“Baba,
Onur sorarsa, Altıyol’daki her zaman gittiğimiz kafeye gelsin.” Üstünü
değiştirmek için uğramıştı eve. Bir müşteri ile toplantıya gitmiş, görüşmeden
çıktığında fark etmediği su birikintisinden geçen bir araba tarafından çamurlu
su ile yıkanmıştı. Şimdi ise saçına kadar gelmiş çamurlardan kurtulmuş, yine
moda olan lacivert fitilli kadife pantolonu ile takım yeleği ve içine giydiği
beyaz gömleği ile çok şıktı. Saçlarını da hafif kabartarak kurutmuştu. Aşağıya
inip babasına akşam için Onur'u beklediğini söyledi.
“Kızım,
bir gün de eve vakitli gelsen? Onur’un dersi vardır, gelmez.” Babası kızlarına
kıramazdı ama iş Onur'a gelince akan sular dururdu. Okulu bir yana her şey bir
yanaydı.
“Ya
baba ikna et işte. Yunus kardeşini de davet etmiş. Gelsin de iki insan yüzü
görsün. Çok efendi çocuklar.” Babası kızına tuhaf bakmaya başlamıştı. “Yok ya,
bakma öyle, çöpçatanlık yapmıyorum. Sadece kardeşler arası muhabbet ortamı
olsun istedim.” Babasına Yunus’tan bahsetmişti. Erkek arkadaşlarını anlatmazdı
ama Yunus sadece arkadaşı olduğu için anlatmakta sakınca görmemişti.
“Tamam,
söylerim ama dersi varsa, ben yollamam.” Onur da istemez diye düşünüyordu bunu
söylerken. Böyle zamanlarda karısını çok özlüyordu. Çok küçüktü Onur annesi
öldüğünde. Karısı üç kızı çok güzel idare ederdi. O hayattayken kızların
kavgaları bile birkaç dakikadan uzun sürmezdi. Neyi ne zaman yapacaklarını hep
o söylerdi. Bir erkek olarak başlarda bocalamış olsa da zamanla kızları idare
etmeye alışmıştı. Şimdi ise kararların çoğunu onlara bırakıyordu. Sadece
Onur'un dersleri ile ilgili hala kendisini sorumlu hissediyordu. Umut, son sözü
söyleyen kendisi olsun diye bir hamle daha yaptı.
“Of
baba ya, bırak kızı zaten daha çokkkkk okuyacak. Bari arada kafasını dinlesin.”
“Tamam
yollarım. Vakitli dönün ama.”
Onur,
ne Uğur’a ne de Umut’a benzerdi. En erkeksi olan oydu. Gerçi ablaları gibi o da
iyi okumuş, Tıp fakültesini kazanmasının ardından iyice derslere gömülmüştü.
Sene kaybetmeden mezun olmak için deliler gibi ders çalışıyordu. Karşılığını da
alıyordu elbette. Son sınıftaydı artık.
Umut,
Sedat’ın geleceğini duyunca kendi kardeşini de aramış geçen gün yaptığı telefon
konuşmasından sonra en azından küçük kardeşini Yunus ile tanıştırıp hakkında
kötü düşünmediğini dolaylı yoldan anlatmak istemişti. Ama babasının engel
olmaya çalışacağını bildiğinden onunla da konuşup yollamasını garantilemeye
çalışıyordu. Hem Onur zaten erkeklerle ilgilenmeyecek kadar derslerine
yoğunlaşmıştı.
Okul
bitince de bu hali devam ederse Umut gibi o da evde kalacaktı. Umut, kendi
düşündüklerine güldü. Evde kalmak mı? 'Ben evde kalırsam, tüm erkekler de
kapımda kalır' diyerek kahkahayı bastı. Babasının şaşkın bakışlarına yine
gülerek karşılık verdi ama açıklamadı neye güldüğünü.
Evden
çıkıp yeniden büroya geldiğinde kıyafet değişikliğini gören kızlar neler
olduğunu sormuş o da başına gelenleri kısaca anlatmıştı. Kızlardan biri, “Ya
böyle durumlarda o arabadan çok yakışıklı bir erkek inmeli. Mesela Yunus gibi!
Ve genç kıza yardım teklif etmeli. Sonra ikisi büyük aşk yaşamalı araya da bir
sürü kara kedi girmeli. Neden tüm bunları izlediğimiz filmler gerçek olmuyor?
Bizim neyimiz noksan, Filiz Akın'dan Türkan Şoray'dan?” dediğinde diğer kızlar
da gülmeye başladı. Kızların aklı fikri hala Yunus'taydı...
*****
Akşam
saat altı olduğunda cep telefonu çaldı. Yunus’un adını görünce hemen açtı.
“Hayrola?
Yoksa plan iptal mi? Esmer mi sarışın mı?”
“Fesatsın
sen. Hayır, plan iptal değil. Hayır, sarışın ya da esmer de değil. Kumral.
Büronun önündeyim in hadi.”
“A
beni almaya mı geldin?” Sesi şaşkınlıkla yükselince kızların da ilgisini
çekmişti. Tüm başlar kendisine dönmüştü.
“Yo,
eminim bensiz de yüz metreyi kimseyi kalpten götürmeden yürüyebilirsin. Ben
yukarıdaki büroya gitmiştim. Bazı dosyalara imza atmam lazımmış. Sekreterlerden
biri hastalandı, diğeri büroyu tek bırakmasın, dedim. Dönerken de seni
alacağımı düşündüm. Ama bir daha bu kadar sorguya çekileceksem, gelmem.” Neden,
onu almak istediğini saklamak istemişti ki? Kendisi teklif etmişti imza için gitmeyi,
yoksa sekreter rahatlıkla o büroyu kilitleyip gelebilirdi.
“Bilseydim
bu kadar uzun uzun anlatılacak nedenlerin olduğunu, sormazdım.”
Umut,
konuşurken çoktan bürodan çıkmış, hatta dış kapıya kadar gelmişti. Yunus,
arkası kapıya dönük, yoldan geçen genç kızları süzerken konuştuğundan,
geldiğini fark etmemişti. Umut, koluna girince sevinçle döndü. Yanaklarından
öpüp yürümeye başladığında telefonu hala kulağındaydı;
“Şimdi
kapatmam lazım, kumral bir afet bana asılıyor.”
“Şapşal
şey, hadi yürü. Kızlar senin kapıda olduğunu öğrenince masalarını toplamadan
çıkmaya kalkıştı. Yakalanmayalım.”
“Aman
lütfen yakalanmayalım, kimseyle uğraşacak halde değilim.”
“Kardeşin
nerede?”
“Sedat,
orada bekleyecekti bizi. Ama gelmemiş olabilir daha.”
Sedat
gelmiş, Cuma akşamı bulabildiği tek boş ama küçücük masaya yerleşmişti. Yeşil
gözleri ile etrafı inceliyor, kendisine dikilmiş bakışların keyfini
çıkartıyordu. Artık kabuğundan çıkma zamanı gelmişti. En küçükleri olmasına
rağmen ilk evlenmeye niyetlenen o olmuştu. Fakat tüm istekleri nikâhtan bir
hafta önce terk edilmesi ile son bulmuştu. O olayın üstünden beş ay geçmişti.
İki yıldır birlikte olduğu kadın onu başkası için nikâhtan bir hafta önce bir
kâğıda yazılmış kısacık bir not ile terk etmişti.
Sedat,
Yunus ile son iki aydır, fırsat buldukça, eski günlerdeki gibi geziyordu. Artık
hafta sonlarında da daha az çalışacağını söylüyordu. Çapkınlık günlerine geri
dönmenin vakti gelmiş de geçiyordu bile. Yunus, kafeye girmeden kardeşini
gördü. Etrafa bakıyor, yakın masalarda oturan kızları izliyordu.
Daha
kapıdan girerken ikiliyi fark etti, Sedat. Yunus’un yanında Umut’u görünce
hemen masadan kalkıp sarıldı.
“Sen
her gördüğümde daha da güzelleşiyorsun. Yunus’u takma koluna. Kısmetini
kapayacak.” Sedat her zaman çok yakın olmuştu Umut’a. İçi dışı bir kızları
seviyordu.
“O
zaman seninle de görüşmemem lazım. İki yakışıklı ile aynı masada olunca kimse
yan gözle bile bakamıyor.” Ağlamaklıydı sesi. Ama gözlerinde kahkahalar
uçuşuyordu. Üstünü çıkartan Yunus o bakışlardaki kahkahayı göremeyince
konuşmayı ciddiye aldı.
“Ne
yani birilerinin sana bakmasını mı istiyorsun?” Yunus, sesinin sinirli
çıktığının farkında bile değildi.
“Ben
bunu şikâyet olarak söylemedim ki! Tam tersi, sayenizde rahat nefes alıyorum.
Nede olsa gencim güzelim.” Umut, şakaya devam edince Yunus da gülümsedi. Umut
böyleydi. Alışmamış mıydı bunca yıldır, kendisi ile dalga geçmesine? Yunus
zaten bu özelliği yüzünden çok seviyordu Umut'u
“Yunus,
Umut haklı, biz onu koruruz. Bizden ala koruma bula…” Sedat lafını
tamamlamadan, gözleri kapıdan giren genç kıza takıldı. Nefes alamazmış gibi
hırıltılı bir sesle,
“Ben,
ona da gönüllü korumalık yaparım.” Umut, Sedat’ı çarpan kızı görmek için
dönünce kardeşi ile burun buruna geldi. Sedat'ı sevmese çok uğraşırdı ama
sadece tanıştırmakla yetindi.
“Evet,
Sedat Bey, koruyabilirsin kardeşimi. Ama bu kurda kuzu teslim etmek olmayacak
mı?” Sedat, Umut’u duymuyordu bile.
Gözleri Onur’dan ayrılmadan Umut’a sorusunu yöneltti…
“Sizin
ailenin kızları hep mi güzel?”
“Sizin
ailenin erkekleri hep mi çapkın?” Yanıt Onur'dan gelmişti.
Onur,
oldum olası sevmezdi sulu tipleri. Ablasının lafına aldanıp geldiği için daha
otuzuncu saniyede pişman olmuştu. Arkasını dönüp gidemeyeceği için
selamlaştıktan sonra, küçük masada diz dize oturulmasına neden olan boş
sandalyeye çöktü. Uzun süre kalıp yiyici bakışlara maruz kalmamak için, “Abla
dersim çok, erken kalkarız değil mi?” dedi.
“Yarın
Cumartesi olduğuna göre, bu sözler bizden kaçmak için söylendi. Eh ne yapalım
biz de kaderimize boyun eğeriz.” Sedat hala vazgeçmiyordu. Umut, kardeşinin
gözlerindeki kızgınlığı yakalamış gülümsüyordu. Sedat, Yunus’a benzemiyordu.
Onur’un üstüne gitmeye devam ediyordu. Yunus kardeşini susturmak için müdahale
etti.
“Rahat
bırak kızı. Zaten okulun stresi sırtında bir de senin şakalarına muhatap etme.”
“Onunla
muhatap olmaya niyetim yok. Yine de teşekkürler Yunus ağabey.”
“Oh
işte bu süper! Yunus, sana ben bile ağabey demiyorum. Yaşlı olmak nasıl bir
duygu?”
Yunus
ağzını açmadan Onur yanıtladı, “A Yunus ağabey sen büyük müsün? Ben seni küçük
kardeş sanmıştım.”
İkisinin
söz düellosu Yunus’u çok mutlu etmişti. Kardeşine döndü, “Bu kapağı nerede
saklamak istersin?” dediğinde Umut artık kendisini tutamıyor kahkahalarla
gülüyordu.
Bir
süre sonra söz Erhan’ın kazasına ve Uğur ile olan karşılaşmaya gelmişti.
“Yani
aklımın köşesinden geçmezdi Uğur adında iki doktorun aynı yerde olacağı,
birinin erkek, birinin kadın olacağı… Neden ailen hakkında, özellikle ablan
hakkında hiç konuşmadık ki? Gerçi en küçüğünüzün kan kırmızı olduğunu da
bilmiyordum.” Onur'un yüzü, tavırları o kadar masumdu ki, o hazırcevaplılıkla
uymuyordu sanki! Sevgiyle baktı o yüze, sonra yeniden Umut'a döndü “Sen o kartı
verince ve kimliğini gizleyince eski erkek arkadaşın falan sandım.”
Yunus,
yanında oturan Umut’a eğilip konuşuyordu. Cuma akşamının kalabalığı aynı
zamanda gürültüyü de arttırmıştı. Seslerini duyurmak için başlarını
birbirlerine eğmişlerdi. Yunus, Umut’un uzun kirpiklerini sanki ilk kez
görüyormuş gibi incelemeye başladı. Ne kadar güzel gözleri vardı bu kızın!
Gerçi çirkin bir yanı yoktu ki! Üç kız kardeş de birbirine çok benziyordu. Bir
konuşmalarında Umut, tüm kardeşlerinin aslında annelerine benzediğini
söylemişti. Yaşasaydı kızlarının ne kadar güzel birer genç kadın olduğunu görüp
gururlanacağından emindi. Umut, Yunus'un aklından geçenlerden habersiz
anlatmaya başladı...
“Ablam,
son yıllarda çok sıkıntılı günler geçirdi. Eşini üç yıl önce bir çatışmada
kaybetti. O zamandan beri biraz aksi biri oldu. Bizler bile son bir yıldır
kabuğunu kırmaya başladık. Kocasını çok seviyordu. Eniştem izinden döndükten
iki gün sonra şehit oldu. Biliyorsun annemiz yok. Bizler de ona nasıl
ulaşacağımızı bilemedik. Yeniden çalışmaya başladıktan sonra biraz düzeldi.
Yine de asla asker ve askeriye ile ilgili bir şeyler görmek istemiyor.”
“Eyvah!”
“Ne
oldu?”
“Erhan,
binbaşıdır. Öğrenirse sorun olur mu?”
“E
ben biliyordum ağabeyinin binbaşı olduğunu. Ama sen demedin mi uzaklaştırıldı
diye. Askerler gururludur, uzaklaştırıldığı için asker olduğundan
bahsetmeyecektir. En azından başlarda konuşmayacaktır. Askerlerin birçok konuda
ketim olduğunu bilecek kadar eniştemi tanırdım. Ağabeyinin ketumluğu geçene
kadar, ablam da tedaviyi yarılar ve asla işini yarım bırakan biri olmadığı için
görevine devam eder.”
“Sonra
sana kızmasın onu kandırdığın için?” Yunus, kendileri yüzünden iki kardeşin
arasının açılmasına dayanamazdı. Umut, kendinden emin bir sesle,
“Kızsın,
ben gönlünü alırım. Televizyonda bile asker gördüğünde ağlayan biri ile yaşamak
nasıldır tahmin edebilir misin?”
“Edemem.”
Edemezdi gerçekten. Ağabeyi yüzünden askeriye ile daha da yakındı ilişkileri.
Onların yeri hep ayrıydı yüreklerinde.
Yunus,
konuşurken biraz daha yakınlaştığını fark ettiğinde kendisine kızdı. Görüş
alanında olan dudakların kıvrımlarını incelemeye başlamıştı. Arkadaşına farklı
gözle bakamayacağına göre uzak durması gerekiyordu… O arkadaşlarına asılmazdı!
Sedat
ile Onur sessizce oturmuş içeceklerini yudumluyordu. Onur, her zamanki
kıyafetiyleydi. Yaz kış çıkmayan kot pantolonunun üstünde çok kalın kemik rengi
bir kazak giymişti. Bol kazağı vücudunu gizlese de yüzünün güzelliğini
gizleyemiyordu. Tek elbise giydiği gün, ablasının düğünüydü. O zamandan sonra
yine kimse etek ya da elbise giydirememişti. Onun da saçları uzundu ama
atkuyruğu yapmıştı. Tepeden topladığı saçları, yüzünü iyice ortaya çıkartmıştı.
Sol kaşının hemen üstündeki yara izi de böylece ortaya çıkmıştı. Sedat ize
baktı uzun uzun. Onur, kendisine bakıldığının farkındaydı ama belli etmemek
için çaba harcıyordu. Uzaklara bakmaya başladı.
“Senin
yaramaz bir kız olacağına asla inanmam.”
Onur,
boş bulunduğu için sıçramıştı Sedat’ın sesi ile.
“O
kadar da korkunç biri değilim, neden benden korkuyorsun?” O ilk karşılaşmadaki
salakça tepkisi yüzünden kendisine kızıyordu. Kızı gereksiz yere tedirgin
etmişti. Şimdi ortamı düzeltmek de kendisine düşüyordu.
“Unut
ilk karşılaştığımızdaki sözlerimi. Yeni tanışmış gibi yapalım ve bana kaşının
üstündeki izi anlat.”
“Önemsiz
bir iz, anlatılacak bir şey yok.” Kesip atmak en doğrusuydu. Böyle erkeklerle
uğraşacak vakti yoktu.
“O
iz sana ayrı bir hava veriyor diye mi saçlarını topladın?” Eh her taktik
mubahtı... Kızdırmak da dâhil... İşe yaramıştı bu kez.
“Ne
alakası var? O iz hava için yapılacak gibi mi? Umut’un kıskançlığının sonucu
o!” Sesi bıkkın bir tona bürünmüştü. Umut adını duyunca Yunus ile olan
konuşmasına ara verip diğer ikiliye döndü. Anlamamıştı neden bahsedildiğini.
Tek duyduğu adı ve kıskançlık kelimesi idi!
“Kim
kimi kıskanmış?”
“Sen
beni kıskanıp oyuncak tabancamı atmıştın ya. İşte ondan bana kalan yadigârı
soruyordu Sedat Bey.”
“Sedat
Bey mi?” Sedat duyduğu karşısında şaşkınlıkla bakıyordu.
“E
sen benden yaşlı durduğuna göre sana Bey demesi normal. Aferin Onur, sen adam
edeceksin bu hergeleyi.”
“Anne
babanız başaramamışsa başkasının başarmasını beklemek hayal değil mi? Sedat
Beyin, düzeleceğini sanmam.”
Yunus
artık kahkahalarla gülüyor, Sedat’ın bozulmuş yüzüne baktıkça da yeni
kahkahalar atıyordu.
Onur
iyice suratını asmıştı. O kibarlık olsun diye bey demişti ama olayın boyutu
değişmişti. Sedat ilgiyi kendisinden dağıtmak için, “Umut, nasıl oldu o
kıskançlık krizi?” diye sordu.
“Kıskançlık
demek doğru mu bilmem. Bu erkekten bozma kardeşim çocukken sadece tabancalarla
oynardı. Babam üç kızı olduğu için erkek oyuncakları almaya hasretti. Onur ne
isterse alınırdı o yüzden. Eh o da bebek istemez her çeşit tabancayı tüfeği eve
doldurturdu. Ok atan bir tabancayı aldırdığında ablam çok kızdı, hemen geri
götürmelerini istedi. Elbette faydası olmadı ve evde o oklara hedef olmayan tek
nokta kalmadı. Tabii ben de hedef tahtası gibiydim. Çay bardağıma ateş etmesi
ve hedefi on ikiden vurması sonucu ben de elinden tabancayı aldım. Çok
ağlayınca da ona attım. Ama kötü atmışım. Kaşının üstü yarıldı. O kadar kanadı
ki ölecek sandım. Çok korktum.”
“Sen
de abartmışsın. Bardağına geldi diye yapılır mı öyle şey?”
“Ama
bardağın içinde sıcak çay vardı ve ben yudum almak üzereyken, ok bardağın dibine vurdu. Elbette koca bir yudum
boğazımdan içeriye geri kalanı da üstüme başıma döküldü.”
“Şimdi
anladım. Yani Onur Hanım siz de pek uslu değilmişsiniz. Gerçi bunları Umut
anlatmasa asla inanmazdım. Sizde yaramazlık yapacak potansiyel görmüyorum.”
Sedat misilleme yapıyordu.
“Bunlar
olduğunda ben beş yaşındaydım. Hala suçlu olduğuma inanıyor musunuz?”
“Benimle
‘sen’ diye konuşmaya başlamaz ve ‘bey’ demeye devam edersen suçlu olduğuna
inanmaya devam ederim. Değil mi avukat bey?”
“Beni
aranızdaki didişmeye ortak etmeyin.”
Yunus,
onların haline bakıp çok eğleniyordu.
Umut
da kardeşinin didişecek kadar birisini önemsemiş olmasından memnundu. Gerçi
Onur verdiği ters yanıtlarla Sedat’ı delirtmeye yakın olsa da kimse şikâyetçi
değildi. Sedat bu kez sert kayaya çarpmıştı, o kayanın kendisinde açtığı
yaralardan keyif alır gözüküyordu.
Onur,
masadakileri yeterince eğlendirdiğini düşünüp kalkmak istediğinde Umut da
kardeşine katıldı.
“Neden
erken kalkıyorsunuz? Biraz daha kalsanız? Biz bırakırız sizi. Değil mi Sedat?”
“Elbette
bırakırız Umut. Kalın biraz daha.” Gece daha yeni başlamıştı. Bu genç kız ile
konuşmak da didişmek de çok keyifliydi. Bir daha ne zaman görüşecekleri belli
olmadığı için süreyi uzatmak istemişti.
“Benim
ders çalışmam lazım. Siz kalın o zaman ben kalkarım.” Onur, lafını çiğnemek
istemiyordu.
“Bak
anlaşalım. On beş dakika daha oturalım. Birer çay içelim sonra biz sizi eve
bırakalım. Zaten yolumuzun üstü.” Yunus da Sedat'tan geri kalmıyordu. O da
muhabbetin bitmesini istemiyordu. Bu akşam ne vaktin nasıl geçtiğini anlamıştı
ne de canı sıkılmıştı. Uzun zamandır gülmediği kadar çok gülmesi de cabasıydı.
Oturmaya
karar verdiler.
*****
Üç kardeşe üç gelin mi? :))))
YanıtlaSileee 7 kardeşe 7 gelin izleyerek büyüdük biz... bugün olsa yine izlerim :))))))))))
Sil