16 Temmuz 2024 Salı

Azra 25. Bölüm

 Yemek daveti için hazırlanırken madalyonuna uyacak bir elbise seçmişti. Yemek için beklenenler gelmeden önce hafta sonu için yaptığı daveti kabul etmediği için Teoman çok sinirlenmişti. Azra, onun takıntılı halinin tadını çıkartmaya başlamıştı. “Hiç boşa yorma kendini. Yaşlısın, kalp malp bir de bununla uğraşmayayım.” 

“Ne diyorsun sen? Gayet sağlıklıyım ben.” Sesi o kadar sertti ki Azra lmemek için kendini zor tuttu. “Biliyorum ama bu kadar gereksiz sinir hasta edecek seni.” 

“Hafta sonu çalışmam lazım demek de ne oluyor? Kaç haftadır çalışıyorsun.” 

“Teoman, boşuna çeneni yorma. Bu hafta sonu çalışmam lazım. Akşam olsa belki gelirdim ama öğleden sonra hiçbir yere gidemem. Pazar günü de çalışacağım. O yüzden ısrar etme.” 

“Anladım. İlla çalışacaksan yine burada çalış. Nuri sana yardım etsin.” 

“Nuri’nin hafta sonu hakkı yok mu?” 

“Var ama bir hafta sonu yardımcı olur sana.” 

“Hayır istemem. Cumartesi şirkette, pazar evde çalışacağım.” 

“Anladım. Tamam, inat etmeye devam et. Canımı daha fazla sıkmana izin vermeyeceğim.” 

“Çok iyi. Hadi bak birileri geldi. Misafirlerini karşıla.” 

“Sen de gel.” 

Azra, daha fazla ikiletmedi. Konukları ağırlarken ev sahibi olarak yanında durmanın nasıl görüneceğini biliyordu. Tüm bunların sonra kendisine çok faydası olacaktı, hissediyordu. Yerinden kalktığında üstünü başını düzelttikten sonra madalyonuna el attı ve klipsiyle birlikte zincirini düzeltiyormuş gibi yapıp düğmesine bastı.  

Beyaz güllerle donatılmış antre mis gibi kokuyordu. Evin her yeri beyaz güllerle süslenmişti. Bir an babasının resimleri geldi aklına. Annesinin ve kendisinin resimlerinde çizilmiş olan beyaz güller bir şifre miydi? Babası ile görüşmek için içinde bir şeyler harekete geçmişti. En kısa sürede arayacaktı. Açılan kapıya baktı ve ilk konukların gelişi ile az önceki tartışma havasını üstünden tamamen attı, yüzüne gülümse yerleştirdi ve konuklarını karşıladı.  

O tartışmadan şu ana kadar geçen zamanda bir davetin olağan seyri yaşanmıştı. Yeni bir şey duymamış, görmemişti. Garsonlar artık içki servisi yapmaya başlamıştı. İçmeyenler için çay, kahve ve su da her tepside yer alıyordu. Azra o akşam kahve ile idare etti. Alkol alıp dikkatinin dağılmasını istemiyordu.  

Bir ara dört erkeğin baş başa konuştuğunu gördü. Yanlarına gidip dikkat çekmek istemediği için, yüzü onlara dönük olarak en yakın kadın konuklardan birine yaklaştı. Hatırını sorduğu için yeni konu bulmalıydı. Bir kadının en kolay konuşacağı konu elbette elbise, ayakkabı idi. O da bunu yaptı. Kadın ona yeni mağazaları, piyasayı ele geçiren moda evlerini anlatırken Azra, bakışlarını ona ama vücudunu hafif bir şekilde konuşan erkeklere doğru çevirerek en azından dudak okuyacak birileri için kayıt yapmaya çalıştı.  

Adamların kahkaha attıklarını duyunca ne konuştuklarını gerçekten merak etti.  

Kadının boş muhabbetinden kurtulup yanlarına gitmekte sakınca görmemişti. “Beyler, çok neşelisiniz. Bizi niye mahrum ediyorsunuz bu eğlenceden?” 

“Gel tatlım, son girdiğimiz maç iddiasını konuşuyorduk. Bu yaz hepimizi otelinde beş kuruş almadan ağırlayacak adamı tanıyor musun?” 

“İsmail Bey’i tanımayan mı var? Dünya Otellerinin sahibini tanımamak ülkeyi tanımamak demek.” 

İsmail Dünya, bu iltifatı karşılıksız bırakmamak için sözde çok merak ediyormuş gibi, “Senin ekonomi ile ilgili her konuya vakıf olmanı takdir ediyorum. Son zamanlarda yeni yatırımlar yapmak istiyorum. Hangi sektörü önerirsin?” diye sordu.  

İsmail Bey’e, gruptaki iki adamın iş alanını söyleyip kaçakçılık, demek dilinin ucuna kadar gelmişti. “Şu ara enerji yatırımları değerleniyor. Teşviklerle birlikte güneş enerjisi yatırımları kazançlı olabilir. Güneş Enerji Tarlaları, yenilenebilir enerjinin en iyi getirisine sahip olacak deniyor. Panellerin üretimi çok önemli değil ama akülerini üretebilirsiniz. Hatta birkaç tarla kurup enerjiyi de üretirsiniz.”  

“İlginç bir fikir. Aslında ben de okudum ama yatırım için nedense düşünmemiştim.” 

“Tekelleşmeden yatırım yaparsanız kârlı olursunuz.” 

“Tekelleşecek mi diyorsunuz?” 

“Her zaman bu risk var. Erken yatırım biraz maliyetli olsa da uzun vadede kârı yüksek olur.” 

“Bunu düşüneceğim. Akıllı birisi ile birlikte olmanın faydalarını yaşıyorsundur Teoman! Sen nelere yatırım yapıyorsun bu ara? Yeni iş var mı?” 

Teoman, çok sinirlenmiş bunu da saklama gereği duymamıştı. “Dünya Otellerini ele geçirmeyi düşünüyorum. Ne dersin? Seni batırayım mı?” 

Gruptaki diğer erkekler gerilen ortamı yumuşatmak için kahkaha atınca Azra’da gülmüştü. Hakkında bu imaların yapılmasına alışkındı. O gülünce Teoman rahatlamıştı. Aralarına yeni katılan bir başka erkek her şeyden habersiz, “Teoman, düğün ne zaman?” deyince dedikoduların alıp başını gittiği belli olmuştu.  

“Ne zaman nişanlandın Teoman?” diye soran Azra olunca, ilk soruyu soran adamın yüzü kıpkırmızı olmuştu.  

“Ben takılıyordum. Elbette Teoman böyle şakalara alışkın. Eşinin yasını da uzun süredir tutuyor. Artık yeniden evlenmesinin zamanı geldi.” 

“Haklısınız. Ben de böylece her davete katılmaktan kurtulurum. Eşi eşlik eder.” Azra, Teoman dahil tüm erkeklerin yüzlerindeki ifadeyi görüp keyiflendi. Mutlu mutlu gülümseyerek bakıyordu hepsine. Oysa onların yüzleri değişmiş, Teoman’dan tarafa bakamaz olmuşlardı. Ortaya lafı atan, birini görmüş gibi yapıp hemen uzaklaştı yanlarından.  

Kendi yerini adamların akıllarında netleştiren Azra’da beylere başı ile selam verip uzaklaşmıştı yanlarından. Teoman’ın sinirli sesini duyuyordu. Bu evlilik laflarının uluorta konuşulması normal değildi ve Teoman’ın haberi olmadan kimse bu lafları sarf edemezdi. Teoman'ın Azra ile eskiye dayalı ilişkisi olduğunu düşündükleri belliydi. Bu da onun takıntılı bir aşık olarak görüldüğünü anlatıyordu. Azra da bu ruh halinden faydalanıyordu zaten. Teoman bir şeye kafayı taktığında mutlaka elde etmek isteyen kişilerdendi. Azra da onda aynı etkiyi yapıyordu. İlla onunla olmalı ve onun dediğini yapmalıydı.  

Azra yüzünde gülümseme ile dolaşıp konuklara ihtiyaçları olup olmadığını sorarken bir yandan da az önceki konuşmayı düşünüyordu. Hazırlıklı olmalıydı. Evlenmeyi teklif etmesi kendisi hakkındaki gerçeği açıklaması demek miydi? Sabıka kaydı olan bir eş istemezdi. Ama bunu sağlamak için de kendi adını asla tehlikeye atmazdı. Suçlayacak birilerini mi ayarlıyordu acaba? Belki de o kadar aşığım ki umurumda değil sabıkası, algısı yaratacaktı. Bu da onu çevresindekilerin gözünde farklı bir yere yükseltebilirdi. Bir ihtimal de zaten hepsi, olayın arkasında onun olduğunu biliyor ve bu yüzden umursamıyordu.  

 

 Bunun yanı sıra hayır derse yanından uzaklaştırılması söz konusuydu. Sadece uzaklaştırılır mı, yoksa intikam boyutuna gelir miydi? Teklifi kimsenin olmadığı bir yerde yapması ile toplum içinde yapması arasında fark olacağı için buna da hazırlıklı olmalıydı. Evet demesi ise sadece kendi çıkarları için söz konusu olurdu. Bu durumda da Çınar’ı sakinleştirmek mümkün olur muydu?  

Hepsi düşünmesi gereken, hatta Çınar ile konuşması gereken konulardı. Tabii onun bu konuşmaları çoktan izlemiş olması da mümkündü. Olayların seyrini ikisi de tahmin edemeyecek durumdaydı. Sadece hazırlıklı olmalıydılar. Evlenmek... Azra bu alternatifin çıkarına olacağı ortamı yaratabilirse çok işine yarayacağından emindi. Şimdiden aklında planlar uçuşmaya başlamıştı.  

Teklifin gelişini hızlandırmalı mıydı? Sonra ne yapacaktı Teoman? Acaba tedavi olmuş muydu? Bunu hiç düşünmemişti. Kolaydı anlamak. Karısının ölümünden sonra yeterince yas tuttuğu söylenmişti. Bir iki ağız yoklaması yetecekti. Eğer Neşe’nin ölümünden beri hayatında kimse olmadıysa sorunun devam ettiği anlaşılacaktı. Magazin haberlerini de taramalıydı. Yine de zaten gerçek bir evlilik olmayacağı için tedavi olup olmaması önemli değildi. Nikah olacak mıydı o bile belirsizdi. Çınar’ın nikahtan önce dosyayı kapatacağını umuyordu.  

Davet sabahın ilk saatlerine kadar sürmüştü. Azra’nın eski tanıdıkları ve yeni tanıştığı kişilerle yaptığı konuşmalar sayesinde gecesi önceki davetlere göre biraz daha keyifli geçmişti. Azra o kadar yorgundu ki, neredeyse üstünü bile çıkartmadan uyuyacaktı. Yatağa girdiğinde ne yemekte edindiği bilgiler ne de evlilik teklifi ihtimalini daha fazla düşünecek durumda değildi.  

 

*****  

Kahvaltıya indiğinde saat neredeyse on olmuştu. İşe gitmek için geç bir saat olsa da zaten gönüllü çalışma olacağı için kimse laf etmeyecekti. Kahvaltı masasında Teoman ve Nuri bir yandan gazete okuyor bir yandan da bir şeyler yiyordu.  

“Günaydın. Size kimse yemek yerken bir şeyler okumanın sakıncalarından bahsetmedi mi?” 

“Günaydın. Sen yeterince bahsettin. Yarın için Nuri sana yardım etmeye gönüllü oldu. Bugün işe gitmen gerekmiyor.” 

“Hayır, Nuri, gönüllü olmadın. Evine git ve çocuklarınla vakit geçir. Teoman herkesi kölesi gibi görmekten vazgeçemiyor. Ben hallederim.” 

“Nuri yardımcı olacak dedim, Azra. Madem benim yüzümden uykusuz kaldın, günün yarısını kaçırdın, o zaman elimden gelen kısmını kabul edeceksin.” 

Teoman'ın sinirlendiğini fark eden Nuri hemen lafa karıştı. “Azra Hanım, bu hafta sonu rahat rahat yardımcı olabilirim. Hanım, çocuklarla annesine gitti. Tam çalışmak için uygun ortam.” 

“Dinlenmeye ihtiyacın yok mu?” 

“Gerekirse ben ona izin veririm. Yarın birlikte çalışabilirsiniz. Evden çıkana kadar da vaktiniz var.” 

“Tamam, bakalım neleri yapabiliriz.”  

Sonra sakin sakin kahvaltısını yaptı.  

*****  

Kahvaltıdan sonra iki saat kadar birlikte çalışmışlar, sonra bir sanatçının 40. Yıl etkinliğine katılmışlar, beş gibi eve dönmüşlerdi. Hava yine çok soğuktu. Azra üstüne kalın bir kazak, uzun bacaklarına da yünlü kumaştan bir pantolon giymişti. Bu evde olduğu zaman içinin ürpermesini aşamıyordu. Evin yerden ısıtması, kaloriferi ve şöminesi onu ısıtmaya yetmiyordu. Psikolojik olduğunu elbette biliyordu ama değiştiremiyordu.  

Nuri de onlarla geldiği için dönüşte yine birlikte çalışmaya başladılar.  

İki saat sonra Nuri’nin gerçekten hızlı ve becerikli olduğunu teyit etmişti. Hem her şeyi kavrıyor hem de çok titiz çalışıyordu. Laf açmak, konuyu Teoman’ın işlerine getirmek istiyordu.  

“Seni bizim büroya alsak, işleri yarı sürede bitiririz.” 

“Bazen ben de büro elemanı olmayı çok istiyorum.” 

“Yoruyor değil mi?” Kimi sorduğu çok belliydi.  

“Çok titiz ve hatasız iş yapmamızı istiyor.” 

“Bilmez miyim? Elbette hatasız olmak önemli ama insanız ve hata yapıyoruz.” 

“Söz dinlemeyen elemanlar, zamanında gelmeyen evraklar ve işi önemsemeyen kişiler yüzünden işler aksıyor.” 

“Her yerde aynı sorun. Geçen gün bir mükellefin bir yıl önceki faturaları yeni bulup getirmesine mi kızayım, elemanlardan birinin bunu son yıl faturası diye girmesine mi yanayım bilemiyorum.” 

“Ne yapmış o kadar saklamış?” 

“Kim bilir ne yapmış. O fark etmiyor, eleman fark etmiyor. Rastlantı sonucu görmesem her şey karışacaktı.”  

Onlar konuşurken Teoman girmişti odaya. Cümlenin sonunu duyduğu için ne olduğunu anlayamamıştı.  

“Ne karışıyor?” Soru direkt Nuri’ye yöneltilmişti. 

“Müşterinin hatası yüzünden işler karışıyordu.” Azra soruyu üstüne almış ve yanıtlamıştı.  

“Bizimle ilgili değil, Teoman Bey.” 

Azra, Teoman’ın şüpheciliğinin hiç azalmadığını biliyordu. Şu sahne ile tamamen geçmişe gitmişti. Bu adam her an kendisini yok edebilirdi.  

Teoman sessizce başını sallayıp masasına gitti. Nuri de onun masasına oturması ile biraz rahatlamıştı. İşe döndü. Azra kendini toparlayıp çalışmaya çalıştı. Başaramayınca yerinden kalkıp mutfağa gitti. Önce sıcak bir şeyler içmek istedi. Sonra hazırda bir şey bulamayınca su alıp odaya döndü.  

“Sizin işiniz çok mu daha?” 

“Aslında epey toparladık. Nuri de sağ olsun çok yardımcı oldu.” 

“Tamam, yemek yiyelim artık. Acıktım.” 

“Mutfakta kimse yoktu. Neredeler?” 

“Kış bahçesine hazırlattım masayı. Mangal yaparız dedim. Bitirdiyseniz çıkalım.” 

“Tamam, ben masamı toplayayım çıkalım. Sonra eve gideceğim.” 

Böylece kalemi değiştirecek, yeni kalemi koyacaktı. Kolyesinin de işi böylece bitmiş olacaktı. İşe yarar isim falan duymamıştı. Yine de o yokken konuşulacak şeyleri öğrenmek çok büyük avantaj sağlayacaktı. Teoman’ın masasında bir sürü evrak vardı. Nuri bir ara odadan çıkmış, geri döndüğünde masaya evrakları bırakmış, aralarında bir evrak yüzünden fısıltıyla geçen bir konuşma olmuştu. İkisinin de kızgın olduğu anlaşılıyordu. Teoman bir süre odada volta atmış şakaklarını ovalamış, homurdanmıştı. Tüm bunlara neden olan evrakın masanın üstünde olduğunu biliyordu. Onu görmenin bir yolunu bulmalıydı. Kalem ile çözemeyeceğine göre madalyonu ile halletmeliydi.  

O masasını toplarken Teoman da onu bekliyordu. Her şey çok olağanmış gibi dosyaları topladı, masasındaki işe götüreceği her şeyi çantasına koydu. Kalemi de çok normal bir iş yapıyormuş gibi çantasına attı. Sonra düşünüyormuş gibi yapıp yenisini çıkartıp tekrar kalemliğe koydu. Zımba ile delgeçi de yan yana koyduktan sonra tamam, dedi ve çantasını aldı. Bir an sendeledi.  

“Ne oldu? İyi misin?” 

“İyiyim. Kolonya var mı?” 

“Var, masamın üstünde.” 

Azra, o kapının yanından gelmeden masaya ulaştı. Kolonyayı alıp avucuna dökerken bir yandan da masanın üstünün görüntüsü alınsın diye masaya doğru eğilmişti. Aslında madalyon biraz sallanmıştı. Eli ile tutup görüntüyü net almamak için kendini zorladı. Eli madalyona gittiği an Teoman’ın şüpheleneceğinden emindi. Yine de bir şeylerin görülmüş olacağını umuyordu. Kolonyayı koklarken Teoman yanına gelmişti bile.  

“Ne oldu sana böyle? Çok yoruldun değil mi?” 

“Dün geceden sonra uykusuz kaldım. Acıktım da. O yüzden biraz başım döndü. Kolonya iyi geldi. Bir dakika oturayım şuraya.” deyip masanın üstünü görecek şekilde kenarına oturdu. Bileklerini ovalarken Teoman yeniden kolonya döktü bileklerine.  

“Daha iyi misin?” 

“Evet, geçti.” 

“Hadi yemeğe gidelim.” 

Azra kolonyayı Teoman’dan aldı, avucuna biraz daha döküp kapattıktan sonra masanın ön tarafından koymak için hareketlendi. Böylece farklı açıdan da masanın görüntüsünü almıştı. Sonra yavaş hareketlerle çantasını aldı ve odadan çıktı.  

*****  

 

Çınar, elde edilen bilgileri üstleri ile paylaşmadan önce çok düşündü. Bir kez ortaya bilgi toplandığı çıktığı an Azra’nın hayatı tehlikeye girecekti. Burs listesindekilerin hepsi tek tek incelenmişti. Tamamının okul kayıtlarına, ders notlarına ulaşılmıştı. Teoman Kamberli pisliklerini örtmek için yardım yaparak göz boyuyordu. En azından çocukların eğitim masraflarının karşılanması iyi bir şeydi. Tek sorun Azra’nın duyduğu Şinasi adına bursluların arasında rastlamamış olmasıydı. Burslu çocukların ne ilk ne ikinci isimlerinde bu isim yoktu.   

Burs kayıtlarından bir şey çıkmayınca nakliye ile ilgili bilgileri yeniden eline aldı. Ekibinde güvendiği adamlar zaten araştırıyordu. Kendisi de son bulunan bilgileri toparlamaya çalışıyordu. Ne taşıdıklarına ulaşsa zaten çoğu şeyi çözerdi. Silah mı, kıymetli taş mı, uyuşturucu mu? Bunlardan birinin olma ihtimali çok yüksekti. Hiçbirini legal yollarla araştıramamanın sıkıntısını yaşıyordu. Kendisinden başka güvendiği iki kişi vardı. Onlara bile her bilgiyi aktaramıyordu. Böyle birinin bu kadar büyük işlere soyunmasının ardında çok sağlam kuvvetler olduğunu biliyordu. Bu “kuvvetin” kim olduğunu bilmediği sürece herkes şüpheliydi.  

Hacker arkadaşının yaptığı araştırmaları beklemek daha büyük sıkıntıydı. Ondan gelecek haberlerle dosya oluşturamayacaktı. Sadece harekete geçmek için şüphelerini bildirecek belki bir iki belge ihbarla gelmiş gibi yapacaktı.  

O bunları düşünürken en güvendiği elemanı yanına geldi.  

“Beklediğimiz delil bu galiba.” 

“Ne o?” 

“Bir havale makbuzu.” 

“Kime?” 

“Mustafa Şinasi Dakka.” 

“Şinasi mi? Çok iyi. Kaç para? Ver bakayım şunu.” 

Görüntülerin olduğu dizüstü bilgisayarı elinden alıp ekrana baktı. Rakam kırk bin lira idi. Burs parası olmadığı belliydi. Diğerlerine giden küçük rakamların yanında bu oldukça büyüktü. Azra yanılmamıştı. Bu adamda kesin bir şey vardı. Hemen parayı yollayan kişiye baktı. Elbette Teoman değildi. Elemanlarından biri olmalıydı. Artık bu bilgilere ulaşmak için izin alması gerekiyordu. Hazırlıklarını yapacak, dosyayı yeniden açacaktı.  

“Madalyonla mı geldi bu bilgi?” 

“Evet, Teoman’ın masasının üstünü görene kadar birkaç hamle yaptı ama sonunda okunur halini bize ulaştırdı.” 

“Her konuda başarılı. Bulduğu evrakları bizim fark etmemiz çok uzun zaman alırdı. O kadar adadı ki kendini bu işe, başka şey düşünemez oldu.” 

“Sayesinde ülkede büyük bir temizlik olacak.” 

*****  

 

Şinasi ile ilgili bilgiler art arda geliyordu. Üniversiteyi ikinci sınıfta dondurmuş, Bolu’ya yerleşmiş olduğu bilgisi ilk gelenlerdi. Çok lüks üç katlı evi, biri spor biri 4x4 olmak üzere iki aracı vardı. Sigortalı bir işte çalışmıyordu. Ailesi de araştırılmıştı. Babasının emekli maaşından başka geliri gözükmüyordu ve adam gelirine uygun bir hayatın içindeydi. Şinasi’nin gelirin kaynağının Teoman olduğu kesindi de neye karşılık? Kimya Bölümü öğrencisi olduğuna göre ne yaptığını tahmin etmekte güçlük çekmediler.  

Uyuşturucu imalatı konusunda usta olması gerekiyordu. Belki de birisi için aracılık yapıyordu. Araştırmalar derinleştikçe yeni bilgiler geliyordu. Buldukları her bilgi ile bir adım daha yaklaşıyorlardı. Bunlar Azra’nın mahkumiyetiyle de bağlantılı konuları önüne seriyordu. Azra aklına gelince son zamanlarda görüşemediklerini düşünüp yine özlemle içini çekti.  

Aynı anlarda Azra spor salonunda çalışıyordu. İşler biraz hafiflemeye başlamıştı. Teoman’ın evinde daha az kalıyordu. Yılbaşı ve sonrasındaki yoğun davetler seyrekleştiği için Azra halinden memnundu. Fakat Çınar, kendi adamlarının Azra’yı devamlı izleyen iki kişi tespit ettiğini söylediği için buluşamıyorlardı.  

Teoman, evinde kalmasından sonra ya yine paranoyaklıktan ya da başka bir sebeple, belki de koruma amaçlı peşine birilerini tekrar takmıştı. Belki de hep varlardı. Onlar fark edememişti. Ama o zaman oteli de izliyor olmaları mümkündü ve bir şekilde onun orada olduğu akşamlar gelen birinden şüphelenirlerdi.  Tedbiri artırmaya karar verdikleri için sadece özel telefondan konuşuyorlardı.  

Çalışma bittiğinde eve gitmek için hazırlandı. Duşunu evde halledecekti. Kurulanıp üstünü değişti. Evine iki sokak kala arkasından gelen ayak seslerine dikkat kesildi. Sesler düzenli şekilde onunla aynı anda adım atan birine aitti. Kulakları ve beyni her an tetikte olmasa fark etmeyeceği bir şeydi bu. Bir kaldırımdan inerken izleyenin dikkatini dağıtmak için bir iki adımı koşar şekilde atınca arkasındaki kişinin ayaklarının uyumu kaybolmuştu. Daha net duyuyordu. Neredeyse sokağına gelmişti. Saat geç olduğu için sokaklar boştu. Hava çoktan kararmış, sokak lambaları yanmıştı. Ama iki lamba arasına denk düşen karanlık noktalar yüzünden tedirgin oldu.  

İşte tam da o noktada ayak sesleri hızlandı ve koluna biri asıldı. Kim olduğunu anlayana kadar bir şey yapmamaya karar vermişti. Sadece hafifçe dönmeyi denedi. Kötü niyetli birinin hemen harekete geçeceğini bildiği için tepki bekledi. Yanılmamıştı. Arkasında kendisinden en az on beş santim uzun biri vardı ve iki kolu ile arkadan sarılmıştı. Kollarının dirsekten üstünün sıkıştırıldığını fark ettiğinde hafifçe eğildi ve kalçasını sola doğru kaydırıp adam daha ne olduğunu anlamadan sağ kolunu arkaya doğru sallayıp adamın hayalarına vurdu. Sonra aynı bacağı pantolonundan yakalayıp öne çekerken kollarındaki baskıdan da kurtulmuştu. Yere düşen adama vuracakken etraftan birileri çıkmış, koşarak yanına gelmişti.  

“İyi misiniz? Bir şey yaptı mı size?” soruları art arda geliyordu.  

“İyiyim, bir şey yapmadı.” O arada biri polisi aramıştı bile. İki adam ve bir kadın Azra ile ilgilenirken saldırgan da bir şey yapmadığını yanlış anlaşıldığını söyleyip duruyordu. Azra, adamın niyetinin ne olduğunu anlamamış olsa da saldırı şeklinin bir şey yapmamak gibi bir amacının olamayacağını biliyordu.  

Yorgun, terli ve sinirliyken bir de polise ifade vermişti. Bir şey olmaması, saldırganın inkarı falan zaten önemsiz olayı biraz daha basite indirgemişti.  

Karakoldan çıktığında telefonu çaldı. Gizli numaraydı.  

“Alo?” 

“Eve gider gitmez ara beni.” 

Tamam bile diyemeden kapanmıştı telefon. Azra taksiye binip evin önünde indiğinde siniri geçmişti. Eve girer girmez ilk işi böcek araması yaptı. Evi temizdi. Ardından banyoya gitti ve diğer telefonu çıkarttı. Tedbir olarak yine de musluğu açtı.  

“İyi misin? Bir şey yaptı mı sana? Ne istiyormuş? Teoman’ın adamı falan mı?” 

“Sakin ol tatlım. Biraz ara ver ki yanıtlayayım.” 

“Sakin mi olayım? Sana biri saldırdı!” 

“Ben de onu hırpaladım.” Azra gülünce Çınar biraz rahatladı.  

“Duydum. Aklımda olsun da seninle kapışmayayım.” 

“Bence de kapışma. Önce Teonun adamı sandım ama kollarımı tutuşu gaspçı olma ihtimalini artırdı. Bir ihtimal birazdan o da arar. Adamları haber uçurur. Fark ediyorum izlendiğimi. Neden yeniden izlemeye başladığını biliyor musun?” 

“Evet. Dava dosyası yeniden açılmak üzere. Kendi başıma yapabileceğim şeyleri yaptım ama artık dosyanın açılması lazım ve yeni delillerle o adımı atmak üzereyim. Sanırım o da bunu duydu.” 

“Duyduğundan emin misin?” Ürpermişti. Kendisinin etrafında olduğu bir dönemde hakkında dosya açılacak olması Teoman’ı kendisinden şüphelendirmiş olmalıydı.  

“Emin değilim ama ne kadar saklayabilirim bilmiyorum.” 

“Eğer öyle ise benden şüpheleniyor, öyle mi?” 

“Öyle. Kalemleri geri al.” 

“Hiç gerek yok. Aksine daha çok koymak lazım.” 

“O kadar riske girmene gerek yok. Madalyonun çok işe yaradı. O ismi bulduk.” 

“Harikasınız. Sen nasılsın?” 

“Nasıl olayım? Çok özledim. Çok merak ettim. Çok korktum. İşte ben böyleyim. Sen nasılsın?” 

“Pek farkımız yok. Bu akşam spordan çıktım, hazır sıcak vücutken saldırıyı bertaraf ettim. Karakolda yok yere vakit geçirdim. Ama bu sayede sesini duydum. Arama dediğin için aramıyorum ama hakikaten çok özledim.” 

“Sık biraz dişini. Azra... hafta sonu bakanlığın düzenlediği partide olacak mısın?” 

“Sen de mi geliyorsun?” 

“Evet, hazırlıklı ol. Karşılaşırsak belli etme.” 

“Tamam. Nihayet görebileceğim ama dokunamayacağım.” 

“Şimdiden ellerim karıncalanıyor.” 

“Benim de ama sabırlı olalım diyen sensin. Ellerine mukayyet olacaksın.” 

“Hiç merak etme. En zor anlarım olacak eminim.” 

Kısa süre daha konuşup telefonu kapattılar. Azra o gün yaşananın ardında Teoman’ın olup olmadığından emin değildi. Tamamen ilgisiz bir sarkıntılık ya da gasp olayı da olabilirdi. Huzursuz bir uykuya daldı. Sabah uyandığında halen yorgundu. İşe giderken tedirgindi. Masasına oturduktan yarım saat sonra telefonu çaldı.  

“Akşam ne oldu öyle?” 

“Sana da günaydın, Teoman!” 

“Azra, akşam olandan niye haberim yok?” 

“Pardon ama senin niye haberin olacak? Ayrıca haberin olmuş ki arıyorsun. Yani bu da halen peşimde adamların var demek oluyor.” 

İnkar etmemişti. Onun yerine sorguya devam etti. “Senin peşine biri takılıyor, itiş kakış oluyor, birileri geliyor seni kurtarıyor, karakolluk oluyorsunuz ve sen bana bunları söylemiyorsun. Şikayetçi oldun mu?”  

“Oldum. Bir şey çıkmayacak, eminim ama şikayetçi oldum. Adamın sabıkası varmış. Cinsel suçlara bulaşmış.” 

“Emin misin?” 

“Ben niye emin olayım? Polis ne dediyse onu söylüyorum. Adamın... neydi şu bakılan? Hah tamam, gbt sine mi bakacaktım?” 

“Sana bir şey yapmadı değil mi?” 

“Hayır yapmadı. Ben adamı benzettim. Ama ben bunu konuşmaktan sıkıldım. Çok da işim var. Başka bir şey yoksa işime dönmeliyim.” 

“Tamam. Sonra konuşuruz. Dikkat et. Ve Azra, seni koruması için iki kişi yollayacağım.” 

“Hayır, beni korumak için kimse gelmeyecek. Peşimdeki adamlarını görmeyeceğimi sanman da ayrı bir hakaret. Onları çek peşimden. Yoksa bir daha görüşmeyeceğiz demiştim.” 

“Hayır, seni koruyaca...”  

Azra telefonu cümlesi bitmeden kapatmıştı. Yumuşadığı an bunları yapacağını biliyordu. Telefonu tekrar çaldığında ekrana bakıp Teoman’ın adını görünce tamamen kapatmıştı. Şirketten arayacağını biliyordu. Masasında çalan hiçbir telefonu açmadı. Bir süre sonra telefonlar susmuştu.  

Üstüne düşmesi hoşuna gitmeye başlamıştı. Güç el değiştiriyordu ve Teoman bunu fark etmiyordu.  

 

*****  

 

İki akşam sonra, tam işten çıkmak için çantasını aldığında şirkete gelen biri Azra’yı aradı. Odasına alınan adam yanında bir sürü dosya getirmişti. Halen evrak taşıyan birilerinin olması ilginç geliyordu. Adam evrakları uzatmış, yeni bir şirket açılışı istediğini söylemişti. Azra’yı araması arkasında kimin olduğunu belli ettiği için Azra sadece başını sallamış ve kabul etmişti.  

“Yarın işlemlere başlarım.” 

“Teşekkürler.” Ve adam başka bir şey söylemeden çıkıp gitmişti. Azra evraklara şöyle bir baktığında arada şeffaf dosya içinde gelen şirketle ilgisi olmayan belgeler buldu. Hemen kontrol ettiğinde lojistik firmasına ait olduğunu anladı ve ilk işi üç sayfanın da fotoğrafını çekmek olmuştu. Sonra hepsini Çınar’a göndermiş ve hemen silmişti. Telefonun çöp dosyasını da temizledikten sonra hepsini çantasına attı. Onun hareketlerini tespit ettiği firmaydı bu. Ya ‘ne yaptığını biliyorum’ diyordu ya da gümrüktekiler o firmaya haber uçurmuştu.  

Taksi ile ilk önce Teoman’ın evine gitti. Aslında telefon olayından sonra görüşmek için ilk adımı atanın kendisi olmasını istemiyordu. Fakat gelen adamın onun adamı olması ve yeni müşteri gelmesi ilk adım sayılacak türdendi. Ayrıca bu belgeler oraya mutlaka bilinçli eklenmişti. Telefonunun yine inceleneceğini de bildiği için gönül rahatlığı ile gelmişti evine. Kapıdakiler tam çantayı arayacakken içinden dosyayı alıp çantayı onlara attı. Hışımla içeri girdi. Biri onun peşinden koştururken o hışımla çalışma odasına daldı. Teoman oradaydı. Şaşkınlıkla kalktı yerinden.  

“Seni beklemiyordum.” 

“Ben de gelmeyi düşünmüyordum. Fakat bugün ikinci büyük hatanı yaptın. Sakın bir daha bana tuzak kurma. Gerçekten çizmeyi aşıyorsun. Senin karşında eski Azra yok. Ölümden öte köy yok. Bunu unutma.” 

“Neden bu kadar sinirlisin? İki gün önce zaten yeterince tavır takınmıştın.” 

“O başka, bugün yaptığın başka. Nedir bu?” Elindeki dosyayı sallıyordu. Arkasından gelenin kapının ağzında durmuş onlara bakıyordu. Azra farkında değilmiş gibi devam ediyordu. “Sen beni ne sanıyorsun? Hâlâ beni test ediyorsun öyle mi? Sakın bir daha beni arama, yoluma çıkma.” 

Teoman, dosyayı alırken yavaş hareket ediyordu. En üstteki kâğıda bakınca ne olduğunu anlamış gibi bir tavırla sinirlendi. Azra bunun oyun olduğundan emindi.  

“Bunlar senin eline nasıl geçti?” 

“Bugün gelen adamın evraklarının arasından çıktı. Sürprizzzzz.” 

“Unut bunları.” 

“Bunları bana özellikle yolladın. Sen üç yıl önce de beni yok yere suçlamıştın. Bugün de beni tuzağına düşürmek istiyorsun. Ben artık yokum. Böyle işlere karışmayacağımı, işimi yapacağımı söylemiştim. Yolladığın şirketlerle sorunum yok. Fakat seni ve evraklarını görmek istemiyorum.” 

Teoman, Azra cümlesi bitene kadar sessiz durdu. Sonra kapıda dikilen korumasına dönüp “Çektin mi?” dedi.  

“Çektim, efendim.” 

“Tamam, gidebilirsin.” 

“Neyi çekti?” 

“Fotoğrafını elbette. Bana evrakları verirken. Bu evraklarda yazanlarla ilgili bir şey görür, duyar, okursam mezarını sana kazdırırım.” 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder