25 Nisan 2015 Cumartesi

Alize & Poyraz 24. Bölüm

Altıda şirketin önüne geldiğinde kendisindeki heyecana anlam veremiyordu. Alize ile görüşecek olmak neden bu kadar önemliydi? Hissettikleri, asla başıma gelmez dediği aşk mıydı? Galiba aşkı. Ama ya yanılıyorsa? Ya daha önceki ilişkileri gibi bir gün biterse? İyi de daha önce hiç böyle on beş yaşındaki delikanlılar gibi heyecanlanmış mıydı? Onu görmeden nefes alamıyormuş gibi olmuş muydu? Bu gerçek aşk mıydı?

Nasıl anlayacağını bilemediği için düşüncelerini bir kenara bıraktı ve Alize’nin cep telefonunu çaldırdı. Geri kapatılınca da gülmeye başladı. Holding sahibi olmasına rağmen karşısında ekonomi yapan birisi vardı. Alize, iki dakikadan daha kısa sürede kapıda gözükmüştü. Demek ki bekliyordu kendisini. Buna neden bu kadar sevinmişti?


Aracından inip kapısını açmak için yolcu tarafına geçene kadar Alize de arabaya ulaştı. Kısacık bir öpücüğü yanağına bırakıp hemen kapısını açtı. Kendi yerine geçip hareket ettiğinde Alize yüzünde tebessümle bakıyordu. Poyraz,

“Sabah akşam görmek güzelmiş.” Dilinin ucuna gelip de söyleyemediği ise ‘Hep görmek istiyorum, her an görmek istiyorum’ du.

“Bence de” Alize, açık oynuyordu. Dolambaçlı yollara gerek yoktu. Bundan cesaret alan Poyraz,

“Yani her sabah seni almaya gelsem ve işe bıraksam güzel olur!” dediğinde Alize kahkahayı patlattı.

“Güzel ama delice olur.” Sözleri bittiğinde hala gülüyordu.

“Neden?” Gülmesine bozulmuştu biraz. Çünkü gerçekten her sabah ve akşam görmek istiyordu. Oysa Alize bunu komik bulmuştu. Oysa Alize mantıklı düşünüyor ve işi şakaya vurmaya devam ediyordu. Aslında onu her sabah görecek olmak çok hoşuna gitse de pratik olmayacaktı.

“O kadar yolu her sabah benim servis şoförüm olmak için kat etmek akıllıca mı?”

“Vay, şoförünüz mü oluyorum bu durumda güzel bayan?”

“Evet, sizin başka bir tercihiniz mi vardı yoksa yakışıklı bey?”

“Kesinlikle evet. Alize, sabahları almam gerçekten zor ama bunu ciddi olarak isterdim. Yine de bir yol bulalım. Öğlenleri iş yemeğim yoksa beraber yemek yiyelim mesela, olur mu?”

“Ama ortada bir yerlerde buluşalım. Her seferinde sen dergiye gelirsen ben bundan rahatsız olurum. Benim aslında öğlen paydos saatim de gevşek saatlerde. Aslı ile çıktığım için düzenli bir saatte çıkıyorum ama eh senin için değişikliklere katlanırım.”

“Demek bu kadar kısa sürede katlanılmak zorunda olan kişi oldum. Öyle olsun. Şimdi… Ne yapıyoruz? İkimizde karşıda oturduğumuza göre istersen geçelim orada bir yerde yeriz.”

“Olur.” Arabası iş yerinde kalacaktı bu durumda ama şimdi bunu söyleyip de planları bozmak istememişti.


Tüm yol boyu konuştular. Arada bir birbirlerine kaçamak bakışlar attılar. İkisinin de yüzünde huzurlu ve mutlu bir ifade vardı. Bir arada mutlu olmak, sessizlikte huzur bulmak, farklı şeyleri sevseler bile bunu yumuşatarak konuşmak ikisini de mutlu etmişti. Alize, hayal bile edemediği bir durumdaydı. İçinde birkaç kelebek kanat çırpmıyordu, resmen bir kelebek sürüsü midesinde düğün yapıyordu.

“Moda İskelesindeki lokantaya gidelim mi?”

“Olur. Ama o iskelenin ben de kötü anıları var.”

“Öyle mi ne olmuştu?” Poyraz tekne gezisine kötü bir atıf bekliyordu. Yanılmadı.

“Tekne gezisine oradan katıldım. Sonra senle karşılaştım. Sonra da bana veda bile etmeden çektin gittin. Üstelik sen de o iskeleden binmiştin ama başka yerde inmeyi tercih ettin.”

Poyraz Naz konusunun açılacağını sanmıştı. Oysa başka şeylerin dert edinilmesi tarifsiz bir mutluluk verdi. Çünkü bu kez Alize yanılıyordu.

“Öyle bir şey yapmadım. Alt kata indim. Senin inmeni bekledim. O Faruk zibidisi ne yapacak diye merak ettim. Ama o benim indiğimi sandığın iskelede inince sen tek kaldın. Yine de senden emin olamadım. Beni kötü terslemiştin. O an yanına gelsem yine kovabilirdin! Sonra tek başına arabana binmeni izledim. Eve gittiğinden emin olunca da bir taksiyle eve gittim.”

“Ciddi misin?”

“Ciddiyim elbette. Gecenin kaçıydı o iskeleye geldiğimizde. Faruk’u erkek arkadaşın sanmam yüzünden zaten o gece çok sinirliydim ona. Bir de seni orada bırakıp gitmişti. Gerçi buna sevinmedim desem yalan. Yine de aranızdakilerden emin olamıyordum. Dün seni görünceye kadar da hep aynı şüphe vardı içimde.”

Düne kadar kendisini düşündüğünü, aklında olduğunu itiraf etmesi Alize’yi çok sevindirdi. Görüşmedikleri on günü aynı şekilde geçirmişlerdi.

“Faruk, dünya tatlısıdır. Biraz zor dönemler geçirmiş. Benimle de erkek arkadaşı gibi muhabbet eder.”

“Seninle erkek arkadaşı gibi mi konuşuyor? Nasılmış o konuşmalar?”

“Ya işte, akşam hatuna gittim, çok güzel valla taş gibi falan, diye anlatıyor.”

“Neeeeee”

“Ay Poyraz, yani beni dertlerini anlatacağı biri gibi görüyor. Terbiye sınırlarını aşmıyor, son derece düzgün biri o.”

“Aman yeter reklâmını yapma. Ilgın’ın yaşı küçük daha!”

Poyraz, Faruk konusunda çok rahatlamasa da Alize’nin onunla şakalaşıyor olması hoşuna gitmişti. Yanında çok daha rahattı artık.

O gece Moda İskelesinde yedikleri yemek ikisini de çok mutlu etmişti. İskeledeki kötü anılar bir anda yerini çok güzel anılara bırakmıştı. Çok fazla suya sabuna dokunmadan konuşmuşlar, birbirlerini tanımaya uğraşmışlardı. Tüm gece birkaç telefon gelse de Naz hiç aramamıştı. Gece saat on olduğunda Alize eve gitmek istediğini söylemişti.

“Erken değil mi?”

“Yarın iş var. Ve sen çok erken kalkacaksın.”

“Neden?”

“Beni almayacak mısın?”

“Almaz mıyım? Aaa arabanı şirkette bıraktık değil mi? Oh buna çok memnun oldum. Tamam, bırakayım seni evine.”

Alize, saat erken olduğu için kendisini bıraktıktan sonra yeni bir plan yapacağını düşünüyordu. İçinde uyanan kıskançlığa alışkın değildi ama öğreniyordu. Alize çok kıskanç biriydi. Bunu Poyraz ile ilgili hemen her konuda hissettiği kıskançlıkla öğrenmişti. Şimdi ise tek yapmak istediği eve gittiğinden emin olmaktı ama bunu öğrenmek mümkün değildi.

“Sıkıntın ne?”

“Bir şey yok.”

“Bir sıkıntın var. Kaşlarını çattın ve sık nefes alıyorsun. Neler oluyor?” Poyraz’ın kendisini bu kadar yakından izlediğini fark etmemişti. Yalan söyleyemezdi.

“Beni bıraktıktan sonra ne yapacağını merak ettim. Saat senin için erken. Başka plan mı yapacaksın?”

Onun yaşam standardında birisinin akşamlarının boş olması düşünülemezdi. İnternette gördüğü resimler hep gece çekilmişti ve hepsi bir parti açılış ya da kutlama resmiydi. Yine öyle bir yere gidecek bile olabilirdi. Üstelik kendisini davet etmeyi aklından bile geçirmeden! İyi de ne öyle bir programı olduğunu biliyordu ne de, olsa davet edilip edilmeyeceğini. Beyni neden böyle senaryolar yazıyordu? Kıskançlığı abartılı hale geliyordu. Beyni durmadan senaryo yazıyordu. Kendisini dizginlemesi şarttı. Poyraz onun aklından geçenlerden habersiz,

“Yapsam kızar mısın?”

“Kızarım ama engelleyemem.” Hem de çok kızarım. Çıldırırım ama ne yapabilirim ki?

“Kızma o zaman boşuna. Eve gideceğim. Bu güzel gecenin üstüne, bizim takıma katlanamam.” Bu halde arkadaşlarının yanına giderse dillerinden kurtulamayacağını biliyordu. Çünkü yüzünde aptal bir sırıtma ile dolaştığının farkındaydı. Alize ise duydukları ile rahatlamıştı.

“Ben, başka bir program derken şu magazine konu olanlardan var mı, diye merak etmiştim.”

“Şu ifadeden sonra olsa da gitmem. Ama yok. Ben gerçekten çok fazla o tarz yerlerde olmam. Olmam gereken yerlerde de bundan sonra tek olmayacağım nasılsa.”

“Yani?”

“Yani, akıllı ama kıskançlıktan gözü dönen güzellik… O gecelerde yanımda olacaksın. Magazinciler sadece senle beni çekebilecek. Anlaşıldı mı?”

Alize, o kadar memnundu ki duyduklarından gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. Sesi çıkmayınca sadece kafasını salladı. Onun bu çocuksu tepkisi Poyraz’ı çok farklı etkiledi. Çok güzel ama çok masum bir yaratık vardı yanında. Tarif edecek kelime bulamadığı biri… Saçının teline zarar gelmesini istemediği biri… Kendisinden bile korumak istediği biri… Çok sevdiği biri… Evet, çok seviyordu. Bunu artık inkâr etmeyecekti. Alize’ye aşıktı. Duygularının adını koyunca rahatlamıştı.

“Sabah kaçta alayım seni?”

“Sabah yedi otuzda evden çıkmam lazım dokuzda dergide olmak için, ama o saat senin için çok erkense sorun değil. Nasılsa mesai saatim yok benim. Sen ne zaman gelirsen?”

“Erkenciymişsin ama ben de o saatlerde çıkıyorum evden. Erken işim yok. Sabah on birde toplantım var. O zaman şöyle yapıyoruz. Sabah yedi otuzda seni alıyorum. Şirkete onda bırakıyorum o arada da kahvaltımızı birlikte yapıyoruz. İkinciyi değil. İlk kahvaltıyı. Anlaştık mı?”

“Annem kafamı kopartır. Kahvaltı yapmadan yollamaz. Ona söylemem lazım bu durumda.”

Ama ne diye söyleyecekti? Hem Poyraz ailesinin hemen öğrenmesinden hoşlanır mıydı? Ama annesine hiç yalan söylememişti. Bu yaşta başlamak istemiyordu. Poyraz ise Alize’nin düşündüklerinin aksine, ailesinin bilmesinden memnuniyet duyacağını fark edince gülümseyerek “Söyle sende.” dedi.

“Söylerim.” Alize de rahatlamıştı.

Evin önüne geldiğinde Poyraz yine yanağına ama bu kez dudağı ile yanağı arasındaki noktaya küçük bir öpücük bırakmıştı. Alize, doğru düzgün öpüşmek istese de ortamın uygun olmadığını biliyor, onun da bu kadar düşünceli olmasına hayret ediyordu. Yoksa? Yoksa Poyraz, kendisi kadar hoşlanmıyor muydu? Ama öyle olsa bu kadar görüşmek için çabalamazdı, değil mi? Kötü düşünmek istemese de yüzü asılmıştı. Sonra kötü ayrılmamak için yine gülümsedi ve iyi geceler dileyerek indi arabadan.

Poyraz o yüzdeki değişimlerin hepsini tek tek izlemişti. Anlam veremese de bir şeylere üzüldüğünü anlamış, bunun ayrılmak zorunda kalmaktan kaynaklandığına inanmak istemişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder