“Takımı
götürmek sorun değil de hastaları diğer doktorlara yönlendirmek sorun.
Uğur, sen al işte hepsini. Madem
gelmiyorsun!”
“Kızım,
nasıl yetişirim o kadar hastaya? Al yanında götür hastalarını.”
“Yok,
daha neler? Ne işi var hastaların takım kampında?”
“Zaten
bir kısmının tedavisi bitiyor bir haftaya kadar. Bir iki hastanı ben alırım.
Yeni hasta almazsın. Gelmek isteyenleri de götürürsün. Neden sormuyorsun
hastalarına?”
“Çok
saçma da ondan!”
“Saçma
falan değil. Orası da en az burası kadar geniş imkanlara sahip. Hem senin
tedavin aksamaz, hem de hastaların yanında olur. Sor derim ben.”
“İyi
ama orası paralı. Bu sefer benim o sağlık merkezi ile anlaştığımı komisyon
falan aldığımı düşünmezler mi?”
“Yok,
daha neler? Uğur sen neden bu kadar aksilik etmeye başladın? Bak, bu aralar
düzenli tedavi etmen gereken dört hastan var. Sen de ben de biliyoruz. Diğer
hastalarının çoğu kendi başlarına da iki hafta geçirebilirler. Bu dört kişiye
sor gelen gelir, gelmeyen kendi bilir.”
“Diyorsun!”
“Diyorum.”
“İyi
o zaman sorarım.”
“Tamam.
Bugün Erhan Bey geliyor. İlk ona sorarsın.”
“O
olmaz.”
“Neden?”
“Ona
sormam. Nedenini sorma.”
“Sizin
aranız hala kötü mü? Ben sorunlar çözüldü sanıyordum.”
“Aramız
kötü falan değil. Ben tedavimi yapıyorum, o da verdiklerimi uyguluyor. Olay
bu.”
“Sen
bu kadar tavır almazsın hastalarına. Bir şey var ama hadi hayırlısı.”
“Uğur,
Erhan askermiş!” İşte söylemişti. Erhan ile ilgili gerçeği Uğur da biliyordu.
Artık kendisini sıkıştırmazdı. O da işi bitene kadar Erhan ile gereğinden fazla
konuşmak zorunda kalmazdı.
“Ciddi
misin?”
“Şaka
yapıyora benziyor muyum?”
“Uğur,
peki sen nasılsın?” Uğur, arkadaşının yaşadıklarını iyi bildiği için tedirgin
olmuştu. Hiç ummadığı bir şeydi bu. Gerçi anlaması lazımdı. Erhan'ın otoritesi
vücut dili bunu söylüyordu ama Uğur'un bir askeri yanına yaklaştırmayacağını
bildiği için konduramamıştı.
“İyiyim.
Yani öyleyim sanırım.”
“Uğur,
artık daha iyi olduğunu görüyorum. Yeni yılın senin de hayatında yenilikler
getirdiğini, yüzünün eskisi kadar asık olmadığını görüyorum. Tüm olanları
unutmanı değil ama aşmanı çok istediğimi biliyorsun. Erhan ve tedavisi bunun
için iyi bir fırsat olabilir. Ama bunu senin istemen lazım.”
“Biliyorum.
Babam da geçen gün benzer şeyler söyledi. Zaman gerçekten ilaç gibi... Ama öyle
şeyler var ki ne kadar zaman geçerse geçsin içinden atamıyorsun.”
“Kim
bilir ki? Belki de zaman onun da ilacıdır. O her ne ise!”
“Umarım.
Umarım öyledir.”
“EEE
bu durumda Erhan'ın tedavisi yarım mı kalacak? İki hafta burada olmaman onun
tedavisini aksatır.”
“Onu
başka arkadaşa devretmem gerekecek.”
“Daha
önce kendisi başka doktora gitmek istediğinde itiraz eden sendin. Şimdi senin
yönlendirmen doğru mu? Bence yine de önce davet et. Gelmek istemezse başka
doktora yönlendir.”
Uğur
söyleyecek söz bulamamıştı. Tüm itirazlarını bir bir karşılamıştı Uğur. Ve işin
kötü tarafı haklıydı da...
“Sen
de haklısın. Bilmiyorum bakalım...”
*****
“Takım
kampı mı? Kışın mı?”
“Evet,
kışın yapıyoruz. Maçların öncesine de denk getiriyoruz. Bir ay sonra yükselme
maçları var.” Bir an sustu. Çünkü şimdi soracağının yanıtı önemliydi. Olumsuz
yanıt almak istediğini sesine yansıtmadan nasıl soracağını düşünüyordu.
“Ben
iki hafta olmayacağım. Tedavilerinin devam etmesi gereken bazı hastalarımı
davet edeceğim. İsterlerse oda ayarlayabileceğim. Sizin de tedavinize ara
verilmemesi lazım. İsterseniz burada kalır, sizin de uygun bulacağınız bir
doktor ile tedaviye devam edebilirsiniz. İsterseniz bizimle gelirsiniz.”
“Sizi
doğru mu anladım? Beni Antep'e yollamadınız ama Derinceye davet ediyorsunuz?
Yolculuk yapabilir miyim artık?”
Günlerdir
ilk kez bu kadar uzun cümleler ile konuşan ikili bu sorudan sonra yine
gerilmişti.
“Gaziantep'e
otobüs ya da araba ile gidemezsiniz. Yol çok uzun ve siz o kadar süre yolculuk
yapamazsınız. Uçağa da binemezsiniz. Yükseklik size ciddi bir basınç yapacak o
da iyileşmenizi geciktirecektir. Bu riski göze alamam. Ama Derince iki saat
kadar sürecek. Üstelik tüm ekip beraber gidileceği için mola vereceğiz.”
“Anladım.
Düşünüp kararımı yarın bildiririm. Oda tutacağımıza göre oraya konuk çağırmak
da mümkün mü?”
“Elbette.”
Soru
ilginçti? Kimi davet edecekti? Kimi ederse etsin ona neydi ki?
Erhan,
anne ve babasının da gelmek isteyebileceğini düşünmüştü. Onlar için de
değişiklik olurdu. Bir hafta sonra gidilecekti. Yine de İbrahim ile konuşmadan,
ailesine danışmadan yanıt vermek istememişti.
*****
Umut,
bir haftadır Yunus'un aramasını beklemişti. O aramayınca kendisi de aramamıştı.
Çünkü giderken yaptıkları konuşmada kendisini dönünce arayacağını söylemişti.
Şimdi arayamazdı. Yani arardı ama... Aramamıştı. İyi de neden bir iki hafta
öncesin kadar rahatlıkla aradığı kişiyi, şimdi arayamıyordu? Neden orada neler
yaptığını ölümüne merak ediyordu? Zeycan ile arasında neler olduğunu öğrenmek
için görünmez olup Gaziantep'e uçmayı bile düşünecek kadar nasıl çocukça şeyler
kurar olmuştu?
Çünkü...
Çünkü Yunus'a aşıktı.
Bunu
artık kendisinden de saklayamayacaktı. Dile getirmemek neyi değiştiriyordu?
Yılbaşından öncesinden beri kendisinde fark ettiği değişikliklerin nedeni
buydu. Kimseyi beğenmemesi de Kerem denen adama tahammül edememesi de aslında
aynı nedendendi. Yunus'u seviyordu!
Odasında
bir aşağı bir yukarı yürürken nasıl olup da duyguların böyle yön değiştirdiğini
düşünüyordu. İki yıldır o kadar çok şeyi paylaşmışlardı ki. Şimdi o erkeğe
karşı hissettiklerini ifade etmekte güçlük çekiyordu. Arkadaşlık aşka
dönüşmüştü. Ya o? Yunus o kadar uzaktaydı ki! Hem bedenen hem ruhen
uzaklaşmıştı kendisinden. Acaba kendisi bile fark etmeden duygularını açığa mı
çıkartmıştı? Onun için mi uzaktaydı? Kesin öyle bir şey yapmıştı. Fark etmeden
duygularını belli etmiş ve uzaklaşmasına neden olmuştu.
Yarın
dönecekti. Bakalım arayacak mıydı? Eğer aramazsa kendisi de aramayacaktı...
Alt
kattan yemeğin hazır olduğunu söyleyen Uğur'un sesini duyunca odayı arşınlamayı
bıraktı.
Onur,
bu akşam Sedat ile yiyecekti. Aralarındakini kabullenmiş ve oluruna bırakmıştı
ikili. Derslerini aksatmadan görüşmek için zamanlarını iyi ayarlıyorlardı.
Merdivenleri
inerken cep telefonunu yukarıda bıraktığını fark etti. Dönecekken vazgeçti.
Kimseden telefon beklemiyordu. Yunus zaten aramıyordu. O zaman yanında telefon
olmasına gerek yoktu. Mutfakta bulunan masaya oturduğunda babasının kendisine
dalgın bakışlarla baktığının farkında değildi.
“Umut,
neredeyse şubat geldi. İş yoğunluğun hafifleyeceğine artıyor mu? Ne bu halin?”
“Az
kaldı artık baba. Bir hafta daha çalışıp sonra rahatlarım sanırım.”
“İzin
alabilir misin, bir hafta sonra?” Uğur, o an aklına gelen fikri sevmişti.
“Neden?”
“Haftaya
Derinceye gidiyoruz. Takımı kampa sokuyorum. Maçlara çok az kaldı. Sen de
gelsene. Hem dinlenirsin hem de benim yanımda olursun!”
“İyi
ama babam ne yapacak? Onur yemek falan yapamaz.”
“Size
yemek yapmayı kim öğretti?” Hasan Bey, Umut'un sözlerine sitemkar yanıt
vermişti.
“Baba,
tek başına uğraşmayasın diye söylemiştim.”
“Sen
Uğur ile git. Ben idare ederim.”
“Bir
hafta olmasa bile üç gün izin alabilirim. Hafta sonu ile birleştirir beş gün
tatil yaparım. Benim için de iyi olur.”
“İşte
bu daha iyi bir fikir. Tamam, ben ayarlarım odayı. Kendi odamı iki kişiliğe
çevirdim mi tamamdır.”
Umut,
sadece çorba içip doyduğunu söyleyerek mutfaktan çıkınca babası Uğur'a döndü.
“Bu kızın derdi ne?”
“Bilmiyorum
baba.”
“Erkek
arkadaşından falan mı ayrıldı?”
“Yok,
erkek arkadaşı yok.”
“O
zaman sorun Yunus mu?” Uğur, babasının gözünden bir şey kaçmadığını bilirdi ama
kendisine bu kadar net soracağını düşünmemişti. Biraz kıpırdandı, kaçış
olmayınca da “Sanırım öyle.”
“Yunus
sevmiyor mu?”
“Bence
seviyor.”
“E
o zaman sorun ne?”
“İkisinin
de bunu bilmemesi , baba.”
“Yakında
öğrenmezlerse Umut'u kaybedeceğiz.”
“Niye
kaybedelim ki?”
“Kızım
bunlar birbirini seviyor ve açılamıyorsa sonu hüsran olur. Çok acı çekerler. En
azından Umut çeker ve ben de bunu istemem.”
“Baba,
onların birbirini sevdiğini anladıysan neden Yunus'a emanet ettin Umut'u. Sonra
mı anladın?”
“İlk
o akşam anladım. Bana göre ikisi de seviyor. Kızımı sevenden başkasına emanet
edecek değildim ya. Atilla'nın sana baktığı gibi bakıyordu Yunus, Umut'a. Seven
bir erkekten daha iyi kim korur kollar ki, Umut'u?”
“Baba,
senden korkulur.”
“E
üç kız büyütürken epey şey öğrendim. Anneniz olsaydı onun yapacakları da benden
farklı olmazdı.”
“Doğru
söylüyorsun. Ben biraz Umut'un yanına gideyim. Belki konuşur biraz.”
*****
İbrahim,
odada dosyalara gömülmüştü. Bu akşam sadece iş düşünecekti. Yunus kendi odasına
gideli iki saat olmuştu. Fuat'tan gelen dosyaları posta kutusundan aldıktan
sonra odaya kapanmış, saatlerce üstünde çalışmışlardı. Saat on iki olduğunda
Yunus artık dayanamayacağını söylemiş ve uyumak için odasına gitmişti. İbrahim
ise uyuyamayacağını biliyordu. Zeycan'ı görmeye gelmişlerdi bu gece. O evde
sinek olmayı ne kadar isterdi. Neler olduğunu öğrenmek için can atıyordu. Ama
ne yapacaktı? Yapabileceği tek şey çalışmaktı. Fuat'ın buldukları ilginçti.
Olayın boyutları büyümüştü. MASAK tarafından da dosya ile ilgili bilgiler
gelmeye başlamıştı.
Buldukları
izlerden biri eski bir sanığa aitti. O kişinin hesap hareketlerinin takibi
başlamıştı. Uluslar arası bilgilerin temini kısa sürede gerçekleşmiyordu. Resmi
yazışmalar, mahkeme kararları ile takip yapılmalıydı. Süreç uzuyordu.
Fuat'tan
gelen son bilgi ise taş ustasının kimliği ile ilgiliydi. Ustaların sayısı on
bir taneydi. Bu on bir kişinin yaptıkları işe attıkları imzaları çok yakındı.
Ustaların yedi tanesi Gaziantep de yaşıyordu. İkisi Malatya'da biri Şanlıurfa
da biri de Mardin'deydi. Yedi ustanın araştırılması kolaydı ama onlardan biri
değilse diğer illere gidip gelmek yine vakit kaybettirecekti.
Yunus,
bu bilgilerin geçen hafta gelmiş olması durumunda yardımcı olacağını
söylemişti. Ama pazar günü İstanbul'a uçacaktı. Tüm işler İbrahim'in omuzlarına
kalmıştı. Yine de Yunus'un yardımlarını yadsıyamazdı. Çok fazla dosyayı onun
sayesinde kısa sürede incelemiş, hesaplarda, kendisinin göremeyeceği
hareketleri onun sayesinde bulmuştu.
Artık
gözleri yanmaya başlamıştı. En iyisi yatmak, becerebilirse de uyumaktı.
*****
Pazar
sabahı telefonun sesi ile uyandı. Ekranda Zeycan'ın adını görünce yüreği ağzına
geldi. Kabul mü etmişti? Evleniyor muydu?
“Alo?”
“İbrahim,
çok kötü bir şey oldu.”
“Ne
oldu? Sana mı bir şey oldu?”
“Hayır.
Az önce polis geldi. Bir ceset bulunmuş. Ağabeyimi karakola götürdüler.”
Sesinden ağladığı anlaşılıyordu. İbrahim, içinde bir şeylerin koptuğunu
hissetti.
“Ne
cesedi? Kimmiş? Celal Bey mi yoksa?”
“Bilmiyorum.
Cemal ağabeyimi götürürken bir şey söylemediler. Korkuyorum.”
“Korkma.
Hangi karakola gittiklerini biliyor musun? Ben bilgi alırım.”
Zeycan
bildiklerini söyledikten sonra telefonu kapattı. Güvenebileceği tek kişinin
İbrahim olduğunu biliyordu. O arayana kadar içi rahat etmeyecekti. Telefon
elinde camın önünde beklemeye başladı.
İbrahim
iki görüşmeden sonra bilgi almıştı. Durum iç açıcı değildi. Önce Zeycan'ı
aradı. Sonra aynı katta kaldığı Yunus'un oda telefonunu çaldırdı. İkinci
çalışta açılan telefona son gelişmeleri bildirdi.
*****
“Biletini
iptal mi ettirdin? Ne oldu?” Erhan, sabah gelen telefonla uyanmıştı. Yunus,
gelişini ertelemişti. Otel odasındaki telefondan arıyordu, ağabeyini.
Dinlenmediğini umuyordu.
“Erhan,
çok kötü bir haberim var. Burhan Bey öldürülmüş. Bu sabah polis bulmuş. Yanan
deposunun kapısına bırakılmış cesedi.”
“Sen
ciddi misin? Nasıl öldürülmüş?”
“Karnından
ve kalbinden vurulmuş. Asıl sorun, üstünden çıkan not. Daktilo ile yazılmış
'Hatamı ödüyorum' notu var. Altında da
kendi imzası!”
“İnfaz
etmişler ve gözdağı veriyorlar. Kağıttan bir şeyler çıkar mı?”
“Ne
bileyim ben. Bana açıklama yapmıyorlar. İbrahim de hala karakolda.”
“İbrahim
halleder o zaman. O gerekli incelemelerin yapılmasını sağlar. Ailesi herhangi
bir şey söylüyor mu? Tehdit almışlar mı? Onları da borçlandırmış mı birileri?
Yoksa tüm bunlar Tutanoğlu ailesi için mi geçerli?”
“Onları
da arayan olmamış ama bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Ayrıca Cemal ya da Kemal
söylediğinden daha çok şey biliyor, eminim.”
“Ben
de eminim ama bu güne kadar konuşmuyorlardı. Belki bu olay onları korkutur da
konuşurlar.”
“Bir
sürü tır satmışlar. O paralarla borçlar ödenmiş sözde ama borç kaydı yok
şirkette. İbrahim, bu taraftan sıkıştıracak. Bunları yaparken de gerekli tüm
araştırmaları tamamladık.”
“Tamam,
çok detaya girme, sonra konuşuruz.” Telefonların dinlenme ihtimali çok
yüksekti.
“Oldu.
Ben yeni haber alınca ararım seni. Sanırım birkaç gün daha buradayım. Nasılsa
iznim vardı. İbrahim'in işi başından aştı bir anda. Benim de ona gerçekten
faydam oluyor. İçin rahat olsun. Şimdi olaylar hızlanıyor ve çözümü de sanki
daha kolay olacak.”
“O
kadar rahat olma. Çok pis kokuyor bu iş. Ucu fazla derine inecek sanırım.”
“Biz
de öyle sanıyoruz. Ama nereye kadar gidebilirsek gideceğiz. Masum insanların
canlarını almanın bedelini ödemeliler.”
“Sen
dikkatli ol da. Anneme söylemeyeceğim. Sen de ağzından kaçırma. Gelişmeleri
öğrenelim sonra konuşurum ben onunla.”
“Tamam.
Beni merak etmeyin. Çok dışarı çıkmıyorum ve genelde benim adım geçmiyor
ortalıkta.”
“Sen
öyle san küçük kardeş. Eğer bu işlerin ucu tahmin ettiğim yerlere kadar
uzanıyorsa onlar sen daha buradan uçağı bindiğinde seni öğrenmiştir.”
“Sağ
ol ya. İçimi rahatlattın.” Asıl içini rahatlatacak soruları soramıyordu.
Umut'tan haber var mıydı? İyi miydi? Uğur, ondan bahsediyor muydu? Hayatında
başkası var mıydı? Neden kendisini aramıyordu? Hiçbirini soramadan evdekilere
selam söyleyerek telefonu kapattı.
Erhan,
duyduklarını hazmetmeye uğraşıyordu. Burhan Beyi sadece bir kere görmüştü ama
nasıl bir şeye bulaşmışlarsa bu sonu olmuştu. Aynı şeyin Celal ve Leyla'nın
hatta bebeklerinin de başına gelmesinden çok korkuyordu. İbrahim çok iyi bir
avukat ve araştırmacıydı ama o kadar az delil ile onun da eli kolu
bağlanıyordu. Tuzak kurulduğu ve ince ince işlendiği belliydi. O tuzağa neden
düştüklerini anlamak çok da zor değildi. Ama bunu ailenin diğer fertlerinin
bilmemesi düşünülemezdi. Cemal, hatta Kemal mutlaka biliyor olmalıydı.
İbrahim'i
daha sonra arayacaktı. Onunla konuşacağı çok şey vardı.
*****
İbrahim,
karakolda polislerden bilgi almaya uğraşıyordu. Ama onların da bildiği fazla
şey yoktu. Sabah saatlerinde oradan geçerek işine giden genç bir çocuk görmüştü
cesedi. Yanan deponun kapısının önüne bırakılmıştı. Saklamaya bile
çalışılmamıştı. Yakından iki el ateş edilmiş ama öldürmeden önce epeyce
hırpalanmıştı. Otopsi sonucu gelene kadar ellerinde tahminlerden öte bir şey
yoktu.
Karakolda
Cemal ve Kemal vardı. Kemal'i de polis alıp gelmişti. Diğer kardeşleri Hüseyin
ile İsmail ise yoldaydı. Zeycan da, Züleyha yengesi ile birlikte geliyordu.
Polis kadınların daha sonra gelmesine izin vermişti. Bir araç beklemişti
onları.
Cemal
sorguya alınmıştı. Sorgunun uzun süreceği belliydi. Bir saat kadar olmuştu
neredeyse içeri gireli. Yarım saat kadar sonra da Kemal'i de başka bir odada
sorguya almışlardı.
Hüseyin
ile İsmail gelmeden Zeycan ile yengesi girdi kapıdan. Etrafa bakınırken
koridorun ucunda duran İbrahim'i gördü, Zeycan. İbrahim de içeri giren ikiliyi
görmüştü.
Zeycan,
şu an ona o kadar ihtiyaç duyuyordu ki. Celal'in kurtuluşunun da onun elinde
olduğunu düşünüyor, başına bir şey gelmeden bulmaları için dua ediyordu.
Aslında içinden gelen kollarına atılmaktı. Ama yapamazdı. Hem ortam hem de
yanında yengesinin olması engelliyordu. Bir gün önceki konuşmaları aklından
çıkmamıştı. Ne o an karakolda olmaları ne de ailesinin başında dolaşan kara
bulutlar o anı unutturamıyordu.
“Onun
için güzelleşme” dediğinde doğru duyduğundan emin olmak istemişti. Gözlerine
bakan gözlerin içine bakıp, “Neden?”
diyebilmişti.
“İstemiyorum!”
“İyi ama
neden?”
“Çünkü senin
bir başkası için güzelleşmeni istemiyorum. Sadece benim için güzelleşmenin
sakıncası yok.”
İşte
böyle söylemişti. Bunun anlaşılmayacak tarafı yoktu. Zeycan, İbrahim'in
söylediklerinden sonra kısa bir süre yüzüne bakmış ve sadece gülümseyerek “Peki.” diyebilmişti. Dili tutulmuş
gibiydi. Ama artık biliyordu, İbrahim de ondan hoşlanıyordu. Hatta belki daha da
ileri gidiyor, belki o da seviyordu. Ama o an konuşabilecekleri an değildi.
Kolunu tutan el yavaşça eline kadar inmiş, vedalaşır gibi elini tutup “Teşekkür ederim” demişti.
Zeycan,
o saatten sonra yaşananların çoğunu anımsamıyordu. Kuaföre gitmiş, saçını
büyükannelerin yaptırdığı topuzlar gibi bir topuz yaptırmış, yaşından neredeyse
yirmi yaş daha büyük durmasına aldırmamıştı. Artık güzel olmayı değil aksine
çirkin olmayı istiyordu. İbrahim'e söz vermişti. Yine de yengesinin ısrarla
aldırdığı elbiseye hayır diyememişti. Ama akşam misafirlerin yanında o kadar
süklüm püklüm durmuştu ki, mağazada mankenlere benzeyen kızın yerine, elbisesi
üstünden dökülen biri gelmişti.
İki
ailenin tanışması şeklinde geçen geceden sonra bir hafta sonrası için
sözleşilmişti. Zeycan, misafirlerini uğurlarken kalan bir haftada İbrahim'in
kendisini evlilikten kurtaracağından emindi. İçi rahat yolcu etmişti hepsini.
Onun bu hali ağabeylerinin de içini rahatlatmıştı. Ünsal'ın kardeşlerinin
gönlüne girdiğini sanmaları iyi olmuştu...
Bu
sabah aldıkları haber zaten tüm planları alt üst etmişti. Burhan Beyin ölümü,
üstündeki not ve ağabeyinden haber alınamaması, ailenin diğer fertlerinin
sorguya alınması işleri karıştırmıştı.
Burhan
Bey ve ailesi için çok üzülmüştü. Ama bu
durumda sözü ertelenecekti. İş yaptıkları, adlarının suça karıştığı birinin
ölümünden bir hafta sonra söz mü kesilirdi? Nasılsa herkes o sözün
kesileceğinden emindi. Sadece biraz daha ertelenecekti!
Yengesine,
İbrahim'in olduğu yeri gösterip yanından ayrıldı. Birkaç adımda yanına ulaştı.
Resmi bir şekilde el sıkıştılar ve hatır sordular.
Zeycan
öncelikle ağabeylerinin durumlarını sordu. Züleyha uzaktan izliyordu ikisini.
Ayakta
duran ikili birbirlerinin gözlerine bakarak konuşuyor, bir önceki gün
yaşananları dile getiremiyordu. Ama ikisinin de artık içi rahattı.
Birbirlerinin ne düşündüğünü biliyordu ikisi de. Artık zamana bırakacaklardı.
İbrahim'in aklında öncelikle arkadaşını ve sevdiği kızın ağabeyini kurtarmak
vardı. Sonrası zaten ikisinin arasındaydı.
Dün akşamı merak etse de sormuyordu. O da işlerin boyut değiştirdiğinin
farkındaydı.
“İçin
rahat olsun. En baştan beri olayın ardındakiler ağabeyine ihtiyaç duyuyor. Ona
bir şey olmaz. Aksi olsa önce...” Sözlerini tamamlayamadı. Söylenmeyecek
şeylerdi.
“Tek
güvencem sensin. Lütfen bir an önce bul onları.”
“Tamam.
Yengen bize bakıyor. Yanına gidelim mi? Onu da aydınlatalım biraz. Kocası için
üzülüyordur. Hem belki bildiği şeyler vardır.”
“Olabilir.
Çok zekidir. Gözünden bir şey kaçmaz.”
“Beni
biliyor mu?”
“Hayır,
ama şimdiye çoktan anlamıştır. Dedim ya gözünden bir şey kaçmaz.”
“O
zaman zekâsına iltifat edelim ve tanışalım. Hem böylece buluşmamız kolaylaşır.”
“Buluşmamız
mı?”
“İşleri
çözmek için görüşmelerimiz daha sıklaşabilir. Onun da geleceği toplantılar
yapabiliriz.” Neredeyse göz kırpacaktı. İkisi de o buluşmaların özel olarak
görüşmek için olacağının farkındaydı.
“Tamam.
Gel hadi.”
Züleyha'nın
yanına doğru yürürken kapıdan diğer ağabeyleri girmişti. Kardeşlerinin yanına
gelerek İbrahim ile tanıştılar. Kısık sesle konuşmaya başladılar. Hepsi ayakta
konuşuyor olunca, İbrahim izin isteyerek polislerle konuşmaya gitti. Sorgunun
daha uzun süreceğini öğrenince kendisini bekleyen gruba, dışarıda bir yerde
oturmayı teklif etti. Onun bu kibar tavırları hepsini etkilemişti. Birlikte
çıktılar dışarıya.
*****
Birkaç
saat sonra Cemal ile Kemal de karakoldan çıkmıştı. Polisler konuşturmuş ama pek
de bilgi alamamıştı. Zaten polisler de konuyu çok bilmediği için normal bir
kaçırma ve infaz olarak yorumlamıştı. Diğer kardeşler ve eşlerin sorgusu bu
arada yapılmış, işi biten oturdukları lokantaya geri dönmüştü.
İbrahim,
iki kardeşle baş başa konuşmak istiyordu. Ama ayağına gelen fırsatı tepemezdi.
Tüm aileyi bir arada bulmuş ve kendisini onlara olumlu bir şekilde tanıtmıştı.
Bunu hayatının en önemli fırsatı olarak görüyor ve bir lokantanın sakin
köşesinde geçen saatlerin uzaması için uğraşıyordu.
Cemal
ile Kemal'in sıkıntılı hallerinden onların rahat olmadığını anlamıştı. Ama o
kadar kişinin içinde konuşamayacağı için bir yol bulup otele çağırmak
istiyordu. Sonunda küçük kardeşlerin kendi aralarında konuşmaya daldığı bir
esnada Cemal'e söyledi bu isteğini.
Otelde
Yunus da vardı. İkisi birden konuşursa daha çok bilgi alabilirlerdi.
*****
Çözülen düğümlere ek olarak yeni atılan düğümler .... Heyecan artıyor
YanıtlaSil