Erhan,
annesi çaylarını verip çıktıktan sonra, karşısında sessizce oturan Müge'ye
baktı. Neden geldiğini anlamak istiyordu ama henüz konuşmaya başlamamıştı. Daha
fazla sessiz kalmanın gereği olmadığına inanıp söze soruyla başladı.
“Müge,
neden buradasın?”
“Erhan,
neden ters konuşuyorsun yine? Seni özledim görmek istedim.”
Aynı
gün iki ayrı kadının sesi ile sözleri arasında uyumsuzluk dinlemişti. Tüm
kadınlar mı böyleydi? Söyledikleri ile hissettikleri bu kadar farklı mıydı?
Aklına Aden geldi. Hayır değildi. Son derece dürüst kadınlar da vardı! Müge
yanıt bekliyordu.
“Günlerdir
arayıp sormayınca gelmen sürpriz oldu. Ne oldu da birden aklına geldim?”
“Erhan,
biz zaten sık görüşmezdik ki! Şimdi görüşmüyoruz diye bozulmanı anlamıyorum.
Haftalarca görüşmediğimiz zaman oluyordu. Eğer seni aramamı istiyorsan bunu
bana söylemeliydin. İlişkimizin boyutlarını ikimizde çok iyi biliyoruz. Ayrıca
ben bir haftadır şehir dışındaydım. Dün döndüm ve hemen sana geldim ama sen
durumuna aldırmadan sokaklara çıkmışsın bile!”
Özür
kabahatten büyük olabiliyormuş. Ama özür içten değil ki. Hatta özür bile değil,
savunma ve suçlama idi bu sözler. Erhan tüm sinirini ona boşalttı.
“Durumum
mu? Sakat olmam mı? Bu mu yani? Gelme Müge. Arama da. Ben iyiyim ama artık
işine yaramam. En az altı ay bu şekildeymişim. Sonrası için kesin iyileşme sözü
vermiyorlar. Zaten mahkememin ne olacağını da bilmiyorum. Anlayacağın başım her
durumda dertte. O yüzden beni ne ara ne sor.”
Müge,
Erhan'ın sözlerinden kırılmamış aksine rahatlamıştı. Erhan iyi biriydi.
Arkadaşları, yaşının ilerlediğini, çocuk istiyorsa evlenmesi gerektiğini
söylüyordu. Tüm arkadaşlarına göre Erhan
uygun bir adaydı. Ne de olsa mesleği gereği uzun süreler şehir dışındaydı. O da
dilediği gibi gezebilirdi. Fakat içinde bulunduğu durum tüm planlarını
bozmuştu. Kendi yaşamını değiştirmeye değer miydi? Değişmesini istiyor muydu?
Geçen haftayı düşündü. Arkadaşları ile tatil planları vardı ve Uludağ’a kayak
yapmaya gitmişti. Çok eğlendiği bir haftayı Erhan ile yaşama ihtimali var
mıydı? Doktorlar söz vermemişse yoktu! Ya o, zevklerinden mahrum yaşayabilir
miydi? Sanmıyordu! Ya sakat kalırsa? O hayatını böyle yaşayacak bir erkeğe
bağlayamazdı. O zaman Erhan’ı dinlemek ve vedalaşmak iyi olacaktı. Ama iyileşir
de eski haline dönerse yeniden deneyebilirdi. Planını uygulamak için yapacağı
tek şeyi yaptı. Göz pınarları dolu dolu vedalaştı...
“Seni
kırmışım. Çok özür dilerim. Şimdi gidiyorum ama en kısa zamanda yeniden
geleceğim. O zamana kadar sen de beni özle lütfen.”
Erhan
yanıt vermemişti. Müge az önce öptüğü yanağı bu kez dudaklarına yakın bir
noktadan tekrar öptü. Erhan soğuk bir ifade ile bakıp sadece başı ile veda
etti. Hayatının bir sayfasını daha kapatıyordu. Aşk ve seks ile artık ilgisi
kalmamıştı. Şimdi iki isteği vardı. Önce adını temizlemek sonra da
rahatsızlığını düzeltmek!
*****
Umut,
Yunus ile telefonda konuşuyordu. Ablası, ‘Yunus'u çok beğendim’ deyince bir an
sinirlenmişti. Bunca yıldır tek erkeğe bakmayan ablası çapkınlığı ile nam
salmış Yunus'u mu beğenmişti? Ya Yunus? O da ablasını beğendiyse Uğur'u
uyarması gerekiyordu. Hızlı çapkınlardan iyi sevgili olur ama en iyisi bile
kısa ömürlü olur! Ablasının yeniden üzülmesini istemiyordu.
“Nasıl
geçti?”
“Ne
nasıl geçti?”
“Aman
Yunus, neyi sorduğumu biliyorsun. Ablam ile olan randevunuz nasıl geçti? Tedavi
iyi sonuç verecek mi?”
“Ablana
sorsana! Biz ne bilelim?” Yunus neden bu soruların kendisine sorulduğunu
anlamamıştı.
“Ablamı
gördün değil mi? Bana benziyor mu? Sorularıma yanıt verecek gibi duruyor mu?”
Ablasına sorup meraklandırmak istemiyordu.
“İlk
bakışta olmasa da ablan sana çok benziyor. Daha doğrusu sen ablana benziyorsun.
Ne de olsa o büyük! Biraz sivri dilli ama ben severim sivri dillileri.”
Yunus
Umut'un ablasını korumak için çırpınacağını biliyordu. Umut'un savunmaya
geçmesini bekleyecekti. Çok beklemedi.
“Yunus,
ablam o benim. Bana bak sakın asılayım falan deme. Zaten kırgın. Sen de kırma
sakın.”
Yunus
savunma bekliyordu! Bu direkt suçlama olmuştu. Üstelik yapmadığı bir şeyle
suçlanıyordu. Umut kendisini tanımıyor muydu? Çapkın olmak başka, arkadaşlarına
ya da arkadaşlarının ablalarına asılmak bambaşkaydı. O asla asılmazdı!
Sinirlendiğinin farkındaydı ama kendisini frenleyemedi...
“Birincisi
ben asılmam, ama beni beğeneni de yarı yolda bırakmam. Ablan mı sorduruyor
bunları sana? Bak eğer o da beni beğenmişse neden olmasın? Belki de beni adam
edecek kadın odur?” Umut'un damarına bastığının farkındaydı. Ama Uğur Çelik
adının kendisinde yarattığı etkinin intikamını da almalıydı!
Umut,
Yunus'un da ablasından hoşlandığına karar verince daha da çok sıkıldı. Son
derece sert bir sesle,
“Yunus.
Ben ciddiyim. Eğer ablamla gönül eğlendirebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun.
Onun özelini, dertlerini hiç anlatmamış olabilirim ama bu, onu birisinin daha
üzmesine hayal kırıklığı yaşatmasına izin vereceğim anlamını taşımaz. Eğer,
ondan uzak durmazsan bir daha benimle de görüşme.”
Yunus,
telefonda şaşkınlıkla dinliyordu söylenenleri. Umut, ablasından hoşlandığından
ve onu üzeceğinden o kadar emindi ki, dostluklarını bitirmeyi bile göze
alıyordu. Oysa Yunus’un aklından bile geçmemişti böyle bir şey. Sadece biraz
kızdırmak istemişti. Zaten, o daha
havalı ve Umut gibi uzun saçlı kadınlardan hoşlanırdı. Hem de asık suratlı
olmamalıydı hayatındaki kadın. Gülmeli güldürmeliydi. Umut gibi bir kadın
varken neden Uğur gibi tebessümü gözlerine ulaşmayan biri ile ilgilensin ki?
Kendisi sinirle saçmalayınca Umut da saçmalamaya devam ettiğinden alttan almaya
karar verdi. Ama Umut’tan fırsat bulup araya girememiş, sonra da şaşkınlıkla
sus pus kalmıştı.
Telefonun
ucunda sözlerini tamamlayan Umut, karşıdan hala ses gelmeyince sinirle devam
etti.
“Bana
bak Yunus, bana yanıt vermeden bu işten sıyrılamazsın. Ablamla ilgili saçma
hayaller kurma sakın!”
“Ablanla
ilgili en ufak bir hayalim bile yok. Olmadı, olamaz. Sen neden bu kadar
sinirlendin anlamadım ama benim tipim değil ablan.”
“Biliyorum.
Zaten onun için diyorum ya… Sakın bulaşma ona diye.”
“Umut,
beni biliyorsun, ben günü birlik ilişkilerin adamıyım. Aşkmış, sevgiymiş bana
cazip gelmiyor. O yüzden, en yakın arkadaşımın ablası ile böyle bir ilişkiyi
aklımın köşesinden bile geçirmem. Ama sana kırılmadım desem yalan olur. Kendini
affettirmek için Cumartesi beni hem yemeğe götüreceksin, hem de sinemaya.”
Yunus, sözlerinin başında sert bir tonla konuşsa da son cümlelerde sesi
yumuşamıştı. Aynı yumuşaklık kulaklarını doldurdu.
“Emrin
başım üstüne. Sen ablamdan uzak dur ben seni her hafta yemeğe götürürüm.”
gerçekten rahatlamıştı Umut.
“Eh
valla her cumartesimi sana ayıramam ama neden olmasın? Fırsat buldukça borcunu
tahsil ederim.” Sık sık bu borcu anımsatacaktı...
*****
Erhan,
tam randevu saatinde gelmişti. Erken gelmenin bir manası yoktu. Nasılsa
bekletiliyordu. Aslında Yunus ile gelecekti. O yüzden son saate almıştı
randevuyu ama babası kendi götürmek isteyince kıramamıştı. Yunus da başka
program yapmıştı.
Bu
kez sandalye ile uğraşmamış koltuk değnekleri ile gelmeyi tercih etmişti. Kısa
süreli ayakta kalacağı için babasına bir de sandalyeyi taşıtıp yük olmak
istememişti.
Hostes
kendisini, artık yolunu bildiği odaya doğru götürürken babası da yanında
geliyordu. Erhan yine azarlanacağından emindi. Ama bu kez kendisi de yanıt
verecekti. Dosyayı yine unutmuştu. Dosyayı unuttuğunu arabada anımsayınca
babası doktorun adını söylemişti.
Odada
yine Uğru Bey vardı. Yine çok sıcak karşılamıştı. Babası olmasa konuşabilirdi
ama babasının yanında da her şeyi soramazdı ki. Hay aksi diye söylenirken kapı
açıldı ve doktoru içeriye girdi. Dünkü ses tonu ile konuşmaya başlamıştı yine.
Bu kadın ne kadar soğuktu!
“Hoş
geldiniz. Nasılsınız?”
“Dünkü
gibi!”
Uğur,
hasta doktor ilişkisi düzeyindeki sorusunun böyle yanıtlanmasına kızdı.
“Bu
iyi. Demek ki, kötü bir şey yok!”
“Bu
olaya hangi açıdan baktığınıza göre değişir!”
“Çok
haklısınız.” Uğur, bu adamın kendi başına gelenleri dünyanın sonu gibi
gördüğünden emindi. Sadece kapıdan çıkıp etrafına bakması bile kendisinden çok
daha kötü durumda onlarca insan görmesine yetecekti. Bu kadar benmerkezci
birisi ile uğraşmak çok zordu. İşlerinin belki de en önemli noktası moral
vermekti ama nedense içinden bu adama moral vermek de gelmiyordu. En iyisi
işini yapmak ve birkaç ay sonra düzeldiğinde bu sözlerini yüzüne vurmaktı.
“Neden
sandalyenizle gelmediniz?” ilk günler
önemliydi. Bir yanlış hareket ya da birinin istemeden de olsa çarpması büyük
dertler açabilirdi hastanın başına.
“Zorunlu
mu sandalyeyle gelmek?”
“Yorulacaksınız
ve dönüşte acı çekebilirsiniz.”
“Dayanırım
sanırım.” Babama taşıtmak istemedim, dememişti. Bu soğuk kadının insanî
duyguları anlayamayacağından emindi.
“Anladım.
Başlayalım artık… Erhan Bey, dosyanızı getirdiniz mi?”
“Ne
yazık ki yine unuttum. Ama doktorun adını söyleyebilirim.”
“Pazartesi
dosyayı unutmayın. Doktorun adı da önemli ama daha önemli olan size yapılmış
müdahaleler.”
“Olur,
unutmam.”
Erhan
yine ters yanıt verecekti ama son anda kendisini tutmuştu. Daha sonra da başka
bir şey konuşmadılar. Sadece arada Uğur ne yapmasını istediğini söylüyor,
ağrısı olup olmadığını soruyordu. Erhan da soruları kısa yanıtlarla
geçiştiriyordu.
Kırk
dakika kadar sonra arabaya oturduğunda hastaneden, arabaya kadar olan yolun
bile kendisini çok yorduğunu kabul etti. Tekerlekli sandalye ile gelmediği
gibi, Uğur Hanımın arabaya kadar sandalyeyle gitme teklifine de olumsuz yanıt
vermişti. Şimdi tek istediği eve gidip yatmaktı. Uğur Hanımın elleri ne kadar
yumuşaktı. Ama o yumuşak eller hareketleri yaptırırken ya da masaj yaparken tam
tersine sertleşiyordu. Sesi gibi oluyordu.
Ama
sesi de Uğur Beyle konuşurken yumuşak değil miydi?
Demek
ki aralarında bir yakınlık vardı. Çünkü sadece onunla öyle yumuşak bir tonla
konuşuyordu. Bana ne, diyerek bakışlarını yola çevirdi. Eve geldiğinde biraz
uzandı. Dinlenmek için yatmasına rağmen uyumuştu. Bilgisayarına gelen mesajı
görmesi o nedenle gecikecekti…
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder