1 Eylül 2015 Salı

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 13. Bölüm

Gruptaki çocuklar kendi masalarına geçerken uğruyor bir iki cümle ile hatır sorup gidiyorlardı. Çağla hala merakla iki kızın ne yapacaklarını bekliyordu. En son onlar gelmişti. İkisi de konsepte uygun şeyler giymek için çaba göstermişti. Birinin üstünde salaş bir kırmızı pantolon ile üstünde boyundan bağlı el örgüsü bir bluz vardı. Diğeri ise küçük çiçekli bir elbise giymişti. Kızların kıyafetlerinin de güzel ama kendisi kadar uyumlu olmadıklarını anlamak zevk vermişti. Onlar da masaya uğramış erkeklerin soğuk konuşması ile çok kalamamıştı.
“Çağla, döndüğümüzde ajansa haber ver. Bir daha asla bu iki kızı etrafımızda görmek istemiyorum.”
“Zevkle.”
Soğuk meze tabaklarındaki her şey çok lezzetliydi. Haydariye bakıp diğer ikisinin tabağını kontrol etti. Öpüşmeyecekti ama konuşacaktı. Sarımsak kokusunun yemeyeni ne kadar rahatsız edeceğini bildiği için ikisinin de yemesini bekledi. Onlar elini uzatmayınca kendisi de yiyemiyordu. En sonunda sandalyesinde kıvranacağına sormaya karar verdi.
“Haydarisini yemeyecek olan var mı?”


“Ben yiyeceğim.” dedi Fatih. Tayfun Bey ise anlamamış yüzüne bakıyordu. “Çok seviyorsan benimkini alabilirsin.”
“Siz yiyecekseniz ben de yiyeceğim de. Aksi halde zaten az konuştuğumuz bir masada hiç konuşamaz olacağım.” Biraz iğnelemişti galiba patronunu.
“Ah anladım. Yiyeceğim. Yine de teklifim geçerli en azından yarısını verebilirim.”
“Tabağımdaki yeter teşekkür ederim.” Sonra yine sessizlik çöktü masaya. Bu arada canlı müzik yapan orkestra yemek müziği çalıyordu. Yemek salonu tamamen dolmuş, her masadaki konuşma salona belli bir uğultu yaymıştı. Ara sıcaklar dağıtıldıkça Çağla iştahla yiyordu. Her şey çok lezzetliydi. Erkeklere uymuş o da rakı istemişti. Bu akşam keyfini kaçırmadan eğlenecekti. Ne bir iki yıla kadar burun buruna olduğu büyük sorununu aklına getirecek, ne de hayatında bir anlam ifade etmeyen erkekleri düşünecekti. Bu akşam dans edecek ve eğlenecekti. Zaten öğleden sonrasını kendi kendini yiyerek boşa harcamıştı. 
Öyle de yaptı. Ana sıcaklardan sonra dans pisti iyice dolmuştu. Sahnedeki şarkıcının yüksek tempodaki şarkıları ortamı iyice ısıttı. Bir ara ajansın yolladığı çocuklar yanlarına gelip Fatih ile Çağla’yı dans pistine sürükledi. Çağla zaten yerinde de oynadığı için bu harekete itiraz etmemişti. Üstündeki yelekten göbeği ve belinin bir kısmı ara sıra açığa çıkıyordu. Göğüsleri ise hareketleri ile hafifçe salınıyordu. Yetmişli yılların müziklerinin çalınması ile o dönemin dans hareketlerinin yapılması hem pisttekileri hem izleyenleri kahkahalara boğuyordu. Belki de koca salonda tek gülmeyen kişi Tayfun’du! Yüzünde donuk bir ifade ile piste bakıyordu. Çağla onun neden bu kadar asık yüzle oturduğunu anlamıyordu. Gözünü dikmiş kendisine bakıyordu. Kızmış mıydı eğlenmesine?  Kendisi eğlenmiyorsa keyfi bilir, diyerek kollarını havaya kaldırıp dans etmeye devam etti.
Masaya geri döndüğünde Tayfun’un yeni bir kadeh doldurduğunu gördü. Kaçıncıyı içiyordu? Üç mü? Çok değil miydi?
“Çok eğlendin sanırım?”
“Evet, çocuklar o yılların danslarını bilmiyorlardı. Onlara biraz pistte ders verdim. Şimdi hepsi birer dansçı hippi.”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Annem ile babamdan. O yıllarda evli değillermiş ama ikisi de hippiymiş. Üstümdekiler annemin zaten.”
“O da bu kadar açık mı giyiniyormuş?”
Çağla, bilmese Tayfun Beyin kendisini kıskandığını düşünecekti. Onun çok güzel bir sevgilisi vardı ve kendisi ile ilgilenmiyordu. Galiba içince kafası karışmıştı. Çağla fazla üstüne gitmemek için sustu.
Fatih pistte eğlenmeye devam ediyordu. Çağla da ikinci kadehini istemişti. Dans etmek acıktırmıştı. Elini ekmeğe uzattığında eli bir kez daha Tayfun’un eli ile çarpışmıştı. Bu kez elini ikisi de çekmedi. Çağla, neler olduğunu anlamak ister gibi bakınca Tayfun bir dilim ekmeği kendisine uzattı. “Pardon, sen al.”
“Teşekkür ederim.” Sesi biraz çatlak çıkmıştı. Yorgunluktan olmalıydı!
Yemeğin sonunda konsepte en uygun kıyafet ödülü verilmiş, firma çalışanlarından üç kişi ödüle layık görülmüştü. Gecenin sunucusu, Çağla’nın adını okuyup özel bir ödül verileceğini söyleyince şaşkınlıkla sahneye baktı.
“Bu gece, hippi kıyafetlerine en uygun giyinen kişi kurum dışından biri. O nedenle kendisine otelimiz adına özel şaraplarımızdan hediye etmeye karar verdik.” Çağla, sahneye yürürken tüm başların kendisine çevrilmesinden biraz rahatsızlık duydu. Utanarak yürüyordu bu kez.
“Çok teşekkür ederim. Benim için büyük sürpriz oldu.”
“Sizi bu güzel kostüm için kutlamak istiyorum.”
“Beğeninizi anneme ileteceğim. Gözlük hariç üstümdeki tüm kıyafetler annemin hippilik döneminden kalma.”
“Desenize ruhunda ve genlerinde hippilik olan birisi ile konuşuyorum. Annenize de teşekkürlerimizi iletin.”
Çağla şarap şişesi ile masasına döndüğünde yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Ama masadaki asık suratı görünce neşesi kaçtı. Bu adama ne oluyordu? Umursamayacaktı. Tadını kaçırmayacaktı.
Fatih, “Bu şarabı bu akşam içer miyiz?”
“Elbette. Tayfun bey, siz de katılır mısınız?”
“Bilmiyorum.”
Bilmiyormuş. Bunun bilinmeyecek nesi var ki? Bu adamın asık suratı ve soğuk tavırları bazen beni çıldırtıyor. Alt tarafı iki kadeh şarap içeceğiz.’ Çağla, neden bu kadar sinirlendiğini anlamamıştı. Bu akşam masadaki ortam defalarca kez gel gitler yaşamıştı. Bir an gülümseyen yüzler bir an sonra asılıyordu. Tayfun beyin biraz sonra yeniden normale döneceğini düşündü.
“Tebrikler bu arada. Gerçekten tepeden tırnağa en iyi giyinmiş olan sendin. Annen nasıl olmuş da saklamış bunları?” Fatih yine merakına yenilmişti. Onun soruları Tayfun’un da merakını gideriyordu.
“Benim annemin eski mesleği terzilikti. Çok güzel şeyler dikerdi. Modayı da çok iyi bilir. En iyi bildiği şeylerin başında altı yedi senede bir eski modellerin revaçta olması var. Dikkat edin kadın kıyafetleri ufak değişikliklerle yeniden moda oluyor. Apartman topuklar annemin en sevdiği dönemin ayakkabı modelleri ve işte ayağımdaki modelin neredeyse aynısı vitrinlerde boy gösteriyor.”
“A evet, çok haklı. Zaten bunca yıl düşünüldüğünde nasıl her seneye ayrı modeller bulunsun ki? Bir gün geçmiş yine moda olacak.” Fatih, bu saptamasına sevinmiş gülümseyip duruyordu. Acaba o da mı çok içmişti?
“Annen neden dikiş dikmiyor artık?” Soru o ana kadar sessizce dinleyen Tayfun’dan geldi.
“Çalıştığı butik kapandı. Bir süre dışarıdan sigortasını ödedi. Emekli oldu. O arada evde dikiş dikiyordu. Biri şikayet edip maliyeye haber verince vergi kaçakçısı durumuna düştü. Epey bir ceza ödediler. Ondan sonra da bir daha dikiş dikmedi. Sadece benim için düzeltmeler falan yapar.”
“Bir sürü insan bu yollarla evini geçindiriyor. Evet vergisi yok ama öte yandan butikler kadar pahalı olmadığı için az gelirliler için büyük imkan!”
“Kesinlikle öyle. Yani bu durum sakal bıyık meselesi.”
“Nasıl?”
“Yani aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık!”
“Ah anladım. Sen dikiş dikiyor musun peki?”
“Evet, bilirim dikmeyi ama uzun yıllardır dikmedim. Evdeki ustaya müracaat ediyorum.”
“Annem bizim kıyafetlerimizi dikerdi. Hala arada açar makinesini eve bir şeyler diker.” Tayfun annesinin dikiş dikmesinden özlemle bahsetmişti. Çağla bir anda az önceki kızgınlığının geçtiğini fark etti. “Aslında benimki de arada açsa fena olmayacak. Çok pahalı hayat.”
“Bu zam mı istemekti? Bana mı öyle geldi?”
“AA yok gerçekten öyle değil. Ay şey yanlış anladınız.”
“Tamam Çağla, anladım. Şaka yapıyorum. Ama maaşlar hesaplanırken senin bayan olduğunu unutmayacağım. Ne de olsa beylerden çok harcaman oluyor.”
“Öyle demeyin Tayfun Bey, benim de çok masrafım var. O kadar kıza hediye yetişmiyor.”
“Fatih, sus da batma.” Tayfun’un söylediği cümleye ikisi de güldü.
“Şansımı denedim patron.”
Masa biraz daha normal bir ortama dönmüştü. En azından artık suskunluk süreleri en fazla bir dakika sürüyordu. Saat ilerledikçe ortam tenhalaştı. Pist artık boşalıyordu. Ajansın gönderdiği çocuklar çoktan odalarına çekilmişti.

*****

Yatmaya gitmeden önce kahve içmek için şömineli salona geçtiler. Bu şöminenin başındaki son geceleriydi. Büyük camların önünden geçerken dışarıdaki sokak ışıklarından kar yağdığını gördü. Sevinç çığlığı atınca iki erkek de merakla ona baktı.
“Kar yağıyor!”
“Seni gören ilk defa kar gördün sanır.”
“Of Fatih, ilk defa değil ama bu kadar güzel bir yerde tadı başka.”
“Kar işte.”
“Sen bunca kızı nasıl romantik olduğuna ikna ediyorsun? Kaba adam. Hadi üstümüze kalın şeyler giyelim dışarı çıkalım. Çok güzel yağıyor.”
“Deli misin? Buz gibidir hava.” Hiç niyeti yoktu.
“Of Fatih offf, kar yağarken hava kırılır biraz. Hadi beş dakikaya burada olalım. Kahveyi sonra da içeriz. Ben şarabı açtırıyorum. Kar altında içelim.”
“Bak şimdi cazip şeyler söylüyorsun. Hadi odaya.”
Asansörde Çağla, dilinin ucuna kadar gelen soruyu yuttu. Bir kez daha sormayacaktı. Tayfun bey, asansörden inip odalarının olduğu tarafa doğru yürürken yine sormaya niyetlendi. Ama tam ağzını açacakken Fatih’e “İyi geceler ve iyi eğlenceler” demesi ile sorusunu bir kez daha yuttu. Fatih şaşkın yanıtladı. “Size de.”
“Hala gelmeye niyetiniz yok mu? Bu şarap kaçmaz.” Çağla dilini kopartacaktı ama geç kalmıştı. O sözler çoktan çıkmıştı. Odaya doğru yürürken Tayfun yanıtladı, “Ben gelmezsem size daha çok şarap düşer.”
“Çok şarap içmek değil, keyifle içmek güzel. Siz de katılın bize.” Çağla yine dayanamamıştı. Tayfun Bey bu kez sadece kafasını sallamıştı. Katılacaktı.
Üçü bahçede, karlar altında, ellerinde şarap kadehleri ile hem düşen karları izliyor hem de sessiz gecenin tadını çıkartıyordu. Sakin yağan karın düşüşü ışıklardaki dansı, gölün üstündeki görüntüsü hepsini mest etmişti. Kendileri gibi kar altında yürümeyi ya da konuşmayı seçmiş kişiler bahçede gruplar oluşturmuştu.
“Çok durgun gözüküyorsun Çağla. İçerideki neşeli kıza ne oldu?” Fatih gerçekten de durgunlaşan Çağla ile ilgileniyordu.
“İyiyim. Sadece kar yağışını izlemek hüzünlendirdi.”
“Neden? Eski bir aşk acısı mı?”
“Hayır. Sadece hüzünlendim.” Net bir yanıttı. Doğru söylüyordu. Neden öyle olduğunu anlatamazdı. Orada aşık olduğu erkekle birlikte olsa, ilk bebeklerini bekliyor olsalar ne kadar güzel olurdu diye düşünüyordu. Bunu açıklayamazdı ki. Onun düşüncelerinden habersiz olan Fatih, “Sen hüzünlenir miydin?” diye sordu. Çağla gülümseyerek yanıtladı, “Elbette. Benim de üzüntü duyduğum kısacık anlar olabiliyor. Ama onları yok etmeyi biliyorum.”
“Nasıl oluyor da böyle mutlu olabiliyorsun?”
“Yirmi bir maddem var. Onları uyguluyorum.”
“Ne maddesi?”
“Jackson Brown’un mutluluk için sıraladığı yirmi bir maddesi var. bilgisayarımda hepsi mevcut ama aklıma gelenleri hemen söyleyeyim. Doğru kişiyle evlen. Sadece bu karar mutluluğunun ya da mutsuzluğunun yüzde ellisini belirler.  Tanıdığın en pozitif ve enerjik kişi sen ol.  Kendine ve başkalarına karşı affedici ol. Cömert ol.  Karar al ve uygula. Karar al ve uygula. Karar al ve uygula. Bak adam bile beni tanımış, bu maddeyi tekrar tekrar yazmış.  Ben karar alır ama bir türlü uygulayamam.  Sonra, Mutluluğun, sahip olduklarından, güç ya da prestijden değil, sevdiğin ve saygı duyduğun insanlarla ilişkilerinden kaynaklandığını anla.  Sevdiklerinle ilgilen ve onlara iyi davran.  Kendinle gurur duymayacağın şeyleri yapmamayı seç. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Tabii dürüstlük, vafalı olmak ve insiyatif kullanabilmek de var.”
“Bunca maddeyi aklında mı tuttun.” Fatih gözleri kocaman açılmış, uzaylı görmüş gibi bakıyordu.
“Bu kadar rakı ve şarap içmemiş olsam hepsini sayardım.
 “Çağla, bunları da listeleyip ezberledin mi?”
“Ben yapmadım. Adam listelemiş zaten. Ben hazıra kondum.”
“Senin gibiler için yapmıştır. Başka böyle listelerin var mı?”
“Olmaz mı? Ama şu an onları anımsamamı bekleme. Sonra okurum sana. Artık uyuyalım mı? Sabah erken kalkacağız.” Dili dolanıyordu biraz. Sarhoş değildi ama başı tatlı tatlı dönüyordu. En güzeli odaya gitmek ve uyumaktı.
Boş şarap şişesini elinde tutan Fatih selam verir gibi yapıp yürümeye başladı. Onu Tayfun Bey izledi. İkisinin konuşmasının büyük bölümüne dinleyici olarak katılmıştı. Sıkılmıştı belli ki. Çok konuşmuştu. Adamı boğacak kadar çok konuşmuştu.
Bir önceki akşam yaşanan koridor seremonisi neredeyse aynen tekrarlandı. İlk Fatih odasına girdi. İyi geceler derken dili biraz kayıyor gibiydi. Koridorun sonuna doğru yürürken Çağla da hafifçe yalpalamıştı. Tayfun tam tutacakken normale döndüğünü gördü. Kolunu tutmadığı için sevinmişti. Neler hissedeceğini bilemiyordu. Ona dokunmak istemiyordu. Kapısının önüne geldiğinde iyi geceler, diledi. Çağla da iyi geceler diyerek odasına doğru yürümeye devam etti. Kapısına geldiğinde içeri girmesini bekledi ama Çağla anahtarı ile uğraşıyordu. Söylendiğini duyan Tayfun o tarafa doğru yürüdü.
“Ne oldu?” dedi fısıltıyla.
“Neden bu otel de diğerleri gibi kartlı sisteme geçmemiş ki? Anahtar deliğini bulamıyorum.”
Tayfun elini uzatıp anahtarı aldı. Mümkün olduğunca eline değmemeye çalıştı.  Rakı ve şarap hafif çakırkeyif yapmıştı Çağla’yı. Onun bu halinin şirin olduğunu düşünerek yüzüne baktı bir süre. Sonra odanın kapısını açtı ve içeri girmesini bekledi. Anahtarı eline vermek yerine kapının yanındaki koltuğun üstüne atmayı tercih etti. Çağla ağzının içinde iyi geceler diyerek yatağa doğru yürüdü. Onun yatağa nerdeyse kendini atacağını anlayan Tayfun içeri girip kolunu tuttu.
“Çağla, seni soymamı bekleme. Hadi kendin üstünü değiştirebilirsin. Gel biraz yüzünü yıka.”
“Ben hallederim. İyiyim.”
“İyi olduğunu biliyorum ama ben kapıdan çıkınca sen üstünle yatacaksın. En iyisi yüzünü yıka ve ben rahatlıkla odama gideyim.”
Banyoya doğru yürürken hafif kapalı gözlerini açmaya çalışıp baktı. “Tayfun Bey, biraz asabi ve suskunsun ama iyisin be.”
Tayfun, ondan gelen titreşimleri görmezden gelerek kısık sesle yanıtladı. “Beni sen sinir ediyorsun, bunu bir anlasan!”

*****

Sabah uyandığında akşam ile ilgili en son anımsadığı şeyin oda kapısını açamadığı olması ilginçti. Odaya girmiş üstünü değiştirmiş ve yatağına kıvrılmıştı. Biraz düşününce kapıyı Tayfun Beyin açtığını ve yüzünü yıkamasına yardım ettiğini anımsadı.  Sonra ne olmuştu? Bir şeyler konuştuklarını da anımsıyordu ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordu.
Önemli olsaydı anımsardı nasılsa…

*****

Valizlerini toplayıp kahvaltıya öyle indi. Son kez eteğini ve gömleğini giyip saçlarını topladı. Sabahki oyun için kıyafeti hazırdı. Akşamki hippi gitmiş yerine yine iş kadını gelmişti. Kahvaltıya geldiğinde Fatih ile Tayfun Beyin çoktan indiğini görüp hemen yanlarına gitti. Akşamdan hiç konu açılmamıştı. Çağla da bundan memnun kahvaltısını yapmaya koyuldu. Birlikte grupla son toplantıyı yapacakları odaya gittiler. Çağla, oyun için yine bilgi tekrarı yaptı. Tüm bu süreçte Tayfun Beyin sık sık kendisine baktığını görüyor, anlam veremiyordu. Ne olduğu hakkında hiç fikri yoktu. Acaba dün gece yanlış bir şey mi söylemişti? O kadar sarhoş değildi ki! Belki de konuşmasını izlemeyi seviyordu. Öyle olmalıydı.
Oyun bittiğinde onların da işi bitmişti. Kurumun kendi elemanları ile bir saat kadar daha toplantısı vardı. Kapanış yapılacaktı. Öğlen yemeği yenilecek ve İstanbul’a öyle dönülecekti. Ajanstan gelenler de onlarla dönecekti. 
Çağla kızların ilk gün dediklerini anımsadı. Tüm sabah kızları Tayfun Bey ile Fatih’in yanında görmemişti. Acaba araba ile gelmek için yeni bir atak yapacaklar mıydı? Çağla odasından valizlerini alıp aşağı indiğinde erkeklerin de hazır olduğunu gördü. Üçünden başka kimse yoktu. O göl yürüyüşünden sonra kızlar bu erkeklerden kendilerine iş çıkmayacağını anlamış olmalıydı. Arabaya binip hemen yola çıktılar.
Dönüş yolunda Çağla arkada oturmuş hafta sonunu düşünüyordu. Güzel ve eğlenceli geçmişti. Temiz hava ve gece kısa süre yağan kar da tadını arttırmıştı. Sabah yolların kapanmasından korksalar da sorun yoktu. Oyunlar başarılı geçmiş, akşam eğlencesinde uzun zamandır eğlenmediği kadar eğlenmişti. Hediye edilen şarap ve onu paylaştığı erkekler ile güzel vakit geçirmişti. Düşünceler içinde yolu izliyordu. Arada bakışları cipi kullanan Tayfun’a kayıyordu. O da dalgındı. Bir ara dikiz aynasında bakışları karşılaşınca bir iki saniye gözlerini çekemedi. Neler olduğunu bilmediği bir şeyler yaşıyordu. Ona bakmak heyecanlandırıyor muydu? O patronuydu. Üstelik sevgilisi vardı. Ve en önemlisi o esmerdi. Tipi değildi…

*****

Tayfun önce bakışlarını zorlukla yola çevirdi. Sonra direksiyondan çektiği eli ile siyah saçlarını geriye doğru taradı. Aklından geçenlerin yüzüne yansımasını engellemek istiyordu. Üç gündür kafası iyice karışmıştı. Neler olduğu hakkında fikir üretemiyordu. Çağla ile ilgili ne hissettiğinden emin olamıyordu. Kıskanıyordu onu. Şirkete başladığından beri etrafında olan erkekleri, onlarla samimi oluşunu, bazen çıldırtıcı kıyafetlerini, her şeyini kıskanıyordu. Ama onun ilgisini çekmediğini biliyordu. Çağla sarışınları beğeniyordu. Zevklere müdahale edilemezdi ki. Çağla’nın kendisini fark etmesini umamazdı… Hem zaten Nurgül vardı. Uzun zamandır bittiğini hissettiği ama bir türlü son noktayı koyamadığı ilişkisi vardı.
Nurgül, kafa olarak uymadığı biriydi. Hataydı ama bir türlü sonu gelmemişti. Bunun nedenlerinin başında Nurgül’ün iş için uzun sürelerle şehir dışında olması geliyordu. Çalıştığı şirket, Antalya’da açılan büronun başına getirmişti. Bir yıldır  oradaydı ve daha ne kadar kalacağı belli değildi. Ayda iki sefer İstanbul’a geliyor, iki üç gün kalıyor sonra yine dönüyordu. Bu da kendisine nefes alma süresi veriyordu. Ama tüm bunların değiştirmediği bir gerçek vardı. Nurgül kafasında bitmişti. Kalbine hiç işlemediği için orada bir sorun yoktu. Bu üç gün karar vermesini sağlamıştı. Döndüğünde konuşacaktı.
Tekrar dikiz aynasından baktığında, kafasını cama dayayarak uyuduğunu gördü. Biraz daha yavaşladı. Müziği de kıstı. Rahat uyusun istiyordu.

*****

Adını duyduğunda kafasını kaldırdı. Uyumuştu. Üstelik uzun süre uyumuş olmalıydı.
Tayfun uyandığını görünce, “Bir şeyler yiyeceğiz. Hadi gel.” Dedi.
Çağla, içindeki tuhaf duyguların durulmadığının bilincinde toparlanıp indi araçtan. Yol kenarındaki tesislerden birinde sessiz bir yemek yendi. Herkesin üstünde farklı nedenlerden oluşan sıkıntı vardı. Kimse diğerine neler hissettiğini, aklından neler geçtiğini söylemediği için sessizlik uzayıp gitti. Yemeğin üstüne içilen kahvelerden sonra araca binilerek yola çıkıldı.
Tayfun Bey arabayı kullanmaya devam etmiş, Çağla’ya teklifte bulunmamıştı. Çağla arkada uyuklamaya devam etti. Küçük patron, onun uykulu halini görüp arabayı vermeye korkmuş olmalıydı. Aslında kullansa biraz daha kendine gelir miydi? En azından aklındakileri uzaklaştırmak için uykuya sığınmazdı.
Evinin önüne geldiğinde araçtan inerken bir şeylerin değiştiğinin bilincindeydi. Sanki indiği anda bir şeyler kopacaktı. Fatih inip valizlerini almış, kapıya kadar götürmeyi teklif etmişti. Tayfun Bey ise araçtan inmeden elini uzatmış ve kuru bir teşekkürle vedalaşmıştı.
Çağla asansöre bindiğinde içinde hissettiği noksanlığın ne olduğunu anlayamadı. Katın düğmesine bastığında yanında olmasına alıştığı erkeğin artık olmadığını fark etti. Buydu hissettiği boşluk. Yani Fatih’in de olmaması etkilemişti tabii…

*****

Tayfun aracı Fatih’in evine doğru sürerken daha fazla kendini tutamadı. Alacağı yanıt bu güne kadar gördüklerinin üstüne en fazla bir kişi daha ekleyecekti.
“Sen Çağla’ya aşık mısın?”

Fatih, bu sorunun neden sorulduğunu anlamadı. Ama sesi kendi içindekileri dürüstçe itiraf ettiğini belli ediyordu. “Çağla’ya mı? Hayır değilim. Ben galiba başkasına aşığım.” 

1 yorum: