1 Haziran 2015 Pazartesi

BUZDAKİ ATEŞ 8. Bölüm

Erhan, annesi çaylarını verip çıktıktan sonra, karşısında sessizce oturan Müge'ye baktı. Neden geldiğini anlamak istiyordu ama henüz konuşmaya başlamamıştı. Daha fazla sessiz kalmanın gereği olmadığına inanıp söze soruyla başladı.

“Müge, neden buradasın?”

“Erhan, neden ters konuşuyorsun yine? Seni özledim görmek istedim.”

Aynı gün iki ayrı kadının sesi ile sözleri arasında uyumsuzluk dinlemişti. Tüm kadınlar mı böyleydi? Söyledikleri ile hissettikleri bu kadar farklı mıydı? Aklına Aden geldi. Hayır değildi. Son derece dürüst kadınlar da vardı! Müge yanıt bekliyordu.


“Günlerdir arayıp sormayınca gelmen sürpriz oldu. Ne oldu da birden aklına geldim?”

“Erhan, biz zaten sık görüşmezdik ki! Şimdi görüşmüyoruz diye bozulmanı anlamıyorum. Haftalarca görüşmediğimiz zaman oluyordu. Eğer seni aramamı istiyorsan bunu bana söylemeliydin. İlişkimizin boyutlarını ikimizde çok iyi biliyoruz. Ayrıca ben bir haftadır şehir dışındaydım. Dün döndüm ve hemen sana geldim ama sen durumuna aldırmadan sokaklara çıkmışsın bile!”

Özür kabahatten büyük olabiliyormuş. Ama özür içten değil ki. Hatta özür bile değil, savunma ve suçlama idi bu sözler. Erhan tüm sinirini ona boşalttı.

“Durumum mu? Sakat olmam mı? Bu mu yani? Gelme Müge. Arama da. Ben iyiyim ama artık işine yaramam. En az altı ay bu şekildeymişim. Sonrası için kesin iyileşme sözü vermiyorlar. Zaten mahkememin ne olacağını da bilmiyorum. Anlayacağın başım her durumda dertte. O yüzden beni ne ara ne sor.”

Müge, Erhan'ın sözlerinden kırılmamış aksine rahatlamıştı. Erhan iyi biriydi. Arkadaşları, yaşının ilerlediğini, çocuk istiyorsa evlenmesi gerektiğini söylüyordu.  Tüm arkadaşlarına göre Erhan uygun bir adaydı. Ne de olsa mesleği gereği uzun süreler şehir dışındaydı. O da dilediği gibi gezebilirdi. Fakat içinde bulunduğu durum tüm planlarını bozmuştu. Kendi yaşamını değiştirmeye değer miydi? Değişmesini istiyor muydu? Geçen haftayı düşündü. Arkadaşları ile tatil planları vardı ve Uludağ’a kayak yapmaya gitmişti. Çok eğlendiği bir haftayı Erhan ile yaşama ihtimali var mıydı? Doktorlar söz vermemişse yoktu! Ya o, zevklerinden mahrum yaşayabilir miydi? Sanmıyordu! Ya sakat kalırsa? O hayatını böyle yaşayacak bir erkeğe bağlayamazdı. O zaman Erhan’ı dinlemek ve vedalaşmak iyi olacaktı. Ama iyileşir de eski haline dönerse yeniden deneyebilirdi. Planını uygulamak için yapacağı tek şeyi yaptı. Göz pınarları dolu dolu vedalaştı... 

“Seni kırmışım. Çok özür dilerim. Şimdi gidiyorum ama en kısa zamanda yeniden geleceğim. O zamana kadar sen de beni özle lütfen.”

Erhan yanıt vermemişti. Müge az önce öptüğü yanağı bu kez dudaklarına yakın bir noktadan tekrar öptü. Erhan soğuk bir ifade ile bakıp sadece başı ile veda etti. Hayatının bir sayfasını daha kapatıyordu. Aşk ve seks ile artık ilgisi kalmamıştı. Şimdi iki isteği vardı. Önce adını temizlemek sonra da rahatsızlığını düzeltmek!

*****

Umut, Yunus ile telefonda konuşuyordu. Ablası, ‘Yunus'u çok beğendim’ deyince bir an sinirlenmişti. Bunca yıldır tek erkeğe bakmayan ablası çapkınlığı ile nam salmış Yunus'u mu beğenmişti? Ya Yunus? O da ablasını beğendiyse Uğur'u uyarması gerekiyordu. Hızlı çapkınlardan iyi sevgili olur ama en iyisi bile kısa ömürlü olur! Ablasının yeniden üzülmesini istemiyordu.

“Nasıl geçti?”

“Ne nasıl geçti?”

“Aman Yunus, neyi sorduğumu biliyorsun. Ablam ile olan randevunuz nasıl geçti? Tedavi iyi sonuç verecek mi?”

“Ablana sorsana! Biz ne bilelim?” Yunus neden bu soruların kendisine sorulduğunu anlamamıştı.

“Ablamı gördün değil mi? Bana benziyor mu? Sorularıma yanıt verecek gibi duruyor mu?” Ablasına sorup meraklandırmak istemiyordu.

“İlk bakışta olmasa da ablan sana çok benziyor. Daha doğrusu sen ablana benziyorsun. Ne de olsa o büyük! Biraz sivri dilli ama ben severim sivri dillileri.”

Yunus Umut'un ablasını korumak için çırpınacağını biliyordu. Umut'un savunmaya geçmesini bekleyecekti. Çok beklemedi.

“Yunus, ablam o benim. Bana bak sakın asılayım falan deme. Zaten kırgın. Sen de kırma sakın.”

Yunus savunma bekliyordu! Bu direkt suçlama olmuştu. Üstelik yapmadığı bir şeyle suçlanıyordu. Umut kendisini tanımıyor muydu? Çapkın olmak başka, arkadaşlarına ya da arkadaşlarının ablalarına asılmak bambaşkaydı. O asla asılmazdı! Sinirlendiğinin farkındaydı ama kendisini frenleyemedi...

“Birincisi ben asılmam, ama beni beğeneni de yarı yolda bırakmam. Ablan mı sorduruyor bunları sana? Bak eğer o da beni beğenmişse neden olmasın? Belki de beni adam edecek kadın odur?” Umut'un damarına bastığının farkındaydı. Ama Uğur Çelik adının kendisinde yarattığı etkinin intikamını da almalıydı!

Umut, Yunus'un da ablasından hoşlandığına karar verince daha da çok sıkıldı. Son derece sert bir sesle,

“Yunus. Ben ciddiyim. Eğer ablamla gönül eğlendirebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun. Onun özelini, dertlerini hiç anlatmamış olabilirim ama bu, onu birisinin daha üzmesine hayal kırıklığı yaşatmasına izin vereceğim anlamını taşımaz. Eğer, ondan uzak durmazsan bir daha benimle de görüşme.”

Yunus, telefonda şaşkınlıkla dinliyordu söylenenleri. Umut, ablasından hoşlandığından ve onu üzeceğinden o kadar emindi ki, dostluklarını bitirmeyi bile göze alıyordu. Oysa Yunus’un aklından bile geçmemişti böyle bir şey. Sadece biraz kızdırmak istemişti.  Zaten, o daha havalı ve Umut gibi uzun saçlı kadınlardan hoşlanırdı. Hem de asık suratlı olmamalıydı hayatındaki kadın. Gülmeli güldürmeliydi. Umut gibi bir kadın varken neden Uğur gibi tebessümü gözlerine ulaşmayan biri ile ilgilensin ki? Kendisi sinirle saçmalayınca Umut da saçmalamaya devam ettiğinden alttan almaya karar verdi. Ama Umut’tan fırsat bulup araya girememiş, sonra da şaşkınlıkla sus pus kalmıştı.

Telefonun ucunda sözlerini tamamlayan Umut, karşıdan hala ses gelmeyince sinirle devam etti.

“Bana bak Yunus, bana yanıt vermeden bu işten sıyrılamazsın. Ablamla ilgili saçma hayaller kurma sakın!”

“Ablanla ilgili en ufak bir hayalim bile yok. Olmadı, olamaz. Sen neden bu kadar sinirlendin anlamadım ama benim tipim değil ablan.”

“Biliyorum. Zaten onun için diyorum ya… Sakın bulaşma ona diye.”

“Umut, beni biliyorsun, ben günü birlik ilişkilerin adamıyım. Aşkmış, sevgiymiş bana cazip gelmiyor. O yüzden, en yakın arkadaşımın ablası ile böyle bir ilişkiyi aklımın köşesinden bile geçirmem. Ama sana kırılmadım desem yalan olur. Kendini affettirmek için Cumartesi beni hem yemeğe götüreceksin, hem de sinemaya.” Yunus, sözlerinin başında sert bir tonla konuşsa da son cümlelerde sesi yumuşamıştı. Aynı yumuşaklık kulaklarını doldurdu.

“Emrin başım üstüne. Sen ablamdan uzak dur ben seni her hafta yemeğe götürürüm.” gerçekten rahatlamıştı Umut.

“Eh valla her cumartesimi sana ayıramam ama neden olmasın? Fırsat buldukça borcunu tahsil ederim.” Sık sık bu borcu anımsatacaktı...

***** 

Erhan, tam randevu saatinde gelmişti. Erken gelmenin bir manası yoktu. Nasılsa bekletiliyordu. Aslında Yunus ile gelecekti. O yüzden son saate almıştı randevuyu ama babası kendi götürmek isteyince kıramamıştı. Yunus da başka program yapmıştı.

Bu kez sandalye ile uğraşmamış koltuk değnekleri ile gelmeyi tercih etmişti. Kısa süreli ayakta kalacağı için babasına bir de sandalyeyi taşıtıp yük olmak istememişti.

Hostes kendisini, artık yolunu bildiği odaya doğru götürürken babası da yanında geliyordu. Erhan yine azarlanacağından emindi. Ama bu kez kendisi de yanıt verecekti. Dosyayı yine unutmuştu. Dosyayı unuttuğunu arabada anımsayınca babası doktorun adını söylemişti.

Odada yine Uğru Bey vardı. Yine çok sıcak karşılamıştı. Babası olmasa konuşabilirdi ama babasının yanında da her şeyi soramazdı ki. Hay aksi diye söylenirken kapı açıldı ve doktoru içeriye girdi. Dünkü ses tonu ile konuşmaya başlamıştı yine. Bu kadın ne kadar soğuktu!

“Hoş geldiniz. Nasılsınız?”

“Dünkü gibi!”

Uğur, hasta doktor ilişkisi düzeyindeki sorusunun böyle yanıtlanmasına kızdı.

“Bu iyi. Demek ki, kötü bir şey yok!”

“Bu olaya hangi açıdan baktığınıza göre değişir!”

“Çok haklısınız.” Uğur, bu adamın kendi başına gelenleri dünyanın sonu gibi gördüğünden emindi. Sadece kapıdan çıkıp etrafına bakması bile kendisinden çok daha kötü durumda onlarca insan görmesine yetecekti. Bu kadar benmerkezci birisi ile uğraşmak çok zordu. İşlerinin belki de en önemli noktası moral vermekti ama nedense içinden bu adama moral vermek de gelmiyordu. En iyisi işini yapmak ve birkaç ay sonra düzeldiğinde bu sözlerini yüzüne vurmaktı.

“Neden sandalyenizle gelmediniz?”  ilk günler önemliydi. Bir yanlış hareket ya da birinin istemeden de olsa çarpması büyük dertler açabilirdi hastanın başına.

“Zorunlu mu sandalyeyle gelmek?”

“Yorulacaksınız ve dönüşte acı çekebilirsiniz.”

“Dayanırım sanırım.” Babama taşıtmak istemedim, dememişti. Bu soğuk kadının insanî duyguları anlayamayacağından emindi.

“Anladım. Başlayalım artık… Erhan Bey, dosyanızı getirdiniz mi?”

“Ne yazık ki yine unuttum. Ama doktorun adını söyleyebilirim.”

“Pazartesi dosyayı unutmayın. Doktorun adı da önemli ama daha önemli olan size yapılmış müdahaleler.”

“Olur, unutmam.”

Erhan yine ters yanıt verecekti ama son anda kendisini tutmuştu. Daha sonra da başka bir şey konuşmadılar. Sadece arada Uğur ne yapmasını istediğini söylüyor, ağrısı olup olmadığını soruyordu. Erhan da soruları kısa yanıtlarla geçiştiriyordu.

Kırk dakika kadar sonra arabaya oturduğunda hastaneden, arabaya kadar olan yolun bile kendisini çok yorduğunu kabul etti. Tekerlekli sandalye ile gelmediği gibi, Uğur Hanımın arabaya kadar sandalyeyle gitme teklifine de olumsuz yanıt vermişti. Şimdi tek istediği eve gidip yatmaktı. Uğur Hanımın elleri ne kadar yumuşaktı. Ama o yumuşak eller hareketleri yaptırırken ya da masaj yaparken tam tersine sertleşiyordu. Sesi gibi oluyordu.

Ama sesi de Uğur Beyle konuşurken yumuşak değil miydi?

Demek ki aralarında bir yakınlık vardı. Çünkü sadece onunla öyle yumuşak bir tonla konuşuyordu. Bana ne, diyerek bakışlarını yola çevirdi. Eve geldiğinde biraz uzandı. Dinlenmek için yatmasına rağmen uyumuştu. Bilgisayarına gelen mesajı görmesi o nedenle gecikecekti…




***** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder