19 Haziran 2015 Cuma

BUZDAKİ ATEŞ 26. Bölüm

*****

Uğur, büyük sabırla geçen üç günden sonra kayınvalidesini ve kayınpederini yolcu etti.

Aslında iki gün daha kalma planları olan ikilinin erken gitmesinin nedeni bir önceki gece babası ile yapılan konuşmaydı. O konuşmadan sonra ikisinin de yüzü asılmıştı ama Uğur'a belli etmemeye uğraşmışlardı.

Hasan Bey kızının artık yastan çıkması gerektiğini, onlara kapılarının her zaman açık olduğunu ama sadece ölüm yıldönümünde gelip gitmelerinin acıyı daha da körükleyen bir törene dönüştüğünü kibarca anlatmaya çalışmıştı. İyi günlerin hatırına onların da iyi günlerde yanlarında olmalarını istediğini söylemişti. Asiye Hanım, önce sinirlense de Hasan Beyin haklı olduğunu kabullenmişti sonunda.


Hepsi acıyı farklı yaşıyordu. Önce bunu kabullenmeleri gerekiyordu. Onlar bir evlat kaybetmişti. Uğur ise kocasını! Hasan Bey karısını kaybetmiş biri olarak kızının neler yaşayabileceğini en iyi bilen kişi sıfatı ile konuyu dile getiriyordu. İşte bu nokta Asiye hanımı ve eşini susturan nokta olmuştu.

Sabah gideceklerini söylediklerinde, belli etmese de rahatlamıştı Uğur. Yine gelmelerini dile getirerek, arkalarından bakarken bu yılı da sırların ardında atlattığını düşünüyordu. Her geçen yıl acısı azalacağına artıyordu.

***** 

Onur, geç saatte biten laboratuar çalışmasından sonra bitkin şekilde kapıdan çıktı. Pazartesi geceleri neredeyse dokuza doğru biten dersten sonra eve gidip hemen uyumak istiyordu. Başındaki şapkayı kulaklarına doğru biraz daha çekti. Çok soğuk bir geceydi. Yine uyku hayalleri kurarak metroya doğru yürürken adının seslenildiğini duydu. Okuldan biri sanıp arkasını döndüğünde Sedat ile burun buruna geldi.

“Sen? Hayrola, yolun buradan mı geçiyordu?”  Terslemek istemese de onu bir anda karşısında görmenin heyecanı ile yine yapmıştı.

“Evet, yolum buradan geçti. Özellikle de seni bekledim. Nasılsa eve dönmem lazım. Bari ben götüreyim, dedim.” İkisi de bunun yalan olduğunu biliyordu. Sedat onun için gelmişti.

“Teşekkür ederim. Çok makbule geçti inan. Çok yorgunum.” Onu gördüğüne sevinmesinin tek nedeni buymuş gibi davranıyordu.

“İyi o zaman. Hadi gel araba arka sokakta. Oraya kadar yürüyebilirsin değil mi?”

“O kadar dayanırım ama arabada uyursam kızma olur mu?”  Ne uykusu? Uyumayacağını hatta gece bile uyuyamayacağın bilse de bunları söylüyordu işte.

“Uyu, sorun değil. Sana bir faydam olsun.” Sedat, onu gördüğü için o karda mutluydu ki, kaprisleri bile hoşuna gidiyordu.

Bunları konuşurken bir alt sokağa doğru yürüyorlardı. Onur'un elindeki kitaplarını da almıştı. Yan yana yürürken omuzları hafifçe birbirine değiyordu. Karanlıkta birbirlerinin yüzlerini göremeseler de arada kısacık bakışlar atıyorlardı. Köşeyi döndükten sonra elli metre daha yürümeleri gerekiyordu. Sedat o son metreleri böyle yürümek istemedi. Yavaşça elini eline uzattı. O kadar hafif tutuyordu ki, her an elini çekmek isterse izin vereceğini belli ediyordu.

Oysa Onur o eli sımsıkı tutmak bir daha bırakmamak istiyordu. Sedat gelmekle ona olan ilgisini belli etmişti. Artık kafasında acabaların kalmasını istemiyordu. Elini tutan eli sıkıca kavradı. Sedat elini tutan Onur'a baktı. Adımlarını yavaşlattı. En sonunda durdu ve genç kıza doğru döndü. Atkısının açıkta bıraktığı yüze baktı. Kaç saniyenin geçtiğini, saniyelerin dakikalara doğru yol alıp almadığını fark edemeyecek kadar dalmıştı ikisi de birbirinin gözlerine.

Sedat, derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

“Seni beklerim. Okulun bitene kadar uzak durmak istersen, seni beklerim. Benden biraz hoşlanıyorsan, seni beklerim.”

“Ama...”

“Ne diyeceğini biliyorum. Henüz yeni tanıştık. Daha birbirimizi tanımıyoruz. Ama inan hiçbir şey umurumda değil. Benim ne istediğimi bil. Ben çapkın denilen erkeklerdendim. Ama seni tanıdığımdan beri değiştim.”

“Ama...” Sedat yine konuşturmadı.

“Tanıştığımız gün çarpılmıştım bile. Huyun suyun nedir bilmiyorum. Ama bu sana aşık olmama engel değil ki. Yıldırım aşkı diye bir şey varmış. O günden beri sadece seni düşünüyorum. Eğer biraz ümidim olursa ne kadar beklediğim önemli değil. Yeter ki karşılıksız olmasın duygularım.”

“Ama...”

“Ama deyip durma. Tüm amalarını yok edeceğim. Sadece elimi tutan bu el, elimde kalmak istiyor mu onu bilmem lazım.”

“Konuşabilir miyim?” Sedat kızı hiç konuşturmadığını fark edip sustu. Kafasını sallayıp konuşmasını istedi.

“Elini bırakmak istemiyorum. Senden ayrı kalmak da istemiyorum. Ama okul bitene kadar çok zor günlerim var ve o günlerin aramızı bozmasını da istemiyorum.”

“Ciddisin değil mi?”

“Yoo, akşam akşam şaka yapmak istedim.” Yüzü gülüyordu zaten. Ama Sedat'ın yanlış anlayacağını düşünüp hemen devam etti.

“Evet ciddiyim. Tanıştığımız günden beri sen de benim aklımı kurcalayıp durdun. O çıktığımız gece hayatımın artık asla eskisi gibi olmayacağını anlamıştım. Ama senin benden benim senden hoşlandığım kadar hoşlanmadığını düşündüm. Sonra acı çekmektense baştan ayrılmanın daha akıllıca olacağına karar verdim. Onun için de görüşmeyelim dedim. O günün üstünden topu topu bir hafta geçti ama ben bu bir haftayı on yıl gibi yaşadım. Dün akşam arayınca da ümit doğdu içime. Ve işte buradasın.” İçinde ne varsa dökmüştü. O konuştukça kendi gözlerine takılı yeşil gözlerin sevinçle dolduğunu görüyordu. Gözler yalan söylemez diyen ne kadar da doğru söylemişti!

“Sen var ya... Sen... Sen bir başkasın. Onur, istersen okulun bitene kadar bir daha aramam seni ama okul bittikten sonra benden kurtulamazsın.”

“O kadar dayanamam. Daha dört ay var. Hem sömestrde beni görmek istemiyor musun?”

“Bu akşam sanırım hayatımın en doğru hareketini yaptım. Seni görmek için o kadar beklemeyi asla istemem. Sadece sen istersen katlanırım.”

“İstemiyorum. Ayrı kalmak istemiyorum. Sadece, dersim var dersem kızmamanı istiyorum.”

“Kızmam, asla kızmam. Elimden gelen olsa da sana derslerinde yardım etsem.”

“Sen varken ders çalışamam. O yüzden bu kısmı unut. Ama artık arabaya binelim. Dondum.”

“Hadi hemen gidelim arabaya.” Sedat elini bırakmadan hızlı adımlarla arabaya gitti. Onun kapısını açıp oturttu. Sonra karanlıktan istifade dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp kendi yerine öyle geçti.

Onur, eli dudaklarında oturuyordu. Küçük olması fark etmiyordu. İlk öpücük kadar etkilemişti bu da. Ellerinin titrediğini fark edip kucağında kavuşturdu. Akşamı hiç ummadığı bir şekle bürünmüştü. Hissettiklerinin aşk olduğundan emin değildi. Tek bildiği Sedat'ın yüzünü gördüğü an dünyanın aydınlandığıydı. Önlerinde uzun bir hayat vardı. O süreçte aralarındakinin adını tam koyabilirlerdi. Her ne kadar Sedat ilk görüşte aşk dese de bu ilişkide mantık tarafı Onur olacak gibiydi. Tabii o da duygularına gem vurabilirse.

Sedat arabayı çalıştırıp ara sokaklardan kurtulduktan sonra yine elini tuttu, Onur'un.

“Elimi bırakmak istemediğini söylemiştin. Hemen mi vazgeçtin?”

“Hayır. Vazgeçmedim.”

***** 

Onur eve girdiğinde yüzündeki mutluluk ifadesi hala duruyordu. Uğur ve Umut onu görünce şaşkınlıkla baktılar. İkisi de göz kırpıp neler oldu der gibi baş hareketleri ile sorunca ikisine birden öpücük yollayıp üst kata çıktı. Umut hemen arkasından merdivenleri tırmandı. Daha Onur odaya girmeden yetişmişti.

“Neler oluyor? Ne bu keyif? Sedat mı?”

“Akşam beni almaya geldi. Okul bitene kadar beni bekleyecekmiş. Ayrılmayalım diyor. Umut... O kadar mutluyum ki avaz avaz bağırmak istiyorum.

“Yüzün bağırıyor zaten. Çok sevindim canım. Gel Uğur'a da söyleyelim.”

“Aşağı inemem. Babam da anlar. Rezil olurum.”

“Rezil mi olursun? O ne demek?”

“Ya abla nasıl anlatayım babama? Ailece görüşmeye başladığımız birisi ile çıkıyor olmak sorun olmayacak mı?”

“Saçmaladın. Babam bir kere böyle şeylere takılmaz. Ayrıca ailesini tanıdığı biri ile çıkıyor olman, hatta belki evlenecek olman ancak hoşuna gider.”

“Sedat için kötü düşünmez mi?”

“Yok, sen gerçekten saçmalıyorsun. Kızım turşu kurmayacak ya. Hepimiz bir gün evleneceğiz. O yüzden, evleneceğimiz kişilerin onun da sevdiği birilerinin olması çok önemli. Hadi inelim.”

“Sen in. Ben birazdan gelirim.”

“İn ama!”

Onur, üstündekileri çıkartıp eşofmanlarını giydi. Bir süre yatağın üstüne oturup arabadaki konuşmalarını anımsadı.

Sedat, onu özlediğini ve onun uygun bulduğu zamanlarda görüşmek istediğini, kendisini rahat hissetmezse okul bitene kadar da görüşmeden sabırla bekleyebileceğini söylemişti. Onur, ona bir gün önceden haber vererek görüşebileceğini, görüşme araları uzarsa kızmamasını yine söylemiş, sonra ise birbirlerini tanımak için yeni sorular ile konuşmaya devam etmişlerdi. Bir ara radyoyu açmış, çalan şarkılara birlikte eşlik etmişlerdi. Sedat'ın sesi çok güzeldi ve Onur bir süre sonra susup onu dinlemeye başlamıştı. Radyoda o sırada çalan Serdar Ortaç şarkısıydı. Kendisi pek sevmese de Sedat'ın radyonun sesini biraz daha açması ile duyduklarına inanamadı. Sanki kendileri için yazılmıştı.

Seni öptüğüm ilk gece bahçede
Yüreğim duruyor orda öylece
Hadi git getir al uyanınca otur yanıma
Denedim yetecek mi ki sabrımız
Bitecek mi gönül deli kahrımız

hadi ben bir hata yapıp ayrıldım
Aynını sen yapma
Hadi çal giderken kapımı
Nefes aldığım süre seninim
Kapadım bütün yollarımı
Bebeğim gülüm serserinim


“Onur...”

“Efendim?”

“Seni sevdiğimi bil istedim.”

O cümleden sonra Onur söyleyecek söz bulamamıştı. İnanılmaz geliyordu. Ama gözleri o kadar gerçek bakıyordu ki. İnanması gerekiyordu.

Evin önüne gelmeden önce arabayı durdurmuş, öpmeden ayrılamam, diyerek önce küçük öpücüklerle başlamıştı. En sonunda zorla ayrılmışlar, gülümseyerek birbirlerine bakıp hiç konuşmadan evin önüne gelmişlerdi. En son Onur, seni ararım, diyerek inmişti arabadan.

Öpüştükleri anları yeniden düşünmek yüzünü kızartmıştı. Nasıl da rahattı yanında. Demek ki böyle oluyor, diye düşündü. Gerçekten hoşlandığının biri ile öpüştüğünde bunları hissediyorsun!

Daha fazla hayale dalmadan büyük ablaya rapor vermek için ayağa kalktı.

***** 

Zeycan, İbrahim ve Yunus ile yaptığı konuşmadan üç gün sonra, istenen randevuyu ayarlamış, görüşmeye gitmişti. Ünsal Hepar adlı genç iş adamı, son beş yıldır çok büyümüş bir şirketin sahibiydi. İthalat ihracat yapan şirketin nakliye işlerini zaten Tutanoğlu ile yapan Ünsal Hepar, aileyi de şu an içinde bulundukları durumu da biliyordu.

Zeycan ile evlenmeyi istemesinin ardında genç kızı görüp beğenmesi de vardı ama asıl amacının aile ile ortak iş yapmak olduğunu dile getirmese de hareketleri ile anlatıyordu.

Zeycan, adamı ilk gördüğünde şaşırmıştı. Gerçekten tahmininden genç ve yakışıklıydı. Yengesi yaşı büyük demişti ama en fazla otuz gösteriyordu. Böyle bir adam neden tanımadığı bir kızla, borçları ödemek için anlaşmalı evlilik yapmak isterdi ki? Zeycan o isteklerin sadece aile ile ortak olmanın ötesinde amaç taşıdığını düşünüyordu. 

Onlar buluşup konuşurken aynı yerde iki masa ötede olan İbrahim ile Yunus da onları izliyordu. İbrahim, Zeycan'ın oturduğu masayı görecek şekilde oturmak istemiş ama Yunus engellemişti. “Sen onların hareketlerine dalar asıl yakalaman gerekenleri kaçırırsın. Merak etme ben izlerim onları.” diyerek diğer masayı görür şekilde oturmuştu.

Zeycan'ın otele geldiği gün Yunus her şeyi anlamış, İbrahim'i de konuşturmuştu. Zeycan ile kendi arkadaşlığını, genç kızın yaşadıklarını anlatmıştı. İbrahim, ikisi arasındaki arkadaşlığı anlayınca kızgınlığı bir yana bırakmıştı. Yunus'a güveniyordu.

Zeycan, Ünsal ile uzun süre konuşmuş, ağabeylerinin mutluluk duyacağı bir gün yaşamıştı.  İbrahim için ise orada geçen süre tahammülün üzerinde sinir bozucu olmuştu. En sonunda masadan kalkıp gitmişti. Yunus, onun neler hissettiğini anladığı için sesini çıkartmamıştı. Zeycan ise İbrahim'in duygularının farkında bile değildi.

İkilinin konuşmaları uzadıkça Yunus da işkillenmeye başlamıştı. Acaba Zeycan genç erkeği beğenmiş miydi? O yüzden mi öyle uzun uzun konuşmuştu?

Seslerini duyamıyor sadece mimiklerini izleyebiliyordu. İbrahim de daha masaya dönmemişti. Onun nerede olduğuna bakarken önündeki masada hareket olduğunu fark etti. Kalkıyorlardı. Zeycan önden yürürken erkek de hafifçe belinden tutup yönlendiriyordu. İbrahim'in bunları görmediğini umuyordu!

“Kalkalım.” İbrahim görmüştü! Masanın yanında ayakta duruyor, Yunus'un kalkmasını bekliyordu.

“Görüldüğü gibi olmayabilir!”

“Görüldüğü gibi sanırım. Keşke sen haklı olsan. Ama onu beğendi. Bu belli. Bırakalım kararını o versin.”

Yunus bir şey söyleyemedi. Hesabı ödeyip soğuk havaya çıktılar. Kar yağmaya devam ediyordu...

***** 

İkili otele geldiğinde sürpriz onları bekliyordu. Zeycan bekleme salonunda koltuğa gömülmüş kapıya gözlerini dikmiş oturuyordu. İkisini kapıda gördüğünde hemen yerinden kalktı.

“Nerede kaldınız?”

“Sen ne zaman geldin?”

“Beni eve bırakmak istedi ama ben işim var diyerek yolda indim. Hemen buraya geldim. Yarım saattir sizi bekliyorum.”

İbrahim yine sessizdi. Yunus, onun konuşmayacağını anlayınca devam etti.

“Biz de biraz yürüyelim dedik. Otelden dışarı çıkmayınca içimiz sıkılmış. Hem biraz gözümüzü gönlümüzü hem de bacaklarımızı açtık. Yürüyüş iyi geldi.” Sanki görüşmenin önemi yokmuş gibi konuşuyordu. İbrahim'in daha çok üzülmesini istemiyordu. Zeycan da olanlara anlam veremiyordu. Bir şey yokmuş gibi yürüyüş mü yapmışlardı?

“Planınız ne?”

“Ne planı?” Bu kez İbrahim'di konuşan. Zeycan'ın otelde olmasına sevinmişti. İyi de bu ne demek oluyordu? Görünen gibi değil miydi yaşananlar? 

“Ne planı mı? Hani beni bu evlilikten kurtaracaktınız? Fikir mi değiştirdiniz?” Sesi korku doluydu. Ya yardım etmezlerse?

“Kurtulmak istediğinden emin misin?” İbrahim emin olmak istiyordu. Belini tutmasına izin verdiği an kaybettiğini sanmıştı ama şimdi bir umudu vardı.

“Bu nasıl soru? Elbette eminim. Ben sevmediğim biri ile evlenmek istemem.”

Yunus, Zeycan'a dönüp “Sevdiğin var mı?” diye sordu. İbrahim pür dikkat dinliyordu.

“Yunus ağabey, ne biçim soru o? Sen benim sorumu yanıtlasana. Planınız ne?”

“Zeycan'cığım, sen o kadar koyu muhabbet yapınca biz de evlenmek isteyeceğin biri olarak yorumladık. Plan falan yapmadık. Ama madem sen sevmediğin ile evlenmezsin biz de plan yaparız. Ama sevdiğin varsa, onunla evlenmen için de gerekeni yaparız.”

“Yok kimse.”

“Şimdi anlat bakalım kimmiş, neymiş, adından sanından başka neler öğrendin?”

Zeycan, konuşma boyunca edindiği tüm bilgileri ikiliye anlattı. O bilgiler ile Ünsal Hepar'ın gerçek bilgilerini karşılaştıracaklar, farklı bir şeyler yakalarlarsa üstüne gideceklerdi.


*****

Hafta sonu yaklaştığında ne İstanbul'dakilerin ne de Gaziantep’tekilerin işleri yoluna girmişti.

Yunus, Umut'u çok özlemiş ama inatla aramamıştı.

Umut, Yunus'un gününü gün ettiğinden emindi. Onur, Sedat ile yine görüşmüş, Yunus hakkında ondan bilgi almıştı. Zeycan ve İbrahim ile iyi vakit geçirdiğini, bol bol gezdiğini öğrenmişti. Aramak aklına gelmediğine göre keyfi gerçekten yerindeydi.

Uğur, Erhan ile tedaviye devam ediyordu ama neredeyse hiç konuşmuyorlardı. Onun asker olduğunu, hata yaparsa bir askerin daha canını yakacağını aklına getirmemek için çok çaba harcıyordu.

Erhan, sık sık Yunus ve İbrahim ile konuşuyordu. Yunus'tan İbrahim'in durumunu da öğrenmişti. Arkadaşını kızdırıyordu. İşini doğru yap, kızı görmek için benim mahkemeyi uzatma sakın, diye başının etini yiyordu. Arkadaşı ile şakalaşırken, doktoru ile iki çift laf konuşamıyordu. Ağrıları iyice azalmıştı. Daha uzun süre maketi ile uğraşabiliyor, daha uzun süre ayakta kalabiliyordu. Ama doktoru ile her geçen gün daha az konuşabiliyordu.

Sedat ile Onur ise her yaşanan olumsuzluktan uzak birbirlerini daha yakından tanımaya çalışıyor, genelde her gün telefon ile görüşüyordu. İkisi de telefonların yetmediğinin farkındaydı ama Onur'un dersleri çoktu. Sedat da verdiği sözü tutuyordu.

Alihan Bey ile Hasan Bey ise hafta içi iki kez görüşmüş, birinde birlikte Yusufçuk ile yürümüş, diğer buluşmada kahveye gidip arkadaşları ile muhabbet etmişti.

O haftanın en kötü günlerini Zeycan ile İbrahim yaşamıştı...

*****

Hafta sonu Ünsal'ın ailesi tanışmaya gelecekti. Aslında hemen söz kesilmesini istiyorlardı ama Zeycan vakit kazanmak için bir hafta sonrasına ertelenmesini istemişti ağabeylerinden.  “Böylece evliliğin para için olmadığı imajını veririz. Konu komşuya rezil olmam.” dediğinde yengesi de hemen destek olmuştu.  Züleyha, kocasının ikna olmadığını düşündüğü için hemen atağa geçti.

“Yarın, söz için güzel bir elbise alalım mı? Şöyle uzun etekli, şifon mesela?”

“İstemem yenge, gerek yok.”

“Ama normal kıyafetlerle söz kesilmez. Bak özel bir şeyler alırsak senin de çocuğu istediğin anlaşılır. Aslında, Ünsal kötü biri değil. Hoş sohbette.”

“Haklısın yenge. Ben de o gece şık olmalıyım.”

Zeycan nihayet anlamıştı Züleyha'nın amacını. İki ağabeyi memnundu. Kemal ağabeyinin eşi Ayşe ise, her şeyden habersiz sadece anlatılanlara onay veriyordu. Zaten en sessizlerden biri oydu.

Kemal ağabeyi eşini de alıp evine gitmek için kalktığında Zeycan'ın yanına geldi. Kardeşine sarılıp, 'İnşallah güzel olur her şey. Senin üzülmeni asla istemiyorum. Ama inan çıkar yol bulamadık.' dedi.  Zeycan da oyununa devem ederek, 'Üzülme, Ünsal'ı tanıyınca severim. Kötü biri değil.' diyerek yanıt verdi.

Bir hafta daha kazanmıştı Zeycan!  

***** 

İbrahim ile Yunus cumartesi sabahı kahvaltı ederken konuşuyorlardı. Daha doğrusu Yunus konuşuyor İbrahim dinliyordu. Aklı fikri o gün Zeycan'ı görmeye gelecek olanlardaydı. Biraz daha süre olsa bu evliliği kesin olarak engellerdi ama şu an Zeycan'ın kazandığı bir haftadan fazlası yoktu ellerinde. Bir hafta sonra söz kesilirse adetleri gereği geri dönmezlerdi. O sözden önce neler yapabileceğini bilmiyordu.

Yunus ise kendi dertlerini bir yana bırakmalıydı. Çözüm bulamıyordu nasıl olsa! Pazar günü dönecekti. Sekiz gündür Umut ne aramış ne mesaj atmıştı. Neler yaptığını bilmiyor sadece sağlığının iyi olduğunu Sedat vasıtası ile öğreniyordu. Gece gündüz aklından çıkmayan kadının kendisini hiç merak etmemesi inanılır gibi değildi. Umut, asla onun hissettiklerini hissetmiyordu. Bu kesindi. Hatta belki de bu sürede hayatına yeni biri girmişti. Ne Sedat'a ne de Umut'a soramayacağı bir soruydu bu. Günler geceler içini yemişti bu düşünce. Yarın onunla aynı havayı soluyacaktı. Ya tüm hayallerinin yıkılacağı bir durumla karşılaşırsa? Kimdi şu evlenmek isteyen? Kerim mi Kerem mi? Ya ikna ettiyse? Buraya kaçarken hem Erhan'a yardımcı olmak hem de kendi duygularını bastırmak hatta yok etmek için yola çıktığını düşünüyordu. Oysa şimdi gayet net biliyordu. Bir hafta ya da kilometreler Umut'a olan sevgisini köreltmeyecekti. Aksine o kadar çok özlemişti ki her gece rüyasında onunla uğraşıyor, bazen birlikte gülüyorlar bazen onun peşinden koşuyor, bazen de Umut tarafından tersleniyordu. İşte o terslendiği rüyalar en acımasız olanlardı. Uyandığında ter içinde ve korku dolu oluyordu.

Düşünmektense İbrahim'in kafasını dağıtmak daha mantıklıydı. İbrahim, Zeycan'a olan ilgisinin büyüklüğünü anlatmış, duygularını dizginleyemediğini söylemişti. Yunus, kendi durumu ile benzerlik gösteren yeni arkadaşına destek olmaya çalışıyordu. Ama kendi özlemi de her geçen gün artıyordu. Geldiğinden beri Umut'un hediyesi olan kazağı üçüncü kez giymişti.

Kendi düşüncelerinden sıyrılmak, İbrahim'i de hayata döndürmek için son inceledikleri ve ümitlerini arttıran dosyanın konusunu açtı. Günlerdir neredeyse kendi aralarında şifre geliştirmiş o şekilde konuşuyorlardı.

Fuat o gün yeni bir dosya daha yollayacaktı. O dosyada çözüme yaklaşacak bilgiler olacağından emindiler. Dosya öğleden sonra posta kutusunda olacağı için o saate kadar ellerindeki dosyaları inceleyeceklerdi. Diz üstü bilgisayarlarını açarak ikisi de masanın üstüne koydu. Bir yandan kahvaltı edip bir yandan da dosya okuyorlardı.

Kahvaltı bitip keyif çaylarını yudumlarken yemek salonuna Zeycan girdi. İlk gören Yunus oldu. İbrahim kapıya arkası dönük oturduğu için yanlarına gelene kadar fark etmemişti. Yunus da onun yüzünü görmek için söylememişti. Bu kız bu adamı kalpten götürecek, diye geçirdi içinden.

“Kahvaltıyı kaçırdım mı?”

Sesi duyan İbrahim kafasını hışımla Zeycan'dan tarafa çevirdi. En son görmeyi umduğu kişi karşısındaydı. Telaşla ayağa kalktı, “Kaçırmış sayılmazsın.” Yanındaki sandalyeyi çekip yer gösterdi. Zeycan yüzündeki tebessümle teşekkür etti. Yavaşça oturdu.

“Seni beklemiyordum.”

“Belli oluyor. Ama zaten son anda karar verdim gelmeye. Birazdan yengemle buluşup alışveriş yapacağız. Ben kuaföre gideceğim deyip erken çıktım evden. Akşam için güzelleşmem gerekiyor.”

Zeycan içinde bulunduğu acı durum ile dalga geçiyordu ama İbrahim ciddiye almış, kaşlarını çatmıştı. Yunus ise hallerini izleyip çayını yudumluyordu.

“Sen bu evliliği istemediğinden emin misin? Ne hazırlığı bu?” İbrahim, soruyu sorduktan sonra ağzından çıkanın farkına vardı.

Hesap mı sormuştu? Evet, kendinde ne hak görüyorsa hesap sormuştu? Zeycan, soru dolu gözlerle baktı bir süre. Sonra da karşısındaki erkeği çileden çıkardığını bilmeden, “Güzelleşmeliyim ki haftaya evet diyeceğimi sanmalı. Beni rahat bırakmalı hepsi. O arada siz de beni bu saçmalıktan kesin kurtarmalısınız.”

“Tek nedeni bu mu?” Kendisini durdurmalıydı. Yoksa tüm duygularını ortaya dökecekti.

“Evet, inan tek neden bu. Ben sevmediğim ile evlenmem. Ya da en azından evlenmek istemem. Ama siz elinizi çabuk tutmazsanız evlenmek zorunda kalabilirim. Üstelik adam beni resmen satın alıyor. İğrenç bir şey bu!” Zeycan, bunları söylerken midesinin gerçekten bulandığı yüzünden anlaşılıyordu. Ama burada asıl İbrahim'in dikkatini çeken başka bir noktaydı.

“Bunu ikinci kez söylüyorsun. Daha önce Yunus da sormuştu. Sevdiğin var mı?” İbrahim yanıttan korkarken, Yunus gülmesini gizlemek için kucağındaki peçeteyi ağzına götürmüş, öksürüyormuş gibi yapıyordu. İbrahim atağa geçmişti...

Zeycan, bu kadar açık soru beklemediği için kıpkırmızı olmuştu. Ne diyecekti şimdi? Hem de Yunus ağabeyinin yanında!

“Ya o lafın gelişi.”

“Ne demek lafın gelişi? Yani sevdiğin ile evlenmek istemiyor musun?”

“Yok, tabii istiyorum. Ama yani sevdiğim derken... Ay nasıl anlatacağımı bilemedim. Neyse bana çay söyleyin de sonra gideyim. Kuaföre gecikmeyeyim.” Bunları söylerken Yunus'a kaçamak bakışlar atıyordu.

İbrahim, garsona işaret edip üç çay söyledi. Yunus müdahale etti. “Ben sonra içerim. Gazete alıp geleyim.” diyerek kalktı masadan. Hazır İbrahim konuşmaya başlamışken, fırsat vermekte yarar vardı.

İbrahim ya o an konuşacak ya da vazgeçecekti. Daha fazla içinde tutamayacağını anladığı için ne olursa olsun dedi ve Zeycan'a döndü.

“Yunus yokken yanıt verir misin? Sevdiğin Erhan mı? Onun için mi başkası ile evlenmek istemiyorsun?”

Zeycan kulaklarına inanamadı. Erhan ağabeyini çok seviyordu. Hatta kısa süre etkisine bile girdiğini düşünmüştü. Ama gerçek duygularının aşkla ilgisi yoktu. Erhan'ı çok seviyordu ama emindi, ona aşık değildi. Çünkü aşık olsa yanındaki erkekten bu kadar etkilenmesi doğru olmazdı. Bunu da söyleyemezdi ya!

“Erhan ağabeyimi çok severim. O benim sırdaşımdır. Çok da yakışıklıdır ama ağabeyim gibidir.”

İbrahim, bir konuda yanıldığına hiç bu kadar sevinmemişti. Erhan tarafından içi rahattı zaten ama Zeycan da ağabeyi gibi gördüğünü söylediğine göre... İyi ama ya başkası?

“Peki, kim o halde sevdiğin? Evlenmek istediğin?”

“Yok, öyle biri. Sadece sevdiğimle evlenmek istiyorum, demek istemiştim. Ama kimse yok hayatımda.”

“Anladım.” İçi rahatlamamıştı ki. Sevdiği yoktu demek ki. Yani kendisi de o sınıfa girmiyordu.  İbrahim, daha ne kadar zamandır tanıştıklarını, bu tanışıklığın nedenlerini ve içinde bulundukları durumu mantıklı şekilde yorumlayacak durumda değildi. O an aklındaki tek şey Zeycan'a olan sevgisiydi. Tanımıyor olması da engel değildi. Onun o güzel gözlerinde gördükleri yetiyordu. Yaptıkları konuşmalardan edindikleri ile zaten tanıyor gibi hissediyordu. Gözlerini alamıyor, genç kızın yüzünü ezberlemek ister gibi bakıyordu. En çok da gözlerine ve dudaklarına takılıyordu bakışları.

Zeycan da o bakışların farkındaydı. Gözlerine bakarken içi karışıyordu. Neler hissettiğini yorumlayamıyor ellerinin terlemesini ve titremesini engelleyemiyordu. Hele dudaklarına baktığında, dudaklarını yalayarak heyecanını belli etmemek için zor tutuyordu kendisini

“Ben artık gideyim.”

Ayağa kalkmıştı. İbrahim de ayağa kalktı. Kolunu hafifçe tutup durdurdu genç kızı. Ne olursa olsun, kendisini, duygularını belli edecekti.

Genç kız kolunu tutan ele baktı şaşkınlıkla. Sıkmıyordu ama gitmesini istemediği belliydi.

“Zeycan...”

“Efendim?”

“Onun için güzelleşme.”



1 yorum: