4 Haziran 2015 Perşembe

BUZDAKİ ATEŞ 11. Bölüm

Erhan, bilgisayarında yeni bir mesaj bulunca hemen açtı. Zeycan, yanıtına teşekkür ediyor ve en kısa zamanda İstanbul'a geleceğini yazıyordu. Gelmemeliydi. Hemen yanıt verdi.

“Bir aya kadar ben geleceğim. Daha sonra seni İstanbul da ağırlamayı çok isterim. Ama önce sen, beni yeniden ağırlamalısın.

Celal ile ilgili bir haber yok mu? Bebek ile nereye gitmiş olabilirler? Ben onun kaçakçılık yaptığına hiç inanmıyorum ama kaçması başkalarının gözünde suçlu yapıyor. Onun adının temizlenmesi benim de adımın temizlenmesi demek. İşte bu yüzden onu mutlaka bulmalıyız.”

En son satıra “Geleceğim şimdilik aramızda kalsın” diye ekleyip, mesajı yolladı. Zeycan'ın Burhan Beyin kaybolması ile ilgili ne kadar bilgisi olduğunu anlayamadığı için hiç bahsetmemişti.

***** 



Arabayı otobüs durağının önünde durdurdu. Umut, bankta oturmuş, soğuktan kaçınmak ister gibi kollarını bedenine sarmış, kafasını yere eğmiş oturuyordu. Kendisini fark etmemişti. Kornaya basınca panikle bakıp hemen arabaya doğru yürüdü.

Koltuğa oturduğunda sadece kuru bir “Teşekkür ederim.” döküldü dudaklarından. Sonra hiç sesini çıkartmadı. Yunus ne yapacağını şaşırmış vaziyette arabayı sakin şekilde kullanmaya başladı. Belli ki Umut henüz anlatabilecek durumda değildi. Kötü bir şeyler olduğu ortadaydı. Eğer ona zarar vermişse o adamı parçalarına ayıracaktı. Kimse Umut'a zarar veremez, diye düşündü. Kimsenin onu üzmesine izin vermezdi.

On dakika sonra Umut hala tek laf etmemişti. Yunus ise arkadaşının hiç alışkın olmadığı bu haline ne anlam vereceğini düşünüyordu.

“Karnın aç mı?”

“Hayır.”

“Bir şeyler içer misin?”

“Hayır.”

“Dolaşmaya devam mı edelim?”

“Evet.”

Tek kelimelik yanıtlardan sonra Yunus yine yola döndü ve arabayı Tuzla istikametine çevirdi. Sahil yolu sakindi. Yavaş yavaş giden aracın içi sıcaktı ama Umut, mantosuna sarılmış, üşür gibi de kollarını bedenine sarmıştı. Bir on dakika daha geçtiğinde artık daha fazla dayanamadı, Yunus.

“Ne olduğunu anlatacak mısın?”

“Sonra.”

“Umut, biraz daha anlatmazsan o herifi bulur ve eşek sudan gelene kadar döverim.”

“Neden döveceksin?”

“Sana her ne yaptı ya da dediyse bu hale gelmene neden oldu. İşte bu yüzden döveceğim.”

“ Evlenme teklif etti.”

“Ne?”

“Duydun, birbirimizi daha iyi tanıdığımızda evlenmek istiyormuş. Asıl o zaman teklif edecekmiş ama niyeti ciddiymiş.”

“Bu ne demek?”

“Yunus, ikide birde aynı şeyi sorma. Benimle evlenmek istiyor ama bunu bir süre sonra yapacakmışız. Bu arada beni daha iyi ve yakından tanımalıymış. Bunun için sık sık bir araya gelecekmişiz. Böylece onun tanımadığı arkadaşlarımla boşa vakit geçirmeyecekmişim.”

“Sen bu isteklere ne yanıt verdin?” Yunus yanıtı beklerken nefesini tuttu. Umut ile artık görüşemeyecek miydi?

“Yanıt vermedim.”

“Nasıl yani?”

“Yunus, ben bu kadar saçma sapan bir teklife ne yanıt verebilirim? Ne demek, beni iyi tanıyınca evlenmek istemek? Ne demek arkadaşlarımla görüşmemek? Bu adam beni ne sanıyor?” Umut, sorularını sıraladıkça sesi de yükseliyordu.

Yunus, iyice süratini düşürmüştü. Arabayı durdurmak istemiyordu. Neden istemediğini de bilmiyordu. Yavaş bir sesle yanıtladı,

“Seni tanımadığı kesin. Ama seni sevmese neden evlenmek istesin? Kendince de olsa bir sevgisi var. Zamanla tanır ve seni olduğun gibi kabul eder.”

“O beni tanıyana kadar ben onun isteklerine uyacağım, sonra da kendi isteklerimi mi kabul ettireceğim? Bu nasıl bir ilişki olacak?”

“Bilmiyorum.” Ne dese hissettiklerini anlatamazdı. En iyisi en kolay yolu seçmek ve susmaktı.

“Ben biliyorum, asla böyle bir ilişki olmayacak. Ne aptallık ettim bu akşam onun davetini kabul etmekle. Böyle bir teklifi beklemedim. Duyduğumda beynimden alevler çıktı. Neymiş, sen ve senin gibi arkadaşlarım olmamalıymış, toplum hala böyle arkadaşlıkları tasvip etmiyormuş.”

“Ben ne zaman girdim konuya?” Yunus, arkadaşlığının bir şeylere engel olmasına sevineceğini düşünmezdi.

“Bu akşam seni ektiğimi söyledim. Doğru yapmışmışım. Ay anımsadıkça sinirleniyorum.”

“İyi de sen neye bu kadar sinirlendin? Sana teklif edilen evliliğe mi? Yoksa yaşamının değişme ihtimaline mi?”

“Hiç biri Yunus, hiç biri!” Yunus, gerçekten şaşırmıştı bu kez. Umut, neye sinirlenmişti ki? Bakışlarını yoldan, Umut'a çevirdiğinde o gözlerde gerçek bir kızgınlık gördü. Ateş saçıyordu bakışları.

“Seni anlamayanlar kervanına ben de katıldım. Bunlara kızmadıysan neye kızdın?” Acaba, tüm bunları söylenmelerine rağmen hala aklı o adam damıydı? Aslında kendisi için kurduğu cümleler o adamı yine de cazip biri mi yapmıştı? Umut neye kızmıştı?

“Beni zerrece anlamamış bir adamla vakit geçirecek kadar salak olmama! Kendime kızıyorum elbette. Ben insanlar konusunda bu kadar nasıl yanılabilirim? Ben bu kadar aptal mıyım?”

Umut'un sözlerinden sonra rahatlayan Yunus, bu deli arkadaşını nasıl rahatlatacağını düşünmeye başladı. Midesindeki ağrı geçtiği için rahat rahat ilgilenecekti Umut ile. O dünyanın en dürüst insanıydı. O yüzden böyle rengini belli etmeyen insanlarla karşılaştığında kendisine kızması normaldi. Evet, Yunus rahatlamıştı. Şimdi sıra onu rahatlatmaktaydı.

“Sen, bunca zamandır buna mı kızıyordun? Yanılmış olmana mı? Sen nesin? Allah mı? Yanılmayan tek varlık Allah, Umut. Sen yanılgını başta yakaladın. Bunun neresi aptallık. O adama hala inansan, ona evet desen aptallık edersin ama bu durumda akıllıca bir karar verdin.”

“Öyle mi diyorsun? Ben neden kendimi hala aptal gibi hissediyorum o zaman? Allah'ım, kaç haftadır bu adamla birlikteyim. Yok, ben kesin salağım. İlk gün bırakmalıydım. Geçen gün sana da dedim ya. 'Bu adam ile ilerisi evlilik' diye, o zaman da aptalmışım. Kibar kibar konuşmasına mı aldandım? Kaliteli yerlere gitmemize mi aldandım? Kendime inanamıyorum. Bu adamın nesini beğendim ki?”

“Tamam, şu heriften bahsetmeyelim artık. Seni de beni de yeterince gerdi. Artık başka şeylerden konuşalım. Mesela bir şeyler içmek ister misin? Benim ihtiyacım var içmeye.”

“Benim de var, salaklığıma kadeh kaldıracağım.”

“Konu kapanmıştı hani. Senin şerefine kadeh kaldıralım ama akıllı olmana, aptallığına değil!”

“Ne demezsin?” Umut, neredeyse bir saattir içinden kendine sayıp sövüyordu. Arkadaşlarından bile ayrılmasını istemişti. Nesi vardı arkadaşlarının? Ne kız arkadaşlarından ne de erkek arkadaşlarından vazgeçemezdi. Yunus ile paylaştığı dostluğu hiçbir şeye feda etmezdi. Tüm arkadaşları bir yana Yunus bir yanaydı. Adama sinir olup telefona sarıldığında, bu akşamki programı iptal ettiği Yunus'u aramıştı. Yavaşça döndü izlemeye başladı. Profili ne kadar muntazamdı. Yolu keskin bakışlarla izliyordu. Ne kadar baktığını fark etmedi ama Yunus bakışlarını çevirip gözleri ile buluştuğunda soluğu kesildi. Neler oluyordu? Yolun boş olmasından istifade saniyeler geçse de bakışlarını çekmiyordu ikisi de. O bakışların sonucunun nereye varacağın bilmeyen ikiliyi aynı anda çalan cep telefonları normal hayata döndürdü.

“Umut, neredesin?”

“Yunus, neredesin?”

Erhan ve Uğur aynı anda kardeşlerini aramış, neler yaptığın merak etmişti. Sanki her akşam ararmış gibi!

*****  

Yunus eve girdiğinde Erhan'ın odasına yürüdü. Ağabeyinin canı sıkkındı. Telefonda anlatmamıştı. Neler olduğunu öğrenecekti. Kapısını hafifçe çalıp içeriye girdiğinde ağabeyi camın önünde, sandalyesinde oturuyordu. Kucağında ters çevirdiği kitabı duruyordu. Gözleri dışarıya kitlenmiş gibiydi. Yunus içeriye girdiği halde sesini duymamış, dönüp bakmamıştı.

“Erhan?” Ne oldu, neyin var? Ağrın mı var?”

“Bir şeyim yok. Sadece seninle konuşmam lazım. Aslında yarını bekleyebilirdi ama böyle oturmakla olmayacak. Bir an önce konuşalım ve ne yapacağımıza karar verelim.”

“Ne yapacaksın? Neyin kararı verilecek?” Aslında günlerdir bekliyordu ağabeyinin hareketlenmesini.

“Antep de bir arkadaşım dosyam ile ilgili araştırmalar yapıyor. Benim de orada olmam lazım. Bu hafta izin alabilir misin? Sedat alamaz o yüzden senden istemek zorundayım. Mümkün mü?”

“Alırım elbette. Ama hem tedavin var hem de bu halde orada ne yapabilirsin? Nasıl gideceksin? Uçağa binebilecek misin? İlk celse görüldükten sonra gitsek? O zamana kadar sen de düzelmiş olursun.” Belindeki hasarın, kalıcı bir soruna dönüşmesinden korktuğunu dile getiremiyordu.

“Ben bu celseye doğru düzgün bir şeyler sunmalıyım. İbrahim Binbaşıyı tanırsın. Dosyamla o ilgileniyormuş. Ben de yanına gidip Celal'in kardeşleri ile konuşmak istiyorum. Hem yeni bir gelişme daha var. Celal ile bağlantısı var mı kesin değil ama benim de tanıştığım biri vardı. O da ortadan kaybolmuş!”

“Nasıl? O da mı kaçmış?”

“Kaçmış mı, kaçırılmış mı anlamadım. Polis sadece kayıp diyor. Ne çıkacağı meçhul. Canım çok sıkıldı.”

Yunus kendisini arama sebebinin aslında kayıp adam olduğunu anlamıştı. Bu işleri biraz daha karıştırmaya yaramıştı.

“Tamam, benim için sorun yok. Dosyaları diğer arkadaşa veririm. Dönüşte de ben ona kıyak yaparsam sorun kalmaz. Ama bak tedavini aksatmaman lazım. Şimdi gidersen en azından bir hafta sarkacak!”

“Umut sana söylemedi mi?” Umut'un adını duyunca şaşkınlıkla baktı Yunus.

“Umut ne söyleyecekti ki bana?”

“Bak, ablasını kırmak istemem ama onun hastası olmak istemiyorum. Mümkünse Uğur Bey ile çalışacağım, değilse de başka bir doktor bulurum.”

Yunus, şaşkınlıkla bakıyordu. Neler olduğunu anlayamadı. “Ne oldu?”

“Bir şey olmadı. Sadece çocuk gibi azarlanmaktan bıktım. Bugün aradım ve talebimi ilettim. Sorun yok yani. Antep dönüşü Uğur Bey ile görüşürüz.”

“Tamam, sen sorun yok diyorsan… Umut bana bahsetmedi. Ama Antep dönüşü diyerek kendi başına iş yapamazsın. Önce doktor ile görüş. Uygun bulursa uçağa binersin. O kadar yolu ne araba ile ne de otobüs ile gitmene izin vermezler.”

“Uğur Hanım ile görüşmem. Uğur Bey müsait olursa ondan randevu alırım.”


Umut ya henüz haberi olmadığından ya da anlatmayı aklına getiremediğinden bahsetmemiş olmalıydı. Acaba şimdi ne yapıyordu? Arkadaşını arasa mıydı? Tabii arayıp sorsa iyi olurdu. Zaten tuhaf ayrılmışlardı.

Yok, şimdi aramak doğru olmaz, yarın konuşurum, diyerek vazgeçti.

*****

Pazar sabahı Uğur biraz geç çıkmıştı yatak odasından. Onun uyumasına alışkın olmayan kardeşleri tuhaf bakışlarla süzdüler. İkisine birden Günaydın, diyerek doğruca kahvaltı masasına oturdu. Bir şeyler tersti.

“Sana da günaydın diyeceğim ama dışarıdaki hava kadar soğuksun. Ne oldu?”

Onur her zamanki gibi en son söyleyeceğini en başta söylemişti.

“Bir şey yok canım. Uykumu alamadım. Sabaha doğru dalabildim.”

“İyi de ne oldu? Senin uykun pek kaçmazdı.” Tam, Atilla eniştemin ölümünden başka nedenle, diye devam edecekken, masa altından pofuduk terlik ile yediği tekme neticesinde sustu.

“Umut, Yunus’un ağabeyi benimle çalışmak istemiyormuş. Haberin var mıydı?”

“Yo, neden istemiyormuş?”

“Bilmiyorum. Yani biliyorum da anlam veremiyorum. Azarlıyormuşum. Ben hastalarıma hep böyle davranıyorum. İlk kez biri azarlandığını düşündü. Dünden beri yaptıklarımı hatırlamaya uğraşıyorum. Neler dediğimi, neler yaptığımı. Yok, tek olumsuz bir şey anımsamıyorum.”

“Belki de sende değil sorun! Olamaz mı?”

“Önemli bir kaza geçirmiş ve özürlü kalmaktan korkan bir adamı, bunca yıllık mesleğimde anlayamıyorsam hata bendedir. Onda değil! Onun ruh halini çözen, doğru hareket eden ve onun toplumdan soyutlanmadan yaşaması için gereken tedavileri yapan kişilerden biri ben olmalıyım. Ama ben ne yaptım? Adamı azarladım. En azından onun öyle hissetmesine neden oldum.”

“Abla, Erhan Bey de sıkıntılı günler geçiriyor. Eminim o da seni yanlış anlamıştır. Hem onun başka bir sorunu daha var.” Asker olduğundan ve mahkemesinden bahsedecekken sustu. Eğer zaten doktoru olarak gelmeyecekse, ablasının bunu bilmesine gerek yoktu.

“Elbette vardır. Bu tarz kazalar birçok bilinmezlikle karşılaştırır kazazedeyi. Önemli olan, onun rahatlamasını ve çaba harcamasını sağlamak. Zamanla tamamen iyileşen çok hasta olduğunu bilmesi ve kendisine güvenmesi lazım.”

“Yok, abla, öyle değil. Yani öyle dertleri de vardır ama bildiğim kadarıyla başka bir sorunu var. Sanırım bir arkadaşı yüzünden başı derde girmiş. Mahkemesi varmış.”

“Mahkemesi mi? Ne olduğunu biliyor musun?” Tedirgin olmuştu. Kardeşi ile yakın olan Umut’un da başının derde gireceği gibi bir şeylerse uzak tutmalıydı kardeşini.

“Bilmiyorum. Ama Yunus, ağabeyinin suçsuz olduğunu söylüyorsa doğrudur. Biliyorsun, Yunus avukat.”

“Biliyorum. Ama avukat olması ağabeyini korumak istemesine engel değil. Galiba ben bu hasta kaybından çok da rahatsız olmayacağım. Uğur’a da söyleyeyim vaktim yok desin.”

“Abla, inanamıyorum sana. O durumdaki biri için ne kadar güzel şeyler söylüyorsun. Yunus’u tanımadığın belli! O asla kimseyi kayırmaz. Suçlu, ağabeyi bile olsa cezasını verir. Ama sen neler düşünüyorsun? Yazık.”

Uğur, kardeşinin tepkisini izledi bir süre. Sonra alçak sesle,

“Neden bu kadar savundun Yunus’u?” dedi.

“Savunmadım. O öyle biri değil.”

“Evet, abla, savundun. Ben de şahidim!” Onur da Uğur’ katılmıştı. İki kız kardeş ortancanın canına okumak için ittifak kurmuştu.

“Savunmadım diyorum. Yunus, zaten öyle davalara bakmıyor ama bilir tabii. Ağabeyinin suçlu olduğuna dair tek ipucu da yokmuş. Yani suçsuz. Sadece soruşturma devam ediyor işte.”

“Demin mahkemesi var dedin. Demek ki soruşturma geçmiş. Yunus da ağabeyinin suçlu olduğunu biliyordur.”

“Ya yok öyle bir şey.” Derken iki kardeşi de gülünce kendisi de gülmeye başladı. Gerçekten de Yunus’u savunuyordu. Ama haklıydı…

“Uğraşmayın benimle. Zaten canım çok sıkkın. Dün gece neler olduğunu hiç sormuyorsunuz.” Konudan uzaklaşmak için akşamı anlatmaya başladı. Ama sıra lokantadan kendisini Yunus’un aldığına gelmişti ki sustu. Neden diye sormayacaklar mıydı? En iyi arkadaşıydı Yunus ama dünkü gibi bir konuda kardeşlerinden birini çağırması gerekmez miydi?

Uğur, kardeşini tanımanın verdiği güvenle, “Bize anlatmadığın ne var?” diye sordu.

“Yanıtımı değil de anlatmadığım bir nokta varsa onu mu soruyorsun?”

Umut, bozulmuş, dudağını sarkıtmıştı. Uğur, “Yanıtın belli! Sevmediğin bir adam, sevdiğin insanlarla görüşmeni engellemek isterse sen o adamı silersin. Yok, eğer seviyorsan, biz neden hala bu adamın adını bile bilmiyoruz?”

Umut, ablasının bilmiş gözlerine baktı. Evde numaralı gözlüğünü takmazdı. Zaten görmesine engel olmayacak kadar düşük numara için neden gözlük taktığını da anlamazdı. O gözlüksüz gözlerden çok şeyi çözmüş bir ifade ile bakıyordu.

“Bilmiyorum. İlk bir iki görüşmemizde bana çekici geldi. Ama sonra işin ciddileşeceğini anladım ve uzak durmak istedim. Dün ise neler olacağını anlamak ve karar vermek için buluştum. Keşke hiç gitmeseydim. Zaten Yunus’un programını da mahvettim. İyi biri olmasa hayatta beni akşam eve getirmek istemezdi.”

“Kim seni eve getirdi, abla?”

“Ne?”

“Hadi, Umut, dün geceyi tamamla. Neler oluyor? Neden seni yemeğe götüren isimsiz adam değil de Yunus eve bırakıyor?”

“Bir şey olmuyor. Yunus da o taraftaydı onun için o bıraktı. Ben bahçeye babamın yanına çıkıyorum. Hercaileri dikiyordu yardım edeyim de iyice üşümeden eve girelim. Yusufçuğu da gezdireyim. ”

“Kaç ama bu sorgu burada bitmedi.”

“Verecek başka yanıtım yoksa bitmiş demektir.” Burnunu havaya dikerek, aklınca azametli bir çıkış yaptı.

Onur, ablasına baktı, gülümsedi ve “Bu şapşal Yunus’a âşık mı sence?”

“Evet, o şapşal âşık ama farkında değil. Gezsinler bakalım arkadaş gibi. Ateş ile barut ne zaman alev alacak?”


*****   

1 yorum: