10 Mart 2015 Salı

Sırlar, Yalanlar ve Kararlar 7. Bölüm

Üs’de ise hareketli bir Cumartesi yaşanıyordu. Çalınmış olan projeler siyasi ve ekonomik çalkantıya neden olacak boyuttaydı. Proje bir başka ülkeden ortaya çıkana kadar, çalınmış olduğu gizlenecekti. O zaman bile Türkiye’den çalındığı kabul edilmeyebilirdi. Gizli yapılan çalışmalar birçok ülkenin Türk Hükümetine karşı tavır almasına neden olacağından, bu hırsızlık sümen altı yapılabilirdi. Tüm dünya ülkeleri bunu yapsa da sadece ortaya çıkanlar suçlanırdı.  Projelerin çalınmasının yurt içinde faaliyet göstermek için kurulmuş yeni bir örgüt tarafından üstlenilmesi, şimdilik yurt dışından gelecek olan tepkileri geciktirmişti.

Adını ilk defa duydukları örgüt hakkında hiçbir şey bilinmemesi, neyi nereden araştıracakları konusunda ellerini kollarını bağlıyordu. Hükümet de askerî yetkililerde durumdan son derece rahatsızdı.
 

Albay Mustafa, emrinde çalışan iki subayının da ellerindeki projelerin çalınmasını ne kendisine ne de askerlerine yakıştıramadığı için dört koldan araştırmalara başlamıştı.  Yüzbaşı Aden’in getirdiği son CD kasasında kilitli duruyordu. Aslında asıl zanlılar iki yüzbaşı gibi görünse de onların böyle bir şey yapmayacağından emindi. Yine de resmi soruşturmayı da bugün itibariyle başlatıyordu. Çalınan proje son hali değildi. Yine de iyi bir mühendisin birkaç günde çözebileceği sorunlardı bunlar. Kasasındaki son CD ile Aden’in de sorunları çözdüğünden emindi, Albay.  Bu alaşımın patenti ile dünyaya dürbünü satabilecek konuma Türkiye gelebilecekken, şimdi teröristlerin satacağı her hangi bir ülke bunu başaracaktı. Bu hainliği içeriden birilerinin yapmış olma olasılığı, Albay Mustafa’yı çıldırtmaya yetiyordu.  Gayri resmi soruşturmalarını da ayrıca yürütüyordu!  Birazdan kızları sorgulayacak görevli gelecekti. Beklerken odasında dört dönüyor, cam duvarlardan dışarıdaki subaylar onun bu halini izliyordu.

Bugün ikisi konuşacak, olayları en başından itibaren anlatacaktı. Konfeksiyon mağazasının girişinden gelecek olan yetkili için gerekli tüm evrakları ve dökümleri, projenin işleyişini açıklayan tüm dökümanı hazırlamıştı. Üs de görevli şifreli ortamlara ulaşabilen tüm personelini tek tek gözünün önünden geçirmeye başladı.  Hırsızlığı duydukları günden beri bunu kaçıncı kez yaptığını anımsamıyordu. Çalındığı söylenen belgeler aslında yerlerindeydi. Bu da kopyalarının çıkartıldığı demek oluyordu. Kopya çıkartılması için en uygun ortamlar Aden ile Çiğdem’in çalıştıkları yerlerdi. Buralarda yirmi dört saat izlendiği için tuhaf bir şeye rastlanmamıştı. Yine de kamera kayıtlarının incelenmesi devam ediyordu. Saat atlaması olup olmadığını anlamak için çok dikkatli izlemek zorundaydılar.

Düşünmek için attığı voltalardan yorulduğunu hissetti, Albay Mustafa.  Masasına oturup, ellerini çenesinin altında birleştirdi. Bu işi en kısa sürede çözmesi gerekiyordu.  Patent için ise deneylerin başlaması ve gerekli başvuruların bir an önce yapılması şarttı.  Hem suçlunun bulunması, hem patentin önce çıkartılması hem de terör örgütünün çökertilmesi. Hepsi aynı anda yapılmalıydı.

Albay Mustafa, kapısının çalınması ile düşüncelerinden sıyrıldı. “Girin” dediğinde gelenin soruşturma için beklediği yetkili olduğunu biliyordu. Kendi boylarında oldukça yakışıklı genç bir erkek girmişti kapısından.

“Albayım, ben binbaşı Erhan Ertaş”
***
“Hoş geldiniz.”
 “Teşekkür ederim, albayım”
 “Erhan binbaşı, durum sana sanırım açıklanmadı. Ne kadar bilgin var önce seni dinleyeyim. Sonra bilmen gerekenleri sana aktaracağım.”
 “Konu hakkında tek bildiğim, konfeksiyon mağazasından buraya geçmem gerektiği. Başka hiçbir bilgiye sahip değilim. Sadece çok gizli bir görev olduğu söylendi.”
“O konfeksiyon mağazası, buraya tam bir buçuk kilometre uzakta. Yani hiç birimizin şüphelenmeden girip çıkabileceği iki ayrı giriş ve çıkış kapısı olan bir dükkân. Bundan da anlayacağın gibi, burada çok gizli araştırmalar yapıyoruz. Son zamanlarda TSK tarafından açıklanan yeni üretilen savunma silahlarının çoğu buradaki uzman ekip tarafından hazırlandı. Daha önce yaşananları anımsarsın. Birçok profesörümüz çeşitli şekillerde kazalara kurban gitti. Çok iyi fizikçilerimizi, çok başarılı mühendislerimizi, alakasız gibi gözüken kazalarda kaybettik.  Devlet, yeni yetişen beyinleri başka kazalarda kaybetmemek için gizli bir bölüm kurdu. Farklı konularda araştırmalar bu gizli üs de yapılıyor. Çok sayıda giriş kapısı var. Hepsi bizim denetimimizde.  Giriş ve çıkışlar maksimum güvenliklerle denetleniyordu.  “du” diyorum. Çünkü dün öğlene doğru, genelkurmaya gelen bir ihbar telefonu iki mühendisimizin son aşamaya getirdiği projelerinin çalındığını haber verdi. Bu mühendisler, işlerinde uzman, birçok projeye imza atmış kişiler. Kendilerine güvenimiz tamdı. Tabii artık şüpheli konumundalar. Yaşam tarzları ve ne iş yaptıkları, bu dosyalarda var. Önce dosyaları okursanız, soruşturma için faydası olabilir. “
“Tutukluları ne zaman görebilirim?”
“Tutuklu değiller. Özellikle tutuklatmadım. Soruşturma süresince de tutuklanmalarını istemiyorum. “
“Emin misiniz, efendim? Prosedürlere göre tutuklanmaları gerekmez miydi? Ayrıca susturulma ihtimallerine karşı, tutukluluk hali koruma da sağlamış olurdu.”
“Burada normal prosedürler pek uygulanmaz. Ben de bu subaylarımın tutuklanmasını istemiyorum. Zaten suçlularsa uzun yıllar hapis yatacaklar. Ayrıca güvenliklerini sağlamak için gerekli izinleri alacağım. Bu konuda çalışmalar da başladı. Suçlu bile olsalar, daha önceki çalışmalarından dolayı korumak görevimizdir. Onlar yakın takibi fark edecek şekilde yetiştirildiler. Bu nedenle uzak takiple korunuyorlar. İçiniz rahat olsun. Bu arada suçları sabit görüldüğü takdirde gereken cezayı biz veririz. Şimdi sizi çalışacağınız odanıza götürsünler. Yalnız asla bu bilgiler dışarıya çıkmayacak. Tüm görüşmeleriniz burada yapılacak. Her ikisi ile de dışarıda görüşmeyeceksiniz.”
“Emredersiniz, Albayım.”
***
Her ne kadar kıyafetler sivil de olsa, askerî eğitim almış, kurallara alışmış bir Binbaşının burada yapılan uygulamayı hemen algılaması beklenemezdi. Albay Mustafa, kafası karışmış binbaşıyı gözleri ile takip etti. Erhan binbaşı, dosya ve diğer belgeleri kolunun altına alıp, kalanını da kendisine odasını gösterecek olan sekretere bırakarak selam verdi ve odadan çıktı.

Erhan, aldığı görevin ağırlığını henüz hissedemediğinin farkındaydı. Dosyaları okumaya başladığında neyin ne olduğunu anlayacağını düşünerek, kendisine gösterilen odaya girdi. Burası, oldukça aydınlık ve rahatça çalışabileceği şekilde düzenlenmişti. Tüm odaların ısısı yirmi iki dereceye ayarlanmıştı. Masanın üstünde bilgisayar ve telefondan başka bir şey yoktu. Çekmecesini açtığında ihtiyacı olabilecek her türlü kırtasiye malzemesinin hazır olduğunu görünce, hafifçe gülümsedi.  Sonra dosyaları masanın üstüne yerleştirmeye başladı. Önce kapaklarında yazılanlara baktı. Çiğdem Yılmaz.

            “Bayanmış biri” dedi. Hiç beklemiyordu bir bayanı soruşturacağını. Böyle bir görevde erkek personel beklediğini fark edince kendisine kızdı. Ayrımcılık ne zamandan beri karakteri olmuştu? Dosyayı eline aldı. Merakla kapağını açtığında çok güzel bir bayan resmi ile karşılaştı. Şaşkınlıkla bakmaya başlamıştı. Hemen kişisel özelliklerine göz gezdirdi. Yirmi sekiz yaşında, bekâr, 1.73 boyunda ve değişmemiş ise altmış beş kilo olduğu yazılıydı. Bu bilgiler sık güncellendiği için karşısında gerçekten güzel bir bayan olduğuna kanaat getirmişti. Kısaca dosyaya bakıp kapatmıştı.
Diğer dosyayı eline aldığında Aden Sarp ismini okudu. Yabancı uyruklu mu bu, diye düşünürken dosyanın kapağını açtı. Çiğdem’den sonra ikinci bayan resmi ile karşılaşınca neye uğradığını şaşırdı. Hem de bu kadar güzel bir bayan görmeyi hiç beklemiyordu. Çiğdem de güzeldi ama Aden çok daha güzeldi. Hemen bilgilerini taradı. Bu da yirmi sekiz yaşındaydı. Bekârdı ve boyu iki santim daha uzundu Çiğdem’den. Aynı kilodaydılar. Askerîye’nin seçme yaptığına kanaat getirmeye başladı. İki çok güzel bayan subay! Sonra aklından geçenlere şaşırarak işine döndü.
Aden adı nereden geliyordu acaba? Hemen bilgisayarını açtı, verilmiş şifreyi girdi ve önce şifreyi değiştirdi. Sonra kelimeyi arama motoruna yazdı. Bir sürü “Aden” açıklamasından sonra nihayet buldu. Cennet bahçesi demekmiş!

Ela gözleri resimden bile insanın içine işliyordu. Erhan, bu soruşturmanın gidişatı için kendisini toparlaması gerektiğine karar verdi. Güzel bir kadınla ilk defa uğraşmayacaktı. Dosyayı okumaya devam etti. Bu bilgilerin neden bilgisayara ortamında olmadığını, dosyanın ilerleyen sayfalarında anlamıştı. Bir insan hayatının bu kadar değiştirilmesini kabul edip sonra da vatanına ihanet edebilir mi? Elbette edebilir. Herkes çiğ süt emmişse ve herkesin bir bedeli varsa vatanı satmanın da bedeli vardır!
Başarılarının sıralandığı dosyada, son üç buçuk yıldır gizli görev altında yaptıkları yazılıydı. Bunları okudukça her iki bayana da hayranlık duymaya başlamıştı. Aldıkları eğitimlerin yanı sıra kabullendikleri bu ikili yaşam için takdiri hak ediyorlardı. Acaba gerçekten suçlular mıydı? Yoksa bir komploya mı kurban gidiyorlardı? İşte kendi görevi burada başlıyordu. Üstelik şimdi bu görevi büyük bir heyecanla yapmak istediğini fark ediyordu. Dosyalara dönmeden önce kendisine yardımcı olacak sekreterinden kahve istedi.  İlk yudumunu alıp yeniden Aden Sarp’ın dosyasını aldı eline.

*** 

Aden, karşısında oturan, kahvaltı tabağındakileri iştahla yiyen adama dikkatle bakıyordu. Kimdi bu Ferhat Kaya? Kartvizitindeki firma adı da, kimliğindeki tüm bilgilerde aklındaydı. Hepsini araştıracaktı ama sahtesini yapmak o kadar kolaydı ki. İşte bu nedenle konuşmalarıyla açık vermesini bekleyecekti. Tabii kendisi de açık vermemek için azami dikkat gösterecekti. Şu ana kadar sadece havadan, manzaranın güzelliğinden, gül reçelinin lezzetinden konuşulmuştu. Her ikisi de aileleri ve yaşamları hakkında tek kelime etmemişti. Her cümle tuzak kokuyordu aslında! Aden, belirsizlikleri yok etmek için soru sormaya başladı.

            “Ailen hayatta mı?”

            “Evet,  Merzifon’da yaşıyorlar. Seninkiler?”

            “Uzun yıllar önce kaybettim. Uzak akrabalarım var. Fakat hiç birini tanımıyorum. Yan yana gelsek bile tanıyacağımı sanmıyorum.”

            “Neden irtibat kurmadın? Ailem yok diyorsun? Tek başına zor olmadı mı?“

            “Yirmi yaşındaydım kazada öldüklerinde. O zamanda şimdiki gibi kendi ayaklarımın üstünde duruyordum. Hayatımda değişen tek şey onların yokluğu oldu. Hala da arıyorum ailemi. Koskoca sekiz yıl geçti ama acısı çok taze. Akrabalarımın ise ne adlarını ne nerede olduklarını bilmiyorum. Çünkü çok uzak akraba onlar. Hiç biri ailemin cenazesine bile katılmadı. Daha doğrusu ulaşılamadıkları için haber verilemedi. ”

Aden neredeyse ağlayacaktı. Gözleri dolmuştu. Oysa anlattığı bu hayat, kimliğine büründüğü Ayşe Sevengül’ün hayatıydı. Yine de acısını paylaşmaya alışmıştı, Ayşe’nin. Ayşe’nin kendisi ise ailesi ile aynı kazada öldüğü halde kayıtlarda hala yaşıyor gözüküyordu. Gerçek hayat hikâyelerine ihtiyaç duyulacağı için yapılmış küçük gibi gözüken, büyük oyunlardan biriydi bu da. Uzun yıllardır kullanılan yöntemlerdendi aslında. Kazazede hastanede gibi lanse ediliyor, eğer ailesi yoksa ya da uzakta ve bağlantısı olmayan kişilerse o kimlikler kullanılmak üzere işleme alınıyordu. Her zaman uygun bir gizli servis elemanı ya da istihbaratta görevli birisi bu kimliğe bürünebiliyordu. Gerçek kişi gerçek hayat hikâyesi…

Ferhat’ın tepkisini bekliyordu!

Ferhat ise dinledikleri ile Ayşe’nin yüzündeki ifadeyi karşılaştırdığında neredeyse dinlediklerinin gerçek olduğuna inanacaktı. Doğruları bildiği halde izledikleri karşısında içinde oluşan beğeniye anlam veremiyordu. Bu kadın çok tehlikeliydi.  Yüzüne üzgün ifadeyi yerleştirdi. Madem o oynuyordu, kendisi de aynı oyuna katılacaktı.

            “Çok üzücü bu hayatta yalnız kalmak! Arkadaşların falan var mı? Gerçi Fulya’yı tanıdım ama hayatında başka kimse var mı?”

            “Hayır, hayatımda çok kimse yok. Birilerini hayatıma sokacak kadar vaktim de yok isteğim de. Fulya bana yetiyor.”

            “Eh artık bir de ben varım!”

            “Sen, arkadaşım değilsin. Seni tanımıyorum. Kısa sürede de iş için yine gideceğine göre bu sınıfa giremezsin.”

            “Hep böyle gerçekleri dan diye söyler misin? Ben henüz arkadaşın değilim. Zaten arkadaşın olmak da istemiyorum. Kısa süre sonra iş için kim bilir nereye gideceğim. Yine de İstanbul’a her döndüğümde görüşmek isterim.”

            “Bakalım, fırsat olursa görüşürüz.”


*** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder