*****
Uğur,
büyük sabırla geçen üç günden sonra kayınvalidesini ve kayınpederini yolcu
etti.
Aslında
iki gün daha kalma planları olan ikilinin erken gitmesinin nedeni bir önceki
gece babası ile yapılan konuşmaydı. O konuşmadan sonra ikisinin de yüzü asılmıştı
ama Uğur'a belli etmemeye uğraşmışlardı.
Hasan
Bey kızının artık yastan çıkması gerektiğini, onlara kapılarının her zaman açık
olduğunu ama sadece ölüm yıldönümünde gelip gitmelerinin acıyı daha da
körükleyen bir törene dönüştüğünü kibarca anlatmaya çalışmıştı. İyi günlerin
hatırına onların da iyi günlerde yanlarında olmalarını istediğini söylemişti.
Asiye Hanım, önce sinirlense de Hasan Beyin haklı olduğunu kabullenmişti
sonunda.
Hepsi
acıyı farklı yaşıyordu. Önce bunu kabullenmeleri gerekiyordu. Onlar bir evlat
kaybetmişti. Uğur ise kocasını! Hasan Bey karısını kaybetmiş biri olarak
kızının neler yaşayabileceğini en iyi bilen kişi sıfatı ile konuyu dile
getiriyordu. İşte bu nokta Asiye hanımı ve eşini susturan nokta olmuştu.
Sabah
gideceklerini söylediklerinde, belli etmese de rahatlamıştı Uğur. Yine
gelmelerini dile getirerek, arkalarından bakarken bu yılı da sırların ardında
atlattığını düşünüyordu. Her geçen yıl acısı azalacağına artıyordu.
*****
Onur,
geç saatte biten laboratuar çalışmasından sonra bitkin şekilde kapıdan çıktı.
Pazartesi geceleri neredeyse dokuza doğru biten dersten sonra eve gidip hemen
uyumak istiyordu. Başındaki şapkayı kulaklarına doğru biraz daha çekti. Çok
soğuk bir geceydi. Yine uyku hayalleri kurarak metroya doğru yürürken adının
seslenildiğini duydu. Okuldan biri sanıp arkasını döndüğünde Sedat ile burun
buruna geldi.
“Sen?
Hayrola, yolun buradan mı geçiyordu?”
Terslemek istemese de onu bir anda karşısında görmenin heyecanı ile yine
yapmıştı.
“Evet,
yolum buradan geçti. Özellikle de seni bekledim. Nasılsa eve dönmem lazım. Bari
ben götüreyim, dedim.” İkisi de bunun yalan olduğunu biliyordu. Sedat onun için
gelmişti.
“Teşekkür
ederim. Çok makbule geçti inan. Çok yorgunum.” Onu gördüğüne sevinmesinin tek
nedeni buymuş gibi davranıyordu.
“İyi
o zaman. Hadi gel araba arka sokakta. Oraya kadar yürüyebilirsin değil mi?”
“O
kadar dayanırım ama arabada uyursam kızma olur mu?” Ne uykusu? Uyumayacağını hatta gece bile
uyuyamayacağın bilse de bunları söylüyordu işte.
“Uyu,
sorun değil. Sana bir faydam olsun.” Sedat, onu gördüğü için o karda mutluydu
ki, kaprisleri bile hoşuna gidiyordu.
Bunları
konuşurken bir alt sokağa doğru yürüyorlardı. Onur'un elindeki kitaplarını da
almıştı. Yan yana yürürken omuzları hafifçe birbirine değiyordu. Karanlıkta
birbirlerinin yüzlerini göremeseler de arada kısacık bakışlar atıyorlardı.
Köşeyi döndükten sonra elli metre daha yürümeleri gerekiyordu. Sedat o son
metreleri böyle yürümek istemedi. Yavaşça elini eline uzattı. O kadar hafif
tutuyordu ki, her an elini çekmek isterse izin vereceğini belli ediyordu.
Oysa
Onur o eli sımsıkı tutmak bir daha bırakmamak istiyordu. Sedat gelmekle ona
olan ilgisini belli etmişti. Artık kafasında acabaların kalmasını istemiyordu.
Elini tutan eli sıkıca kavradı. Sedat elini tutan Onur'a baktı. Adımlarını
yavaşlattı. En sonunda durdu ve genç kıza doğru döndü. Atkısının açıkta
bıraktığı yüze baktı. Kaç saniyenin geçtiğini, saniyelerin dakikalara doğru yol
alıp almadığını fark edemeyecek kadar dalmıştı ikisi de birbirinin gözlerine.
Sedat,
derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
“Seni
beklerim. Okulun bitene kadar uzak durmak istersen, seni beklerim. Benden biraz
hoşlanıyorsan, seni beklerim.”
“Ama...”
“Ne
diyeceğini biliyorum. Henüz yeni tanıştık. Daha birbirimizi tanımıyoruz. Ama
inan hiçbir şey umurumda değil. Benim ne istediğimi bil. Ben çapkın denilen
erkeklerdendim. Ama seni tanıdığımdan beri değiştim.”
“Ama...”
Sedat yine konuşturmadı.
“Tanıştığımız
gün çarpılmıştım bile. Huyun suyun nedir bilmiyorum. Ama bu sana aşık olmama
engel değil ki. Yıldırım aşkı diye bir şey varmış. O günden beri sadece seni
düşünüyorum. Eğer biraz ümidim olursa ne kadar beklediğim önemli değil. Yeter
ki karşılıksız olmasın duygularım.”
“Ama...”
“Ama
deyip durma. Tüm amalarını yok edeceğim. Sadece elimi tutan bu el, elimde
kalmak istiyor mu onu bilmem lazım.”
“Konuşabilir
miyim?” Sedat kızı hiç konuşturmadığını fark edip sustu. Kafasını sallayıp
konuşmasını istedi.
“Elini
bırakmak istemiyorum. Senden ayrı kalmak da istemiyorum. Ama okul bitene kadar
çok zor günlerim var ve o günlerin aramızı bozmasını da istemiyorum.”
“Ciddisin
değil mi?”
“Yoo,
akşam akşam şaka yapmak istedim.” Yüzü gülüyordu zaten. Ama Sedat'ın yanlış anlayacağını
düşünüp hemen devam etti.
“Evet
ciddiyim. Tanıştığımız günden beri sen de benim aklımı kurcalayıp durdun. O
çıktığımız gece hayatımın artık asla eskisi gibi olmayacağını anlamıştım. Ama
senin benden benim senden hoşlandığım kadar hoşlanmadığını düşündüm. Sonra acı
çekmektense baştan ayrılmanın daha akıllıca olacağına karar verdim. Onun için
de görüşmeyelim dedim. O günün üstünden topu topu bir hafta geçti ama ben bu
bir haftayı on yıl gibi yaşadım. Dün akşam arayınca da ümit doğdu içime. Ve işte
buradasın.” İçinde ne varsa dökmüştü. O konuştukça kendi gözlerine takılı yeşil
gözlerin sevinçle dolduğunu görüyordu. Gözler yalan söylemez diyen ne kadar da
doğru söylemişti!
“Sen
var ya... Sen... Sen bir başkasın. Onur, istersen okulun bitene kadar bir daha
aramam seni ama okul bittikten sonra benden kurtulamazsın.”
“O
kadar dayanamam. Daha dört ay var. Hem sömestrde beni görmek istemiyor musun?”
“Bu
akşam sanırım hayatımın en doğru hareketini yaptım. Seni görmek için o kadar
beklemeyi asla istemem. Sadece sen istersen katlanırım.”
“İstemiyorum.
Ayrı kalmak istemiyorum. Sadece, dersim var dersem kızmamanı istiyorum.”
“Kızmam,
asla kızmam. Elimden gelen olsa da sana derslerinde yardım etsem.”
“Sen
varken ders çalışamam. O yüzden bu kısmı unut. Ama artık arabaya binelim.
Dondum.”
“Hadi
hemen gidelim arabaya.” Sedat elini bırakmadan hızlı adımlarla arabaya gitti.
Onun kapısını açıp oturttu. Sonra karanlıktan istifade dudaklarına küçük bir
öpücük bırakıp kendi yerine öyle geçti.
Onur,
eli dudaklarında oturuyordu. Küçük olması fark etmiyordu. İlk öpücük kadar
etkilemişti bu da. Ellerinin titrediğini fark edip kucağında kavuşturdu. Akşamı
hiç ummadığı bir şekle bürünmüştü. Hissettiklerinin aşk olduğundan emin
değildi. Tek bildiği Sedat'ın yüzünü gördüğü an dünyanın aydınlandığıydı.
Önlerinde uzun bir hayat vardı. O süreçte aralarındakinin adını tam
koyabilirlerdi. Her ne kadar Sedat ilk görüşte aşk dese de bu ilişkide mantık
tarafı Onur olacak gibiydi. Tabii o da duygularına gem vurabilirse.
Sedat
arabayı çalıştırıp ara sokaklardan kurtulduktan sonra yine elini tuttu,
Onur'un.
“Elimi
bırakmak istemediğini söylemiştin. Hemen mi vazgeçtin?”
“Hayır.
Vazgeçmedim.”
*****
Onur
eve girdiğinde yüzündeki mutluluk ifadesi hala duruyordu. Uğur ve Umut onu görünce
şaşkınlıkla baktılar. İkisi de göz kırpıp neler oldu der gibi baş hareketleri
ile sorunca ikisine birden öpücük yollayıp üst kata çıktı. Umut hemen
arkasından merdivenleri tırmandı. Daha Onur odaya girmeden yetişmişti.
“Neler
oluyor? Ne bu keyif? Sedat mı?”
“Akşam
beni almaya geldi. Okul bitene kadar beni bekleyecekmiş. Ayrılmayalım diyor.
Umut... O kadar mutluyum ki avaz avaz bağırmak istiyorum.
“Yüzün
bağırıyor zaten. Çok sevindim canım. Gel Uğur'a da söyleyelim.”
“Aşağı
inemem. Babam da anlar. Rezil olurum.”
“Rezil
mi olursun? O ne demek?”
“Ya
abla nasıl anlatayım babama? Ailece görüşmeye başladığımız birisi ile çıkıyor
olmak sorun olmayacak mı?”
“Saçmaladın.
Babam bir kere böyle şeylere takılmaz. Ayrıca ailesini tanıdığı biri ile
çıkıyor olman, hatta belki evlenecek olman ancak hoşuna gider.”
“Sedat
için kötü düşünmez mi?”
“Yok,
sen gerçekten saçmalıyorsun. Kızım turşu kurmayacak ya. Hepimiz bir gün
evleneceğiz. O yüzden, evleneceğimiz kişilerin onun da sevdiği birilerinin
olması çok önemli. Hadi inelim.”
“Sen
in. Ben birazdan gelirim.”
“İn
ama!”
Onur,
üstündekileri çıkartıp eşofmanlarını giydi. Bir süre yatağın üstüne oturup
arabadaki konuşmalarını anımsadı.
Sedat,
onu özlediğini ve onun uygun bulduğu zamanlarda görüşmek istediğini, kendisini
rahat hissetmezse okul bitene kadar da görüşmeden sabırla bekleyebileceğini
söylemişti. Onur, ona bir gün önceden haber vererek görüşebileceğini, görüşme
araları uzarsa kızmamasını yine söylemiş, sonra ise birbirlerini tanımak için
yeni sorular ile konuşmaya devam etmişlerdi. Bir ara radyoyu açmış, çalan
şarkılara birlikte eşlik etmişlerdi. Sedat'ın sesi çok güzeldi ve Onur bir süre
sonra susup onu dinlemeye başlamıştı. Radyoda o sırada çalan Serdar Ortaç
şarkısıydı. Kendisi pek sevmese de Sedat'ın radyonun sesini biraz daha açması
ile duyduklarına inanamadı. Sanki kendileri için yazılmıştı.
Seni
öptüğüm ilk gece bahçede
Yüreğim duruyor orda öylece
Hadi git getir al uyanınca otur yanıma
Yüreğim duruyor orda öylece
Hadi git getir al uyanınca otur yanıma
Denedim
yetecek mi ki sabrımız
Bitecek mi gönül deli kahrımız
Bitecek mi gönül deli kahrımız
hadi ben bir hata yapıp ayrıldım
Aynını sen yapma
Hadi
çal giderken kapımı
Nefes aldığım süre seninim
Kapadım bütün yollarımı
Bebeğim gülüm serserinim
Nefes aldığım süre seninim
Kapadım bütün yollarımı
Bebeğim gülüm serserinim
“Onur...”
“Efendim?”
“Seni
sevdiğimi bil istedim.”
O
cümleden sonra Onur söyleyecek söz bulamamıştı. İnanılmaz geliyordu. Ama
gözleri o kadar gerçek bakıyordu ki. İnanması gerekiyordu.
Evin
önüne gelmeden önce arabayı durdurmuş, öpmeden ayrılamam, diyerek önce küçük
öpücüklerle başlamıştı. En sonunda zorla ayrılmışlar, gülümseyerek birbirlerine
bakıp hiç konuşmadan evin önüne gelmişlerdi. En son Onur, seni ararım, diyerek
inmişti arabadan.
Öpüştükleri
anları yeniden düşünmek yüzünü kızartmıştı. Nasıl da rahattı yanında. Demek ki
böyle oluyor, diye düşündü. Gerçekten hoşlandığının biri ile öpüştüğünde
bunları hissediyorsun!
Daha
fazla hayale dalmadan büyük ablaya rapor vermek için ayağa kalktı.
*****
Zeycan,
İbrahim ve Yunus ile yaptığı konuşmadan üç gün sonra, istenen randevuyu
ayarlamış, görüşmeye gitmişti. Ünsal Hepar adlı genç iş adamı, son beş yıldır
çok büyümüş bir şirketin sahibiydi. İthalat ihracat yapan şirketin nakliye işlerini
zaten Tutanoğlu ile yapan Ünsal Hepar, aileyi de şu an içinde bulundukları
durumu da biliyordu.
Zeycan
ile evlenmeyi istemesinin ardında genç kızı görüp beğenmesi de vardı ama asıl
amacının aile ile ortak iş yapmak olduğunu dile getirmese de hareketleri ile
anlatıyordu.
Zeycan,
adamı ilk gördüğünde şaşırmıştı. Gerçekten tahmininden genç ve yakışıklıydı.
Yengesi yaşı büyük demişti ama en fazla otuz gösteriyordu. Böyle bir adam neden
tanımadığı bir kızla, borçları ödemek için anlaşmalı evlilik yapmak isterdi ki?
Zeycan o isteklerin sadece aile ile ortak olmanın ötesinde amaç taşıdığını
düşünüyordu.
Onlar
buluşup konuşurken aynı yerde iki masa ötede olan İbrahim ile Yunus da onları
izliyordu. İbrahim, Zeycan'ın oturduğu masayı görecek şekilde oturmak istemiş
ama Yunus engellemişti. “Sen onların hareketlerine dalar asıl yakalaman
gerekenleri kaçırırsın. Merak etme ben izlerim onları.” diyerek diğer masayı
görür şekilde oturmuştu.
Zeycan'ın
otele geldiği gün Yunus her şeyi anlamış, İbrahim'i de konuşturmuştu. Zeycan
ile kendi arkadaşlığını, genç kızın yaşadıklarını anlatmıştı. İbrahim, ikisi
arasındaki arkadaşlığı anlayınca kızgınlığı bir yana bırakmıştı. Yunus'a
güveniyordu.
Zeycan,
Ünsal ile uzun süre konuşmuş, ağabeylerinin mutluluk duyacağı bir gün
yaşamıştı. İbrahim için ise orada geçen
süre tahammülün üzerinde sinir bozucu olmuştu. En sonunda masadan kalkıp
gitmişti. Yunus, onun neler hissettiğini anladığı için sesini çıkartmamıştı.
Zeycan ise İbrahim'in duygularının farkında bile değildi.
İkilinin
konuşmaları uzadıkça Yunus da işkillenmeye başlamıştı. Acaba Zeycan genç erkeği
beğenmiş miydi? O yüzden mi öyle uzun uzun konuşmuştu?
Seslerini
duyamıyor sadece mimiklerini izleyebiliyordu. İbrahim de daha masaya
dönmemişti. Onun nerede olduğuna bakarken önündeki masada hareket olduğunu fark
etti. Kalkıyorlardı. Zeycan önden yürürken erkek de hafifçe belinden tutup
yönlendiriyordu. İbrahim'in bunları görmediğini umuyordu!
“Kalkalım.”
İbrahim görmüştü! Masanın yanında ayakta duruyor, Yunus'un kalkmasını
bekliyordu.
“Görüldüğü
gibi olmayabilir!”
“Görüldüğü
gibi sanırım. Keşke sen haklı olsan. Ama onu beğendi. Bu belli. Bırakalım
kararını o versin.”
Yunus
bir şey söyleyemedi. Hesabı ödeyip soğuk havaya çıktılar. Kar yağmaya devam
ediyordu...
*****
İkili
otele geldiğinde sürpriz onları bekliyordu. Zeycan bekleme salonunda koltuğa
gömülmüş kapıya gözlerini dikmiş oturuyordu. İkisini kapıda gördüğünde hemen
yerinden kalktı.
“Nerede
kaldınız?”
“Sen
ne zaman geldin?”
“Beni
eve bırakmak istedi ama ben işim var diyerek yolda indim. Hemen buraya geldim.
Yarım saattir sizi bekliyorum.”
İbrahim
yine sessizdi. Yunus, onun konuşmayacağını anlayınca devam etti.
“Biz
de biraz yürüyelim dedik. Otelden dışarı çıkmayınca içimiz sıkılmış. Hem biraz
gözümüzü gönlümüzü hem de bacaklarımızı açtık. Yürüyüş iyi geldi.” Sanki
görüşmenin önemi yokmuş gibi konuşuyordu. İbrahim'in daha çok üzülmesini
istemiyordu. Zeycan da olanlara anlam veremiyordu. Bir şey yokmuş gibi yürüyüş
mü yapmışlardı?
“Planınız
ne?”
“Ne
planı?” Bu kez İbrahim'di konuşan. Zeycan'ın otelde olmasına sevinmişti. İyi de
bu ne demek oluyordu? Görünen gibi değil miydi yaşananlar?
“Ne
planı mı? Hani beni bu evlilikten kurtaracaktınız? Fikir mi değiştirdiniz?”
Sesi korku doluydu. Ya yardım etmezlerse?
“Kurtulmak
istediğinden emin misin?” İbrahim emin olmak istiyordu. Belini tutmasına izin
verdiği an kaybettiğini sanmıştı ama şimdi bir umudu vardı.
“Bu
nasıl soru? Elbette eminim. Ben sevmediğim biri ile evlenmek istemem.”
Yunus,
Zeycan'a dönüp “Sevdiğin var mı?” diye sordu. İbrahim pür dikkat dinliyordu.
“Yunus
ağabey, ne biçim soru o? Sen benim sorumu yanıtlasana. Planınız ne?”
“Zeycan'cığım,
sen o kadar koyu muhabbet yapınca biz de evlenmek isteyeceğin biri olarak
yorumladık. Plan falan yapmadık. Ama madem sen sevmediğin ile evlenmezsin biz
de plan yaparız. Ama sevdiğin varsa, onunla evlenmen için de gerekeni yaparız.”
“Yok
kimse.”
“Şimdi
anlat bakalım kimmiş, neymiş, adından sanından başka neler öğrendin?”
Zeycan,
konuşma boyunca edindiği tüm bilgileri ikiliye anlattı. O bilgiler ile Ünsal
Hepar'ın gerçek bilgilerini karşılaştıracaklar, farklı bir şeyler yakalarlarsa
üstüne gideceklerdi.
*****
Hafta
sonu yaklaştığında ne İstanbul'dakilerin ne de Gaziantep’tekilerin işleri yoluna
girmişti.
Yunus,
Umut'u çok özlemiş ama inatla aramamıştı.
Umut,
Yunus'un gününü gün ettiğinden emindi. Onur, Sedat ile yine görüşmüş, Yunus
hakkında ondan bilgi almıştı. Zeycan ve İbrahim ile iyi vakit geçirdiğini, bol
bol gezdiğini öğrenmişti. Aramak aklına gelmediğine göre keyfi gerçekten
yerindeydi.
Uğur,
Erhan ile tedaviye devam ediyordu ama neredeyse hiç konuşmuyorlardı. Onun asker
olduğunu, hata yaparsa bir askerin daha canını yakacağını aklına getirmemek
için çok çaba harcıyordu.
Erhan,
sık sık Yunus ve İbrahim ile konuşuyordu. Yunus'tan İbrahim'in durumunu da
öğrenmişti. Arkadaşını kızdırıyordu. İşini doğru yap, kızı görmek için benim
mahkemeyi uzatma sakın, diye başının etini yiyordu. Arkadaşı ile şakalaşırken,
doktoru ile iki çift laf konuşamıyordu. Ağrıları iyice azalmıştı. Daha uzun
süre maketi ile uğraşabiliyor, daha uzun süre ayakta kalabiliyordu. Ama doktoru
ile her geçen gün daha az konuşabiliyordu.
Sedat
ile Onur ise her yaşanan olumsuzluktan uzak birbirlerini daha yakından tanımaya
çalışıyor, genelde her gün telefon ile görüşüyordu. İkisi de telefonların
yetmediğinin farkındaydı ama Onur'un dersleri çoktu. Sedat da verdiği sözü
tutuyordu.
Alihan
Bey ile Hasan Bey ise hafta içi iki kez görüşmüş, birinde birlikte Yusufçuk ile
yürümüş, diğer buluşmada kahveye gidip arkadaşları ile muhabbet etmişti.
O
haftanın en kötü günlerini Zeycan ile İbrahim yaşamıştı...
*****
Hafta
sonu Ünsal'ın ailesi tanışmaya gelecekti. Aslında hemen söz kesilmesini
istiyorlardı ama Zeycan vakit kazanmak için bir hafta sonrasına ertelenmesini
istemişti ağabeylerinden. “Böylece
evliliğin para için olmadığı imajını veririz. Konu komşuya rezil olmam.”
dediğinde yengesi de hemen destek olmuştu.
Züleyha, kocasının ikna olmadığını düşündüğü için hemen atağa geçti.
“Yarın,
söz için güzel bir elbise alalım mı? Şöyle uzun etekli, şifon mesela?”
“İstemem
yenge, gerek yok.”
“Ama
normal kıyafetlerle söz kesilmez. Bak özel bir şeyler alırsak senin de çocuğu
istediğin anlaşılır. Aslında, Ünsal kötü biri değil. Hoş sohbette.”
“Haklısın
yenge. Ben de o gece şık olmalıyım.”
Zeycan
nihayet anlamıştı Züleyha'nın amacını. İki ağabeyi memnundu. Kemal ağabeyinin
eşi Ayşe ise, her şeyden habersiz sadece anlatılanlara onay veriyordu. Zaten en
sessizlerden biri oydu.
Kemal
ağabeyi eşini de alıp evine gitmek için kalktığında Zeycan'ın yanına geldi.
Kardeşine sarılıp, 'İnşallah güzel olur her şey. Senin üzülmeni asla
istemiyorum. Ama inan çıkar yol bulamadık.' dedi. Zeycan da oyununa devem ederek, 'Üzülme, Ünsal'ı
tanıyınca severim. Kötü biri değil.' diyerek yanıt verdi.
Bir
hafta daha kazanmıştı Zeycan!
*****
İbrahim
ile Yunus cumartesi sabahı kahvaltı ederken konuşuyorlardı. Daha doğrusu Yunus
konuşuyor İbrahim dinliyordu. Aklı fikri o gün Zeycan'ı görmeye gelecek
olanlardaydı. Biraz daha süre olsa bu evliliği kesin olarak engellerdi ama şu
an Zeycan'ın kazandığı bir haftadan fazlası yoktu ellerinde. Bir hafta sonra
söz kesilirse adetleri gereği geri dönmezlerdi. O sözden önce neler
yapabileceğini bilmiyordu.
Yunus
ise kendi dertlerini bir yana bırakmalıydı. Çözüm bulamıyordu nasıl olsa! Pazar
günü dönecekti. Sekiz gündür Umut ne aramış ne mesaj atmıştı. Neler yaptığını
bilmiyor sadece sağlığının iyi olduğunu Sedat vasıtası ile öğreniyordu. Gece gündüz
aklından çıkmayan kadının kendisini hiç merak etmemesi inanılır gibi değildi.
Umut, asla onun hissettiklerini hissetmiyordu. Bu kesindi. Hatta belki de bu
sürede hayatına yeni biri girmişti. Ne Sedat'a ne de Umut'a soramayacağı bir
soruydu bu. Günler geceler içini yemişti bu düşünce. Yarın onunla aynı havayı
soluyacaktı. Ya tüm hayallerinin yıkılacağı bir durumla karşılaşırsa? Kimdi şu
evlenmek isteyen? Kerim mi Kerem mi? Ya ikna ettiyse? Buraya kaçarken hem
Erhan'a yardımcı olmak hem de kendi duygularını bastırmak hatta yok etmek için
yola çıktığını düşünüyordu. Oysa şimdi gayet net biliyordu. Bir hafta ya da
kilometreler Umut'a olan sevgisini köreltmeyecekti. Aksine o kadar çok
özlemişti ki her gece rüyasında onunla uğraşıyor, bazen birlikte gülüyorlar
bazen onun peşinden koşuyor, bazen de Umut tarafından tersleniyordu. İşte o
terslendiği rüyalar en acımasız olanlardı. Uyandığında ter içinde ve korku dolu
oluyordu.
Düşünmektense
İbrahim'in kafasını dağıtmak daha mantıklıydı. İbrahim, Zeycan'a olan ilgisinin
büyüklüğünü anlatmış, duygularını dizginleyemediğini söylemişti. Yunus, kendi
durumu ile benzerlik gösteren yeni arkadaşına destek olmaya çalışıyordu. Ama
kendi özlemi de her geçen gün artıyordu. Geldiğinden beri Umut'un hediyesi olan
kazağı üçüncü kez giymişti.
Kendi
düşüncelerinden sıyrılmak, İbrahim'i de hayata döndürmek için son inceledikleri
ve ümitlerini arttıran dosyanın konusunu açtı. Günlerdir neredeyse kendi
aralarında şifre geliştirmiş o şekilde konuşuyorlardı.
Fuat
o gün yeni bir dosya daha yollayacaktı. O dosyada çözüme yaklaşacak bilgiler
olacağından emindiler. Dosya öğleden sonra posta kutusunda olacağı için o saate
kadar ellerindeki dosyaları inceleyeceklerdi. Diz üstü bilgisayarlarını açarak
ikisi de masanın üstüne koydu. Bir yandan kahvaltı edip bir yandan da dosya
okuyorlardı.
Kahvaltı
bitip keyif çaylarını yudumlarken yemek salonuna Zeycan girdi. İlk gören Yunus
oldu. İbrahim kapıya arkası dönük oturduğu için yanlarına gelene kadar fark
etmemişti. Yunus da onun yüzünü görmek için söylememişti. Bu kız bu adamı
kalpten götürecek, diye geçirdi içinden.
“Kahvaltıyı
kaçırdım mı?”
Sesi
duyan İbrahim kafasını hışımla Zeycan'dan tarafa çevirdi. En son görmeyi umduğu
kişi karşısındaydı. Telaşla ayağa kalktı, “Kaçırmış sayılmazsın.” Yanındaki
sandalyeyi çekip yer gösterdi. Zeycan yüzündeki tebessümle teşekkür etti.
Yavaşça oturdu.
“Seni
beklemiyordum.”
“Belli
oluyor. Ama zaten son anda karar verdim gelmeye. Birazdan yengemle buluşup
alışveriş yapacağız. Ben kuaföre gideceğim deyip erken çıktım evden. Akşam için
güzelleşmem gerekiyor.”
Zeycan
içinde bulunduğu acı durum ile dalga geçiyordu ama İbrahim ciddiye almış,
kaşlarını çatmıştı. Yunus ise hallerini izleyip çayını yudumluyordu.
“Sen
bu evliliği istemediğinden emin misin? Ne hazırlığı bu?” İbrahim, soruyu
sorduktan sonra ağzından çıkanın farkına vardı.
Hesap
mı sormuştu? Evet, kendinde ne hak görüyorsa hesap sormuştu? Zeycan, soru dolu
gözlerle baktı bir süre. Sonra da karşısındaki erkeği çileden çıkardığını
bilmeden, “Güzelleşmeliyim ki haftaya evet diyeceğimi sanmalı. Beni rahat
bırakmalı hepsi. O arada siz de beni bu saçmalıktan kesin kurtarmalısınız.”
“Tek
nedeni bu mu?” Kendisini durdurmalıydı. Yoksa tüm duygularını ortaya dökecekti.
“Evet,
inan tek neden bu. Ben sevmediğim ile evlenmem. Ya da en azından evlenmek
istemem. Ama siz elinizi çabuk tutmazsanız evlenmek zorunda kalabilirim.
Üstelik adam beni resmen satın alıyor. İğrenç bir şey bu!” Zeycan, bunları
söylerken midesinin gerçekten bulandığı yüzünden anlaşılıyordu. Ama burada asıl
İbrahim'in dikkatini çeken başka bir noktaydı.
“Bunu
ikinci kez söylüyorsun. Daha önce Yunus da sormuştu. Sevdiğin var mı?” İbrahim
yanıttan korkarken, Yunus gülmesini gizlemek için kucağındaki peçeteyi ağzına
götürmüş, öksürüyormuş gibi yapıyordu. İbrahim atağa geçmişti...
Zeycan,
bu kadar açık soru beklemediği için kıpkırmızı olmuştu. Ne diyecekti şimdi? Hem
de Yunus ağabeyinin yanında!
“Ya
o lafın gelişi.”
“Ne
demek lafın gelişi? Yani sevdiğin ile evlenmek istemiyor musun?”
“Yok,
tabii istiyorum. Ama yani sevdiğim derken... Ay nasıl anlatacağımı bilemedim.
Neyse bana çay söyleyin de sonra gideyim. Kuaföre gecikmeyeyim.” Bunları
söylerken Yunus'a kaçamak bakışlar atıyordu.
İbrahim,
garsona işaret edip üç çay söyledi. Yunus müdahale etti. “Ben sonra içerim.
Gazete alıp geleyim.” diyerek kalktı masadan. Hazır İbrahim konuşmaya
başlamışken, fırsat vermekte yarar vardı.
İbrahim
ya o an konuşacak ya da vazgeçecekti. Daha fazla içinde tutamayacağını anladığı
için ne olursa olsun dedi ve Zeycan'a döndü.
“Yunus
yokken yanıt verir misin? Sevdiğin Erhan mı? Onun için mi başkası ile evlenmek
istemiyorsun?”
Zeycan
kulaklarına inanamadı. Erhan ağabeyini çok seviyordu. Hatta kısa süre etkisine
bile girdiğini düşünmüştü. Ama gerçek duygularının aşkla ilgisi yoktu. Erhan'ı
çok seviyordu ama emindi, ona aşık değildi. Çünkü aşık olsa yanındaki erkekten
bu kadar etkilenmesi doğru olmazdı. Bunu da söyleyemezdi ya!
“Erhan
ağabeyimi çok severim. O benim sırdaşımdır. Çok da yakışıklıdır ama ağabeyim
gibidir.”
İbrahim,
bir konuda yanıldığına hiç bu kadar sevinmemişti. Erhan tarafından içi rahattı
zaten ama Zeycan da ağabeyi gibi gördüğünü söylediğine göre... İyi ama ya
başkası?
“Peki,
kim o halde sevdiğin? Evlenmek istediğin?”
“Yok,
öyle biri. Sadece sevdiğimle evlenmek istiyorum, demek istemiştim. Ama kimse
yok hayatımda.”
“Anladım.”
İçi rahatlamamıştı ki. Sevdiği yoktu demek ki. Yani kendisi de o sınıfa
girmiyordu. İbrahim, daha ne kadar zamandır
tanıştıklarını, bu tanışıklığın nedenlerini ve içinde bulundukları durumu
mantıklı şekilde yorumlayacak durumda değildi. O an aklındaki tek şey Zeycan'a
olan sevgisiydi. Tanımıyor olması da engel değildi. Onun o güzel gözlerinde
gördükleri yetiyordu. Yaptıkları konuşmalardan edindikleri ile zaten tanıyor
gibi hissediyordu. Gözlerini alamıyor, genç kızın yüzünü ezberlemek ister gibi
bakıyordu. En çok da gözlerine ve dudaklarına takılıyordu bakışları.
Zeycan
da o bakışların farkındaydı. Gözlerine bakarken içi karışıyordu. Neler
hissettiğini yorumlayamıyor ellerinin terlemesini ve titremesini
engelleyemiyordu. Hele dudaklarına baktığında, dudaklarını yalayarak heyecanını
belli etmemek için zor tutuyordu kendisini
“Ben
artık gideyim.”
Ayağa
kalkmıştı. İbrahim de ayağa kalktı. Kolunu hafifçe tutup durdurdu genç kızı. Ne
olursa olsun, kendisini, duygularını belli edecekti.
Genç
kız kolunu tutan ele baktı şaşkınlıkla. Sıkmıyordu ama gitmesini istemediği
belliydi.
“Zeycan...”
“Efendim?”
“Onun
için güzelleşme.”
🙇 ha gayret İbrahim yapabilirsin
YanıtlaSil