bu test?”
“Senin hakkında neleri
biliyor? Bunları test et. Bilirse bir sonraki adıma geç. Sen de ona aşıkmış
gibi yap. Çünkü bir grup erkeğin duygularını abartıp karşısındakini etkilemeye
çalıştığı, aynı tepkinin gelmesi halinde ise hemen geri çekildiğini okumuştum.
Bakalım geri çekilecek mi?”
“Ya çekilmezse? Bu kez ben
de ona aşığım sanacak. O zaman ne olacak?”
“Zorda kalırsan yalandan
bir kavga çıkartır ayrılırsın.” Yeşim, burnunu kıvırtıp elini de boş ver
anlamında sallamıştı.
“Çok fenasınnnn!” Çağla
şaşkın yüzle bakarken Yeşim omzunu silkip yanıtladı. “Evet”
Kızların gülüşmeleri ile
civar masalardaki başlar kendilerine döndü. Masalardan birinde oturan biri
ısrarla kızlara bakmaya devam ediyordu.
“Şu adam hangimize
bakıyor?” Jülide sormuştu bu kez soruyu. Kızlar hiç gizlemeye gerek
duymadıkları bir merakla başlarını çevirip masalarına bakan adama gözlerini
diktiler.
Başını ilk geri çeviren
Çağla oldu. “Hanginiz mokasen ayakkabı içinde beyaz çorap severse o alsın.
Benden uzak dursun!”
Kızlar bu seferde adamın
ayaklarına baktılar. Hepsi yüzünü abartılı şekilde buruşturup kafalarını
çevirirken adam da onların neden öyle yüzlerini buruşturduğunu anlamaya
çalışıyordu. Kızlar adamı çoktan unutmuştu bile.
En sonunda plan da yaparak
geceyi noktaladılar.
Hafta sonu erkeklerle
birlikte sinemaya gidecekler, havalar iyice ısınmadan sinemanın tadını
çıkartacaklardı. Böylece diğer kızlar da Aycan ile tanışacak, ayrılması için
gerektiğinde destek olacaklardı. Çağla, Berna'ya kiminle geleceğini sordu.
“Çağdaş'a dadansam? Bu
aralar kimse yok da.”
“Yok daha neler? Çağdaş
senin kavalyen olamayacak kadar küçük. Ben sana birini bulurum. O akşam sap
gibi kalma.”
“Sağ ol canım ne kadar
düşüncelisin. Kimi ayarlayacaksın?”
“Bir arkadaşım var. İyi
biri. Onu getiririm.”
“Ne kadar iyi?”
“İyi işte. Sen bekle o
günü.”
“Olur canım. Sürpriz
yumurta da al.”
“Alırım tatlım.” Çağla, iki
haftadır başındaki yeni sorunu çözmek için aklındakileri uygulayacağı fırsatı
bulmuştu.
Zaten biraz daha iyiydi bu
hafta sonu. Aycan işi bitecek, pazartesi küçük patron dönmüş olacaktı. Büroda
bir kişi olmayınca biraz tatsız oluyordu ortalık.
Kendini çok daha iyi
hissediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder