Erhan,
bilgisayarında yeni bir mesaj bulunca hemen açtı. Zeycan, yanıtına teşekkür
ediyor ve en kısa zamanda İstanbul'a geleceğini yazıyordu. Gelmemeliydi. Hemen
yanıt verdi.
“Bir
aya kadar ben geleceğim. Daha sonra seni İstanbul da ağırlamayı çok isterim.
Ama önce sen, beni yeniden ağırlamalısın.
Celal
ile ilgili bir haber yok mu? Bebek ile nereye gitmiş olabilirler? Ben onun
kaçakçılık yaptığına hiç inanmıyorum ama kaçması başkalarının gözünde suçlu yapıyor.
Onun adının temizlenmesi benim de adımın temizlenmesi demek. İşte bu yüzden onu
mutlaka bulmalıyız.”
En
son satıra “Geleceğim şimdilik aramızda kalsın” diye ekleyip, mesajı yolladı.
Zeycan'ın Burhan Beyin kaybolması ile ilgili ne kadar bilgisi olduğunu
anlayamadığı için hiç bahsetmemişti.
*****
Arabayı
otobüs durağının önünde durdurdu. Umut, bankta oturmuş, soğuktan kaçınmak ister
gibi kollarını bedenine sarmış, kafasını yere eğmiş oturuyordu. Kendisini fark
etmemişti. Kornaya basınca panikle bakıp hemen arabaya doğru yürüdü.
Koltuğa
oturduğunda sadece kuru bir “Teşekkür ederim.” döküldü dudaklarından. Sonra hiç
sesini çıkartmadı. Yunus ne yapacağını şaşırmış vaziyette arabayı sakin şekilde
kullanmaya başladı. Belli ki Umut henüz anlatabilecek durumda değildi. Kötü bir
şeyler olduğu ortadaydı. Eğer ona zarar vermişse o adamı parçalarına
ayıracaktı. Kimse Umut'a zarar veremez, diye düşündü. Kimsenin onu üzmesine
izin vermezdi.
On
dakika sonra Umut hala tek laf etmemişti. Yunus ise arkadaşının hiç alışkın
olmadığı bu haline ne anlam vereceğini düşünüyordu.
“Karnın
aç mı?”
“Hayır.”
“Bir
şeyler içer misin?”
“Hayır.”
“Dolaşmaya
devam mı edelim?”
“Evet.”
Tek
kelimelik yanıtlardan sonra Yunus yine yola döndü ve arabayı Tuzla istikametine
çevirdi. Sahil yolu sakindi. Yavaş yavaş giden aracın içi sıcaktı ama Umut,
mantosuna sarılmış, üşür gibi de kollarını bedenine sarmıştı. Bir on dakika
daha geçtiğinde artık daha fazla dayanamadı, Yunus.
“Ne
olduğunu anlatacak mısın?”
“Sonra.”
“Umut,
biraz daha anlatmazsan o herifi bulur ve eşek sudan gelene kadar döverim.”
“Neden
döveceksin?”
“Sana
her ne yaptı ya da dediyse bu hale gelmene neden oldu. İşte bu yüzden
döveceğim.”
“
Evlenme teklif etti.”
“Ne?”
“Duydun,
birbirimizi daha iyi tanıdığımızda evlenmek istiyormuş. Asıl o zaman teklif
edecekmiş ama niyeti ciddiymiş.”
“Bu
ne demek?”
“Yunus,
ikide birde aynı şeyi sorma. Benimle evlenmek istiyor ama bunu bir süre sonra
yapacakmışız. Bu arada beni daha iyi ve yakından tanımalıymış. Bunun için sık sık
bir araya gelecekmişiz. Böylece onun tanımadığı arkadaşlarımla boşa vakit
geçirmeyecekmişim.”
“Sen
bu isteklere ne yanıt verdin?” Yunus yanıtı beklerken nefesini tuttu. Umut ile
artık görüşemeyecek miydi?
“Yanıt
vermedim.”
“Nasıl
yani?”
“Yunus,
ben bu kadar saçma sapan bir teklife ne yanıt verebilirim? Ne demek, beni iyi
tanıyınca evlenmek istemek? Ne demek arkadaşlarımla görüşmemek? Bu adam beni ne
sanıyor?” Umut, sorularını sıraladıkça sesi de yükseliyordu.
Yunus,
iyice süratini düşürmüştü. Arabayı durdurmak istemiyordu. Neden istemediğini de
bilmiyordu. Yavaş bir sesle yanıtladı,
“Seni
tanımadığı kesin. Ama seni sevmese neden evlenmek istesin? Kendince de olsa bir
sevgisi var. Zamanla tanır ve seni olduğun gibi kabul eder.”
“O
beni tanıyana kadar ben onun isteklerine uyacağım, sonra da kendi isteklerimi
mi kabul ettireceğim? Bu nasıl bir ilişki olacak?”
“Bilmiyorum.”
Ne dese hissettiklerini anlatamazdı. En iyisi en kolay yolu seçmek ve susmaktı.
“Ben
biliyorum, asla böyle bir ilişki olmayacak. Ne aptallık ettim bu akşam onun
davetini kabul etmekle. Böyle bir teklifi beklemedim. Duyduğumda beynimden
alevler çıktı. Neymiş, sen ve senin gibi arkadaşlarım olmamalıymış, toplum hala
böyle arkadaşlıkları tasvip etmiyormuş.”
“Ben
ne zaman girdim konuya?” Yunus, arkadaşlığının bir şeylere engel olmasına
sevineceğini düşünmezdi.
“Bu
akşam seni ektiğimi söyledim. Doğru yapmışmışım. Ay anımsadıkça
sinirleniyorum.”
“İyi
de sen neye bu kadar sinirlendin? Sana teklif edilen evliliğe mi? Yoksa
yaşamının değişme ihtimaline mi?”
“Hiç
biri Yunus, hiç biri!” Yunus, gerçekten şaşırmıştı bu kez. Umut, neye
sinirlenmişti ki? Bakışlarını yoldan, Umut'a çevirdiğinde o gözlerde gerçek bir
kızgınlık gördü. Ateş saçıyordu bakışları.
“Seni
anlamayanlar kervanına ben de katıldım. Bunlara kızmadıysan neye kızdın?”
Acaba, tüm bunları söylenmelerine rağmen hala aklı o adam damıydı? Aslında
kendisi için kurduğu cümleler o adamı yine de cazip biri mi yapmıştı? Umut neye
kızmıştı?
“Beni
zerrece anlamamış bir adamla vakit geçirecek kadar salak olmama! Kendime
kızıyorum elbette. Ben insanlar konusunda bu kadar nasıl yanılabilirim? Ben bu
kadar aptal mıyım?”
Umut'un
sözlerinden sonra rahatlayan Yunus, bu deli arkadaşını nasıl rahatlatacağını
düşünmeye başladı. Midesindeki ağrı geçtiği için rahat rahat ilgilenecekti Umut
ile. O dünyanın en dürüst insanıydı. O yüzden böyle rengini belli etmeyen
insanlarla karşılaştığında kendisine kızması normaldi. Evet, Yunus
rahatlamıştı. Şimdi sıra onu rahatlatmaktaydı.
“Sen,
bunca zamandır buna mı kızıyordun? Yanılmış olmana mı? Sen nesin? Allah mı?
Yanılmayan tek varlık Allah, Umut. Sen yanılgını başta yakaladın. Bunun neresi
aptallık. O adama hala inansan, ona evet desen aptallık edersin ama bu durumda
akıllıca bir karar verdin.”
“Öyle
mi diyorsun? Ben neden kendimi hala aptal gibi hissediyorum o zaman? Allah'ım,
kaç haftadır bu adamla birlikteyim. Yok, ben kesin salağım. İlk gün
bırakmalıydım. Geçen gün sana da dedim ya. 'Bu adam ile ilerisi evlilik' diye,
o zaman da aptalmışım. Kibar kibar konuşmasına mı aldandım? Kaliteli yerlere
gitmemize mi aldandım? Kendime inanamıyorum. Bu adamın nesini beğendim ki?”
“Tamam,
şu heriften bahsetmeyelim artık. Seni de beni de yeterince gerdi. Artık başka
şeylerden konuşalım. Mesela bir şeyler içmek ister misin? Benim ihtiyacım var
içmeye.”
“Benim
de var, salaklığıma kadeh kaldıracağım.”
“Konu
kapanmıştı hani. Senin şerefine kadeh kaldıralım ama akıllı olmana, aptallığına
değil!”
“Ne
demezsin?” Umut, neredeyse bir saattir içinden kendine sayıp sövüyordu.
Arkadaşlarından bile ayrılmasını istemişti. Nesi vardı arkadaşlarının? Ne kız
arkadaşlarından ne de erkek arkadaşlarından vazgeçemezdi. Yunus ile paylaştığı
dostluğu hiçbir şeye feda etmezdi. Tüm arkadaşları bir yana Yunus bir yanaydı.
Adama sinir olup telefona sarıldığında, bu akşamki programı iptal ettiği
Yunus'u aramıştı. Yavaşça döndü izlemeye başladı. Profili ne kadar muntazamdı.
Yolu keskin bakışlarla izliyordu. Ne kadar baktığını fark etmedi ama Yunus
bakışlarını çevirip gözleri ile buluştuğunda soluğu kesildi. Neler oluyordu?
Yolun boş olmasından istifade saniyeler geçse de bakışlarını çekmiyordu ikisi
de. O bakışların sonucunun nereye varacağın bilmeyen ikiliyi aynı anda çalan
cep telefonları normal hayata döndürdü.
“Umut,
neredesin?”
“Yunus,
neredesin?”
Erhan
ve Uğur aynı anda kardeşlerini aramış, neler yaptığın merak etmişti. Sanki her
akşam ararmış gibi!
*****
Yunus
eve girdiğinde Erhan'ın odasına yürüdü. Ağabeyinin canı sıkkındı. Telefonda
anlatmamıştı. Neler olduğunu öğrenecekti. Kapısını hafifçe çalıp içeriye
girdiğinde ağabeyi camın önünde, sandalyesinde oturuyordu. Kucağında ters
çevirdiği kitabı duruyordu. Gözleri dışarıya kitlenmiş gibiydi. Yunus içeriye
girdiği halde sesini duymamış, dönüp bakmamıştı.
“Erhan?”
Ne oldu, neyin var? Ağrın mı var?”
“Bir
şeyim yok. Sadece seninle konuşmam lazım. Aslında yarını bekleyebilirdi ama
böyle oturmakla olmayacak. Bir an önce konuşalım ve ne yapacağımıza karar
verelim.”
“Ne
yapacaksın? Neyin kararı verilecek?” Aslında günlerdir bekliyordu ağabeyinin
hareketlenmesini.
“Antep
de bir arkadaşım dosyam ile ilgili araştırmalar yapıyor. Benim de orada olmam
lazım. Bu hafta izin alabilir misin? Sedat alamaz o yüzden senden istemek
zorundayım. Mümkün mü?”
“Alırım
elbette. Ama hem tedavin var hem de bu halde orada ne yapabilirsin? Nasıl
gideceksin? Uçağa binebilecek misin? İlk celse görüldükten sonra gitsek? O
zamana kadar sen de düzelmiş olursun.” Belindeki hasarın, kalıcı bir soruna
dönüşmesinden korktuğunu dile getiremiyordu.
“Ben
bu celseye doğru düzgün bir şeyler sunmalıyım. İbrahim Binbaşıyı tanırsın.
Dosyamla o ilgileniyormuş. Ben de yanına gidip Celal'in kardeşleri ile konuşmak
istiyorum. Hem yeni bir gelişme daha var. Celal ile bağlantısı var mı kesin
değil ama benim de tanıştığım biri vardı. O da ortadan kaybolmuş!”
“Nasıl?
O da mı kaçmış?”
“Kaçmış
mı, kaçırılmış mı anlamadım. Polis sadece kayıp diyor. Ne çıkacağı meçhul.
Canım çok sıkıldı.”
Yunus
kendisini arama sebebinin aslında kayıp adam olduğunu anlamıştı. Bu işleri
biraz daha karıştırmaya yaramıştı.
“Tamam,
benim için sorun yok. Dosyaları diğer arkadaşa veririm. Dönüşte de ben ona
kıyak yaparsam sorun kalmaz. Ama bak tedavini aksatmaman lazım. Şimdi gidersen
en azından bir hafta sarkacak!”
“Umut
sana söylemedi mi?” Umut'un adını duyunca şaşkınlıkla baktı Yunus.
“Umut
ne söyleyecekti ki bana?”
“Bak,
ablasını kırmak istemem ama onun hastası olmak istemiyorum. Mümkünse Uğur Bey
ile çalışacağım, değilse de başka bir doktor bulurum.”
Yunus,
şaşkınlıkla bakıyordu. Neler olduğunu anlayamadı. “Ne oldu?”
“Bir
şey olmadı. Sadece çocuk gibi azarlanmaktan bıktım. Bugün aradım ve talebimi
ilettim. Sorun yok yani. Antep dönüşü Uğur Bey ile görüşürüz.”
“Tamam,
sen sorun yok diyorsan… Umut bana bahsetmedi. Ama Antep dönüşü diyerek kendi
başına iş yapamazsın. Önce doktor ile görüş. Uygun bulursa uçağa binersin. O
kadar yolu ne araba ile ne de otobüs ile gitmene izin vermezler.”
“Uğur
Hanım ile görüşmem. Uğur Bey müsait olursa ondan randevu alırım.”
Umut
ya henüz haberi olmadığından ya da anlatmayı aklına getiremediğinden
bahsetmemiş olmalıydı. Acaba şimdi ne yapıyordu? Arkadaşını arasa mıydı? Tabii
arayıp sorsa iyi olurdu. Zaten tuhaf ayrılmışlardı.
Yok,
şimdi aramak doğru olmaz, yarın konuşurum, diyerek vazgeçti.
*****
Pazar
sabahı Uğur biraz geç çıkmıştı yatak odasından. Onun uyumasına alışkın olmayan
kardeşleri tuhaf bakışlarla süzdüler. İkisine birden Günaydın, diyerek doğruca
kahvaltı masasına oturdu. Bir şeyler tersti.
“Sana
da günaydın diyeceğim ama dışarıdaki hava kadar soğuksun. Ne oldu?”
Onur
her zamanki gibi en son söyleyeceğini en başta söylemişti.
“Bir
şey yok canım. Uykumu alamadım. Sabaha doğru dalabildim.”
“İyi
de ne oldu? Senin uykun pek kaçmazdı.” Tam, Atilla eniştemin ölümünden başka
nedenle, diye devam edecekken, masa altından pofuduk terlik ile yediği tekme
neticesinde sustu.
“Umut,
Yunus’un ağabeyi benimle çalışmak istemiyormuş. Haberin var mıydı?”
“Yo,
neden istemiyormuş?”
“Bilmiyorum.
Yani biliyorum da anlam veremiyorum. Azarlıyormuşum. Ben hastalarıma hep böyle
davranıyorum. İlk kez biri azarlandığını düşündü. Dünden beri yaptıklarımı
hatırlamaya uğraşıyorum. Neler dediğimi, neler yaptığımı. Yok, tek olumsuz bir
şey anımsamıyorum.”
“Belki
de sende değil sorun! Olamaz mı?”
“Önemli
bir kaza geçirmiş ve özürlü kalmaktan korkan bir adamı, bunca yıllık mesleğimde
anlayamıyorsam hata bendedir. Onda değil! Onun ruh halini çözen, doğru hareket
eden ve onun toplumdan soyutlanmadan yaşaması için gereken tedavileri yapan
kişilerden biri ben olmalıyım. Ama ben ne yaptım? Adamı azarladım. En azından
onun öyle hissetmesine neden oldum.”
“Abla,
Erhan Bey de sıkıntılı günler geçiriyor. Eminim o da seni yanlış anlamıştır.
Hem onun başka bir sorunu daha var.” Asker olduğundan ve mahkemesinden
bahsedecekken sustu. Eğer zaten doktoru olarak gelmeyecekse, ablasının bunu
bilmesine gerek yoktu.
“Elbette
vardır. Bu tarz kazalar birçok bilinmezlikle karşılaştırır kazazedeyi. Önemli
olan, onun rahatlamasını ve çaba harcamasını sağlamak. Zamanla tamamen iyileşen
çok hasta olduğunu bilmesi ve kendisine güvenmesi lazım.”
“Yok,
abla, öyle değil. Yani öyle dertleri de vardır ama bildiğim kadarıyla başka bir
sorunu var. Sanırım bir arkadaşı yüzünden başı derde girmiş. Mahkemesi varmış.”
“Mahkemesi
mi? Ne olduğunu biliyor musun?” Tedirgin olmuştu. Kardeşi ile yakın olan
Umut’un da başının derde gireceği gibi bir şeylerse uzak tutmalıydı kardeşini.
“Bilmiyorum.
Ama Yunus, ağabeyinin suçsuz olduğunu söylüyorsa doğrudur. Biliyorsun, Yunus
avukat.”
“Biliyorum.
Ama avukat olması ağabeyini korumak istemesine engel değil. Galiba ben bu hasta
kaybından çok da rahatsız olmayacağım. Uğur’a da söyleyeyim vaktim yok desin.”
“Abla,
inanamıyorum sana. O durumdaki biri için ne kadar güzel şeyler söylüyorsun.
Yunus’u tanımadığın belli! O asla kimseyi kayırmaz. Suçlu, ağabeyi bile olsa
cezasını verir. Ama sen neler düşünüyorsun? Yazık.”
Uğur,
kardeşinin tepkisini izledi bir süre. Sonra alçak sesle,
“Neden
bu kadar savundun Yunus’u?” dedi.
“Savunmadım.
O öyle biri değil.”
“Evet,
abla, savundun. Ben de şahidim!” Onur da Uğur’ katılmıştı. İki kız kardeş
ortancanın canına okumak için ittifak kurmuştu.
“Savunmadım
diyorum. Yunus, zaten öyle davalara bakmıyor ama bilir tabii. Ağabeyinin suçlu
olduğuna dair tek ipucu da yokmuş. Yani suçsuz. Sadece soruşturma devam ediyor
işte.”
“Demin
mahkemesi var dedin. Demek ki soruşturma geçmiş. Yunus da ağabeyinin suçlu
olduğunu biliyordur.”
“Ya
yok öyle bir şey.” Derken iki kardeşi de gülünce kendisi de gülmeye başladı.
Gerçekten de Yunus’u savunuyordu. Ama haklıydı…
“Uğraşmayın
benimle. Zaten canım çok sıkkın. Dün gece neler olduğunu hiç sormuyorsunuz.”
Konudan uzaklaşmak için akşamı anlatmaya başladı. Ama sıra lokantadan kendisini
Yunus’un aldığına gelmişti ki sustu. Neden diye sormayacaklar mıydı? En iyi
arkadaşıydı Yunus ama dünkü gibi bir konuda kardeşlerinden birini çağırması
gerekmez miydi?
Uğur,
kardeşini tanımanın verdiği güvenle, “Bize anlatmadığın ne var?” diye sordu.
“Yanıtımı
değil de anlatmadığım bir nokta varsa onu mu soruyorsun?”
Umut,
bozulmuş, dudağını sarkıtmıştı. Uğur, “Yanıtın belli! Sevmediğin bir adam,
sevdiğin insanlarla görüşmeni engellemek isterse sen o adamı silersin. Yok,
eğer seviyorsan, biz neden hala bu adamın adını bile bilmiyoruz?”
Umut,
ablasının bilmiş gözlerine baktı. Evde numaralı gözlüğünü takmazdı. Zaten
görmesine engel olmayacak kadar düşük numara için neden gözlük taktığını da
anlamazdı. O gözlüksüz gözlerden çok şeyi çözmüş bir ifade ile bakıyordu.
“Bilmiyorum.
İlk bir iki görüşmemizde bana çekici geldi. Ama sonra işin ciddileşeceğini
anladım ve uzak durmak istedim. Dün ise neler olacağını anlamak ve karar vermek
için buluştum. Keşke hiç gitmeseydim. Zaten Yunus’un programını da mahvettim.
İyi biri olmasa hayatta beni akşam eve getirmek istemezdi.”
“Kim
seni eve getirdi, abla?”
“Ne?”
“Hadi,
Umut, dün geceyi tamamla. Neler oluyor? Neden seni yemeğe götüren isimsiz adam
değil de Yunus eve bırakıyor?”
“Bir
şey olmuyor. Yunus da o taraftaydı onun için o bıraktı. Ben bahçeye babamın
yanına çıkıyorum. Hercaileri dikiyordu yardım edeyim de iyice üşümeden eve
girelim. Yusufçuğu da gezdireyim. ”
“Kaç
ama bu sorgu burada bitmedi.”
“Verecek
başka yanıtım yoksa bitmiş demektir.” Burnunu havaya dikerek, aklınca azametli
bir çıkış yaptı.
Onur,
ablasına baktı, gülümsedi ve “Bu şapşal Yunus’a âşık mı sence?”
“Evet,
o şapşal âşık ama farkında değil. Gezsinler bakalım arkadaş gibi. Ateş ile
barut ne zaman alev alacak?”
*****
Bakalım Antep te nelere kimlere ulaşılacak
YanıtlaSil