28 Mart 2015 Cumartesi

Sırlar, Yalanlar ve Kararlar 25. Bölüm

Şimdi asıl suçluyu bulmak için neler yapacaklarını düşünmeliydiler. Elbette ilk olarak Serpil ile ilgili bir şeyler yapılması gerekiyordu. Aden, onun hakkındaki tüm bildiklerini aktardı. Başarıları çok yakındı. Rütbeleri aynıydı. Hiçbir zaman birbirlerine engel olacak konumlarda çalışmamışlardı. Tek farkları girdikleri sınav dereceleriydi ki bunda da ne torpil ne hile olamayacağı için bilgi birikimlerindeki farklılıktan kaynaklanıyordu. Serpil bunu hırs yapmış birisi olabilir miydi? Olsa bile bunca yılda en ufak bir sürtüşme yaşamamış olduğu kişiye nasıl diş biliyor olabilirdi? Aden tüm bunları konuşurken, aklına çiçeğe iliştirilmiş not geldi. Tam bire bir örtüşmese bile “akıllı kızdır” ile “akıllı ol” benzeşiyordu.

Serpil kendisine üs de devamlı bir görev isteyip istemediğini sormuştu. Bu hiç konu olmamıştı ki! Hem nasıl bir görev vardı burada Aden’e verilebilecek? Bunları Erhan’a anlattığında, artık bu şüpheleri kendilerinde gizli tutmakla çözemeyeceklerini anlamışlardı. Üs ile ilgili araştırabilecekleri hiç bir yer yoktu. Üs, başkaları tarafından bilinen bir yer olmadığına göre, kimden neyi öğrenebilirlerdi? Tek yol içeriden bilgi almaktı. Albay ile konuşmak da şu an çok cazip gelmiyordu. Yine aynı şekilde Binbaşı Ahmet’e de soramazlardı. Tek ihtimal Binbaşı Kazım kalıyordu. Sekreteri toplantıda olduğunu en iyi ihtimal yarım saat kadar sonra çıkacağını söylediğinde beklemekten başka yapacak bir şeyleri kalmamıştı. Eğer akıllarına gelen doğru ise bu iş çözülmüştü. Aden sanki her şey yoluna girmiş gibi hissediyordu kendisini. En azından iş hayatı yola girecek gibi gözüküyordu.

 
Dakikalar kağnı hızıyla ilerlerken sekreterden toplantının bitti haberi geldi. Erhan Binbaşı, telefonda Kazım Binbaşı ile kısa bir görüşme yaptı. Birkaç dakika içinde Binbaşı, Erhan Binbaşının odasındaydı. Erhan Binbaşı ise, Aden'in orada olmasının doğru olmadığını düşündüğünden, üst kata göndermişti.

Erhan binbaşı, konuyu kısaca özetleyip üsle ilgili bilmedikleri bir konu olup olmadığını sordu. Elbette bunu yaparken Binbaşı Ahmet ile Albay Mustafa’nın zanlılardan ikisi olduğunu açıkça ifade etmedi. Kazım albay'ın verdiği yanıtları dinledi. Duydukları ile gülümsemeye başladı… Sorunun anlaşıldığını, doğru iz üzerinde olduklarını düşünüyordu. Şimdi ise tek sorun vardı bunu itiraf ettirmek. Binbaşı Kazım, bu konuda kendisi de yardımcı olabileceğini söylemişti.

Öğle yemeği saati geçtiği için o gün ne yapabileceklerini bilemeden iki erkek uzun bir süre düşündü. En kolay yol bir laf atmak ve tepki beklemekti. Suçlama öncesi başka delillere de ihtiyaç vardı. Oysa o gün böyle bir durum sağlanamıyordu. Aden ise üst katta büyük heyecanla yanıt bekliyordu.  Gelen e-postayı gördüğünde heyecanlandı ama şifreyi çözüp içeriği okuduğunda omuzları düştü. Bugün hiçbir şey yapamadıklarını bildiriyorlardı. Bunca gündür sıkıntıyla beklemişti, bir gün daha beklerdi. Hem şu an aklında olanları yeniden sıraya koyması doğru kişiyi suçlayıp suçlamadığını gösterecekti. Çünkü kendi yaşadıkları ile üç kişinin üs dışında olduğu günler ve saatler çakışıyordu. Ya bu üç kişi ortak iş yapıyorsa? İşte en acı nokta bu olurdu. Albay Mustafa’ya olan inancının yıkılması hayata olan inancının sarsılması demekti.

O geceyi evinde tek başına geçirecekti. Çiğdem artık kendi evine dönmüştü. Servisten indiğinde yeni bir sürprizle karşılaşmaktan korkarak binaya doğru yürüyordu. İstemsizce gözü jeepi arıyordu. Suçlandığı konuyu düşünmediği her an aklında Ferhat vardı. O kadar çok özlemişti ki, sanki kokusunu duyuyor gibi hissettiği anlar, yanındaymış gibi uykudan uyandığı geceler bitmek bilmiyordu. Delirmekten korkmaya başladı. Çünkü bu kadar kısa sürede bu kadar derin bir sevgiyi normal bulamıyor, yine de onu düşünmekten, özlemekten, gözyaşı dökmekten vazgeçemiyordu.

Bomboş eve girdiğinde canının hiçbir şey yapmak istemediğini fark etti. Çiğdem varken zorla da olsa yemek yiyordu ama bu akşam onu da yapamayacaktı. Hava çok sıcaktı. Haziran ayı tahminlerin üstünde sıcak yaşanıyordu. Duşa girdikten sonra üstüne askılı bir elbise giymek için dolabın kapağını açtığında Ferhat’ın aldığı elbiseyi gördü. Önce kapağı kapattı. Sonra yeniden açtı. O elbiseyi giydiği gün yaşananları tek tek anımsadı. Çok güzel bir geceydi. En başından en sonuna kadar! Evet artık ağlamayacak yaşadığı güzellikleri düşünecekti. Yarın yeni bir gündü! Belki de çok güzel bir gün!


Çarşamba günü aşağıya indiğinde Erhan binbaşının yüzünün güldüğünü gördü. Neler olduğunu soramadan yine albay odaya girince, hayal kırıklığı ile koltuğunun yanına geçti. Albay Mustafa karşısındaki koltuğa oturmuş yeni gelişme olup olmadığını soruyordu. Binbaşı Kazım, bir açık vermiş olabilir korkusu ile seslerini çıkartmadan sadece sorulara yanıt verdiler. Albay odadan çıkarken Aden’e baktı.

            “Benimle odama gelir misin? Bir şey söylemem lazım.

Erhan, hemen “Dilerseniz ben çıkayım efendim” dediğinde, gerek olmadığını söyleyip, odasına doğru yürüdü. Aden de bir şey anlamadığını belli eden bir mimikle Erhan binbaşıya baktıktan sonra ardından çıktı. Odaya girdikten sonra kapısını sıkıca kapattı, albay. Koltuğuna otururken Aden’e de yer gösterdi. Aden korkuyla terlediğini hissediyordu. Kazım binbaşı, bir şeyler mi söylemişti? Acaba o da mı işin içindeydi? Aden bunları düşünürken hiç ummadığı bir soruyla karşılaştı.

            “Aden, Erhan binbaşı seni rahatsız ediyor mu?

            “Anlamadım efendim!”

            “Erhan binbaşının sana karşı duygularının ne yönde olduğunu anlamayan kalmadı. Sense ya farkında değilsin ya da bunu güzel gizliyorsun. Şu an amirin olarak değil bir büyüğün olarak soruyorum. Az önce odaya girdiğimde ikinizin de yüzünün şekli beni rahatsız etti. Sana karşı uygunsuz bir davranışı oldu mu?”

            “Hayır efendim. En ufak bir uygunsuz davranışla karşılaşmadım. Duygularının yönünü de bilemem. Bu konuda hiçbir şey konuşmadı. Ayrıca benim ne durumda olduğumu en iyi bilen sizsiniz. Şu an benim hayatıma girebilecek kimse yok efendim. Eğer uygunsuz bir şey olursa bunu söyleyeceğimi de biliyorsunuz.” Hızlı hızlı konuşup durumu açıklamıştı.

            “Tamam o halde. Bir an kurda kuzu mu teslim ettim diye korktum. Peki sen neler yapıyorsun? Ferhat hiç arayıp soruyor mu?”

            “Hayır efendim. Bana ulaşabileceği bir telefon yok. Tek bildiği Çiğdem’in telefonuydu. Biliyorsunuz bir haftayı aşkın süredir o da evine gitmediği için, aradıysa da ulaşamadı.”

            “Sesin, aramamış olabileceğini düşündüğün için mi o kadar buruk?”

            “Bilemiyorum efendim.”

            “Onun hakkında bilgi istersen bana sorabilirsin.”

            “Anlayamadım efendim. Siz onu izletiyor musunuz?”

            “Elbette. İster misin, neler yaptığını anlatayım mı?”

            “Hayır efendim. Yeniden en başa dönmek istemiyorum.”

            “Sen bilirsin. Tamam başka bir şey yoksa çıkabilirsin.”

            “Teşekkür ederim efendim.” Diyerek kapıya doğru yürüdü. Tam kapı kolunu tuttuğunda dayanmayıp, “O nasıl?” diyebildi. Sevecen gözlerle bakan albay bir an sustu. Sonra, “sen ne kadar iyiysen o da o kadar iyi.”  dedi.

Aden, başını sallayıp daha da üzgün bir yüz ifadesiyle odadan çıktı. Albay ardından bakıp başını iki yana sallayıp koltuğuna oturdu. Bu işin sonu nereye varacaktı?

Aden, Erhan binbaşının odasına girmeden önce yüzündeki ifadeyi düzletti.  Yerine oturduğunda Erhan kısa bir an baktı ve bir şey sormadı. Aslında neredeyse olayı çözdüklerini düşündükleri için diğer iki kişi üzerine dün yoğunlaşmamışlardı. Bugün ise öğlene kadar vakitleri vardı ve Binbaşı Ahmet ile işe başladılar. Birkaç veri dosyasını toparlayıp incelediklerinde hayatında dikkat çekici en ufak bir şeyinin olmadığını eşinin ve iki oğlunun tüm hayatının normal düzeyde olduğunu, hesabını veremediği hiçbir varlığının olmadığını gördüler. Gerçi bu Serpil yüzbaşı için de geçerliydi. Ama Serpil de kişisel hırs devreye girerken Ahmet binbaşıda böyle de sorun yoktu.



Tüm araştırmaların sonucunda yine aynı noktaya geldiler. Kısacık sürede albayı inceleyemeyecekleri için dosyaları kapattılar. Aden üst kata çıkıp haber beklemeye başladı. Erhan ise Kazım binbaşı ile yemeğe çıktı. Özellikle Serpil ile Selda’nın yemeğe gitmesini beklediler. Sonra da onlara yakın bir masaya oturup konuşmaya başladılar. Konu, üsse alınması düşünülen yeni yardımcıydı. Yardımcı demek de hataydı aslında. Bu kişi tüm projelerin başına getirilecekti. Direk albaya bağlı çalışacaktı. Tüm bunları anlatan Binbaşı Kazım, neredeyse bu göreve talip olmak istediğini ama kendi uzmanlığının bu konuya uzak olduğunu bu nedenle gözü olsa da geçemeyeceği için hayıflandığını söyleyip duruyordu. Erhan binbaşı ise “Böyle bir göreve bu üssü iyi bilen biri atanır herhalde. Gerçi sizin için çok iyi bir konum olsa da dediğiniz gibi göreviniz farklı. Projelerden sorumlu olmak o konuda uzmanlık gerektirir.” diyerek beklenen atamanın önemini vurguluyordu.

Kısa süre sonra soruşturmaya da değindiler. Özellikle Aden'i sormuştu Kazım binbaşı. Erhan da bir ipucu bulduğunu, ispatlayabilirse en kısa sürede suçlamanın düşeceğini söyledi. Yaptığı işlerin ne kadar mükemmel ne kadar faydalı işler olduğunu konuşup durdular. Erhan sesindeki sevgi tınılarını gizleyemiyor, gizlemek de istemiyordu. Kazım binbaşı anlayışla gülümsüyordu. Albay ile yaptıkları son görüşmede Aden-Ferhat-Erhan üçgeni hakkında oldukça bilgi almıştı! Erhan'ın durumunu üzücü bulsa da gönül işlerinin, şu anki sorunların dışında kalması gerektiğini düşünüyordu. 

Yan masada ise kendi arasında konuşuyor gibi yapsa da kulakları diğer masadaki konuşmalardaydı. Son zamanlarda en çok merak edilen olay çalınan projeler ve atanacak yeni kişiydi. Aslında Selda, diğer üslerden birisinin atanacağını düşünüyor, bunu da sıkça dile getiriyordu. Serpil ise binbaşılardan birinin gelme ihtimalini öne sürüyordu. Fakat bu konuşmalar en azından Kazım binbaşının bu göreve uzak olduğunu gösteriyordu. Ahmet binbaşı ile ilgili bir şey konuşulmadığı için hayal kırıklığına uğrasalar da daha fazla oyalanamayacakları için masadan kalktılar.

Erhan ile Kazım da kısa süre sonra çıktılar… Erhan yine Kazım binbaşıyı odasına davet etmişti. Kahvelerini içerken, Aden’in yeni bir saldırıya maruz kalacağından çekindiğini belirtti. Uzak korumalar hala takipteyse sorun yoktu ama bunu da albay biliyordu. Şanslarına albay da bugün işe gelmemişti. Kazım binbaşı, beklemelerinin daha iyi olacağını söyledi. Zaten ne olabilirdi ki? Bu kadar kısa sürede kim nasıl bir plan yapıp da Aden’e zarar verecekti? Erhan ise Kazım binbaşı kadar rahat değildi. Aklına hep Aden’e olabilecek kötülükler geliyordu. Fakat yukarıda onunla görüşmesine imkan yoktu. Kimseyi de bu işe bulaştıramayacağına göre dua etmekten başka yapacak bir şeyi kalmıyordu. Aden’i durumdan haberdar etmesi gerekiyordu. Gereken mesajlar üst kata ulaştıktan kısa süre sonra Aden yanındaydı. İki gündür yüzü daha da güzelleşmişti sanki. Çünkü artık umudu vardı. Daha canlı bakıyordu hayata.

Erhan, konuşmaları anlattı. Aklına gelen saldırı ihtimalini de söyledikten sonra çok dikkatli olması konusunda uyardı. Yukarıya daha geç çıkması için bir şeyler içmeyi teklif etti. Kahvelerini söylediğinde iş harici bir muhabbet başlatmak için hobilerini sordu. Aden ilk defa bu kadar havadan sudan bir muhabbet yapıyordu binbaşıyla. Aden’i anlattı. Ayşe’den çok farklı zevkleri olan Aden’i… Ankara’da yüzmek için havuzların yolunu tutan Aden’i… Her sabah koşuya çıkan Aden’i anlattı.

Kısa süre sonra kahveleri bitmiş ama laf lafı açtığından muhabbet bitmemişti. Aden, ilk defa kendisini rahatlamış hissetmişti. Kalbindeki sızı eksilmese de artık gülümsemeye başladığını fark etti. Bunu da Erhan başarmıştı. İş harici eğlenceli biriydi. Keşke… Keşke…

Aden, artık yukarı çıkması gerektiğini söylediğinde, Erhan ilk defa kapıya kadar yanında geldi. Elini uzattı. Aden de elini uzatıp tokalaşınca, bir süre avucundaki yumuşacık eli tuttu. Sonra diğer eli ile üstünü de kapatıp iki eli arasına hapsetti. Aden, ne olduğunu anlamadan bakıyordu. Erhan ise gözlerini o ela gözlere dikmiş neredeyse nefes almıyordu.

            “Aden… Ben…”

            “Buyurun binbaşım.”

            “Aden… Lütfen çok dikkatli ol. Bu iş sonuçlanana kadar senin yanında olabilmeyi çok isterdim. Seni koruyabilmek için, sana yakın olmak için ama bu imkansız. Lütfen dikkat et. Hem kendi can sağlığın hem de benim can sağlığım için…”

Aden, bu üstü örtülü konuşmadan kadınca bir gurur duysa da, umut vermemek için son bir hamle yaptı.

            “Ben kendi can sağlığımı korumasını bilirim efendim. Size minnettarım. Umarım en kısa sürede bu iş sonuçlanır, gerçek suçlu bulunur ve siz de gönül rahatlığı ile yeni işinize başlarsınız. Tekrar teşekkür ederim.”

Erhan, tüm ümitlerini yitirmişti. Çok net bir yanıttı bu. ‘Bu iş sonuçlanınca sizi görmek istemiyorum.’ Öyle olsun, dedi içinden. Hiç olmazsa kendi suçsuzluğu için beni kullanmaya falan kalkışmıyor. Açık ve dürüstçe beni bu iş için yanında görmek istediğini belirtiyor. Zaten aksi, Aden karakterindeki bir bayana yakışmazdı. Erhan, zamanla onu unutacağından emindi. Ama bunun için zaman geçmesi ve gözlerden ırak olması gerekiyordu. Elini bıraktığında kendi omuzlarının da çöktüğünü fark ediyordu. İçindeki sızı kor ateşe dönmüştü.

Masasına döndüğünde neredeyse her şeyini yitirmiş bir adam görüntüsü vardı. Kalbinde başlayan ağrı başına kadar ilerlemiş şakakları zonklamaya başlamıştı. Bu dosyanın bir an önce kapanması gerekiyordu.


***  

Aden, eve geldiğinde yine kendini çok yorgun hissediyordu. Yalnız geçecek bir gece daha vardı önünde. Ne kadar alışmıştı, akşamları buluşmaya, Ferhat’la. Ne kadar alışmıştı geceyi onunla noktalamaya. Basit şeylerden yine birlikte mutlu olmaya… oysa artık, hep yalnız geçecekti hayatı. Evde duramayacağını anlayıp kendisini dışarı attı. Sahile oldukça uzak olmasına rağmen, nasıl geldiğini bile anlamadan, kendisini sahil yolunda buldu. Beş kişilik bir aile ile birlikte karşıya geçti. Çocuklar cıvıl cıvıl anne ile babasına bir şeyler anlatıyor, hepsi bir ağızdan konuştukları için hiçbir şey anlaşılmıyordu. Aden, onları dinleyerek karşı kaldırıma ulaştı. Sonra ailenin ters istikametine doğru yol almaya başladı.

Denizin kokusunu içine çekerek sakinleşmek istiyordu. Çok güzel bir yaz akşamıydı. Aslında daha güneş bile batmamış adaların ardından hala havayı ısıtmaya devam ediyordu. Aden, yavaş adımlarla Kartal’a doğru yürümeye devam etti. Kayaların üstünde balık tutanları gördüğünde yine gözleri doldu… Her şey, onu anımsattığı sürece nasıl aşkını unutacaktı? Nasıl gözlerinin dolmasını engelleyecekti? Kirpiklerini kırpıştırarak yaşların akmasını engelledi. Engelleyemediği ise dudaklarından dökülen fısıltıydı…”Seni çok özledim, sevgilim.”

Haftanın son gününe geldikleri halde, üstünde durdukları konularda ne yapacaklarını neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Erhan, her sabah Aden’i karşısında görünce rahatlıyor, akşam evine gönderirken aklı onda kalıyordu. Hafta sonu geldiği için çok tedirgindi. Aden’in hafta sonu başına bir şey gelmemesi için dua ediyordu. Kazım binbaşı ise arada bir uğrayıp, gelişme olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Son gelişme ise, bir sonraki hafta Çarşamba günü mahkemeye çıkacak olmalarıydı.

Bu mahkemeye gidişlerinin ayarlanması gerekiyordu. Son birkaç günleri kaldığının farkındaydılar. Bugün bir şeylerin hızlanması gerekiyordu. Aden gözünü karartıp bir şeyler yapmalıydı. Ne yapacağını tam bilemese de içgüdülerine güvenecek ve aklında olanı uygulayacaktı. Yemeği aşağıda yemek için indi. Erhan’ın odasına uğrayıp, “Efendim, yemeğe tek çıkabilir miyim? Selda ve Serpil Yüzbaşı ile yemek istiyorum.” dedi.
Erhan, bakışlarındaki kararlılığı gördüğünde, şüphelendi ama sesini çıkartmadı. Sadece başı ile onay verdi.

Kızlar yemeğe çıkmıştı. Aden de onların yanına gitti. “Kızlar bana da yer var mı?”

“Gel canım, gel olmaz mı?”

“Ne bileyim, sanki birkaç gündür bana soğuk gibiydiniz de, suçluyla gözükmek istemezsiniz belki diye sordum.”

“Saçmaladın, Aden. Sadece Erhan binbaşı ile yaşanan o tatsız olaydan utandığım için yanınıza gelmek istemedim. Serpil’i de ben uzak tuttum.”

“Tamam ya ben de biraz alınganım bu aralar. Size katılmamın asıl nedeni başka. Sormak istediklerim var. Gerçi daha önce de konuştuk ama hiç bu işi ciddi düşünmemiştim. Biliyorsunuzdur, mahkeme haftaya. Suçsuz bulunursam bu işe devam etmek istemiyorum. Buraya gelsem nasıl olur? Yani ben de sizlerle çalışsam? Bana göre burada bir iş var mı?”

Selda ile Serpil birbirlerine bakıp, “Ciddi misin, sen?” diye sordular. Evet, yanıtını alınca Selda sevinç çığlığı attı. Etraftaki masalar bakınca da utandı. Serpil de sevineceğini söyleyip, “Kalabalıklaşıyoruz” diye memnuniyet ifadesi takındı. Aden, keyifle yemeğini yemeye başladı. Serpil, neşesini fark edince, “Ne o Aden, her şey yoluna girmiş gibi gözüküyorsun? Erkek arkadaşın mı döndü? Yoksa mahkemede beraat edeceğinden mi  eminsin?” Aden, işte şimdi asıl oyununu oynamaya başladı.

“Serpil’ciğim, mahkemede beraat edeceğim. Çünkü suçluyu buldum. Bunu da o gün açıklayacağım. Tüm belgelerimle, kanıtlarımla o salona gireceğim ve başım dik, suçsuz ve görevinin başına dönecek şekilde oradan çıkacağım.” Aden, bu cümleleri söyledikten sonra yine yemeğine döndü. İki genç bayan da şaşkınlıkla bakıyordu. Kısa süre sonra Aden, izin isteyip masadan kalktı.

Aden, çıkarken Erhan binbaşı yemek salonuna giriyordu. Aden’in yüzünden bir şeyler çevirdiğini anladı ama ne olduğunu çözemedi. Aden de neredeyse göz kırpıp geçecekti yanından. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle hafif bir baş selamı ile çıktı. Erhan, hızlıca yemeğini yemiş, yanına gelmişti.

“Sen ne yaptın?”

“Bir şey yapmadım, binbaşım.”

“Aden, bırak şimdi rütbeleri... benden gizleyemezsin. O yemek salonunda bir şey yaptın. Çabuk anlat.”

Aden, yaptıklarını anlatırken ne kadar gülümsüyorsa, Erhan’ın da yüzü o kadar asılıyordu. Başını belaya soktuğunun farkında değil miydi bu kız? Nasıl koruyacaktı onu? Nasıl tehlikelerden uzak tutacaktı? Elinden bir şey gelmiyordu. Tek yapabileceği Kazım binbaşıya anlatmaktı. En kısa sürede de bunu gerçekleştirdi. Kazım binbaşı, Aden’i koruma sözü vermiş, Erhan’ı rahatlatmıştı. Erhan odasına giderken, Kazım binbaşı da sekreterine, albayın odasında olup olmadığını soruyordu!

Aden, Cuma akşamı eve geldiğinde, son, dört özgür günü, olduğunu düşünüyordu. Bu dört günü iyi değerlendirmek istiyordu. O gece Çiğdem ile buluşmaya karar vermiş, gündüz gerekli mesajları atmıştı. O gece Rıza ustanın yerinde karınlarını doyurdular. Ferhat’ı görmediği için yanlarına gelmemiş sadece özel ikramlarla masayı donatmıştı Rıza usta. Sonra son zamanların alışkanlığı ile sahilde yürümeye başladılar. Aden, güneşin son ışıklarının güzelliğine dalmış, Çiğdem’in söylediklerini duymamıştı.

“Sen beni dinlemiyor musun?”

“Affedersin, ne dedin?”

“Bu hafta sonu ne yapalım diye sordum.”

“Bilmem. Ne istersen!”

“Feribota atlayıp Yalova’ya geçelim mi?”

“Ne yapacağız Yalova’da?”

“Bir şey yapmamız şart mı? Feribotla gider, istersek biraz gezer ve döneriz. En kötüsü aynı feribotla geri döneriz… Dalgaları, rüzgarı o rüzgardaki iyot kokusunu içimize çekeriz. Bak hatta oradaki Ağaç Müzesi’ni gezeriz.”

“Olur. Gel o zaman iskeleye kadar yürüyelim saatleri öğrenelim. “

Öyle de yaptılar. Feribot saatlerini öğrenip biletlerini aldıktan sonra evlerine doğru yürüyüşe geçtiler. Aden, sabah çok erken saatte feribotta olacakları için kendisinde kalmasını istese de Çiğdem eve gitmekte ısrar etti. Sabah buluşmak için sözleştiler. Aden, yavaş adımlarla evine doğru yürüyordu. Takip edilip edilmediğini anlamak için dikkat ediyordu ama yakınlarında kimse olmadığından emindi. Yakınlarında kimse yoktu ama uzaklarda takip eden birileri vardı!


Sabah evden kahvaltısını yapmadan fırladı. Feribot da bir şeyler yiyeceğini düşündüğü için dert edinmemişti. Sahil yoluna yaklaştığında sabah trafiğinin henüz başlamadığını fark etti. Kendi evine en yakın ışıklardan sahile inecekti. Işıklardaki arabalar, kendilerine yeşil yanıyor olduğu için hızlı hızlı önünden geçiyordu. Aden, ışıkta bekleyen tek kişiydi. Kendisine yeşil yandığında yine de tedbirli olarak yola adımını attı. Üç şeritli yolda daha orta şeride gelmeden motor sesini duydu. Oysa az önce yolda hiç araba kalmamıştı. Sesten duyduğu tedirginlikle adımlarını hızlandırdı. Kafasını çevirdiği an simsiyah bir aracın son sürat üstüne geldiğini gördü. İleri doğru adımlarını sıklaştırdı...Araç da aynı anda süratini arttırdı…


Bir süre sonra başındaki kalabalığın içinden adını duydu. Çiğdem, “Ayşe, canım iyi misin?” diyordu. İyi miydi? Az önce çok büyük bir kaza atlatmıştı. Plakasız siyah bir jeepti. İlk aklından geçen, ‘Ferhat’ınkinden farklı’, olmuştu. Kimse de nereye kaybolduğunu bilemiyordu. Çok süratliydi ve Pendik’in içinde girmek de Kartal’a doğru kaçmak da çok kolaydı.  Camlarında film olduğu için içindekini görememişti. Kim olduğunu tahmin etse de o an başında olan trafik polislerine de anlatamıyordu.
Çiğdem, polislerle konuşmaya başlamıştı. Az önce kimsenin olmadığı yol, bir anda kalabalıklaşmıştı. Yoldan geçen araçlar da kaldırım da oturan bu genç bayana ne olduğunu anlamak için durmuş, ortamı daha da karmaşık hale getirmişti. Aden, bu olayı nasıl hemen rapor edeceğini düşünürken, Çiğdem, kolunu tutup yerden kaldırdı.

“Hadi gel bir yerde oturalım. Biraz kendine gel.”

“Feribot kaçacak.”

“Saçmalama ne işimiz var feribotta. Sen bu haldeyken gidemeyiz.”

“Bak bir şeyim yok, sadece korktum.”

O ana kadar söze karışmayan polis memuru, “Arkadaşınız iyi ama bence de bir yerlerde oturun da kendinize gelin. Sizin de yüzünüz bembeyaz olmuş.” diye Çiğdem ile konuşmaya başladı. Aden, kolundaki polisin yüzüne ters ters bakıp, kafasını çevirdi.

“Gerek yok. Binelim hadi feribota”

Çiğdem ise asla binmeyeceğini bile bile arkadaşının yanında yürüyordu. Hafifçe kolunu çimdiklemiş, sonra da, “memur bey, buralarda bize tavsiye edebileceğiniz, rahatsız edilmeyeceğimiz bir yer var mı?” diye sormuştu. Polis hemen, “Dilerseniz benim sevdiğim bir yere gidelim. Arkadaşlarımızla sık sık orada mola veririz.” Dediğinde Aden, kahkahayı basacaktı. Bu Çiğdem, hiç fırsat kaçırmaz mıydı? Şimdi de polisle flört ediyordu. Hem de kendisini ezmek isteyen kişinin kaçıyor olduğunu bile bile… Aden, mobeseden tespit ettireceğinden emindi ama o tespit ne işe yarayacaktı. Ön plakasının olmadığını fark etmişti, arka plaka ise okunmasını engellemek için çamurla kaplanmıştı. Yine de harfleri ve rakamları tahmin edecek kadar görmüştü.

Bir süre sonra adının Serdar olduğunu öğrendikleri polis ve yanındaki ekip arkadaşı Çetin ile çay bahçesine oturdular. Çiğdem memurlarla muhabbet ederken, Aden önce elini yüzünü yıkamak için lavaboya gitti. Soğuk suyu yüzüne çarparak rahatladı. Masaya yaklaştığında, o şen şakrak arkadaşının aslında gözlerinde soruların oynaştığını gördü. Çiğdem, her zaman başarılı bir oyuncuydu. Serdar da onun o şen hallerine bakmaktan başını masaya çeviremiyordu. Yarım saat kadar oturup, göreve dönmek için kalktıklarında Çiğdem, Fulya olarak çoktan telefonunun almıştı, Serdar’ın.

“İnanamıyorum sana, Fulya!”

“Nedenmiş o?”

“Kızım biri beni öldürecekti neredeyse, sen polisin yakışıklısını seçmenin derdindesin”

“Yakışıklı ama değil mi? Ne güzel gözleri vardı, bayıldım. Neyse hemen aramam ama en azından pazartesiye kadar beklerim.”

“Fulyaaaaaa”

“Ay ne bağırıyorsun ya. Kızım kısmetin nereden çıkacağı belli olmaz, bak çok yakışıklı, yardımsever, saygılı. Daha iyisi, Şam’da kayısı! Senin de bir şeyin yok, maşallah turp gibisin. Dertli olmasan arkadaşını ayarlardım ama ne yapalım.”

“Fulya, yeter saçmaladığın. Hadi Yalova’ya gidelim.”

“Hayır, ben alış veriş yapmak istiyorum. Çok güzel bir yer tarif ettiler. Oraya gidelim. Her şey çok ucuzmuş.”

“Gerçekten saçmalıyorsun. Benim alış veriş yapacak halimde yok param da.”

“Sen vitrinlere bak, ben bir şeyler alırım belki.”

Aden, gerçekten sinirlendiğini hissediyordu. Bir an önce evine gitmek istiyordu. Bu iki günü atlatıp o siyah jeepi kullanan kişiyi yakalatmanın yolunu bulmalıydı. Kim bilir belki de tamamen rastlantıydı ama iç sesi aksini söylüyordu. O jeep kendisini öldürmek istemişti. Yanındaki en yakın arkadaşı da belki moral olsun diye alışveriş yapalım diyordu ama şu an en son isteyeceği şey sokaklarda gezmek ve açık hedef olmaya devam etmekti.

Yine de Çiğdem’in istediği oldu. Çünkü kolundan sürükleyerek bahsettiği iş hanının önüne kadar getirmişti. Hanın içindeki gerçekten çok ucuz malların olduğu bu yüzden de girenin çıkanın takip edilemediği bir dükkana girdiler. Çiğdem aylak aylak askılardan kıyafetleri almaya başladı. Kucağındaki yığın büyüdükçe Aden’in de gözleri büyüyordu. Hatta birkaç tane de Aden için seçti ve en sondaki kabinin boşalmasını bekledi. Aden, kapının dışında beklerken ilk kıyafeti denedi ve göstermek için dışarı çıktı. Aden, eh dediği için ikinci elbiseyi denemek için yeniden içeri girdi. Üçüncü elbiseye sıra geldiğinde, kapının ardından dışarıya seslendi, “Ayşe, fermuarım için yardım eder misin?” Aden, öfleye pöfleye, kabine girdiğinde, Çiğdem’in üstünde kendi kıyafetlerini gördü. Şaşkınlıkla bakarken, kabinin arka duvarındaki gizli kapıyı açtığını fark etti. Nihayet anlıyordu arkadaşının neden buraya bu kadar ısrarla getirdiğini. Üsse ulaşan ve çok özel zamanlarda kullanılmak üzere her elemana ayrı bir yerde hazırlanmış, giriş noktasındaydılar. Çiğdem, Aden’i de kendi kapısından sokmuştu. Aden, ise kendi kapısını şahsi işleri için kullanmayı hiç düşünmemişti. Ona göre bu kapılar ülkeye zarar vermek isteyenlerle ilgili  acil durumlarda kullanılabilecek kapılardı.

“Kızım çıtlatsana bana da, aklını kaçırdığını düşünmeye başlamıştım.”
“Off Aden, sen bu aralar doğru düşünemiyorsun farkında mısın? Aklın nerede? Ya da… Kim de mi, desem?”

“Çiğdem, hadi canım oyalanma bir an önce üsse ulaşalım. Zaten bu kapıyı böyle bir şey için kullanıyoruz diye tedirginim. Hemen geri dönelim. Biz kabinden çıkmayınca millet ne olduğunu anlayamayacak. Kızların halini düşünemiyorum.”

“Patron, beni mutlaka tanıyordur. Son kabini işaret eden oydu zaten. O yüzden dert edinme. Rahat ol. Sana çarpmak isteyen aracın içindekini gerçekten göremedin mi. Hiç aykırı bir renk falan dikkatini çekmedi mi?”

“Hayatımda gördüğüm en koyu camlı arabaydı. Hiçbir şey göremedim ne yazık ki. Ama yerdeyken fark ettiğim tek şey arkadaki plakanın çamurla kaplı olduğuydu. Ön plaka kasıtlı çıkartılmış sanırım ama trafik durdurmasın diye arkayı çıkartmamış. Çamurun tam kapatmadığı yerlerden plakayı az çok tahmin edebiliriz.”

“Kızım sen harikasın. Hadi hemen tüm bilgileri aktaralım Erhan binbaşıya.”

“Erhan binbaşı bugün olmayabilir. Ama mutlak birileri vardır. Eğer şüphelerimiz doğru ise, galiba suçluyu ya da suçlulara götürecek kişiyi yakalamaları an meselesidir.”

“İnşallah canım. İnşallah.”

Çok uzun yollardan birindeydiler. Çiğdem, bu yolu, şimdi kullanacakları çıkıştan girerek ilk işe başladığında öğrenmişti. Üsse ulaşana kadar birkaç dönüş yapılması ve o dönüşlerdeki hatalı yolların kullanılmaması gerekiyordu. On dakika kadar sonra üsse ulaştılar. Girdikleri anda kendilerine bakan birçok yüzle karşılaştılar. Bir anda herkes Aden’in yanına koşturmuş, “iyisin değil mi, bir şeyin yok değil mi?” soruları havada uçuşmaya başlamıştı. Aden, olaydan nasıl haberleri olduğunu anlayamadan albayın odasına alındı.

Albay Mustafa, Aden’in elini sıktı ve “Bu iş bitti” dedi. Aden duyduklarını kavrayamıyordu. Ne, nasıl bitmişti? Neler olmuştu? Ayakta durduklarını ve anlamaz ifadelerle baktıklarını gören albay iki kızı da koltuklara oturtup masasının arkasına geçti. Erhan binbaşı da kapıyı çalıp içeriye girdiğinde, Aden daha da meraklandı. Yüzü gülüyordu!

“Aden yüzbaşı, Çiğdem yüzbaşı… geçmiş olsun. Albayım açıkladı mı durumu size?”

“Henüz değil, Erhan binbaşı. Dilersen sen anlat.”

“Efendim, çok teşekkür ederim. Şeref duyarım.”

Kızlar o kadar şaşkındı ki ikisi de neler konuşulduğunu tam anlayamıyordu. Birbirlerine bakarken Erhan binbaşı anlatmaya başladı.
“Aden yüzbaşı, yanılmamışsınız. Sizin projenizi çalan Serpil yüzbaşıymış. Daha doğrusu çalmış gibi yapan, demeliyiz. Yani çalınan proje falan yok. Davanız düşecek.”



*** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder