16 Temmuz 2024 Salı

Azra 24. Bölüm

 “Nihayet. İyisin değil mi?” 

“İyiyim. İzleyebiliyor musunuz? O kadar basit bir kalemin içinde öyle bir şey beklemedikleri için bakmadılar bile.” 

“Evet, izliyoruz. Kamera kaydını engelleyemiyorlar. Telefonları aldıkları için başka kayıt yöntemi düşünmemiş olabilirler. O kadar aramaya kimsenin niyetlenmeyeceğini sanmışlardır. Ben bile inanamadım. Teknolojinin geldiği nokta. Bırak şimdi kalemi, sen nasılsın?” 

“İyiyim. Ayağımı burkmuş gibi yaptım. Yine orada çalışmak için numara yaptım yani.” 

“Burkmadın yani? Kadınlar bu numarayı ne kolay yutturuyor biz erkeklere. Sizden korkulur.” 

“Basit oyun elbette ama istesem yapamam, ayakkabının topuğu kırıldı. Fazla inandırıcı oldu.” 

“Bileğine bir şey olmadığından emin misin?” 

“Eminim. Biliyorsun depoda durdu bu ayakkabıların çoğu. Durdukları yerde eskimişler. Bazılarının derisi sertleşmiş, kimisi pul pul olmuş. Bunun da topuğu dayanamadı.” 

“Anladım. Düğünde çok eğleniyordun.” 

“Sen de çok yakışıklıydın.” 

“Bu senin eğlendiğin gerçeğini değiştirmiyor.” 

“Eğlendim gerçekten. Eskiden tanıdığım birileri ile vakit geçirmek hoşuma gitti. Tabii tavır takınmayanlar bu kapsama girdi. Çoğu yüzüme bile bakmadı ama hiç umurumda olmadılar.  Gerçi sen gidince rahatladım. Yakalanmaktan korktum.” 

“Ben de. Onun sana yakın olması tahammül edilir gibi değil.” 

“Et. Ben nasıl tahammül ediyorsam sen de et. Bence sona yaklaşıyoruz. Bu arada bir isim daha var ama soy adı yok. Şinasi. Bu adam öğrencilere burs veriyormuş. Burs mu başka bir şeyin parası mı anlamadım. Zam yaptı. Nuri... muhasebecisi, Şinasi diye birinin adını özel sordu. Tuhaf olan buydu.  

“Banka hesapları için izin çıkartmam lazım. O da şimdinin işi değil. Sonra bakarız.” 

“Kayıttan da belki bir şeyler çıkar. Arkamdan itiraf etti mi? Beni hapse attırdığını yani? O konuşma sinirlerini bozdu onun.” 

“Çok sinirliydi. Masasının üstünden bir şeyi alıp yere attı ama kırılacak bir şey değildi. Adamın siniri bile denetim altında.  Senin onun itirafına ihtiyacın kalmayacak, merak etme. Yeter artık ondan konuştuğumuz. Yarın ne yapıyorsun?” 

“Evdeyim. Biraz temizlik yaparım, sonra da uzatır ayağımı dinlenirim.” 

“Yorma kendini.” 

“Yormam. Sen ne yapacaksın?” 

“Temizlik yapmayacağım. Dinlenmeyi düşünüyorum.” 

“Beni takip ediyorlar mı?” 

“Benimkiler evet, Teoman’ınkiler hayır. Biz bile fark etmiyorsak ya gerçekten hepsini çekti ya da çok sağlam ekip buldu.” 

“Bu gece gelebilir misin?” 

“Emin misin?” 

“Çok özledim. Hem yarın temizlik yaparken yardım edersin.” 

“Ben gelirsem temizlik falan yapamazsın.” 

“Ben de bunu umuyordum. Sanki çok meraklıyım temizliğe.” 

“Bir saate kadar orada olurum.” 

“Bekliyorum.” 

Azra, telefonu kapattıktan sonra üstünü değiştirmeye gitti. İlk işi Çınar’ı aramak olmuştu. Daha sonra evi iyice ısıttı, yemek hazırladı. Tüm perdeleri kapattı. Bir saat sonra kapı hafifçe tıklatıldığında gelenin o olduğunu biliyordu. Ayrı kalma sürelerinin uzamasını nasıl sağlayacaklarını bilmedikleri ortadaydı. Ayrıca Teoman’ın bugün onunla daha fazla ilgilenmeyeceğini tahmin ediyordu. Hem şu ara peşinde kimsenin gözükmüyor olmasını da değerlendirmeliydi.  

“Hoş geldin.” diyecek kadar fırsatı ancak bulmuştu. Öpüşürken ikisi de tutkunun yükselişini hissediyordu. Dakikalar sonra nefes almak için ayrıldıklarında sadece gülümseyebildiler.  

“Çok hoş buldum.” Öpmeye devam ederken bir yandan da soyuyordu.  

“Acelen mi var?” 

“Evet, çok açım.” 

“Belli. Ben de açım, o yüzden hemen ilk tabağı yiyelim.” Kahkahalarla yatak odasına attılar kendilerini. 

*****  

“Biz bu uzak duralım olayını yanlış mı yapıyoruz? Her seferinde bir araya geliyoruz ve soluğu yatakta alıyoruz.” Çınar, bir yandan Azra’nın saçlarıyla oynuyor bir yandan da tembel tembel konuşuyordu.  

“Şikayetçi misin?” 

“Hayır değilim elbette ama sanki artık oyuna döndürdük. Ayrılalım, tamam, buluşalım, tamam, yok yine ayrılalım, yine tamam...” 

“Galiba ayrılık kelimesinin bizde afrodizyak etkisi var. İnan en çok barışmamız hoşuma gidiyor.” 

“O çok belli.” 

“Çaktırmadığımı sanıyordum.” 

“Çok yeteneklisin ama ben anlıyorum.” 

Yetenekli miydi bilmiyordu ama bu kelime onu bir anda gerçeğe döndürdü. Yaptığı oyunlar ortaya çıkmadan bilgi alabilmeliydi. “Burs işlemlerinden bir şey çıkar mı?” 

“Öğrencilere yatan para ise sanmam. Ama burs adı altında farklı şeylerse buluruz. Şu ayrıca kullanılan ismin keşke soy adını da öğrenseydin. Özel sorulmuş olması ilginç.” 

“İkisinin de tanıdığı biri olduğu belli. Sadece isimle konuştular. Fırsat bulursam araştırırım. Belki kamera işe yarar.” 

“Kalemlerden şüphelenmediler değil mi? Her şeyi kontrol ediyorlar demiştin.” 

“Hayır, o kadar ucuz kalemde bir şey aramak akıllarına gelmedi. İkidir orada çalışıyorum diye bana masa ayarlamaları da tam istediğim şeydi. Dediğin gibi ağırlıklarından anlıyorum kameralıyı. Orada iki kalem bıraktım biri yine kameralı. Ben oradayken kaydeden çantamda. İzlemede sorun olmuştur belki diye yanıma almıştım.” Bir an durdu ve yine içini çekerek devam etti. “Keşke itirafını da alabilseydim.” 

“Çok üstüne gitme. Zorlarsan bir şekilde kayıt yaptığından şüphelenebilir. Onu yakalamamız yeterli olacak. Zaten o kayıtları kullanmamız gerekmeyecek. Biz sadece oradan bilgi edineceğiz. Kayıtları delil olarak kabul ettirebilirim ama karşı tarafın avukatlarına koz vermeyeceğim. O yüzden takılma. Bir olayını çözdüğümüz ve suçladığımız an diğer suçların itirafçıları ortaya dökülecektir.” 

“Öyle ama ağzından duymak istiyorum benim masum olduğumu. Gerçi duydum. Ama kayıt altına almak önemli.” 

“Odada kamera falan yok mu?” 

“Evde tuvaletler, yatak odaları ve çalışma odasında kamera yok. Tüm işlerini orada konuşuyor. Diğer yerlerde havadan sudan konuşmayı tercih ediyor. Yine de kameralar hep devrede. Çalışma odasını izletmez. Orada konuştuklarının bir yere kaydedilmesine karşı tedbir alıyor.” 

“Sinyal bozucu kullanmıyor. Cep telefonlarını toplatıyor. Kendisi cep telefonu kullanıyor. Tuhaf bir adam.” 

“Ona kalsa cep telefonu hiç kullanılmamalı. İnsanları özgürleştirmiyor bağlıyormuş. Aslında haklı. Yine de onsuz hayat zor oluyor.” 

“Teoman’a hak vereceğimi tahmin etmezdim. Telefonlar ile hep ulaşılır olmak artık rahatsızlık vermeye başlıyor. Tabii bir de ulaşamamak var. Meraktan ölüyorsun, aramak için deliriyorsun, en kötülerini düşünüyorsun.” 

“Senin dün ne kadar merak ettiğini tahmin edebiliyorum. Ben de yavaş yavaş yeniden telefonla yaşamaya alışıyorum.” 

“Hapishaneye telefon sokan çok.” 

“Hemen her koğuştu bir iki telefon var. Bana lazım olmadı. Dışarıda olup da konuşacağım kimse kalmamıştı.” 

“Babanla konuşabilirdin. Tamam, unut. Babanla şimdi konuşuyor musun?” 

“Yılbaşı için aradım, konuştuk. Bu hafta ararım. Teo ile görüştüğümü söylemem lazım.” 

“Teo mu? Bu ne samimiyet?” 

“Ona böyle hitap edemezsin. Delirir. Fakat onun olmadığı yerde bu bile fazla o iğrenç insan müsveddesine!” 

“Azra... Kızma bana ama bunu sormak zorundayım.” 

“Sorma. Daha önce de dedim bana asla yaklaşmaz.” 

“Bu adamın karısı öldü. O kadın hayattayken bile bir sürü kadınla haberi çıkıyordu. Şimdi seninle ve bir şey olmayacağını söylüyorsun. Tamam, sen istemezsin, uzak durmasını sağlamaya çalışırsın ama o ısrar edecektir.” 

“Asla dedim. Tüm o kadınlar paravandı. Karısı dahil.” 

“Paravan mı? Kadınlarla işi yok mu? Yani...” 

“Hayır, erkeklerle de işi yok. Onun kimseyle cinsel ilişkisi olamaz.” 

“İktidarsız mı?” 

Azra onun soruş şekline güldü. Sonra ne olursa olsun bir sağlık sorunundan bahsettiğini anımsayıp kendini toparladı. “Evet. Aslında penisi yok denecek kadar küçükmüş.”  

Yok, tıbbi falan demekle olmuyordu, cümlesini kurarken yine kendini tutamamış, gülmüştü. Çınar’ın yüz ifadesini görüp daha çok gülmüştü. İkisinin de kahkahaları durduğunda Çınar nihayet kendini toparlamış, sözde kaşlarını çatarak sormuştu. “Nereden biliyorsun küçük olduğunu? Aman tamam, sormadım say. Kimse, bak benim penisim küçük demeyeceğine göre başka şekilde öğrenmişsin. Bu benim açımdan güzel bir haber, fakat yeni tedavi yöntemleri falan var, çözüm bulmuş olabilir.” 

“Denemediği yöntem mi kaldı sanıyorsun. Ameliyat bile oldu. Hayır, hiçbir işe yaramadı.” 

“İşe yaramadığını nereden biliyorsun?” 

“Babamla konuşurken duymuştum. Bir yolculuk sırasında ben uyuyordum. Sonra uyandım ama bunlar fark etmediler. İkisi son operasyonu konuşuyordu. Süngerimsi dokunun alınması ile geriye dönülmez bir sona ulaşmış.” 

“Babana bu kadar özel bir konuyu neden açmış? Ondan da saklaması gerekmiyor mu?” 

“Babamın babası ile onun babası arkadaştı. Çocukluktan beri her şeylerini bilirler. Babamın kimseye söylemeyeceğini de bilir. Aksi halde asla ağzına almazdı bu konuyu.” 

“Karısı vardı.” 

“O adamın iktidarsız olduğunu birilerinin öğrenmesi ne demek biliyor musun? Şu an bile tek korkusu budur, eminim.” 

“Kadın niye böyle bir evliliğe razı oldu acaba?” Sorularını sıralarken artık içi rahatlamıştı. O iğrenç herifin Azra’ya yaklaşamayacağını bilmek keyfini yerine getirmişti. Onca aradan sonra sevdiği kadının kollarında olması da büyük keyifti. Ayrılık kararlarını bozmak için alıyorlardı. En sevdiği yanı da bozmaktı zaten.  

“Bildiğim kadarıyla ailesi fakirdi. Onlara yardım etmesi karşılığında o da evde sessiz sakin oturuyordu. Eğitimsiz biriydi. Göstermelik ve sessiz biri lazımdı. O yüzden tercih etmişti. Çapkın sanılsın diye de arada güzel mankenlerle falan çıkardı.” 

“O kızlar konuşmadı mı peki hiç?” 

“Mesleklerini hatta hayatlarını yok edecek biri için mi? Üstelik hepsi çok pahalı hediyeler alıyordu. Hem mutlaka bir mazeret ile yanlarından ayrılıyor olmalı. Hiçbirinin yanında soyunmadığından eminim. En azından biri dedikodu yapar, ortalığa dökülürdü. Zaten ortalama yılda iki üç kişiyi böyle kullanıyordu. Ben babam sayesinde onun yanında yer almanın mazeretine sahiptim. O zaman da en çok benimle görülmesinin nedeni buydu işte.” 

“Bunu öğrenmem iyi oldu. Gerçi bunu baştan söylemeliydin. Aklımı yitirecektim. Tabii bu adamın elini kolunu yanında tutmasını sağlamaz. En azından partnerine bir şeyleri yaşatabilir.” 

“Elbette ama ona bunun için izin verecek biri lazım. Ben vermeyeceğim, ki zaten istemez. Ne dedim, mutlaka bir mazeret ile ayrılıyor olmalı yanlarından. Benimle yine ve yine görüşecek. O aşamaya gelsek birinden birinde sonuna kadar gitmemiz gerekir. İşte ben o yüzden çok rahatım. Sen de rahat ol.” 

“En azından bu bilgilerden sonra biraz rahat nefes alabiliyorum.” 

“Nihayet.” 

“Gazeteler sizden hiç bahsetmiyor.  Düğün haberlerini özellikle hem okudum hem de izledim. Ondan bahsedilse bile senin adın geçmiyor. O mu engelliyor?” 

“Bence öyle ama söylemiyor. Ben istemiyorum diye nüfuzunu kullanıyor olmalı. Zaten ona sormadan kimse bir şey yazmaz. Fotoğraf alınmasını da engelliyor. Elbette etraftakiler konuşuyorlar ama kimse bunu ortaya dökecek kadar cesur değil. Yine de yakında adımı vermeden haberlerimi yaparlar.” 

“Bu kadar güçlü bir adamı yakalatmaya çalışmaktan korkmuyor musun?” 

“Ya o beni ya ben onu bitireceğiz. Ben bitirirsem çok kişi kurtulur. O bitirirse olan bana olur.” 

“Beni unutuyorsun!” 

“Unutmuyorum ama seni bilmediği sürece bir şey yapamayacağına güveniyorum.” 

“Ben onu kastetmedim.” 

“Neyi kastettin?” 

“Sana bir şey olursa benim üzülmeyeceğimi mi sanıyorsun? Ne kadar rahatsın!” 

“Üzülür müsün?” 

“Kahrolurum. Hayatımın anlamı kalmaz.” 

“Başkasını bulursun.” 

“Belki bir gün... O zamana kadar? Beni üzme.” 

“Olur.” 

“O kadar kestirip attın ki, üzeceğin belli. Acaba başıma ne çoraplar öreceksin?” 

“Bilmiyorum. Belki vazgeçerim senden.” 

“İşte bu sert oldu.” 

“Belki sen benden vazgeçersin.” 

“Bu da imkânsız oldu.” 

“Biraz daha çay içmezsek bence vazgeçebilirsin. Sen buradan ayrılma. Mutfak penceresindeki perde tam kapatmıyor görüntüyü.” 

“Bekliyorum.” 

 

*****  

Azra, yeni haftaya moralli başlamıştı. Nuri ile bir şekilde yakınlık kurmaya kararlıydı. Fazla bir şey ummuyordu. Sadece yanında rahat konuşması yeterliydi. Neden olduğunu bilmese de Şinasi adına takılmıştı. Belki de sadece kod adıydı. Yine de gözünü kulağını açacaktı.  

Öğlene kadar aralıksız çalışmış, öğlen çarşıya çıkmış, açılış için şık bir elbise almıştı. Hep elden geçen eskileri giymek istemiyordu. Mağazadan çıkarken fark etmeden normale döndüğünü düşündü. Hapishane yılarını unutması mümkün değildi. Fakat artık her an düşünmüyor, yoksunluğun hesabını yapmıyor ve eskisi kadar vicdan azabı çekmiyordu. Hiç parası olmadığını bildiği kişilere müdür aracılığı ile yardım yapmaya devam ediyordu. Biraz olsun vicdanını rahatlatıyordu.  

İş yerine dönerken manavdan herkese yetecek kadar meyve aldı. Hepsinin ne kadar çok çalıştığını biliyordu. Biraz vitamin takviyesi iyi gelecekti arkadaşlarına. Arkadaş. Evet, iş arkadaşları ile arasında güzel bir iletişim vardı. Gerçekleri öğrendiklerinde ne yapacaklarını o yüzden merak eder olmuştu. Hepsi sırt çevirirse çok üzüleceğini biliyordu. 

Düğünde eski arkadaşlarından bir iki kişiyi görmezden gelmişti. Onların da pek umurunda değildi gerçi ama yine de onları yok saymak hoşuna gitmişti. Ama iş arkadaşları ile arasının bozulmasını istemiyordu.  

Paketleri mutfağa götürüp büyük kaplara boşalttı. Hepsini yıkadıktan sonra masaya koydu. Masanın üstünde olması ortak kullanım için olduğunu anlatacaktı. Sonra kendine büyük fincan ile çay alıp masasına geçti.  

Teoman’ın gönderdiği müşterilerden biri depo işindeydi. Özellikle beyaz eşya firmalarının nakliye öncesi depolamasını yapıyordu.  

Faturalarında başlarda fark etmediği tuhaflığı yemek sonrası çok net görmüştü. Hemen eski işlemlerini kontrol etti. Firmalar ile yaptığı işlemlerde fahiş fiyat farkı vardı. Elbette her firmaya aynı fiyata hizmet vermesi beklenemezdi ama bu üç kat fiyatı açıklamak için yeterli değildi.  

Emin olmak için önce iki ayrı nakliye firmasını aradı ve kabataslak fiyatlandırma istedi. Evet, haklıydı. Bazı işlemler özel fiyatlanmıştı. Bu rakamlar faturalanmış kısmı olduğuna göre eğer yasal olmayan bir şeyler varsa çok daha fazlasını talep etmiş olmalıydı. İlk kez Azra’ya gönderdiği bir firmada açık yakalamıştı. Bu Teoman ile bağlantılı olmak zorunda değildi elbette ama bir ipucu sayılırdı.  

Son bir yılın tüm verilerini kontrol etmek için en başa döndü ve yüksek fiyatlı işleri not etmeye başladı. Tarihler, gittiği yerler, gümrük evrakları derken elde ne varsa toplamaya başladı. Farklılık bariz şekilde önündeydi. Ülke isimlerine bakıp sonra internette o ülkelerde o tarihlere yakın zamanda neler olduğunu incelemeye başladı. Tüm öğleden sonrasını buna ayırmıştı. Hafta sonu çalışmanın ardından yarım günlük esnekliği kendisine tanımıştı. Sadece iki şirket için yapılan işlemleri incelemesi sonucunda son bir yılda on nakliye işleminde tuhaflıklar bulmuştu.  

Ezbere bildiği numarayı çevirdi.  

“Niye bu hattan arıyorsun?” 

“Otel, akşam.” dedi ve kapattı.  

Fazlası dinlenmeleri anlamına gelirdi. Bu kadarı yanlış numara bile olabilirdi. Zaten kimse izlemediği sürece sorun yoktu.  

Semahat’ı arayıp oda ayarladıktan sonra yemek için ikna edemeyince tatlı getireceğini söyleyip kapattı.  

O kadar heyecanlanmıştı ki mesai bitimine kadar nasıl çalışacağını bilemiyordu.  

Notlarını ne yapacağını düşünüyordu. Her an Teoman ya da adamları tarafından aranacakmış gibi hissediyordu. Daha kağıtları ne yapacağına karar vermeden cep telefonu çaldı. Teoman arıyordu. Panik olmamak için derin nefes aldı. Odasında kamera yoktu ya, ne yaptığını bilmesi mümkün değildi.  

Sesini normal olarak çıkartacağından emin olunca açtı telefonu. 

“Nasılsın?” 

“Çok yoğunum, sen nasılsın?” 

“İşi bırakman gerektiğini düşünmeye başlıyorum. Bu kadar yorulman gerekmiyor.” 

“Daha az yorulacağım iş yok.” 

“Çalışman gerektiğini kim söyledi?” 

“Ne o bana sen mi bakacaksın?” 

“Neden olmasın?” 

“Teoman, saçma konuşmalar için vaktim yok. Niye aradın?” 

“Yarın akşam ne yapıyorsun?” 

“Spora gideceğim erken çıkabilirsem. Niye sordun?” 

“Evimde bir davet veriyorum. Herkes çift. Ben masada dengesizlik sevmem bilirsin. Senin de katılmanı istiyorum.” 

“Ne kadar naziksin!” 

“Nezaket kısmını aştık biz. Ne diyorsun, gelebilecek misin?” 

“Kimler geliyor, tanıyor muyum?” 

Teoman katılanları sayarken az önce şirketi hakkında notlar aldığı ismi de duymuştu. “Tamam, gelirim. Spora sonra giderim.” 

“Spora ihtiyacın mı var?” Dövüş sporlarına gittiğini bal gibi de biliyordu. İkisi de bu bilgiden bahsetmemeyi tercih etmişti.  

“Elbette. Sen de her sabah yürüyorsun. Dinç kalmak önemli.” 

“Evet, dinç kalmak önemli. Tamam o halde. Yarın akşam görüşürüz. Resmi giyinmen lazım.” 

“Ayıp ediyorsun.” 

“Haklısın. Senin böyle bilgilendirmelere ihtiyacın yok.” 

“İşim var, başka bir şey söylemeyeceksen kapatmam lazım.” 

“Yorma kendini.” 

“Sen de.” Teoman’ın bu cümle ile mest olduğundan emindi. Aslında yorgunluktan geberse mutlu olacaktı. Kendini temize çıkartmadan bu adamın başına bir şey gelmesini istemiyordu. O nedenle de yavaş adımlarından birini daha sergilemişti.  

Akşam otele gittiğinde biraz rahatlamıştı. Bu akşam nasıl geleceğini hiç tahmin edemiyordu. Yine peruk ve bıyık takacak mıydı acaba? Aslında bıyık yakışmıştı. Semahat ile laflarken birlikte yemek hazırladılar. Kaçta geleceğini bilmedikleri için ona da ayırdılar. Televizyon izlerken geldi.  

Semahat kimse bir şey anlamasın diye yine kimliğini almış, giriş işlemi yapıyor gibiydi. Her seferinde yalan yanlış bilgiler ile dolduruyordu bir satırı. Sonra üst kata çıkan merdivenlere yönelip hızlıca merdivenlerin arkasındaki odaya girdi. Azra’nın yanına gidip kısaca sarılıp yanağından öptü. Semahat ile biraz konuşup hatırını sordu. O arada aç olduğunu söylediği için Azra yemeği ısıtmaya gitti. Çınar’da peşinden elbette.  

“Selma yok mu?” 

“Yok, evinde bu akşam. Sen nasılsın? Yorgun gözüküyorsun.” 

“Bunlardan yüzüm gözüküyor mu? Bıyık sanki tüm yüzümü kapıyormuş gibi geliyor.” 

“Sana yakışıyor.” 

“Teşekkür ederim. Ne oldu acele çağırdın?” 

“Sonra ama çok önemli.” 

“Tamam, yemekten sonra çıkarız yukarı.”  

Kısa süre sonra odaya çıktılar. Çınar önce büyük bir öpücük alıp niyetini belli etse de Azra önce işi konuşacaktı.  

“Önce dinle. Önemli olduğunu düşünüyorum.” 

“Anlat, belli halinden.” 

“Ümit Kuralcı... Kural Lojistik. Her şehirde depoları, tırları, kamyonları. Hatta başka işleri de var ama asıl işi bu.” 

“Biliyorum. Temiz diyordun bunun için.” 

“Aslında temiz. Yani yasal olmayan bir işi yok. Evrakları tastamam. Her şey kitaba uygun.” 

“EEE?” 

“Sorun, soy adına uymayan kural tanımazlığı.” 

“Sen biraz dolaylı anlatmayı seviyor musun? Meraktan çatlatma, anlat.” 

“Bu adam uluslararası çalışıyor. Her gün yurt dışına onlarca tırı çıkıyor. Büyük firmalar, küçük firmalar fark etmiyor, herkes için nakliye işi yapıyor.” 

“Anladım, buraya kadar sorun yok. Ne buldun? Sen onu söylesene.” 

Çantasının küçük cebinin astarını kesip alttaki kalın kartonun altına koyduğu kağıtları çıkarttı. Aldığı notları önüne serdi. Hangi tarihte nereye kaç tonluk nakliye yapılmış, kaça yapılmış, kaç günde araç geri dönmüş gibi her türlü bilgiyi hazırladığı cetvellerle önüne serdi.  

“Bunlarda sorun gözükmüyor. Kaçakçılık mı yapıyor diyorsun?” 

“Ne yapıyor, nasıl yapıyor bilmem. İki lojistik firması, aynı ülkelere aynı ürünleri taşıyor. Biri diğerinin üç katı fiyat biçiyor ve yine de nakliye işini alıyor. Bu sana da tuhaf gelmiyor mu?” 

“Adam kazıklamaktan tutuklarız.” 

“Dalga geçeceksen anlatmayayım.” 

“Tamam hayatım, çok ciddi duruyorsun biraz rahatla. Elbette önemli bir şey olmasa bu kadar detay çalışmazdın. Dinliyorum.” 

Azra, onun da aslında dikkatle dinlediğini anlayınca küçük öpücük bırakıp, notlarına döndü. Pahalı taşıyan firmanın yanına aldığı notları gösterdi.  

“Bak, bu sevkiyattan iki gün sonra Macaristan’da bir kişi silah kaçakçılığındın yakalanmış. Yüzlerce silah ve mermi ele geçirilmiş. Polis ifadesini almak için götürürken keskin nişancı tarafından öldürülmüş.” 

“Miktar?” 

“Yirmi kasa!” 

“Giden malın tonajı?” Çınar neyi yakaladığını anladığı için artık uzun uzun sormasına gerek kalmamıştı.  

“Bu ağırlık ile diğer firmanın aynı malının ağırlığına bakar mısın?” 

“Bu bilgiye nasıl ulaştın?” 

“Çok eski bir tanıdık sayesinde.” 

“Gümrükten mi?” 

“Evet. Fakat bilgilerin kontrol edilmesini fark edebilirler diye başka bir şey soramam. Kalanı senin işin. İki nakliye buradan aynı tonajla çıkıyor, ama ne hikmetse diğer gümrüklerde iki katı tonajla işlem görüyor. Mutlaka evrakların değiştirilmiş olması gerekirmiş. Gümrüklerden geçemezmiş.” 

“Elbette geçemez. Ne olduğuna bakmamışlardır. Çünkü beyaz eşyalar fabrikadan ambalajlı çıkıyor. Bu adamın aynı malları ambalajdan çıkartıp içine bir şeyler koyup yeniden kapatması lazım. Peki bu Ümit’in ambalaj firması var mı?” 

“Düşünme şeklini sevdim. Olmaz mı? Stok kontrolünü yaptım. Alış satış arasında oynamalar var. Fakat çok büyük değil. Onları da hatalı mal, hatalı işlem diye zarara yazıyorlar. Yani yine aslen yasal olarak kaydedilmiş.” 

“Yasal olması doğru olması demek olmuyor. Bunu hepimiz öğrendik. Bu bilgiler çok iyi ama bunları Teoman’a bağlayacak başka bir şey olmalı.” 

“Henüz onu bulamadım. Fakat daha bitmedi. Bak bu da Litvanya’ya giden araç. Bunda da fark var ama önceki kadar büyük değil.” 

“Litvanya’da olay var mı?” 

“Hayır, olay bulamadım. Fakat ülkede uyuşturucu kullanımında artış son yıllarda ikiye katlanmış. İster istemez acaba ne yolluyorlar diyor insan. Beni bulaştırdığı uyuşturucuya kendi bulaşmış olması büyük ihtimal. Hiç duymadım, fark etmedim ama böyle bir şey çıkarsa zerre şaşırmam.” 

“Haklı olabilirsin. Hele bir de bu adamın uyuşturucuya bulaştığını yakalarsak var ya, sana çektirdiklerini milim milim ödetirim ona.” 

“Teşekkür ederim canım. Bu şirketi izlemeye alacak mısın?” 

“Elbette ama bunları incelediğimi bir süre saklamam lazım. Şu burslular için de gereken işlemleri başlattım. Dosyayı açmadan incelemek zor oluyor. Yine de hızlı hareket etmeye çalışıyorum.” 

“Ben de muhasebecisi ile laflayacağım. Bir şeyleri anlatmaya başlayabilir. Yanımda rahat konuşabilir. Teo çok ketum. Hiç açık vermiyor. Fakat ben bir adım yaklaştıkça o da gevşeyecek. Eninde sonunda yakalayacağım.” 

“Sana bir hediyem var.” 

“Aa niye hediye aldın?” 

“Aslında...” Elinde boynundaki kolyenin aynısı vardı.  

“Bu benim madalyonumun aynısı.” 

“Madalyonunu kontrol ettiler mi?” 

“Elbette.” 

“Her seferinde bakıyorlar mı?” 

“Hayır, bir kez baktılar bitti. Teoman kızdı zaten. İçinde annemin resminin olduğunu bilir.” 

“Çok iyi. Ben de buna güveniyordum. Kalem sen orada yokken işe yarayabilir ama bu senin olduğun her ortamı izleyecek.” Çınar, madalyonu elinde tutarak gülümsedi. “İşte bu yeni madalyonun. Kapak kısmında kamera var. Bunu taktığın sürece görüntü alacağız. Hep taktığın için de kimse yadırgamayacak. Kayıtlar için resmi izin yazısı da hazır. Yani gerekirse hem bunu hem kalemi kullanacağım. Gerek olmayacak büyük ihtimalle. Çünkü teknik takip diye işleyeceğiz. O yüzden çok kafanı takma, onun orada olduğunu unut hatta.” 

“Annemin resmini buldun mu?” 

“Hayır. Gerçek madalyondan çıkartıp buna koy. Diğerini bana ver, saklayayım.” 

“Açıp kapanabilen bir şey değil mi? Tuvalete falan girdiğimde izlenmek istemem.” 

Çınar gülerek ortadaki hafif kabartıyı gösterdi. “Bak, buraya basınca başlıyor, tekrar basınca duruyor.” 

“Açtım sanıp kapatırsam?” 

“Çalışırken o bastığın yer hafif içerde kalıyor. Tekrar basınca dışarı çıkıyor.” 

“Tamam, anladım. Şu an kapalı. Yarın akşam yemekte deneyelim bakalım.” 

Çınar kolyeyi boynuna takan kadına bakıp bir an ürperdi. “Kendini tehlikeye atma diye kaç kez daha söyleyeceğim acaba?” Korkuyordu. Ona bir şey olacak diye çok korkuyordu.  

“Söyle canım, sen söyledikçe ben mutlu oluyorum. Beni düşünen biri olduğunu bilmek çok güzel.” 

“Yine de dikkatli ol.” 

“Sen de ol ki ben rahat hareket edeyim.” 

“Evet artık biraz rahat hareket et. Dünden beri çok zaman geçti. Seni özledim.” 

“Ben de seni özledim.” 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder