16 Temmuz 2024 Salı

Azra 23. Bölüm

 “Eve iş mi götürüyorsun?” Kuzen olan Nergis ile Lale çıkarken onun elindeki dosyaları görüp şaşırdılar. Nergis dayanamayıp sormuştu.  

“Evet, hafta sonu evde çalışacağım. Çok fazla evrak işi var.” Aslında acelesi olan işler değildi. Sadece iş yapması gerekiyordu. Teoman’ın evinde kalma ihtimaline karşılık hazırlık yapmıştı.  

“Bu akşam yine bir yerlere mi gidiyorsun?” Bu da Lale idi. Öğlen kuaföre gitmişti. Saçındaki minik çiçekleri görünce hepsi beğenmişti. Gülümseyerek yanıtladı. “Evet, düğüne.” 

 Kiminle gittiğini onlar sormadı, o da söylemedi. En geç iki gün içinde her gazetede yazacaktı nasılsa! Bir iki sormuşlar, babasının eski patronu olduğunu, eşi öldüğü için bazı davetlere birlikte gittiklerini söylemişti. Hepsi doğru olsa da dedikodu yapıldığını tahmin ediyordu. İsteyen istediğini düşünüp konuşsun, sonra her şeyi anlarlar diyor, umursamıyordu. Umursamıyor muydu? O zaman neden adını hiç söylemiyordu? Çünkü adını öğrendikleri an hepsinin internetten araştıracağını ve bir şekilde kendisi ile ilgili bilgilere ulaşacaklarını biliyordu. Tahmin etseler çoktan Azra’nın adını aratır, geçmiş haberlerin hepsine ulaşırlardı. Tahmin etmemelerine şükran duyuyordu. Bir gün tüm bunlardan kurtulacak mıydı? Kendi elindeydi. Gözlerini, kulaklarını açacak, gereken bilgileri edinecekti.  

Akşam gidilecek davete Teoman’ın evinde hazırlanıp gidecekti. O yüzden taksi ile eve gitmişti. Kapıdaki güvenliklerden birine işaret edip taksinin bagajındaki çantaları diğer arabanın bagajına koymasını istemişti. Genç adamın koşar adım gelmesi oradaki itibarını gösteriyordu. Taksi parasını da ödemeye kalkmıştı.  

“Hayır, sen sadece bagajdakileri taşı arabaya.” 

“Yine çalışacak mısınız? Eve bırakayım isterseniz.” 

“Burada kalmayacağım. O yüzden bagaja koy, lütfen.” Küçük bir çanta vardı elinde. Onu açıp içindekileri görmelerini sağladı. Sadece bir ayakkabı ve çanta vardı. Çantayı açıp baktılar. Boş olduğunu görünce geri koyup bu kez de omuz çantasını aldılar. Azra, cebinden telefonunu çıkartıp verdi. Çok rahat hareket etmesi, bunlara karşı koymaması ve kontrol cihazı ile vücudunun taranması artık olağan tedbirlerdi.  

“Tamam mı?” 

“Tamam, Azra Hanım. Buyurun.”  

Teoman, kapının sesi ile hemen odadan çıktı. Azra’yı görünce gülümsedi. “Hoş geldin. Saçın çok güzel olmuş.” Aslında basit bir örgü yapılmıştı. Fakat üstüne takılmış minik çiçeklerle çok şık olmuştu. Ucundaki kurdele de elbisesi ile aynı renkti.  

“Teşekkür ederim. Hemen çıkıyor muyuz?” 

“Üstünü değiştirince çıkarız.” 

“Arabayı iyi ısıtsınlar, çorapsız giyeceğim ayakkabıyı. Tamamen açık, üşütmek istemiyorum, çok işim var.” 

“Merak etme, biz gidene kadar ısınır.” 

Azra, kendisine tahsis edilmiş odaya gidip sakin sakin üstünü değiştirdi. Hiç acele etmiyor, yapacağı şeyleri sessizce planlıyordu. Makyajını son kez kontrol etti. Hazırdı! 

 

Düğün, sürpriz şekilde eğlendirmişti Azra’yı. Ta ki Çınar gelene kadar. O gelince özleminin ne kadar büyük olduğunu hissetmek, bunu ve bakışlarını herkesten saklamak çok zor olmuştu. Çınar, onu görecek şekilde oturmuş, ara ara bakışları karşılaşmış ama bu anlar bir saniyenin üstüne çıkmamıştı. İkisi de yakalanmamak için çok çaba harcıyordu. Yemeklerden sonra bir iki dans müziği çalmış, Teoman ona dans etmeyi teklif etmiş, Azra üçüncü şarkı çalarken mesafeli şekilde dans etmeyi kabul etmişti. Kesinlikle yakınlaşmasına izin vermiyordu. Etrafındakilerin haklarında konuşmaya başlaması kaçınılmazdı. Magazin bu düğünden sonra mutlaka onları yazacaktı. Önceki davetlerde izin vermeyen kimsenin fotoğrafı basılmazken bu düğünün her yerde yayınlanacağı belliydi. Artık şirketteki konumu değişecekti. Bazen kendi anlatmadığı için pişman oluyordu. Bugün bile düşünmüştü anlatmayı. Böyle öğrenmeleri nasıl etki edecek merakla bekliyordu.  

Çınar, yerinde zor duruyordu. Azra’nın vücut dilinin rahatsızlığı anlaşılıyordu. En azından o anlıyordu. Çünkü onun tiksintisini görmüş, şu an izlediği sahnede o duygunun hâlâ bir yerlerde olduğunu da anlamıştı. Onu bu iğrenç kollardan kurtarmak istiyordu. Kıskançlık değildi. Çok tuhaftı, kıskanacağını sanmıştı ama bu tamamen korumakla ilgili idi. Masadaki konuya kendini veremiyordu. Zaten en fazla yarım saat daha orada kalacaklar, sonra ayrılacaklardı. Bu süreyi sinirlerini yatıştırıp gereksiz bir hareket yapmadan geçirmeliydi.  

Azra’nın kalemlerle neler yapacağını düşünürken sırtından soğuk terler boşalıyordu. Yakalanırsa neler olacağını düşünmek istemiyordu. Neyse ki işkencesi bitmişti. Orada olmayı aslında istiyor ama ayrılacak olmaktan da mutluluk duyuyordu. Katlanılması güç bir ortamdı. Teoman ile dans eden Azra’yı izlemek mi, görmemek mi? Kesinlikle görmemekti. İçindeki kıskanç erkek korumacı erkekten daha fazla gizlenememişti.  

 

Azra, Çınar’ın amirleri ile birlikte salondan çıktığını son anda görmüştü. Rahatladığını hissetti. Her an yakalanma korkusu ile hareket etmişti. Biraz daha eğlenebilirdi. Bu akşam eğlendiğini gören Teoman’ın tavrının nasıl değiştiğini fark etmişti.  

“Geldiğimiz gibi yine arka kapıdan gidelim.” Medya ön kapıda beklediği ve içeri alınmadığı için arka kapıdan çıkmaları halinde magazin sayfalarında fotoğrafını görmeyeceğini umuyordu.  

“Neden bu ısrarın? Daha önce defalarca bizi fotoğrafladılar.” 

“O eski Azra dönemi idi. Hatırlatayım, Hapisten Önce, Hapisten Sonra dönemim var benim. Gazetelere malzeme olmak istemiyorum.” 

“Benimle malzeme olmak istemiyorsun!” 

“Aslında bir şekilde haklısın. Fakat bu seninle ilgili değil. Senin ve benim adım gazeteye düştüğü an benim mahkeme bilgilerim yeniden sayfa sayfa yazılacak. İş yerindeki konumum değişecek. Önce umursamayacağımı söyledim kendime ama düşündükçe huzurumu kaybetmek istemediğime karar verdim.” 

“Anladım. Sorun ben değilim, sensin!” 

“Sen olsaydın zaten birlikte bir şeyler yapmazdım. Seni de anlıyorum. Bir hata yaptın ve aslında onu yok saydırmayı başarsan yapardın.” 

“Ben hata yapmam.”  

Azra, herkesten iyi tanıyordu bu adamı ve sesindeki hatasını kabullenen tonlamayı yakalamıştı. Gülümseyerek damarına basa basa yanıtladı. “Ne demezsin. Hadi gidelim artık. Erken yatmam lazım, çok işim var. Şirkete gitmek istemedim, evde çalışacağım yine.” 

“Eski işin bu kadar yoğun değildi.” 

“Yine çok yoğundu. O zaman daha büyük bir şirketteydim. Tam mali müşavirliğimi aldım ve sonrası gelemedi.” 

Her zamanki gibi hapisle ilgili iması Teoman’ı telaşlandırdı. “Tamam. Hadi gidelim. Yeterince kaldık.” 

Konuyu kapatması aslında rahatsızlığını gizlemek içindi. Azra, onun maddi kayıplarının detaylarını babasından öğrense de kendisinin manevi kayıp ve isminin karalanması yanında bir şey değildi. Bunu bilen Teoman, konuyu değiştirmeyi tercih ediyordu.  

Vedalaşıp çıkmaları yine de yarım saate yakın sürdü. Otoparka inen asansör ile kimseye görünmeden araçlarına ulaştılar. Koyu renk camlı limuzin ile fotoğraf vermeden uzaklaşmışlar, dertlerinden biri şimdilik geçiştirilmişti.  

Azra, o gece Teoman’ın evinde kalmak için aklında olanı yaparken dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Şoför evinin önünde inmesine yardım etmek için elini uzattı. Eli tutsa da ayağını sandalet tarzı topuklu ayakkabının içinde çevirmek güç olmadı. Ayağını burkmuş gibi hareket ederken acı ile bağırmayı da unutmamıştı. Hemen koluna giren şoför ile çığlığı duyup arabadan inen Teoman, ayağında yan dönmüş, bu arada topuğu da kırılmış ayakkabıya bakıyorlardı. Azra kırık topuğun şansı olduğunu görüp içten içten sevindi.  

“İyi misin? Burkuldu mu?” 

“Evet, buz yapalım hemen.” 

“Tamam, basma üstüne. Arabaya bin, önce doktora, sonra benim eve gidelim.” 

“Abartma, alt tarafı ayağımı burktum. Buz koyayım, yarım saat sonra basarım üstüne. Evimin kapısındayım, niye sana gidecekmişim ki?” 

“Basmayacaksın. Şişebilir. Evde buz ve sargı bezi var mı? Yoksa da yoldan alırız hepsini.”  

“Evime çıkmama yardım edin yeter.” 

“Hayır, dedim.” 

Nihayet Azra onun evine gitmeye razı olmuştu. Doktorluk bir durum olmadığını söyleye söyleye sonunda buzla geçeceğine ikna etmişti. Evin kapısında büro sandalyesi ile bekleyen güvenliği görüp gülümsedi. “Çok özenlisin!” 

“Henüz üstüne basmaman lazım.” 

Büro sandalyesi ile salona götürülen Azra için buz ve sargı bezi getirilmişti. Yumuşak koltuğa oturduktan sonra ayağını uzatması söylenmişti. Buz torbası ile bir süre oturduktan sonra soğuk yüzünden kızaran ayağının burkma etkisiyle öyle olduğunu sanmalarını sağlamış, sonra da sarılmasına izin vermişti.  

“O lanet ayakkabıları giymen mi gerekiyordu?” 

“O düğüne gitmem mi gerekiyordu?” 

“Eğlenmediğini söylemeyeceksin değil mi? Bir daha bu kadar yüksek ve açık ayakkabı giyme. Bot tarzı ayağını korurdu.” 

“Tuvaletin altında bot mu? Bence sen moda sektörüne bulaşma.” 

“Herkes her şeyi giyiyor artık.” 

“Ve eminim, sen onları hiç beğenmiyorsun.” 

“Haklısın.” 

Sonra sessizlik olmuş, o sırada odasının hazırlanması söylenmişti.  

“Limuzin senin mi kiralık mı? Burada kalacaksa sorun yok ama iade edilecekse evraklarım bagajda.” 

“Bu halde çalışamazsın.” 

“Yarına bir şeyim kalmaz.” 

“Tamam, evraklarını getirirler.” 

İşte en önemli an gelmişti. Yine evrakları tek başlarına kontrol edecekler miydi? Teoman’ın aksine emri olmadığı sürece mutlaka bakacaklardı. “Karıştırmasınlar, benim yanımda kontrol edebilirler.” 

“Tamam, çantaları, dosyaları buraya getirin. Burada kontrol edilecek.” 

Azra, ağrısı varmış gibi yüzünü buruştururken çanta ve dosyalar getirilmişti. Sıkıntı ile yerinde kıpırdanırken adamlar üstünkörü kontrol etmişti. İşte tam da buna güvenmişti. Yine plansız bir yatıya kalış ve iş yapan Azra, onların alıştığı bir görüntüydü ve detaylı bakma gereği görmemişlerdi. Zaten o kadar basit eşyaların arasında ne olacaktı?  

“Tamamsa çalışma odasına bırakın.” Bu cümle ile çevresindekilerin hepsinin o çantada önemli bir şey olmadığını düşündüğünden emindi.  

Güvenlik görevlisi çıkarken, “Tamam, bırakıyorum.” dedi.  

Azra, ne kadar rahatladığını belli etmemek için ayağı ağrıyormuş gibi yapmaya devam etti. Nihayet ilk büyük adımı atmıştı.  

 

***** 

 

Çınar, evde bir aşağı bir yukarı yürümekten halıyı aşındıracaktı. Hiçbir şekilde bilgi alamayacağı en az iki gün vardı. Pazara kalmadan iletişim kurmayı umuyordu. Daha fazla düşünmemek için evden çıkıp koşmaya karar verdi. Dışarıdaki kış havasına aldırmadı. Bir saate yakın koştuktan sonra biraz sakinleşip evine döndü. Kötü bir şey olsa hemen haber alacağını, geciken her saatin olumlu yorumlanması gerektiğini düşünüyordu. Duştan çıktıktan sonra yatağına uzanıp ikisini düşündü. Azra eğer bilgilere ulaşır, ipucu yakalarsa ardından Teoman’ı suçlayacaklar, hapse atacaklar ve Azra için yeniden yargılama yapılmasını sağlayacaklardı. Böylece tüm sicili temizlenecekti. Kimse kaybettiği yılları geri veremeyecek, soru işareti olanlar öyle düşünmeye devam edecekti ama en azından hukuki olarak aklanacaktı. Bunun için elinden geleni yapacaktı. Eğer başaramazsa da ondan vazgeçmeyecekti. Kim ne derse desin kararını vermişti. Sıkıntılı bir uykuya daldı.  

 

*****  

 

Azra, sabah ayağının daha iyi olduğunu söylemiş, odasında kalmaktan sıkıldığını, çok işi olduğunu belirtmişti.  

“Ayağını yüksekte tutman şartıyla çalışabilirsin.” 

“Tamam, bir puf ayarlasınlar.” 

“Çok uysalsın.” 

“Tartışamayacak kadar işi düşünüyorum.” 

Öğlene kadar ara ara küçük molalar vererek çalıştı. İki kalemi de masaya koymuştu. İkisi de normal kalem gibiydi. Kırtasiyeden alınacak basitlikte olmaları büyük avantajdı. Teoman ikinci kez orada çalışması gerektiği için masasına bir sürü malzeme koymuştu. Önceki çalışmada her lazım olanı ondan istemişti. Bu kez hem onu rahatsız etmesin diye hem de ayağının üstüne basmasın diye ayarladığı belliydi. Azra bunun da iyi olduğuna karar verip kalemleri orada rahatlıkla bırakacaktı.  

Nihayet telefonlarla iş görüşmesine başlamıştı Teoman. Azra hemen kalemin çalışmasını sağlayan düğmeye bastı. Hatasız çalışacağını umuyordu. Bir yandan da her ihtimale karşı önceki gibi duyduğu değişik isimleri kafasına not ediyordu.  

Öğlen yemeğine giderken Teoman ona yardım etmeyi teklif edince ayağının üstüne hafifçe bastı. “Basabiliyorum.” 

“Yine de fazla basma, tutun bana.” 

Yemek masasında düğünden, ileriki günlerde katılmaları gereken davetlerden bahsettiler. Azra gitmeyeceği iki daveti seçecekti. İki açılış bir gala itiraz etmeyeceği davetlerdi.  

“Yarın ne yapacaksın? Çalışmayacaksın değil mi?” 

“Bugün biterse yarın çalışmam. Evi temizlemem lazım.” 

“Benim ekipten biri gelsin temizlesin.” 

“Hayır.” 

“İtiraz etme. Ayağın kötü. Yarın biri gelsin temizlesin.” 

“Hayır dedim. Ben yaparım. Yapamazsam da haftaya temizlerim.”  

“Her şeye itiraz etmekten ne zaman vazgeçeceksin?” 

“Her şeyi kendi istediğin şekilde yapmaya çalışmaktan vazgeçtiğinde.” Tartışmayı uzatmak istemediği için sandalyeden kalktı. “Daha iyiyim, evime bıraksınlar, orada çalışayım, sen de rahat et.” 

“Ben rahatım, bu gece de kal, yarın bırakırlar. Yaydın o kadar dosyayı, toparla, evde yine yay, ne gerek var?” 

“Ayağım çok daha iyi. O yüzden evime gideceğim.” 

“Tamam, işini bitir öyle git.” 

“Bu olur.” 

Azra, iki şeyin farkındaydı. Birincisi onu istediği yere getirebiliyor, kendi fikriymiş gibi düşündüğü ama aslında Azra’nın istediği şeyi söyletiyordu. İkincisi ise ona karşı başını eğmediği her an Teoman’ın biraz daha yaşlı gözüktüğünü fark etmesi çok iyi geliyordu ruhuna. Kendisine çektirdiklerinin sanki kıyısından köşesinden telafisi sağlanıyordu. Artık insanları olduğundan genç gösteren o kadar çok uygulama vardı ki. Kadın, erkek fark etmeksizin güzellik salonları bu işlemleri yaptırmak isteyenlerle doluyordu. Teoman’ın da geri kalmadığı belliydi. Sadece sinirlendiğinde ya da bir şey keyfini kaçırdığında tavırları yaşını ele veriyordu.  

Kendisine tahsis edilmiş masaya oturduğunda not defterini de yanına çekip işlemlere başladı. Aslında not alacağı bir şey yoktu. Sadece kalem kullanmak için yapıyor, sağa sola hesapla ilgili bir şeyler yazıyordu. Teoman da her seferinde yanına gelip neyi yazdığını inceliyordu.  

“İşlerin ne zaman hafifleyecek?” 

“Mayıs gibi.” 

“Çok uzun.” 

“Hep böyle olur.” 

Sonra yine herkes işine dalıyordu. Azra, telefon çalınca kulak kesildi. Karşı tarafa burslar ile ilgili bir şeyler söylüyordu. Azra dinlediği anlaşılmasın diye bir şey söylemedi. Teoman birisini çağırdı. Adam odaya girdiğinde muhasebecisi olduğunu anladı. Bu adam neredeydi de hemen gelmişti? Belki önceden çağırmıştı. Üstünde durmadı. Konuşmalarını dinledi.  

“Benim hesabımdan yollayacaksınız yine. Talimatları yenile. Yüzde elli arttır hepsinin parasını.” 

“Hepsinin mi? Tamam.” 

“Azra’yı tanıyor musun?” 

“Tanıyorum elbette. Kolay gelsin Azra.” 

Azra adını duyunca şaşırmış gibi başını kaldırdı. “Nuri abi, sen misin? Tanıyamadım. Ne kadar kilo almışsın?” 

“Ben aldım, sen vermişsin. Çok iyi gördüm seni. Yıl sonu işlemleri mi?” 

“Öyle. Eve iş götürüyordum ama ayağımı burktum, Teoman da burada kalıp çalışmamı söyledi. Senin işler nasıl, yetiştirebiliyor musun?” 

“Yetişiyor da senin gibi bir elemanım olsa vakit bile artar.” 

“Teşekkür ederim. İstersen bize aktarsın işleri Teoman. Angaryaları biz hallederiz, sen sonuçları alırsın.” 

“Olmaz.” Tepki Teoman’dan gelmişti.  

“Azra, şaka yapıyor zaten. Bilmez mi bizim hesapların aktarılamaz olduğunu?” Nuri kapıdan çıkacakken dönüp “Şinasi’ye de aynı rakam mı?” diye sordu. Diğer burslular için isim söylemezken bu adı özel sorması dikkat çekiciydi. Azra unutmamak için bir iki kez tekrarladı. Sonra kamera aklına gelince fazla üstünde durmadı.  

Aynı zamanda Teoman biraz sert bir sesle “Evet.” demişti. Sanki sormana gerek yok der gibi. Nuri gittikten sonra ikisi de işlerine döndüler. Akşam üstü Azra artık yeter diyerek masasındakileri toplamaya başladı. Kalemlikte bir sürü kalem vardı. Yanında getirdiklerini de oraya koyacaktı. Böylece bir sonraki gelişine kadar odada konuşulan her şeyi izleyeceklerdi. İzlenemiyorsa da kayda alınan kısmı izlerlerdi.  

Çantadaki üçüncü kalemi alıp masaya koydu. Diğer kameralıyı çantaya attı. Bunları dikkat çekmeyecek şekilde yaptığından emindi. Sonra dosyaları kapattı, yanında getirdiği not defterinden yazdıklarının olduğu sayfayı kopartıp aldı. Sonra en üstteki sayfanın en alt köşesine nokta koydu. Defteri de masada bıraktı. Delgeç de getirmişti. Onu da bıraktı. Böylece kalemler dikkat çekmeyecekti. Her şeyi ayarlayıp toparladıktan emin olduktan sonra, “Beni evime kim bırakacak?” diye sordu.  

“Yarın gidersin.” 

“Ya beni biri bıraksın ya da taksi çağırın.” 

“Azra, artık şu inatlaşmalardan vazgeçer misin? Gerçekten kızmaya başlıyorum.” 

“Süper haber. O zaman ben de bir daha gelmem, görüşmeyiz ve kafamı dinlerim. Ayrıca daha bir iki saat önce evime gideceğim konusunda anlaşmıştık.” 

“Benimle geldiğin yerlerde mutlu değil misin? Dün çok eğlendin.” 

“Ben zaten o ortamlardaydım. Sen hayatımı karartmadan önce de gidiyordum. Üstelik gözünü korkutmadığın arkadaşlarımla birlikte giderdim. Şimdi ise beni tehdit ettiğin, ben de yeniden hapse girmek istemediğim için geliyorum. Ama bu baskıların hapisten beter. Ne yaparsan yap Teoman. Bir kez üstüme iftira attın, üç yılımı çaldın. Af çıkmasa halen hapisteydim. Şimdi ne yapacaksın? Hayatımı mı alacaksın?” 

 “Benim hatam yok. Ben mesul değilim. Uyuşturucu ile yakalandın!” Bu adam arsızlığı iyice abartmıştı. Yalan söylemekten vazgeçmiyordu. İtiraf ettiğini unutmuş olamazdı.  

“Birbirimizi kandırmayalım. İkimiz de gerçeği biliyoruz. Unutma sen itiraf ettin, ben yaptım, haklısın, dedin. Havaalanının kargo kısmında çalışan birilerini ayarlamak senin için güç olmamıştır. İtalya’dan uçağa bindiğimde valizlerim incelenmedi mi de orada değil burada bulundu uyuşturucu? Artık dürüst ol.” 

“Kanıtın yok. Tüm bu dediklerin safsata! Beni suçlayamayacağını biliyorsun değil mi? Yoksa istediğin bana dava açmak mı?” 

“Dava açmak mı? Sen beni aptal mı sanıyorsun? Kanıtım yok, şahidim yok. Eminim o adamlar hayatta yok. Elim kolum bağlı olabilir ama şu dünya üstünde senin bana yaptığını bilen tek kişi de olsam bunu her an yüzüne haykıracağım. Üstelik saçma bir yanlış anlama yüzünden yaptığını da hep söyleyeceğim. Alt tarafı üç beş müzik videosu kopyaladım. Babamın ortak olduğu şirketlerin evraklarını incelemek için aldım. Onları vaktim olsa zaten resmî gazeteden de bulurdum. Bu kadar abartacağını bilsem öyle yapardım. Vicdan kırıntın varsa bana yaptıkların için azap çekersin.” 

Teoman’ın ilk kez yüzünde pişmanlık gördü. Müzik dosyasını bulduğunu biliyordu. Onu söyleyip hata yaptığını yüzüne vurması iyi olmuştu. Vicdanı olmadığını çok iyi biliyordu. Pişmanlığının sebebini de tahmin ediyordu. Hapse girmemiş olsa Neşe öldükten sonra Azra ile gezmeye başlayacak, tüm bu inatlaşmaları hiç yaşamayacaklardı. Aklından bunları geçirdiğinden emindi. Bu adamın yumuşak karnı Azra idi ve Azra bunu sonuna kadar kullanmaya yemin etmişti.  

Teoman söyleyecek söz bulamamıştı. “Şoförü çağırayım da seni evine bıraksın.”  

Azra bir şeyler söyletmeyi ummuş ama tüm kışkırtmalarına rağmen başaramamıştı. Sinirli olduğu her halinden belliydi. Teoman ise konuşmuyor, sadece bakıyordu. Azra, odadan çıkarken arkasından seslendi. “Çarşamba akşamı açılışa giderken alırım seni!”  

“Tamam.” 

Azra, bu akşamdan sonra artık inatlaşmayacaktı. İlk adımı atmış, yakalanmadan kamerayı odaya bırakmıştı. Şimdi tek beklentisi kamera sayesinde ipuçlarına ulaşmaktı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder