Yeni evine taşındıktan sonra bir türlü bitmeyen yerleşmesi ile arkadaşlarını canından bezdirmişti. Her davete, “bu akşam kutu açmam lazım” diye yanıt verdiği için hepsi söylenmeye başlamıştı. Yardım tekliflerini de reddediyordu. Kızgınlığı geçmediği için evi toparlarken sinirlerini yatıştırıyordu.
Her akşam ancak bir kutu açıyor, mazeretini geçerli kılıyordu. Fakat asıl sorun şu ara hem bedenen hem de ruhen çok yorgun olmasıydı.
Sevgililer günü öncesi internet satışları o kadar artmıştı ki, gündüz neredeyse nefes almadan çalışıyor, bazen yemek yemeyi unutuyordu. Bulduğu her fırsatta evin noksanlarını alıyor, onları da ikinci el eşya satan yerlerden ya da ucuz markalardan tercih ediyordu. Eşyalı diye kiraya verilen evin eşyalarının çoğu kullanılamaz haldeydi ve emlakçı ile ev sahibi bunu zerre umursamamıştı. Tek iyi yanı çok söylendiği için kirayı küçük bir miktar daha düşürmesi olmuştu. Büyük ihtimalle zaten ev sahibi bu rakamı istemiş olmalıydı. Duvarlardaki deliklerden, yerdeki eski parkelerin kırıklarına kadar dünya iş vardı.
Bu devirde kiralık evi uygun fiyata bulmak mucize gibiydi. O da bu duruma hazırlıksız yakalanmış, birikimini çok kullanmadan sorunları çözmeye çalışmıştı. Annesinin yardım tekliflerini şimdilik geri çevirmişti. Dayanabileceği kadar dayanacaktı.
Eve henüz kimseyi davet edemez, eşyaların halini gösteremezdi. Kendi zevkine göre biraz daha düzenleme yapacak sonra arkadaşlarını davet edecekti. Zaten arkadaş olarak sayacağı kişilerin sayısı bir elin parmağını geçmezdi.
Önceki kiracının neredeyse her yere zarar vererek evden çıkması sonucunda kendisinin ne kadar marifetli olduğunu da öğrenmişti. Ne de olsa babası müteahhitlik yapıyordu. Biraz kulak dolgunluğu vardı. Hiçbir şeyi kendi yapmamış olsa da neler yapması gerektiğini biliyordu.
On beş gündür çeşitli yapı marketlerden ya da küçük nalbur dükkanlarından ihtiyaçlarını karşılamaya alışmıştı.
İşte işlerin yavaş ilerlemesinin asıl nedeni buydu. Her işi kendi yapmaya çabalıyordu. Bunu da en fazla saat dokuza kadar yapabiliyordu çünkü hem alt hem de üst katta çocuklu aileler vardı. Çocukların uyku saati konusunda ilk gün uyarılmıştı. Kalan zamanda ise demonte mobilyaları kurmaya çabalıyordu.
Elbette hepsini yaptıracak birilerini çağırabilirdi ama parasını idareli harcamalıydı. Önce alçı ile duvarlardaki delikleri nasıl kapatacağını öğrenmişti. Alçı tozunu yutmamak için maske kullanması gerektiğini ise ilk alçı tozunu yutunca anlamıştı.
Zımparaların da farklı olduklarını yine o alçı sayesinde öğrenmişti ama bu kez deneme yanılma ile değil, alışveriş yaptığı yapı marketteki görevli sayesindeydi. Babacan adam kendisine bir sürü de broşür vermişti. Kâğıt kaplama ile ilgili bilgi bile vardı. Şimdilik duvar kâğıdı yapmaya niyeti yoktu.
Tavanı boyamak için uzun saplı bir rulo edinmesi gerektiğini, kestirme fırçası denen bir fırça olduğunu, hışır naylon ile yerleri kaplarsa sonra yerlere damlayanları kazımak zorunda kalmayacağını da böylece öğrenmişti.
Nihayet evin yüzü gözü açılmış, yatak odası ile salonu toparlanmıştı. Bu akşam yeni kitaplıklarını kuracaktı. Bir akşamda bitirebileceğini sanmıyordu. Çünkü çok fazla vidalama işi vardı ve saat şimdiden yedi olmuştu. Önerilen şarjlı vidalama aletinin fiyatı uygun olsa şimdiye işi çoktan bitmişti. Tornavida ile bu kadar oluyordu.
Her katta iki dairenin olduğu eski apartmanlardan birinde oturuyordu ve komşusu ile kapıları karşılıklıydı. İki haftadır hiç denk gelmediği için evin boş olduğunu düşünüyordu. Ayrıca hiç ses de duymamıştı. Perdeleri olduğuna göre ya onunla farklı saatlerde çalışan birileri oturuyordu ya da tatildelerdi.
Buzluktan çıkarttığı yemeği mikrodalgaya koyup düğmesine bastı. Mesai saatleri boyunca evde bile olsa, düzgün giyiniyordu. Her an bir görüntülü çağrıya yanıt vermesi gerekebiliyordu. Nihayet mesai saati bitmiş, nöbeti devralan arkadaşına gereken bilgileri vermiş ve rahat bir nefes almıştı.
Üstünü değiştirmek için yatak odasına giderken babasına söyleniyordu. “Çılgın adam, senin derdin ne? Nasıl bana baskı yaparsın? Bak ne oldu? Artık tek başıma yaşıyorum. Sen de annemle kavgalarına devam et.”
Babası akıllanmıyordu. Yine aynı şeyi yapmaya kalkışması, önceki olayı ya önemsememesinden ya da kızına inanmamasından kaynaklanıyor olabilirdi. O böyle bir adamdı. Kendi doğrularından ötesini görmez, kabullenmezdi. Annesine sabır dileyerek üstündeki gömleği çıkartıp askıya astıktan sonra balkondaki çamaşır ipine astı. Orada havalanmasında sakınca olmadığını düşünüyordu. Ne de olsa artık her yer doğalgazlıydı ve bu saatlerde egzoz dumanı da yoktu. Çamaşır ipine alıcı gözle bakınca yeni bir ip alması ya da çamaşırlık bulması gerektiğine karar verip içeri girdi.
Öğlen paydosu saatlerinde evi terk ettiğin günden sonra ilk kez annesi ile buluşmuştu. Babasının halen kendisine kızgın olduğunu öğrendiğinde şaşırmamıştı. Bu devirde görücü usulü evlilik isteyen bir şehir adamı! Hakikaten hiç tanımadığı biri ile evlenebileceğini düşünecek kadar aklını yitirmiş olabilir miydi? Arkadaşının akrabası imiş, o tanıyormuş. Tanımasının da arkadaşının, “iyi çocuktur” demesinden öteye gitmediğini tahmin ediyordu.
İnsanın neredeyse otuzuna gelmiş kızı olunca galiba önüne gelene damat namzeti gözü ile bakması olağanlaşıyordu. Hiç tanımadıkları biri ile evlenmesini isteyecek kadar hem de! Ve bunu ikinci kez isteyecek kadar hem de! Hem de ilkinden ağızları -en azından kendi ağzı- bu kadar yanmışken! Hem de... Sinirden yeni bir şey bulamayınca iç sesini susturdu.
Mikrodalganın sesini duyup yemeğini almaya mutfağa geçerken boya lekeli tişörtünün eteklerini indiriyordu. Mutfağın durumu artık daha iyiydi. Dolapların bir kısmının menteşelerinin elden geçmesi gerektiğini ilk fark ettiğinde kapak elinde kalmıştı. İşte bunun nasıl yapılacağını kimseye sorması gerekmiyordu. Birkaç el aleti aldığı için uygun tornavida ucu ile hemen çözmüştü. Fakat kapakların da boyanması gerekiyordu. Uygun rengi seçene kadar iki gün, yine zımpara yapması gerektiğinin öğrendiği için boyamaya geçene kadar da dört gün geçmişti. Onun da makinesi vardı ama nedense hepsi çok pahalı aletlerdi.
Nihayet hepsini boyadığında artık beyaz renkte dolaplara sahipti. Mutfak için en ideal renk diye düşündü. Hijyenik görünüyordu. Ev sahibinden bunların parasını kesecekti. O kadar da hakkını yedirmeyecekti. Önceki kiracıların acısını o çekiyordu.
İki haftada evde yaptığı işleri düşününce kendini videolardaki ustalar gibi görmeye başladı. Eli yatkındı, becerikliydi ve çoğu işi kendi halledebileceğini biliyordu. Fakat iş elektrik ve su tesisatlarına geldiğinde asla elini uzatmayacak kadar da kendini biliyordu. Ustalarla halletmişti o işleri.
Aydınlık mutfakta yemeğini yedikten sonra demonte kitaplıklarını hazırlamaya girişti. Tornavida ile çalıştığı için biraz yavaş ilerliyordu. Fakat sessizlik iyiydi, bu akşam dokuzdan sonra da çalışabilecekti. Tek başına neredeyse üç saatte iki kitaplığı kurmuş, ilk kez birden fazla kutu açmış, kitaplarını yerleştirmeye başlamıştı. İşte şimdi ev eve benzemişti.
Saat on bire gelirken karşı dairenin kapısından ses geldiğini duydu. Merakla kapıya gitti ve aynı merakla göz deliğinden baktı. Oldukça uzun ve geniş yapılı bir adam giriyordu eve. Kadını görememişti. O önden girmiş olmalıydı. Adamın üstünde takım elbise mi vardı? Hayır, üniforma vardı. Asker miydi? Belki de. Kim bilir, belki eşi ile görev yerindeydi, evlerine dönmüşlerdi. Binanın kapıcısı olmadığı ve kendisi de kimse ile görüşmediği için hiç bilgisi yoktu. Alt katta yaşayan karı koca ilk akşam yemek getirmişler ve saat dokuzdan sonra gürültü yapmaması konusunda sıkı sıkı tembihlemişlerdi. Üst kattakilerle hiç karşılaşmamıştı. En üst kattaki ailelerden birini arada görüyordu. Hepsiyle yakında tanışacağını umuyordu.
Salona geri döndüğünde şaşkınlıkla odanın karanlık olduğunu fark etti. Elektrik kesilmiş olamazdı. Koridor ışığı açıktı. Düğmeyi defalarca açıp kapattı. Değişen bir şey yoktu. Ampul patlamış olmalıydı. Oysa daha yeni almıştı. Ama ucuz bir marka almıştı. Eskiler boşa dememiş, ucuz etin yahnisi pek olur diye. Merdiveni olmadığı için mutfaktaki sandalyelerden birini alıp yedek ampulü takacaktı.
Niyeti buydu elbette ama başına gelenle niyetinin uzak yakın alakası yoktu. Eski binanın yüksek tavanındaki avizeye ulaşmak için sandalyenin üstünde parmak ucuna kalkmış, tam ampule uzanmışken dengesini kaybedip düşmüş, düşerken yakındaki küçük sehpaya başını vurmuş, çığlık üstüne çığlık atmıştı.
Daha ayağındaki acıyı fark etmeden kapısının kırıldığını duymuştu. Az önce sırtını gördüğü adam olduğunu tahmin ettiği kişi, üstünde eşofmanlarla elinde herkesin haydar dediği beyzbol sopası ile eve dalmış etrafa deli gibi bakınıyordu.
“Nerede o? İyi misiniz? Neden karanlık burası?” gibi soruları yanıt almadan peş peşe sıralıyordu.
Gökçe, can acısı ile yanıt veremezken başında dikilen adamın kırdığı kapıyı düşünüyordu. Yeni bir iş çıkmıştı kendisine.
“Onu mu koruyorsunuz? Nereye saklandı? Gücü kadına yeten bir korkaksın sen, çık ortaya!”
Bağırışlara alt ve üst kattan komşularda gelmişti. Birileri evi ararken kadınlar genç kızın başına toplanmıştı. Nihayet biri cep telefonun ışığı ile ortamı iyice aydınlatmış, genç kadının sandalyeden düştüğünü anlamışlardı.
“İyi misiniz?” sorusu bu kez farklı bir komşudan gelmişti. Komşuları ile tanışma planı kesinlikle böyle değildi.
“Pek sayılmaz. Hem ayağım hem de başım acıyor.” Elini başına götürdüğünde kanadığını fark edip korktu. “Benim hastaneye gitmem lazım sanırım.” derken etrafı iyi seçemediğini, hafifçe içinin geçtiğini fark etti. Başındakilerin telaşlı seslerini duyuyor ama yanıt veremiyordu. Biri kendisini yerden kaldırmış, merdivenlerden indiriyordu. Arkadan bir kadın sesinin, “Çantasını da alın, kimlik bilgilerini isterler.” dediğini duydu.
İnsanlar özel hayatına fazla mı müdahale ediyordu? Evet, ediyorlardı. İyi ki ediyorlardı. Etmeseler evde kan kaybından ölecekti. O ruh hali ile özelinin çok da önemli olmadığını düşünmeye başlamıştı. Kimin arabasında olduğunu bilmiyordu. Neden ambulans çağırmamışlardı ki?
“Kapım kırık. Birileri evimde. Beni eve geri götürün.”
“Hastaneye geldik bile. Kapınızı hallederiz. Komşular iyidir. Sorun olmaz. Çalınacak değerli bir şeyler var mı?”
“Bütün hayatım. Bilgisayarlarım.”
Alaycı olmasını engellemeye çalışmadan konuştu şoför. “Kafa travması yok sanırım. Bilgisayarı düşünecek duruma geldiğinize göre. İşte geldik. Acilin önünde durunca birileri koşacaktır. Sakın hareket etme. Zaten seni taşımakla hata ettiğimi düşünüyorum, biraz daha sarsmayalım seni.”
Bu adama tüm mesleki kariyerinin o bilgisayarlara bağlı olduğunu nasıl anlatacaktı? Çabalamadı, çünkü hali yoktu. Gerçekten birileri acilin kapısına sedye ile çıkmıştı bile. Büyük ihtimalle özel bir hastaneydi. Bir merdiven alacak parası yoktu, şimdi hastane masraflarını karşılayacaktı.
Oysa kendini iyi hissediyordu. Tamam başında biraz kanama olmuştu ama o ilk sersemlik hali geçmişti. Ayağı ağrıyordu ama kırık olduğunu da sanmıyordu. E bu durumda özel hastane biraz abartılı olmamış mıydı?
Olayı anlatıp kayıt yaptırdıktan sonra acildeki doktorların müdahalesini uzaktan izlemişti genç adam. Ayak bileğinde kırık, çatlak olmadığı röntgen sonucunda anlaşılmış, bileği sarılmış, başındaki yaranın etrafında küçük bir saç kazıması yapıp üç dikiş atılmıştı. İkisi de önemsizdi. Yine de sabaha kadar hastanede tutmak istemişler ama genç kadının ısrarları sonucunda başında birinin beklemesi şartı ile evine gitmesine izin vermişlerdi.
“Merak etmeyin, ben kapı komşusuyum, gereken özeni göstereceğim.” diyen adama merakla baktı. Kapı komşusu, yani şu birkaç saat önce evine gelen adam. Nihayet görüşü daha iyiydi. Evet o olduğun anlamalıydı. Hem sesinden hem de geniş omuzlarından o olduğunu anlamalıydı. Fakat diğer komşularının da erkek olanlarını tanımadığı için kiminle hastaneye geldiğini fark edememişti.
Tekrar arabaya bindiklerinde genç kadın adama dönüp gülümsedi. “Ödemenize gerek yoktu. Kredi kartım çantamdaydı.” Bir yandan da faturanın ve yapılan müdahalelerin yazılı olduğu kağıtları koydukları zarfı çantasına tıkıyordu.
“Önemli değil. Yemek ısmarlarsınız ödeşiriz.”
Bir yemekle ödenmeyecek kadar çok olan ödemeyi duyduğu için farkında olmadan, “Belki birkaç yemekle anca ödeşiriz.” dedi. Aynı anda da ağzına bir tokat vurdu. Adama birden çok randevu mu vermeye çabalıyordu. “Pardon, çok densizce bir cümle oldu.”
“Yoo, gayet mantıklı. Hatta ben tutardan her yemeğin parasını düşer, ne zaman borcun kapandığını söylerim.”
“Ciddi misiniz?”
“Hiç şaka havamda değilim. Elbette ciddiyim.”
Gökçe, genç adama baktı. Yanındaki adamla birden çok yemek yeme fikri çok cazipti. Çünkü adam çok cazipti. Ve sevimli şekilde gülümsüyordu.
“Anlaştık.”
“Bir iki konuda daha anlaşalım.”
“Onlar neymiş?”
“Birincisi, o evdeki sana ait olmayan hiçbir eşyaya güvenme. Hele sandalyelere hiç güvenme. Eski kiracının onları dört ayaklı bırakmış olduğunu bile sanmıyordum. Ruh hastası biriydi. Zevk için eşyalara zarar verirdi. Zorla atıldı apartmandan.”
“Evin ilk halini görünce bu duyduklarıma şaşırmıyorum. Kabahat benim ucuz bir ampul almıştım. İki haftada yanmış olmasına yine de inanamıyorum. Onu değiştirmeye çabalıyordum, bir anda sandalyenin dengesi bozuldu. Sanırım ayağı kırıldı. Düşerken kafamı da sehpaya vurdum.”
“İkinci çığlığın sebebi o olmalı. Çünkü ilkinden daha uzun ve acılıydı.”
“İkinci demişken, anlaşacağımız ikinci konu neydi?”
“Adını bilmediğin erkeklerle yemek yeme!”
“Adın, kapı komşum, değil miydi?”
“Şakacı mısın sen?”
“Haklısın demek zoruma gittiyse demek ki!”
“Haklıyım elbette. Ama bu kez affediyorum. Ne de olsa kapı komşunum.”
“Sen benim adamı öğrendin. Hatta tüm bilgilerimi öğrendin. Ben senin adını öğrenebilecek miyim, komşu olarak mı kalacaksın?”
“Kartal Doğukan.”
“Gökçe Azak.”
“Biliyorum, Gökçe Azak. Ayrıca adını çok beğenirim. Şimdi olacak kızıma yeni bir ad bulmam lazım. Çünkü kızım olursa adını Gökçe koyacaktım.”
“Aaa eşiniz hamile mi?” O kadar utanmıştı ki, az önceki yemek randevusu saçmalığını ikisinin de hafızasından silip atabilmeyi çok isterdi.
“Hayır, evli değilim. Evlenince ve bir kızım olunca adı Gökçe olacaktı.”
“Yine olur, ne mâni var ki?”
Genç adam kısa bir an durakladı, sonra sakince “Önceden Gökçe adında kimseyi tanımamıştım. Bir tanıdığımın adını vermek doğru gelmez.” diye açıklama yaptı.
“Haklı olabilirsin. Kartal adına uysun diye mi seçmiştin? Yani ikisi de gökyüzüyle alakalı diye dedim.”
“Sayılır. Ben pilotum.”
“Aaa üniforma. Tamam, şimdi oturdu o üniforma.”
“Üniformamı nerede gördün?”
“Galiba fazla meraklıyım. On beş gündür karşı kapım hiç açılmadığı için evin boş olduğunu düşünmüştüm. Bu akşam kapı sesi duyunca merakıma yenilip kapıdan gözetlemiş olabilirim.”
“O nasıl cümle. Kapıdan resmen gözetlemişsin. Olabilirim denir mi?”
“Bunu her anonsu halk tabiriyle “yatak odası sesi” ile yapan biri mi söylüyor?”
“Bazı pilotlar özellikle öyle konuşuyor ama ben öyle konuşmam.”
“Eminim konuşmuyorsundur.”
“Bir gün benim uçuşuma denk gelirsen anlarsın nasıl konuştuğumu.”
“Şu ara zor benim için uçmak. Fakat...”
“Fakat ne?”
“Yok bir şey. Aklım karıştı.”
“Cümleye başlayıp da bitirmeyen insanlara sinir olurum. Aklına takılan neyse sor.”
“On beş gün sürecek uçuş neresi olabilir diye düşündüm. Sanırım arada gelip gittiğini ben fark etmedim.” Asıl soracağı bu değildi ama diğerini sormak için henüz çok yeni tanışmışlardı.
“Tatildeydim.”
“Üniformanla mı? Nasıl tatilmiş o?”
“Hakikaten çok meraklısın. Son uçuşum Amerika’ya idi. İki gün sonra dönecektim ama o kadar hastalandım ki rapor almam gerekti. Sonra da benim döneceğim uçuşu ayarlayana kadar geçen sürede izin yaptım. Yani 3. kaptan olarak döndüm sayılır.”
“Sizin işlerden çok anladığım söylenemez o yüzden kabul ettim gitti.”
“Çok naziksin.” O sırada evin önüne gelmişlerdi. Alt kattaki komşulardan birinin kapıyı açması ile ikisi de şaşkına döndü.
“Kapınız kırık olunca birimiz nöbette kalalım, apartmana yabancı biri girmesin, dedik. Nasılsınız? Önemli bir şey yoktur inşallah?”
“Çok teşekkür ederim. İyiyim. Başımda üç dikiş, ayağımda incinme ile evimin yolunu buldum. Tekrar teşekkürler ilginize. Artık uyuyabilirsiniz. Ben çözüm bulurum kapıya.”
“Rica ederim. İyi geceler.”
İkinci kata çıkarken Kartal, genç kadının koluna girmişti. Trabzanlara yaslanmasına izin vermemişti. “Binanın eski olduğunu ve her yerin elden geçmesi gerektiğini unutma. Onlara da güvenme, mümkün olduğunca duvar tarafını kullan.”
“Tamam, unutmam bunu.”
Kendi kapılarının önüne geldiklerinde sokak kapısının kilit kısmındaki kırığı görüp gözlerini devirdi. Neyse ki menteşe tarafında sorun yoktu. Çelik kapı olmadığı için ilk günden beri tedirgin oluşunun bu akşam belki de karşılığını almıştı. Çelik kapıyı kıracak birilerini bulmak mucize gibi olurdu.
“Ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Gidip uyuyacağım. Ağrı kesicilerin etkisi geçmeden uykuya dalmak istiyorum.”
“Kapının arkasına bir şeyler daya. Kapıyı biri zorlarsa devrilecek şeyler olsun ki hepimizi uyandırsın.”
“Bilgisayarlarımı yanıma alacağım, oda kapımı kilitleyeceğim ve emin ol, bu kapının arkasına da bir şeyler yığacağım.”
“Yarın evdeyim, sana kapı konusunda yardım edeceğim. Çünkü onu ben kırdım. Şimdilik dikkatli ol. Cep telefonun yanında mı?” Genç kadın çantasında olmadığını bildiği için evin içinde aradı. Ampulü değiştirmişti birileri. Salonda kafasına dikiş atılmasına vesile olan sehpanın üstündeydi telefonu. Kartal, peşinden girmiş telefonu hemen alıp kendi adını ve numarasını kaydetmişti.
“Başucuna al ve bir şey olur da ben duymazsam mutlaka numaramı çevir. Anlaştık mı?”
“Anlaştık. Ama biraz daha hırsız fobisi aşılarsan gözüme uyku girmeyecek. Oysa yarın sabah erkenden mesaim başlıyor.”
“Bu halde işe gitme, ara şirketi, idare etsinler seni.”
“Evden çalışıyorum. Sekiz – on yedi nöbetim var. O yüzden biraz uyusam iyi olacak... Kartal... Çok teşekkür ederim. Bu akşam benim yüzümden o uzun yolculuk üstüne saatlerce hastanelerde oyalandın. Gerçekten çok teşekkür ederim.”
“Yemek listesine ekleyeceğim. Kuru teşekkürü kabul etmemek gibi bir prensibim var.”
“Unuttun diye düşünmüştüm yemek olayını. Meğer daha da artırmayı planlıyormuşsun.”
“Alacaklarımı unutmam.”
“Ben de borçlarımı.”
“Seninle iyi anlaşacağız kapı komşum.”
“Bence de öyle komşum.”
*****
Gökçe, büyük bir gürültü ile uyandığında ne yapacağını bilememişti. Kapının arkasına sandalye koymuş, sandalyenin üstüne de en çok gürültü yapacak çelik tencere ve tavaları yerleştirmişti. Nihayet seslerin onlardan geldiğini anlayınca önce rahatlamış, hemen ardından da eve hırsız girdiğini düşünerek korkmuştu. Yatak odasının kapısı vurulup da Kartal’ın ve alt komşuları olan kadının sesini duyunca rahatlamıştı.
“Gökçe... Gökçe, iyi misin? Gökçe odana giriyoruz.”
“Bayıldı mı acaba? Ya... ya...” Komşunun korkulu sesini duyunca içeriden yanıt verdi.
“İyiyim, geliyorum, kapıyı zorlamayın, arkasında sandalye var.”
Kalkıp kapıyı açtığında ikisinin de yüzlerinde rahatlamayı gördü. “Neden bu kadar telaş yaptınız?” dediğinde iki komşusunun da önce sinirle baktığını sonra gülmeye başladığı görüp şaşırdı.
“Neredeyse yirmi saattir uyuyorsun. Telefonunu belki kırk kere çaldırdık, kapına defalarca geldik, merak ettik. En sonunda dayanamayıp kapıyı ittik ve söz dinleyip tencereleri yığdığını gördük.”
“Bir dakika...bir dakika............ siz ne dediniz? Yirmi saattir mi uyuyorum? Aman Tanrım, iş...Korkunç bir şey bu. Bittim ben.”
“Eminim birileri yerine bakmıştır. Cep telefonunu aradım. Sessize mi aldın?”
“Hayır, akşam şarja taktım yattım.” Cümlesini söylerken bir yandan da topallayarak yatak odasındaki telefonu fişten çıkartmaya gitti. Telefonun ucunda şarj kablosu takılıydı ama kablo prizde değildi ve şarjı tamamen bitmişti. Hemen şarja takıp biraz dolmasını beklemeye başladı. Bir yandan da durumu açıklamaya çalışıyordu. Kendini iyice aptal hissettiğini saklayamayacaktı.
“Tamam, bize detay verme. Olan olmuş. Sen şimdi iş yerinle görüş, durumunu anlat. Biz senin iyi olduğunu gördük. Bu bize yeter. Ama asıl kapına gelme sebebimiz kapıyı tamir etmeye ustaların gelmiş olması. Sen üstünü değiş, o sırada ben de ustalara başlayabileceklerini söyleyeyim.”
Komşu kadın da genç kıza şöyle bir bakıp, “O ayağının üstünde fazla durma, sen geç otur. Ben sana yemek getireyim.” dedi.
Kartal, “Zahmet etmeyin, ben şimdi dışarıdan ikimiz için de söylerim. Hatta çocuklar seviyordu, hepimiz kebap mı yesek bu akşam?” diye teklif etti. Kadın önce itiraz edecek gibi oldu ama sonra çocukların da sevineceğini düşünüp kabul etti.
İki oğlu da Kartal abilerinden gelen bu jeste alışkındı. “Teşekkür ederim, ben de dinlenmiş olurum bu akşam. Ama sonra bir akşam ikinizi de yemeğe alacağım, anlaştık mı?”
“Anlaştık.” derken Kartal ikisi adına da yanıt vermişti. Gökçe, üstüne kot pantolon ile bir gömlek geçirmiş odaya girdiğinde bu yanıtı duymuş ve kaşlarını kaldırıp Kartal’a bakmıştı.
“Zahmet vermeyelim.” diye itiraz cümlesini söylerken kadın çoktan ustaların yanından geçmiş, “Zahmet olmaz, biz burada bu tarz şeylere alışkınız. Sen de alışırsın.” demişti bile.
“Komşularım iyi insanlar. Dünden beri bunu iyice anladım. Başta ses yapmayayım diye o kadar çok uyardılar ki hepsinin lanet tipler olduğunu düşünmüştüm.”
“Dört kat, sekiz daire ve biz hariç altı dairede ikişer üçer çocuk var. Kimi okul yaşında kimi daha da küçük. O yüzden uyku saatlerinde gürültü istemiyorlar. Haklılar da. İyi eğitim almalı iyi uyumalı ve iyi beslenmeliler. Fark ettiğin gibi burası orta halli bir mahalle. Herkes umudunu bir şeylere bağlıyor.”
“Hadi onları ve kendimi anlıyorum da senin gibi bir...” parmakları ile tırnak işareti yapıp “... pilot neden burada yaşar?” Ah işte özele girmişti bile. Bir önceki akşam dilini zor tutup sormadığı soruyu nihayet sormuştu. Yanıtı alamadan çalan telefonuna koşturdu. Şirketten arıyorlardı. Neden tüm gün çevrimiçi olmadığını sorgulayan yöneticisine geceyi hastanede geçirdiğini, verilen ilaçlar yüzünden alarmı duymadığını söylemiş, özür dilemişti. Bir sorun olduğunu anladıkları için başkaları onun yerine gereken işleri yapmaya çabalamışlardı ama şimdi uyanık olduğuna göre hemen her işlemi kontrol etmesini istemişlerdi.
Akşam yatak odasına sakladığı üç ayrı dizüstü bilgisayarını alıp salona geldi. Hepsini dikkatlice fişe taktı ve açılmalarını beklerken ustalarla ilgilenen Kartal’ı inceledi. Akşam o ağrı sızı içinde çok iyi bakamadığını, daha doğrusu pek iyi göremediğini şimdi anlıyordu. Ne kadar çekici, hatta ortalamanın üstünde yakışıklı olduğunu tam olarak fark edemediğini düşünüyordu. Esmer erkekleri her zaman daha çekici bulmuştu. Kartal’ın da simsiyah saçları vardı. Hatta gözleri bile siyahtı. Biraz ürkütücü bakıyordu arada. Ama gülümseyerek baktığında o siyah gözlerin tüm ürkütücülüğü yok oluyordu. Saatlerce uçuş yapan birine göre oldukça fitti. Demek ki ya yediğine ya da sporuna dikkat ediyordu. Belki ikisine de!
Genç adamı incelerken onun da dönüp kendisine bakması ile yakalanmıştı. Gülümseyerek olayı hafifletmeye çalıştı. O da gülümseyince fişe taktığı bilgisayarlarını sırası ile açıp çalışmaya başladı. İlk iki bilgisayardan firmalar ile ilgili işlemleri yapıyordu. Daha önce aynı bilgisayardan çalıştığı için karışıklık yaşamış, düzeltene kadar epey uğraşmıştı. Şimdi aynı şirketin iki ayrı firmasını ayrı, bireysel olarak hesaplarını yönettiği özel kişilerin işlemlerini ayrı bilgisayardan yapıyordu. Böylece karıştırmıyor, sorunlara sorun eklemiyordu. Tüm günü kontrol etmesi epey uzun sürecekti.
“Bilgisayarlarım hayatım derken çoğul ekinin doğru olduğunu düşünmemiştim. Gerçekten birden çokmuş. Ne iş yapıyorsun sen?”
“En anlaşılır şekli ile sosyal medya uzmanıyım.”
“Şu ürünleri sözde kullanıp reklam yapanlardan mısın?”
“Onların adı influencer. Hayır, ben kurumsal bir moda markasının hesaplarını yönetiyorum. Şikayetlerin, isteklerin doğru şekilde sonuçlanması için kurulmuş ekibin lideriyim.”
“Üç firma için mi çalışıyorsun?”
“Aynı firmanın iki ayrı markası ve üçüncü bilgisayarla da bazı ünlü kişilerin özel hesaplarını yönetiyorum. Tabii bugün tüm bu işleri aksattım. Nasıl uyudum o kadar saat halen çözemedim. Ben yedi saatten fazla uyumayan biriyim.”
“Ağrı kesicilerin etkisi yüksekmiş demek ki! Ayrıca bir gün hesaplar çalışmadı diye kimse batmaz, kimsenin fanları küsmez.”
“Orası doğru ama haber vermeden işi aksatmak hoş değil. Hem de sevgililer günü öncesi. Satışlarda yoğunluk, şikayetlerde yoğunluk demek. En büyük şikayet de ulaşmayan kargolar elbette.”
“Kargo şikayetleri ülkenin en büyük sorunlarından sanırım. Ben adres olarak alt komşuyu verip rahatladım. Onlarda birikiyor paketlerim. Ayrıca unutma ki hayat her zaman doğruları yaparak yürümüyor. Elde olmayan sebeplerle insanlar gerektiği gibi hareket edemeyebiliyor. Takma kafaya. Yemekleri söylüyorum. Gerçi sen kahvaltı da etmedin ama ağır gelmesin kebap?”
“O kadar açım ki, utanmasam iki porsiyon isteyeceğim.”
“Şöyle yapalım hem kebap hem de bol soğanlı lahmacun isteyelim. Ustalar da yer.”
“Sayın Kaptan Pilot, bol soğanlı bol maydanozlu lahmacun yiyerek karizmanızı çizdirmeyecek misiniz?”
“Sen kimseye söylemezsen ben de söylemem.”
“Benden sır çıkmaz.”
“Tamam, ben siparişi veriyorum. Ayran mı şalgam mı?”
“Başka zaman olsa ayran derdim ama bu akşam uzun uzun çalışmam lazım. Şalgam olsun.”
Ustalar kasanın kilit kısmını yeniden yaparken yemekler gelmiş, kısa bir mola verip onlar da yemek yemişler, sonra da işlerini bitirip gitmişlerdi. Gökçe ile Kartal biraz daha oturmuş, Gökçe bir yandan işlerini yaparken bir yandan da Kartal’ın hazırladığı kahveyi içmişti.
“Yarın uçuşum için öğleden sonra evden çıkacağım. Sabahtan yardım edebileceğim bir şeyler var mı?”
“Çok naziksin. Hayır, yok. Acil bir işim yok. Açılması gereken birkaç kutu kaldı. Onları da ayağımın üstüne rahat basınca hallederim.”
“İçlerinde önemli bir şey varsa ve görmemde sakınca yoksa ben yerleştireyim.”
“Gerçekten önemli bir şey yok. Biraz kitap ve küçük ıvır zıvırlar. Ev tamamen yerleştiğinde her yerde mum görmeye alışırsın. Herkes bana mum hediye eder. Çünkü asla doymam muma.”
“Patlamış ampul yüzünden başına iş gelmesine şaşmamalı. Mumlarını kıskanmış olmalı.”
“Bence de!”
“O zaman ben gidiyorum. Bu gece rahat uyursun. Hem telefonunu hem de fişin ucunu kontrol etmeyi unutma.”
“Bir insanın hatasını yüzüne vurmak çok ayıptır.”
“Haklısın. En iyisi ben fişi takıp gideyim.”
Gökçe, Kartal’ın sırıtan yüzüne bakıp gülmeye başladı. Kartal evden çıkmadan önce kahve fincanlarını mutfağa götürüp yıkamıştı. Tek yaşayan bir erkeğin alışkanlıkla yaptığı bir şey olmalıydı. Gökçe, bu hareketi için de teşekkür ederken Kartal sokak kapısından önemi yok demiş ve kapıyı arkasından çekip evine geçmişti.
*****
Ertesi gün uçuş için evden çıkarken Gökçe’nin kapısını vurdu, Kartal.
“İyi misin? Ayağının üstüne çok basmıyorsun, dinlendiriyorsun değil mi?”
“İyiyim hemşire bey. Dinlendiriyorum. Zaten yerleşecek fazla bir şeyim kalmamıştı. Bu akşam arkadaşlar gelip kalanı tamamlayacakmış. Bana kızmışlar ama acıdıkları için dövmeyeceklermiş.”
“Ne iyi arkadaşların var öyle? Tanışamayacak olmama üzüldüm. Bir ara tanışırım. Sana iyi baksınlar.”
“Ne zaman dönüyorsun?” Yine ağzına bir tokat vurma isteği ile elini kaldırırken kendini durdurdu. Sevgililer gününde buluşacağı biri olup olmadığını merak ediyordu.
“İki gün sonra buradayım. Şimdilik Avrupa uçuşlarındayım. Ağırlıklı Fransa.”
“Je te souhaite un bon vol” (iyi uçuşlar dilerim)
İçi biraz rahatlamıştı. Ertesi akşam 14 şubattı ve o başka bir ülkede olacaktı. Kartal’ın sorusu ile kendini toparladı. “Fransızca biliyor musun?”
“Fransız koleji mezunuyum.”
“Bu duyduğum en iyi haber. Döndükten sonra uzun uzun konuşacağız. Fransızca elbette. Çünkü ilerletmem gereken berbat bir Fransızcam var.”
“Elimden geleni yaparım.”
“Merci chérie” (teşekkürler canım)
Gökçe bir şey söyleyemeden merdivenlerden inip gözden kayboldu.
Gökçe, “canım” kelimesine takılmış kalmıştı. Belki de gerçekten kötüydü Fransızcası ve bu kelimeyi düşünmeden kullanmıştı. Üstünde durmadı. İşinin başına döndü.
Akşam saatlerinde dört arkadaşı ellerinde yemekler ve ev hediyeleri ile kapısındaydı. Kimi ayağındaki sargıya söyleniyor kimi başındaki dikişleri inceliyordu.
“Kızım ev şirin ama çok eski ya, daha iyisi yok muydu?”
“Öncelikle aşırı ucuz, sonrasında ise benim acelem vardı. O evden bir an önce çıkmalıydım. Hem bence gayet güzel toparladım.”
“Oda kapılarında buzlu cam var. Bu kapıları eski Türk filmlerinde görüp ne güzel gölge oyunu oynanır diyordum. Halen kullanılıyormuş.”
“Ya benim ne ukala arkadaşlarım varmış. Duyan da sizi köşklerde, yalılarda yaşıyor sanacak.”
“Düne kadar babasının sahip olduğu sitede yaşayan villalarda büyümüş kızımız mı söylüyor bunu?”
“Arkadaşlar, o kadar alışmışım ki o rahatlığa, burası önce beni son derece korkuttu. Her işi kendim yapmaya çalışmak zor geldi ama babama kızgınlığımla hepsini başardım. Henüz dondurulmuş yemekten ya da siparişten, kendim pişirme aşamasına gelmesem de onu da kıvırırım. Çünkü bu evdeki tüm işleri... elektrik ve su tesisatı hariç... tüm işleri bennnnnnnn yaptım, bennnnnnnnn.”
“Dalga geçiyorsun?”
“İnanmam!”
“Niye inanmıyorsunuz, onun babası inşaatçı. Yapacak elbette.”
“Ya o babasının bürosuna bile gitmezdi tozlu diye. Ne anlayacak inşaat işlerinden?”
“Vallahi ben yaptım arkadaşlar. Hatta ayağım ve başım şu ampulü değiştirme çabamın sonucu. Gerçi o iş sayılmaz ama sandalyenin azizliği yüzünden düştüm.”
“Tamam, uğraşmayın arkadaşımla. Biz buraya kızı sıkmaya değil rahat ettirmeye geldik. Şimdi canım, ne iş var yapılacak bize söylüyorsun, sen dinleniyorsun.”
İki kadın iki erkek dört arkadaşı birer koldan hem yarım işleri bitirmiş hem de tüm kutularını açıp yerleştirmişti. O da bir önceki günden kalan bazı işleri tamamlamış, yeni günün işlerini de aksatmadan yürütmüştü.
Sonra aklına gelen işi de araya sıkıştırmıştı. Şirket onların sağlık giderlerini karşılıyordu. Önceki akşam aklının ucundan bile geçmemişti bu. Sanki kendi ödemesi gerekiyor gibi düşünmüştü ama sigortası halledecekti. Hastane faturasının bir kopyasını şirkete yollamıştı. Aslında gelen parayı komşusuna vermeliydi ama bunu yapmayı hiç istemiyordu...
Akşam yemeğinden sonra biraz daha oturup keyif kahvesi içen arkadaşları saat dokuz yasağı ile dalga geçerek vedalaşıp gittiler.
Gökçe sargılı ayağına yük vermeden salonun çalışma köşesine geçti. Evi gerçekten güzel olmuştu. Arkadaşları bol bol mum ve biblo getirmiş, canlı çiçeklerden bir köşe bile yapmıştı. Zevklerini bilen arkadaşlarının olmasını seviyordu.
İki gün sonra karşı kapının sesini duydu. Kartal dönmüştü. Yüzünde istemsizce oluşan gülümsemeyle ne zaman kapısını çalacağını beklemeye başladı.
Yarım saat geçtiği halde kapısı çalınmayınca yorgun olduğunu düşündü. Ama bir yarım saat daha geçtiğinde merak etmeye başladı. Uyumuş muydu acaba? Aç mı uyumuştu?
Kapısını hafifçe vurdu. Zili çalıp uyandırmak istemiyordu. Ayak seslerini duyunca uyumadığını anlayıp kendi kapısına çekildi.
“Hoş geldin komşu. Aç mısın?”
“Hoş buldum. Açım ama yemek söylemeye üşenecek kadar da yorgunum.”
“Hadi gel, sana bir şeyler ısıtayım.”
“Zahmet ver... tamam anladım, çatma kaşlarını. Geliyorum.”
Kartal eve girer girmez ortalıkta kutu kalmadığını ve evin daha sıcak gözüktüğünü fark etti.
“Arkadaşların iyi çalışmış.” Mumlarla dolmuş köşeleri görünce gülümsedi. Gerçekten mum delisi biriydi.
“Evet, sağ olsunlar, dördü de elinden geleni yapıp bir akşamda her işi bitirdi.”
“Kalabalıkmışsınız. Kızlı erkekli miydi?”
“Evet, iki kız iki erkek.”
“Sevgililer mi?”
“Aaa hayır, kesinlikle kimse kimseyle sevgili değil. Biz çocukluktan beri birlikte büyüdük. Kardeşten öteyiz aslında. O yüzden bana üzülmesinler diye onları işler bitince çağıracaktım. Ama yaralandığımı öğrenince kıyameti koparttıkları için davet etmek zorunda kaldım.”
“Benim hiç eski arkadaşım kalmadı. Yeniler de arkadaş mı bazen bilemiyor insan.”
“Herkese arkadaş denmez. Anlıyorum seni.”
“Henüz anlamıyorsun, belki bir gün anlatırım, anlarsın.”
“Vayyyyyy, gizemli geçmişi olan adam. Benim gibi meraklı birine söylenecek söz mü bu? Uykularım kaçacak.”
“O kadar gizemli değil. Çocuklukta çok yer değiştirmenin sonuçları. Eee ne yiyoruz?”
“Mutfağa gel. Rahatça oturabilirsin tüm sandalyeleri elden geçirdim. Bak ayaklarının oturma yeri ile birleştiği noktalara destek parçaları çaktım. Kale gibi sağlam oldular.”
“Gerçekten marifetlisin.”
“İnternetin nimetlerinden faydalanıyorum.”
Yemeklerini yerken ikisi de iki günde neler yaptığını anlattı. O kadar rahat konuşuyorlardı ki, onları gören tanışalı bir hafta bile olmadığını asla anlamazdı.
“Neden Fransızca öğrenmek... pardon ilerletmek istiyorsun?”
“Paris’te yaşamak ve Fransız bir sevgili bulmak için.”
“Ciddi misin?” Yüreği hoplamıştı bir an!
“Tabii ki hayır. İş için istiyorum. Fransız bir havayolu şirketine geçme ihtimali yüzünden yani. Şu ara daha sık Amerika’ya uçsam da asıl uçuş rotam Fransa ve İspanya. Kısıtlı sürelerde iki ülkenin başkentini de gezdim. İkisini de çok sevdim ama İspanyolların bize daha yakın olması yüzünden daha farklı bir kültür olan Fransızların arasında yaşamak istediğime karar verdim. Kursa başladım, bir sene sonunda ciddi ilerleme kaydettim. Sonra tüm bu planlardan vazgeçtim ama dili öğrenmekten vazgeçmedim. İlerletmem için pratik yapmam lazım. İyi bilen biri ile bol bol konuşursam o da tamam.”
“Planlardan niye vazgeçtin? Sevgili mi bulamadın? Yoksa sen de Paris’in en iyi manzarasının Eyfel Kulesinden gözüktüğünü düşünenlerden misin?”*
“Sevgili kısmı gerçekten şakaydı. Hiç öyle bir şey planlamadım. Tabii ki orada yaşamaya başlasaydım olabilirdi ama dedim ya vazgeçtim. Şirketimden de ülkemden de ayrılmamaya karar verdim. Eyfel Kulesine gelince... Bir yerde mi okudum, biri mi söyledi anımsamıyorum ama Paris’in ortasında, yüksek gerilim direği gibi duran şeyi gerçekten sevemedim.”
“Yani şimdi tek istediğin iyi derecede Fransızca bilen bir kaptan pilot olmak, öyle mi?”
“Evet, sonra İspanyolca öğreneceğim.”
“Dile yatkınsan neden olmasın.”
“Fena sayılmam. Seninle konuşma pratiği yapmayı gerçekten isterim.”
“O zaman bir sonraki yemek buluşmasında tüm geceyi Fransızca konuşarak geçireceğiz.”
“Anlaştık. Ama sert bir öğretmen olma. Gerçekten konuşmada kötüyüm.”
“Kısa sürede ilerletirsin.”
Öyle de oldu. O konuşmanın üstünden iki ay kadar süre geçmiş nisan ayının sonlarına yaklaşılmıştı. İkilinin komşuculuk yaptığı günler bolca Fransızca konuşarak geçiyordu. Mümkün olduğunca özel bilgilerine bulaşmıyor, birbirleri hakkında yüzeysel konuların ötesine geçmiyorlardı. İkisi de bu süreçte diğerinin kendisi hakkında ne düşündüğünü ne hissettiğini bilmiyor, öğrenmek için can atıyordu. Arkadaşları Gökçe’yi sıkıştırıyor, tanışıp sevdikleri Kartal ile neden çıkmadığını soruyorlardı.
Oysa ikisi de çıkan çiftlerden çok daha fazla birlikte vakit geçiriyor, bir akşam macera filmi izlemişlerse bir başka akşam romantik bir filme takılıyor, saatlerce film üstüne konuşuyorlardı. Arada evine yeni bir eşya aldığında birlikte taşıyor, yerleştiriyor hatta konumu beğenmeyen diğerini zevksizlikle suçlayıp gülüyorlardı.
Gelirini ayarlayıp maaşı ile rahatlıkla evini çekip çeviriyordu. Nihayet harcadığı birikimlerini yerine koymaya bile başlamıştı. Evden çalışmanın en iyi yanı masrafının az olmasıydı.
Kartal’ın annesi henüz çocukken vefat etmişti. Babası ile o da ölene kadar görüşmediğini laf arasında söylemiş ama nedeninden bahsetmemişti. Konunun onu üzdüğünü anladığı için Gökçe de başka bir şey sormamıştı.
Aralarındaki konuşulmamış konulardan biri de Gökçe’nin hesaplarını takip edip yazışmalarını yaptığı ünlülerdi. Kartal ısrarla soruyor, Gökçe ısrarla yanıtlamıyordu. Bazen tahmin oyunu oynuyorlardı. Neyse ki henüz yakınına bile gelmemişti tahminler.
Kapısı tamir edilirken sorduğu ve yanıt alamadığı soruyu bir daha sormamıştı. Çünkü o soru sorunca Kartal da ona soruyordu ve henüz ona yaşadıklarını anlatacak kadar yakın hissetmiyordu kendini. Belki de anlatacaklarından utanıyordu.
Kartal’ın da sırları vardı. O da her şeyi konuşmaktan yana değildi. O nedenle bu sessizlik ikisinin de hoşuna gidiyordu.
Bir akşam o kadar keyifleri yerindeydi ki birbirlerini daha iyi tanımak için doğruluk mu cesaret mi oyununu oynadılar. İlk sıra Gökçe’nin oldu. Kartal, “Doğruluk.” seçeneğini söyleyince de ilk aklına geleni sordu.
“Yalan söyler misin?”
“Gerekirse söylerim. Üzgünüm ama durum bu.”
“Bana hiç yalan söyledin mi?”
“Dıttttt ikinci soru oldu. Sıra bende. Doğruluk mu cesaret mi?”
“Doğruluk.”
“Sen bana hiç yalan söyledin mi?”
“Evet.”
“Evet mi? Ne zaman? Ne yalanı söyledin?”
“Üç soru peş peşe ve üstelik sıra bende.” Kartal yine doğruluk deyince soruyu yapıştırdı Gökçe. “Daha önce hiç evlendin mi?”
“Hayır. Doğruluk mu cesaret mi?”
“Doğruluk.”
“Bana ne yalan söyledin?”
“Aslında yalan söylemedim. Sadece gerçeği açıklamadım.”
“Bu sorumun yanıtı değil o yüzden kaçamak yanıtı kabul etmiyorum, açıkla.”
“O ilk akşam, hastane masrafını sen karşıladın, sonra da beni yemek konusunda borçlu çıkarttın ya. İşte ben o masrafı şirketten aldım ama sana vermedim.”
Kartal, şaşkınlıkla bakıyordu. Sonra gülmeye başladı. “Yani bunca zamandır yemekleri sen ısmarlıyorsun sanıyorum ama yine ben mi ödemiş oldum?”
“Hak ettin sen bunu.”
“Senden korkulur.”
“Bence de. Sıra bende, seç.”
“Doğruluk.”
“Senin geçmişte evlilik, nişan oldu mu?”
“Onun sıralaması nişan, evlilik değil mi?”
“Komiklik yapma, yanıttan kaçma.”
“Hayır ne nişanlandım ne de evlendim. Yakınından bile geçmedim. Sıra bende. Doğruluk mu cesaret mi?”
“Doğruluk.” Cesareti kesinlikle seçmeye niyeti yoktu. Ne yapmasını isteyeceği hakkında fikri olmadığı sürece her seferinde doğruluk diyecekti.
“Neden ailenden ayrılıp burada yaşamaya başladın? Annen sık geliyor, babandan hiç bahsetmiyorsun.”
“Tahmin ettiğin gibi babamla aram bozuk.”
“Ne oldu da aran bozuldu?”
“Hoppp ikinci soru bu, sıranı bekle.”
“Tamam, şimdiden doğruluk diyorum, sor.”
“Daha önce sormuştum ama o gün yanıt alamadım. Senin gibi biri neden bu mahallede yaşıyor?”
“Yıllar önce birlikte yaşadığım bir kız arkadaşım vardı. Ben uçuştayken bize bir ev tutmuş, kira kontratını imzalamış, evi taşımıştı. Havaalanından beni aldı ve kontratını yaptığı ama kirayı benim ödeyeceğim ultra lüks bir daireye götürdü. Neye ve kime güvenerek bu haltı yediğini sorduğumda nasılsa yakında evleneceğimizi ve bu evin bize çok uygun olduğunu söyleyip üste çıkmaya çalıştı. Oysa hiç öyle bir niyetim yoktu. Çünkü aramızdakinin duygusal bir bağ olmadığını, onun para için yanımda olduğunu çoktan anlamıştım. O akşam valizimi hazırladım, evi terk ettim. Ertesi gün ilk emlakçıya daldım ve ucuz ev istiyorum dedim. O da beni buraya getirdi. Zaten yatmadan yatmaya eve gelen biri olunca ve o kadar sinirle hareket edince evi hemen tuttum.”
“Oooo tersin pismiş. Eee o şey... eski kız arkadaşın ne yaptı?”
“İkinci soru oldu.”
“Tamam, sırayı bozmuş olalım merak ettim. Kontrat üstüne olduğu için oturamamıştır diye düşünüyorum.”
“Elbette oturamadı. Bir süre aradı, ısrar etti, hata yaptım ama hep seni düşündüğüm için falan diye zırvaladı. Sonra da umudu kalmadığı için evi boşalttı. Son kalan eşyalarımı bir kargo firması ile babamların evine yolladı. Ben de o şekilde öğrendim evi boşalttığını.”
“Zavallı zevzek. İnsan birlikte olduğu kişiyle konuşup anlaşmadan böyle büyük adım atar mı?”
“Bu üçüncü soru mu?”
“Hayır, bu sadece sesli düşünme. Yanıt vermen gerekmez, yanıtını vermiştin zaten. Ve eminim o çıkana kadar olan kirayı da ödemedin. Ceza böyle kesilir asıl.”
“Kesinlikle öyle yaptım. Normal bir durumda en azından yeni yer bulana kadar bir iki ay öderdim ama bana danışmadan hareket ettiği için ceremesini çekmeliydi. Sıra bende. Üstelik iki soru soracağım.”
“İkisi için de doğruluk diyorum. Hatta şöyle yapalım, her soruna doğruluk olarak yanıt vereceğim.”
“Cesaretin yok demek ki! Korkak olduğunu düşünmemiştim.”
“Başka zaman cesaretlerimizi tokuştururuz.”
“Anlaştık, soruyorum. Baban ne yaptı da bu kadar kızdın?”
“Evlendirmek istedi.”
“Tanımadığın biriyle mi?”
“Evet.”
“Bana bak, mızıkçılık yapma. Ben sana uzun uzun anlattım. Sen üç kelime ile iki soru yanıtladın. Saymıyorum.”
“Mızıkçı sensin. Yanıtladım işte iki sorunu da. Sıra bana geçti.”
“Tamam, ama bu son soru olsun. Artık gitmem lazım. Yarın sabah beşte yola çıkmış olmalıyım.”
“Anlaştık. O ilk akşam, benim birisinden dayak yediğimi düşünmene sebep neydi?”
Kartal, soruyu duyar duymaz yerinden kalktı. “Çok geç olmuş. Sonra devam ederiz. İyi geceler.” dedi ve arkasına bile bakmadan kapıdan çıkıp gitti.
Gökçe, tahmin ettiği ama doğrusunu öğrenemediği sorunun ne kadar ağır duygu yükü bıraktığını düşünürken buldu kendini.
Hem doğru düzgün yanıt alamamış hem de yüzünden de anladığı üzere Kartal’a kötü anılarını hatırlatmıştı. Kız kardeşi ya da ablası yoktu. Bu durumda annesinin babasından dayak yemiş olma ihtimalini düşünüp iyice canı sıkıldı. Ne yazık ki hayatın gerçeği olmuştu bu tarz olaylar. Susan, ses çıkarmayan, sesini çıkarsa da hukuken karşılığını alamayan sayısız kadın ya berbat evliliklerin içinde dayak yemeye devam ediyordu ya da bir zamanlar koca dedikleri katillerinin ellerinde bu hayattan göçüp gitmişti.
Gökçe, kendi başına gelenleri düşününce daha da sinirlendi. Sehpanın üstündeki tabak ve bardakları toplayıp mutfağa götürdü. Birkaç parça bulaşığı akan suyun altında yıkadı. Bunu aslında suyun yatıştırıcı etkisi için yapıyordu. Yeniden salona döndüğünde biraz daha iyiydi.
Erken kalkacağını söylememiş olsa Kartal’ın kapısını çalacak ve özür dileyecekti. Bir yol bulmalıydı.
Alarm çaldığında saat 04.30 du. Kalkıp yüzünü yıkadı. Üstünü değişip evin içinde dolaşmaya başladı. Kapı sesini duyar duymaz hemen kendi kapısını açtı. Kartal, şaşkınlıkla bakıyordu Gökçe’ye.
“Ne oldu? Neyin var? Neden bu saatte ayaktasın?”
“Şiiişşşşttt, yavaş, merak edilecek bir şey yok. Sadece akşam seni üzdüğüm için özür dilemek istedim ve bunu dönüşüne kadar ertelemek istemedim.”
“Özürlük bir durum yok.” Sesinde akşamki kırıklık yine oluşmuştu. Gökçe, özrün bile onu üzmesine bozulsa da devam etti.
“Tahminimce var ve biz bunu bir gün konuşuruz ama şimdi sadece özrümü kabul et ve güzel güzel uç.”
“Ben ne kuru teşekkürü ne de kuru özrü kabul etmem.”
“Yine yemek mi diyeceksin?”
“Hayır, bu kez başka bir şekilde kabul edeceğim.”
“Ne? Nasıl?”
“Böyle.” Derken çoktan beline sarılıp kendisine çekmişti. “Aylardır yapmak istediğim şey bu.” dedikten sonra yavaş, yumuşak ama sonu gelmeyecek gibi öpmeye başladı. Gökçe ilk anın şaşkınlığını hemen atmıştı üstünden. Aylardır yapmak istediği şeyi yaptı ve öpüşüne karşılık verdi. İkinci, üçüncü öpücükten sonra, “Gitmem lazım. Hadi beni uğurla.” dedi.
“Keşke gitmen gerekmeseydi.”
“Ama gerekiyor ve sen beni çok kötü şekilde engelliyorsun.”
“Özür...”
“Hayır, özür dilemeyeceksin, öğrendin artık. Öpecek ve uğurlayacaksın.”
Öyle yaptı. İki, üç, belki de dört öpücükten sonra gitmesine izin verdi. Sonra hemen evine girdi, camdan arabasına binene kadar onu izlemeye başladı. Sokak lambasından gördüğü kadarıyla o da kafasını kaldırmış kendisine bakıyordu. El salladılar, hatta havaya birkaç öpücük bıraktılar. Sonra arabasına bindi ve yola koyuldu.
Kartal, ıslık çala çala yol alırken, Gökçe, yüzünde koca bir gülümseme ile yeniden yattı. Uyuyamayacağını biliyordu ama az önce yaşananları düşünmek için en iyi yer, yatağıydı!
Sonra bir şarkı mırıldanmaya başladı. Kenan Doğulu’nun Tencere Kapak şarkısını defalarca mırıldandı.
Sen Tanrıdan, hediyesin
Baharlısın, şenliklisin
Bazen eser savurur
Bazen yanar kavurur
Bir içim su çok kadehsin
Sen gülünce, bizim için
Hep gülümse, için için
Hayata renk verenlerden
Bizi güzel sevenlerden
Bizim için önemlisin
Gözlerinde kaybolmuşum
Zaman durmuş, mest olmuşum
Zaten başım dönüyor
Seni fazla kaçırmışım
Dudağından çok içmişim
Tencere kapak misaliyiz bu hayatta
Sen başla ben tamamlarım ardına bakma
Aşk şehrine geldik artık biz bu durakta
Yalnız bırakma, ne olursun
Parti sen gülünce başlasın
Parti sen gülünce başlasın
Sen canımdan, içerisin
Can yoldaşım kaderimsin
Sen en güzel haberimsin
Sana düşkünüm bilirsin
Her şey yalan sen gerçeksin
Dertli başımın tacısın
Ruhumun ihtiyacısın
Ciğerimin köşesi
Yüreğimin neşesi
Bahçemin can ağacısın
Seninle tanışmışız
Karışıp kaynaşmışız
Elmanın iki yarısıyız
Davet etmişim kalbime
En güzel kalp ağrısıyız
Gözlerinde kaybolmuşum
Zaman durmuş, mest olmuşum
Zaten başım dönüyor
Seni fazla kaçırmışım
Dudağından çok içmişim
Tencere kapak misaliyiz bu hayatta
Sen başla ben tamamlarım ardına bakma
Aşk şehrine geldik artık biz bu durakta
Yalnız bırakma, ne olursun
Parti sen gülünce başlasın
Parti sen gülünce başlasın
*****
Ekim ayı geldiğinde altı aydır birlikteydiler. Kartal, henüz küçük bir çocukken babasının annesini dövdüğünü, bu yüzden kadının önce kulak zarının patladığını, sonra çoklu kırık oluşan ayağında topallama kaldığını, bir gün saçma bir nedenle yeniden dayak yediğinde kendini camdan atıp intihar ettiğini öğrendi. Kartal’a öğretmen olan teyzesi bakmıştı. Babası yeniden evlenmiş, üç yıl önce de ölmüştü.
Kartal ise Gökçe’nin, babasının bir arkadaşının oğlu ile tanıştırıldığını, henüz birkaç haftadır çıktıkları halde bir gün arabada farklı görüşleri yüzünden tartışırlarken adamın genç kadına yumruk attığını, Gökçe’nin yumruğun etkisi ile kafasını cama vurduğunu, fenalaşınca öleceğini sanıp arabadan yolun kenarına attığını öğrenmişti.
Elbette Gökçe şikayet etmiş, babasının ve karşı tarafın ısrarları ile kendisine beş yüz metreden daha fazla yaklaşmayacağına, yaklaştığı an eski suçlama ile dava edeceğine dair tehdit edip, şikayetini istemeye istemeye çekmişti. Pislik herif, kızın orada herkesin önünde üstüne yürümüş, Gökçe’nın lafı getirmesi ile yumruğu da arabadan attığını da itiraf etmiş, Gökçe de itirafları kaydettiği telefonu gözünün önünde kapatmış ve hemen kaydı dosyalamıştı.
Babası tüm bunlara şahit olduğu halde yine de kızını suçlamış, kavgayı kızının başlattığını, adamı tahrik edip belki de yumruk atması için kasıtlı davrandığını söylemişti. İlk büyük kavgalarını o zaman yapmışlardı. Annesinin araya girmesi ile barışmıştı. Aylar önce yine birisi ile tanışmasını istemiş, iki ailenin dünür olmasının işlerine faydası olacağını söylemişti.
Gökçe, yeniden aynı şeyleri yaşayacağı korkusu ile çok net karşı çıkmış, devam ederse evden ayrılacağını söylemiş, babasının bunu yapacağını tahmin etmediği için ısrarla bu tanışma ve evlenme olacak cümlesine, çantasını kapıp kapıyı çarparak çıkışı ile yanıt vermişti.
O günden beri eve adım atmamış, annesi ile görüşmüş, babasının da üzüldüğünü ve barışmak istediğini duyunca da önce dışarıda sonra da evinde iki kez babası ile görüşmüştü. Ataerkil toplumun eril düşüncelerinden sıyrılamayan babası önce mahallesini, sonra binayı, en son evini eleştirmiş, kızının, “Ya kabullenir ya da bir daha beni görmezsin.” ültimatomuna yenilmişti.
İşlerinin daha iyi olması, gelecekte onlara kalacak mirasın daha da büyümesi için iyi bir evlilik yapmasını istediğini savunması ile yeniden ipler gerilmişti. Fakat bu kez adam ısrar etmemiş, sadece böyle düşünmüştüm, kötü niyetim yoktu ve asla olamaz, diye kendini savunmuştu. Gökçe de bu yaştan sonra hiç kimsenin babasının bu düşüncelerini değiştiremeyeceğini bildiğinden uzatmamıştı ama bir daha kendisine karışmasına da asla izin vermeyeceğini altını kalın kalın çizerek ifade etmişti.
İkisinin de hayatında olan bu kaba kuvvet sahneleri aslında tanışmalarının ve birbirlerine güvenmelerinin en büyük nedeniydi. Kartal, çocukken kaybettiği annesini o zaman koruyamamanın karşılığını Gökçe’yi kurtarmaya çalışırken verdiğinin farkında değildi. Ruhundaki o boşluğu Gökçe doldurmuştu. Bir başka kadının bir erkek yüzünden zarar görmesine tahammülü yoktu.
Gökçe, o gece anlamıştı aslında Kartal’ın korumacı karakterini. Kendisine yumruk atan şerefsizden sonra Kartal gibi bir erkek ilaç gibi gelmişti kırgınlığına. Belki babasını affetmesinde bile o ilk gece hissettiği korunma duygusu ağır basmış, doğru bir insanla tanıştığını anlamıştı. Özgüveni yerine gelmişti.
Bunları birbirlerine itiraf ettiklerinde ikisinin de birbirinden sakladığı sırrı kalmadığını düşünüyordu Gökçe. Yine bir akşam birlikte film izlemişler, sohbet etmişler, sonra da sevişmişlerdi. Kartal, ertesi gün yine uçacağı için birazdan evine geçecekti.
“Hiç korktuğun bir şey var mı?” diye sordu Kartal.
Gökçe bir an düşündü. Sonra yanıtladı. “Korku filmleri. Film olduğunu bildiğim halde her izleyişimden sonra günlerce karabasanlarla boğuşurdum. Hele filmde evde birileri falan gizlenmişse, bazı geceler tüm ışıkları açar, her odaya çekinerek girerdim.”
“Artık öyle bir şey yaptığını görmedim. Korkunu nasıl yendin?”
“Korku filmi izlemeyerek.”
“Ne?”
“Gerçek bu. Deli değilim, madem o kadar korkuyorum, etkileniyorum. Neden izleyeyim. Zaten benim bu huyumu bilen arkadaşlarımın gazıyla izliyordum. Artık onlar da beni korkutmaktan keyif almadıkları için kafam rahat.”
“Çözümü kolaymış.”
Gökçe, kısa bir an kollarında yattığı adama baktı. “Sen neden korkuyorsun?”
“Korktuğumu nereden çıkarttın?”
“Benimkinin çözülmüş olmasına verdiğin tepkiden. Seninki çözülmemiş ya da çözülemeyecek bir şey sanırım. Anlat.”
“Ben senden bir şey saklayamayacak mıyım?”
“Bilmiyorum. Belki saklayabilirsin ama anlarsam kötü bozuşuruz. Hadi anlat, komikse bile gülmeyeceğim. Söz veriyorum.”
“Uçak korkum var.”
“Dedi, kaptan pilot. Doğruyu söyle, kafana şu abajuru geçirmeyeyim.”
“Doğrusu uçakla ilgili korkum var.”
“Kartallll, düzgün anlat şunu.”
“Henüz tek şerit sahibiyken yani yeni pilotken uçağımız kaçırıldı. Kaptan pilotum son derece soğukkanlı bir şekilde korsanın dediklerini yaptı. Uçakta güvenlik sorumlusu yoktu ve biz uçağı korsanın istediği yere indirdik. Sonra raporlarımızı yazmamız istendi ve ilk dakikalara ait hiçbir şeyi anımsamadığımı fark ettim. Kaptan pilotun raporunu okuyup kopya çektim resmen. Bugün bile o ilk dakikaları anımsamıyorum. Yeniden benzer bir şey olur da o dakikalar gibi her şey yok olursa ya da ben hiçbir şey yapamazsam diye emin ol her uçuşumda korkuyorum.”
“Haklıymışsın, uçak korkun varmış. E başka işe geç.”
“Aklımdan bile geçirmiyorum. Uçmayı, bir uçağı uçurmayı çok seviyorum.”
“Tecrüben ile bugün olsa o kaptan pilot gibi davranacağını tahmin edemiyor musun?”
“Ediyorum ama o tahmine güvenmiyorum. Neticede tahmini yapan da benim, korkuyu hisseden de!”
“Saçma. Ben de filmlerin platolarda çekildiğini biliyorum ama korkuyorum. Yani korkmak insani bir duygu. Önemli olan çözümü bulmak. Sen uçmaktan korkmuyorsun. Bu da çözümü bulmuşsun demek.”
“Belki de. Neyse, konuyu kapatalım. Yeni konular açma zamanı.” Yeni konunun bir kez daha sevişmek olması ikisinin de hoşuna gidince korkular tamamen unutuldu.
*****
“Yılbaşı gecesi gerçekten çalışıyor musun?”
“Evet, bu sene nöbetçi benim. Ne oldu? Plan mı yapacaktın?”
“Birlikte geçirmek plansa evet, plan yapmıştım. Ama ayrı geçirecekmişiz, baksana.”
“Benimle uç. Yeni yıla Paris’te gir.”
“A... aaa neden olmasın? Evet, hemen bilet alacağım.” Artık çok daha iyiydi maddi durumu. Ne annesinden ne de babasından bir şey kabul etmeden sadece kendi kazandığı ile yaşamak çok büyük bir özgüven vermişti. Telefonunu eline alıp bilet almak için siteye girecekken Kartal telefonu elinden alıp komidinin üstüne koydu.
“Almayacaksın. Ben önceden hallettim. Kabul etmeseydin, kabul ettirene kadar birkaç taktik deneyecektim. Başarılı olamazsam ki hiç sanmıyordum, iptal edecektim biletini.”
“Cümlen çok şey vadediyor. Acaba hızlı kabul etmekle hata mı yaptım?”
“Geçti artık. Kabul ettin. 31 aralık günü uçuyoruz, iki ocak günü dönüyoruz. Buna göre yap hazırlıklarını.”
“Paris’te iki gün! Güzel.”
“Daha önce gitmiş miydin?”
“Evet, birkaç kez gittim. Sevdiğim yerleri yeniden görmek için vakit bulursam sana da oraları göstermiş olurum.”
“Belki biliyorumdur.”
“Sanmam. Küçük, ara sokaklarda bazı lokanta ve galeriler. Babamla ilk gidişimizde bana da o öğretmişti.”
“Onunla ilgili bir şeyi ilk kez kendiliğinden anlatıyorsun.”
“Çünkü artık ona eskisi kadar kızmıyorum. Hem o zaman kızdığım için seninle tanıştım. İyi ki kızmışım.”
“Benimle mutlu musun?”
“Aksini düşündürecek ne oldu ki? Hem de çok mutluyum. Senin yanında ben, ben olmaktan öte hiçbir şey yapmıyorum.”
“Ne güzel bir tarif bu. Üstelik benim de söylemek isteyeceğim ama asla bu kadar net anlatamayacağım şekilde açıkladın. Kesinlikle yanında ben, benim. Rol yok, saklanacak bir şey yok, korkacak bir şey yok...”
“Sana danışmadan pahalı bir yer kiralarsam? Yine kendini aynı şekilde hissedecek misin?”
“Aslında hissetmem.”
“Ne oldu az önceki sözlere?”
“Sen, benden habersiz öyle bir şey yaparsan, sen olmaktan çıkarsın. İçin dışın bir. İlk zamanlar hariç son derece açık yüreklisin. O yüzden sana uymayan bir şey yaparsan gerçekten şaşırtırsın beni.”
“İyi anlaşıldığımı bilmek rahatlatıyor beni.”
“Moi aussi chérie” (Beni de canım)
“İlk “chérie” kelimesini kullandığında bilerek mi kullanmıştın?”
“Bunu sormak şimdi mi aklına geldi?”
“Evet, daha önce ders çalışırken bunu sorup kafanı mı karıştırsaydım?”
“Haklısın, aklım başka yerlere giderdi. Kesinlikle bilinçli söylemiştim. Hatta seni ilk hastaneye götürdüğüm akşam, canım olmuştun bile.”
“Kızına Gökçe adını veremeyeceğini söylediğinde nasıl bozulduğumu tahmin bile edemezsin. Üstelik o sıralar yüzünü bile düzgün göremiyordum.”
“İlk göremeyişte aşk!” Derken kahkahalarla gülüyordu.
“Aşk... evet, sanırım aşk bu. İlk göremeyişte aşk mıydı? Zamanla gelişen, büyüyen bir aşk mıydı? Halen büyümeye devam eden bir aşk mı? Bende her sorunun yanıtı, evet.”
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
*****
Uçuş akşamüstüydü. Pilot kabinin hemen arkasındaki ilk sırada, koridor kısmındaydı koltuğu. Arada kapı açılıyor, Gökçe, Kartal’ı görüyordu. Bazen Kartal da ona bakıyor, kısacık anlarda gülümsüyordu. Bir saatlik uçuş kalmıştı.
Gökçe, Kartal’a dinlettiğinden beri Kenan Doğulu’nun Tencere Kapak şarkısı ikisinin şarkısı olmuştu. Yine onu dinliyor, içinden mırıldanıyordu. Bir yandan da uzun ve geniş atkısını bacaklarına örttü. Uçakların soğuk havası her zaman rahatsız ederdi onu. Tedbirini almış, en uzun atkısını yanında getirmişti. Biraz daha üşürse battaniye isteyecekti. Kartal ise pilot kabininde bir gömlekle oturuyordu.
Onunla geçireceği iki günlük süreyi düşünürken kafasında bir sürü plan yapıyor, en çok nereyi göstermek istediğine karar vermeye çalışıyordu. O sırada kol dayama yerine koyduğu koluna çarparak yanından geçen ve özür dilemeden kokpite yönelen kişi dikkatini çekti. Kokpitin kapısını açan esmer tenli erkek yolcu pilotların olduğu bölmeye girince Gökçe tedirgin oldu. Yan koltukta oturanlardan iki kişi uyuyor, bir kişi gözleri yarı kapalı kokpite doğru bakıyordu.
İçeriden gelen seslerin yükselmesi ile Gökçe yerinden fırladı. Kucağındaki şalı, iki elinin arasındaki kısım bir metre kadar olacak şekilde tuttu ve kokpitin kapısını açıp yan koltuktaki adamdan önce içeri girdi. Şalı içerideki yolcunun yüzüne gelecek şekilde başının üstünden geçirip dizini beline dayayarak geri çekti.
Pilotlar ve peşinden gelen adamın şaşkın bakışları arasında teröristi yere yatırmıştı bile. Arkasından gelen adamın kendisini kenara çekip müdahale etmesi ile rahat bir soluk aldı.
Kartal ve yardımcı pilotu, bir yerdeki adama, bir Gökçe’ye bir diğer adama bakıp duruyorlardı.
“Gökçe? Sen delirdin mi? Neden müdahale ettin?” Kartal gerçekten kızmıştı.
“Neden etmeyecektim? Sesini duydum. Kapıyı kapatamadı. Size üstünde bomba olduğunu, bir uçak dolusu “gâvuru” noel kutlamasına götürdüğün için ölmen gerektiğini söyledi. Beyni yok ama fikri var salağın. Noeli bilmez, yeni yılı bilmez, can almanın günah olduğunu bilmez. Uçağı istediği yere götürmezsen patlatacağını söyler. Ama bu imkânsız, bombayla uçağa binemezdi. Yine de uçağı kaçırabilirdi. Ben de kapıyı kapatmaya çalıştığı için tek başına olduğunu, arkadan birilerinin gelmesini beklemediğini düşünüp gerekeni yaptım. Ama bu bey de fark etmiş olmalı ki hemen peşimden geldi.”
“O bey zaten uçağın güvenlik sorumlusu. Böyle durumlar için uçaklarda ülkeler arası uçuşlarda bulunurlar. Hele de böyle yeni yıl üzeri. Çünkü bunun gibi beyinsiz teröristler her şeyi birbirine karıştırıyor ve yeni yıl eğlencelerini kana bulamak istiyor.”
Onlar içeride konuşurken hostesler de dışarıda tedirgin olan yolcuları yatıştırıyordu. Uçak otomatik pilotta rotasına gidiyor, güvenlik görevlisi teröristi sorguya çekiyordu.
Kartal, az önce yaşadığı olayın tüm şokunu üstünden atmıştı. Fısıltı ile kulağına “Korktun mu?” diye soran Gökçe’ye bakıp gülümsedi. “Evet, ama senin için. Kaçırma olayından değil, bu şerefsizin sana zarar vermesinden korktum.” diye yanıtladı.
“Yakın savunma dersleri aldığımı söylemediğime inanmıyorum. Korkulacak bir şey yoktu. Bize o derslerde her bir eşyayı ve bedenimizin o an için en uygun organını kullanıp kişiyi etkisiz hale getirmeyi öğrettiler. Bu yaptığım çok basit bir hareketti. Daha zorlasam belini bile kırabilirdim ki o zaman insan yerine konurdu.”
“Sen benim en büyük şansımsın.”
“Sen de benim. O yüzden bu pislik en büyük cezayı almalı. Bunca insanın canına kastetti.”
“Bırak artık şunu.”
“Bırakamam, sinirim halen yatışmadı.”
“Bırak. Sinirlenme. Hem bir şey soracağım. Aslında indiğimizde gideceğimiz yerde soracaktım ama beklemeyeceğim.”
“Ne soracaksın?”
“Şu an on bin metre kadar yüksekteyiz. İkimiz için de çok önemli bir an olmasının yanı sıra sanırım herkese nasip olmayacak bir durum.”
“Kartal, ne diyorsun?”
“Toparlayabilsem söyleyeceğim ama biraz fazla mı acele ediyorum, çok mu heyecanlıyım bilemiyorum.”
“Kartal?”
“Benimle evlenmeye cesaretin var mı?”
Gökçe, aylar önceki oyunu anımsayıp gülümsedi. “Her bir kilometrede evet mi demem lazım? Bir kere desem yere inene kadar geçerli olur mu?”
“Sen benimle eğleniyor musun?”
“Sayılır. İlk cümlen şu an on bin metre yüksekteyiz olunca merak ettim. Çünkü evetimin her an geçerli olmasını istiyorum.”
“İçin rahat olacaksa inince yine sorarım.”
“İçin rahat olacaksa inince yine evet derim.”
Onlar öpüşürken baş hostesin anonsu duyuluyordu.
“Sayın yolcular, şu an kaptan pilotumuz sevgili Gökçe’ye evlenme teklif etti. Yeni nişanlı çiftimizi kutluyoruz.”
SON
* “Paris'in en güzel manzarası Eyfel Kulesi'nin tepesindedir; çünkü oradan Eyfel Kulesi görünmüyor.”
Maupassant (Fransız yazar ve şair)
Not: İlk kez bir hikaye kapağı için yapay zekayı kullandım. Yazışması keyifliydi. Yeniliklere açık olmamız gereken yaşlardayız. Ben anlamam demek yok, öğrenmeye çabalamak var.
Sizlere, tüm güzel dileklerinizin sizleri yormadan gerçekleşeceği bir yıl diliyorum.
Emeğinize kaleminize sağlık Asuman hanım🥰 yine bir yılbaşı hikayenizi okuduğum için çok sevindim...
YanıtlaSilBravo Yazarıma hiç ışık almadan sönmeyen bir ışık kaynağı gibisiniz içerde cevher var kaynıyor hikâyeler fışkırıyor
YanıtlaSilEmeğinize yüreğinize sağlık muhteşemdi
YanıtlaSilSizi yeniden buldum ve çok mutlu oldum. Hikayelerinizi okumayı özlemiştim. Adınızı internete yazarak karşıma bu şekilde çıkmanız harika. Daha önce akıl edebilmeyi isterdim. Elinize, yüreğinize, emeğinize sağlık. Çok güzel bir hikaye daha okudum sayenizde.
YanıtlaSilGeç okunmuş bir yılbaşı hikayesi oldu ama çokta iyi oldu😍😍. Emeğine kalemine sağlık Asu'cumm❤️❤️. Gülücüğün 🌺🌺
YanıtlaSil