1 Haziran 2024 Cumartesi

AZRA 15. Bölüm

 "Azra?" 

"Merhaba baba." 

Kapıyı çalarken neyle karşılaşacağı hakkında en küçük fikri yoktu. Kendine düşünmeyi yasaklamıştı. Düşünmemek için bir şeyler okuyarak yapmıştı tüm yolculuğu. 

Azra, halen dinçliğini koruyan adamın sadece biraz daha derinleşmiş çizgilerin olduğu yüzüne baktı. O gözlerde sevgi, özlem ve pişmanlık vardı. Yaşlı adamın sarılıp sarılmama arasındaki ikilemini anladığında geriye doğru küçük bir adım attı. Yıllarca kendisine hainlik ettiğini düşündüğü adama sarılmayı düşünmüyordu. Belki sonra ama asla şu anda değil.  

"Gel, içeri gir." İlk şaşkınlığı geçtikten sonra kapının önünden çekilip yolu açmıştı.  

 Valizini vermek yerine kapının ağzında yere koymuştu. Orada kalıp kalmayacağı belli değildi. Mantosunu asarken ellerinin buz gibi olduğunu hissediyordu. Parmakları zorla hareket ediyordu. Eldivenlerini cebinde unutmuştu.  

"Böyle gel, burası sıcaktır." 

Güneş alan bir odaya sokmuştu Azra'yı. Kaloriferin hemen önündeki koltuğu oturup ellerini uzattı. Manzarası karşıdaki bina olan ev tahmininden küçüktü. Babasının yıllarca saray yavrusu evlerde yaşadıktan sonra böyle bir yere taşınması çok şaşırtmıştı Azra'yı.  

"Adresimi nasıl buldun?" 

"Önemli değil. Sen neden bana yazmadın? Neden hiç gelmedin?" 

"Özür dilerim." Çok içten gibiydi. Ama suçlarken de içtendi. Kızının suçlu olduğunu kabullenmişti.  

"Kabul etmedim. Nedenlerini söylemelisin. Aksi halde bu son görüşmemiz olacak. Seninle hesaplaşmak, neden böyle davrandığını öğrenmek için geldim." Sözlerindeki kadar kesin değildi duyguları. Yumuşamaya başlamıştı bile. 

"Bu kadar nefret ediyorsan telefon da açabilirdin." İşte şimdi yıllar öncesinde bıraktığı adam vardı karşısında. Dik duran, hesap vermem diyen... 

"Gözlerinin içine bakmam gerekiyordu." Bu cümle ile adamın o anlık dikleşen omuzları çöktü. İkisi de yalanların ardına saklanmayacak kadar özlemişti. Azra kızgınlığının boşa olmadığını kendine hatırlatmaya çalışıyordu.  

"Orada gerçek bir pişmanlık görebilirsin. Gerçekten üzgünüm kızım." 

"Üzgün olan biri kızının böyle bir suç işlemeyeceğini bilirdi. Kızına iyi bir avukat tutar, hatta Teoman denen pisliğin yaptıklarını ihbar eder beni de bir sürü masumu da kurtarırdı." 

"O kadar kolay değildi."  

"Kolay olmayan ne? Paralarından ayrılmak mı? Seni istediğin her yere sokan işinden uzak kalmak mı? Onların kızından daha değerli ve öncelikli olmasını anlayamıyorum. Üstelik şu an yaşadığın yer alıştıklarından çok çok aşağıda!" 

"Asla öyle olmadılar. Asla..." 

"O zaman neden?" 

Babası ayağa kalkınca Azra şaşkınlıkla baktı. "Çay koyup geliyorum. Aç mısın? Yemek getirteyim eve. O arada da konuşuruz. Emin ol uzun konuşacağız."  

Bir şey Azra’yı susturdu. Bu gözlerinde gördüğü pişmanlık mı, sesinde duyduğu korku muydu bilmiyordu. Babasının yeni hayatı o kadar farklıydı ki! İçinde olduğu oda son derece basit döşenmişti. Bir koltuk takımı ve televizyon vardı. Orta sehpanın üstünde eski evinden bildiği gümüş kâseyi gördü. Yerdeki halı yeni bir makine halısıydı. Eski evdeki el dokuması halılar ne olmuştu acaba? 

Azra, babasının nasıl yaşadığını anlamak için onun peşinden mutfağa gitti. Ev küçük temiz ve düzenliydi. Mutfak da kadın eli değmiş gibiydi.  

"Ev işlerine birini mi tuttun?" 

"Haftada bir gelen bir temizlikçi var ama kalan işleri ben yapıyorum. Tek başına olunca kolay. Dağıtmıyorum, hemen temizliyorum." 

Azra, bir yandan buzdolabını açmış neler var diye karıştırıyordu. Akşam için hazırlanacak bir şeyler ayarladıktan sonra kendi çantasından yolculuk için aldığı kurabiye paketini çıkarttı.  

"Çayla bunları yeriz, akşama güzel bir yemek yaparım." 

Babası şaşkınlıkla bakarken Azra geldiğinden beri ilk kez gülümsedi. "Affedeceğim seni biliyorsun. Bari etler çözülsün o arada." 

Babasının sendelediğini görüp bir adımda yanına ulaştı. "İyi misin? Ne oldu öyle?" 

"İyiyim, beklemiyordum böyle davranmanı ona şaşırdım. Çok özledim seni Azra. O kadar çok özledim ki." Sonra kızının elinden tutup kapısı kapalı iki odadan birine yönlendirdi. Kapıya yaklaştığında boya kokuları burnuna çarptı. Açılan kapıdan içeri girdiğinde gözlerine inanamadı. Bir sürü tuval vardı odanın dört bir köşesinde. Hemen hepsi kendi resimleriydi. Bebeklikten, hapse girdiği güne kadar olan fotoğraflarından yapılmış bir sürü tablo.  

"Baba? Ben senin resim yapabildiğini bilmiyordum." 

"Burada kursa gittim. Hala acemiyim ama gün geçtikçe geliştiriyorum elimi." 

"Bunlar harika. Hele karakalemleri siyah beyaz fotoğraflardan ayırt etmem imkânsız. Dersi kimden aldıysan tebrik etmek lazım." Bu kadar iyi bir şeyler yapacağını hiç tahmin edemiyordu. Bir iki tane tuvali köşede görünce onlara da bakmak istedi. Annesinin resimleriydi. Hepsinde sevgiyi görmek mümkündü.  

“Harika bunlar. Birini istiyorum.” 

“İstediğini seç.” 

“Annesinin kendisini doğurdu yıllara ait bir resmini seçti. Herkes babasına daha çok benzediğini söylerdi ama o annesinin yirmili yaşlarındaki haline olan benzerliği hep yakalardı.  

Sonra yine kendi resimlerine daldı. Acemiliğin nasıl ustalığa dönüştüğünü görmek mümkündü. En kötüsü bile kendisinin yapacağı bir resmin yanında şaheser gibiydi. “Hepsi çok güzel olmuş. Sen gerçek bir yetenekmişsin.” 

"Beğendin mi gerçekten? Bu resimler ile özlemimi gidermeye çalıştım biraz. Gelemedim, arayamadım, yanında olamadım. Çok ama çok üzgünüm Azra." 

"Gardiyanlara para yolladın ama." Artık emindi. Sadece teyit edeceğini biliyordu.  

"Tek yapabildiğim oydu." 

Azra, rahatlamıştı. Dolaylı yoldan yine Teoman sayesinde kazanılan paraydı ama en azından babası yollamıştı. Babasının Teoman ile çalışma şeklini anımsıyordu. Resmî olan tüm işlerinin takibini yapar, diğer işleri için Teoman'a zaman ve rahatlık yaratırdı. Devlet peşine düşerse babasının takibinde olan şirketleri inceler, hepsi gerçekten temiz olduğu için de her seferinde kurtulurdu. Bu tabii ki ne yaptığını bildiği ve ihbar etmediği gerçeğini yok etmiyordu. Suçsuz olması masum olması demek değildi.  

Çayları içip, kurabiyelerinden biraz yedikten sonra yeniden konuya döndü Azra. "Neden böyle davrandın baba?" Kızgın değildi artık. Başka bir şeyler olduğunu biliyordu. Hatta tahmin de ediyordu ama bunları babasından duymaya ihtiyacı vardı.  

"Ya susacaktım ya ölecektin. Seni asla koruyamazdım. O kadar güçlü birinin kafasına koyduğunu yapması öyle kolay ki. Kimsenin ona bağlamadığı en az bir düzine cinayet var. Hiçbirinde tetiği çekmedi. Hatta tetiği çekenlerle bir saniye ne görüştü ne konuştu. İspatlayamayacağım bir sürü şey bilmek ve bunlarla bile seni koruyamamak ne acıydı." 

Tahmin ettiği bir şey daha teyit edilmişti. Aslında ilk başlarda babasına çok kızmış, hatta nefret etmişti ama hiçbir zaman ters düşmediği babasının neden böyle davranacağını düşünüp ardında başka bir şey vardır dediği zamanlar da olmuştu. Elbette bunu babasını affetme içgüdüsü ile yaptığını da kabullenmişti. Kızgınlığı zaman geçtikçe artmıştı. Şimdi bunun özlemle doğru orantılı olduğunu anlıyordu. Yine de bir yol bulmasını istemiş, beklemişti. Asıl üzüldüğü nokta buydu işte. "Bana ulaşabilirdin." 

"Her hareketimi izliyordu. Sana parayı bile dolaylı yolla gönderebildim. Hesaplarıma bakıyordu. Elden göndermek için kuryeleri kullandım. Çok fazla kurye ile iş yaptığım için fark etmedi." 

"İçeride neler yaptığımı soruştursa anlardı." 

"Aldığın şeylerin başkaları adıyla alındığını bilmediğin belli. İki gardiyan vardı. Onlar bir miktar para karşılığı sessiz durdular ve senin yerine alışverişleri yaptılar. Neyse bunları konuşmayalım, şimdi neler yapıyorsun?"  

Azra, yeni işini anlatırken Teoman'ın ona yolladığı müşterileri söylediğinde babası kaşlarını çattı. "Bunlar temiz adamlar, Teoman'la işleri ne acaba?" 

"Bence elime koz vermeden seni her an izliyorum demekten başka anlamı yok. Temizler gerçekten. Bir sürü düzgün iş yapmışlar. Belki farklı konularda borçları var ve böyle tahsil ediyor."  

Sonra sinemada ve evinin önünde yaşadıklarını anlatınca çatık kaşları hayretle kalkıp kızgınlıkla yüzünün şekli değişti. "Bu adam hala ne istiyor senden?" 

"Hiçbir şey. Onun derdi beni korkutmak." 

"Sen ne yapmayı düşünüyorsun?" 

Anlatmalı mıydı? Babasına güvenebilir miydi? Hayır... Güvenmediğinden değil, başını derde sokmasını istemediğinden anlatmayacaktı. "Bilmiyorum. Yapabileceğim bir şey yok. O zaman bile kendi masumiyetimi anlatamadım. Savunacak avukat bulamadım. Delil dediğim her şey pufff uçtu gitti. O yüzden başkası onun suçlarını bulup ortaya çıkartmadığı sürece benim yapacağım bir şey yok. Hayatıma yön verip yaşayıp gideceğim." Bilmesi gereken bu kadardı 

"Söyleyecek sözüm yok." 

"Biliyorum. O yüzden umursamıyorum. Yaşamam gerekiyormuş. Boş yere de olsa o hayatın içine girmem gerekiyormuş. Belki ileride bunları yazarım, kitap falan bastırırım. Şimdi ise oldu, bitti diyorum." 

"Sana uymuyor." Azra’yı tanıyamıyormuş gibi bakıyordu. Kızı ya hapiste huy değiştirmişti ya gerçekten korkuyordu ya da başka planları vardı. Sonuncusunun olmasını istemiyordu.  

"Bana Teoman gibi birinin yanında o kadar zaman geçirip bir şey yapmadığım halde onu bu kadar kendime düşman etmem de uymuyor." 

"Bilmiyor musun?" 

"Neyi?" 

"Hesaplarını incelerken bulmuş seni." 

"Ne incelerken? Ben onun hesabını niye inceleyeyim?" Bunu yapmamıştı işte. Nereden çıkmıştı acaba? 

"Şirketlerden birinin dosyalarının olduğu bilgisayarın başındaymışsın." 

"Hangi bilgisayarın? Ne zaman? Neler uyduruyor bu adam?" Babasına karşı rol yapmak kolaydı. Çok da haksız sayılmazdı. Bir sürü belge ele geçirmişti ama onları o bilgisayardan elde etmemişti. Yanıldıkları nokta oydu. Dosyalara erişebileceğini ve bir gün ihtiyaç duyacağını bilse elbette onları da alırdı.  

"Senin onun işlerini bildiğini, polise ihbar etmek için delil aradığını söyledi. Gözleriyle görmüş seni. Üstelik baktığın şirket benim de adımın olduğu şirketmiş. O şirkette hiçbir sorun yok, bir şey yapamaz dediğim halde inanmadı. Belki de bunu seni ayak altından kaldırmak için kullandı." 

"İyice saçmalamış. Kasadaki belgeler bilgisayardan falan değildi. Evraklar resmen masanın üstünde duruyordu ve ben de birer nüshasını aldım. Bilgisayardan bir şeye bakmadım. Benim şirkete geldiğim üç beş seferden birinde bir bilgisayara oturdum ama oradan müzik dosyaları kopyaladım. Sekreterinin masasıydı. Ne yani ben, o şarkılar yüzünden mi üç sene hapis yattım? O adamı öldüreceğim..." Gerçekten sekreterin söylediği müzik dosyasını indirmişti. Teoman’ın onu gördüğünü fark etmemişti. Acaba sekreteri onu yalanları ile mi kandırmıştı? Konu ilginç bir yere gidiyordu. Bunu kullanabileceğini düşünüp aklının bir kenarına not etti.  

"Sakin ol, unutma o adamın kolları çok uzun." 

"Bu eve kadar uzanmıyordur değil mi?" 

"Asla." 

"O zaman rahat rahat konuşabilirim. Elbette öldürmeyeceğim ama umarım bana fırsat vermez. Yoksa onu mahvederim."  

"Hani uğraşmayacaktın?" 

"Yine niyetim yok ama olur da bir şeyler yapmaya kalkarsa ben de uğraşırım. Beni saçma bir şüphe yüzünden üç yıl hapis yatırdı."  

"Saçma dediğin şey yine de onun şirket evraklarını alman. O şirketlerde sorun yoktu. O yüzden sadece ayak altından çekmek istedi seni. İnat etseydim öldürecekti. Bunu yapacağını bildiğim için sustum. O yüzden rahat dur. Üç yıl hiç az değil. Af çıkmasa daha içerde olacaktın. Unutma!" 

"O adamı ve pisliklerini düşünmek istemiyorum." 

“Senden sonra üç şirket kapattı. Yenileri kurmak, elemanları aktarmak falan büyük kayıptı onun için. O yüzden bir miktar canını yakmış sayılırsın.” 

“İyi olmuş. Üç beş şarkı için beni içeri attıran biraz para kaybetsin.” 

“Sen de ben de biliyoruz üç beş şarkı olmadığını. Üç bankada kasa tutmuştun.” 

"O bankalarla çalışırken jest olsun diye indirimli fiyat uyguladılar. Bu devirde kiralık kasa kullanan azalınca onlar da müşteri çekmek için böyle şeyler yapıyorlardı. Ben de annemden kalanları ve kendi mücevherlerimi bölüştürdüm. Takacaklarım, saklayacaklarım ve bir gün satarım dediklerim." Çok rahat yalan söylüyordu. Çünkü bu sorunun geleceğini tahmin etmiş ve bir yalan hazırlamıştı. Sonuçta babası o bankalarda ikisine ortak kasa açmıştı.   

“Sen nasıl buldun o bankaları?” 

“Seni tanıyorum. Vekaletin de vardı bende. Tek tek gezdim bankaları. Hangi şubelerde hesabın var buldum. Onları ziyaret edince de kasaların bilgisini aldım. Zaten ben de kasa açtırmak için gittiğimde şaşırmadım.” 

“Teoman neden öğrenemedi kasalarımı?” 

“Evdeki kasayı boşaltınca başka bir şey aklına gelmemiş olmalı.” 

“Bazen fazla güveniyor kendine.” 

"Hapisten çıkınca ne yaptın? Sattın mı mücevherlerini?" 

"Hayır. İş bulamasaydım eninde sonunda satardım." Bir iki parça hariç tüm mücevherleri satılan evine en yakın bankadaydı. Diğer kasalarla ilgisi yoktu. Onu açtırmamıştı bile daha. Zaten satmayı hiç düşünmemişti. Çoğu annesinden hatıraydı. En parasız günlerinde bile annesinden kalan hatıralarını satmak aklına gelmemişti. O bankaya da babası bir kasa açtırmış olabilirdi. Bu da aklına gelmemişti. İstanbul’a dönünce ilgilenecekti bununla.  

“Sen nasıl ayrıldın ondan? Niye burada bu şekilde yaşıyorsun?” 

“Sen hapse girdikten sonra sekiz aya yakın kaldım yanında. Fakat artık onunla çalışmak istemiyordum. Bir hesap hatası yaptım. Sonra hata yaptığımı söyledim ve artık emekli olmam gerektiğini konuşmaya başladım. Bir gün yeni ve basit bir hata daha yaptım. Kabul etti. Tabii bir süre her adımımı takip etti. Sonra bir sabah evimi boş buldular. Gece yükledim eşyaları, seninkilerin olduğu depoya koydum. Evi satması için emlakçıya verdim. Otogara gittim. İlk otobüse bindim. Mersin’e geliyormuş. İşte buradayım.” 

“Ben seni bulduğuma göre o da seni bulabilirdi.” 

“Ne yazık ki artık insanın izini kaybettirmesi mümkün değil. Bulmuştur ama yaşantımı izletince korkulacak bir şey olmadığını anlamıştır.” Uzun bir süre izlendiğini, her hareketinin görüştüğü herkesin araştırıldığını tahmin ediyordu. İki yıldan uzun zaman geçmişti. Artık takibi bırakmış olduğunu düşünüyordu. Kızı çıkıp geldiği için belki yeniden takip başlayabilirdi. Umurunda değildi. Korkacak bir şey yapmıyordu. Sadece resim yapıyordu.  

O günün devamını suya sabuna dokunmayan konuşmalarla getirdiler. İkisi de birbirini tartan konuşmalar yapıyordu. Azra aslında deli gibi bilgi almak istiyor ama konuyu bir türlü işe getiremiyordu. İkisi için de yorucu günün ardından derin bir uykuya daldılar. Ertesi sabah kahvaltıda aklına takılan soruyu sordu.  

"O uyuşturucu çantama nasıl kondu?" 

"Konmadı. Uçak kargosundan birini ayarlamıştı.” 

"O kadarını tahmin ettim. Kimdi o?" 

"Öğrenmene gerek yok!" 

"Neden?" Sorusuna yanıt alamayınca devam etti. "Öldü mü?" 

"Evet." 

"Nasıl?" 

"İki arkadaşı ile bindiği araba denize uçtu." 

"Arkadaşlarının suçu neydi?" 

"Anlatmış. Para isteyecek kadar yüzsüz çıkınca sonunu getirdi." 

"Şantaj ha? Hem de Teoman'a? Ecelini çağırmış." 

"İşte tam da bu yüzden senin hapis yatmana ses çıkartmadım. Ne kadar zorlanırsan zorlan sonuçta hayatta kalacaktın." 

"İçeride biri beni şişleyebilirdi." 

"Asla olmayacaktı, korunuyordun." 

“Gardiyanlar?” 

“Evet bir kısmı en azından.” 

"Tekvandocu kızı sen mi soktun içeri?" 

"Hayır, sadece koğuşunu değiştirmelerini sağladım." 

"O da iyi bir şey." 

"Yaptıklarımın yapabileceklerimin yanında devede kulak kalması hiç hoş değildi. Fazlasını yapsam dikkat çekecekti. Eminim Teoman da seni içeride izletiyordu." 

"Eminim. Neyse, artık konuşmak istemiyorum. Biraz şehri gezelim. İlk kez geliyorum. Güzel bir yere benziyor." 

"Gezelim. Güzel tarafları var. Alışamadığım yönleri de var. Hadi gel çıkalım." 

Sonraki üç saati gezerek geçirdiler. Yemek yediler, konuştular. İçinde bir şeyler hala kırık döküktü ama gelirken hissettiği kadar büyük bir kırgınlık değildi. Tahmin ettiği gibi affetmişti.  

Akşam birlikte televizyon izlerken babası birden yanından kalkıp resim yaptığı odaya gitti. On dakika kadar sonra kraft ile kaplanmış iki tablo ile yanına geldi. "Benim en sevdiklerimden. Dönerken telaşla unuturum diye şimdiden veriyorum." 

"Uçakta sorun olmaz mı?" 

"Kabine alabilirsin." 

"Öyle yapacağım. Artık kargoya günahımı bile vermem." 

"O kadar kısıtlama kendini. O zaman öyle gerektiğini sandığı için yaptı bunu. Geçmişi unut ve hayatını yaşa." 

"Bu cümlende ciddi misin?" 

"Bak, güzel kızım, o adama ben de güvenmiyorum. Zaten güvensem, yaptıklarını doğru bulsam burada değil yanında olurdum. Ama kalan ömrünü de farklı bir hapis hayatının içinde yaşamanı istemiyorum. Mutlu olmanı istiyorum." 

"Ben de mutlu olmak istiyorum. İlk adımlarımı attım. Yeni arkadaşlar edindim, yeni çevre edindim, yeni iş buldum ve artık eski Azra'yı unutmaya karar verdim." 

"Eski arkadaşların ile görüşmüyor musun?" 

"Onlar beni aramadı, ben de artık onları aramıyorum. Hapis öncesi hepsini yakın arkadaşım sandıklarım meğer hiç önem vermemiş bana. Semahat abla ile Selma'yı tanısan anlarsın insana değer vermeyi." 

"Onları buluş şeklin ilginç. Sana iyi baktıkları da ortada. Onlara teşekkürlerimi ve minnetimi iletirsin." 

"İletirim. Gelirsen tanışırsın." 

"Belki gelirim. Şu ara hiç istemiyorum." 

"Buraları görünce hak veriyor insan. Beni özlersen gelirsin." 

"Seni görmeye gelirim. Sık sık konuşuruz telefonda." 

"Elbette. Baba..." Yutkunduktan sonra devam etti. "...Teoman hakkında bana söyleyebileceğin bir şey anımsarsan söyler misin?" 

"Uğraşmayacaktın hani?" 

"Sadece işe yarayacak bir şey anımsarsan söylemeni bekliyorum." 

"Söylerim... Bir şekilde söylerim." 

"Teşekkür ederim." 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder