3 Eylül 2015 Perşembe

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 15. Bölüm

Pazartesi sabahı elinde kek poşeti ile büroya girdi. Mutfak masasına koyduğu poşetin içinden iki ayrı kutu çıkarttı. Kutunun birinde şirket için getirdiği kek vardı. Diğer kutuyu ise dolaba sakladı. Kendi sırası değildi ama bu sefer gönüllü yapacaktı. Çay bardaklarına çayları koyarken Fatma Hanım kapıdan girdi. İşi bitmişti.
“Hadi tadına bak. Beğenecek misin?”
“Bana bak sen neden bu aralar taktın keklere? Kilo mu almak istiyorsun? Şişman seven erkek mi buldun?”
“Aman kalsın. Bu aralar erkekler ile aram kötü. Benim derdim pazar günleri vakit doldurmak.”
“Evlen de bebek yap bak bakalım pazar günü boş dakikan oluyor mu?”
“O da olur inşallah.”
Fatma Hanım nereye parmak bastığını hiç bilemeyecekti. Çağla biraz mahzunlaşınca kadın pot kırdığını anladı. “Etrafına iyi bak. Mutlaka senin için en doğru insan çıkacak karşına.” Böylece konunun kendisi için normal olan tarafına da çözüm getirdi.
Herkes mutfaktan keklerini ve çaylarını alarak çıktı. Doğan, “Havuçlu beklemiştim.” diye dert yanarken ardından mutfağa giren Tayfun Bey tabakta kalan tek dilim keki görünce durdu.  Sanki gülümsemişti. Sesi de çok yumuşaktı. “O benim mi, amcamın mı?”
“Amcanızın. Sizinki burada.” Dolaba sakladığı küçük kutuyu çıkarttı. Tayfun’un yüzü aydınlanmıştı. “Benimki ayrı mıydı?”
“Evet, afiyet olsun. Umarım sevdiğiniz gibi olmuştur.”
Tayfun kendine çay koyarken Çağla da onun kekini bir tabağa koydu. Oldukça kalın bir dilimdi.
“Sen yedin mi?”
“Yedim.”
“Ama bu bana çok.”
“Beğenmezseniz atarsınız. Beğenirseniz sonra da yersiniz.”
Tayfun hemen çatalın ucu ile bir parçayı ağzına attı. “Harika. A Çağla, iyi ki yemişsin. Birazını sana verecektim ama vazgeçtim.”
Çağla, kocaman bir gülümseme ile baktı patronuna. O da kendisine gülümseyen bir yüzle bakıyordu.
Gerçekten gülüyordu yüzü…

*****

Orada kalmayı çok istese de Tayfun elinde tabağı ve çayı ile odasına gitmeyi doğru buldu. Canı çalışmak istemiyordu.  Sabah aldığı telefon ile canı sıkılmıştı. Bu hafta Nurgül dönüyordu. Hiç ummadığı bir anda ise günü güzelleşmişti. Islak kek annesinin yaptığından bile güzeldi. Bunu anneme asla söylememem lazım, diyerek yerine oturdu.
Nurgül çarşamba akşamı uçakla dönüyordu. O akşam alıp evine bırakacaktı. Perşembe gününden itibaren yine bitmez tükenmez kaprisleri ile kendisini bunaltacağından emindi. Zaten yanına gitmedi diye üç ay içinde en az on kez kavga çıkartmıştı. Yanına gitmek istemediğini hatta kendisini görmek istemediğini anlamıyordu. Her seferinde o gelmişti. Her gelişinde de yarım günleri kavga ile geçmişti.  Diğer yarım gün de ondan kaçmakla vakit harcamıştı.
Tayfun, uzaktayken ayrılmak doğru gelmediği için dönüşünü bekliyordu. İşte nihayet o gün gelmiş çatmıştı. 
Amcasının odaya girmesi ile sıkıntısı dağıldı. Elinde bir yazı vardı. Tabaktaki keki görünce soru dolu bakışlarını Tayfun’a çevirdi. “Niye senin kekin torpilli?”
“Çünkü benim için yapıldı.” Bunu söylerken art niyeti yoktu ama amcasının bakışları o cümlenin ardında bir şeyler aradığını belli ediyordu.
“Ya havuçlu, ya ıslak kek yapacakmış. Bana sorunca ıslak dedim böyle oldu.” Acaba açıkladıkça batıyor muydu? Amcası başka bir şey söylemeden kağıdı uzattı.
“Bu nedir?”
“Şu benim davetli olduğum fuar ve seminerler. İkisi Almanya, biri Fransa ve ikisi İngiltere. Aralarda bir iki günlük kısa aralar var ve üç hafta sürüyor. Yengen başımın etini yedi. Ben oralarda kendime bakamazmışım. İlaçlarımı alamazmışım. Tansiyonum şekerim fırlarmış. Sen gider misin?”
Tayfun, üç hafta buralarda olmamayı ciddi olarak düşündü. Amcasına ve yengesine böyle bir konuda hayır demek zaten içinden gelmezdi. Hem zaten aklının toparlanması ve kararlarının netleşmesi için bu ortamdan uzaklaşması iyi olabilirdi. Belki şu an aklını karıştıran kişi ile bu kadar yakın olmak net kararlar vermesine engeldi. Üstelik çarşamba akşamı Nurgül ile bitirecek, perşembe sabahı yola çıkacaktı. Zamanlama mükemmeldi. Dönene kadar Nurgül sayfası tamamen kapanırdı.
Ama diğer sorun çok daha büyüktü. Üç hafta Çağla’yı görmeyecekti. Belki bu kafasını toparlamak ve kendinden emin olmak için en iyisiydi.
 “Tamam amca. Ben biletini ve diğer değişiklikleri hallederim. Füsun ne zaman dönüyor?”
“Önce bir doğum yapsın!”
“A evet o hala doğum yapmadı değil mi?”
“Senin aklın nerede? İyi misin?”
“İyiyim.”
“Umarım”
Süleyman Bey yeğeninin iyi olmadığının farkına varalı epey olmuştu. Nurgül’ü özlediği için öyle olduğunu düşünüyordu. O yüzden de üç haftalık programı eline tutuştururken kabul etmek istemeyeceğini tahmin etmişti. Oysa Tayfun bir dakikalık düşünmenin ardından kararını vermişti. Belki de başka bir derdi vardı. hem şu kek olayı da neyin nesiydi? ‘Acaba bir zamanlar istediğim şeyler bunca zaman sonra mı olacak?
 Amcası odadan çıkınca Tayfun başını masaya koyarak düşünmeye başladı.
‘Nurgül’e katlanamıyorum. Artık sevişmeyi bile istemiyorum. Onun yaptıklarına, söylediklerine tahammül edemiyorum. Yatakta iyi olmak bir yerden sonra anlam ifade etmiyor. Yanında rahat ve huzurlu olduğum birini istiyorum. Kim olduğunu biliyorum ama bunu ona söyleyemiyorum. Çünkü o benimle ilgilenmiyor. İyi de ilgilenmese benim istediğim keki yapar mıydı? Hem de koca bir dilim ayırmış bana. Peki bu bir anlam ifade ediyor mu? Benim için evet de onun için? Off ne düşüncelerimi ne de duygularımı sıraya koyamıyorum. Çağla gözümün önünde bir sürü erkekle buluşuyor ben ise ardından bakmakla yetiniyorum. Kıskançlıktan bir gün damarlarım patlayacak. Bir de gülerek bakmıyor mu? Hiç umurunda değilim. Bunu yüzüme karşı bağırsa bu kadar açık ifade eder. Allahım bana bir yol göster.’
 O yolun şimdilik iş seyahati olduğunu düşünüyordu. Başını masadan kaldırıp telefona uzandı. Biletteki değişikliği tamamladıktan sonra otellerin rezervasyonları ile ilgili değişiklikleri de mesajlar ve fakslar ile halletti. Çağla’nın Abant’a giderken söyledikleri geldi aklına. Çekmecede duran pasaportunu cebine koydu.  Seyahate çıkarken yanına aldığı şeyler belliydi. Bu kez üç haftalığına gidiyor olması ve oralarda yer değişikliği yapacak olması sıkıntı yaratacaktı. Vize sorunu yoktu. Programı önüne alıp nelerin gerekeceğini hesaplamaya çalıştı. Çağla’ya sorsa kısa sürede ortaya bir liste çıkartacağından emindi. İçindeki tedirginlik onun bu seyahate tepki vermemesi, gitmesinden belki de memnun olmasıydı. Tayfun içindeki acıyı yok etmek için güzel şeyler düşünmek istiyordu. İngiltere’de arkadaşlarını bulabileceğini, biraz onlarla vakit geçirmenin iyi olacağını düşünerek kafasını dağıttı. Sonra tabakta kalan kekini yavaşça yedi. Bu kek onun için çok önemliydi. Saklayabileceği bir şey olsa saklardı.
İşlerini ayarladıktan sonra tüm şirket personeline mesaj attı. Perşembe günü yurt dışına çıkacağını ve üç hafta olmayacağını yazdı. Kendisine sorulacak soruların o süreçte acil yanıtlanamayacağını bilmeleri gerekiyordu.

*****

Çağla, ekrandaki mesajı okuduğu an donup kaldı. Süleyman Bey gidecekti! Neden şimdi Tayfun Bey gidiyordu? Üç hafta boyunca küçük patron olmayacaktı. İyi de niçin midesine ağrı girmişti? O süre içinde büyük patron yanlarındaydı. İşler aksar diye mi korkmuştu? Üç hafta! Tayfun beyin bu süre içinde yurt dışında neler yapacağını düşününce canı sıkıldı. Programı biliyordu. Almanya, Fransa ve İngiltere de bulunacaktı. Oralardaki kadınların hepsi birbirinden güzeldi. Sevgilisi onun üç hafta oralarda olmasına izin verecek miydi? Belki o da yanında giderdi. Midesindeki ağrı artınca düşüncelerini dağıtmaya çabaladı.
Ona neydi? En iyisi bunları düşünmemek, çalışmak daha çok çalışmaktı.
Günün geri kalanı çok tatsız geçmişti.

*****

Tayfun, ilk durak olan Almanya’da oteline yerleşti. Bu kaçış gibiydi. Nereye giderse gitsin kendisinden kaçamayacağını biliyordu. Çağla’dan kaçtığı da bir gerçekti. Gerçi ne kendisinden ne Çağla’dan kurtulamayacağını da biliyordu. Tek düşünebildiği ona olan duygularıydı. Ne yapacaktı? Nasıl bir tavır sergileyecekti? En önemlisi onun hayatında yer almak için nasıl bir tavır içinde olacaktı?
 Nurgül ile konuşma fırsatı bulamamıştı. Çünkü Nurgül’ün gelişi iki gün sonraya kalmıştı. Böylece bitirmek ve kafasından bu sorunu silmek için eline geçen tek fırsatı da kaçırmıştı. O akşam bitiremediği için pişmandı. Şimdi en fazla telefon mesafesinde olacağı bir ortamda tacizleri ile baş etmek çok daha kolay olurdu. ‘Yaşanacak biraz daha dert var herhalde. Dönüşte bu işi kökünden halletmeliyim. Yeterince başım ağrıyor.’
Otelin damları gören penceresinin önündeki koltuğa oturup ayaklarını masaya uzattı. Başını koltuğun arkasına yaslayıp düşüncelere daldı. Aklında olan her şey Çağla ile ilgiliydi. Ailesini arkada bırakmak hep üzerdi kendisini. Özellikle babaannesi ve annesini çok özlerdi böyle gezilerde. Ama bu kez aklına ilk gelen onlar olmuyordu. Hep Çağla ile ilgili sahneler, ona ait sözler aklındaydı. Artık inkar edemezdi. Bunları daha önce hiç yaşamamıştı ama biliyordu ne olduğunu. Çağla’ya deli gibi aşıktı…
Ne zaman ona bu kadar aşık olmuştu? İlk gördüğünde mi? Ama o zaman en azından bunu hissederdi. Bu daha sonra ve yavaş yavaş gelişmişti. Yine de ilk günden beri onu kıskandığını artık biliyordu. Bürodakilerin ilgisinin hep farkındaydı. Çağla da onların ilgisine karşılık veriyordu. İşte bunu fark ettiğinden beri kıskanıyordu. Üstelik o zamandan beri mutsuzdu. Bunu daha yeni anlıyordu. Amcasının dayanamayıp aylar sonra şirkette bu kadar surat asma, bizim iş suratsız patrona ihtiyaç duymaz, dediğinde anlamıştı neler olduğunu. Çağla işe başladığından beri büroda gülemiyordu. Onun erkeklerle olan yakınlığı tadını hep kaçırmıştı. Nihayet anlamıştı her şeyin nedenini. Ama anlayamadığı bir tek şey vardı. Kendisini fark etmemiş bir kadını sevmek neye yarardı? Bu aşkın karşılığı yoksa nasıl mutlu olacaktı?
İki avucunu da şakaklarına bastırdı.
“Asla vazgeçemeyeceğim bir baş ağrısısın, Çağla.”

*****

Çağla, Tayfun’un yurt dışına çıktığı haftanın sonunda evden bile çıkmak istemedi. Şirkette sessizlik hakimdi. Perşembe ve cuma diğerleri yine eski havasındaydı ama Çağla onlara ayak uyduramıyordu.  Hafta sonu bir sürü davet alsa da hiç birine olumlu yanıt vermemişti.  Canı bir şeyler yapmak istemiyordu.
Akşam eve geldiğinde de yemeğini yiyor hemen odasına çekiliyordu. Yatağa uzandığında aklına gelenleri ise dağıtmak için müzik dinlemeye çalışıyordu. Şarkı sözlerinin etkisi de pek hoş olmuyordu. En sonunda akşamlarını bilim kurgu filmler izleyerek geçirmeye başladı. İçinde aşk ve bebek olmayan bir sürü metalik film izleyince düşüncelerinden de kurtuluyordu. Çoğunun sonunu getiremeden uyuyordu.
İlk hafta bittiğinde Tayfun ile iki kez yazışması gerekmişti. Bu yazışmalar tamamen iş ile ilgiliydi. Yine de onun iyi olduğunun habercisi olan mesajlar ile biraz içi rahatlamıştı. Zaten hep uzaktakileri merak ederdi. Sanki yanındayken bir şey olmayacakmış gibi! Şimdi de Tayfun Beyi merak ediyordu.
Almanya fuarları bittiğinde sırada Fransa vardı. Oraya giderken biletinin işlemlerini Çağla takip etmek durumunda kalmıştı. Tek kişilik bilet olduğunu anladığında nedense sevinmişti.
Hafta sonunda yine eve kapanmıştı. Mutfağa girmek de içinden gelmiyordu ama pazartesileri kek beklediklerini bildiğinden kendisini zorluyordu.
İkinci haftayı da aynı sessizlikte geçirdi. Bürodakilerin hepsi ne olduğunu soruyordu ama verecek yanıtı yoktu ki. Ne diyecekti? Hiç… Hiçbir şey diyemezdi.
Yine hafta sonu geldiğinde bu kez Berna’nın ısrarlarına karşı koyamadı. Çağla’nın gitmek istememesini küserim tehdidi ile bertaraf ettikten sonra bulunduğu barın adını verdi. Çağla orada kendisine tanıştırılan Aycan ile muhabbet etmeye başlamıştı.
Aycan, Çağla’nın standartlarına uyan biriydi. Tip olarak kurtardıktan sonra huyunu araştırması için baskı yine Berna’dan geldi. Canı hiç istemediği halde, zorlamayla çıkmayı kabul etti. Ne kaybederdi ki? Nasılsa hayatında başka kimse yoktu. Çıkmaktan zarar gelmez diye düşündü…
Aycan ile ilk haftası biten arkadaşlığının nereye varacağını bilemiyordu. Bu kadar kısa süre olmasına rağmen Aycan ona aşık olduğunu söylemeye başlamıştı bile. İkinci haftanın başında aşktan ve evlilik hayallerinden bahsediyordu. Biraz fazla hızlı gitmiyor muydu? Hem de çok hızlı gidiyordu!
Çağla, bu süre içinde yaşadıklarını tarttı. Aycan iyi biriydi, ilgiliydi. Hatta fazla ilgiliydi. Yine de Çağla’nın içinde hep bir kuşku vardı. Emin olamıyordu. Kafasını toplayamadığı için kızlarla buluşmak istedi. Uzun zamandır görmediği arkadaşlarını arayıp akşam için sözleşti. İyi gelecekti onlarla dertleşmek.
Kızlar buluşacakları yere geldiğinde sarılıp öpüşmeler ve hal hatır sormalarla yarım saate yakın süre geçirdiler. Herkesin keyfi kaçıktı. Kimisi iş yerinde kimisi evde annesi ya da babası ile takışmıştı. Ama hiç birinin aşk hayatında sorun yoktu. Onların dertleri bittiğinde sıra Çağla’ya geldi. 
“Yok kızlar bu böyle olmuyor. Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Aycan tip olarak tam istediğim gibi. Sarışın, boyuma uygun ve bana aşık ama ben ona aşık mıyım bilmiyorum.”
Yeşim, askerden dönen sevgilisinin verdiği mutlulukla ışıldayan yüzü ile yanıtladı. “Bunu soruyorsan aşık değilsindir. Çünkü aşık insan her an onu düşünüyor ve hep yanında olmak istiyor. Onu düşündüğünde kalbi deli gibi atıyor. Bunlar oluyor mu?”
Çağla, bunları duyduğu an aklına gelen kişiyi aynı hızla aklından çıkarttı. Aycan’ı düşünmeye çalıştı ve net bir yanıt verdi. “Yok, olmuyor. Ya ben bazen onunla buluşacağımı bile unutuyorum. Ama o bana çok aşıkmış.”
“Neden mış dedin?” diye soran Elif idi. Aslında kızlar Çağla’nın duygularını daha söze başlarken anlamıştı ama onun da kafasının karışıklığının geçmesi için konuşturuyordu.
“O öyle söylüyor ama ben emin olamıyorum. Sanki, azıcık bir duyguyu kocaman yapmış gibi geliyor. Sözde benimle çok ilgileniyor ama bunun da koca bir yalan olduğunu hissediyorum. Bir sürü şey soruyor. Sonra aynı soruları bir daha soruyor. Beni dinlemiyor belli.” Çağla bıkkın bir sesle konuşuyordu.
“Test yap hayatım. Onu ben tanıştırmış olabilirim, fakat bu seni o adama bağlamak anlamına gelmiyor. Test yap, olmadı kurtul.”
Jülide kızdı Berna'ya. “Bana bak, durup dururken hem aşık hem seme birini kızın başına sardın. Testler geri tepebilir. Bu adam yapışırsa ve bizim kız hayatının hatasını yaparsa seni o saçlarından tavana asarım, bilmiş ol.”
“Aa şuna bak, saçlarımla tehdit ediyor. Bak bu test işe yarar. Gerçi maksat kurtulmaksa tepmesi iyidir. O zaman da emin olur. Zaten amacımız Aycan’ın aşık olup olmadığını anlamak değil mi?” Berna ısrarcıydı.
“Berna, asıl sorunu atlıyorsun. Ben aşık değilim ki! Nasıl bir test yapmam lazım ki benim de aşık olup olmadığımı yok daha doğrusu en azından ucundan acık olur muyum sorusunun yanıtını buluruz?”
Berna bir süre Çağla’ya baktı. Sonra “Kızım ben sorunun başını kaçırdım. Sen ne soruyorsun?” diye sordu. Kızlar kahkahalarla gülerken Çağla karşısındakine anlatabilmek için tane tane söyledi. “Ben bu adama aşık değilim. O beni sevse ne olacak?”
“Bir şans verme ihtiyacı hissediyor musun?”
“Hayır. Ben bu adama şans da vermek istemiyorum.”
“O zaman test yapman gerekmez ama testi ilişkiyi bitirmek için koz olarak kullanabilirsin.”
“İşte şimdi bana da uyan şeyler söylemeye başladın. Nasıl olacak bu test?”
“Senin hakkında neleri biliyor? Bunları test et. Bilirse bir sonraki adıma geç. Sen de ona aşıkmış gibi yap. Çünkü bir grup erkeğin duygularını abartıp karşısındakini etkilemeye çalıştığı, aynı tepkinin gelmesi halinde ise hemen geri çekildiğini okumuştum. Bakalım geri çekilecek mi?”
“Ya çekilmezse? Bu kez ben de ona aşığım sanacak. O zaman ne olacak?”
“Zorda kalırsan yalandan bir kavga çıkartır ayrılırsın.” Yeşim, burnunu kıvırtıp elini de boş ver anlamında sallamıştı.
“Çok fenasınnnn!” Çağla şaşkın yüzle bakarken Yeşim omzunu silkip yanıtladı. “Evet”
Kızların gülüşmeleri ile civar masalardaki başlar kendilerine döndü. Masalardan birinde oturan biri ısrarla kızlara bakmaya devam ediyordu.
“Şu adam hangimize bakıyor?” Jülide sormuştu bu kez soruyu. Kızlar hiç gizlemeye gerek duymadıkları bir merakla başlarını çevirip masalarına bakan adama gözlerini diktiler.
Başını ilk geri çeviren Çağla oldu. “Hanginiz mokasen ayakkabı içinde beyaz çorap severse o alsın. Benden uzak dursun!”
Kızlar bu seferde adamın ayaklarına baktılar. Hepsi yüzünü abartılı şekilde buruşturup kafalarını çevirirken adam da onların neden öyle yüzlerini buruşturduğunu anlamaya çalışıyordu. Kızlar adamı çoktan unutmuştu bile.
En sonunda plan da yaparak geceyi noktaladılar.
Hafta sonu erkeklerle birlikte sinemaya gidecekler, havalar iyice ısınmadan sinemanın tadını çıkartacaklardı. Böylece diğer kızlar da Aycan ile tanışacak, ayrılması için gerektiğinde destek olacaklardı. Çağla, Berna'ya kiminle geleceğini sordu.
“Çağdaş'a dadansam? Bu aralar kimse yok da.”
“Yok daha neler? Çağdaş senin kavalyen olamayacak kadar küçük. Ben sana birini bulurum. O akşam sap gibi kalma.”
“Sağ ol canım ne kadar düşüncelisin. Kimi ayarlayacaksın?”
“Bir arkadaşım var. İyi biri. Onu getiririm.”
“Ne kadar iyi?”
“İyi işte. Sen bekle o günü.”
“Olur canım. Sürpriz yumurta da al.”
“Alırım tatlım.” Çağla, iki haftadır başındaki yeni sorunu çözmek için aklındakileri uygulayacağı fırsatı bulmuştu.
Zaten biraz daha iyiydi bu hafta sonu. Aycan işi bitecek, pazartesi küçük patron dönmüş olacaktı. Büroda bir kişi olmayınca biraz tatsız oluyordu ortalık.
Kendini çok daha iyi hissediyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder