2 Haziran 2015 Salı

BUZDAKİ ATEŞ 9. Bölüm

“Baba, Onur sorarsa, Altıyol’daki her zaman gittiğimiz kafeye gelsin.” Üstünü değiştirmek için uğramıştı eve. Bir müşteri ile toplantıya gitmiş, görüşmeden çıktığında fark etmediği su birikintisinden geçen bir araba tarafından çamurlu su ile yıkanmıştı. Şimdi ise saçına kadar gelmiş çamurlardan kurtulmuş, yine moda olan lacivert fitilli kadife pantolonu ile takım yeleği ve içine giydiği beyaz gömleği ile çok şıktı. Saçlarını da hafif kabartarak kurutmuştu. Aşağıya inip babasına akşam için Onur'u beklediğini söyledi.

“Kızım, bir gün de eve vakitli gelsen? Onur’un dersi vardır, gelmez.” Babası kızlarına kıramazdı ama iş Onur'a gelince akan sular dururdu. Okulu bir yana her şey bir yanaydı.


“Ya baba ikna et işte. Yunus kardeşini de davet etmiş. Gelsin de iki insan yüzü görsün. Çok efendi çocuklar.” Babası kızına tuhaf bakmaya başlamıştı. “Yok ya, bakma öyle, çöpçatanlık yapmıyorum. Sadece kardeşler arası muhabbet ortamı olsun istedim.” Babasına Yunus’tan bahsetmişti. Erkek arkadaşlarını anlatmazdı ama Yunus sadece arkadaşı olduğu için anlatmakta sakınca görmemişti.

“Tamam, söylerim ama dersi varsa, ben yollamam.” Onur da istemez diye düşünüyordu bunu söylerken. Böyle zamanlarda karısını çok özlüyordu. Çok küçüktü Onur annesi öldüğünde. Karısı üç kızı çok güzel idare ederdi. O hayattayken kızların kavgaları bile birkaç dakikadan uzun sürmezdi. Neyi ne zaman yapacaklarını hep o söylerdi. Bir erkek olarak başlarda bocalamış olsa da zamanla kızları idare etmeye alışmıştı. Şimdi ise kararların çoğunu onlara bırakıyordu. Sadece Onur'un dersleri ile ilgili hala kendisini sorumlu hissediyordu. Umut, son sözü söyleyen kendisi olsun diye bir hamle daha yaptı.

“Of baba ya, bırak kızı zaten daha çokkkkk okuyacak. Bari arada kafasını dinlesin.”

“Tamam yollarım. Vakitli dönün ama.”

Onur, ne Uğur’a ne de Umut’a benzerdi. En erkeksi olan oydu. Gerçi ablaları gibi o da iyi okumuş, Tıp fakültesini kazanmasının ardından iyice derslere gömülmüştü. Sene kaybetmeden mezun olmak için deliler gibi ders çalışıyordu. Karşılığını da alıyordu elbette. Son sınıftaydı artık. 

Umut, Sedat’ın geleceğini duyunca kendi kardeşini de aramış geçen gün yaptığı telefon konuşmasından sonra en azından küçük kardeşini Yunus ile tanıştırıp hakkında kötü düşünmediğini dolaylı yoldan anlatmak istemişti. Ama babasının engel olmaya çalışacağını bildiğinden onunla da konuşup yollamasını garantilemeye çalışıyordu. Hem Onur zaten erkeklerle ilgilenmeyecek kadar derslerine yoğunlaşmıştı.

Okul bitince de bu hali devam ederse Umut gibi o da evde kalacaktı. Umut, kendi düşündüklerine güldü. Evde kalmak mı? 'Ben evde kalırsam, tüm erkekler de kapımda kalır' diyerek kahkahayı bastı. Babasının şaşkın bakışlarına yine gülerek karşılık verdi ama açıklamadı neye güldüğünü.

Evden çıkıp yeniden büroya geldiğinde kıyafet değişikliğini gören kızlar neler olduğunu sormuş o da başına gelenleri kısaca anlatmıştı. Kızlardan biri, “Ya böyle durumlarda o arabadan çok yakışıklı bir erkek inmeli. Mesela Yunus gibi! Ve genç kıza yardım teklif etmeli. Sonra ikisi büyük aşk yaşamalı araya da bir sürü kara kedi girmeli. Neden tüm bunları izlediğimiz filmler gerçek olmuyor? Bizim neyimiz noksan, Filiz Akın'dan Türkan Şoray'dan?” dediğinde diğer kızlar da gülmeye başladı. Kızların aklı fikri hala Yunus'taydı...

***** 

Akşam saat altı olduğunda cep telefonu çaldı. Yunus’un adını görünce hemen açtı.

“Hayrola? Yoksa plan iptal mi? Esmer mi sarışın mı?”

“Fesatsın sen. Hayır, plan iptal değil. Hayır, sarışın ya da esmer de değil. Kumral. Büronun önündeyim in hadi.”

“A beni almaya mı geldin?” Sesi şaşkınlıkla yükselince kızların da ilgisini çekmişti. Tüm başlar kendisine dönmüştü.

“Yo, eminim bensiz de yüz metreyi kimseyi kalpten götürmeden yürüyebilirsin. Ben yukarıdaki büroya gitmiştim. Bazı dosyalara imza atmam lazımmış. Sekreterlerden biri hastalandı, diğeri büroyu tek bırakmasın, dedim. Dönerken de seni alacağımı düşündüm. Ama bir daha bu kadar sorguya çekileceksem, gelmem.” Neden, onu almak istediğini saklamak istemişti ki? Kendisi teklif etmişti imza için gitmeyi, yoksa sekreter rahatlıkla o büroyu kilitleyip gelebilirdi.

“Bilseydim bu kadar uzun uzun anlatılacak nedenlerin olduğunu, sormazdım.”

Umut, konuşurken çoktan bürodan çıkmış, hatta dış kapıya kadar gelmişti. Yunus, arkası kapıya dönük, yoldan geçen genç kızları süzerken konuştuğundan, geldiğini fark etmemişti. Umut, koluna girince sevinçle döndü. Yanaklarından öpüp yürümeye başladığında telefonu hala kulağındaydı;

“Şimdi kapatmam lazım, kumral bir afet bana asılıyor.”

“Şapşal şey, hadi yürü. Kızlar senin kapıda olduğunu öğrenince masalarını toplamadan çıkmaya kalkıştı. Yakalanmayalım.”

“Aman lütfen yakalanmayalım, kimseyle uğraşacak halde değilim.”

“Kardeşin nerede?”

“Sedat, orada bekleyecekti bizi. Ama gelmemiş olabilir daha.”

Sedat gelmiş, Cuma akşamı bulabildiği tek boş ama küçücük masaya yerleşmişti. Yeşil gözleri ile etrafı inceliyor, kendisine dikilmiş bakışların keyfini çıkartıyordu. Artık kabuğundan çıkma zamanı gelmişti. En küçükleri olmasına rağmen ilk evlenmeye niyetlenen o olmuştu. Fakat tüm istekleri nikâhtan bir hafta önce terk edilmesi ile son bulmuştu. O olayın üstünden beş ay geçmişti. İki yıldır birlikte olduğu kadın onu başkası için nikâhtan bir hafta önce bir kâğıda yazılmış kısacık bir not ile terk etmişti.

Sedat, Yunus ile son iki aydır, fırsat buldukça, eski günlerdeki gibi geziyordu. Artık hafta sonlarında da daha az çalışacağını söylüyordu. Çapkınlık günlerine geri dönmenin vakti gelmiş de geçiyordu bile. Yunus, kafeye girmeden kardeşini gördü. Etrafa bakıyor, yakın masalarda oturan kızları izliyordu.

Daha kapıdan girerken ikiliyi fark etti, Sedat. Yunus’un yanında Umut’u görünce hemen masadan kalkıp sarıldı.

“Sen her gördüğümde daha da güzelleşiyorsun. Yunus’u takma koluna. Kısmetini kapayacak.” Sedat her zaman çok yakın olmuştu Umut’a. İçi dışı bir kızları seviyordu.

“O zaman seninle de görüşmemem lazım. İki yakışıklı ile aynı masada olunca kimse yan gözle bile bakamıyor.” Ağlamaklıydı sesi. Ama gözlerinde kahkahalar uçuşuyordu. Üstünü çıkartan Yunus o bakışlardaki kahkahayı göremeyince konuşmayı ciddiye aldı. 

“Ne yani birilerinin sana bakmasını mı istiyorsun?” Yunus, sesinin sinirli çıktığının farkında bile değildi.

“Ben bunu şikâyet olarak söylemedim ki! Tam tersi, sayenizde rahat nefes alıyorum. Nede olsa gencim güzelim.” Umut, şakaya devam edince Yunus da gülümsedi. Umut böyleydi. Alışmamış mıydı bunca yıldır, kendisi ile dalga geçmesine? Yunus zaten bu özelliği yüzünden çok seviyordu Umut'u

“Yunus, Umut haklı, biz onu koruruz. Bizden ala koruma bula…” Sedat lafını tamamlamadan, gözleri kapıdan giren genç kıza takıldı. Nefes alamazmış gibi hırıltılı bir sesle,

“Ben, ona da gönüllü korumalık yaparım.” Umut, Sedat’ı çarpan kızı görmek için dönünce kardeşi ile burun buruna geldi. Sedat'ı sevmese çok uğraşırdı ama sadece tanıştırmakla yetindi.

“Evet, Sedat Bey, koruyabilirsin kardeşimi. Ama bu kurda kuzu teslim etmek olmayacak mı?” Sedat, Umut’u duymuyordu bile.  Gözleri Onur’dan ayrılmadan Umut’a sorusunu yöneltti…

“Sizin ailenin kızları hep mi güzel?”

“Sizin ailenin erkekleri hep mi çapkın?” Yanıt Onur'dan gelmişti.

Onur, oldum olası sevmezdi sulu tipleri. Ablasının lafına aldanıp geldiği için daha otuzuncu saniyede pişman olmuştu. Arkasını dönüp gidemeyeceği için selamlaştıktan sonra, küçük masada diz dize oturulmasına neden olan boş sandalyeye çöktü. Uzun süre kalıp yiyici bakışlara maruz kalmamak için, “Abla dersim çok, erken kalkarız değil mi?” dedi.

“Yarın Cumartesi olduğuna göre, bu sözler bizden kaçmak için söylendi. Eh ne yapalım biz de kaderimize boyun eğeriz.” Sedat hala vazgeçmiyordu. Umut, kardeşinin gözlerindeki kızgınlığı yakalamış gülümsüyordu. Sedat, Yunus’a benzemiyordu. Onur’un üstüne gitmeye devam ediyordu. Yunus kardeşini susturmak için müdahale etti.
“Rahat bırak kızı. Zaten okulun stresi sırtında bir de senin şakalarına muhatap etme.”

“Onunla muhatap olmaya niyetim yok. Yine de teşekkürler Yunus ağabey.”

“Oh işte bu süper! Yunus, sana ben bile ağabey demiyorum. Yaşlı olmak nasıl bir duygu?”

Yunus ağzını açmadan Onur yanıtladı, “A Yunus ağabey sen büyük müsün? Ben seni küçük kardeş sanmıştım.”

İkisinin söz düellosu Yunus’u çok mutlu etmişti. Kardeşine döndü, “Bu kapağı nerede saklamak istersin?” dediğinde Umut artık kendisini tutamıyor kahkahalarla gülüyordu.

Bir süre sonra söz Erhan’ın kazasına ve Uğur ile olan karşılaşmaya gelmişti.

“Yani aklımın köşesinden geçmezdi Uğur adında iki doktorun aynı yerde olacağı, birinin erkek, birinin kadın olacağı… Neden ailen hakkında, özellikle ablan hakkında hiç konuşmadık ki? Gerçi en küçüğünüzün kan kırmızı olduğunu da bilmiyordum.” Onur'un yüzü, tavırları o kadar masumdu ki, o hazırcevaplılıkla uymuyordu sanki! Sevgiyle baktı o yüze, sonra yeniden Umut'a döndü “Sen o kartı verince ve kimliğini gizleyince eski erkek arkadaşın falan sandım.”

Yunus, yanında oturan Umut’a eğilip konuşuyordu. Cuma akşamının kalabalığı aynı zamanda gürültüyü de arttırmıştı. Seslerini duyurmak için başlarını birbirlerine eğmişlerdi. Yunus, Umut’un uzun kirpiklerini sanki ilk kez görüyormuş gibi incelemeye başladı. Ne kadar güzel gözleri vardı bu kızın! Gerçi çirkin bir yanı yoktu ki! Üç kız kardeş de birbirine çok benziyordu. Bir konuşmalarında Umut, tüm kardeşlerinin aslında annelerine benzediğini söylemişti. Yaşasaydı kızlarının ne kadar güzel birer genç kadın olduğunu görüp gururlanacağından emindi. Umut, Yunus'un aklından geçenlerden habersiz anlatmaya başladı...

“Ablam, son yıllarda çok sıkıntılı günler geçirdi. Eşini üç yıl önce bir çatışmada kaybetti. O zamandan beri biraz aksi biri oldu. Bizler bile son bir yıldır kabuğunu kırmaya başladık. Kocasını çok seviyordu. Eniştem izinden döndükten iki gün sonra şehit oldu. Biliyorsun annemiz yok. Bizler de ona nasıl ulaşacağımızı bilemedik. Yeniden çalışmaya başladıktan sonra biraz düzeldi. Yine de asla asker ve askeriye ile ilgili bir şeyler görmek istemiyor.”

“Eyvah!”

“Ne oldu?”

“Erhan, binbaşıdır. Öğrenirse sorun olur mu?”

“E ben biliyordum ağabeyinin binbaşı olduğunu. Ama sen demedin mi uzaklaştırıldı diye. Askerler gururludur, uzaklaştırıldığı için asker olduğundan bahsetmeyecektir. En azından başlarda konuşmayacaktır. Askerlerin birçok konuda ketim olduğunu bilecek kadar eniştemi tanırdım. Ağabeyinin ketumluğu geçene kadar, ablam da tedaviyi yarılar ve asla işini yarım bırakan biri olmadığı için görevine devam eder.”

“Sonra sana kızmasın onu kandırdığın için?” Yunus, kendileri yüzünden iki kardeşin arasının açılmasına dayanamazdı. Umut, kendinden emin bir sesle,

“Kızsın, ben gönlünü alırım. Televizyonda bile asker gördüğünde ağlayan biri ile yaşamak nasıldır tahmin edebilir misin?”

“Edemem.” Edemezdi gerçekten. Ağabeyi yüzünden askeriye ile daha da yakındı ilişkileri. Onların yeri hep ayrıydı yüreklerinde.

Yunus, konuşurken biraz daha yakınlaştığını fark ettiğinde kendisine kızdı. Görüş alanında olan dudakların kıvrımlarını incelemeye başlamıştı. Arkadaşına farklı gözle bakamayacağına göre uzak durması gerekiyordu… O arkadaşlarına asılmazdı!

Sedat ile Onur sessizce oturmuş içeceklerini yudumluyordu. Onur, her zamanki kıyafetiyleydi. Yaz kış çıkmayan kot pantolonunun üstünde çok kalın kemik rengi bir kazak giymişti. Bol kazağı vücudunu gizlese de yüzünün güzelliğini gizleyemiyordu. Tek elbise giydiği gün, ablasının düğünüydü. O zamandan sonra yine kimse etek ya da elbise giydirememişti. Onun da saçları uzundu ama atkuyruğu yapmıştı. Tepeden topladığı saçları, yüzünü iyice ortaya çıkartmıştı. Sol kaşının hemen üstündeki yara izi de böylece ortaya çıkmıştı. Sedat ize baktı uzun uzun. Onur, kendisine bakıldığının farkındaydı ama belli etmemek için çaba harcıyordu. Uzaklara bakmaya başladı.

“Senin yaramaz bir kız olacağına asla inanmam.”

Onur, boş bulunduğu için sıçramıştı Sedat’ın sesi ile.

“O kadar da korkunç biri değilim, neden benden korkuyorsun?” O ilk karşılaşmadaki salakça tepkisi yüzünden kendisine kızıyordu. Kızı gereksiz yere tedirgin etmişti. Şimdi ortamı düzeltmek de kendisine düşüyordu.

“Unut ilk karşılaştığımızdaki sözlerimi. Yeni tanışmış gibi yapalım ve bana kaşının üstündeki izi anlat.”

“Önemsiz bir iz, anlatılacak bir şey yok.” Kesip atmak en doğrusuydu. Böyle erkeklerle uğraşacak vakti yoktu.

“O iz sana ayrı bir hava veriyor diye mi saçlarını topladın?” Eh her taktik mubahtı... Kızdırmak da dâhil... İşe yaramıştı bu kez.

“Ne alakası var? O iz hava için yapılacak gibi mi? Umut’un kıskançlığının sonucu o!” Sesi bıkkın bir tona bürünmüştü. Umut adını duyunca Yunus ile olan konuşmasına ara verip diğer ikiliye döndü. Anlamamıştı neden bahsedildiğini. Tek duyduğu adı ve kıskançlık kelimesi idi!

“Kim kimi kıskanmış?”

“Sen beni kıskanıp oyuncak tabancamı atmıştın ya. İşte ondan bana kalan yadigârı soruyordu Sedat Bey.”

“Sedat Bey mi?” Sedat duyduğu karşısında şaşkınlıkla bakıyordu.

“E sen benden yaşlı durduğuna göre sana Bey demesi normal. Aferin Onur, sen adam edeceksin bu hergeleyi.”

“Anne babanız başaramamışsa başkasının başarmasını beklemek hayal değil mi? Sedat Beyin, düzeleceğini sanmam.”

Yunus artık kahkahalarla gülüyor, Sedat’ın bozulmuş yüzüne baktıkça da yeni kahkahalar atıyordu.

Onur iyice suratını asmıştı. O kibarlık olsun diye bey demişti ama olayın boyutu değişmişti. Sedat ilgiyi kendisinden dağıtmak için, “Umut, nasıl oldu o kıskançlık krizi?” diye sordu.

“Kıskançlık demek doğru mu bilmem. Bu erkekten bozma kardeşim çocukken sadece tabancalarla oynardı. Babam üç kızı olduğu için erkek oyuncakları almaya hasretti. Onur ne isterse alınırdı o yüzden. Eh o da bebek istemez her çeşit tabancayı tüfeği eve doldurturdu. Ok atan bir tabancayı aldırdığında ablam çok kızdı, hemen geri götürmelerini istedi. Elbette faydası olmadı ve evde o oklara hedef olmayan tek nokta kalmadı. Tabii ben de hedef tahtası gibiydim. Çay bardağıma ateş etmesi ve hedefi on ikiden vurması sonucu ben de elinden tabancayı aldım. Çok ağlayınca da ona attım. Ama kötü atmışım. Kaşının üstü yarıldı. O kadar kanadı ki ölecek sandım. Çok korktum.”

“Sen de abartmışsın. Bardağına geldi diye yapılır mı öyle şey?”

“Ama bardağın içinde sıcak çay vardı ve ben yudum almak üzereyken, ok bardağın dibine vurdu. Elbette koca bir yudum boğazımdan içeriye geri kalanı da üstüme başıma döküldü.”

“Şimdi anladım. Yani Onur Hanım siz de pek uslu değilmişsiniz. Gerçi bunları Umut anlatmasa asla inanmazdım. Sizde yaramazlık yapacak potansiyel görmüyorum.” Sedat misilleme yapıyordu.

“Bunlar olduğunda ben beş yaşındaydım. Hala suçlu olduğuma inanıyor musunuz?”

“Benimle ‘sen’ diye konuşmaya başlamaz ve ‘bey’ demeye devam edersen suçlu olduğuna inanmaya devam ederim. Değil mi avukat bey?”

“Beni aranızdaki didişmeye ortak etmeyin.”

Yunus, onların haline bakıp çok eğleniyordu.

Umut da kardeşinin didişecek kadar birisini önemsemiş olmasından memnundu. Gerçi Onur verdiği ters yanıtlarla Sedat’ı delirtmeye yakın olsa da kimse şikâyetçi değildi. Sedat bu kez sert kayaya çarpmıştı, o kayanın kendisinde açtığı yaralardan keyif alır gözüküyordu.

Onur, masadakileri yeterince eğlendirdiğini düşünüp kalkmak istediğinde Umut da kardeşine katıldı.

“Neden erken kalkıyorsunuz? Biraz daha kalsanız? Biz bırakırız sizi. Değil mi Sedat?”

“Elbette bırakırız Umut. Kalın biraz daha.” Gece daha yeni başlamıştı. Bu genç kız ile konuşmak da didişmek de çok keyifliydi. Bir daha ne zaman görüşecekleri belli olmadığı için süreyi uzatmak istemişti.

“Benim ders çalışmam lazım. Siz kalın o zaman ben kalkarım.” Onur, lafını çiğnemek istemiyordu.

“Bak anlaşalım. On beş dakika daha oturalım. Birer çay içelim sonra biz sizi eve bırakalım. Zaten yolumuzun üstü.” Yunus da Sedat'tan geri kalmıyordu. O da muhabbetin bitmesini istemiyordu. Bu akşam ne vaktin nasıl geçtiğini anlamıştı ne de canı sıkılmıştı. Uzun zamandır gülmediği kadar çok gülmesi de cabasıydı.

Oturmaya karar verdiler.


*****  

2 yorum:

  1. Üç kardeşe üç gelin mi? :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. eee 7 kardeşe 7 gelin izleyerek büyüdük biz... bugün olsa yine izlerim :))))))))))

      Sil