5 Haziran 2015 Cuma

BUZDAKI ATEŞ 12. Bölüm

Zeycan, ağabeyinin ve yengesinin kaçışından beri insan içine çıkamıyordu. Diğer ağabeyleri de utanç içinde yaşıyordu.  Celal ortadan kaybolunca, Zeycan bu kez de Cemal’in evine taşınmıştı.

Cemal ağabeyi işleri toparlamak için uğraşsa da her geçen gün durumları kötüye gidiyordu. Neredeyse tüm anlaşmaları iptal olmuş, yeni iş bağlantıları yapılamamıştı. Daha bir ay dolmadan ailenin yatırımları tepetaklak olmuştu. Ağabeyi birkaç tırı satmaktan başka çare kalmadığını söyleyince diğer kardeşler de onay vermişti. Üç tır satılmış beş yüz bin lira kadar bir para toplanıp, iptal olan anlaşmalardan oluşan zarar kapatılmaya çalışılmıştı. Banka kredisi ile alınan araçların borçları ödendikten sonra elde yine çok az bir para kalmıştı. Cemal ne yapacağını bilemeden dolanıyordu ortalıkta.


Zeycan, bu işlerden anlamasa da Celal ağabeyinin bu kadar borçlanarak çalışacağına aklı yatmıyordu. Şirket işlerini ise soramıyor, sorsa da yanıt alamıyordu. Cemal, gece gündüz çalışıyor, evde de devamlı iş ile ilgili görüşmeler yapıyordu. Bir odasını çalışma odası olarak düzenlemişti. Kimseyi içeriye sokmuyordu. Bazen yüksek sesle görüşmeler yapsa da çoğu zaman sakindi. Ailenin tüm yükü omzuna kalmış birisinin çırpınışlarını izliyordu Zeycan.

Kemal ağabeyi ise nakliye işine bulaşmak istemiyor, köydeki topraklarla ilgileniyordu. Fıstık ağaçlarının toplanması tamamlanmıştı.  Dönümler dolusu tarlaların ekim işleri tamamlanmıştı. Köylülerden oluşturulmuş ekipler çalışıyordu. Son toplanan ekinlerin satışını yapamamıştı henüz. Depolarda duruyordu mallar. Sanki bir anda tüm iş yaptıkları insanlar düşman olmuştu. Toprakta yetişenleri bile satamıyorlardı.

Evde, o malların çürüyeceği, beş para etmeyeceği konuşulmaya başlandığında Kemal, sinirlenip, “O kadar emeği üç kuruşa satacağıma, hepsini yakarım daha iyi.” Diye patlamıştı.

Hepsi, evin direğinin Celal olduğunun farkındaydı. İşler sarpa sardıkça sinirler bozuluyordu. Celal'in adının kaçakçılığa karışması yüzünden işler bu hale gelmişti. Aklanmadıkça da kendilerine rahat yoktu. Ama nasıl aklanacaktı? Ne bir haber vardı ne bir iz. Asker, polis arıyor ama bulamıyordu. Yeni doğmuş bebek ile nasıl ortadan kayboldukları muamma idi.

Zeycan, ağabeylerinin odaya çekilmesinden sonra kendi odasına gitti. Bilgisayarını açtı. Yeğeninin resimlerinin olduğu dosyayı açtı. Küçücük meleği çok özlemişti. Ağabeyi, yengesi ve Ahmet Erhan'ın olduğu resimlere baktı. Gözlerinden süzülen yaşlardan ekran bulanıklaştı. Gözlerini silip bir sonraki resme geçti. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Züleyha yengesi kapısını çalıp odaya girdiğinde yeniden yanaklarını ildi.

Züleyha, Zeycan'ın yanına geldi. Ekrandaki resme baktı. Sonra, görümcesinin omzuna dokundu.

“Gel şöyle oturalım. Sana söyleyeceklerim var.”

“Söyle yenge. Yanlış bir şey mi yaptım?” Zeycan, yengesini rahatsız eden bir şeyler olduğundan emindi. Neşeli kadındı yengesi. Böyle ciddi konuştuğuna göre mutlaka kötü bir şey olmalıydı.

“Zeycan, ağabeylerin seni evlendirmeyi düşünüyor. Bu borçlardan kurtulmak için ortak alacaklarmış. Ama ortak olmak isteyen şart koşmuş, seninle nikâhlanırsa şirkete destek çıkacakmış. Haberin var mıydı?” Züleyha, epey düşünmüştü söyleyip söylememeyi.

“Yenge ne diyorsun sen? Ağabeylerim benim evliliğim üzerine şirket kurtarmaz. Emin misin? Yanlış duymuş olmayasın?”

“Yok, be canım, ne yanlışı, kahvelerini götürmeden önce kapıda dinledim ikisini de.” Zeycan gözlerini açıp bakınca devam etti. “Ayıplama hiç, bunlar bu işleri daha çok batırmasın diye korkumdan yaptım. Ama bak neler duydum.”

Züleyha, yaşananların farkına geç varsa da bundan sonrası için ailesini düşünmesi gerektiğini biliyordu. İki oğlunun geleceği, kocasının doğru adım atmasına bağlıydı. Sessiz dursa da her şeyin farkındaydı.

“Kim bu beni satmak istedikleri adam? Bu devirde başlık parası bu hale mi döndü?” Zeycan, söylenenlerin doğru olduğunu anladığı için kızmaya başlamıştı. Bunca sene evlenmeye karşı çıkmıştı. Şimdi borçlar yüzünden satılmaya izin verecek değildi. Ağabeyleri çıkmaza girse de zorla kabul ettiremezlerdi. O yüzden sinirlense de kendini tutacaktı. Akıllıca davranması, gereksiz karmaşa yaratmaması gerekiyordu. 

“O kadarını duymadım ama yaşı çok değilmiş. On beş yaş fark ya var ya yok dediler.” Züleyha, Zeycan'ın iyice sinirlendiğinin farkındaydı. Ama kocasına kapı dinlediğini belli edemeyeceğine göre Zeycan'ı uyarmalıydı.

“Aman içim rahatladı. Yenge delirtme beni. Benim ne işim var o kadar büyük biri ile?”

“Kız sen değil miydin Erhan’a hayran hayran bakan? Onun yaşı kaç? Bu da onun gibi yakışıklıysa neden olmasın?”

“Ben Erhan ağabeyime öyle mi baktım. Yok ya yanılmışsın.” Yanaklarının kızardığını hissediyordu. Ama o Erhan'a o gözle bakmamıştı... Yok bakmamıştı...

“Bilmem, sanki öyle baktın gibi geldi bana. Bak bu da iyi bir kısmet olabilir. Kaçırma derim.” Züleyha, gözlerini devire devire söylemişti son cümlesini.

“Sen ciddi misin?”

“Deli kız değilim elbette. Niyetim senin öyle bir evliliğe evet demen olsaydı sana duyduklarımı der miydim?”

“Ne yapacağım peki ben?”

“Bakarız bir çaresine. Sen ses etme. Filiz, en cinimizdir. Onunla konuşuruz yarın.”

“Doğru diyorsun, beni o kurtarır.”

“İnşallah.”

“Yenge, bu işler nasıl bu kadar bozuldu? Haberin var mı? Daha ne kadar oldu ki? Her şey ters döndü. Celal ağabeyim çok düzenliydi. Kenarda yüklüce nakit olmadan işe girilmez derdi. Şimdi ne elde kaldı ne avuçta. Her şey ya borca ya krediye gidiyor.”

“Bilsem, nasıl oldu ben de rahatlayacağım. Millet Celal ile Leyla nakitleri de çalmış öyle yurt dışına kaçmış diyor. Yüreğim inanmasa da beynim bulanıyor. Ama yapmaz ağabeyim değil mi?”

“Yapmaz, ne bu utancı yaşatır bize, ne bu dertleri. Benim aklım almıyor bu işleri. Başka bir şey olmalı. Yenge, geçenlerde demiyorlar mıydı Burhan Bey ortak olacak diye. Ama o evli! Kuma almayacak ya beni?”

“Senin haberin yok mu, Burhan Bey de yokmuş ortalıkta. Dünden beri haber alınamamış.”

*****

“Sen ne zaman öğrendin ağabeyinin ablamla çalışmak istemediğini?”

“Dün akşam!”

“Neden aramadın beni? Kızacağımı mı sandın?”

“Saçmalama, dün akşam başka dertlerin vardı.” Sormayacaktı ama o zaman da ilgisiz gözükmez miydi? Sorması gerekirdi... Soracaktı... 

“Aradı mı seni?”

Dün geceden beri sesini duymak, eve bıraktıktan sonra neler yaşandığını öğrenmek istiyordu. Daha fazla dayanamamış, aramak için telefonunu eline aldığında, aniden çalması ile sıçramış, Umut'un adını görünce de hemen açmıştı.

“Kim aradı mı? Ağabeyin mi?” Umut, kararını vermiş olmanın rahatlığı ile yanıtladı.

“Anlamazlıktan gelme, kimi sorduğumu biliyorsun.”

Evet, biliyordu. Yine de onun sorusundan emin olmak istemişti. Sorması hoşuna gitmişti. Gülümseyen yüzü, sesine yansıyarak yanıtladı.

“Aramadı.”

“İyi”

Neden iyi? Sevinmişti. Sevinmişti, çünkü arkadaşı üzülmemişti.

Daha başka ne diyeceğini bilmez şekilde sustu ikisi de. Belki de arkadaşlıkları başladığından beri ilk kez olan bir şeydi bu! Konuşacak konu bulamıyorlardı. En iyisi telefonu kapatmak diye düşündü Yunus.

“Biraz işim var, seni sonra ararım.”

“Tamam.”

Umut, ne düşüneceğini bilemiyordu. Yunus ile ilk kez bu hale geldiğinin farkındaydı. Bozulmuş muydu? Ağabeyinin, ablası ile çalışmak istememesi yüzünden mi böyle olmuşlardı? Ama onlar eski arkadaştı. Bu olayın arkadaşlıklarını etkilememesi gerekirdi. Lanet ederek koltuğa bıraktı kendisini. Az önce yerine gelen keyfi bir anda yine bozulmuştu. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu.

*****  

Cemal Tutanoğlu arabasına bindiği gibi gaza bastı. Evden uzak olmak, biraz kafasını toparlamak istiyordu. Amaçsızca yol alıyordu. Ne ağabeyinden ne de Burhan'dan haber yoktu. Neler olduğunu bilememek deli ediyordu. Tüm çabalarına rağmen borçlar hala bitmemişti. Aile bireylerinin de tüm sorumluluğu omuzlarına binmişti. Ne yapacaktı? İşleri nasıl düzeltecekti? Biraz daha gaza bastı. Kırmızıya dönen ışığı son anda görüp frene bastığında arabanın savrulmasını engelleyemedi. Araba durduğunda önünde korku ile fren yapmış bir başka aracı fark etti. Elini kaldırıp özür diledi. Karşısındaki şoför bir şeyler saymaya başlasa da özür diler halinden sonra arabayı vitese takıp devam etti.

Cemal, arabayı kenara çekip kafasını direksiyona yasladı. “Celal, neler oluyor Celal? Neredesiniz? Sizi nasıl bulacağım? Lanet olsun, ben bu işlerin altından nasıl kalkacağım?”

Eve geri döndüğünde Züleyha'nın kendisini beklediğini gördü. Karısı, soran gözlerle bakıyordu.

“Çok yorgunum Züleyha uyumak istiyorum.”

“Tamam, yatağı açarım şimdi. Süt ısıtayım mı?”

“İstemem. Çocuklar uyudu mu?”

“Uyudular. Derslerini de halaları ile yaptılar. Zeycan'ın gelişi ne kadar iyi oldu ama keşke böyle bir nedenle gelmeseydi.”

“Keşke. O ne yapıyor?”

“O da uyudu herhalde. Ben yatıyorum, deyip odasına çekildi az önce.” Konuşa konuşa yatak odasına gelmişti karı koca. Cemal, pijamalarını alıp soyunmaya başladı. Züleyha, yatak örtüsünü katlarken kocasının sıkıntılı haline baktı. Derdini anlatmıyordu. Sadece ağabeyine üzülmediğini biliyordu. Başaramama korkusu muydu bu kadar rahatsız eden? Canı ne zaman isterse o zaman anlatırdı kocası. Soru soramayacağını, sorsa da yanıt alamayacağını biliyordu. Gereksiz yere huzursuzluk yaratmaktansa susmayı tercih ediyordu.

Tam yatacağı sırada telefonu çalınca, Cemal kalktı. Ekranda bilinmeyen numara yazısı ile tedirgin oldu.

“...”

“Ne zaman?”

“...”

“Mümkün değil. Daha yeni yolladım.”

“...”

“Bulamam o kadar.”

“...”

“Şimdi sırası değil. Yarın ben ararım... Tamam anladım.”

“...”

“Sen biraz süre kazansan? Biliyorsun kalan tırları da satarsam nakliye işi biter. O zaman da ödemeler imkânsızlaşır.”

“...”

“Anladım. Elimden geleni yaparım.”

Telefonu kapattığında karısını kendisini izlerken buldu. Tam soru soracakken elini kaldırdı ve susturdu. Yorganı kaldırıp yatağa kıvrıldı. Gözlerini kapattı ama uyuyamayacağını çok iyi biliyordu.

*****  

Tüm pazar gününü evde pijamaları ile dolanarak geçirmişti. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Ablasının defalarca kez sormasına rağmen anlatacak bir şey olmadığını söylüyordu. Oysa vardı! Canını sıkan şeyler yaşıyordu. Kerem'in dünkü talepleri ile bugünkü ısrarlı aramasını anlatabilirdi. Yunus'un ağabeyi ile ablası arasındaki sorun yüzünden kendisi ile konuşmak bile istemediğini anlatabilirdi. Sabahki konuşmanın üstünden bir saat geçmemişti ki Kerem aramış, buluşmak istemişti. Ama Umut'un hiç canı istemiyordu.

Babasının pazar günlerine ait ailece sinemaya gitme isteğine karşı koymuş, onları yollamak için uğraşmış ama en az kendisi kadar kötü gözüken ablasını ikna edememişti. Onur da dersi olduğunu söyleyince babası briç arkadaşları ile buluşmaya karar vermişti.

Şimdi ise ne yapacağını bilemiyordu. En sonunda yemek yapmaya karar verdi. Genelde Uğur ile bölüşürlerdi ev işlerini. Onur'u işe bulaştırmıyorlar, okulu bitirene kadar iş yaptırmayacaklarını söylüyorlardı. Mutfağa girip dolapları karıştırırken neler yapacağını kafasında planlamaya çalışıyordu. Mercimek ile pirinci ıslattı ama onlarla şimdi uğraşmayacağına göre elini oyalayacak bir şeyler yapmalıydı. En sonunda kek yapmaya karar verdi. Bir süre sonra çırpıcının yarattığı izlere bakarak ağlamaya başladı. Neden ağladığını bilmese de gözyaşları rahatlatmaya başlamıştı.

***** 

“Ablam neden ağlıyor?” Onur, Umut'un ağladığını görüp mutfağa girmemişti. Dün akşamdan beri bir şeyler değişmişti. O nedenle Uğur ile konuşmak daha mantıklıydı.

“Bir derdi olduğu kesin ama anlatmıyor. Bilirsin kendi istemedikten sonra konuşturamayız. Ama fikrimi sorarsan ya Kerem, ya Yunus ya da ikisi birden konu!”

“Bence de. Kerem'i tanımıyorum o yüzden fikrim yok ama Yunus iyi biri. Kardeşine de hiç benzemiyor. Ve ablamın bakmadığı zamanlarda ona bakışı sanki farklı gibi!”

“Nasıl?”

“Ya abla sen de unuttun iyice bu işleri, beğeni dolu gözlerle bakıyor. Bir de...”

“Bir de ne? Tamamla sözünü!”

“Ablama söyleme ama!”

“Tamam, söylemem.”

“Onun dudaklarına bakıyordu.”

Uğur, Onur'un utanarak konuşmasına gülümsedi. Kendisi görmeden tahmin etmişti. Kendisini, Yunus'tan kıskanmıştı Umut. Bu bile yeterliydi. Kardeşi arkadaşlık ile aşkı karıştırıyordu ama hala farkında değildi. Kardeşi için güzellikler diledi. Kendi çektiği acıları yaşamaması için Allaha yalvardı. Sonra daha fazla tek bırakmamak için mutfağa yürüdü.

***** 

Erhan, yapması gereken hareketleri tamamladığında biraz daha rahatlamıştı. Günlerdir tüm hareketleri aksatmadan yapıyor, bazı hareketler için babasından ya da Yunus'tan yardım alıyordu. Sırtındaki ve belindeki ağrıların azalmasından mutlu olsa da yine de hareketlerinin normale dönmesi uzun sürecekti. Bunu bilse de kendine kızmaktan vazgeçmiyordu. Ne vardı arabayla gitmeye kalkacak? Antep'e uçak mı yoktu? Bir şeylere bahane bulmanın gereği yoktu. Arabası ile yola çıkan da karda kayan arabayı göremediği için çarpmayı engelleyemeyende kendisiydi. Sanki buzda araba kullanmak kolaymış gibi saçmalamıştı işte. Tüm başına gelenlerin suçlusu kendisiydi. Artık sinirlerine daha çok hâkim olmalı, sinirlendirecek kişilerden uzak durmalıydı.

Televizyonu açıp haberleri dinledi. Duydukları ile sinirleri gerilince kanal değiştirdi. Her şey üstüne gelmek zorunda mıydı? En iyisi uyumak, diyerek zorlukla ayağa kalkıp yatağına uzandı. Bir an önce rahat hareket edebilmek için ne gerekiyorsa yapmalıydı.

Sabah, kış güneşi odasını aydınlatana kadar uyudu. Bugün önemli gündü! Doktorunu değiştirecekti. Doktor Uğur ile çalışamayacağını daha ilk gün anlamıştı. Yine de kardeşinin hatırı vardı. O kadın baş belasının tekiydi. Kardeşinin hatırı için bile belaya daha fazla katlanmak istemiyordu.

Ayağa kalktığında alçının çıkmasına dört gün kaldığını düşünüp sevindi. En azından dertlerinden birinden kurtulacaktı. Bir süre de ayağı için fizik tedavi görmesi gerekiyordu.

Tüm aile bir arada kahvaltı etti. Babası ile öğleden sonraki randevuya birlikte gidecekti. Yunus, doktor değişikliğinin, kendi arkadaşlığına zarar vermeyeceği garantisini verse de suratı biraz bozuktu. Kimse ile konuşmuyordu. Belki de başka derdi var, diyerek sormaktan vazgeçti. Babası her zamanki gibi gazetenin bulmacasını çözmekle meşguldü. Herkes önce gazeteyi okurdu ama babası önce bulmacayı çözerdi. Bunamamak için yapıyorum, siz de yapın ama benim gazetemde değil, diyerek her konu açıldığında da oğullarını sustururdu.

Kahvaltı bittiğinde iki kardeş kapıya doğru yürürken, sandalyesinde oturan Erhan'ın, odasında unuttuğu telefonunun sesini duydular. Tam Sedat, telefonu götürmek için odasına girecekken Yunus durdurdu.

“Erhan, telefonun çalıyor.” diye seslenerek, kapıya doğru devam etti.
Sedat, Yunus'un ne yaptığını anlamamıştı. Erhan, sandalyesi ile odasına girerken, ortanca kardeş en küçüğe göz kırptı ve kapıyı açıp arabasına doğru yürümeye başladı.

Sedat, takım elbisesi içinde çok yakışıklı görünen ağabeyine baktı, kapıyı çekip arabaya doğru yürüdü.

“Sana takım elbise zorunluluğu mu geldi? Bildiğim kadarıyla davan yoksa takım giymezdin!”

“Yine takım elbise içinde senden yakışıklı oldum değil mi? Kıskanma oğlum, senin kızlara takılmam. Ben, kahverengi göz seven kadınların peşindeyim.”

“Sen de benim yeşil gözlerimi kıskanıyorsun işte! Ama gerçekten takım elbisenin bu kadar yakıştığı nadir erkek var. Onları da manken yapıyorlar zaten. Hadi söyle neden bugün, bu kadar şıksın? Çarşambaya kadar davan yoktu hani?”

“Sedat, canım böyle giyinmek istedi.”

“Anladım, akşam yeni bir kızla buluşacaksın. Seni bir şey sansın istiyorsun. Kadınlar, ciddi giyimli, kaliteli yerlerde yemek ısmarlayan erkekleri daha çok mu beğeniyor acaba?”

Sedat'ın boş atıp dolu tutmasına mı sinirlenmişti, yoksa içi boş erkeklerin kadınları etkilemesi mi sinirini bozmuştu? Bilmese de sesi hislerini açığı vurdu.

“Ne alakası var? Hem kimse ile buluşmayacağım. Hem de ben o saydığın erkekler gibi davranmam. Hadi sen de sus da radyo dinleyelim.”

“Susmam. Konu değiştiririm ama. Neden Erhan'ın telefonunu götürmemi engelledin?”

“Bazı yazılar okudum. Yapabileceği işlerini bizim üstlenmemiz doğru değil. Bundan sonra tamamen iyileşene kadar kendi işlerini kendi yapacak. Bir fırsatını bulup aynı şeyleri anneme de anlatmak lazım. Gerçi ondan çok ümitli değilim ama daha hızlı iyileşmesi için gerekli olduğuna ikna edersem sözümü dinler.”

“Anladım. Peki, şu doktor işi ne olacak?”

“Bilmiyorum.”


***** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder