16 Temmuz 2024 Salı

Azra 21. Bölüm

 

 

Eve gittikten sonra diğer telefonu ile Çınar’ı aramış, kayıttaki isimleri birlikte dinlemişlerdi. Onlar hakkında araştırma yapacaktı Çınar. Hepsi Teoman kadar güçlü ve tedbirli olmayabilirdi. Ortaklıklarına falan rastlarlarsa işler hızlanacaktı.  

Onlarca kaydı dinlemişler, bazı anlaşılmayan isimler üzerinde durmuşlardı. Azra anımsadıklarını düzeltmişti.  

“Kendini çok büyük tehlikeye atmışsın. Buna çözüm bulacağım. Bir daha aynı numarayı yemez. Dikkatli olmalısın.” 

“Olurum.” 

“İyi misin?” 

“İyiyim. Çok daha iyiyim. Onu haklayacağız, buna inanıyorum.” Sonra dayanamayıp ekledi. “Seni çok özledim.” 

“Sen mi ben mi? Şimdi atlayıp yanına gelmeyi ne çok isterdim.”  

Azra dudaklarından dökülen kelimeleri tutamadı. “Hafta sonu Semahat ablaya uğrarım, sen vakit bulursan oraya gel istersen.” 

“Orada kal. Gece gelirim.” 

“Ama...” 

“Aması falan yok. Konu kapandı. Orada olacağım. Saçma bu uzak durma olayı.” 

Saçma değildi. Aksine çok doğru bir karardı ama ikisi de uyacak gibi değildi. Tüm o zorlama uzak duruşlar bir telefon konuşması ile son bulmuştu. Bir daha ayrılık konusunu açmamak üzere kapattı Azra. Beceremedikleri ortadaydı.  

 

Cumartesi gününün tüm ziyaret saatini arkadaşlarının yanında geçirdi. Onlara getirdiklerini dağıttı. Eski mahkûm olduğu için başka ziyaretçilere göre daha fazla imkân tanınıyordu. Minik bir kamyonet tutmuştu. Müdüre de geç kalmış bir yeni yıl hediyesi verdi. Alışveriş yaptığı bir iki yer söz verdikleri malzemeleri göndermişti. Kadınların teşekkürlerinin sonu gelmiyordu. Müdür de hem gelen hediyelere hem de kendi hediyesine teşekkür etti.  Ona tanıdığı imkânlar için küçük bir jestti.  

Arkadaşları ile konuştuktan sonra otele geçmişti. Selma oradaydı. Semahat ablanın arkadaşına gittiğini öğrenince gece kalma niyetini söyledi.  Selma yeni gittikleri şirketi anlatıyordu. Sırf temizliği başkaları yapıyor diye kasıtlı çöpünü yere atan insanların olduğu sözde kurumsal bir şirketti. Ağzı açık dinliyordu Azra. Terbiyenin aileden geldiğini, temizliğin içten geldiğini ve bu yapılanların insanların kendilerini üstün görmelerinden kaynaklandığını konuşup vakit öldürdüler. Semahat abla geldiğinde ikisi de yemek hazırlığına girişmişti. Çınar’ın kaçta geleceğini bilmediği için ona da yemek ayıracağını söyledi.  

“Devam mı?” 

“Öyle olmamalı. Fakat başaramıyoruz. Bugün başka bir yol deneyeceğimi söyleyeceğim. Anlayacağını umuyorum.” 

“Neyi anlayacak mışım?” 

“Aaa geldiğini hiç duymadım.” diyerek arkasını döndüğünde şaşkınlıkla ağzı açık kaldı. Arkasında ayakta duran adam sarışın, gözlüklü, bıyıklı biriydi. Dikkatli bakınca onun Çınar olduğunu anlamak mümkündü elbette ama bu değişim şaşırtıcıydı. Oldukça başarılı bir değişimdi. 

“Gördüğün gibi kendimi tehlikeye atmıyorum. Keşke bana söylediklerini kendine de söylesen.” 

“Tartışmayalım.” 

Selma, ikisine de bakıp “Tartışın, ben kaçtım. Annemi de mutfağa yollamayacağım. Yemeği yakmayın ama.” dedi ve gerçekten de kaçar gibi uzaklaştı mutfaktan. 

Çınar, hemen kollarına alıp öpmeye başladı. Bıyıkları tuhaf gelmişti. Uzaklaştığında elini bıyıkların üstünde gezdirdi.  

“Rahatsız mı etti? Çıkartayım mı?” 

“Hayır, rahatsız etmedi. Şaşırtıcı bir değişim.” 

“Usta işi bir değişim. Sen bile tanıyamayacaktın.” 

“Gerçekten öyle. Ama sevindim bunu yapmış olmana. Kazak yakışmış.”  

“Alan çok zevkliymiş.”  

Azra mutlu olmuştu. Bir an derin soluk aldı. Sonra yavaşça verdi ve bir çırpıda söyleyeceklerini sıraladı. “Bugünden sonra birbirimizden uzak duracağız. Telefonla çok gerekmedikçe konuşmayacağız. Onu avucuma aldıktan sonra daha da dikkatli olmalıyım. O yüzden bugün yeniden vedalaşacağız.” 

“Tamam çok gerekmedikçe görüşmeyiz ama onu içeri tıktığım an artık ayrılık falan kalmayacak.” Bu konuda Azra’nın haklı olduğunu biliyordu. Kendisi de uzak durma niyetindeydi ama yine de cümlelere dökülünce hoşlanmamıştı.  

“Gelece...” Kelimeyi bile tamamlayamamıştı. Çınar işaret parmağını dudaklarının üstüne koymuştu. “Geleceğimin ne olacağını bırak ben düşüneyim. Sen o gelecekte olacaksın. Görevim olursa ne güzel. Fakat bürokrasiyi aşamazsak ben de istifa ederim.” 

“Bunca yıllık emeğini benim için yok edemezsin.” 

“Senin için yok etmiyorum ki. Kendim için yapıyorum bunu. Seviyorum, aşığım ve onunla mutlu olmam için tek engel işimse ben de o işi bırakırım.” 

“Ne dedin?” Azra kulaklarına inanamamıştı. 

“Ne demişim?” Çınar, sözlerinin farkındaydı elbette. 

“Hem seviyorum hem de aşığım mı dedin?” 

“Demek ki duymuşsun. Evet öyle dedim. Bunu bir otelin mutfağında etraf soğan kokarken demiş olmam duygularımı azaltmıyor. Sadece burnuma yanan yemek kokusu geliyor.” 

“Yanarsa yansın, dışarıdan yemek söyleriz.” dedi, yine de ocağın altını kapattı ve Çınar’a kedi gibi sokuldu. Beline sarılan kollar içini ısıtmıştı. Gözlerine bakarak gülümsedi. “Ben de seni seviyorum. Üstelik sana aşığım. Tam da bu yüzden senin mutlu olmanı, sevdiğin işi yapmanı istiyorum. Ve biliyor musun, ayrı kalamayacağımızı bile bile konuşuyordum. Biz niye böyleyiz?” 

“Çünkü aşığız. Çok düşündüm, işimi senden çok sevmiyorum. Eğer o an gelirse neyi seçeceğimi çok iyi biliyorum. Ayrıca Teoman’ın suçlarını ve sana attığı iftirayı ispatladığımız an yeniden yargılama yolu açılacak. İşte o zaman seni eski temiz siciline kavuşturacağız. Kimse de bize karşı olamayacak. Bunu ikimiz de biliyoruz. Fakat şimdi tüm bu saçma ortama rağmen madem aşkımızı itiraf ettik bir de mühür öpücüğü alayım. Sonra yemeği yapmaya devam edelim. Dışarıdan birilerinin gelmesini istemiyorum bu ortama. Kimin pizzacı olacağını bilemeyiz.” 

“Çok dikkatlisin.” 

“Çok değerlisin.” 

 

Yemek bittiğinde dördü de keyifliydi. Azra ile Çınar’ın zaten belli olan aşklarının söze dökülmüş olması yılların kurdu Semahat’i mutlu etmişti. Ayrılacaklarını söylediklerinde ise şaşkınlıkla baktı. “Neden ayrılıyorsunuz? Yoksa sen evli misin?”  

“Hayır, sadece kısa süreliğine.” 

“Belki de sonsuza dek.” 

“Hayır, dedim Azra. İnat etme.” Cümlesini söylerken Azra’ya çevirmişti bakışlarını. Onun gülümsediğini görünce kendisi de gülümsedi. “Belki fikrin değişmiştir diye söyledim öyle.” 

“Bu konu bir daha açılmamak üzere kapandı.” 

“Neler oluyor, neden ayrılıyorsunuz? Sonra ne olacak da bir araya geleceksiniz?” 

“Açıklayamam, sadece iş icabı olduğunu bilin. Ayrılık da sayılmaz. Bir süre görüşmeyebiliriz.” 

“Anladım.” dedi Semahat. “Sen savcısın, o sabıkalı. İyi de sonra bu değişmeyecek ki.” Çok akıllı bir kadındı ve hemen olayları kavrıyordu.  

“Yeniden yargılama diye bir olay var. Yeni delillerle kişilerin suçsuzluğu ispatlanırsa eski sabıka kayıtları da düşüyor. O yüzden ayrılık kısmını düşünmeyin. Gerekmedikçe görüşmeyeceğiz demek bu. Hem Azra arada buraya geldiğinde bir bakmışsın ben de gelmişim. Yani ona kalsa hiç görüşmeyecek ama ben buna izin vermeyeceğim. Onu görmek için bir iki peruk daha alacağım.” 

“Yakışmıştı. Niye çıkarttın?” Selma gülerek sormuştu.  

“Giderken takarım yine. Bıyığı tutturamam diye çıkartmadım ama peruk fazla geldi.” 

Bir süre daha oturduktan sonra odalarına çıktılar. Azra aklındakini hemen sordu.  

“Sana iki sorum var. Kişilerin konuşmalarını kayda almak ya da görüntülerini kaydetmek delil sayılmıyordu. Bu halen geçerli mi?” 

“Bazı durumlarda aksi mümkün. Başka türlü haklılığını kanıtlayamayacağı hallerde kabul ediliyor. Tabii bizim iznimizle yapılan dinlemeler için geçerli değil.” 

“Tamam, ben de bu konuya gelmek istiyordum. Bak şimdi ben yavaştan Teoman’ın evine girmeye başlayacağım.” Çınar’ın kaşları anında çatılmış, bakışları sertleşmişti. “Bakma öyle. Bunu yapacağımı biliyorsun. Önce ayak direyeceğim ama sonunda ikna olacağım. Bana kamera olduğu hiç anlaşılmayacak basitlikte bir şeyler ayarlayabilir misin? Ama küpe, yaka iğnesi falan olmaz. Çanta tokası bile olmaz. Paranoyak adamın korumaları da paranoyak. Ayakkabı topuğuna bile bakıyorlar.” 

Çınar onun bu dedektifvari hallerine güldü. “Anladım, çok basit, kamera olmayacağından emin olacağı bir şey... kalem kameralar en bilinen yöntemdir ama bizim çocuklar son işte şu ucuz kalemlere kamera takmayı başarmıştı. Aynısından yaptırabilirim.”  

Azra kısa bir an düşündü. “Bir numara ile çalışma odasına girmeliyim. Onun kalemliğinde basit kalem olmaz. Ayrıca yabancı kalemi hemen anlayacağından emin olabilirsin. Korkunç bir hafızası vardır. Bir şekilde kendime orada çalışma masası vermesini sağlamalıyım. Tabii başka bir odada verirse ısrar edemem ama onun odasının haricinde bir yerde internet olduğunu sanmıyorum. Ondaki kontrol merakı kimsede yok. O yüzden ofis bilgisayarı ile bağlantılı çalışacağımı söyleyip odasında bir köşe kapmalıyım. Böylece geleni gideni de görürüm, konuşulanları da duyarım. Orada yokken de kalem kayda devam eder. Anlık izleme yapabiliyorlar mı o kameralarla? Sadece kayıt mı alıyor?” 

“Aslında canlı da izleniyor ama engelleyici falan varsa ki anlattığın adamın böyle tedbir alması mümkün, kayıtları izlememiz gerekebilir. Yarın hemen hazırlatmaya başlarım ama birkaç günden önce elime geçmez. O arada duyduklarını yine aklına not etmeye devam edeceksin.” 

“Sorun değil.” Sonra yanına yaklaşıp beline sarıldı. “Soracaklarım bitti. Senin soracağın bir şey var mı?” 

"Sormayacağım, göstereceğim. Seni ne kadar çok özlediğimi uygulamalı olarak göstereceğim.” 

 

Gecenin geç saatlerine kadar kısa uykularla dinlenip bir daha görüşemeyecek gibi seviştiler. Sabah olduğunda ikisi de hiç uyumamış kadar yorgun, hiç olmadıkları kadar doygun, bir daha gülmeyecek kadar asık suratlıydı. Ayrılığın ağırlığı çökmüştü üstlerine.  

Kahvaltı etmeye ikisinin de mecali yoktu. Konuşmadan hazırlandılar. Çınar, peruğu takıp bıyığı kontrol ettikten sonra vedalaştı. Vedalaşmak da değildi. İyi günler diyerek kaçmıştı resmen.  

***** 

Tamam, bu ayrılık sayılmazdı. Bir süre görüşemeyeceklerdi. Sadece buydu. Yine de Azra, iş yerinde ruh gibi dolaşıyordu. Tüm tadı kaçmıştı. Sabahtan beri boğazına oturmuş yumruyu yok etmeye çabalıyor, soru soranlara yanıt veriyor, iş ile ilgili telefonlar açıyor ama onun haricinde tek kelime bile etmiyordu. Öğlen yemeğine çıkmamış, gelen çay ya da kahveyi içmeyi unutmuş, sadece işini yapmıştı.  

Önceden de aşıktı ama itiraf edince uzak kalmak canını daha çok yakmıştı. Ya sıkılırsa, ya başkasını bulursa, ya aslında aşık değilse diye düşünmekten neredeyse çalışamayacaktı. Saçmaladığına karar verdi, yerinden kalktı. Mutfak olarak kullandıkları yere geçip Türk kahvesi yaptı. İçerken Aslı yanına geldi.  

“Fal için kapatın, Suzan çok iyi fal bakar.” 

“Fala inanmam.” 

“Ben de inanmazdım.” 

“Şimdi?” 

“Bir baktırın, sonra konuşalım.” 

“O kadar iddialı diyorsun?” 

“Baktırın, sonra siz karar verin.” 

Azra, kahveyi bitirdiğinde ikilemde kaldı. Sonra ne olacak ki, dedi ve kapattı. Doğru yaptığından emin olmasa da en azından içindeki kahve yerlere dökülmemişti. 

 

Akşam yatağına uzandığında hâlâ Suzan’ın söylediklerini düşünüyordu. Kadın, uzun süre bir sürü kadınla bir arada kaldığını, hayatında uzun boylu, ela gözlü biri olduğunu ama bir türlü bir araya gelemediklerini, yaşlı bir adamla yakın olduğunu ama onun hayatının çok karışık ve korkutucu olduğunu söylemişti. Sonra da sen bu adama çok yakınsın ama onun sonunu iyi görmüyorum. Sen uzak dur, da demişti. Sonra uzunca bakmış, Azra’nın gözlerine bakmış ve bu kadar diyerek kalkmıştı masadan.  

Azra, Aslı’nın dediği kadar var, diye düşündü. Fakat fal baktırmak rahatlatmak yerine daha çok strese sokmuştu. Söylenenler zaten bekledikleriydi ve iyi bir haber alamamıştı. Daha fazla düşünüp uykusunu kaçırmadan yastığını yumrukladı. Yeterince kabarttığına karar verip gözlerini kapattı.  

 

***** 

Kar iyice hızlanmıştı. Akşam yine bir davet vardı. Orhan Bey, kar yolları kapatmadan herkesi evine gönderdi. Ertesi gün de işe gelmemelerini söylemişti. Hava durumu yoğun kar yağışının devam edeceğini söylediği için herkes bu habere sevinmişti.  Azra, Teoman gelip alacağı için büroda kaldı. Trafik olacağını tahmin ettiği için arayıp erken çıkabileceğini söyledi. Teoman gelene kadar dizüstü bilgisayar ile çalıştı. Ertesi gün gelmeyeceği için bazı dosyaları eve götürüp çalışacaktı. Şirket bilgisayarı ile ortak program yüklenmişti. Gereken malzemeleri toparlayıp bir çantaya koydu. Çınar ile markası konusunda anlaştığı kalemlerden de üç dört tanesini çantaya attı. Çantasına bakarlarsa o kalemlerin yanında olduğunu görür, sonra gördüklerinde kanıksamış olurlardı.  

Teoman yarım saat sonra arayıp geldiğini haber vermişti. Dosyaların olduğu çantayı  ve bilgisayar çantasını alıp indi. Arka koltuğa otururken çantaları da yanına almıştı. Teoman önce dosya çantasını açtı, içindeki evrakları ve kalemleri görüp sordu.  

“Bunlar ne?”  

“Eve iş götürüyorum.” 

“Partiden geç çıkarız. Saçma olmuş.” 

“Hayır, yarın işe gelmeyeceğiz. Evde çalışacağım.” 

“Anladım. Tamam, bagaja koyalım.” Şoföre uzatıp bagaja koymasını istedi. Sonra da genç kadının mantosundan gözüken kıyafetini süzdü. Dışarıda kar fırtınası olmasına rağmen gidecekleri yerin çok sıcak olacağını bildiğinden dizlerinin üstünde biten, önden tamamen kapalı, sırtı beline kadar açık bir elbise giymişti. Elbisenin omuzlarından düşmesini engelleyen silikon bantları vardı. Teoman elbisenin yakasına hoşnutsuz bir bakış atmıştı. O kadar kapalı giyinmesini beğenmemiş olmalıydı. Mantosunu çıkarttığında fikrinin değişeceğinden emindi. 

Yürürken elini beline koyduğunda önceki gibi tiksinmemek için kendini tüm gün hazırlamıştı. Her şey tahmin ettiği gibi gelişiyordu. Yaşlı kurt mantosunu çıkartırken sırt dekoltesini görmüş ve “Muhteşem.” demişti. Sonra da elini beline koymuş, içeriye yürürken daha çalımlı bir hale bürünmüştü. Oyuncağı ile hava atan şımarık çocuklar gibiydi.  

Teoman, önceki partilerde olduğu gibi yine ima etmeden tanıştırıyor, tanıyanların soru dolu bakışlarını görmezden geliyordu. Azra, hapiste olduğu yıllar hakkında kimsenin konuşmamasını kendisine duyulan saygıdan olmadığını biliyordu. Teoman’ın yanında kimse geçmişi deşmiyor, onun zamanında Teoman’ı suçladığını anımsatmıyordu. Oysa hepsi deli gibi merak ettiğini saklayamıyordu. Parti dışarıda süren tipiye rağmen geç saatlere kadar sürmüştü. 

Arabaya bindiklerinde Azra topuklu ayakkabılarını çıkarttı. Saatlerdir onların üstünde durmaktan bilekleri ve beli ağrımıştı.  

“Ayaklarını ovmamı ister misin?” 

“Hayır.” 

“Çok ağrıdığı belli. Sadece biraz ovacağım!” 

Azra, adamı terslememek için dudaklarını ısırdı. O kadar mahrem gelmişti ki bu teklif, tenine değmesini düşünmeye bile tahammül edememişti. “Hayır, gerek yok. Evime gidince sıcak bir duş alırım, düzelir.” 

“Evine gidemiyoruz. Belediye otobüsü dahil beş araçlık bir kaza olmuş, saatlerdir kapalıymış sahil yolu.” 

“Üst yoldan gideriz.” Konuşmanın nereye gittiği belliydi. Kaza haberinin doğruluğundan şüpheliydi ama teyit edeceği bir yer de yoktu.  

“Rampaların durumunu bilmiyoruz. Evde sana ait bir oda var, biliyorsun. Bu gece kalırsın, yarın evine bırakırız seni.” 

“Evime götürün beni. Kimsenin evinde kalmak istemiyorum.” 

“Boşa inat etme. Yollar berbat. Gece daha da soğuk oldu. Buzlanma varsa hepimizin canını tehlikeye atarız. Hem yarın evde çalışacaktın. Benim evimde de çalışabilirsin. Her şey normale dönünce evine bırakırız seni.” 

Azra, tam istediği noktaya geldiklerini görüp sevindi. Birisini tanımanın en güzel yanı hangi durumda nasıl hareket edeceğini tahmin edebilmekti. Aslında bu gecenin bazı şeyleri denemek için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyordu. Gitmemek için ısrar etmesi biraz da sonrası için yaptığı oyunlardan biriydi.  

“Yanımda giyecek falan yok. Pijamam, diş fırçam...” 

“Komik olmaya mı çalışıyorsun? Evde onlarca giyilmemiş giysi var. Fırça her banyoda onlarca var. Hadi ama evin düzenini unutmuş olamazsın.” 

“Haklısın, unutmadım ama sen de gelmek istemediğimi anlamıyorsun.” 

“Söz veriyorum ne bu gece ne de yarın seni hiç rahatsız etmeyeceğim.” Ah... Azra gülmemek için dilini ısırdı.  

“Biliyorum. Tamam, yapacak bir şey yok. Hava berbat, ben yorgunum ve uykum geldi.”  

Teoman şoförüne kendi evine gideceklerini söyleyince arabanın burnu hemen sola dönmüştü.  

Azra, Çınar’dan istediği kameralı kalemin henüz gelmemiş olmasına çok bozulmuştu. Bu akşam ne büyük fırsat kaçmıştı. Plansız gelişen gece için yanında getireceği kamera kimsenin tahmin etmeyeceği bir şey olacağından dikkat çekmeyecekti. Böyle bir akşam daha ayarlamalıydı. Aklının bir köşesine yazdı.  

Eve gelince evrakların bagajda kalabileceğini söyleyerek biraz daha güven yaratmıştı. Ama hemen sonrasında cep telefonunu istediklerinde sinirlenmişti. “Neden veriyorum telefonumu?” 

“Bu evde cep telefonu kullanmak yasak.” 

“Sen kullanıyorsun? Hatta korumalarında da var.” 

“Onların telefonlarını ben verdim. Seninki sana özel. O yüzden o telefonla dolaşamazsın.” 

“Bunu sonra konuşacağız. Bu seferlik kabul ediyorum ama bir daha asla bu yasağa uymam.” İkinci güven adımıydı bu, biliyordu. Telefonunu onlara verdi. Bu telefonda onları ilgilendiren hiçbir şey yoktu nasılsa.  

 

*****  

 Gösterilen odaya girip kapısını kapattıktan sonra hemen banyoya girdi. Makyajını temizleyip saçını da tepesinde toplamıştı. Yatağın üstüne gecelik ve pijama bırakılmıştı. Pijamayı tercih edip geceliği tekli koltuğun üstüne attı. Kapısını içeriden kilitledikten sonra yattı. Teoman’a da adamlarına da hiç güvenmiyordu. 

Sabah uyandığında nerede olduğunu anımsayamadı. Sonra kendisi için hazırlanmış odada, Teoman’ın evinde olduğunu hatırlayıp kendisini bekleyen güne hazırlanmak için kalktı. Camdan baktığında kar yağışının devam ettiğini, yirmi santime yakın kar kalınlığının oluştuğunu gördü. Burada kalması için gereken tüm şartlar oluşmuştu.  

Kahvaltı ederken orada bir gece daha kalacağını tahmin etmeye başlamıştı. Kar duracak, yollar normale dönecek o da evine gidecekti. Hava durumu hakkında bile bilgi alamazken bunların ne zaman olacağını nasıl bilecekti? O sırada kahvaltısını sessizce bitiren Teoman istediğini ona sunmuştu. “Arabadaki evraklarını getirsinler, çalışma odamı ortak kullanabiliriz. Hava açılırsa evine gidersin.” Son cümle pek olası değilmiş gibi konuşmuştu.  

“İyi olur.” 

“İtiraz yok mu?” 

“Gözüm görüyor. Dışarısı berbat. Düzelene kadar buradayım, belli oldu. Çalışmam lazım. Bu arada cep telefonumu da istiyorum. Bu kadar güvenlik de saçma.” 

“Telefonlar akıllı olduğundan beri güvenlik şart. Her şeyi yapabiliyorlar.” 

“Öyle ama iş için de gerekiyor. Seni rahatsız edecekse odamda çalışırım.” 

“Etmezsin. Tamam, telefonunu da verirler. Kahvaltın bittiyse birer kahve içelim mi?” 

Azra telefonunun incelendiğinden emindi. Üstünde durmadan yanıtladı. “Olur.” 

 Teoman yine şaşırmıştı hemen kabul etmesine. Yerinden kalkıp koridorda duran adamlarından birine araçtaki çantayı getirmesini söyledi. Telefonun da verilmesini emrettikten sonra odaya döndü.  

Kahveleri gelince karşılıklı oturup akşamki partiden konuşarak vakit geçirdiler.  

“Yarın akşam sergi açılışı var. Unutmadın değil mi?” 

“Unutmadım. Açılış havaya rağmen yapılacak mı? Bu arada bazı davetlere gelemeyebilirim. Bunu konuşmuştuk. Çok işim var.” 

“Çalışmak zorunda de...” 

“Sakın o cümleyi tamamlama. Kar kış demem çeker giderim.” 

“Beni her fırsatta tehdit etmekten vazgeç.” 

“Beni her fırsatta kendi kalıbına sokmaya çalışmaktan vazgeç.”  

“Bu kadar inatçı olman hiç hoşuma gitmiyor. Sen çok değişmişsin.” 

“Neden olduğunu konuşalım mı yine?” 

“Tamam, konuşmaya gerek yok. Ben çalışmaya başlayacağım, sen ne yapacaksın?” 

“Ben de başlamalıyım.” Biten kahvesinin yenisini isteyip çalışma odasına doğru yürüdü. Duvarlarda yeni resimler vardı. Bazıları çok güzeldi. Bu adamın tüm o kötü huylarına rağmen iyi bir resim zevki vardı. Acaba babasının resim yaptığını biliyor muydu? 

Çalışma odasına geçtikten sonra, yuvarlak bir masaya konmuş çantasını açıp içinden dosyaları çıkarttı. Dosyalar çantaya kendi koyduğu şekilde değildi.  

“Bu çantayı karıştırdılar mı?” 

“Karıştırmadılar, arama yaptılar.” 

“Bu dosyalar müşteri bilgileri ile dolu. Ne demek arama yaptılar? Ne getirecektim eve? Bomba mı? Ayrıca buraya gelmeyi planlamamıştım. Yine de şüphelendin öyle mi? Sen hasta mısın? Bu kadar paranoyak olmak için nasıl bir ruh haliyle geziyorsun?” 

“Her şey olabilir. Elbette bomba getirmezsin de silah falan olabilir. Kaç kişinin yanında çalışanlarca öldürüldüğünü bilsen şaşarsın.” 

“Ben senin çalışanın değilim. Tabii, intikam almamdan korkuyor olabilirsin. Fakat bunu yapmayacak kadar akıllıyım. Hayatın tadını içeride çıkartamam. Dışarıda olmak istiyorum. İşte o yüzden saçmalamayı kesmelisin. Ayrıca ben ne kar yağdırabiliyor ne eve tıkılı kalacak plan yapıyor ne de bunları önceden bilip yanıma silah alıyorum. Ben bir mali müşavirin yanında çalışıyorum. Olan olmuş ama bir kez daha işlerimin olduğu çantaları ben yokken ararlarsa kıyameti kopartırım.” Böylece aranmayla sorunu olmadığını da söylemişti.  

“Anlaşıldı. Sen başında olmadan içine bakmayacaklar bir daha.” 

“İyi.” Sinirli tavrını uzun süre sürdürdü. Böylece Teoman onun bu tavrının tekrarı halinde ne büyük sorun yaratacağını anlamıştı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder