Aslında
kestirip atmak istiyordu. Çekici, saçı ve küpesi ile biraz aykırı ve oldukça
yakışıklı bir erkek olması kendisine yakınlaşmasının ardında başka niyetler
olmasına engel değildi. Zaten yeni işine başladığından beri içinden bir an bile
çıkmayan şüpheleri yüzünden kimse ile arkadaşlık yapamaz hale gelmişti. Tek yaşamak
sadece Çiğdem ile konuşmak kendisini çok yormaya başlamıştı. Gülmek eğlenmek
kafasını dağıtmak istiyordu. Yine de açık verme korkusu ile kendisine biçilmiş
hayatı yaşamaktan öte geçemiyordu. Bu görevden önceki hayatında yüzü de gözleri
de hep gülerdi. Üstlerinin olmadığı her ortamda neşeli oluşuyla bilinirdi.
Şimdi ise neredeyse hiç gülmüyordu yüzü… Eski yaşamına özlemi en çok böyle
zamanlarda artıyordu…
“Tamam, en azından bunu söz olarak kabul edebilirim. İyi de sana nasıl ulaşacağım. Cep telefonu numaranı hala vermeyecek misin?”
“Cep telefonum gerçekten yok. İhtiyacımda yok. Evde normal telefonum, iş yerinde de iş telefonum var. Fulya ile görüşürken ikisi yeterli.”
“Benim, bu telefonların numaralarını almam mümkün mü?”
“Tamam, en azından bunu söz olarak kabul edebilirim. İyi de sana nasıl ulaşacağım. Cep telefonu numaranı hala vermeyecek misin?”
“Cep telefonum gerçekten yok. İhtiyacımda yok. Evde normal telefonum, iş yerinde de iş telefonum var. Fulya ile görüşürken ikisi yeterli.”
“Benim, bu telefonların numaralarını almam mümkün mü?”
“Ev numaramı verebilirim. İş yerimden özel görüşme yapmam yasak.”
“Oh buna da şükür. Bu isteğime de hayır diyeceksin diye çok korktum.”
“Abartma, nasılsa evimi öğrendin. Telefonumu bilmende bir sakınca yok.” demiş, tam peçeteye yazacakken, uzatılan cep telefonuna tuşlamaya başlamıştı. Kayıt Ayşe Sevegül olarak yazılmıştı. Kayıtlı haline bakan Ferhat, gülümsemeye başladı.
“Çok ciddi bir ifade oldu bu.”
“Hayır, ciddi olması için değil karıştırılmaması için soyadımı yazdım. Kaç Ayşe tanıdığını bilemem.” Ferhat ses tonundaki kinayeyi algılamıştı. Yine de belli etmemek için gülmesini engelledi ve kafasını sallamaya başladı.
“Biliyorum sadece şaka yapmaya çalışıyordum ama seninle şakalaşmak zor. Her şeyi çok ciddiye alıyorsun.”
Bu konuda haklıydı, Ferhat. Şimdi içinde bulunduğu hayatı fazla ciddiye alıyordu. Çiğdem kendisi gibi değildi. O daha neşeli, daha pozitifti. Hatta Aden ile çoğu zaman bunun yüzünden tartışırdı. Hayata biraz rahat bak der, dediğini dinlemediği zaman da küsermiş gibi yapardı. Oysa Aden de eski yaşamında Çiğdem gibiydi. Belki de bu kadar iyi anlaşmalarının ardında yatan bu benzerlikleriydi…
Bunları düşünürken saatine baktı. Neredeyse öğlen olmuştu. Artık evine gitmesi gerektiğini düşünerek kıpırdanmaya başladı sandalyesinde.
“Kalkalım mı?”
“Evet, lütfen, evime gitmek istiyorum.”
“Hemen gitmen şart mı? Biraz gezelim bugün. Uzun zamandır İstanbul’da değildim. Boğaza gitmek istiyorum. Sahilde yemek yer, sonra döneriz.”
“Yok daha fazla meşgul etmeyeyim seni. Başka zaman gideriz.”
“Beni rahatsız etmiyorsun. Başka hiçbir işim yok. Tüm günümü seninle geçirmek istiyorum. Lütfen kırma beni.”
Aden, sözde ısrarcı olmayan bu ısrara itiraz etmek istemiyordu. Aslında emrivaki ile başlamış günü gayet hoş geçiyordu. Yine de her an tetikte olmak yorucuydu. Bir süre düşündü ve teklifi kabul etti. Hesabı ödeyip arabaya geçtiklerinde saat tam on iki olmuştu. Yavaş yavaş Kartal sahil yolunu bitirdiler. Bağdat Caddesinde yoğunluk fazlaydı. Yine yavaş yavaş yol aldılar. Havadan sudan muhabbet ediyorlar, Ferhat yeni açıldığını fark ettiği mağazaları uzaktan da olsa inceliyordu. Büyük kitapçıların birinin önünden geçerken o an aklına gelmiş gibi, “Kitap bakalım mı?” dedi.
“Olur” yanıtını alınca da hemen arabayı park edecek boş bir cep aramaya başladı. Birkaç yüz metre geçtikten sonra, başka bir arabanın çıktığı yere park etti. Kitapçıya doğru yan yana yürüdüler. Kaç yıldır yeni kitap almamıştı, Aden. Kitapçının kokusunu doya doya içine çekti. Yeni kitapların kağıt kokusundan her zaman hoşlanmıştı.
“Neyi kokluyorsun?”
“Kitap kokusunu.”
“Kitap kokusu mu? Öyle bir koku mu var?”
“Sen duymuyor musun? Mis gibi kitap kokuyor. Sahaflarında kendine has kokusu vardır. Ben genelde sahaflardan okunmuş kitap almayı tercih ediyorum. Yine de yeni kitabın kokusu başka…”
“Bakalım ben de duyabilecek miyim o bahsettiğin muazzam kokuyu?” ciddi ciddi koklamaya başladı kitapçıyı. Ama yüzündeki ifadeden hiçbir şey duymadığı belli oluyordu. Ya da duyduklarını ayırt edemiyordu. Bu haline gülmeye başlayınca sözde sert sert Aden’e bakıp reyonlar arasında yürümeye başladı.
Araştırmaların yer aldığı kitapların olduğu raflara gitti Aden. Rast gele bir kitap aldı raftan. Sayfaları eliyle tarayıp kokusunu duyması için Ferhat’ın burnuna yaklaştırdı. Uçuşan yapraklar arasından bahsettiği kokuyu algıladığında gözleri gülmeye başlamıştı.
“Gerçekten hoş bir kokuymuş. İlk defa duydum desem.”
“İnanırım yüzünün şaşkın ifadesi hâla duruyor.”
“Beni şaşırtmayı başardın gerçekten. Üstelik aldığın kitap da ilginç bir konuya sahipti. , gıdaların nasıl ambalajlandığından nasıl silah olarak kullanıldığından bahseden bir kitap! Okumuş muydun?”
“Hayır okumadım. İlgimi çeken bir konu değil. Ben, daha hafif kitapları tercih ederim. Eğlenceli olmalı. Aşk olmalı. Yoksa öyle gerilimler, polisiyeler ya da silahlarla işim yok.”
“Eh sana da aşk romanları yakışır. Gel onlara bakalım.”
“Aa yok şu an kitap almak istemiyorum. Hem ben sahaflardan almayı tercih ediyorum dedim ya. Üstelik oralardaki kitaplara önceki okuyucularında kokuları siniyor. “
“ Takmışsın sen bu kokuya. Neyse gezelim bakalım beğendiğimiz bir şeyler olursa alırız. “ Raflar arasında kapağına göre, duyumlarına göre kitapları ellerine alıp inceliyor okumak istediğine karar verdiklerini kolunun altına sıkıştırıyor, başka bir kitaba yöneliyordu. Aden ise bir çok güzel kitabı görmemezlikten geliyor, mesleki kitaplara içi giderek bakmamak için gözlerini kaçırmaya uğraşıyordu. Sonunda gözleri ele vermesin diye aşk romanlarının olduğu yere yürüdü. Hiç olmazsa bu kitaplar tehlikesizdi. Ya da o öyle sanıyordu! Çünkü kısa süre sonra Ferhat da yanına gelmiş, rast gele seçtiği kitabın başlığına bakıyordu. Bakirenin Aşığı. Aden, kulaklarına kadar kıpkırmızı olduğunu hissediyordu.
Ferhat ise neredeyse bu haline kahkahalarla gülecekti. Yine de
dayanamamış hafif bir sesle gülmüştü. Aden, alelacele kitabı raftaki yerine
koydu. Şansına lanet ederek birkaç adım attı. Onun bu utangaç ve kaçar hali çok
hoşuna gitti Ferhat’ın. Ama utanması kendisi için kötü olmuştu. Kafasını hiç
Ferhat’tan tarafa çevirmiyordu. Neredeyse bir saate yakın kitaplar arasında
gezindiler. Bazen tek tek bazen ikisi bir arada kitapları incelediler.
Ferhat kolunun altına sıkıştırdığı sekiz kitapla kasaya doğru yürüdü. Aden’e
“bir dakika bekle, bir kitap daha vardı almam gereken” dedi ve reyonlar
arasında kayboldu.
Aden, hangi kitabı alacağını tahmin ediyor ve böyle bir şey yaparsa kafasına geçirmek için kendisini hazırlıyordu. Çıkışa doğru bir kaç adım attı. O kitabın parasını öderken veznenin orada olmak istemiyordu. Ferhat, son aldığı kitabı da vezneye uzattı. Aden'in kapıya doğru yürüdüğünü görmüştü.
***
Aden, hangi kitabı alacağını tahmin ediyor ve böyle bir şey yaparsa kafasına geçirmek için kendisini hazırlıyordu. Çıkışa doğru bir kaç adım attı. O kitabın parasını öderken veznenin orada olmak istemiyordu. Ferhat, son aldığı kitabı da vezneye uzattı. Aden'in kapıya doğru yürüdüğünü görmüştü.
***
Aden, kızgın bakışlarını çevirdiğinde gülümseyen bir yüzle karşılaşacağını biliyordu. “Kabul edemem.” diyerek kestirip attı.
“Lütfen alır mısın! Önce oku ki gezeceğimiz yerleri ona göre seçelim.”
“Ne gezmesi, neyi okuyacağım. Haritamı aldın?”
“Ayşe, şu paketi alıp içine bakar mısın? Eminim hoşuna gidecek. “
Ferhat, aklından geçenleri az çok tahmin ediyordu. Çünkü şu an tüm yüzü Ayşe'yi ele veriyordu. Tanıştıklarından beri ilk kez Ayşe, maskesizdi. Tereddütle uzattı elini. Sanki bombalı pakete bakıyormuş gibi korkulu gözlerle poşeti araladı. Sonra da gülümseyerek içindekini çıkarttı. Rafların aralarında gezerken bu kitabı epey incelemiş fiyatını görünce de yerine bırakmıştı. Sahaflara düşerse alırım diye aklına not etmişti. Bu kadar az tanıdığı birisinden hediye almak çok doğru gelmiyordu. Yine de kitaba hayır diyemeyeceğinin farkındaydı. Evliya Çelebi'nin Günümüz Türkçesi ile İstanbul adlı eseriydi elindeki.
“Okuduktan sonra sana veririm” dedi.
Mahcup halinin daha da güzelleştirdiği yüzüne dalgın gözlerle bakıyordu, Ferhat.
“Sen oku sonra Eski İstanbul’da nereleri görmek istediğimize karar verip öyle gezelim.”
“Sen tatilde olunca benim de tatilde olduğumu sanıyorsun galiba. Bir yarınım var, ki yarın işim var. Gezecek günüm yok. Ben okurum sana söylerim, sen gezer sonra istersen bana anlatırsın.”
“Yani bu durumda bana, yeniden görüşme sözü vermiş oluyorsun!!!”
“Şey, sanırım evet. Ama istemezsen kendini mecbur hissetme.”
“İstiyorum. İstediğimi de biliyorsun. Şimdi arabaya binelim ve yemek yiyecek bir yerler bulalım. Seni sahilde bir yerlere götürmek istiyordum. Çengelköy tarafına gidelim mi? Çok güzel balıkçılar vardır.”
“Bak, dünden beri çok zahmet verdim sana. Beni evime bırak istersen. “
“Şu gereksiz kibarlıkları bir yana bırakır mısın? Ben, seninle vakit geçirmek istiyorum. Balık tamam mı?”
“Tamam.”
İstanbul trafiği yüzünden öğleden sonra ancak gidebilmişlerdi Çengelköy’e. Gerçi sabahki kahvaltı uzun süre tok tutmuştu. Yine de lokantadan içeri girdiklerinde acıktıklarını fark ettiler. Balık lezzetli, yanında içilen şaraplar keyif vericiydi. İki saate yakın hem yemek yediler hem konuştular. Bu kez daha çok Ferhat konuşmuş, yurdun dört bir yanında gördüğü yerleri anlatmıştı. Aden, bu konuşmalar arasında Ferhat hakkında ipuçları arıyor fakat dikkat çeken hiçbir şeye rastlayamıyordu. Ferhat, ya gerçekten kendisini beğenmiş ve arkadaş olmak için çaba sarf eden biriydi, ya da çok başarılı bir oyuncu! Eğer ikincisi ise, gerçek amacının ne olabileceğini düşünmek Aden’i rahatsız ediyordu. ‘inşallah yanılıyorumdur’ düşünceleri geçiyordu aklından aralıksız. Bu düşünceleri yüzünden hata yapmaktan, açık vermekten korkuyor bu güzel günü bir an önce bitirmek istiyordu.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder