Gruptaki çocuklar kendi
masalarına geçerken uğruyor bir iki cümle ile hatır sorup gidiyorlardı. Çağla
hala merakla iki kızın ne yapacaklarını bekliyordu. En son onlar gelmişti.
İkisi de konsepte uygun şeyler giymek için çaba göstermişti. Birinin üstünde salaş
bir kırmızı pantolon ile üstünde boyundan bağlı el örgüsü bir bluz vardı.
Diğeri ise küçük çiçekli bir elbise giymişti. Kızların kıyafetlerinin de güzel
ama kendisi kadar uyumlu olmadıklarını anlamak zevk vermişti. Onlar da masaya
uğramış erkeklerin soğuk konuşması ile çok kalamamıştı.
“Çağla, döndüğümüzde ajansa
haber ver. Bir daha asla bu iki kızı etrafımızda görmek istemiyorum.”
“Zevkle.”
Soğuk meze tabaklarındaki
her şey çok lezzetliydi. Haydariye bakıp diğer ikisinin tabağını kontrol etti.
Öpüşmeyecekti ama konuşacaktı. Sarımsak kokusunun yemeyeni ne kadar rahatsız
edeceğini bildiği için ikisinin de yemesini bekledi. Onlar elini uzatmayınca
kendisi de yiyemiyordu. En sonunda sandalyesinde kıvranacağına sormaya karar
verdi.
“Haydarisini yemeyecek olan
var mı?”
“Ben yiyeceğim.” dedi
Fatih. Tayfun Bey ise anlamamış yüzüne bakıyordu. “Çok seviyorsan benimkini
alabilirsin.”
“Siz yiyecekseniz ben de
yiyeceğim de. Aksi halde zaten az konuştuğumuz bir masada hiç konuşamaz
olacağım.” Biraz iğnelemişti galiba patronunu.
“Ah anladım. Yiyeceğim.
Yine de teklifim geçerli en azından yarısını verebilirim.”
“Tabağımdaki yeter teşekkür
ederim.” Sonra yine sessizlik çöktü masaya. Bu arada canlı müzik yapan orkestra
yemek müziği çalıyordu. Yemek salonu tamamen dolmuş, her masadaki konuşma
salona belli bir uğultu yaymıştı. Ara sıcaklar dağıtıldıkça Çağla iştahla
yiyordu. Her şey çok lezzetliydi. Erkeklere uymuş o da rakı istemişti. Bu akşam
keyfini kaçırmadan eğlenecekti. Ne bir iki yıla kadar burun buruna olduğu büyük
sorununu aklına getirecek, ne de hayatında bir anlam ifade etmeyen erkekleri
düşünecekti. Bu akşam dans edecek ve eğlenecekti. Zaten öğleden sonrasını kendi
kendini yiyerek boşa harcamıştı.
Öyle de yaptı. Ana
sıcaklardan sonra dans pisti iyice dolmuştu. Sahnedeki şarkıcının yüksek
tempodaki şarkıları ortamı iyice ısıttı. Bir ara ajansın yolladığı çocuklar
yanlarına gelip Fatih ile Çağla’yı dans pistine sürükledi. Çağla zaten yerinde
de oynadığı için bu harekete itiraz etmemişti. Üstündeki yelekten göbeği ve
belinin bir kısmı ara sıra açığa çıkıyordu. Göğüsleri ise hareketleri ile
hafifçe salınıyordu. Yetmişli yılların müziklerinin çalınması ile o dönemin
dans hareketlerinin yapılması hem pisttekileri hem izleyenleri kahkahalara
boğuyordu. Belki de koca salonda tek gülmeyen kişi Tayfun’du! Yüzünde donuk bir
ifade ile piste bakıyordu. Çağla onun neden bu kadar asık yüzle oturduğunu
anlamıyordu. Gözünü dikmiş kendisine bakıyordu. Kızmış mıydı eğlenmesine? Kendisi eğlenmiyorsa keyfi bilir, diyerek
kollarını havaya kaldırıp dans etmeye devam etti.
Masaya geri döndüğünde
Tayfun’un yeni bir kadeh doldurduğunu gördü. Kaçıncıyı içiyordu? Üç mü? Çok
değil miydi?
“Çok eğlendin sanırım?”
“Evet, çocuklar o yılların
danslarını bilmiyorlardı. Onlara biraz pistte ders verdim. Şimdi hepsi birer
dansçı hippi.”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Annem ile babamdan. O
yıllarda evli değillermiş ama ikisi de hippiymiş. Üstümdekiler annemin zaten.”
“O da bu kadar açık mı
giyiniyormuş?”
Çağla, bilmese Tayfun Beyin
kendisini kıskandığını düşünecekti. Onun çok güzel bir sevgilisi vardı ve
kendisi ile ilgilenmiyordu. Galiba içince kafası karışmıştı. Çağla fazla üstüne
gitmemek için sustu.
Fatih pistte eğlenmeye
devam ediyordu. Çağla da ikinci kadehini istemişti. Dans etmek acıktırmıştı.
Elini ekmeğe uzattığında eli bir kez daha Tayfun’un eli ile çarpışmıştı. Bu kez
elini ikisi de çekmedi. Çağla, neler olduğunu anlamak ister gibi bakınca Tayfun
bir dilim ekmeği kendisine uzattı. “Pardon, sen al.”
“Teşekkür ederim.” Sesi
biraz çatlak çıkmıştı. Yorgunluktan olmalıydı!
Yemeğin sonunda konsepte en
uygun kıyafet ödülü verilmiş, firma çalışanlarından üç kişi ödüle layık
görülmüştü. Gecenin sunucusu, Çağla’nın adını okuyup özel bir ödül verileceğini
söyleyince şaşkınlıkla sahneye baktı.
“Bu gece, hippi
kıyafetlerine en uygun giyinen kişi kurum dışından biri. O nedenle kendisine
otelimiz adına özel şaraplarımızdan hediye etmeye karar verdik.” Çağla, sahneye
yürürken tüm başların kendisine çevrilmesinden biraz rahatsızlık duydu.
Utanarak yürüyordu bu kez.
“Çok teşekkür ederim. Benim
için büyük sürpriz oldu.”
“Sizi bu güzel kostüm için
kutlamak istiyorum.”
“Beğeninizi anneme
ileteceğim. Gözlük hariç üstümdeki tüm kıyafetler annemin hippilik döneminden
kalma.”
“Desenize ruhunda ve
genlerinde hippilik olan birisi ile konuşuyorum. Annenize de teşekkürlerimizi
iletin.”
Çağla şarap şişesi ile
masasına döndüğünde yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Ama masadaki asık suratı
görünce neşesi kaçtı. Bu adama ne oluyordu? Umursamayacaktı. Tadını
kaçırmayacaktı.
Fatih, “Bu şarabı bu akşam
içer miyiz?”
“Elbette. Tayfun bey, siz
de katılır mısınız?”
“Bilmiyorum.”
‘Bilmiyormuş. Bunun bilinmeyecek nesi var ki? Bu adamın asık suratı ve
soğuk tavırları bazen beni
çıldırtıyor. Alt tarafı iki kadeh şarap içeceğiz.’ Çağla, neden bu
kadar sinirlendiğini anlamamıştı. Bu akşam masadaki ortam defalarca kez gel
gitler yaşamıştı. Bir an gülümseyen yüzler bir an sonra asılıyordu. Tayfun
beyin biraz sonra yeniden normale döneceğini düşündü.
“Tebrikler bu arada.
Gerçekten tepeden tırnağa en iyi giyinmiş olan sendin. Annen nasıl olmuş da
saklamış bunları?” Fatih yine merakına yenilmişti. Onun soruları Tayfun’un da
merakını gideriyordu.
“Benim annemin eski mesleği
terzilikti. Çok güzel şeyler dikerdi. Modayı da çok iyi bilir. En iyi bildiği
şeylerin başında altı yedi senede bir eski modellerin revaçta olması var.
Dikkat edin kadın kıyafetleri ufak değişikliklerle yeniden moda oluyor.
Apartman topuklar annemin en sevdiği dönemin ayakkabı modelleri ve işte
ayağımdaki modelin neredeyse aynısı vitrinlerde boy gösteriyor.”
“A evet, çok haklı. Zaten
bunca yıl düşünüldüğünde nasıl her seneye ayrı modeller bulunsun ki? Bir gün
geçmiş yine moda olacak.” Fatih, bu saptamasına sevinmiş gülümseyip duruyordu.
Acaba o da mı çok içmişti?
“Annen neden dikiş dikmiyor
artık?” Soru o ana kadar sessizce dinleyen Tayfun’dan geldi.
“Çalıştığı butik kapandı.
Bir süre dışarıdan sigortasını ödedi. Emekli oldu. O arada evde dikiş
dikiyordu. Biri şikayet edip maliyeye haber verince vergi kaçakçısı durumuna düştü.
Epey bir ceza ödediler. Ondan sonra da bir daha dikiş dikmedi. Sadece benim
için düzeltmeler falan yapar.”
“Bir sürü insan bu yollarla
evini geçindiriyor. Evet vergisi yok ama öte yandan butikler kadar pahalı
olmadığı için az gelirliler için büyük imkan!”
“Kesinlikle öyle. Yani bu
durum sakal bıyık meselesi.”
“Nasıl?”
“Yani aşağı tükürsek sakal,
yukarı tükürsek bıyık!”
“Ah anladım. Sen dikiş
dikiyor musun peki?”
“Evet, bilirim dikmeyi ama
uzun yıllardır dikmedim. Evdeki ustaya müracaat ediyorum.”
“Annem bizim
kıyafetlerimizi dikerdi. Hala arada açar makinesini eve bir şeyler diker.”
Tayfun annesinin dikiş dikmesinden özlemle bahsetmişti. Çağla bir anda az
önceki kızgınlığının geçtiğini fark etti. “Aslında benimki de arada açsa fena
olmayacak. Çok pahalı hayat.”
“Bu zam mı istemekti? Bana
mı öyle geldi?”
“AA yok gerçekten öyle
değil. Ay şey yanlış anladınız.”
“Tamam Çağla, anladım. Şaka
yapıyorum. Ama maaşlar hesaplanırken senin bayan olduğunu unutmayacağım. Ne de
olsa beylerden çok harcaman oluyor.”
“Öyle demeyin Tayfun Bey,
benim de çok masrafım var. O kadar kıza hediye yetişmiyor.”
“Fatih, sus da batma.”
Tayfun’un söylediği cümleye ikisi de güldü.
“Şansımı denedim patron.”
Masa biraz daha normal bir
ortama dönmüştü. En azından artık suskunluk süreleri en fazla bir dakika
sürüyordu. Saat ilerledikçe ortam tenhalaştı. Pist artık boşalıyordu. Ajansın
gönderdiği çocuklar çoktan odalarına çekilmişti.
*****
Yatmaya gitmeden önce kahve
içmek için şömineli salona geçtiler. Bu şöminenin başındaki son geceleriydi.
Büyük camların önünden geçerken dışarıdaki sokak ışıklarından kar yağdığını
gördü. Sevinç çığlığı atınca iki erkek de merakla ona baktı.
“Kar yağıyor!”
“Seni gören ilk defa kar
gördün sanır.”
“Of Fatih, ilk defa değil
ama bu kadar güzel bir yerde tadı başka.”
“Kar işte.”
“Sen bunca kızı nasıl
romantik olduğuna ikna ediyorsun? Kaba adam. Hadi üstümüze kalın şeyler giyelim
dışarı çıkalım. Çok güzel yağıyor.”
“Deli misin? Buz gibidir
hava.” Hiç niyeti yoktu.
“Of Fatih offf, kar
yağarken hava kırılır biraz. Hadi beş dakikaya burada olalım. Kahveyi sonra da
içeriz. Ben şarabı açtırıyorum. Kar altında içelim.”
“Bak şimdi cazip şeyler
söylüyorsun. Hadi odaya.”
Asansörde Çağla, dilinin
ucuna kadar gelen soruyu yuttu. Bir kez daha sormayacaktı. Tayfun bey,
asansörden inip odalarının olduğu tarafa doğru yürürken yine sormaya
niyetlendi. Ama tam ağzını açacakken Fatih’e “İyi geceler ve iyi eğlenceler”
demesi ile sorusunu bir kez daha yuttu. Fatih şaşkın yanıtladı. “Size de.”
“Hala gelmeye niyetiniz yok
mu? Bu şarap kaçmaz.” Çağla dilini kopartacaktı ama geç kalmıştı. O sözler
çoktan çıkmıştı. Odaya doğru yürürken Tayfun yanıtladı, “Ben gelmezsem size
daha çok şarap düşer.”
“Çok şarap içmek değil,
keyifle içmek güzel. Siz de katılın bize.” Çağla yine dayanamamıştı. Tayfun Bey
bu kez sadece kafasını sallamıştı. Katılacaktı.
Üçü bahçede, karlar
altında, ellerinde şarap kadehleri ile hem düşen karları izliyor hem de sessiz
gecenin tadını çıkartıyordu. Sakin yağan karın düşüşü ışıklardaki dansı, gölün
üstündeki görüntüsü hepsini mest etmişti. Kendileri gibi kar altında yürümeyi
ya da konuşmayı seçmiş kişiler bahçede gruplar oluşturmuştu.
“Çok durgun gözüküyorsun
Çağla. İçerideki neşeli kıza ne oldu?” Fatih gerçekten de durgunlaşan Çağla ile
ilgileniyordu.
“İyiyim. Sadece kar
yağışını izlemek hüzünlendirdi.”
“Neden? Eski bir aşk acısı
mı?”
“Hayır. Sadece
hüzünlendim.” Net bir yanıttı. Doğru söylüyordu. Neden öyle olduğunu
anlatamazdı. Orada aşık olduğu erkekle birlikte olsa, ilk bebeklerini bekliyor
olsalar ne kadar güzel olurdu diye düşünüyordu. Bunu açıklayamazdı ki. Onun
düşüncelerinden habersiz olan Fatih, “Sen hüzünlenir miydin?” diye sordu. Çağla
gülümseyerek yanıtladı, “Elbette. Benim de üzüntü duyduğum kısacık anlar
olabiliyor. Ama onları yok etmeyi biliyorum.”
“Nasıl oluyor da böyle
mutlu olabiliyorsun?”
“Yirmi bir maddem var.
Onları uyguluyorum.”
“Ne maddesi?”
“Jackson
Brown’un mutluluk için sıraladığı yirmi bir maddesi var. bilgisayarımda hepsi
mevcut ama aklıma gelenleri hemen söyleyeyim. “Doğru kişiyle evlen. Sadece bu karar mutluluğunun ya
da mutsuzluğunun yüzde ellisini belirler.
Tanıdığın en pozitif ve enerjik kişi sen ol. Kendine ve başkalarına karşı affedici ol.
Cömert ol. Karar al ve uygula. Karar al
ve uygula. Karar al ve uygula. Bak adam bile beni tanımış, bu maddeyi tekrar
tekrar yazmış. Ben karar alır ama bir
türlü uygulayamam. Sonra, Mutluluğun,
sahip olduklarından, güç ya da prestijden değil, sevdiğin ve saygı duyduğun
insanlarla ilişkilerinden kaynaklandığını anla.
Sevdiklerinle ilgilen ve onlara iyi davran. Kendinle gurur duymayacağın şeyleri yapmamayı
seç. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Tabii dürüstlük, vafalı olmak ve
insiyatif kullanabilmek de var.”
“Bunca
maddeyi aklında mı tuttun.” Fatih gözleri kocaman açılmış, uzaylı görmüş gibi
bakıyordu.
“Bu
kadar rakı ve şarap içmemiş olsam hepsini sayardım.
“Çağla, bunları da listeleyip ezberledin mi?”
“Ben yapmadım. Adam
listelemiş zaten. Ben hazıra kondum.”
“Senin gibiler için
yapmıştır. Başka böyle listelerin var mı?”
“Olmaz mı? Ama şu an onları
anımsamamı bekleme. Sonra okurum sana. Artık uyuyalım mı? Sabah erken
kalkacağız.” Dili dolanıyordu biraz. Sarhoş değildi ama başı tatlı tatlı
dönüyordu. En güzeli odaya gitmek ve uyumaktı.
Boş şarap şişesini elinde
tutan Fatih selam verir gibi yapıp yürümeye başladı. Onu Tayfun Bey izledi.
İkisinin konuşmasının büyük bölümüne dinleyici olarak katılmıştı. Sıkılmıştı
belli ki. Çok konuşmuştu. Adamı boğacak kadar çok konuşmuştu.
Bir önceki akşam yaşanan
koridor seremonisi neredeyse aynen tekrarlandı. İlk Fatih odasına girdi. İyi
geceler derken dili biraz kayıyor gibiydi. Koridorun sonuna doğru yürürken
Çağla da hafifçe yalpalamıştı. Tayfun tam tutacakken normale döndüğünü gördü.
Kolunu tutmadığı için sevinmişti. Neler hissedeceğini bilemiyordu. Ona dokunmak
istemiyordu. Kapısının önüne geldiğinde iyi geceler, diledi. Çağla da iyi
geceler diyerek odasına doğru yürümeye devam etti. Kapısına geldiğinde içeri
girmesini bekledi ama Çağla anahtarı ile uğraşıyordu. Söylendiğini duyan Tayfun
o tarafa doğru yürüdü.
“Ne oldu?” dedi fısıltıyla.
“Neden bu otel de diğerleri
gibi kartlı sisteme geçmemiş ki? Anahtar deliğini bulamıyorum.”
Tayfun elini uzatıp
anahtarı aldı. Mümkün olduğunca eline değmemeye çalıştı. Rakı ve şarap hafif çakırkeyif yapmıştı
Çağla’yı. Onun bu halinin şirin olduğunu düşünerek yüzüne baktı bir süre. Sonra
odanın kapısını açtı ve içeri girmesini bekledi. Anahtarı eline vermek yerine
kapının yanındaki koltuğun üstüne atmayı tercih etti. Çağla ağzının içinde iyi
geceler diyerek yatağa doğru yürüdü. Onun yatağa nerdeyse kendini atacağını
anlayan Tayfun içeri girip kolunu tuttu.
“Çağla, seni soymamı
bekleme. Hadi kendin üstünü değiştirebilirsin. Gel biraz yüzünü yıka.”
“Ben hallederim. İyiyim.”
“İyi olduğunu biliyorum ama
ben kapıdan çıkınca sen üstünle yatacaksın. En iyisi yüzünü yıka ve ben
rahatlıkla odama gideyim.”
Banyoya doğru yürürken
hafif kapalı gözlerini açmaya çalışıp baktı. “Tayfun Bey, biraz asabi ve suskunsun
ama iyisin be.”
Tayfun, ondan gelen
titreşimleri görmezden gelerek kısık sesle yanıtladı. “Beni sen sinir
ediyorsun, bunu bir anlasan!”
*****
Sabah uyandığında akşam ile
ilgili en son anımsadığı şeyin oda kapısını açamadığı olması ilginçti. Odaya
girmiş üstünü değiştirmiş ve yatağına kıvrılmıştı. Biraz düşününce kapıyı
Tayfun Beyin açtığını ve yüzünü yıkamasına yardım ettiğini anımsadı. Sonra ne olmuştu? Bir şeyler konuştuklarını
da anımsıyordu ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordu.
Önemli olsaydı anımsardı
nasılsa…
*****
Valizlerini toplayıp
kahvaltıya öyle indi. Son kez eteğini ve gömleğini giyip saçlarını topladı.
Sabahki oyun için kıyafeti hazırdı. Akşamki hippi gitmiş yerine yine iş kadını
gelmişti. Kahvaltıya geldiğinde Fatih ile Tayfun Beyin çoktan indiğini görüp
hemen yanlarına gitti. Akşamdan hiç konu açılmamıştı. Çağla da bundan memnun
kahvaltısını yapmaya koyuldu. Birlikte grupla son toplantıyı yapacakları odaya
gittiler. Çağla, oyun için yine bilgi tekrarı yaptı. Tüm bu süreçte Tayfun
Beyin sık sık kendisine baktığını görüyor, anlam veremiyordu. Ne olduğu
hakkında hiç fikri yoktu. Acaba dün gece yanlış bir şey mi söylemişti? O kadar
sarhoş değildi ki! Belki de konuşmasını izlemeyi seviyordu. Öyle olmalıydı.
Oyun bittiğinde onların da
işi bitmişti. Kurumun kendi elemanları ile bir saat kadar daha toplantısı
vardı. Kapanış yapılacaktı. Öğlen yemeği yenilecek ve İstanbul’a öyle
dönülecekti. Ajanstan gelenler de onlarla dönecekti.
Çağla kızların ilk gün
dediklerini anımsadı. Tüm sabah kızları Tayfun Bey ile Fatih’in yanında
görmemişti. Acaba araba ile gelmek için yeni bir atak yapacaklar mıydı? Çağla
odasından valizlerini alıp aşağı indiğinde erkeklerin de hazır olduğunu gördü.
Üçünden başka kimse yoktu. O göl yürüyüşünden sonra kızlar bu erkeklerden
kendilerine iş çıkmayacağını anlamış olmalıydı. Arabaya binip hemen yola
çıktılar.
Dönüş yolunda Çağla arkada
oturmuş hafta sonunu düşünüyordu. Güzel ve eğlenceli geçmişti. Temiz hava ve
gece kısa süre yağan kar da tadını arttırmıştı. Sabah yolların kapanmasından
korksalar da sorun yoktu. Oyunlar başarılı geçmiş, akşam eğlencesinde uzun zamandır
eğlenmediği kadar eğlenmişti. Hediye edilen şarap ve onu paylaştığı erkekler
ile güzel vakit geçirmişti. Düşünceler içinde yolu izliyordu. Arada bakışları
cipi kullanan Tayfun’a kayıyordu. O da dalgındı. Bir ara dikiz aynasında
bakışları karşılaşınca bir iki saniye gözlerini çekemedi. Neler olduğunu
bilmediği bir şeyler yaşıyordu. Ona bakmak heyecanlandırıyor muydu? O
patronuydu. Üstelik sevgilisi vardı. Ve en önemlisi o esmerdi. Tipi değildi…
*****
Tayfun önce bakışlarını
zorlukla yola çevirdi. Sonra direksiyondan çektiği eli ile siyah saçlarını
geriye doğru taradı. Aklından geçenlerin yüzüne yansımasını engellemek
istiyordu. Üç gündür kafası iyice karışmıştı. Neler olduğu hakkında fikir
üretemiyordu. Çağla ile ilgili ne hissettiğinden emin olamıyordu. Kıskanıyordu
onu. Şirkete başladığından beri etrafında olan erkekleri, onlarla samimi
oluşunu, bazen çıldırtıcı kıyafetlerini, her şeyini kıskanıyordu. Ama onun
ilgisini çekmediğini biliyordu. Çağla sarışınları beğeniyordu. Zevklere
müdahale edilemezdi ki. Çağla’nın kendisini fark etmesini umamazdı… Hem zaten
Nurgül vardı. Uzun zamandır bittiğini hissettiği ama bir türlü son noktayı
koyamadığı ilişkisi vardı.
Nurgül, kafa olarak
uymadığı biriydi. Hataydı ama bir türlü sonu gelmemişti. Bunun nedenlerinin
başında Nurgül’ün iş için uzun sürelerle şehir dışında olması geliyordu.
Çalıştığı şirket, Antalya’da açılan büronun başına getirmişti. Bir yıldır oradaydı ve daha ne kadar kalacağı belli
değildi. Ayda iki sefer İstanbul’a geliyor, iki üç gün kalıyor sonra yine
dönüyordu. Bu da kendisine nefes alma süresi veriyordu. Ama tüm bunların
değiştirmediği bir gerçek vardı. Nurgül kafasında bitmişti. Kalbine hiç
işlemediği için orada bir sorun yoktu. Bu üç gün karar vermesini sağlamıştı.
Döndüğünde konuşacaktı.
Tekrar dikiz aynasından
baktığında, kafasını cama dayayarak uyuduğunu gördü. Biraz daha yavaşladı.
Müziği de kıstı. Rahat uyusun istiyordu.
*****
Adını duyduğunda kafasını
kaldırdı. Uyumuştu. Üstelik uzun süre uyumuş olmalıydı.
Tayfun uyandığını görünce,
“Bir şeyler yiyeceğiz. Hadi gel.” Dedi.
Çağla, içindeki tuhaf
duyguların durulmadığının bilincinde toparlanıp indi araçtan. Yol kenarındaki
tesislerden birinde sessiz bir yemek yendi. Herkesin üstünde farklı nedenlerden
oluşan sıkıntı vardı. Kimse diğerine neler hissettiğini, aklından neler
geçtiğini söylemediği için sessizlik uzayıp gitti. Yemeğin üstüne içilen
kahvelerden sonra araca binilerek yola çıkıldı.
Tayfun Bey arabayı
kullanmaya devam etmiş, Çağla’ya teklifte bulunmamıştı. Çağla arkada uyuklamaya
devam etti. Küçük patron, onun uykulu halini görüp arabayı vermeye korkmuş
olmalıydı. Aslında kullansa biraz daha kendine gelir miydi? En azından
aklındakileri uzaklaştırmak için uykuya sığınmazdı.
Evinin önüne geldiğinde
araçtan inerken bir şeylerin değiştiğinin bilincindeydi. Sanki indiği anda bir
şeyler kopacaktı. Fatih inip valizlerini almış, kapıya kadar götürmeyi teklif
etmişti. Tayfun Bey ise araçtan inmeden elini uzatmış ve kuru bir teşekkürle
vedalaşmıştı.
Çağla asansöre bindiğinde
içinde hissettiği noksanlığın ne olduğunu anlayamadı. Katın düğmesine
bastığında yanında olmasına alıştığı erkeğin artık olmadığını fark etti. Buydu
hissettiği boşluk. Yani Fatih’in de olmaması etkilemişti tabii…
*****
Tayfun aracı Fatih’in evine
doğru sürerken daha fazla kendini tutamadı. Alacağı yanıt bu güne kadar
gördüklerinin üstüne en fazla bir kişi daha ekleyecekti.
“Sen Çağla’ya aşık mısın?”
Fatih, bu sorunun neden
sorulduğunu anlamadı. Ama sesi kendi içindekileri dürüstçe itiraf ettiğini
belli ediyordu. “Çağla’ya mı? Hayır değilim. Ben galiba başkasına aşığım.”
Harika gidiyor sevdim bu hippi ruhunu😘
YanıtlaSil