“Alo?
Kimsiniz?”
“...”
“Hırsız
mı? Benim depoma mı? Nasıl girerler? Siz kimsiniz?”
Telefon
kapanmıştı bile. Evde eşofmanları ile oturuyordu ama aldığı haberden sonra
üstünü değiştirecek vakti yoktu. Hemen kabanını giyip, arabanın anahtarlarını
alarak evden çıktı.
Soyulan
deposuna yaklaştığında, yoldayken aradığı polislerin ondan önce geldiğini
gördü. Hemen arabasını yanaştırdı. İki polis arabası vardı. İki polis dışarıda
bekliyordu. Diğerleri içeri girmişti demek ki.
“Memur
Bey, soyulmuş mu gerçekten?” Heyecandan eli ayağı titriyordu. Polislerden biri
elinden düşmek üzere olan araba anahtarını aldı. “Gelin şöyle oturun, sakin
olun. Fazla Bir şey yok sanırım alınan.” derken diğer polis yanına geldi, daha
ne olduğunu anlamadan nefesinin kesildiğini gözlerinin karardığını fark etti...
*****
“Abla,
cebin çalıyor!” Umut fark etmemişti masa üstünde titreşen cep telefonunun
ışıklarını. Ekrana baktığında Kerem adını görüp masadakilere baktı. Üçü de onu
izliyordu. Telefonu yanıtladığında bir kişi hariç, gözler üzerinden ayrılmıştı.
“Efendim
Kerem?”
“…”
“Yarın
akşam mı? Müsait değilim.”
“…”
“Pazar
günü aile yemeğimiz var.”
“…”
“Yarın
akşam çok yakın bir arkadaşıma söz verdim. İptal edemem. Çok ayıp olur.”
“…”
“Kerem,
gerçekten ayıp olur.” Dediğinde Yunus daha fazla sesiz kalamadı, “Benim için
fark etmez Umut, başka zaman yeriz yemeğimizi.” Dedi. Umut, üzgün gözlerle
kendisine bakınca da verdiği kararın doğru olduğunu anladı. Umut, Kerem denen
adamla yemeğe gitmeyi gerçekten istiyordu. O zaman arkadaşının ayağının
altından çekilmek de Yunus’a düşüyordu.
“Evet,
erkek arkadaşım. Yunus… Tanımazsın!”
“…”
“Kerem,
daha sonra konuşalım mı? Tamam, yarın görüşürüz.” Telefonu hırsla kapatmıştı.
En tahammül edemediği şeylerin başında, yaşantısına müdahale geliyordu. Ve
Kerem şu an tam da bunu yapıyordu.
“Sorun
olmam umarım aranızda.” Yunus tek taraflı dinlediği telefon konuşmasının son
kısmının kendisi ile ilgili olduğunu elbette anlamıştı. Umut, mutlu olacaksa
her şeyi yapardı onun için...
Umut,
arkadaşının içi rahatlasın diye “Hayır, asla sorun olmazsın.” dedi. Oysa çoktan
olmuştu bile… Umut’un tüm tadı kaçınca başka şey içmeden kalktı dörtlü…
*****
Erhan,
sabah kalktığında dünkü çalışmaların etkisini vücudunda hissediyordu. Yataktan
kalkarken hala yardım alıyordu ama bu da bir gün geçecekti. O güne kadar ailesi
yanında olacaktı nasılsa. Kahvaltıdan sonra diz üstü bilgisayarı kucağına aldı.
E-postalarına bakmak için siteye girdiğinde Zeycan'ın adını gördü. Heyecanla
açtı postayı.
“Erhan
ağabey,
Nasıl
oldun? Düzeliyorsun değil mi? Rüyamda gördüm seni, beni dansa götürüyordun.
Elbette sen bunları duymak istemiyorsun ama ne yazık ki sana yazacağım başka
bir şey yok. Cemal ağabeyim işleri idare ediyor ama çok sıkıntılı. Ben de
yardım etmek istiyorum ama beni istemiyor şirkette. Burhan Bey ortak olacak
şirkete. Birlikte iş yapacaklar. Sen tanışmışsın Burhan Beyle. Geçen gün bize
geldiğinde seninle konuşursam selam söylememi istedi. Çok sevmiş seni.
Biliyorum,
bizleri şu aralar sevmiyorsun. Ama ben seni hala çok seviyorum. Ne kazayı, ne
de işinle ilgili yaşadıklarını yok edemem ama senin için yapabileceğim bir şey
varsa söylemen yeter. Lütfen bizi affet.
Seni
çok seven
Zeycan”
Erhan,
yazıları okuduğunda gözlerine inanamamıştı. Zeycan kendisini sevmediğini nasıl
düşünebilirdi. Şu an yaşadığı her şeyi Celal'e borçlu olmasına rağmen onu bile
hala severken, hiç suçu olmayan Zeycan'ı neden sevmeyecekti? Hemen yanıt
yazmaya başladı.
“Zeycan,
okuduklarıma inanamadım. Sen beni tanımıyor musun? Ağabeyinin yaptıkları... Ki
buna da halen inanamıyorum... Senin kabahatin olabilir mi? Bunun için seni
nasıl suçlar, nasıl sana kızabilirim? Bu dünyada haksız yere suçlanan ilk insan
değilim, sonuncusu da olmayacağım. Ayrıca kazanın nedeni sizler değilsiniz. O
yolu kullanan ve başına hiçbir şey gelmeyen binlerce insan var.
Sen,
canını sıkma, sana olan sevgim hiç azalmadı. Hatta biraz iyileşince sana
gelecek ve seni dansa götüreceğim. Gerçi dans için epey erken ama olsun. Sen
dans edersin ben izlerim.
Cemal
ağabeyin işlerde sıkışırsa Sedat ile görüsün. İşletmecilik konusunda yardımcı
olacaktır. Burhan Beyi görürsen sen de selam söyle. Ortak olmalarına sevindim.
Celal ağabeyinden haber alırsan, lütfen yaz.
Daha
iyi olduğumda akşamları MSN de muhabbet de ederiz. Henüz o kadar uzun süre
oturamıyorum.
Herkese
sevgi ve selamlarımı ilet lütfen.
Erhan”
Gönder
tuşuna bastıktan sonra yavaşça arkasına yaslandı. Mahkemeden önce bir şeyler
yapmalıydı. Görevden uzaklaştırıldığından beri askeriyeden birkaç arkadaşı ile
görüşmekten öteye geçmemişti. Kendi başına evden çözebileceği bir konu değildi.
Cumartesi
olmasına rağmen iş başında olan çok arkadaşı olacağından emindi. İbrahim
Kalafat, bu konuda en çok yardım alacağı kişiydi. Hemen telefonunu çevirdi.
İkinci çalışta açılınca tebessüm etti.
“Erhan?
Nasılsın?”
“İyiyim
İbrahim, sen nasılsın?”
“Vallahi
sesini duyunca iyi oldum. Kazadan sonra ailenden haber aldım ama sonra işlere
daldım. Gerçi sana danışmadım ama umarım işine burnunu soktuğum için bana
kızmazsın?”
“Ne
demek istediğini anlamadım. Neye burnunu soktun?”
“Erhan,
dosyanı aldım. Ben takip ediyorum. Sana da iyi haber vermeden telefon
açmayacaktım ama sen aradın. Öğrendin sandım dosyanın bende olduğunu.”
Erhan,
arkadaş konusunda yanılmadığını biliyordu. Ya Celal? İstisnalar kaideyi bozmaz!
“İbrahim,
çok teşekkür ederim. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben de senden yardım
isteyecektim ama geç bile kalmışım. Görüşelim mi? Bana sormak istediklerin
vardır. Gerçi savcıya yanıtlarımı verdim ama o işini yapıyordu. Sen ise
arkadaşına yardım ediyorsun.”
“Erhan,
ben soracaklarımı sorarım sen merak etme, şimdi Cemal Tutanoğlu ile
görüşeceğim.”
“Sen
Antep de misin?”
“Evet,
dün geldim. Sivil gideceğim. Sanki nakliyat varmış gibi. İş teklif edeceğim sen
sesini çıkartma sakın. Ben seni haberdar ederim.”
Telefon
kapandığında sırtından yük kalkmış gibiydi. Bir şeyler yoluna giriyordu.
İbrahim sıkı takipçiydi. İşi üstüne aldığına göre kısa zamanda ipucu bulurdu.
Biraz düzelse hemen yardıma gidecekti. Celal'i de Leyla'yı da bulacaktı.
*****
“Uğur
Hanım, tedavinin uzun süreceğini söylemiştiniz ama en azından on güne kadar
ayakta durabilme süremi arttırabilir miyiz?” Erhan, Uğur'un telefonun diğer
ucunda derin nefes alışını duyunca yine sinirlendiğini hissetti.
“Sanmıyorum.
Ameliyatınız buna engel zaten. Ama bir ay sonra her şey değişecek.” Bu adam
neden bu kadar erken ayağa kalkmak istiyordu ki? Hatalı bir hareketle daha kötü
durumla karşı karşıya gelebileceğini düşünemiyor muydu? Her şeyin zamanı
olduğunu anımsatması gerekecekti.
Erhan,
kadının sert ve düz sesine sinir oluyordu. Ne olurdu hastasına duymak
istediklerini söylese? Ama aksine hep doğruları söylüyordu. Oysa İbrahim'e
yardımcı olmak, Antep'e gidebilmek için hızla iyileşmek istiyordu. Mahkemeden
önce ipucu bulursa çok iyi olacaktı. Oysa tüm hayalleri bu kadının iki cümlesi
ile yıkılmıştı. Telefonu yüzüne kapatmamak için kendisini zorladı.
Uğur,
hattın diğer ucunda kırıcı olmamak için çabalıyordu. Kısa sürede ayağa
kalkacağı kesin olan birisinin, tedavinin normal sürecini hızlandırmaya
çalışmasını anlayamıyordu. Diğerlerini görmesi aslında iyi olurdu!
“Salı
günü geldiğinizde gelişime bakarız. Evde istediğim hareketleri yapıyorsunuz
değil mi?”
“Evet,
yapıyorum merak etmeyin.” Kızgınlığı sesine yansımıştı. Çocuk gibi sorguya
çekilmek, azarlanmak hiç hoşuna gitmiyordu. Biri bu kadına haddini
bildirmeliydi.
“Uğur
Bey orada mı?” Çözümü bulmuştu işte...
“Şu
an bir hastası var. Söylemek istediğiniz bir şey mi var?”
“Evet,
mümkünse onun doktorum olmasını isteyeceğim. Belki o bana yaşıma uygun şekilde
davranır.”
“Anlayamadım?”
Gerçekten anlamamıştı. O, Erhan Beye yaşına uygun olmayan davranış mı
göstermişti? Bunu ne zaman ve nasıl yaptığının farkında değildi.
“Anlamanızı
ummuyordum zaten. Size gelmemin nedeni, kardeşlerimizin arkadaş olması! Ama
uygunsa Uğur Bey ile devam etmeyi tercih edeceğim.”
“Sorarım.”
Ne diyeceğini bilemez şekilde sustu. Bir hastayı kırmıştı. Bunu nasıl
yaptığının farkında değildi. Çünkü özellikle dikkat ederdi davranışlarına.
Özellikle uzuvlarını kaybetmiş kişilerle ve sonradan oluşan hastalıkların
verdiği sorunlarla uğraşmak için öncelikle onların psikolojilerinden anlamak
gerekiyordu. Kendisinin bu konuda iyi olduğunu sanıyordu. Ama az önce
duydukları bazı şeylerde hatalı olduğunu göstermişti.
Erhan,
kuru bir teşekkürden sonra telefonu kapattı. Erkek doktora geçmek istemesinin
ardında başka sorunlarda vardı. Bir kadınla konuşamayacağı sorunlar! Aslında
kırıcı olmak asla kendisine yakıştıramadığı bir tavırdı ama Uğur Hanımın
kendisine yaklaşımından da memnun değildi. En iyi kararı verdiğinden emindi.
*****
Telefon
çaldığında şekerleme yapıyordu. Salondaki orta sehpa yatağa yaklaştırıldığı
için üstündeki telefona rahatça uzandı. Ekranda İbrahim'in adını okuyunca hemen
açtı.
“Erhan,
haberler kötü.”
“Nasıl?”
Erhan, soğuk terler dökmeye başladı. Celal'in gerçekten suçlu olduğu
ispatlanmışsa tüm ümitleri yıkılacaktı.
“Burhan
Pektaş, dün akşamdan beri kayıp.”
“O
da mı kaçmış?”
“Kesin
bilgi yok. Dün akşam evden çıktığını gören komşuları var. Eşofmanlar ile çıkmış, koşarak arabasına
binmiş. Mobeselere baktılar. Kendi deposuna doğru gitmiş. Deposunda yangın
çıkmış. Polisler oraya gittiğinde terk edilmiş arabasını bulmuşlar. Depoda,
yangın sonrası ceset bulunamamış. Polis, kendi deposunu soyup, yaktıktan sonra
kaçtığını, yanıltmak için de arabasını ardında bıraktığını söylüyor.
Araştırmalar devam ediyor ama bu işleri biraz daha karmaşık hale getirecek.
Çünkü sen de Burhan Bey ile tanışmış, hatta bürosuna gitmişsin.”
İbrahim’i
hiç sesini çıkartmadan dinledi. Durum düzeleceğini kötüleşiyordu. Neler
olduğunu anlayamamak deli edecekti. Burhan beyin kaçtığı ya da kaçırıldığına
dair ipucu olmaması sinir bozucuydu. Erhan, yeniden soruşturma açılacağını
anlayıp sıkıldı. İbrahim, hattın ucunda arkadaşının sıklaşan nefesini
dinliyordu.
“Sen
ne bulabilirsen topla. Ben de geleceğim en kısa sürede. Doktorumla konuşmam
lazım. Mutlaka orada olmam lazım.”
“Sana
izin vereceklerini sanmam. Bu kadar kısa sürede uçağa binemezsin! Ben
hallederim. İnan kendi olayım gibi ilgileneceğim. Erhan bu saçma suçlamaları
tamamen bitirmeden bu dosyayı bırakmam. Seninle o kadar geçmişimiz var.
Çözeceğim, için rahat olsun.”
Erhan,
bu cümlelerle rahatlamıştı biraz. En
azından dosyası sağlam birinin elindeydi. Kendi işi gibi ilgileneceğinden
emindi. Ama içine çöreklenen sıkıntının dağılması çok uzun zaman alacaktı.
*****
Yunus,
cumartesi akşamını evde geçirmek istemiyordu. Sinirlerinin gergin olmasının
nedenini anlayamasa da evde olmak istemediğini biliyordu. Sedat da arkadaşları
ile sinemaya gidecek, oradan da yeni açılan bir barın tadına bakacaktı.
Erhan'ı
ikna etmek istemiş ama başaramamıştı. En iyisi tek çıkmaktı. Kim bilir belki
birisi ile tanışırdı? Yok, tanışmak da istemiyordu. Yine kendi arkadaşlarından
biri ile gezmek daha mantıklıydı.
İsmail'i
aradığında onun ailesi ile bir gece geçireceğini öğrendi. Ahmet ise müsaitti.
Nihayet, dedi. Yarım saate kadar iki arkadaş buluşacaktı. Üstünü değiştirip
parfümünü sıktı. Saçlarına elleri ile şekil verip kapıdan Erhan'a baktı.
“Ne
o ava mı çıkıyorsun?”
“Evet,
geç gelirim. Anneme söyledim ama seni sıkıştırırsa sen de söyle geç
geleceğimi.”
“Annemle
sizlerin aranıza asla girmem.”
*****
Ahmet,
barda oturmuş ilk viskisini içiyordu. Asla başka içki içmezdi. Yunus ise
içkileri denemeyi severdi. Arkadaşının yanına gidip omzuna dokundu. Kısaca
sarıldılar. İki haftadır görüşmemişlerdi.
“Nerelerdesin?
Yeni biri mi seni aramızdan ayırdı?”
“Yok
ya, iş güç, bir de ağabeyimin kazası engel oldu. Onunla ilgileniyorum. Fizik
tedaviye gidiyoruz.”
“Doktor
mu güzel hemşire mi?” Ahmet, arkadaşının yapısını bildiğinden mutlaka bir kadın
parmağı arıyordu görüşemedikleri dönem için.
“Hostesleri
güzel ama doktor tipim değil. Bilirsin uzun saçlıları severim.”
“Kısa
saçlılar da seksi olur.” Uğur'u düşündü. Aslında tuhaf bir çekiciliği vardı.
“Çok
abaza muhabbeti olmadı mı? O kısa saçlı Doktor Umut'un ablası. Ve ondan öyle
bahsetmek tuhaf geliyor. Ayıp sanki!”
“Ayıp
mı? Umut'un ablası diye mi? Yoksa sen çok beğendiğin için mi?
“Ahmet,
boş atıp dolu tutmaya uğraşma, kanka. Bu akşam kafamı dağıtmak için evden
çıktım, senin kafanı dağıtmak için değil.”
Ahmet,
kendi düşüncelerinin doğruluğundan emin bıyık altından gülüş atınca, Yunus
çareyi etrafı izlemekte buldu.
“Barda
kimse yok. Saat mi erken? Nerede kalmış fıstıklar?”
Ahmet
kafası ile barın diğer ucunu işaret etti. “Olanları hatundan saymıyor musun?”
Gerçekten de barda üç genç kız vardı. Kendi aralarında konuşup gülüşüyor,
etrafları ile ilgilenmiyorlardı. Yunus kısa bir bakış attı.
“Onlar
sayılmaz, eminim erkek arkadaşlarını bekliyorlar.”
“Nereden
anladın? Bak üç erkek geldi. Kızların gerçekten de arkadaşları varmış.” Sesi
şaşkındı.
“Eğer,
etraflarına bakıp göz süzselerdi tanışmaya çoktan giderdim. Ama onlar kendi
hallerinde, konuşup eğlenen kızlar. Bunca yıldır bana takılıyorsun ama hala
işaretleri okumayı bilmiyorsun.”
“Seninle
âşık atamam. Ne zaman sen pistlerden çekileceksin o zaman ben de kendi işaret
dilimle ortaya çıkacağım.”
Yunus,
tam yanıt verecekken telefonu çaldı. Umut'un adını okuyunca yüzünü buruşturdu.
Bu akşam birlikte yemek yiyecek ve sinemaya gideceklerdi ama o erkek arkadaşını
tercih etmişti. Elbette öyle olmalıydı ama bu, sinirlenmesine engel değildi.
Şimdi neden arıyordu? Gecesinin çok
güzel geçtiğini anlatmak için yarını bekleyememiş olabilir miydi?
“Ne
o, çok eğleniyorsun ben de mi eğlenceye katmak istiyorsun?” Şaka yapmak istese
de sesi sertti. Ama Umut'un sesi çok hafifti. Haddinden fazla hafif. “Beni alır
mısın?”
Sesi
o kadar kötüydü ki Yunus kızgınlığını unutmuştu. İkiletmedi soruyu. Midesine
saplanan ağrıya yanıtı yine yoktu. Bu kıza ne olmuş olabilirdi?
“Neredesin?”
Adresi
alıp telefonu kapattı. Ahmet, “Az önce bana işaretleri okuyamadığımı
söylüyordun ya, sanırım okuyorum.”
“Ne
saçmalıyorsun?” Bir yandan da içtiği içkinin parasını çıkartıyordu. Bir an önce
oradan çıkmak için acele ediyordu.
“Sen
kendi işaretini okuduğunda pistler bana kalacak. Hadi git de kurtar Umut'u,
hain kurttan.”
Ahmet'e
yanıt veremeyeceğini biliyordu. Çünkü yanıtı bilmiyordu. Tek bildiği, Umut'un
şu an ona ihtiyacı olduğu idi. Adresi aldığı lokantaya doğru yola çıktı.
Anadolu Hisarına yaklaştığında, Umut'un o akşam geldiği lokantanın
arkadaşlarının çok beğendiği yeni açılan mekânlardan biri olduğunu fark etti.
Zaten bu adamın her götürdüğü yer bir öncekinden kaliteliydi. Umut marka
meraklısı olmasa da bunlardan etkileniyordu. Demek ki onu böyle tavlıyordu. İyi
de ne olmuştu da Umut kendisini aramıştı? Kesin kavga etmiş ayrılmıştı bunlar.
Oradan tek başına dönmek istemediği için de kendisini aramıştı.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder