Çınar, Azra’nın eve gelmediğini öğrenmişti. Otelde de değildi. Tek ihtimal Teoman’ın evinde kaldığıydı. Tipi yüzünden yollar çok kötüydü. Eve gelememiş olması mümkündü tabii ama bu sinirlenmesine engel değildi. O evde neler olduğunu hiç bilmiyordu. Başka şeyler düşünmek istemiyor ama kendini engelleyemiyor, ikisini bir arada düşündükçe kıskançlıkla içi içini yiyordu. Diğer yandan evde olmasının bilgi alması anlamına geldiğini de biliyordu. Hem onun için korkuyor hem de bir şeylerin daha hızlı çözülmesi için harekete geçmesini istiyordu.
Azra’dan aldığı evraklarda adı geçen kişiler hakkında bilgiler ara ara geliyordu. Şimdi de bu dosyalardan birini eline almış inceliyordu. Teoman ile ilgili evrakları savcılıkta tutmuyordu. Adamın elinin nerelere uzandığını bildiği için tedbirli davranıyordu.
Evden çıkılacak bir gün değildi. O da işe gidemeyeceğini bildirmişti. Zaten çoğu kişi evinden çıkamıyordu. Bugünün değerlendirmesini çalışarak yapacak, kafasına Azra’nın nerede olduğunu takmayacaktı.
Evraklardaki ve Azra’nın iş yerine gelenlerin isimlerini araştırmaları bile günlerce sürüyordu. Şu an sadece çok güvendiği iki kişiden yardım alıyordu. Onlar da sistem üstünden araştırma yapmıyorlar sırrını vermedikleri yollarla inceliyorlardı. Her yer hacker doluydu. Çınar o kadar iyi bilgisayar kullanmayı isterdi.
Elindeki isimlerin izlenmesi için karar çıkarttıracaktı, fakat o karar çıktıktan sonra artık Teoman kısa sürede dosyanın açıldığını öğrenecekti. O yüzden resmi araştırmalardan önce el altından araştırmalıydı. Hackerlar ne bulurlarsa sonra bunları resmi delil niteliğine çevirmeliydi. Tek bir açık bulamayacakları şekilde hazırlanmalıydı.
Aldığı notları biraz daha detaylandırdı. Hesap hareketleri, kredi kart bilgileri, varsa ulaşım bilgileri gibi her şeyi kısa sürede edinmeliydi. Kendi dosyalarında olmayan isimlerin araştırılmasını için listeyi ulaştırması gerekiyordu. Evden çıkmadan bunu nasıl yapacağını düşündü. Telefonda söyleyemeyeceği, e-posta atamayacağı için eli kolu bağlanmıştı. Mutlaka dinlenmeyeceği yerde görüşmeliydi. Bugün için çözümü yoktu. Dosyayı okumaya en baştan başladı. Gözünden kaçan bir şey olup olmadığını anlaması gerekiyordu. Yemek saatine kadar aralıksız çalıştı. Artık elinde on sekiz yeni isim vardı. Hepsini araştıracaktı.
*****
Azra, üç saate yakın çalıştı. O çalışırken Teoman da aynı odada çalışmıştı. Bazı isimleri duymuş, unutmamak için defalarca kez içinden tekrarlamıştı. Ezberlediğine inandığında yeni isimler için kulak kabartmıştı. Ara ara Teoman yanına geliyor, neyi not aldığına bakıyordu. Onu çok iyi tanıdığı için bunu bekliyordu. Tek bir not bile bulamayan Teoman yine işinin başına dönüyordu. İkisi de birbirine zerre güvenmiyordu. Teoman bunu belli etmediğini sanacak kadar budalaca hareket ediyordu. Sanki ne yaptığını merak ediyormuş gibi davranması komikti. Karşısındakini çocuk kandırır gibi kandıracağını sanması Azra’nın işine geliyordu.
Çalıştığı süre boyunca bir iki cümleden fazla konuşmamışlardı. Azra gerçekten verimli bir çalışma yaptığını, isimleri hafızasına kaydettiğini, başka ilginç bir bilgiye ulaşmadığını bilerek ekranını kapattı. “Karnım acıktı. Yemek kokuları da geliyor. Biraz yemek yiyeyim sonra devam ederim.
“Birlikte yiyelim, benim de karnım acıktı.”
Yemekte şirkete yolladığı yeni müşteriler hakkında konuşmaya başladı. O insanları nasıl kendi emrini uygular hale geldiğini merak ediyordu.
“Hepsi son derece düzgün hesaplar. Seninle ne işleri olduğuna şaştığımı belirtmeliyim.”
“Niye şaşırıyorsun. Ben çok iyi çalışan bir iş adamıyım.”
“Ne demezsin?”
“Azra, benimle ters konuşmaktan ne zaman vaz geçeceksin?”
“Bilmiyorum.” Bir an adamın soru dolu gözlerine baktı. Sonra içini çekip konuşmasına devam etti. “Aslında istemsiz çıkıyor kelimeler ağzımdan. Sanırım seni affetmem uzun sürecek.”
“Farkındayım. Yine de affetmenin bir yolunu bulmalısın. Ben kendimi affettirmek için çabalayacağım.”
“Bence hiç bu cümleleri kurma. Senin çabalamanın bir önemi yok. Bunu anlamalısın. Ben karar vereceğim ne yapacağıma ne zaman yapacağıma. Üç yılın hesabının kolay kapanmayacağını biliyorsun.”
“Azra... tamam sustum. Yemeği beğenmedin mi? Oynayıp duruyorsun tabağınla.”
“Biraz baharatı fazla geldi.”
“Başka bir şey getirsinler.”
“Gerek yok, su ile yerim biter.”
“Zorlama kendini, mutlaka başka yemek vardır.”
İşte yine fırsat ayağına gelmişti. “Bunu bulamayanları unutmuyorum. O yüzden tabağımdakini bitireceğim. Sen de beni izleyip durma.”
Teoman sıkıldığını belli eden bir tepki verip yemeğine döndü. Azra adamın sabrını zorladığını biliyordu. Fakat böyle davranmayıp bir şey olmamış gibi hareket ettiği an daha büyük şüphe uyandıracaktı. Yavaş yavaş yumuşuyormuş gibi davranacaktı. Hem dün burada kalmıştı. Bu saat olmuş başka aksilik sergilememişti. Bunları mutlaka değerlendirecekti, Teoman.
Yemekten sonra kahvelerini içerken konular siyasete, spora gelmiş, tehlikeli konulardan uzaklaşmışlardı. Daha sonra Azra çalışacağını söylemiş yine odaya gitmişti. Teoman da on dakika sonra yanına gelmiş dosyalarına bakıyordu. Azra işine dalmış gözüküyordu.
Azra, yeni isimler, şirketler duydukça aynı taktikle aklının bir köşesine yazdı. Yedi yeni isim öğrenmişti. İkisi şirket adıydı. İlk kez duyduğu için yenilerden olduğunu anlamıştı. Akşam üstü hava yumuşamış, kar yağışı durmuştu.
“Artık eve gitmeliyim.”
“Bu gece de kal, yarın buradan gidersin.”
“Hayır, evime gitmek istiyorum.”
“Tamam, seni bıraksınlar.”
Azra, kendi hanesine bir puan daha yazdı.
*****
“Orada mı kaldın?”
“Evet, kar yüzünden eve gelemedim.”
“Tamam.”
Sanki çok normalmiş gibi konuşmuşlardı. Ama ikisinin de içi içini yiyordu. Azra, orada kalma sebebini hemen anımsayıp devam etti. “Dinle, sana yedi isim veriyorum. Bunlar yeni şirket ve şahıslar. İlk iki isimle yurt dışına satışları var. Diğer isimler enerji işindeymiş. Yazıyor musun?”
“Söyle.” İsimleri not alırken Azra’nın sesindeki heyecanı fark ediyordu. Orada kalmak onu etkilememiş, amacına yaklaşmak için ne gerekiyorsa yapmıştı. İsimleri yazmayı bitirince, “Notunu yok et. Bir daha da bir şeyleri not etme. Yakalanabilirsin.”
“Not etmedim ki. Hepsini ezberledim.”
“Ezberledin mi? Çok iyi. Yine de çok dikkatli ol. Aklım sende kaldı.”
“Tahmin edebiliyorum. Orada telefonu elimden alıyorlar. Gerçi geri aldım ama ne zaman kayıtlara bakacaklarını bilemediğim için o hattan aramazdım. Hava biraz açılınca hemen eve geldim.”
“Telefonunu alıyorlar mı? Niye? Benimki de soru. Adam sana karşı bile bu kadar dikkatliyse ondan bilgi alamazsın kolay kolay. Bu isimleri senin yanında kullandıysa ya seni deniyor ya da hiçbir sorun olmayan kişiler olmalı.”
“Bence de öyle. Zaten ara ara yaptığım işleri inceliyormuş gibi yapıp kağıtların sağına soluna baktı. Eminim isimleri not edip etmediğimi kontrol ediyordu.”
“Yapabildiğin kadar ezberle. Sakın kendini tehlikeye atma.”
“Bu cümleyi her konuşmamızda bir iki kez kullanmaya başladın. Yeni cümleler ezberlemelisin.”
“Yine benimle uğraşma. Seni onun yanında düşünmek bile canımı yakıyor.”
“Hiç kafana takma, it dalaşı yapıyoruz onunla.”
“Dalaşma bile. Keşke uzak dursan.”
“Aksine yavaş yavaş yakınlığı arttıracağım.”
“Yakınlığı mı? Azra, sakın o adamla...”
“Hayır dedim ya sana. Bak aklına bunları getirme. Öyle bir şey olması mümkün değil. En fazla koluna girerim, kibar adamdır, sırttan tutup yönlendirmeyi sever, bazen de omzumu tutar. Bundan daha ileri gitmem merak etme.”
Çınar, bu kadarına bile tahammül edemeyeceğini hissediyordu. Azra’nın tüm bunları normal gibi sıralaması hiç hoşuna gitmiyordu. O adamın daha ileri gitmesi, öpmesi, sevişmesi aklına geldikçe beyninden alevler yükseliyordu. Gözünün önüne gelenle bile bu hale gelmesi gerçekte olduğunu anlaması durumunda neler hissedeceğinin göstergesiydi.
“Seni seviyorum.”
“Biliyorum. Ben de seni seviyorum.”
“Biliyorum.” Çınar gülmeye başladı. Rahatlamıştı. Nedense bunu duymak iyi gelmişti.
“Çınar, kalemler hazır mı?”
“Yarın elimde olacak. Ertesi gün de sana ulaşmış olur. Yarın akşam da programın vardı değil mi?”
“Evet. Ama bir şekilde bana ulaştır yarın. Kargo ile yolla. Nasılsa büroya devamlı kargoyla evrak geliyor.”
“Tamam, yollarım ama kullanırken çok dikkatli ol. Yakalanırsan ölürsün.” Abartmış olabilirdi ama bu adama hiç güvenmediği gibi ne zaman ne yapacağını da bilemiyordu. Cinayet işlemiş ya da işletmiş olma ihtimali hiç azımsanmıyordu.
“Yakalanmayacağım. Dün akıl edip yanıma o kalemden aldım. İyi ki markayı söyledin. Bir kutu almıştım. Dün orada kalmayacağımı düşündüğüm halde çantalarımı aradılar. İlk gidişimde temiz çıktım. İkincide de temiz çıkınca üçüncü kontrol çok daha üstünkörü yapılır. Doğal olarak insanlar güvendikleri kişileri didik didik aramaz. Onlar da aynı hataya düşecek.”
“Yine de çok tehlikeli.”
“Biliyorum ve inan çok dikkat edeceğim.”
“Bu hafta olması şart değil, başka zaman götür yanında.”
“Eminim bu kadar basit, plastik kalemde kamera olacağını düşünmezler. O yüzden tedirgin olma. Cuma akşamı da bir davete katılacağız. Havayı bilmiyorum ama aşırı yorgun olacağım ve benim evimden daha yakın olacak onun evi. Teklif ederse biraz mırın kırın eder, sonra kabul ederim. Teoman’a kalsa hep orada kalmamı istiyor. O yüzden davetlerinin ardı arkası kesilmeyecek. Bugün çalıştığım kalemleri bıraktım orada. Gözlerinin önünde olunca ya aramak akıllarına gelmez ya da arasalar da temiz kalemler sayesinde bir sınavı daha geçmiş olurum. Sonraki gidişimde kameralı ile değiştiririm. Birden çok kalem hazırlıyorlar değil mi? Her gittiğimde değiştirerek daha uzun kayıt yapmasını sağlarım.”
Çınar telefonun ucunda kahkahayı basmıştı. “Sen ne çok casus filmi izliyorsun öyle? Dur bakalım bir şeyler düşünürüz.” Tek kalem bile yeterliydi ama birilerinin kalemleri kullanmak için alması ihtimaline karşılık çok sayıda hazırlatmıştı.
“Tamam, ben birazdan spor salonuna gidiyorum. Biraz ter atayım, sinirlerimi yatıştırayım.” Sesindeki titremeyi son anda fark etti.
“Azra...”
“Söyle, canım.”
“Canım? Canımsın. Şey... tiksintini aştın mı? Gelmemi ister misin?”
“Çok isterim ama asla olmaz. Eve gelemezsin. Tiksintim tamamen geçmedi ama daha iyiyim.”
“İyi, sevindim. Ne yapacaksın spordan sonra? Bu havada gitmek akıllıca mı?”
“Buralarda kar erimeye başlamış bile. Bir saat kadar çalışırım. Eve gelince de biraz iş yaparım. Evde çalışmak iyi oldu. Daha çok iş yaptım. Telefon ve gelip giden olmayınca verimli çalışılıyor.”
“Öyledir. Spor salonunda kimler var?”
“Bilmem, dikkat etmedim. Genç çoğu. Benim yaşlarımda kimse yok. Biraz daha büyük iki kişi var. Gençlerden biri senin adamlardan mı?”
“Bilmem, öyle mi?”
“Ah demek ki öyle. Hangisi?”
“Adını unuttum.”
Azra, kahkaha ile gülerken bir yandan da spor çantasını kontrol ediyordu. Bir süre daha konuştuktan sonra kapattı. Telefonu yine büyük uğraşlarla şampuan şişesine koydu. Çınar’ın öğrettiği şekilde sık sık kamera ve dinleyici araması yapıyordu. Evine konmuş böcek olmaması içini rahatlatıyordu.
*****
Teoman, adamlarını etrafına toplamıştı. Yeni bir sipariş vardı. Ukrayna üzerinden gönderilecek mal için çalışma başlatılıyordu.
“Selçuk malzemeleri yazdırdı. Çok hızlı temin edin. Kimse bir iki kilodan fazla almayacak. Asla önceki aldıkları yerden almayacaklar. Nakit ödeyecekler ve mümkün olduğunca yüzlerini kameraya göstermeyecekler. Saat ve dövmeler gizlenecek. Hava soğuk herkes atkılı ve eldivenli olsun. Önceki siparişler tamammış, yola çıkıyorlar. Bu da bir ay içinde tamamlanmalı. Tek partide gidecek. Sorusu olan?”
Herkes defalarca yaptıkları iş için yeni siparişi sorgulamaya ihtiyaç duymuyordu. Teoman’ın bu konuşması da işleri aynı anda başlatıp hızlandırmak içindi.
Adamlar sessizce çıkınca masasına oturdu. Legal işlerinin yanı sıra illegal işleri de büyümüştü. Uzun süre uzak durduğu uyuşturucu işine girmiş, son iki yılda oldukça büyük partilerle Avrupa’ya mal göndermeye başlamıştı. Siparişler aynı yerden asla tekrarlanmıyor, araçlar iki kez üst üste aynı ülkeye gitmiyordu. Dağıtılan rüşvet ile ülke ekonomisi düze çıkacak ülkeler tercih ediliyordu. Elbette paralar asla ülkenin bütçesine aktarılmıyor, rüşvet alanlar zenginleşiyordu. Arada da çok büyük alıcılar çıkıyordu. Şimdi olduğu gibi.
Siparişin tuzak olmadığını anlaması gerekiyordu. Nihayet teyit gelmişti. O nedenle hazırlıklar hızlandırılmıştı. Yurt içinde ve gümrüklerde gözünü kulağını kapatması için satın alınan adamlar mal yola çıkarken haberdar edilecekti. Herkes emeğinin ve riskinin bedelini almalıydı. Bir yandan onlar için gereken parayı hesaplarken bir yandan da havaya saçtığı para için küfrediyordu.
İşe dalmışken masasındaki telefon çaldı. Ahizeyi kulağına götürürken bir yandan da söyleniyordu. “Puşta ne çok vermişiz, bu Fahri’yi listeden çıkartmalı... alo?”
“Teoman?”
“Azra? Ne oldu? Sen beni aramazdın?”
“Yarın akşam çalışmam lazım. Düğüne gelemeyeceğim.”
“Olmaz.”
“Çalışmam lazım, cümlesinin neresini anlamadın?”
“Bak bu düğün çok önemli ve ben tek başıma gitmeyeceğim.”
“Götürebileceğin birileri vardır.”
“Elbette ama bu saatten sonra birini bulmak zor. Sen niye bu kadar çok çalışıyorsun?”
“Yılsonu işlemleri bitmediği için. Ayrıca bir sürü yeni şirketi gönderen sensin. Bu hesaplar elimi çok oyalıyor.”
“Cumartesi git şirkete. Mesai de alırsın.”
“Bu hafta sonu binada ilaçlama var. Evde çalışacağız zaten. Ama bu işleri bitirmem şart.”
“Azra, bu üst düzey yöneticilerin olacağı bir düğün. Seni götürmek istiyorum. Yarın akşam hazır ol. Cumartesi-pazar çalışır halledersin.”
“Bunun karşılığını ödeyeceğini biliyorsun değil mi?”
“Tahmin ediyorum. Tamam, bundan sonra istediğin bir davetimi reddedebilirsin.”
“Üç.”
“Bir.”
“Üç.”
“İki. Fazlası olmaz.”
“Tamam, anlaştık.”
Teoman büyük zafer kazanmış gibi hissediyordu kendisini. Aslında pişmanlıkları vardı. Büyük hata etmişti onu hapse yollamakla. Şimdi her an diken üstündeydi. Evinden çıkan belgeler önemsiz şirketlerin kuruluş bilgileriydi. Hepsinde de babasının küçük hisseleri vardı. Sonradan söylediği, babamın başının derde girmesini istemediğim için onları inceleyecektim mazereti geçerli olabilirdi. Ama onu sekreterinin bilgisayarından dosya kopyalarken görmüştü. Evini aratmış, bahsi geçen belleği bulmuştu. İçinde müzikten başka bir şey olmadığını, başka bir şey kaydedilmediğini, silinme olmadığını söylediklerinde bile kimseye inanmamış, küçük bir planla ayak altından çekmişti Azra’yı.
Onun masumiyetine dayandırdığı hırçınlığına işte bu yüzden katlanıyordu. Onu yanında istiyor ama yanında olunca da tedirgin oluyordu. Ya Azra bir hata yaparsa? Ya onun işlerine burnunu sokar, bir şeyleri karıştırmaya başlarsa? İşte o an Azra’nın sonu olurdu. Hapis ile kurtulamazdı. Teoman böyle şeyler düşünmek istemiyordu. Yıllardır hayal ettiği ortamı yakalamak üzereyken gereksiz düşüncelere yer yoktu!
Azra telefonu kapatırken Teoman’ın güldüğünden emindi. Başına gelecekleri bilse asla o düğüne gelmesini istemezdi. Bir gün önce kalemleri almıştı. Akşam Çınar ile konuşmuş, nasıl kullanılacağını öğrenmişti.
Telefon konuşmaları iş için başlıyor, sonra ikisi de duygularına hakim olamıyordu.
“O adamla bir arada olmana katlanmam çok zor. Sana dokunma ihtimalini her düşündüğümde boğazına sarılmak istiyorum.”
“Sana, kıskanma, bana asla dokunamaz diye daha kaç kez söyleyeceğim.”
“Bunu söylemek ile uygulamak arasındaki farkı bilmiyorsun.”
“Biliyorum. Bak düğüne geleceksin. Orada birileri seni beğenecek, belki dansa kaldırmanı bile isteyecek. Ben ne düşüneceğim?”
“Dans etmek... bak onu yaparım ama o kadar. Başka bir kadına farklı gözle bakmam mümkün değil. Beni seven ve çok sevdiğim bir sevgilim var. Zaten büyük ihtimalle kimse ile dans falan etmeyeceğim. Düğünde olmak bir çeşit görev sayılır benim için.”
“Ah benim bir tanem, görev yüzünden düğüne katılırmış. Hakikaten niye böyle davetlere gitmek zorunluluk?”
“Zorunluluk olmayan zorunluluklar bunlar. Vekalet ettiğimiz durumlar. Çoğuna katılmıyoruz ama bizden üst düzeyler gidiyorsa ve gelmemizi istiyorlarsa biz de icabet ediyoruz.”
“Seni orada göreceğimi bilmek hoşuma gidiyor. Uzak duracağımızı bilmek ise içimi acıtıyor.”
“Benim farklı olmadığımı biliyorsun değil mi?”
Biliyordu. Yine duygusallaşmışlardı. Vedalaşıp kapattığında gözlerindeki yaşları zorlukla durdurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder