*****
İbrahim,
Cemal ile Kemal beyi kendi odasına çıkartmıştı. Yunus da yanlarındaydı. Çayı
semaver ile söylemişlerdi. Böylece uzun süre rahatsız edilmeden odada
konuşabileceklerdi.
İbrahim,
dinlenmeyi önlemek için frekans engelleyici kalemini kullanmaya başladı. Zaten
tüm konuşmalarında bu kalemi devreye sokuyordu. Bunu odadakilere de söylemiş,
kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlamıştı.
Cemal,
bir süre konuşmakta zorlansa da sonunda her şeyi en baştan anlatmıştı. Tüm
aileden gizlediği kumar alışkanlığından, borçlanmasından ve sonra bu borçları
ödemek için kendisine teklif edilen kaçakçılıktan bahsetmişti. Kaçakçılık
yapmayı kabul etmeyince, bundan mesul olduğunu düşündükleri Celal'i ve
ulaşabildiklerini ispatlamak için de Leyla'yı kaçırmışlar, Cemal'e ya
borçlarını ödemesini ya da kaçakçılık yapmasını söylemişlerdi. Cemal borç
ödemek için uğraştıkça daha çok para istenmişti.
Kemal
de arada bir başını sallayarak Cemal'in anlattıklarını doğruluyordu. Cemal en
sonunda dayanamamış ve her şeyi Kemal'e de anlatmıştı.
İbrahim,
olayın bu kadar basit olamayacağını, kumar borcu ile kaçakçılığın ardında bu
kadar büyük hesap hareketi olamayacağını söylediğinde ise iki kardeşin de hesap
hareketlerinden haberi olmadığını öğrendi. Polise de zaten bunu söylemişlerdi.
Bankalardaki hareketlerin hiç birinden haberdar değillerdi. Zaten Celal varken
şirketle pek ilgilenmez, toprak işleri ile uğraşmayı tercih ederlerdi.
İki
kardeşin anlattıklarından, doğru söylediklerine inanmıştı İbrahim. Şimdi olay
bu tuzağı kuranların gerçekte kim olduğu ve bu planların neden bu kadar ince
ince işlendiğini bulmaktı. Bu yörede yapılan kaçakçılıkta kimse bu kadar
uzun süreli ve detaylı tuzak kurmuyordu. Neden bu kardeşlerin tırları bu kadar
önemliydi? Ne taşınacaktı?
“Tırların
çoğunu sattım. Tırlar önemli olsa satmama izin verirler miydi? Bana tuhaf
geliyordu bu. Şimdi konuşunca size hak veriyorum. Neden bize bu kadar büyük
tuzak kurdular? Biz işinde gücünde, toprağı ile uğraşan çiftçileriz. Yağmur
yağsın, tohum çürümesin, hasat iyi olsun deriz. Sınırlarımızda olay olmasın
kolay işçi bulalım diye dua ederiz. Nedir bizden istenen anlamadım ki.”
Cemal,
gerçek bir bıkkınlıkla konuşuyordu. Ama söyledikleri ile ne büyük bir ipucu
verdiğinin farkında değildi. Yunus ve İbrahim önce Cemal ile Kemal'e baktılar.
Yunus yanındaki dolabın üstünde duran dosyayı eline aldı. Birkaç sayfa sonra
istediği belge önlerindeydi... İşte asıl istenen buydu!
*****
Umut,
o sabah uçağı ile gelmesini bekliyordu Yunus'un. Saat on bir olduğunda artık
indiğinden emindi. İner inmez aramazdı ama yine de telefonu yanından
ayırmıyordu.
Saat
öğleden sonra üç olmuş kimse aramamıştı. O saate kadar odasından çıkmamıştı.
Öğlen yemeği için çağıran Uğur'a yemeyeceğini söylemişti. Ablası, biraz sonra
elinde tabakla gelmiş, tost ve ayran getirmişti. Ama tabak hala geldiği gibi
duruyordu. Canı istemiyordu.
Kapı
açılıp Onur içeriye girdiğinde, yüz ifadesinden ters bir şeyler olduğunu anlamıştı.
“Ne
oldu?”
“Umut...”
“Onur
ne oldu? Söylesene!”
“Sedat
aradı. Yunus dönmüyormuş. Orada işler karışmış. Tek söylediği bu! Ama sanırım
birkaç gün daha orada kalacakmış.”
“Nasıl
işler karışmış? Yunus'a ne ki oradaki işlerden?” Karışan neydi? Zeycan ile mi
ilgiliydi? Ama o zaman işler karıştı demezlerdi. Demek ki Erhan ile ilgili
karışıklık vardı. Öyle olmalıydı...
“Ağabeyi
için gitti ya abla. Demek ki yapabileceği şeyler var ki dönmüyor. Senin
beklediğini bildiğim için haber vereyim dedim.”
“Beklemiyorum.
Neden bekleyeyim ki.”
“Sabahtan
beri camın önündesin. Sanki yürüyerek gelecek gibi bekliyorsun. Saklama işte.”
“Neyi?”
“Of
be Umut, of be... Bak dersim var. Seninle uğraşamam. Senden başka herkes
biliyor Yunus'a âşık olduğunu. Sen de söyle de rahatla.”
“Kim
biliyor? Nasıl bilebilirsiniz?”
“Hepimiz
senin yüzünü görüyoruz. Yunus gittiğinden beri ne halde olduğunu da biliyoruz.
Hatta bence babam bile biliyor.”
“Babam
mı?” deminden beri şoke olmuş vaziyette Onur'u dinliyordu. O daha yeni kabullenmişken
iki kardeşinin ondan önce aşık olduğunu anlamış olmasını nasıl hazmedeceğini
düşünüyordu. Onlar yetmezmiş gibi babası bile anlamış mıydı? Kızardığını, ateş
bastığını hissetmişti.
“Umut,
ben Sedat'ı seviyorum. O da beni sevdiğini söylüyor. Gerçi onun eski
yaşantısını bilirken söylediklerine inanmak ne kadar doğru bilmiyorum. Ama
zamanla öğreneceğimi ve gerektiğinde gerektiği gibi davranacağımı biliyorum.
Sen ise Yunus için arkadaşım demekten öteye gidemiyorsun ama onun yüzünden,
yemeden içmeden kesildiğini kabul etmiyorsun.”
“Ediyorum.”
“Ediyor
musun?”
“Evet,
ben Yunus'a aşığım. Sanırım iki yıldır da bu böyle...”
“E
niye bunca zaman arkadaşız diyordun?”
“İşte
benim de kendimde anlayamadığım bu. Ben bunca zaman nasıl fark edemedim? Ona,
bazen size bile anlatmadıklarımı anlattım. Çok korkunç bu! O beni arkadaşı
olarak görürken ben ona nasıl aşık olurum?”
“Neden
olmasın? Aşkın tarifi yok ki! Arkadaşına da, bir kez gördüğün ve bir daha denk
gelemediğin birine de aşık olabilirsin. Sen arkadaşım dediğin erkeğe aşık
oldun. Asıl şimdi ne yapacaksın? Önemli olan o.”
“Bir
şey yapmayacağım. Baksana iki haftada sadece bir kez o da gitmeden hemen önce
aradı. Dönmüyor ve yine haber vermiyor. Yani o beni düşünmüyor. O zaman ben de
onu düşünmekten vazgeçmeliyim.”
“Mantıksız
davranıyorsun.”
“Mantık
mı? Haklısın benim eskiden bir mantığım vardı. Nereye kayboldu acaba?”
“Benimki
ile el ele verip başka diyarlara kaçmıştır.” Onur güldürmek istemiş, başarmıştı
da. “Haklısın galiba.” Umut, aşkını açıklamış olmanın rahatlığını hissetmişti.
“Hadi
çık artık odadan. Aşağıda seni merakla bekleyenler var.”
“İnelim
ama evde kalmayalım. Dersin azsa çıkıp yürüyelim mi?”
“Yarım
saat kadar yürüyebilirim. Benim de ara vermem iyi olur.”
Aşağı
indiklerinde Uğur'un da yürüyüşe gelmek istediğini öğrenip üçü birden çıktı.
Yanlarına Yusufçuk'u da aldılar. Hep Hasan Beyle yürüyüşe çıkan köpek, kızların
yanında şımarmış, etraflarında dönüp duruyordu. Onun şirinliklerine gülen
kızların bu sağlıklı hallerine de başkaları gülerek bakıyordu. Bakışlardan
habersiz bir süre yürüyen kızlar, Uğur'un bir şeyler içmeye ikna etmesi ile bir
çay bahçesine oturdular. Serin hava yüzünden içeri girmek isteseler de Yusufçuk
yüzünden dışarıda kalmışlardı.
Kuytu
bir masa bulup oturdular. Uğur siparişleri verdikten sonra arkasına yaslandı.
Umut'a dönüp,
“İzin
işini düşündün mü? Hafta sonu gidiyoruz. Geliyorsun değil mi?”
“Bilmiyorum.”
“Gel
de rahatla biraz. Böylece Yunus'u da biraz unutursun. Hem bana da yardım
edersin. O kadar oyuncu ile uğraşmak zor oluyor.”
“Tamam,
gelirim.” Yunus konusunu bilmesini kabullenmiş ve devamı gelmesin diye de hemen
kabul etmişti. Uğur da başka söz söylememişti.
“Onur,
hafta sonu sen de gel. Pazar akşamı dönersin, olur mu?” Kardeşlerinin biraz
kafalarını rahatlatmaya ihtiyaçları vardı.
“Olabilir
belki. Ders programıma bakayım. Eğer haftaya rahatsam gelirim. Hafta sonu bir
arada oluruz.”
“Kapalı
havuz da var.” Uğur, bu kozu sona saklamıştı. İki kardeşinin de yüzmeyi ne
kadar çok sevdiğini bildiği için ortaya lafını söylemişti.
“Vayyy,
kış günü yüzmek ne güzel olacak.” Onur çoktan kabul etmişti bile...
“Ben
de çok özledim yüzmeyi. İyi gelecek.” Umut da heveslenmişti. Su her zaman iyi
bir terapi aracıydı.
Bir
süre daha oturduktan sonra hesabı ödeyip kalktılar. Üçkardeş de bir hafta sonra
yapacakları kısa tatilin planlarını konuşarak eve döndüler.
*****
Erhan,
anne ve babası ile sıkı sıkı giyinerek evin bahçesine çıkmıştı. Bahçede hercai
menekşeler renk cümbüşü oluşturmuş, bakanların göz zevkini okşuyordu. Annesi
meyve tabaklarını da bahçeye çıkartmıştı. Sedat kısa işi olduğunu, birazdan
katılacağını söylemiş, üçlüyü yalnız bırakmıştı.
“Anne,
haftaya Derince de bir tesise gitmek ister misin? Üçümüz beraber gidelim. Ne
dersin?”
Annesi,
bu gezinin nedenlerini öğrenince kısa bir tatilin hepsine iyi geleceğini
düşünüp kabul etmişti. Sedat tek başına idare edebilirdi. Sedat yanlarına
katıldığında o da aynı şeyi söyledi... Bir hafta yalnız kalmak dert değildi...
Daha
sonra dört kişi, kış güneşinin tadını çıkartarak bahçede hoşça vakit
geçirdiler. Hatta akşam için mangal yapmaya karar verdiler.
Yemeğin
ortasında Erhan'ın telefonu çalmaya başladı. Arayan Yunus'tu. Erhan dinledikçe
şaşkınlığı artıyordu. Kaçakçılığın görünmeyen yüzü ortaya çıkmıştı. Evet, bir
kaçakçılık vardı ama bu tırlarla değil, uçaklarla yapılıyordu! Erhan hayretle
dinlerken masadakiler de onu izliyordu. Telefon kapandıktan sonra soru dolu
bakışlara kısaca yanıt verdi.
“Celal'in
tırları değil, Karkamış’taki tarlaları kaçırılma nedeni olabilirmiş.” Erhan
kısaca Cemal'in neler yaşadığını ve yaptığını anlatmıştı. Yunus bilgileri aktarmış
ve tarlaların takibe alınacağını söylemişti. Cemal ve Kemal, Burhan beyin
ölümünden sonra korkmuş gibi yapacak ve ne isterlerse yerine getireceklerini
söyleyecekti. Tehlikeli bir yoldu ama yapmak zorundaydılar. Elbette bu Celal'in
ve ailesinin can güvenliğini tehlikeye atmadan çözüm üretilmesi gerçeğini
değiştirmiyordu. Onlara bir an önce ulaşılmalıydı.
*****
Bir
sonraki hafta, Gaziantep de, otopsi sonrası cenaze töreni ve taş ustalarının
araştırması ile geçti.
Zeycan
ile İbrahim'in duygularını birbirlerine açıklamasından sonra görüşmeleri daha
keyifli olmaya başlamıştı. Zeycan fırsat buldukça kaçıyor, görüşüyorlardı.
Yunus bir süre yanlarında oturuyor sonra da bir bahane ile uzaklaşıyordu. Bir
süre sonra yine aralarına katılıyordu.
Ünsal
yine buluşmak istemiş, Zeycan, ilk iki seferinde cenazeyi ve sonra biraz
rahatsız olduğunu söyleyerek görüşmeye gitmemiş, ama iyileşince buluşacağını
söyleyerek gönlünü almıştı. Bunları İbrahim'e anlattığında gözlerinin çakmak
çakmak olmasından garip bir haz alıyordu. Onun kendisine keyifle baktığını
gören İbrahim ise bu kez kaşlarını çatıyor, bana özellikle işkence mi
yapıyorsun? diye soruyordu.
Yunus,
onları izlerken yanında Umut'un olmasını çok istiyordu. O kadar çok özlemişti
ki. Eli belki onlarca kez telefona gitmiş ama son anda vazgeçmişti. Döndüğünde,
aklındakileri, kalbindekileri bir tarafa bırakmış olmayı umuyordu. Aslında
kendisini kandırdığını çok iyi biliyordu. Özlemi arttıkça aşkı, aşkı arttıkça
özlemi artıyordu.
Hafta
sonu dönecekti ve bu haline son noktayı koyacaktı...
*****
Taş
ustalarının araştırılması tamamlanmıştı. Diğer illere gitmeye gerek kalmamıştı.
Ustanın kim olduğu bulunmuştu ama ne yazık ki üç yıl önce ölmüştü. Oğlu,
babasının izinden gitmediği için yaptığı işleri bilmiyordu. Resmi uzun süre
incelemesine rağmen neresi olabileceği hakkında fikri yoktu. Çarşamba akşamı,
babasına ait ne kadar evrak varsa hepsini teslim etmiş, araştırmalarına destek
olmak istemişti.
Bu
arada, banka hesapları ile ilgili incelemeler tamamlanamadığı için aile şirket
hesaplarına ulaşamıyordu. Ama birkaç alıcı ile anlaşılmış, tarladaki ürünlerin
bir kısmı satılmıştı. Oradan gelen para ailenin biraz nefes almasını
sağlamıştı.
*****
“Benim.”
“...”
“Birazdan
orada olurum.”
“...”
“Onlar
iyi mi?”
“...”
“Tamam,
kimseye bir şey söylemeyeceğim. Lütfen onlara dokunmayın.”
“...”
“Anladım.
Geliyorum”
Cemal,
evden yaptığı görüşmeden sonra Züleyha ile vedalaşıp ve dikkatli olmalarını
söyleyerek evden çıktı.
Züleyha
korku ile çocukların yanına gitmiş, Zeycan'ı da çağırmıştı. Çocuklara belli
etmek istemeseler de evde ters bir şeyler olduğunu gizleyememişler, huzursuz
olan çocukları zorla uyutup sessizce beklemeye başlamışlardı.
*****
“Tamam,
rahat ol. Ekip seni izliyor olacak.”
“Anlarlarsa
ailemi öldürürler.”
“Anlamayacaklar.
Evi koruyorlar zaten.”
“Nasıl?”
“Bak
anlamamışsın bile. Tamam, sen şimdi rahat ama korkarak git. Korkmazsan
anlayabilirler.”
“Korkuyormuş
gibi yapmama gerek yok. Zaten çok korkuyorum.”
“Tamam.
Bu daha iyi! Hadi sen git artık.”
Cemal,
telefonu kapattıktan sonra arabasını çalıştırdı. Evi korunuyormuş! Etrafına
bakındığında kimseyi görmemişti. Ya İbrahim yalan söylemişti ya da korumalar
çok iyi gizlenmişti.
Verilen
adrese yaklaştığında iyice korkusu arttı. Arka sokaklara doğru ilerledikçe de
korkusu tavan yapıyordu. Ama adresi bulduğunda biraz rahatladı. Verilen adres
bir pavyondu. Kapıda iki görevli bekliyordu. Tek erkek olarak içeri alınır
mıyım diye düşünürken görevlilerden birinin “Cemal Bey hoş geldiniz, sizi üst
katta bekliyorlar.” demesi ile zaten beklendiğini ve yüzünün tanındığını
anladı. Az önce kurumaya başlayan teri bir anda tüm vücudundan fışkırmıştı.
Elleri titreyerek üst kata çıkan merdivenlerin tırabzanlarına tutundu. Kumar
oynadığı yere benziyordu. Acaba yeniden kumar oynatmak için mi çağırmışlardı?
Borçlarını daha ödeyememişti. Kendi aptallığı yüzünden olanlara inanamıyordu.
Ne kadar kolay düşmüştü tuzaklarına... Şimdi ise onun yüzünden tüm ailesinin
canı yanıyordu.
Üst
kattaki korumanın üstünü aramasından sonra gösterilen kapıyı açıp içeri girdi.
Masanın arkasında bir kişi oturuyordu. Başka da kimse yoktu. Kumar ile
borçlanma olmayacaktı ama bu odadan sağ çıkabilecek miydi?
Masada
oturan adam sanki iş görüşmesi yapacağı birini bekliyormuş gibi ayağa kalkıp
elini uzatmış, sonra da masanın önündeki koltuğa buyur etmişti. Cemal tedirgin
bir şekilde koltuğa oturdu. İlk kez görüyordu masanın ardındaki adamı.
Kendisini tanıtma gereği de duymamıştı. Masada adını belirten isimlik de yoktu.
O ana kadar tek laf etmeyen adam çok normalmiş gibi ne içeceğini sorunca
irkildi.
“Dur
ya, ne sıçrıyorsun? Alt tarafı ne içeceğini sordum. Merak etme burada adam
doğramıyoruz.” Sesi oldukça kalındı. Bunları söylerken de sırıtıyordu. Cemal
adamın özellikle o lafları ettiğinden emindi. Ama korkutmaya gerek olmayacak
kadar çok korkuyordu.
“Bir
şey içmeyeyim. Teşekkürler.” sesi iyice titreyerek çıkmıştı.
“Seni
neden çağırdığımızı biliyorsun sanırım?” Yüzündeki sırıtma silinmişti. İş
konuşmaya başlamıştı.
“Borcum
için mi?” Cemal bir şey bilmiyormuş gibi konuşuyordu.
“Kumar
borcun mu? Eh bir dereceye kadar onun için. Ama asıl nedenimiz başka.”
“Kumar
borcum değilse başka ne olabilir ki? Celal'e bir şey mi oldu?”
“Yok,
canım ne olacak ki? Keyfi yerinde. Resmi görmediniz mi?”
“Gördük
ama ...”
“Aması
yok. İyi bakıyoruz. Burhan'ı da iyi ağırlıyorduk ama o bizi kızdırdı. Celal ise
karısını ve oğlunu da yanına getirdiğimiz için bizi hiç kızdırmıyor.”
“Benden
ne istiyorsunuz?”
“Tarla.”
“Tarla
mı? Ne tarlası?” İbrahim ile Yunus’un tahminleri doğruydu demek ki. Ama bunu
belli etmemesi gerekiyordu.
“Burhan
ile sizin Karkamış da birbirine sınır tarlalarınız var. İşte o tarlayı
istiyoruz.”
“Biz
tarla satmayız.” Sanki o an en önemli olan aile prensipleriymiş gibi
konuşmuştu.
“Cemal,
senden tarla satın alacak kimse yok.”
“E
nasıl olacak o iş? Borcuma karşılık mı?”
“O
tarlanın değeri, borcunun yüzde onunu bile karşılamaz. Ama o tarlayı terk
edersen işler değişir.”
“Nasıl
terk etmek? Beyim ne istediğinizi anlamadım ki.”
“O
tarlalar tam sınırda. Yani bize lazım olan yerde!”
“Kaçakçılık
mı yapacaksınız?”
“Ne
demek kaçakçılık? Ticaret yapacağız.”
“Ticaret
mi?”
“Evet,
siz o tarlaları bize kiraya vereceksiniz. Biz de ne gerekiyorsa ekeceğiz.”
“Anladım
sanırım. Yani bizim oradan işçileri çekmemiz gerekiyor.” Cemal niyetlerini
anlamaya başlamıştı.
“Aynen
öyle. Ama aramızda hiçbir yazılı anlaşma olmayacak. Siz bizi tanımayacaksınız.
Biz sizi. Hatta sen beni görmedin, buraya gelmedin bile.”
“Anladım.
Peki, ağabeyimi ne zaman serbest bırakacaksınız?”
“O
biraz zaman alacak.” O kadar rahattı ki adam. Cemal yine korkusunun arttığını
hissetti. Elleri terlemişti yine. Ürkek bir sesle sordu. “Neden?”
“İlk
ürünleri ekelim, yetişsin de bakalım nasıl ürün veriyor. Belki toprak
verimsizdir.”
“Ne
kadar sürer sizin mahsulü almanız?”
“En
az bir ay sürer. Ama sonra daha sık ürün alırız.”
“Bir
ay mı? Celal'in bir ay kalmasına gerek yok ki. Ben size tarlaları vereceğim.
Üstündeki mahsulü de toplatmayacağım. Ağabeyimi ve eşini hemen bırakın.”
Adamlar işlerini yoluna koyana kadar ellerinde tutmak istiyordu. Ama o kadar
kolay kabul etmeyecekti.
“Pazarlık
yapabileceğini kim söyledi?”
“Pazarlık
yapmıyorum. Sadece sizin istediğinizi yaptığıma göre ağabeyimle ailesini
istiyorum.”
“Onları
bir ay sonra görürsün. Bu bir ayı da borçlarının silinme süresi olarak düşün.
Bir ay sonra ağabeyinle birlikte senetlerini de göndeririz.”
“Anlıyorum.
Bu da benim cezam yani?” Cemal kendisine kahrediyordu. Çok kolay düştüğü tuzaktan
aynı kolaylıkla çıkamıyordu. Adamların sözlerine güvenmekten başka yapacağı bir
şey yoktu. Bu süre içinde ters bir şeylerin olmasını engellemek için elinden
geleni yapacaktı.
“Cezayı
Burhan'a kestik. Ona da tarlalarını vermesini söyledik. Ne olacak ekmezse? Tek
tarlası orası mıydı? Ama inat etti. Onun ailesinde tüm malların yönetimi
ondaydı. Bunu canı ile ödedi. Şimdi bir sürü mirasçısı var. Kısa süre sonra o
tarla da bizim olacak. Mirasçılar başlarına Burhan'a gelenin gelmesini istemez
değil mi?”
“İstemez.”
Artık karşısındakinin niyeti açık ve netti. Karşı gelirseniz sonunuz Burhan
gibi olacak diyordu. Ne kendisinin ne de ailesinin canına kast edemezdi.
“Bak
seninle ne güzel anlaşıyoruz. Kalabalık aile olmanız, birbirinize vekâlet
vermeniz... İşte bunlar sizi hayata bağlıyor.” Açıkça dalga geçiyordu.
“Kardeşlerim
bana güveniyor. Celal'e de güvenirlerdi.”
“Merak
etme, hepiniz hayatta olduğunuz sürece kimse güvenmezlik etmez. Görüşmemiz
bitti. Gidebilirsin. Sana polise gitme demem gerekmiyor değil mi? Yoksa sizden
canı yanan en küçük kardeş olur. Bu da İsmail değil... Zeycan olur. Kızları da
kardeşten sayarsınız değil mi?”
“Sakın
Zeycan'a dokunmayın. Sakın.” O ana kadar sakin durmak için kendisini zorlayan
Cemal, kız kardeşinin adının anılması ile çılgına dönmüş yerinden fırlamıştı.
Karşısındaki adam onun aksine yavaş hareketlerle kalktı masadan. Sesini ve
gözlerini biraz kısarak,
“Bak
yine pazarlık yapıyorsun. Sen benim dediğimi yap, ben de kimsenin canını
yakmayayım.”
Cemal,
onun bu hareketleri karşısında sadece “Tamam.” diyebildi.
*****
Vay soluksuz okudum desem ✋süper bölüm
YanıtlaSilTeşekkürler canım. Daha güzel bölümlere gidiyoruz :D
Sil