Azra, diğer cep telefonu çaldığında duştan yeni çıkmıştı. Arayan Teoman’dı.
“Erken çıkmışsın. Neden buraya gelmedin?”
“Eve gelip dinlenmek istedim. Ne oldu, neden aradın?”
“Yarım saat sonra seni alacağım, bir yere gitmemiz lazım.”
“Soru sorma, gidince görürsün.”
“Sesinde mutlu bir tını mı seziyorum?”
“Çok keskin kulakların var. Hadi hazırlan, sonra da provaya bırakırım seni.”
Son cümle aslında içini rahatlatmıştı. Bir şeyler öğrendiğini sanıp tedirgin olmuştu.
On dakika sonra hazır bekliyordu. Araba gelip korna çaldığında çantasını alıp çıktı. Limuzinle gelmemiş olmasına şaşırmıştı. Her yere o koca araba ile gitmesi çok komikti. Neyse ki bu kez normal ebatlara sahip bir cip ile gelmişti. Tüm arabaları gibi bunun da kurşun geçirmez olduğuna emindi.
Arka koltuğa, Teoman’ın yanına oturduğunda şoför ile aralarında cam olmadığı için konuşmalarına dikkat edeceklerini anladı.
“Nereye gidiyoruz?”
“Önce bir avukat arkadaşıma gidiyoruz.”
“Neden?”
“Bazı kağıtlar var imzalamamız gereken.”
“Hiçbir şey imzalamam.”
“Niye imzalamazsın?”
“Bak, benim borç morç senedi gibi şeyler imzalayacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Ben senden de bir şey istemiyorum. Evlilik sözleşmesi falan diyeceksen onu da istemiyorum.”
“Bana güvenebileceğini ispatlamamı istemiyor muydun?”
“İstiyorum. Bunu öyle sözleşme ile falan yapacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Bana üç kuruş vereceğini belirten bir kâğıt parçası ile sana güveneceğim öyle mi?”
“Üç kuruş dediğin milyonlarca dolar olursa fikrin değişir mi?”
Azra, derin bir nefes aldı. Sonra hafif yan dönüp Teoman’ın gözlerinin içine baktı. “Ben para istemediğimi söylemedim mi? Bu miktara göre değişmez. Ben güç istiyorum. Senin kadar sözüm geçsin istiyorum. O akşamki gibi birilerinin benim geçmişimi kullanmasını istemiyorum. Bunu yapan kişiye aynen senin dediğin gibi, ‘ihalede görüşürüz’ diyebilmek istiyorum. İhale sözün gelişi tabii. Ayrıca senin karşında el pençe divan duran tüm o bürokratların, hatta milletvekillerin benim karşımda da aynı şekilde durmasını istiyorum. Tüm malını üstüme yapsan da fark etmez, ben bu gücü istiyorum.”
“Bu ancak her şeyde benim ortağım olursan olur.”
“Biliyorum. Sen de bunu bildiğimi biliyorsun. Bak Teoman, nikahta imzayı atmadan senin karın olmuyorum. O imzayı atmak da istemiyorum.”
“Gelinlik provan var.”
“Ne olmuş? Parasını sen veriyorsun. Ben provasını yaparım, sen parasını ödersin ve gelinlik çöpe gider. Sorun mu?”
“İnat edeceksin yani?”
“Beni ayakta tutan inadım.”
“Farkındayım. Geldik. İmzalanacak evrakları okuduğunda mutlu olacağını düşünüyorum.” Azra da bunu umuyordu. Sakince indi cipten.
Avukatın bürosu görgüsüzlüğün timsali gibiydi. O kadar abartılı mobilyalar ve biblolar vardı ki, Azra midesinin bulandığını hissetti. Avukat ikisini kapıda karşılamış, eli düğmesinin üstünde hafif beli bükük şekilde önden koltuklarını gösterir şekilde yürüyordu. Sekreteri de en az patronu kadar ezilip büzülerek daha yerlerine oturmadan ne içeceklerini sormuştu.
Avukat masasının arkasına geçmek yerine Teoman’a yakın oturmak için sandalye alırken Azra öne eğilip “İşte tam da bunu istiyorum!” dedi. Teoman gülümserken avukatı da yerine oturmuştu.
“Her şeyi hazırladım. Size gönderdiğim belgelerin asılları burada. Değiştirmeyi düşündüğünüz bir madde var ise hemen düzenleyebilirim.”
“Hayır, hepsi tam istediğim gibi.”
Azra, Teoman’ın uzattığı evrakları alıp okumaya başladığında şaşkınlıkla gözleri açılmıştı. Okuyor, başını kaldırıyor sorar gözlerle bakıyor ve okumaya devam ediyordu. Tek başına sahip olduğu ne kadar şirket varsa hepsine yüzde elli ortak edilmişti. Yönetim kurulu olan şirketlerinin hisselerinin de yüzde ellisi Azra’nın adına yapılmıştı. Arabada bahsettiği milyon dolarlar falan değil bildiği kadarıyla milyar dolarlık şirketlerdi bunlar. Şirketlerin yarısına ya da Teoman’ın hisselerinin yarısına sahip olacaktı. İmza attığı an tüm işlemler başlayacak ve nikahtan önce tamamlanacaktı.
“Tüm bunları bana devretmek istediğinden emin misin?” Şirketler tamamen ticaret yaptığı şirketlerdi. Eğer bunların içinde suç teşkil edecek bir şeyler varsa kendi başı da belaya girecekti. Avukata dönüp, “Bizi bir süre yalnız bırakmanız mümkün mü?” dediğinde adam hemen yerinden kalkıp dışarı çıktı.
“İmzala hadi.”
“Bunu neden yapıyorsun? Bu şirketlerde kötü bir şeyler olmalı. Yoksa bu kadar şeyi benim üstüme yapman mantıklı değil.”
“Mantık yok, tamamen duygusal.”
“Senin duygun paradır.”
“Bak... Ben sana daha küçük bir genç kızken bile tutkundum. Bu hiç bitmedi. Şimdi seninle evlenmek benim için bu aşkın taçlanması. O yüzden mallarımın ortağı olman beni mutlu eder.”
“Aşk mı? Sen evliydin!”
“Ama karıma aşık değildim. O da bana aşık değildi. Bitti gitti. Sana aşığım ve beni üzdüğün zamanın bedelini tek başına ödemedin. Ben de senin hapiste yattığın her gün aynı bedeli ödedim.”
“Eminim öyle yapmışsındır.” Sinirinin sesine yansıdığını biliyordu.
“Beni kimsenin yaptığı üzmezdi. Senin dosyalarımı ele geçirdiğini düşünmek yıkmıştı. Aşkımı bildiğini sanıyordum. Yanımda olman için gitmem gerekmeyen bir sürü açılışa gittim, sergi gezdim. Seni bilgin birikimin için yanımda götürdüğümü söylüyordum. Oysa herkes biliyordu ve dedikodumuzu yapıyordu. Sonra sen o bilgisayarın başında dosya aktarmaya başladın...”
“Müzik dosyasıydı. Üç beş şarkılık bir müzik dosyasıydı. Lanet olasıca bir müzik dosyası...” Azra sanki ağlayacakmış gibiydi. Gözleri dolmuştu. Aslında rol yapıyordu ama o günleri düşünmek zaten gözlerinin dolmasına yetiyordu. Müzik dosyası yalanı ise o kadar yerleşmişti ki diline, her söylediğinde biraz daha gerçekçi oluyordu.
“Özür dilerim. Kaybettiğin yılları telafi edemeyeceğini biliyorum ama neyim varsa ortak olarak beni yok edeceğin bir konuma getiriyorum seni.”
“Seni yok etmek mi?”
“Bunu istemez misin?”
“Hayır, seni yok etmek istemem. Senin olmadığın bir ortamda benim de gücüm olmaz. Sana başından beri bunu anlatıyorum. Benim için önemli olana o güç.” İçinden cümlesini tamamladı, ‘o güç ile seni hapse tıkmak ve oradan çıkamayacağını bilmek asıl istediğim’
“O zaman imzala ve bitirelim işimizi.”
Azra, tüm evrakları tek tek imzaladı. Şirketlerin yönetim kurullarının onayına sunulacak olanlar dahil bütün evrakları imzaladığında yarım saatten fazla vakit geçmişti. Avukat o sırada her imzalanan evrak ile ilgili şirketlere yazışmaları yollamış, resmi işlemler için gerekenlerin yapılmasının talimatını vermişti.
Azra, gelinlikçinin kendisini o saate kadar beklemiş olmasından utanmıştı. “Özür dilerim, bir yere uğramak zorunda kaldık. Sizi çok beklettim.”
“Hiç önemli değil. Teoman bey gecikeceğinizi söylemişti. Fotoğraflarını yolladığım gelinliklerden beğendiklerini ayırmıştım. Elbette siz başka bir model de seçebilirsiniz ama eşinizin beğendiklerinden de tercih edebilirsiniz.”
Herhangi birini seçip kadını rahat bırakabilirdi. O zaman şüphelenmesi mümkündü. En iyisi sakince modellere baktı ve birini gerçekten çok beğendi. Sonra daha az beğendiği iki modeli gösterip denemek istediğini söyledi. O beğendiği gelinlik aklının köşesinde bekleyecekti.
İkinci giydiği daha iyi durmuştu. Duvakla da tamamlanınca aynada gördüğü kadını beğenmişti. Küçük bir düzeltme yapılacaktı. Gelinliği çıkarttığında rahatlamıştı. İstemediği bir nikah için hazırlık yapıyordu. Evlenmesine gerek olmadığını bir saat kadar önce öğrenmiş, bütün şirketlerde ortak olmuş, hisseler üstüne geçirilmişti. Avukat, “Yarın tüm işlemler tamamlanmış olacak.” dediğinde Azra kendini zor tutmuştu. Her şey istediği gibi oluyordu. Artık gerçekten evlenmesi gerekmiyordu.
Çınar’a bunu söylediğinde ikisinin de rahatladığı seslerinden, gülmelerinden anlaşılıyordu.
*****
Cuma akşamı Çınar, tüm hazırlıklarını tamamlamıştı. Engel çıkartmak isteyenleri de bertaraf edecek kişileri dosyanın arkasında toparlamıştı. Başsavcı dahil kimsenin en küçük bir itirazı olmayacaktı. Çünkü itiraz ederlerse kendi isimlerinin de bir gün ortaya çıkma ihtimali vardı. Teoman'ın adının geçtiği tüm eski dosyaları da toparlamış, bakan hakim ve savcıların hakkında da dosyalar oluşturmuştu.
Azra ile konuşmuş, nikah öncesi tutuklamanın gerçekleşeceğini söylemişti. Cumartesi öğlen Teoman’ın köşkünün bahçesinde kıyılacak nikah için hazırlıklar tamamlanmıştı. Azra ona senin hazırlıklar tamam mı dediğinde tek kelimelik yanıt vermişti. “Evet.”
Azra’nın o gün nikahtan çok kısa süre önce köşkte olması için saatleri ayarlamışlardı. Azra, babası ile kendi evinde kalacak, sabahtan kuaföre gidecek, oradan köşke geçecekti. Nikah bir de olacaktı. Azra’nın en erken yarımda orada olmasını istemişti. Basının orada olacağı ama bahçeye giremeyeceğini öğrenmişti. Teoman Kanberli ile Azra Atalay’ın nikahı magazinin ilk haberi olarak iki gündür tüm televizyonlarda veriliyordu. Bu haberleri görmemek için televizyon izlememeye karar vermişti.
Aynı gün ve saatte, onlarca oyuncu, şarkıcı, iş insanları ve çocuklarına baskın yapılacaktı. Beyaz Gül Çiçek evi ve Bolu’da üretim yapan kimyager ve on beş kişilik ekibi de aynı saatte alınacaktı. Son olarak gümrükteki adamları kontrol etti. Onların içinde de suçlu olanlar rüşvet alanlar tespit edilmişti. Yine de belirsiz olan bir iki kişi daha tutuklanacak, ifadesi alındıktan sonra duruma bakılacaktı.
Hayatının dosyasını kapatıyordu...
Sonra da hayatının yeni dosyasını açacaktı...
*****
Polis sivil araçlarla köşkün kapısına geldiğinde basın mensupları ve televizyoncular neler olduğunu anlamamıştı. Tüm kameralar sivil polislere yönelmişti. Kapıdaki görevliler içeri almamak için hamle yapmaya kalktığında polis kimliklerini görüp bellerindeki silahları yerinde bırakacak kadar akıllıydılar. Hepsi gözaltına alınmıştı. Garsonlar, görevliler ve erken gelmiş davetliler şaşkınlıkla neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Teoman gelen haber ile odasından çıktı. Neler olduğunu anlamadan merdivenlere yönelmişti ki bir sivil polisin gözaltı için geldiğini söylediğini duydu.
“Ne demek bu? Ne suçlaması var da gözaltına alınıyorum?”
“Emniyette açıklarlar.”
Tam o sırada Azra babası ile köşke gelmişti. Arka kapıdan gireceğini bilen görevliler onu hemen içeri almıştı. Kapıdaki polisleri ve şaşkın bakışlarla neler olduğunu anlamaya çalışan konukları gördüğünde zamanlamasının tam da istediği gibi olduğunu anladı. Babasının da görüntüden keyif aldığını biliyordu. Çınar, belki onun da kısa süreli gözaltına alınabileceğini söylemişti. Bunu bildiği için korkmuyordu.
Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi korkulu bir sesle, “Teoman? Neler oluyor burada?” dedi. O sırada bir polis çoktan Teoman’a kelepçe takmıştı. İtiraz ediyor, avukatını istediğini söylüyordu. Bir yandan da Azra’ya yanıt veriyordu. “Bilmiyorum. Bir şey söylemiyorlar.”
“Ne demek bu? Ne yani tutukluyorlar mı seni?”
“Gözaltına alınıyorum. Avukatım zaten buraya geliyordu. Onu karakola yolla. Sorun yok. Sadece nikah ertelenecek.”
“Çok saçma. İfadeni falan alacaklarsa sonra gidersin. Seni tanıyorlar. Niye böyle apar topar götürmeye çalışıyorlar?” Bir oscar ödülü de bu sahneler için almalıydı. Nişanlısını koruyan kadını o kadar iyi oynuyordu ki, kendisi bile inanacaktı.
Sivil polislerden biri, “İfade için değil hanımefendi. Teoman bey hakkında ciddi suçlamalar var. Bir süre geri dönemeyeceğini söyleyebiliriz.”
Azra, kapıdan çıkan kalabalığa baktı, babasına döndü ve fısıltıyla, “İntikam sıcak yendiğinde çok lezzetli oluyor.” dedi. Sonra devam etti. “Konfüçyüs ne demiş biliyor musun? İntikam almayı düşünüyorsan, zayıf insansın. Affedip yoluna devam ediyorsan, güçlüsün. Yok sayıyorsan, zeki insansın. Sevgili Konfüçyüs beni affetsin ama yok saymak bana göre değildi.”
*****
O akşam tüm televizyonlarda aynı haberler veriliyordu. Eş zamanlı yapılan baskınlarda ünlü iş insanının nikah günü tutuklandığı, suçlamaların dosyalar dolusu olduğu savcılığın çok gizli operasyon yürüttüğü söyleniyordu. Hemen ardından aynı haberle bağlantılı olarak tanınmış birçok kişinin uyuşturucu kullandığı ve sattığı için eş zamanlı baskınlarla tutuklandığı defalarca tekrarlandı.
Azra, ifade verip gelmiş olan babası ile haberleri izliyordu. Çınar ile iki dakikalık telefon konuşmasından sonra bir daha görüşememişti. Sadece iyi olup olmadığını sormuş, çok yoğun olacağını söylemişti.
Azra’nın dosyası yine gündem olmuştu. Bu zaten beklenen bir durumdu. Kapısını aşındıran muhabirler yüzünden telefonunu kapatmıştı. Komşuları rahatsız olmasın istiyordu ama mahalle çalkalanıyordu. En sonunda babası ile birlikte evi terk etmişti. Basının baskısına karşı koymak en kolay iş olmuştu. Babasının adına ayrılmış otel odasında haberleri izlerken istemsizce gülüp duruyordu.
Orhan Bey’e söylediği gibi pazartesi işe gitti ve herkesin soruları ile karşılaştı. Sonunda tek tek anlatmak yerine herkesi bir araya topladı.
“Öncelikle hepinizden hakkımdaki gerçekleri sakladığım için özür diliyorum. Elbette Orhan Bey ilk andan beri biliyordu. Saklama kararını ortak aldık. Onu da sizin gözünüzde kötü bir konuma koymuş olduğumu biliyorum ama bu hayatımın en önemli olayıydı. Herkes masum olduğunu söyler ama ben gerçekten masumdum. Bu adam iftira atma konusunda uzmandı ve beni ayak altından kaldırdı. Afla çıktım hapisten. Gerçi o kısmı hepiniz televizyondan öğrendiniz.”
Arkadaşları başlarını sallarken o konuşmaya devam etti. “Rastlantı sonucu bir savcıya ulaştım. Onunla aylardır bu dosya üstünde çalışıyoruz. Buraya gelen yeni müşteriler, adını bilmediğiniz onlarca firma ve iş insanı aylardır inceleniyor. Bir şeyler ararken başka şeylere ulaşıldı falan filan. Neyse çok da detay vermek istemiyorum ama şunu bilin, yeniden yargılanacağım ve aklanacağım. İftira attığının kaydı var elimde. Masumiyetim ispatlanacak. Sonra da sabıka kaydımı alıp dosyama ekleyeceğim.”
“Televizyonda evlenmek üzere olduğunuz adamın tüm mallarının yarısını sizin üstünüze yaptığını söylediler. O kadar paranız varken çalışacak mısınız?”
“O gerçekten kirli para ama sonuçta para ve o kadar para ile yapılacak çok güzel işler var. Devletin el koymadıkları ya da sonradan serbest bırakacakları ile neler yapacağımıza bakacağız. Ama benim boğazımdan bir kuruşu bile geçmeyecek. Eskisi gibi burada çalışmaya devam edeceğim. Davam bitince de yeniden mali müşavirlik sınavına girerim. Orhan Bey’i ikna edersem ortak bile olurum, ne dersiniz?”
“Bizce çok iyi olur, ama o adam sizi rahat bırakır mı?”
“Emin olun, böyle insanların etrafındakiler güce tapar ve o güç elden gittiğinde yeni birilerinin eteğini öpmeye koşarlar. Hapse girecek ve bir bakacak asla eskisi gibi birileri etek öpmüyor. İşte o zaman hapı yutacak.”
“Böyle insanların ömür boyu hapisten çıkmaması lazım. Her türlü pislik bunlarda.”
“Biz de birkaç kez müebbet hapis cezası alacağını umuyoruz.”
Kimsenin kendisinden yüz çevirmediğini görmek, hepsinin destek olduğunu anlamak çok mutlu etti Azra’yı. İş arkadaşlarını gerçekten seviyordu. Onlarla yalansız bir ortamda çalışmak çok hoşuna gidecekti.
*****
Herkes iş arkadaşlarına da anlattığı gerçekleri öğrenmişti. Çınar ile ortak çalıştığını, Teoman’ı suçlayacakları delilleri onun bulduğunu biliyordu. Mahkemede şahit olacağını da herkes öğrenmişti.
Teoman’ın bütün adamları hapisteydi. Ev kapanmış, görevlilerin bir kısmı ifadelerinin ardından serbest bırakılmıştı. Azra, nihayet rahat nefes aldığını söylemişti.
Kendisi ise o kadar yoğunluğun arasında yemek yemeyi, uyumayı unutuyordu. Çok fazla ayrı koldan gelen yeni bilgiler, itiraflar ile yeni yeni dosyalar açılıyordu. Kayıp ihbarları, cinayet itirafları hepsini şaşırtmıştı. Halil’in kuzeninin de ne yazık ki öldürüldüğü söylenmişti. Emri Teoman’ın verdiğini itiraf eden katil zanlısı bunu ispatlayamayacağı için bu tarz suçlamalar ikinci dereceden sayılıyordu. Diğer suçları için en üst dereceden hapis talep ediyordu Çınar.
Azra, iki kez sorgulanmıştı. Biri eski davasını da yeniden kapsayan bir sorguydu. Onunla bağlantı kurup nasıl olup da evlenmeye karar verdiğini sorgulamışlardı. Çınar’ın elindeki delillerin kullanılmasına sıra geleceği için kendini zorlamış ve bazı şeyleri açıklamadan anlatabileceklerinin tamamını anlatmıştı.
Gazeteler günlerdir aynı konuları yazıyordu. Büyük iş insanının kirli işlerine her gün bir yenisi ekleniyordu. Kaçakçılık, uyuşturucu, hayali ihracat, rüşvet, fuhuş ve son olarak da cinayet başlıkları altında çeşit çeşit suçlamalar listeleniyordu. Fuhuş haberi ile bazı kayıp genç kadınların izine rastlanmıştı. Farklı yerlerdeki gayrimenkullerinde üst düzey bürokratlarla birlikte olan eskort kızlar yakalanmış, kamera kayıtları ele geçirilmişti. Bu bilgiler tamamen adamların itirafları ile ortaya çıkmıştı. Ne Azra ne de Çınar böyle bir şeyi beklemiyordu.
Teoman’ın tüm bunlardan aklanması mümkün değildi. O güne kadar rüşvetle yanında olanlar da anında satmış, bildiklerinin hepsini anlatmaya başlamıştı.
Çınar, bu işin büyük olduğunu ve kendisi için çok önemli olacağını biliyordu ama dosyanın sinir sistemi haritası gibi her yöne bu kadar çok yayılacağını kendi bile öngörememişti.
İlk mahkemeye kadar sadece telefonlarla görüşebildikleri için ikisi de huzursuzdu. Teoman’ın avukat ordusunun ikisi arasındaki ilişkiyi kullanma ihtimalini yok ediyorlardı. Azra, yeni bir eve taşınmayı planlamaya başlamıştı. Çınar, henüz böyle bir şey yapmamasını söylemiş, aceleye gerek olmadığını belirtmişti. Azra da onu dinlemişti. Takip eden kimse kalmamış fakat koruma sayısı arttırılmıştı. Artık işe gidip gelirken mutlaka korumalar ile gidiyordu. Çınar’ın adamları olduğu için hiç sesini çıkartmıyordu.
Büroda işler eskisi gibi yoğundu. Teoman vasıtası ile gelen müşteriler temiz olduklarına olan güvenleri ile çalışmaya devam etmişlerdi. Sadece lojistik firması olanın hesaplarına el konulmuştu.
Mahkeme gününden bir gün önce evde kalamayacağını anlayan Azra, otele gitmeye karar verdi. Ertesi gün şahit olarak çıkacak ve Teoman’ın hapse atılmasını izleyecekti. Korumalarına otelde kalacağını söylemişti. Onlara da oda veren Semahat, Azra’ya dönüp, “Yemek hazırlıyorum, hadi gel.” demiş ve kendi odasına geçmişti.
On dakika sonra Azra, Semahat ablaya olayları anlatıyordu. Kadın dizi izler gibi izliyordu Azra’nın anlattıklarını. Arada sorular soruyor, nasıl korkmadan tüm bunları yaptığını anlamaya çalışıyordu. İkinci bardak çayları doldurduklarında kapının zili duyuldu. Yeni bir müşteri mi diye bakmak için çıktığında Çınar’ın geldiğini görüp gülümsedi.
“Kibarcık gelince senin de geleceğini tahmin etmiştim.”
“Ona sürpriz yapmaya geldim.”
“İyi yaptın. Sinirli biraz. Bir şey söylemiyor ama belli ki canı sıkkın.”
“Haklı. Benim de canım burnumda. Çok işim var ama bu fırsatı kaçıramazdım.”
“Gel hadi, sana da bir çay koyalım.”
Gecenin ilerleyen saatlerinde birbirlerinin kollarında uyurken tuhaf bir ses her yeri kapladı.
“Neler oluyor?”
“Hemen giyin.”
“Duman mı bu?”
“Evet, yangın var. Derhal hazırlan. Nerede olduğunu anlamadım ama bu katta gibi geliyor.”
“Korumalar?”
“Bilmiyorum. Eğer uyanmamışlarsa onların da kapısını çalarız. Hadi, çantanı da al. Ben havluları ıslatacağım, kafamıza sararız.”
“Bornozları da ıslat. Ben her şeyi hazırlıyorum. Korumayı arıyorum.”
“Arama, kapıda. Sen hazırlan, acele et.”
Azra, üstünü giymiş çoktan küçük çantasını toparlamıştı. Çınar da giyinip banyoya girmiş ve bornozları duşun altında ıslatıyordu. Korumalardan biri içeri girip Azra’yı dışarı çıkartmaya hazırlanıyordu. Bornozu veren Çınar diğerini de kendi üstüne geçirdi.
“Nerede yangın?”
“Bir alt katta. Yangın merdiveni yok.”
“İnebilecek miyiz?”
“Çatıya çıkmak daha iyi. Acele edin. Alevler bu kata geldi bile.”
Konuşurken bir yandan da diğer koruma ile birlikte yol gösteriyordu. İki katın merdivenlerini dumanların arasında çıktılar. Hepsi öksürmeye başlamıştı. Diğer odalarda kalanlar da neler olduğunu anlamamış, bağırarak koşturuyordu. Dörtlü grubun üst kata çıktığını görenler onların peşine takılmıştı. Sonunda hepsi çatı katına ulaşmıştı. Merdiveni dayayıp çatıya çıkmayı sağlayan kapağı açtılar. Önce bir koruma, sonra Azra, daha sonra Çınar ve en son diğer koruma çıkmıştı. Arkalarından gelen diğer müşteriler de çatıya çıkmaya başlamıştı. Yan binaları kontrol eden koruma sağ taraftaki binaya geçebiliriz dediğinde herkes rahatlamıştı. Hızlı bir şekilde bitişik nizamdaki binaya yaklaştılar. Hepsi sıra ile o çatıya geçmiş ve itfaiyenin gelişini izlerken o binanın sakinleri tarafından açılan çatı kapağından içeri girmeye başlamıştı.
“Semahat ablayı bulmam lazım. Ona bir şey olmamıştır değil mi?”
“Sanmam canım. O en alt katta, yangın bir üst katta çıkmış. Senin hep kaldığın katta!”
“Yani?”
“Yani bu normal bir yangın olmayabilir.”
“İyi ama buraya geleceğimi kimse bilmiyordu. Sadece korumalarım.”
“Onlardan şüphelenmiyorum. Seni takip eden birileri halen var demek ki!”
“Ya da seni!”
“Mümkün. Çünkü büyük bir kovana çomak soktuk.”
“Hem de çok büyük. Hadi inelim şuradan ve Semahat ablayı bulayım. Umarım kimseye bir şey olmamıştır.”
“Öğreniriz. İyisin değil mi? Duman soludun mu?”
“Hayır, çok iyiyim. Sadece heyecanlandım.”
Çınar, onun henüz korumalara birlikte yakalandıklarını fark edemediğini, bunu anladığı an panik olacağını biliyordu. Oysa artık çekineceği bir şey yoktu. Her şey biliniyordu.
Sokağa çıktıklarında itfaiyenin çoktan söndürme çalışmasına başladığını gördüler. Ambulanslar da aynı zamanda sokağa giriş yapmıştı. Semahat ablayı da görüp rahatlamıştı.
“Nasıl oldu bu anlamadım.”
“Sen üzülme, ben araştıracağım.”
“Herkes çıktı mı acaba?”
“Sizden başka üç oda daha doluydu. Yangın boş katta çıktı. Üst kattakilerin de hepsi burada.”
“Sen içeri giren kimseyi görmedin mi?”
“Hayır, kapının üstündeki zil de çalmadı. Bir ara tuvalete gittim. Ya o sırada girdi biri içeri, ya da içerde olan biri yaptı.”
“Önceden gelmiş olamaz. Ben bile bu gece burada kalacağımı bilmiyordum. Benden sonra hemen gelen biri oldu mu?”
“Hayır, olmadı. En son siz geldiniz. Sonra da Çınar bey geldi.”
“O zaman belki de tamamen rastlantı ya da diğer konuklarla ilgili bir olay olabilir mi?”
“Olabilir tabii ama bu kadar da rastlantı fazla değil mi?” Çınar, kısa bir an düşünüp tekrar Semahat’e döndü. “Uzun süredir burada kalan var mı?”
“Var. Neredeyse iki haftadır kalan biri var.”
“Kayıtları kurtarabilirsek adını falan buluruz belki.”
Semahat daha cümlesi bitmeden evrakları doldurduğu çantayı uzattı. “Her şeyi kurtardım. Kendi eşyalarımı umursamam ama evraklar önemli.”
Çantanın içinde duvardaki vergi levhası bile vardı. Kadın o anda bile ne kadar gerekli evrak varsa hepsini doldurmuştu bir çantaya. Çınar, sarılıp öpmemek için kendini tuttu. Hangi defterin son kayıt defteri olduğunu anlayacak kadar geçen süre iki dakika bile olmadığı halde hepsi acele ediyordu.
Adını, kimlik fotokopisinden alıp hemen araştırmaya başladılar. Oldukça yüksek sabıka dosyası şaşılacak bir şey değildi. Teoman ile bağlantısı ya da yangını çıkarttığına dair bir delil bulmaları gerekiyordu. Çınar, polislerden birine iletilmek üzere korumasına talimatlarını iletti. Adam oralardaysa diğer konuklarla birlikte ifadeye alınacak, diğerlerinin aksine suçlu gibi sorgulanacaktı.
Etrafta olan resmi polisleri boş verip sivillerin yanına gitti. Sanki başka bir şey konuşuyormuş gibi elini kolunu sallayarak binayı gösteriyor, yüzüne farklı mimikler veriyordu. O sırada eşgali vermiş, en kısa sürede etrafta olan tüm kameraların incelenmesini istemişti.
Eğer tahmin edilen kişi ise kısa sürede yakalanacak ve Teoman ile ilgisi kurulacaktı. Tüm otel müşterileri halen oradaydı. Zanlı da... Kaçmasının dikkat çekeceğini düşünmüş olmalıydı. On dakika sonra hepsi ifadeleri alınmış serbest bırakılmışken zanlı polis arabasına bindirilmişti.
İspatlanmadan suçlayamayacakları için itiraf almaya çalışacaklardı.
Aynı sıralarda Azra Semahat abla ile polis arabasının içinde etrafları polislerle çevrili şekilde yanan binayı izliyordu.
“O yaptı değil mi?”
“İspatlayamam ama eminim.”
“Ben de eminim. İyi oldu kız. Odalar çok eskiydi. Şimdi patron yenilemek zorunda kalacak. Böylece ben de daha az yorulacağım. Çarşafları bazen iki kez yıkıyordum.”
“Sen ne kadar iyi kalpli birisin. Her şeyden güzellik çıkartmaya uğraşıyorsun.”
“Sinirlerimi yatıştırmak için iyi taraftan bakıyorum, kibarcık. Yoksa iyi falan değilim. Sadece yapacak başka bir şeyim yok, bunu kabulleniyorum.”
“Yine de iyisin.”
“Ne olacak şimdi?”
“O müşteriyi yakaladılar ya, konuşturacaklar. Zaten Teo da içerde. Kolay konuşur bence. Böylece daha az ceza alır. Hukuku tam bilmesem de hapishane tecrübem öyle diyor.”
“Bak o bile işe yarıyor.”
“İşte yine yaptın. İyi tarafını görüyorsun yine.”
Onlar konuşurken itfaiye de işini yapmış yangını söndürmüştü. Soğutma çalışmaları sürerken iki itfaiye eri de içeri girip ölen ya da mahsur kalan var mı diye inceliyordu. Herkes yara almadan kurtulmuştu.
*****
Mahkemeye gittiğinde kötü anıları beynine üşüşmüştü. Çınar yine yoktu. Çünkü bu davanın savcısı olarak gelecekti salona. Savunma avukatları altı kişiydi. Onlarca gazeteci ve kameraman da mahkemenin dış kapısında bekliyordu. Onların sorularını duymazdan gelerek içire girdi. Yanında kendisine yardımcı olacak bir avukat da vardı. Tanık olarak dinlenecekti. O yüzden çok da rahatsız değildi. Hem amacına ulaşmış hem de adını temize çıkartmıştı.
Çınar salona girdiğinde kendisinden tarafa hiç bakmamıştı. İşini yapmaktan başka bir amacı yoktu. Kimsenin davanın üstüne gölge düşürmesini istemiyordu. Onun belki de en önemli dosyasıydı.
Sanıklar dinlenmeye başlamıştı. Ardından tanıklara sıra geldi. Sanıklar ne kadar inkar etse de tanıklar avukatlara verdikleri belge ve bilgilerle suçları ispatlıyordu. Ara verildiğinde Azra, Teoman’ın arkasındaki sıraya yürüdü. Jandarmaların arasından kulağına eğildi. “Biliyor musun, haklıydın. O dosyada değil ama başka dosyada yüzlerce belge ele geçirmiştim. Üç yılıma mal olsa da seni hapse tıkmak için değerdi. Ben Konfiçyüs’e göre intikam aldığım için zayıf bir insanım. Ama sen her türlü pisliğin ortasındasın ve seni hapse attırmak hayatta zevkine varacağım en güzel şeylerden biriydi. Teo... Bittin sen!” dedi ve gülümseyerek mahkeme salonundan çıktı.
Avukat kadın ile birlikte yakın bir yerde yemek yediler. Etraflarında en az beş sivil polis vardı. Onların dışında kapının önünde bekleyen bir ekip otosu ve etrafında resmi kıyafetli dört polis daha vardı.
“Beni tutukladıklarında iki polis vardı yanımda. Korumak için ise dokuz.”
“Ne desem bilemedim. Tuhaf bir durum.”
Azra dalgın dılgın “Çok tuhaf.” diye mırıldandı.
“Evet, tuhaf hakikaten.”
“Hayır, hayır bu durum değil. Teoman’ın hali ve mahkeme salonunda olan kişiler. Onlar tuhaftı.”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“İçeride yani salonda bir sürü kadın vardı.”
“Kocanızı kıskanmıyorsunuz değil mi?”
“Kocam değil. Evlenmedim ve zaten hiç evlenmeyecektim.”
“Doğru. Ama şey, yaşı var epey. O yüzden hayatında...”
“Onun hayatında hiç kadın yoktu. Yani görüntüde vardı da gerçekte kimse yoktu. Genital bir sorunu var.” Son cümleyi ağzının içinde söylemişti. Avukat şaşırmışsa da hiç belli etmedi. “İktidarsız mı?”
“Başta ben de öyle sanmıştım ama asıl sorun cinsel organının doğuştan çok küçük olmasıydı. Yani hayatındaki tüm kadınlar birer mankendi. Noksanlığını gizlemek için kullandığı konu mankenleri. O yüzden mahkemede birbirinden güzel hatta seksi bir sürü kadın olması çok tuhaf. Bir şeyleri gizlemek için ya da dikkatleri dağıtmak için onları vitrine koymuş olabilirler mi? Sonuçta bu adamın da üstünde birileri var ve ona bugüne kadar yolu açtılar.” Azra’nın ne demek istediğini anlayan kadın avukat hemen telefonunu çıkarttı.
“Polisleri uyarmalıyım.”
Lokantadan çıkıp mahkeme salonuna döndüler. Polisler her tarafını sarıyordu. Koruma biraz daha artmış gibi geldi. Birileri kendisini ortadan kaldırmak istiyor olabilir miydi? Azra öldürülse ne olacaktı? Teoman ile ilgili kapak açılmış, her yönden bilgiler, tanıklar bulunmuştu. Kendini aklayabileceği bir şey kalmadığı gibi, yanında bir sürü iş arkadaşını da götürmüştü. Hapisten çıkabilirse oldukça yaşlı biri olarak katılacaktı hayata.
Azra, yattığı üç yılın intikamını kat kat çıkartacaktı. Farklı suçlardan istenen cezaların toplamı en az kırk yıl, en çok yetmiş yıla dayanmıştı. Nihayet içinde yıllardır köz halde bekleyen ateşin küçük cızırtılarla sönüp yok olduğunu fark etti. Mutluydu. Çınar’ın olduğu yere çevirdi bakışlarını. İlk kez göz göze geldiler. İkisi de kimsenin anlamadığı bir duygu yoğunluğu yaşıyordu. Bakışlarının ardında huzur vardı.
Celse bitmişti. Elbette temyiz ayağı devam edecekti. Ne olursa olsun yıllarca hapis yatacaktı. Salondan en son çıkanlardan biriydi Azra. Kapıya yaklaşırken bir kargaşa olduğunu fark edip merakla bakındı. Siviller sağa sola kaçışırken salondaki kadın grupları polislerin üstlerine doğru koşuyordu. Onların dikkatini dağıtırken birinin “Vuruldu, vuruldu!” diye bağırdığını duydu. Kim vurulmuştu?
Kargaşa anında kimin vurulduğunu anlayamadı. Kime sorsa yanıt alamadı. Dışarı çıkmayı da gözü yemediği için adliye binasının kalın duvarlarının arkasında kaldı. Korku ile Çınar’ın nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Tam o anda yanına biri geldi ve fısıltı ile “Başardık.” dedi. Azra kısa bir an ona baktı ve aynı şekilde fısıltı ile konuştu. “Çok şükür sen iyisin. Kim vuruldu?”
Camdan heyecanlı hareketlerle bakıyor gibi yapıyordu ikisi de.
“Teoman’ı koruyan polislerden biri. Neyse ki adamın boyu Teoman’dan çok uzun olduğu için omzuna isabet etmiş kurşun. Yoksa alnından vuracaklarmış Teoman’ı. Azra, sen camdan uzaklaş biraz. Tetikçi tek olmayabilir. Dikkatli olmalısın.”
Çınar camdan başını çevirmiş telefonla konuşuyor gibi yapmaya başlamıştı.
Azra da hemen telefonunun kablolu kulaklığını takıp birini arıyor gibi yaptı. Sonra da iki adım geriye gitti. “O kadınlar dikkat dağıtmak içindi değil mi?”
“Evet, senin dikkatin sayesinde tedbirleri artırdılar. Seninle iyi bir ekip olabiliriz.”
“Zaten iyi bir ekibiz.”
“Haklısın. Daha yakın çalışmalıyız.”
“Ne kadar yakın?”
“Galiba en iyisi aynı evde yaşamak. Böylece oteller, iki ayrı ev gibi sorunlarımız olmaz. Aynı çatı altında olunca daha hızlı düşünür, planlar kurarız.”
“Otelleri yakıyorlar. İki ev demek ikişer fatura, ikişer vergi demek.”
“Oteli yakan da itiraf etti. Teoman'ın iş yaptığı birilerinin adamıymış. Senin şahitlik yapmanı engellemek için göndermişler. Patronu da tutuklananlardan. Beni tanımaması en büyük şansımız.”
“Pislik...”
İkisi de başkaları ile konuşuyor gibi yapıyordu. Onunla hayat çok renkli geçecekti. Evin bir yerinde kostümlerin olacağını tahmin etmek zor değildi. Alışılageldik bir savcı değildi Çınar. Sonra düşüncesindeki kelimeye takıldı. ‘Evin...’ Azra fark etmeden sesini biraz yükseltmişti. “Senin evini bilmiyorum. Aaaa ben senin evini hiç bilmiyorum. Sen ise benim evin her yerini biliyorsun. Haksızlık bu. Hemen senin evine gidelim. Bakalım birlikte yaşamaya uygun mu?” Son cümleyi söylerken sesini alçaltmayı akıl edebilmişti.
“Hayır.”
Azra bozulmuştu yanıta. “Neye hayır? Bana evini göstermeyecek misin?”
Çınar’ın ise sesinde gülümseme vardı. “Gösteririm ama o ev uygun değil. Bize şöyle bahçeli bir ev lazım. Mümkünse iki katlı. Hatta havuzlu. Bir de en az iki çocuk için yatak odası olan bir ev. Sanırım aramaya başlamalıyız.”
“Çok pahalıdır öyle evler. Senin maaşın yetecek mi?”
“Senin çok paran var, onu kullanırız.”
“Kirli parayı mı diyorsun? Dava tamamen bitene kadar kullanmayacağım. Büyük kısmı ile ne yapacağımı biliyorsun. Sattıklarımın bedelleriyle fon kurup, ailesi olmayan ya da geliri hiç olmayan mahkumların ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacağım. İyilik yaptıkça belki paranın kiri de temizlenir. Yani Teoman iblisinin parasına göz dikme.”
Çınar, kahkahalar ile gülmeye başlayınca başlar onlara döndü. Nerede olduklarını unutmuşlardı. Çınar yine telefonla konuşuyor gibi yapmaya devam etti. “Tatlım, ben senin kendi parandan bahsediyorum. Teoman’ın pis parasından değil. Unuttun mu seni çok iyi araştırmıştım.”
Ambulans gelmiş, yaralı koruma bindirilmişti. Aynı anda hapishane aracı da hareket etti. Onun gidişini izlerken keyifle yanıtladı Çınar’ı. “Demek paramda gözün var?”
“Eh, benimkine eklersek iyi bir evin üçte birini karşılarsın.”
“Yani sen benden zenginsin, öyle mi?”
“Evet, seni paramla kandırmayı amaçlıyorum.”
“Çok hesapçı gördüm bizi.”
“Pekala, sana başka bir teklif sunuyorum. Bahçesinde müştemilatı olan ya da yapılacak yeri olan bir ev alsak, Semahat ablayı da oraya yerleştirsek. Hem evimizi çekip çevirse hem de çocuklarımıza baksa, ne dersin?”
“İşte şimdi ikna oldum. Ah bu arada çocukları doğurmadan önce benimle evlenir misin?”
“Bana evlenme mi teklif ediyorsun?”
“Senin teklif edeceğin yok. Ben resmi işlemlere bağlı bir kadınım. Çocuklarımın babası olarak seni yazdırmak istiyorum.”
“Deminden beri konuştuklarımızdan evlenmek istediğimi anlamadın mı?”
“Anladım ama unutma, kadınlar hareketleri sevse de sözleri de duymak ister.”
“Seni seviyorum ve seninle evlenmek istiyorum. Hem de hemen istiyorum. Resmi olmasını o kadar çok istiyorum ki adliyenin merdivenlerinde teklif ediyorum. Yani teklifi kabul ediyorum. Ben etsem daha doğru olmayacak mıydı? Benimle ev...”
“Kabul... Hadi gidip işlemlere başlayalım.”
“Düğün falan?”
“Bir ara yaparız istersen.”
“Değişik bir kadınsın.”
“Biliyorum.” Bir an sustu, sonra aklına gelen şeyi sordu. “Hedef Teoman’dı, değil mi?”
“Evet.”
“Yani, hâlâ birileri var dışarıda.”
“Evet.”
“Ve sen kim olduğunu biliyorsun.”
“Evet.”
“Yani bu dosya henüz kapanmadı.”
“Seni ilgilendiren kısmı kapandı. Diğeri için henüz ben de bir şey yapamam. Dokunulmazlığı var.”
“Yani kim olduğunu kesin olarak biliyorsun.”
“Evet.”
“Sakın bana söyleme.”
“Niyetim yok ama neden öyle dedin?”
“Gidip onun da kovanına çomak sokmak isterim. Bir belalı yeter, başkasına ihtiyacım yok.”
“Tek belalın benim.”
“En tatlı belam sensin.”
SON
Yine cok güzeldi. Kaltmiete yüregine saglik. :) Hüsniye.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. :))
SilDiğer tüm hikayelerin gibi mükemmeldi tadı damağımda kaldı
YanıtlaSilEllerine sağlık
Aylar sonra aklıma blogun olduğu geldi ve hikayeleri burada görünce nasıl sevindim anlatamam Asu'cumm... Büyük keyifle bitirdim kalan bölümleri ve kalemine emeğine sağlık canım ❤️❤️ Gülücüğün🥰
YanıtlaSil