1 Haziran 2024 Cumartesi

AZRA 16. Bölüm

 Pazar gününü bir arada ve hemen her şeyden konuşarak geçirdiler. Azra ona Çınar'ı anlatmak istiyordu ama tek kelime edemezdi. Çok özlemişti. Sadece uçaktan indiğinde aramış, haber vermişti. Bunu da diğer telefonu yanında götürmediği için cebinden yapmak yerine telefon kulübesinden yapmayı tercih etmişti.  

Pazartesi dönüş uçağına binmek için evden babası ile çıktı. Aynı apartmanda oturan komşuları ile selamlaşıp kızını tanıştıran babasına sevgiyle baktı. İki gün elbette açığı kapatmaya yetmemişti ama buzlar erimiş, kırgınlıklar geride kalmıştı. Bunun geleceği için büyük bir adım olduğunu biliyordu.  

Uçağa bindiğinde içinde hissettiği burukluk vedalaşma anında hissettiğinden de yoğundu. Bir daha ne zaman göreceğini bilmediği tek akrabasını arkada bırakmıştı. Annesini de erken yaşta kaybedince bir babası kalmıştı. Son üç yıldır hissettiği yalnızlık bir nebze geçmişti. Ne olursa olsun bir babası vardı.  

Uçak yolculuğu boyunca eski arkadaşları hakkında düşündü. Babası arkadaşlarını kendisinin uyardığını söylemişti. Uzak durmalarını rica etmişti. Onları da affedebilirdi. Fakat çoğunu artık hayatında görmese de olur diye düşünüyordu. İçlerinde aramak istediği sadece iki kişi vardı. Tepkilerini merak ediyordu.  

Babasının hediye ettiği tabloları yatak odasına astı. Annesinin ve kendisinin resimlerini hediye etmişti. Annesinin resminde beyaz güller vardı. Kendi resminde de arkada bir vazoda beyaz çiçekler gözüküyordu. Yakından bakınca onların da beyaz gül olduğunu fark etti. O fotoğrafın aslında çiçek var mıydı, anımsayamamıştı.  

Pazartesi gününün büyük bölümü yolculukla geçtiği için evine gider gitmez iş yapmak yerine, uzanıp biraz dinlendi. Uyanınca Çınar’ı aradı. 

"Müsait misin?" 

"On dakika sonra dönerim sana. Kötü bir an." 

"Tamam, bekliyorum." 

Yüzündeki gülümsemenin Çınar'ın kötü sesine ve konuşamayacak durumun ne olduğunu bilmemesine rağmen silinmemesi şaşırtıcıydı. Önceden olsa sevgilisinin onunla konuşmak yerine sonra arayacağım demesine günlerce surat asabilirdi. Gerçekten trip atan biri olduğunu anlayıp biraz daha gülümsedi. Çınar önemli bir görevi olan ve bunu yaparken dikkatini dağıtmaması gereken biriydi.  

Üstelik on dakika demesine rağmen yedi dakika sonra aramış birine kim kızabilirdi?  

"Hoş geldin. Kusura bakma, olay yerindeydim." Sesi çok yorgun geliyordu.  

"Hoş buldum. Önemli değil, işin olduğunu biliyorum. Pazartesi ama sesin çok yorgun geliyor." 

"Çünkü dünden beri aralıksız çalışıyoruz. İstediğin zaman beni ara, müsait değilsem sonra dönerim sana." 

"Tamam.” 

“Nasıl geçti gezin?" 

"Tahminimden iyi." 

"Görüştüğümüzde uzun uzun anlatırsın." 

"Ne zaman?" 

"Bu akşam bir işim var. Yarın da nöbetçiyim. Çarşamba akşamı?" 

"İple çekeceğim."  

Bu akşam ne işi vardı acaba? Dün çalışmıştı, şu an yorgundu ama akşam da bir programı vardı. Merakını bastırdı.  

"Ben de." 

“Çınar?” 

“Söyle.” 

“Adresi bulduğun için teşekkür ederim.” 

“Seni mutlu ettiği için ben de mutluyum.” 

Vedalaşıp kapattıklarında ikisi de gülümsüyordu.  

Azra, uzun zamandır doğru dürüst spor yapmadığını düşünüp yerinden kalktı. Üstünü değiştirip yatak odasında hazırladığı köşede biraz ısındıktan sonra çalışmaya başladı. Bir spor salonuna yazılması gerekiyordu. Tek başına sadece hareketleri tekrarlıyordu. Karşısında bir rakip olduğu takdirde pratik yapmak daha anlamlı olacaktı. Bir saat çalışmanın ardından biraz soğuma hareketleri yapıp duşa girdi.  

***** 

 Salı günü bir önceki günün yokluğu yüzünden daha yoğun çalışması gerekti. Yine de gün bitmemişti bir türlü. Akşam evine giderken yeni yıla sadece beş gün kaldığını düşündü. Çınar için aldığı hediyeyi yarın akşam vermesi gerekecekti. Büyük ihtimalle yılbaşı gecesini ayrı geçireceklerdi. Aklından bunları geçirirken gördüğü bir tabela ile hemen yerinden kalktı. Kendi durağına iki durak varken hızlıca indi minibüsten. Sıkıca sarıldığı mantosunun yakasını da kaldırdı. Korkunç bir ayaz vardı. Burnu sızlamaya başlamıştı soğuktan. Tabelanın olduğu binayı bulunca hemen içeri girdi. Ders yapan beş kişi vardı. Bir süre izledi. jiu jitsu çalıştıklarını anlayınca ilgisi arttı. Eğitmen kendisini görünce diğerlerine devam etmelerini söyleyip yanına geldi.  

"İyi akşamlar, izlemek için mi geldiniz kayıt mı yaptıracaksınız?" Ellili yaşlarda, şakaklarındaki saçları hafifçe kırlaşmış, sporun da etkisi ile kas yapısı gelişmiş biriydi. Sesi de görünümüne uyuyordu. Bakışları karşısındakini tartıyordu. Azra duruşunu inceleyen adama gülümsedi.  

"Kayıt yaptırmayı düşünüyorum. Saatlerin uymayacağını tahmin ediyorum. Bu aralar çok geç çıkıyorum işten. Yine de hafta sonu falan ders varsa kaydolabilirim." 

"Daha önce hiç ders aldınız mı?" 

"Evet ama böyle bir salona gitmedim. Seviyemi bilmiyorum." 

"Ne dersleri aldınız?" 

"Tekvando, jiu jitsu, kendo." Nerede diye sorsa ne diyecekti? Salona gitmediğini söylemesi şart mıydı? 

"Tamam, tespit ederiz seviyenizi. Hafta sonu mu gelmek istersiniz yoksa bu saatlerde de gelebilir misiniz?" 

"Yıl sonu çok yoğun. Ocak ayı da yoğun geçecek. Şubattan itibaren bu saatlerde gelebilirim. O zamana kadar hangi saat uyarsa gelmek isterim." 

"Sorun olmaz. Farklı saatlerde gruplarımız var. Gelin kaydınızı yapalım." 

Salondan ayrıldığında kendini çok mutlu hissediyordu. Yeni yıl hediyesi vermişti kendisine. Telefon sesini duyunca gülümsedi. Diğer telefondu bu. Çınar arıyordu. 

"Merhaba canım, nasılsın?" 

"Çok keyifliyim." Adını söylemekten son anda vazgeçmişti. Etrafında izleyen varsa duyabilirdi.  

"Sesinden belli. Hayrola seni bu kadar mutlu eden şey ne?" 

"Az önce bir spor salonuna kayıt yaptırdım. Evde gölgemle dövüşeceğime gelip bir iki erkeği paralayacağım." Neredeyse kahkaha atacaktı.  

"Tamam, hırsını onlardan alman iyi olabilir. Yarın akşamı iptal etmek zorunda kaldığımı duyunca beni paralamandan kurtulurum." 

Tüm neşesi balon gibi sönmüştü. "Ne oldu? Niye iptal ediyorsun?" 

"İptal etmiyorum, sadece erteliyorum. Saçma bir davet daha. Büyükler çağırınca gitmek zorunda olunanlardan." Bıkkınlığı belliydi. Orada olmak istemediğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu.  

O resmi toplantıları bilirdi. Yine neşesi yerine gelmişti. "Anladım. Çok eğlen o zaman." 

"Dalga mı geçiyorsun? Öyle davetlerde yüzünde maske bir sırıtma gerektiğinde kullanılmak üzere durur. Yoksa ciddi denmeyecek kadar sıkıcı olur böyle partiler." 

"Bilirim. Senin için çok üzüldüm. Beter ol... Yok ya çok da sıkılma. O da hoş olmaz." Kıyamıyordu. Bir yandan konuşurken bir yandan da evine doğru yürüyordu. Soğuk hava yüzünden mantosunun yakasını iyice kaldırmıştı. Rüzgâr sesi telefondan ulaşmış olmalıydı.  

"Sen yürüyor musun?” 

“Evet, iki sokak var evle salon arasında. Cadde üstü de. Şu ara kimseyi de görmüyorum. Sanırım rahat bıraktı.” 

“Yine de dikkatli ol. Perşembe akşamına ne diyorsun?" 

"İptal etmezsen olur...” Karşı tarafın içini çektiğini duyup güldü. “Tamam, ya sadece takılıyorum ama hakikaten o günü de iptal edersen en iyi ihtimal yeni yılda görüşürüz. Çok işim olacak. Hafta sonu tam gün çalışacağım. Kaçta çıkarım bilmiyorum." 

"Anlıyorum, misilleme yapıyorsun." Alınmış gibiydi.  

"Hayır, gerçekten iş çok. Öğle paydosu yapmadım biraz erken çıkmak için. Yarın da aynı şeyi yapıp yine erken çıkacaktım. Akşam mesaiye kalırım perşembe erken kaçarım ama bir daha yapamam. Zaten pazartesi yoktum çok iş birikti." 

"Senin işinin yıl sonunda ne kadar yoğun olduğunu duymuştum ama şimdi yaşıyorum. Anladım tatlım. Aksilik olmazsa perşembe akşamı görüşüyoruz." 

Vedalaşıp telefonu kapattıklarında ikisi de huzursuzdu. Planlara uyamamak rahatsız edici hisler yarattığı için birbirlerinden habersiz aynı şeyleri düşünüyorlardı.  

Azra, ekildiği gibi bir hisse kapılmanın çok ciddi olmayacağını düşündüğü bir ilişki için fazla duygusal bir tepki olduğundan korkuyordu. Duygularının derinleşmesi ileride çok farklı sonuçlar doğuracaktı. En başta Çınar'ın mesleği engeldi ilişkilerine. Bugün yaşadıkları ikisinin de kısa süreli kabul ettiği fiziksel yakınlıktan öteye gitmeyecek bir olaydı. Randevusu iptal edilince olay çıkartan biri olmak istemiyordu. Kendini toparlamalı, aldığı zevkle yetinmeliydi. Kaçamak buluşmalar, aramalar, ilgilenmeler güzeldi ama fazlasını beklemek ahmaklıktan öteye bir anlam taşımazdı. Azra, evine girdikten kısa süre sonra mutfağa girip yemek hazırlayacakken canının bir şey yemek istemediğini fark edip odaya geri döndü. 

Çınar, boş boş telefona bakıyordu. Hata ettiğini ilk günden beri biliyordu ama az önce iyice dank etmişti kafasına. En kısa sürede bu ilişkiyle ilgili kararını vermeliydi. Ya mesleğinden vazgeçmeliydi ya da ilişkisini bitirmeliydiler. İyi ama bu kadar güzel giden bir ilişkinin bitmesi gerekiyor muydu? Sorduğu sorunun saçmalığını anladığında kendine daha çok kızdı. Elbette gerekiyordu. En azından bu dosyayı yeniden açıp sonuca ulaştırana kadar kesinlikle bitirmeliydi. O savcıydı. Amirleri duysa sürgün yiyebilirdi.  

Telefonunu yeniden eline alıp bir şeyler sipariş ettikten sonra çantasından çalışmak için yanında getirdiği dosyaları çıkarttı. Lanet sene sonu partileri yüzünden tüm iş düzenleri bozulmuştu. "Düzen mi?" dedi kendi kendine, "Bizim işin ne saati var ne günü, neyin düzeninden bahsediyorum ki?" Atılan nişanın ardında da bu çalışma saatlerinin düzensizliğinin yattığını bilmiyor muydu? İşte yine başlamıştı. Basit bir akşam buluşması bile büyük sorun olabiliyordu. Aç karnına daha fazla düşünmeyecekti.  

Yemeği geldiğinde az önceki düşüncesinde de yanıldığını anladı. Yemek yiyecek durumda değildi. Aklını toplayıp işe gömüldüğünde her şeyi bir kenara bırakmıştı. Azra'yı bile... 

*****  

Çarşamba sabahı Orhan Bey, Azra'yı odasına çağırdı. Önündeki koltuğu gösterip kendi de masaya biraz eğildi.  

"Azra, dün akşam kayınpederi hastaneye kaldırdık. Karım ve baldız yanında kaldı. Bu akşam katılmam gereken önemli bir etkinlik var. Bir iki saat durup çıkacağım aslında. Benimle gelir misin? Masa düzenleri çiftlere göre yapılıyor. Bir yanım boş kalacak, diğer tarafın muhabbetinden kaçmak gerekebilir." 

Babasına ve Teoman Kamberli'ye defalarca böyle toplantılarda eşlik etmişti. Ne demek istediğini anlıyordu.  

"Sorun değil. Kıyafet zorunluluğu var mı?" 

"Evet, siyah tuvalet giyecek hanımlar." 

"Tamam." 

"Alışveriş yapman gerekiyorsa ben öderim." 

"Hayır, hallederim. Saat kaçta orada olacağım?" 

"Sekizde başlıyor. Ben uğrar seni alırım." 

"Gerek yok, taksi ile gelirim." 

"Olmaz, ben alırım seni. Alkol kullanmayacağım, yine ben bırakırım seni evine." 

"Hiç..." 

"Konu kapandı. Teşekkür ederim." 

“Rica ederim.” 

“Bu arada sana bir oda veriyorum. En sondaki odayı biliyorsun. Orasını bazen toplantı için kullanıyorduk. Şimdilerde depo gibi bir sürü şeyi attık içine. Orayı boşaltmak için birinden yardım al. Sonra da kendin için düzenle. İhtiyacın olan şeyleri getirtiriz.” 

“Arkadaşlar bu değişime bozulmayacak mı?” 

“Arkadaşlar bir haftada üç büyük hesap getirdiğinde oda sahibi olabileceklerini anlayacaklar.” 

“Anladım. Teşekkür ederim.” 

Azra, bulduğu terziye ne kadar teşekkür etse azdı. Dolabı günün modasına uygun kıyafetlerle dolmuştu. Severek giydiği kıyafetlerini yeniden kullanmaktan mutluydu.  

Oda sahibi olmak... bu da hoşuna gitmişti. Çok ortada oturuyor olmak, konuşurken sesini kısmak rahatsız ediyordu. Arkadaşlarının bozulmayacağını umuyordu.  

Öğleden sonra iki erkek arkadaşı ile kutuları çıkartıp odayı boşaltmıştı. Büyük bir masa vardı. En son oda olmasının da iyi tarafı vardı. Yeni gelen müşterilerle yaptığı görüşmelerin başkaları tarafından duyulma ihtimali azalıyordu. Orhan bey belki de sırf bu yüzden odaya geçmesini istemişti. Pekiyi de akşam niye onu davet etmişti? Başka gidecek kimse yok muydu? Yoksa bu daveti yapmasını birileri mi istemişti? 

 

Akşam hazırlanırken o gün Çınar ile hiç konuşmadığını hatırladı. Arasa mıydı? O da aramamıştı. O zaman arayıp rahatsız etmeye gerek yoktu. Dünden beri aralarında bazı engeller olduğunu düşünüp kendi kendine kuruyor muydu? Kurmak hatalı bir kelimeydi. Gerçekten aralarında engeller vardı ve ikisi de bunu biliyordu. Zorlamayacak, Çınar ararsa görüşecekti. Verdiği karardan rahatsız olsa da vazgeçmeyeceğini biliyordu. Hem zaten şu an ikisi için de en önemli şey Teoman denen iblisi hapse tıkmak değil miydi? Aklını başına topladığından emin olup makyajını tamamladı. Saat yedi olduğunda korna sesi ile evden çıktı.  

"Dakiksin." 

"Olmaya çalışıyorum. Kayınpederiniz nasıl oldu?" 

"Sorma, ben de onu söyleyecektim. En fazla bir saat kalabiliriz. Yoğun bakıma almışlar. Seni eve bırakıp doğru hastaneye gideceğim." 

"Keşke hiç gitmeseydik. Benim için sorun değil, eve dönebilirim." 

"Azra'cığım, sorun zaten bu yemeğin tamamı. Öyle biri veriyor ki kimse hayır diyemiyor. Ama orada her türden adam olacak. İş adamları, onların çalıştığı yabancı yatırımcılar, mafyadan devlet üst düzeyine kadar. Herkes kimin kim olduğunu bilecek ama kimse kimseyi yüzleyemeyecek. Partililerin verdiği yemekler ne yazık ki böyle oluyor." 

Azra, midesine giren ağrı ile irkildi. Bu yemekte Teoman'ı görmesi hiç sürpriz olmayacaktı o zaman. Ya Çınar? O da mı bu yemekteydi? İşte buna tam da ballı lokma tatlısı denirdi. Gülmemek için kendini zor tuttu.  

"Politika bu demek değil mi zaten? Birbirinin gözünü oyacak kişilerin birbirine güler yüzle bakması!" 

"Tam da bu işte. Benim de bir sürü müşterim orada olacak. A sana söylemeyi unuttum. Şu son gelen kimdi? hah Samim Atalay... Bak o da orada olacakmış. Tamam büyük şirket falan ama ben o adamla iş haricinde iki laf etmeyi istemem. Yanımda görünmesinden rahatsızlık duyarım. Hesapları nasıl o şirketin?" 

"Kusursuz denecek kadar düzgün çalışıyorlar." 

"Belalı kişilerin iz bırakmama taktiği. Kim bilir hangi şirketlerinde ne dolaplar dönüyordur. Ama tek birinde bile adını bulamazsın. Çaycısı, kapıcısı şirket sahibidir. " 

"Maalesef öyle. İncelemem gerekmedi henüz. Öyle bir şeyden şüphelenirsem vergi dairesinde tanıdık birileri var mı?" 

"İstemediğin kadar." 

"Güzel. Onlarla çalışmak güzel olacak." Bir an durdu. Merakını gidermek zorundaydı. “Neden beni davet ettiniz? Daha eski personelinizden biri gelebilirdi bu akşam.” 

“İki sebeple. Birincisi sıkıcı da olsa yıllar sonra bir partiye katılman senin için iyi olacaktı. Geçmişinden birileri oradaysa onlara yıkılmadığını göstereceksin. İkincisi ise bir hanımefendi ile gitmeliydim. Eşimin de haberi var. İçin rahat olsun.” 

“Ben, özel olarak benimle ilgilendiğinizi düşünmedim. Ben, birisi beni davet etmenizi mi söyledi diye merak ettim.” 

“Kim böyle bir şey isteyecekti? Ah tabi ya şu adam. Yok hayır kimse bir şey istemedi. Sadece en uygun elemanım sendin. Unutma diğerleri evli ve çocukları annelerinin ilgisini bekliyor. Sen de çocuk sahibi olduğunda, böyle bir durum olursa başkasını davet ederim.” 

Çocuk sahibi olmak... Düşüncesi bile tuhaftı. Gülümseyerek açıklamayı kabul ettiğini belirtti. Camdan dışarı bakıp vitrinlerin ışıklarını izlemeye başladı. Düşünceleri davetlilere kaydı. Yüzde doksan dokuz Teoman oradaydı. Yüzde elli Çınar da oradaydı. Muhteşem bir akşam yaşayacağından emindi.  

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder