Oysa o akşam eve neşeli girdi. Sonra da çok yorgun olduğunu, hemen uyumak istediğini söyleyip odasına çıktı. Aslı için erken bir saat olmasına rağmen onu da arayamadı. Yatağına uzandığında aklındaki tek şey Poyraz’dı.
Sabah, annesine, bir arkadaşının alacağını ve beraber kahvaltıya gideceğini söyledi ama sorularına yanıt vermedi. Sonra anlatırım anne, cümlesi yetersiz ama aslında uzun bir açıklamaydı. Bir gece önceki Alize’den şüphelenen Suzan Hanım, bu cümleden sonra konunun bir erkek olduğundan emin oldu. Kızı nasılsa gerektiği zaman anlatırdı. Daha fazla sormaya gerek görmedi. Kapının önündeki gümüş gri arabayı görünce de yanılmadığını anladı. Uzaktan bile direksiyonda yakışıklı bir erkek oturduğunu görebiliyordu. Alize evin kapısından çıktığında erkek de arabadan çıkmış, kapısını açmıştı. Öpmeye falan kalkışmamıştı kızını. Aferin, zamane gençliğinden değil, demiş ve camdan çekilmişti.
Poyraz, Suzan hanımın düşündüklerinden çok da uzak olmayan düşünceler içinde öpmemişti Alize’yi. Hem evinin önü hem de oturduğu semtte olmak etkilemişti. Onun hakkında kötü düşünceler kimsenin aklına gelmesin istiyordu. Alize’den kendisine ulaşan masumiyeti hissediyor, hayatındaki hiçbir kadında olmayan bu saflığı kaybetmek istemiyordu.
Alize ise araba hareket ettiğinde hala günaydından başka laf etmemişti. Sanki gelmesinden rahatsız olmuş gibi oturuyordu. “Neden suskunsun?”
“Seni buraya kadar yordum. Keşke akşam ben de kendi arabamla seni takip etseydim.”
“Unut bunu. Bu akşam da almayacaksın arabanı. Şimdiden haberin olsun.”
“Hafta sonu arabam bana lazım. Dergide bırakamam.”
“Hafta sonu araba neden lazım sana? Ne işin var?” Hayatına çok mu müdahale ediyordu? Ama kendisinden ayrı hiçbir şey yapmasını istemiyordu.
“Kuaför alışveriş gibi kadınca kaprislerim var, hafta sonu.”
Poyraz kahkahayı patlattı.
“Kadınca kapris mi? Sen bu kelimenin anlamını bile bilmiyorsun. Ya da çok usta oyuncusun beni kandırıyorsun.”
“Oyuncuyum ben.” Bunu söylerken dil çıkartmış Poyraz’ı biraz daha güldürmüştü.
“O zaman çok başarılısın.”
“Nereye gidiyoruz?”
“Kahvaltı etmeye.”
“İyi de nereye?”
“Hem arabamızda olup, hem deniz üstünde olacağımız ve martıları da besleyeceğimiz bir yere.”
Alize bir an düşündü ve “Arabalı vapurla mı geçeceğiz karşıya?”
“İtirazın mı var? Simidimizi alır, yerken muhabbet de ederiz. Yoksa mükellef kahvaltı mı istersin?”
“Koca holdingin genel müdürü simitle doyuyorsa benim için hava hoş. Ama tanıdıkların görür de işler kötü sanırsa ne yapacaksın?”
“Sansınlar. Ben, kim ne düşünür diye zevklerimden mahrum kalmadım, kalmam da!”
“İşte bu. Helal olsun. Simidi ben çayı sen ısmarlıyorsun.”
“Saçmalama.”
“Neden? Simit alamayacak kadar fakir mi gözüküyorum? Genel müdür değilsem de benim de üç beş kuruşum var.”
“Olmaz ben çay ve simit parasını yanındaki kadına ödetecek erkeklerden değilim. Katiyen olmaz. Sonraki kahvaltıyı sen ısmarlarsın ödeşiriz.”
“Çok adil bir paylaşım oldu.”
İkisi de ciddi ciddi konuşuyor ama gülmemek için de zor tutuyordu kendisini. Saçma sapan konulardan konuşup gülüşerek arabalı vapura gelmişlerdi. Kısa süre önce hiç gülmediğini düşündüğü adam, o kadar kolay ve bol gülüyordu ki Alize onun yananda çok sık kahkaha attığının farkındaydı. İstanbul sabahın o saatinde çok güzel gözüküyordu.
Birkaç dakika içinde vapura bindiler. Üst kata çıkıp dakikalarca tartıştıkları çay ve simidi aldı, Poyraz. Tek simit almasını tuhaf karşılayınca, “Sen diğer kahvaltıyı ısmarlayacaksın ya, bol bol yiyebilmek için” demiş ve açlık bastırmak için yedikleri simidi bölüşmüştü.
Ortaköy de kahvaltı etmiş, on gibi Alize'yi dergiye bırakmıştı. Poyraz da böylece toplantısına yetişecekti. Alize’nin dikkatinden kaçmayan bir nokta ise defalarca kez çalan telefonun hiç birinin Naz’dan olmamasıydı. Kız aramasa da, Alize hep onu düşünüyordu. Naz kâbusundan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Aklına geldiği an midesine sancılar giriyordu.
Aslı ile öğlen yemeğinde buluştu. Akşamı ve sabahı anlattıktan sonra Naz konusundaki rahatsızlığından bahsetti.
“Poyraz’ın davranışlarına bakılırsa seninle gerçekten ilgileniyor. Naz ile o kadar bitip başlayan bir ilişki zaten saygısını yitirmiştir. Şimdi onu düşünmekten vazgeç ve mutlu olmaya bak. Unutma hayatın senin tercihlerine göre yönleniyor. Naz’ı düşünüp mutsuz olmayı tercih edeceksen sen bilirsin!”
“İyi ama hayatım, o kadar kısa sürede ona olan duyguları bitip bana bir şeyler hissetmeye başlamış olabilir mi?”
“Ne biliyorsun ona karşı ne hissettiğini? Belki de çoktan bitti ve kadın peşinde olduğu için farklı bir birliktelik yaşadılar. Şimdi duygusuz seksin de gereksiz olduğunu, birinci sırayı almadığını anlamıştır. Duyguların olduğu ortamda tadının başka olacağını anlamıştır.”
“Dur dur yavaş ol. Ne seksi? Neler diyorsun?”
“Bir şey demiyorum. Gün gelecek ve bunlar aranızda yaşanacak. Ama eminim Poyraz yatak arkadaşı aramıyor. Onun geçmişi diğer zenginlere pek benzemez.”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Kızım biz gazeteci değil miyiz? Kimin haberi gerçek kimin ki asparagas biliriz. O adam sağlam. Bak şimdiden söylüyorum. Bu adamı damat olarak kabul ederim.”
“Sen iş yerinde ne içiyorsun? Yakalanma sakın işten atarlar. Kızım ne damadı? Daha aramızda neler olduğunu bile tam adlandıramıyorum.”
“Sen, Ercan'ın duygularından nasıl emin olmuştun? Nasıl onu bana karşı savunmuştun? İşte ben de Poyraz'dan eminim. Hep senin mi altıncı hissin devreye girecek. Bu kez benim de iş başı yapan hislerim var. Bu adam sana aşık. Yakında anlarsın sen de!” Alize duyduklarına inanmak istiyor ama kendisini boş hayallere kaptırmak istemiyordu.
“Bakalım akşam neler olacak? Çarşamba gününden beri o kadar hızlı ilerliyoruz ki anlatamam. Gün içinde de telefonlaşıyoruz. Her şey çok hızlı geliyor bazen.”
“Sen delisin. Ne hızlısı? Kaç yıl geçti bu aşkın başlangıcından bu yana? Yeter yavaşlığı artık hızlansın.”
“Haklısın aslında. Ama o beni ilk kez senin düğününde gördü. Onun için bile çok hızlı değil mi?”
“Aşk, bir saniyede doğuyor canım. Bakınız ben ve Ercan.” Gülüyor ve arkadaşını rahatlatıyordu. Alize şimdi daha iyiydi. Aslı da kaybının üzüntüsünü atmıştı. O konuyu açmadıkça Alize kesinlikle açmıyordu. Doktoru ameliyat sonrası hiçbir sorun olmadığını birkaç ay geçtikten sonra diledikleri zaman bebek sahibi olacaklarını söylediği için hepsi rahattı.
Saat üç olduğunda telefonu çalmaya başladı. Masa telefonunda olduğu için üçüncü çalışta açtı sadece ‘bir saniye’ diyerek yine diğer telefona yanıt verdi. Son yazısının sayfa düzeni ile ilgili Faruk ile konuşuyordu. Cep telefonundan arayan Poyraz da bu samimi konuşmayı dinlemek zorunda kalıyordu. Senli benli konuşmalar sadece iş içindi. Hatta görüşmenin uzayacağını anlayınca “Faruk, diğer hatta Poyraz’ı bekletiyorum. Görüşmem bitince seni arayayım mı?” diye sorunca Poyraz sevindi. Faruk telefonu kapatınca da o sevincin yansıdığı sesi ile selamladı sevdiğinden artık emin olduğu kadını.
“Nasılsın görüşmeyeli?”
“Ben iyiyim de sen nasılsın? Toplantın yok muydu?”
“Bitti ve çok yorulduğum için doping almak istedim.”
“Aldın mı?”
“Alıyorum ya!”
İş ortamı olduğu için kısa konuşuyorlardı ama bu sürpriz telefonlar iki gündür gününü güzelleştiriyordu. Olumsuz etkisi de yok değildi. Yeniden işe konsantre olmak uzun sürüyordu. Ama sesini duymak her şeyden kıymetliydi.
Akşam, saat altı olduğunda o gün ikinci kez buluştular. Poyraz, yanında getirdiği şoföre, Alize’nin arabası ile kendisini takip etmesini söylemişti. Alize anahtarları çocuğa verip, kendisi Poyraz’ın yanına geçti. Bir önceki gün gibi konuşarak kaşıya geçtiler. Bu muhabbetlerde birbirlerini çok daha yakından tanımaya başlamıştı ikisi de. Ortak zevkleri de hiç uyuşmayan zevkleri de masaya yatmıştı. Çok büyük farklılıklarının olmamasından memnunlardı.
Caddebostan’a yakın sahil yolu üzerindeki, yeşillikler içinde bahçesi olan şık bir lokantada karar kılmışlardı. Aslında Alize bu akşam ailesi ile konuşmayı ve kısa sürede de Poyraz ile tanışmalarını istiyordu. Annesi ile babası erkek arkadaşlarını hep tanımıştı ama lise yıllarındaki masum flörtleriyle şimdi karşısında oturan erkek çok farklıydı. Tanıştırmak istiyor ama Poyraz’ın yanlış anlamasından korkuyordu.
Yanlış anlamayacaktı ki! Alize’nin içinden geçenler tam da, Poyraz’ın anlayacağı gibiydi. Ama bu karşı tarafın da isteği ile olması gerektiği için, ikinci gün baskı yapan kadınlardan olmak istemiyordu. Gerçi dün akşam bahsetmesini istediğini belirtmişti ama ne kadarlık bir yakınlık anlatacaktı? Üstelik daha annesinin bile haberi yoktu. Şoke olacağı bir sahne yaratmak gereksizdi. Daldığı düşünceleri arasında mönüyü okuyor ama bir şey anlamıyordu. Garsonun masaya ikinci kez geldiğini fark ettiğinde deniz mahsulleri salatasından istedi. “Üstüne ilave somon ekleyin lütfen” dedi.
“Kilona mı dikkat ediyorsun?”
“Ben mi? Hayır, kibarlık yapıyorum. Çok yer de gözünü korkutursam bir daha yemek ısmarlamazsın belki.”
“Delisin biliyorsun değil mi? Böyle bir yanıt duymayı hiç beklememiştim. Neden salata?”
“Çünkü sevdiğim tüm deniz ürünler o tabakta. Üstelik ortaya isteyip de seninle paylaşmak zorunda olmayacağım bir şekilde talep ettim. Gördüğün gibi denizden babası çıksa yiyenlerdenim.” Sonra gözlerini hafifçe açıp parmağını tehditkârca sallayarak “Sakın elini uzatayım deme tabağımdakilere.”
“Çok korktum, asla uzatmam.”
Gülümseyerek başlayan konuşma bir süre sonra Çeşme’ye uzandı. Poyraz, uzun zamandır içinde tuttuğu ilk karşılaşmalarını anlattı.
“Yanında Alp vardı. Hatta Aslı ile eşi Ercan… Onlar da vardı. Bir çay bahçesinde oturuyordunuz. O zaman adını ilk defa duymuş ve ‘benim gibi rüzgârdan adını alan kim?’ diye bakmıştım. Seni gördüğüm an çarptın beni.”
“Yalan söylüyorsun!” O kadar şaşırmıştı ki ne dediğini fark etmemişti. Poyraz da onun gibi daha önceden mi görmüştü Alize’yi? Yani düğün değil miydi ilk karşılaşmaları? Şimdi daha da rahattı. En azından karşısındaki erkeğin ilgisi de geçmişe dayanıyordu. O geceyi anımsadı. Gri gözlüsünü gördüğünü sanmıştı. Sanmamış gerçekten görmüştü. Yıllar sonra bunu öğrenmek çok güzeldi. Poyraz onun şaşkınca ağzından çıkan sözlere yanıt verdi.
“Neden yalan söyleyeyim. 2002 yılında gördüm seni ilk defa. O zamandan beri de aklımdaydın.”
“Poyraz, ciddi misin?” Bu çok güzel ve çok özeldi.
“Alize, yalan söylemem ben. İnan çok ciddiyim. Elbette bir sürü kadın girdi hayatıma ama her gördüğüm kehribar gözlüye sen misin diye baktım. Her bal rengi saçlının yüzünü görmeye çalıştım. Sonra bir gün yeniden karşıma çıktın. Üstelik belinde o Alp denen kılıksızın eli vardı.” Sesi yine o gün hissettiği kızgınlıkla dolmuştu.
“Aaa Alp kılıksız değildir. Dünya tatlısıdır.”
“Ama o dünya tatlısı dediğin kişi yıllar önce senin yanında ve çok samimi bir şekilde oturuyordu. Hatta yüzleriniz o kadar yakındı ki, seni öptüğünü görmemek için kafamı çevirmiştim.” O zaman da kıskandığını şimdi kabulleniyordu. O yıllarda ise buna ad vermesi mümkün değildi.
“Beni öpmedi ki hiç Alp. Öpemezdi de zaten. Şimdiki eşi o zamanki sevgilisiydi ve onlar deli gibi âşıklardı birbirlerine. Hâlâ da öyleler. Ayrıca düğün gecesi tanışsaydın farklı soyadlarımız sayesinde tüm bu yanlış anlamalar çözülürdü. Çok kabaydın o gece!” Oh işte içinde kalan bir şeyi daha söylemişti.
“Tüm bunların yaşanacağını bilsem çay bahçesinde gördüğüm gece çok farklı davranırdım. Seni belki de o gece o kollardan alırdım. Belki de o gece seninle tanışmak için yanınıza gelirdim. Aslı ile seni tek başınıza yürürken gördüğümde peşinize düşerdim. Bunca yıl seni aramak zorunda kalmazdım.”
Kaderin oyunu muydu? Yoksa yaşanması gereken süreç mi? Asla yanıtını bilemeyeceği bir soruydu bu. Artık keşke demek istemiyordu.
“Düğünde beni gördüğünde, bulduğuna memnun gözükmüyordun!”
“Değildim tabii. Yine Alp yanındaydı ve parmağında gözüme soktuğu oldukça kalın bir alyans vardı, .” Alp’in konumunu öğrendiği halde hala kızgındı. Kayıp yıllar içindi kızgınlığı. Ama o kadar genç yaşta tanışsalar belki de hayat onları farklı yollara sürüklerdi.
Alize, Poyraz’ın kızgın sesine aynı kızgınlıkla yanıt verdi…
“Senin de yanında Naz vardı.”
“Doğru söylüyorsun. Ama şu an ne Naz ne de Alp var! Artık ‘biz’ varız. Ve bil ki uzun süre de biz olacağız.” İşte nihayet tüm beklentisini açıklamıştı. Bunca yıl beklediği kadını bir daha kaybetmeye niyeti yoktu. Yukarıdaki boşuna bunca yıl sonra bir araya getirmemişti ikisini. Allah onlara ikinci şansı vermişti. Bu şansı kaybetmeyecekti…
Alize duyduğu cümle ile sarhoş olmuştu. Tam, ‘ne kadar uzun süre?’ diye soracaktı ki, vazgeçti. Çünkü bu zorlamak demekti. Kendisinin ise en son isteyeceği şey zorlamaktı.
Poyraz 'uzun' sürenin kendisi için ölene kadar olduğunu bilse de, çocuksuz bir birlikteliği kabul etme ihtimali olmayan Alize için böyle bir süre olmayacağını ve ilişkileri ilerlediğinde belki de terk edileceğini düşünüyordu. Daha bir şey yaşanmadan kaybetme korkusunu yaşamaya başlamıştı. Bu kadın ne zaman damarlarında akmaya başlamıştı? Neler olmuştu Poyraz Kurt’a? Aşk bir insanı bu hale sokabiliyorsa boşuna kaçmaya çalışmıyordu insanlar.
Yemek keyifli başlasa da korkularıyla yüzleşmek zorunda olduğu bir hale bürünmüştü. Alize'yi kaybederse ne yapardı? Düşünmesi bile içini çok acıtmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder