3 Haziran 2015 Çarşamba

BUZDAKİ ATEŞ 10. Bölüm


“Alo? Kimsiniz?”

“...”

“Hırsız mı? Benim depoma mı? Nasıl girerler? Siz kimsiniz?”

Telefon kapanmıştı bile. Evde eşofmanları ile oturuyordu ama aldığı haberden sonra üstünü değiştirecek vakti yoktu. Hemen kabanını giyip, arabanın anahtarlarını alarak evden çıktı.

Soyulan deposuna yaklaştığında, yoldayken aradığı polislerin ondan önce geldiğini gördü. Hemen arabasını yanaştırdı. İki polis arabası vardı. İki polis dışarıda bekliyordu. Diğerleri içeri girmişti demek ki.


“Memur Bey, soyulmuş mu gerçekten?” Heyecandan eli ayağı titriyordu. Polislerden biri elinden düşmek üzere olan araba anahtarını aldı. “Gelin şöyle oturun, sakin olun. Fazla Bir şey yok sanırım alınan.” derken diğer polis yanına geldi, daha ne olduğunu anlamadan nefesinin kesildiğini gözlerinin karardığını fark etti...

***** 

“Abla, cebin çalıyor!” Umut fark etmemişti masa üstünde titreşen cep telefonunun ışıklarını. Ekrana baktığında Kerem adını görüp masadakilere baktı. Üçü de onu izliyordu. Telefonu yanıtladığında bir kişi hariç, gözler üzerinden ayrılmıştı.

“Efendim Kerem?”

“…”

“Yarın akşam mı? Müsait değilim.”

“…”

“Pazar günü aile yemeğimiz var.”

“…”

“Yarın akşam çok yakın bir arkadaşıma söz verdim. İptal edemem. Çok ayıp olur.”

“…”

“Kerem, gerçekten ayıp olur.” Dediğinde Yunus daha fazla sesiz kalamadı, “Benim için fark etmez Umut, başka zaman yeriz yemeğimizi.” Dedi. Umut, üzgün gözlerle kendisine bakınca da verdiği kararın doğru olduğunu anladı. Umut, Kerem denen adamla yemeğe gitmeyi gerçekten istiyordu. O zaman arkadaşının ayağının altından çekilmek de Yunus’a düşüyordu.

“Evet, erkek arkadaşım. Yunus… Tanımazsın!”

“…”

“Kerem, daha sonra konuşalım mı? Tamam, yarın görüşürüz.” Telefonu hırsla kapatmıştı. En tahammül edemediği şeylerin başında, yaşantısına müdahale geliyordu. Ve Kerem şu an tam da bunu yapıyordu.

“Sorun olmam umarım aranızda.” Yunus tek taraflı dinlediği telefon konuşmasının son kısmının kendisi ile ilgili olduğunu elbette anlamıştı. Umut, mutlu olacaksa her şeyi yapardı onun için...

Umut, arkadaşının içi rahatlasın diye “Hayır, asla sorun olmazsın.” dedi. Oysa çoktan olmuştu bile… Umut’un tüm tadı kaçınca başka şey içmeden kalktı dörtlü…

*****  

Erhan, sabah kalktığında dünkü çalışmaların etkisini vücudunda hissediyordu. Yataktan kalkarken hala yardım alıyordu ama bu da bir gün geçecekti. O güne kadar ailesi yanında olacaktı nasılsa. Kahvaltıdan sonra diz üstü bilgisayarı kucağına aldı. E-postalarına bakmak için siteye girdiğinde Zeycan'ın adını gördü. Heyecanla açtı postayı.

“Erhan ağabey,

Nasıl oldun? Düzeliyorsun değil mi? Rüyamda gördüm seni, beni dansa götürüyordun. Elbette sen bunları duymak istemiyorsun ama ne yazık ki sana yazacağım başka bir şey yok. Cemal ağabeyim işleri idare ediyor ama çok sıkıntılı. Ben de yardım etmek istiyorum ama beni istemiyor şirkette. Burhan Bey ortak olacak şirkete. Birlikte iş yapacaklar. Sen tanışmışsın Burhan Beyle. Geçen gün bize geldiğinde seninle konuşursam selam söylememi istedi. Çok sevmiş seni.

Biliyorum, bizleri şu aralar sevmiyorsun. Ama ben seni hala çok seviyorum. Ne kazayı, ne de işinle ilgili yaşadıklarını yok edemem ama senin için yapabileceğim bir şey varsa söylemen yeter. Lütfen bizi affet.

Seni çok seven

Zeycan”

Erhan, yazıları okuduğunda gözlerine inanamamıştı. Zeycan kendisini sevmediğini nasıl düşünebilirdi. Şu an yaşadığı her şeyi Celal'e borçlu olmasına rağmen onu bile hala severken, hiç suçu olmayan Zeycan'ı neden sevmeyecekti? Hemen yanıt yazmaya başladı.

“Zeycan, okuduklarıma inanamadım. Sen beni tanımıyor musun? Ağabeyinin yaptıkları... Ki buna da halen inanamıyorum... Senin kabahatin olabilir mi? Bunun için seni nasıl suçlar, nasıl sana kızabilirim? Bu dünyada haksız yere suçlanan ilk insan değilim, sonuncusu da olmayacağım. Ayrıca kazanın nedeni sizler değilsiniz. O yolu kullanan ve başına hiçbir şey gelmeyen binlerce insan var.

Sen, canını sıkma, sana olan sevgim hiç azalmadı. Hatta biraz iyileşince sana gelecek ve seni dansa götüreceğim. Gerçi dans için epey erken ama olsun. Sen dans edersin ben izlerim.

Cemal ağabeyin işlerde sıkışırsa Sedat ile görüsün. İşletmecilik konusunda yardımcı olacaktır. Burhan Beyi görürsen sen de selam söyle. Ortak olmalarına sevindim. Celal ağabeyinden haber alırsan, lütfen yaz.

Daha iyi olduğumda akşamları MSN de muhabbet de ederiz. Henüz o kadar uzun süre oturamıyorum.

Herkese sevgi ve selamlarımı ilet lütfen.

Erhan”

Gönder tuşuna bastıktan sonra yavaşça arkasına yaslandı. Mahkemeden önce bir şeyler yapmalıydı. Görevden uzaklaştırıldığından beri askeriyeden birkaç arkadaşı ile görüşmekten öteye geçmemişti. Kendi başına evden çözebileceği bir konu değildi.
Cumartesi olmasına rağmen iş başında olan çok arkadaşı olacağından emindi. İbrahim Kalafat, bu konuda en çok yardım alacağı kişiydi. Hemen telefonunu çevirdi. İkinci çalışta açılınca tebessüm etti.

“Erhan? Nasılsın?”

“İyiyim İbrahim, sen nasılsın?”

“Vallahi sesini duyunca iyi oldum. Kazadan sonra ailenden haber aldım ama sonra işlere daldım. Gerçi sana danışmadım ama umarım işine burnunu soktuğum için bana kızmazsın?”

“Ne demek istediğini anlamadım. Neye burnunu soktun?”

“Erhan, dosyanı aldım. Ben takip ediyorum. Sana da iyi haber vermeden telefon açmayacaktım ama sen aradın. Öğrendin sandım dosyanın bende olduğunu.”

Erhan, arkadaş konusunda yanılmadığını biliyordu. Ya Celal? İstisnalar kaideyi bozmaz!

“İbrahim, çok teşekkür ederim. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben de senden yardım isteyecektim ama geç bile kalmışım. Görüşelim mi? Bana sormak istediklerin vardır. Gerçi savcıya yanıtlarımı verdim ama o işini yapıyordu. Sen ise arkadaşına yardım ediyorsun.”

“Erhan, ben soracaklarımı sorarım sen merak etme, şimdi Cemal Tutanoğlu ile görüşeceğim.”

“Sen Antep de misin?”

“Evet, dün geldim. Sivil gideceğim. Sanki nakliyat varmış gibi. İş teklif edeceğim sen sesini çıkartma sakın. Ben seni haberdar ederim.”

Telefon kapandığında sırtından yük kalkmış gibiydi. Bir şeyler yoluna giriyordu. İbrahim sıkı takipçiydi. İşi üstüne aldığına göre kısa zamanda ipucu bulurdu. Biraz düzelse hemen yardıma gidecekti. Celal'i de Leyla'yı da bulacaktı.

*****  

“Uğur Hanım, tedavinin uzun süreceğini söylemiştiniz ama en azından on güne kadar ayakta durabilme süremi arttırabilir miyiz?” Erhan, Uğur'un telefonun diğer ucunda derin nefes alışını duyunca yine sinirlendiğini hissetti.

“Sanmıyorum. Ameliyatınız buna engel zaten. Ama bir ay sonra her şey değişecek.” Bu adam neden bu kadar erken ayağa kalkmak istiyordu ki? Hatalı bir hareketle daha kötü durumla karşı karşıya gelebileceğini düşünemiyor muydu? Her şeyin zamanı olduğunu anımsatması gerekecekti.

Erhan, kadının sert ve düz sesine sinir oluyordu. Ne olurdu hastasına duymak istediklerini söylese? Ama aksine hep doğruları söylüyordu. Oysa İbrahim'e yardımcı olmak, Antep'e gidebilmek için hızla iyileşmek istiyordu. Mahkemeden önce ipucu bulursa çok iyi olacaktı. Oysa tüm hayalleri bu kadının iki cümlesi ile yıkılmıştı. Telefonu yüzüne kapatmamak için kendisini zorladı.

Uğur, hattın diğer ucunda kırıcı olmamak için çabalıyordu. Kısa sürede ayağa kalkacağı kesin olan birisinin, tedavinin normal sürecini hızlandırmaya çalışmasını anlayamıyordu. Diğerlerini görmesi aslında iyi olurdu!

“Salı günü geldiğinizde gelişime bakarız. Evde istediğim hareketleri yapıyorsunuz değil mi?”

“Evet, yapıyorum merak etmeyin.” Kızgınlığı sesine yansımıştı. Çocuk gibi sorguya çekilmek, azarlanmak hiç hoşuna gitmiyordu. Biri bu kadına haddini bildirmeliydi.

“Uğur Bey orada mı?” Çözümü bulmuştu işte...

“Şu an bir hastası var. Söylemek istediğiniz bir şey mi var?”

“Evet, mümkünse onun doktorum olmasını isteyeceğim. Belki o bana yaşıma uygun şekilde davranır.”

“Anlayamadım?” Gerçekten anlamamıştı. O, Erhan Beye yaşına uygun olmayan davranış mı göstermişti? Bunu ne zaman ve nasıl yaptığının farkında değildi.

“Anlamanızı ummuyordum zaten. Size gelmemin nedeni, kardeşlerimizin arkadaş olması! Ama uygunsa Uğur Bey ile devam etmeyi tercih edeceğim.”

“Sorarım.” Ne diyeceğini bilemez şekilde sustu. Bir hastayı kırmıştı. Bunu nasıl yaptığının farkında değildi. Çünkü özellikle dikkat ederdi davranışlarına. Özellikle uzuvlarını kaybetmiş kişilerle ve sonradan oluşan hastalıkların verdiği sorunlarla uğraşmak için öncelikle onların psikolojilerinden anlamak gerekiyordu. Kendisinin bu konuda iyi olduğunu sanıyordu. Ama az önce duydukları bazı şeylerde hatalı olduğunu göstermişti.

Erhan, kuru bir teşekkürden sonra telefonu kapattı. Erkek doktora geçmek istemesinin ardında başka sorunlarda vardı. Bir kadınla konuşamayacağı sorunlar! Aslında kırıcı olmak asla kendisine yakıştıramadığı bir tavırdı ama Uğur Hanımın kendisine yaklaşımından da memnun değildi. En iyi kararı verdiğinden emindi.

***** 
Telefon çaldığında şekerleme yapıyordu. Salondaki orta sehpa yatağa yaklaştırıldığı için üstündeki telefona rahatça uzandı. Ekranda İbrahim'in adını okuyunca hemen açtı.

“Erhan, haberler kötü.”

“Nasıl?” Erhan, soğuk terler dökmeye başladı. Celal'in gerçekten suçlu olduğu ispatlanmışsa tüm ümitleri yıkılacaktı.

“Burhan Pektaş, dün akşamdan beri kayıp.”

“O da mı kaçmış?”

“Kesin bilgi yok. Dün akşam evden çıktığını gören komşuları var.  Eşofmanlar ile çıkmış, koşarak arabasına binmiş. Mobeselere baktılar. Kendi deposuna doğru gitmiş. Deposunda yangın çıkmış. Polisler oraya gittiğinde terk edilmiş arabasını bulmuşlar. Depoda, yangın sonrası ceset bulunamamış. Polis, kendi deposunu soyup, yaktıktan sonra kaçtığını, yanıltmak için de arabasını ardında bıraktığını söylüyor. Araştırmalar devam ediyor ama bu işleri biraz daha karmaşık hale getirecek. Çünkü sen de Burhan Bey ile tanışmış, hatta bürosuna gitmişsin.”

İbrahim’i hiç sesini çıkartmadan dinledi. Durum düzeleceğini kötüleşiyordu. Neler olduğunu anlayamamak deli edecekti. Burhan beyin kaçtığı ya da kaçırıldığına dair ipucu olmaması sinir bozucuydu. Erhan, yeniden soruşturma açılacağını anlayıp sıkıldı. İbrahim, hattın ucunda arkadaşının sıklaşan nefesini dinliyordu.

“Sen ne bulabilirsen topla. Ben de geleceğim en kısa sürede. Doktorumla konuşmam lazım. Mutlaka orada olmam lazım.”

“Sana izin vereceklerini sanmam. Bu kadar kısa sürede uçağa binemezsin! Ben hallederim. İnan kendi olayım gibi ilgileneceğim. Erhan bu saçma suçlamaları tamamen bitirmeden bu dosyayı bırakmam. Seninle o kadar geçmişimiz var. Çözeceğim, için rahat olsun.”

Erhan, bu cümlelerle rahatlamıştı biraz.  En azından dosyası sağlam birinin elindeydi. Kendi işi gibi ilgileneceğinden emindi. Ama içine çöreklenen sıkıntının dağılması çok uzun zaman alacaktı.


 ***** 

Yunus, cumartesi akşamını evde geçirmek istemiyordu. Sinirlerinin gergin olmasının nedenini anlayamasa da evde olmak istemediğini biliyordu. Sedat da arkadaşları ile sinemaya gidecek, oradan da yeni açılan bir barın tadına bakacaktı.

Erhan'ı ikna etmek istemiş ama başaramamıştı. En iyisi tek çıkmaktı. Kim bilir belki birisi ile tanışırdı? Yok, tanışmak da istemiyordu. Yine kendi arkadaşlarından biri ile gezmek daha mantıklıydı.

İsmail'i aradığında onun ailesi ile bir gece geçireceğini öğrendi. Ahmet ise müsaitti. Nihayet, dedi. Yarım saate kadar iki arkadaş buluşacaktı. Üstünü değiştirip parfümünü sıktı. Saçlarına elleri ile şekil verip kapıdan Erhan'a baktı.

“Ne o ava mı çıkıyorsun?”

“Evet, geç gelirim. Anneme söyledim ama seni sıkıştırırsa sen de söyle geç geleceğimi.”

“Annemle sizlerin aranıza asla girmem.”

***** 

Ahmet, barda oturmuş ilk viskisini içiyordu. Asla başka içki içmezdi. Yunus ise içkileri denemeyi severdi. Arkadaşının yanına gidip omzuna dokundu. Kısaca sarıldılar. İki haftadır görüşmemişlerdi.

“Nerelerdesin? Yeni biri mi seni aramızdan ayırdı?”

“Yok ya, iş güç, bir de ağabeyimin kazası engel oldu. Onunla ilgileniyorum. Fizik tedaviye gidiyoruz.”

“Doktor mu güzel hemşire mi?” Ahmet, arkadaşının yapısını bildiğinden mutlaka bir kadın parmağı arıyordu görüşemedikleri dönem için.

“Hostesleri güzel ama doktor tipim değil. Bilirsin uzun saçlıları severim.”

“Kısa saçlılar da seksi olur.” Uğur'u düşündü. Aslında tuhaf bir çekiciliği vardı.

“Çok abaza muhabbeti olmadı mı? O kısa saçlı Doktor Umut'un ablası. Ve ondan öyle bahsetmek tuhaf geliyor. Ayıp sanki!”

“Ayıp mı? Umut'un ablası diye mi? Yoksa sen çok beğendiğin için mi?

“Ahmet, boş atıp dolu tutmaya uğraşma, kanka. Bu akşam kafamı dağıtmak için evden çıktım, senin kafanı dağıtmak için değil.”

Ahmet, kendi düşüncelerinin doğruluğundan emin bıyık altından gülüş atınca, Yunus çareyi etrafı izlemekte buldu.

“Barda kimse yok. Saat mi erken? Nerede kalmış fıstıklar?”

Ahmet kafası ile barın diğer ucunu işaret etti. “Olanları hatundan saymıyor musun?” Gerçekten de barda üç genç kız vardı. Kendi aralarında konuşup gülüşüyor, etrafları ile ilgilenmiyorlardı. Yunus kısa bir bakış attı.

“Onlar sayılmaz, eminim erkek arkadaşlarını bekliyorlar.”

“Nereden anladın? Bak üç erkek geldi. Kızların gerçekten de arkadaşları varmış.” Sesi şaşkındı.

“Eğer, etraflarına bakıp göz süzselerdi tanışmaya çoktan giderdim. Ama onlar kendi hallerinde, konuşup eğlenen kızlar. Bunca yıldır bana takılıyorsun ama hala işaretleri okumayı bilmiyorsun.”

“Seninle âşık atamam. Ne zaman sen pistlerden çekileceksin o zaman ben de kendi işaret dilimle ortaya çıkacağım.”

Yunus, tam yanıt verecekken telefonu çaldı. Umut'un adını okuyunca yüzünü buruşturdu. Bu akşam birlikte yemek yiyecek ve sinemaya gideceklerdi ama o erkek arkadaşını tercih etmişti. Elbette öyle olmalıydı ama bu, sinirlenmesine engel değildi. Şimdi neden arıyordu?  Gecesinin çok güzel geçtiğini anlatmak için yarını bekleyememiş olabilir miydi?

“Ne o, çok eğleniyorsun ben de mi eğlenceye katmak istiyorsun?” Şaka yapmak istese de sesi sertti. Ama Umut'un sesi çok hafifti. Haddinden fazla hafif. “Beni alır mısın?”

Sesi o kadar kötüydü ki Yunus kızgınlığını unutmuştu. İkiletmedi soruyu. Midesine saplanan ağrıya yanıtı yine yoktu. Bu kıza ne olmuş olabilirdi?

“Neredesin?”

Adresi alıp telefonu kapattı. Ahmet, “Az önce bana işaretleri okuyamadığımı söylüyordun ya, sanırım okuyorum.”

“Ne saçmalıyorsun?” Bir yandan da içtiği içkinin parasını çıkartıyordu. Bir an önce oradan çıkmak için acele ediyordu.

“Sen kendi işaretini okuduğunda pistler bana kalacak. Hadi git de kurtar Umut'u, hain kurttan.”

Ahmet'e yanıt veremeyeceğini biliyordu. Çünkü yanıtı bilmiyordu. Tek bildiği, Umut'un şu an ona ihtiyacı olduğu idi. Adresi aldığı lokantaya doğru yola çıktı. Anadolu Hisarına yaklaştığında, Umut'un o akşam geldiği lokantanın arkadaşlarının çok beğendiği yeni açılan mekânlardan biri olduğunu fark etti. Zaten bu adamın her götürdüğü yer bir öncekinden kaliteliydi. Umut marka meraklısı olmasa da bunlardan etkileniyordu. Demek ki onu böyle tavlıyordu. İyi de ne olmuştu da Umut kendisini aramıştı? Kesin kavga etmiş ayrılmıştı bunlar. Oradan tek başına dönmek istemediği için de kendisini aramıştı.


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder