Eve
geldiğinde hemen mutfağa girdi. Arkadaşı gelmeden yemek hazırlamak istiyordu.
Aklını kurcalayan en önemli konu Ferhat’a olan borcuydu. Bunu nasıl sormamıştı
ki albaya. Neyse ki ilk ödeme için daha on beş günü vardı. O zamana kadar bir
yol bulurdu. Salatayı hazırlamaya başladığında gözyaşları yine sel oldu. Dün
gece bu tezgahın başında Ferhat salata yapıyordu. Oysa şimdi kendisinden
kilometrelerce uzakta başka bir şehirde, başka oksijeni soluyordu. Aynı
gökyüzüne bakıyor olmak hiçbir şeyin tesellisi değildi. Onu yanında istiyordu.
Hıçkırıklarla ağlarken Çiğdem geldi. Kapıyı açar açmaz elindeki çantası bırakıp
arkadaşına sarıldı.
“Ağla güzelim. Kana kana ağla. Başka türlü atamazsın.”
Aden, son derece sessizce kulağına, “Bir daha asla göremeyeceğim onu.” Dedi ve ağlamaya devam etti. Çiğdem, koltuğa oturtup hemen bir bardak su getirdi. Aden içini çekerek susmaya çalışıyor ama odada göz gezdirdikçe ağlaması durmuyordu. Aradan on beş dakika kadar geçtiğinde artık yaşlar tükenmişti.
“Fulya, yemeğimizi yedikten sonra temizlik falan yapalım mı?”
“Ağla güzelim. Kana kana ağla. Başka türlü atamazsın.”
Aden, son derece sessizce kulağına, “Bir daha asla göremeyeceğim onu.” Dedi ve ağlamaya devam etti. Çiğdem, koltuğa oturtup hemen bir bardak su getirdi. Aden içini çekerek susmaya çalışıyor ama odada göz gezdirdikçe ağlaması durmuyordu. Aradan on beş dakika kadar geçtiğinde artık yaşlar tükenmişti.
“Fulya, yemeğimizi yedikten sonra temizlik falan yapalım mı?”
Çiğdem, bu cümleye şaşırsa da arkadaşının kendisini yorma çabası olarak değerlendirmişti. Yine sımsıkı sarıldığında kulağına söylenenlerle asıl amacın başka olduğunu anladı. “ Tuzak kurmadan çıkmışım. Evi arayacağız.”
Sessizce yemeklerini yedikten sonra bulaşıkları birlikte yıkadılar. Bu arada Çiğdem mutfağı aramaya başlamıştı bile. Bir saat kadar sonra evin kontrol edilmedik noktası kalmamıştı. Hiçbir şey yoktu. İçleri rahatlayıp tekrar oturabildiklerinde ikisi de çok yorgun olduğunu anlayıp, yatmak için erken bir saat olsa da yataklarını yaptılar. Aden kısa bir süre sonra yatağından kalktı. Diğer odaya Çiğdem’in yanına geldi.
“Uyuyor musun?”
“Galiba yorgunluktan uyuyamıyorum. Sen neden kalktın?”
“O yatakta tek başıma yatamadım.”
“Neden? Ne oldu ki?” dediğinde Aden’in bakışlarından neler olduğunu anladı. Tek söz etmeden, pikesinin ucunu kaldırıp arkadaşına yer açtı. Sıkıca sarılıp uyuyana kadar saçlarını okşadı. Sonra kendisi de uykuya daldı…
Ferhat’ın Artvin’e uçuşunun üstünden dört gün geçmişti. Dosyaları tek tek tarasalar da akıllarına bir şey gelmiyor, bir açık yakalayamıyorlardı. Bu süre içinde Çiğdem, hep Aden de kalmış, arkadaşına her an destek olmuştu. Erhan ise gündüzleri Aden ile birlikte olmanın ama ona yaklaşamamanın sıkıntısını yaşıyordu. Elini uzatsa dokunabileceği mesafedeydi ama uzaklıkları ölçülemez boyuttaydı. Tek yapabileceği sabırla beklemekti. Belki… Bir gün…
***
Cuma gecesi geldiğinde Aden’in daha da durgunlaşması Çiğdem’in
gözünden kaçmadı. Hafta sonu iş yoktu. Nasıl gün geçirecek nasıl Ferhat’ı
düşünmeden akşamı edecekti? İşte bu sıkıntıyla Aden, ne yapacağını bilemez
şekilde evde dolanıyordu. Ferhatsız ilk geceden sonra kendi yatağında yatmaya
başlamış, o yatakta yaşadıkları aklına geldikçe sessiz yaşlar yuvarlanmıştı
gözlerinden. Üstünden geçen günler belki yaşları durdurmuştu ama hala üzüntüsü
tazeydi. Tek tesellisi vardı. Sevmiş ve sevilmişti. Ferhat’ın kendisine
ulaşabileceği hiç telefon yoktu. Evine hattı çektirmiş ama telefon
bağlamamıştı. Çiğdem de kendisinde kaldığı için Ferhat o evi arasa da kimse
açmıyordu. Kim bilir belki de aramıyordu! Böyle olumsuzluklar canını sıktığı
için düşünmek istemiyor, tüm kötü düşünceleri uzaklaştırıyordu…
Üs de geçirdiği ikinci gün ailesini aramış, uzun zamandır görüşmediği için uzun bir süre konuşmuştu. Kardeşlerinin ve annesinin sesini duydukça gözlerine yaşlar hücum etmişti. Eskiden uzun aralarla yaptığı görüşmeler hiç canını yakmaz, onlara sarılma ihtiyacı hissetmezdi. Oysa bu son konuşma tüm özlemini su yüzüne çıkartmıştı. Zorunlu süre dolduktan sonra normal bir görev isteyecekti. Aden Sarp olmak istiyordu. Ailesi ile yaptığı konuşmayı Erhan’ın odasından gerçekleştirmişti. Bu sırada odadan çıkan Erhan, geri döndüğünde yine ağlayan bir Aden görmüş, çok yakınına geldiği halde, sarılmaktan son anda vazgeçmişti. Aden ise hiçbir şeyin farkında değildi. Tekrar işe koyulduklarında ikisinin de aklında bambaşka şeyler vardı.
Şimdi ise tek düşünebildiği önündeki iki günü nasıl geçireceğiydi. Çiğdem de bu ruh halinden kurtarmak için ne yapabileceklerini düşünürken, aklına yıllar önce duyduğu bir şey geldi. İstanbul’un köylerinde bazı köylülerin tarlalarını gönüllüler ekip biçiyordu. Belki biraz toprakla uğraşmak iyi gelir diye düşündü. Hiçbir şey olmasa bile şehir merkezinden uzaklaşmak iyi olacaktı. Ömerli barajının olduğu taraflara gitmekte fayda vardı. Oralardaki köylerde böyle faaliyetlerin olduğunu anımsıyordu. Artık yoksa da gezip dönerlerdi. Bunu Aden’e söylediğinde sevinçle kabul etti. Hatta ilk defa gözlerine canlılık geldi. Akşam yemeğinden sonra kısa süre televizyon izleyip erkenden yattılar.
Birkaç otobüs değişikliğinden sonra istedikleri yere ulaştılar. İkisi de kot pantolonlarının üstüne uzun kollu kapalı yakalı tunikler giymişti. Başlarında örülmüş saçlarını gizleyen bandanalar vardı. Çalışmaya hazırdı ikisi de. Ama o çalışmalar artık yapılmıyor bilgisini aldıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Bulundukları köyün muhtarı kızların üzüntüsünü görünce, “Size gösterecek bir bahçemiz var. Sahipleri çok yaşlı, uğraşamıyorlar. Biz her sene onlar için ekip biçiyoruz. Gerçi fideler ekildi ve biraz boylandı ama çapa yapmak lazım. İster misiniz?”
Bu konuşmadan sonra iki genç kızla birlikte evin yolunu tuttu. Yaşlı çift ile tanıştırdıktan sonra kızlara nasıl yapacaklarını gösterdi. Alışkın olmadıkları bu işlerin avuçlarının içini patlatacağını o yüzden varsa eldivenle çalışmalarını söylediğinde, kızlar birbirine baktı. Elbette böyle bir şey akıl etmemişlerdi. Elif teyze, kızların bu bakışmalarından sonra kendi eski ve çok yeri parçalanmış eldivenlerini verdi. Kızlar birer ark ara ile çapa yapmaya başladılar. Daha bir saat geçmeden tüm vücutları ağrıyordu. Ama açık havada ve her şeyden uzakta oldukları için çok rahattı ikisi de. Diledikleri gibi konuşuyorlardı. İzlenme ihtimalleri yoktu. Gerçi konuları zaten genelde havadan sudan şeylerdi. Sadece kısa bir süre üs ile ilgili yine de isim vermeden birkaç cümle kurmuşlar sonra yine yaptıkları işe dönmüşlerdi.
Toprakla uğraşmak beynini rahatlatmış, projenin akıbeti hakkında aklına takılan birkaç konuyu düşünmeye başlamıştı. En başından beri suçlunun içeriden olduğunu düşünüyordu. Proje, ilk kez adı duyulan bir terör örgütü tarafından çalınmıştı. Ya da öyle sanılması istenmişti. Fakat üstünden üç hafta geçmesine rağmen bir daha hiç ses çıkmamıştı. Hatayı bulamayacak kadar bu işlere uzaklarsa nasıl üretime geçeceklerdi? Aden bunları düşünürken aklına başka bir fikir geldi. Önce ‘saçma’ dedi… Sonra yeniden en baştan düşünmeye başladı. Tam yine saçma diyecekken vazgeçti. Saçma olmayabilirdi. Bunu en kısa sürede konuşmak istiyordu. Ama pazartesiden önce imkân yoktu. Bir umut mu doğmuştu? Şimdiden söyleyip de Çiğdem’i de boş yere ümitlendirmek istemedi. Üstelik o aklına geleni kim neden yapmış olabilirdi ki?
Öğlen yemeği için Elif teyze, eve çağırdığında kızlar neredeyse çömeldikleri yerden kalkamayacak kadar yorulmuşlardı. Onların haline gülen yaşlı kadın, önden yürüyüp mutfağı gösterdi. Kızlar yer masasını görünce birbirlerine baktılar. Zaten yorgunluktan bitap düşmüşlerdi bir de sert zeminde oturmak o an zor gelse de ev sahiplerini üzmemek için hemen oturdular.
Tarhana Çorbası, haşlanmış tavuk ve bulgur pilavının yanında buz gibi kuru erik hoşafı ile karınlarını doyurmuşlardı. Üstüne içtikleri çaylardan sonra çapalama işine devam etmek için yerlerinden kalktılar. Tüm eklemlerinin varlığını hissederek bahçeye çıkıp işe koyuldular. Akşam eve dönerken çok yorgun ama mutluydular. Uzun zamandır bu kadar huzurlu olmadığını söyleyip duruyordu ikisi de. Ertesi sabah da aynı işi yapacakları için adele gevşetici birer ilaç alıp erkenden yattılar.
Pazar sabahı, ağrılarının çok da hafiflemediğini fark edip, inlemelerine karşılıklı gülerek yanıt verip hazırlandılar. Köye ulaştıklarında Elif teyze, çayı hazır etmiş bekliyordu.
“Hoş geldiniz, güzel kızlarım, sefalar getirdiniz. Gelin çayınızı için iş kaçmıyor ya.”
İkisi de bu davete hayır demedi. Çaylarını yudumlarken daha rahat bir muhabbete girdiler. Çünkü Elif teyzenin eşi erkenden kahveye gitmişti. Elif teyze tatlı dilli bir ihtiyardı. Kızlara işlerini eşlerini sordu. İşleri öğrenince sevinse de bekar olduklarını duyunca hem kızdı hem de üzüldü.
“Ne o bu şehirli erkeklerin hepsi kör mü olmuş? Yüzünüz ayrı güzel huyunuz ayrı güzel. Nasıl sizi alan çıkmamış?”
“Bu işler kısmet işi Elif teyze. İstemekle olmuyor.”
Çiğdem, verdiği yanıtla Aden'i de kurtarmıştı. Çünkü bu söylenenlere nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu. Daha fazla konuşmamak için çayını bitirmiş ve hemen ayağa kalkmıştı Çiğdem. Aden de minnet dolu gözlerle bakıp, ardından bahçeye yöneldi. Bir önceki günün benzeri yaşanmış ama öğleden sonra daha erken bir saatte bahçenin tamamının çapalanması bitmişti. Kızlar ikinci çapa zamanını öğrenip yine yardıma gelmek için söz verip, vedalaştılar.
Eve geldiklerinde ikisinin de yorgunluktan kolunu kaldıracak halleri yoktu. Duş yapıp birer çorba içtiler. Sonra ikisi de günü erkenden bitirip uykunun kollarına bıraktı kendisini. Pazartesi sabahı, bahçede aklına gelenleri paylaşmak için alt kata geçtiğinde Erhan’ın kendisini beklediğini anladı. Bu adamın ilgisi artık fark edilemeyecek gibi değildi. Aden, çok iyi birisi olduğunu düşündüğü Erhan’ı üzmek istemiyor mesafesini hep koruyordu ama karşı taraf o mesafeyi kapatmak için elinden geleni yapıyordu. Yine de o kendisi ile konuşmadan, bir şey söyleyemeyeceği için sergilediği tavrı değiştirmiyordu…
Koltuğa otururken ağrıları yüzünden inleyince Erhan merakla yüzüne baktı. Hafta sonu yaptıklarını kısaca anlatınca gülümsemiş ve adele ağrısını giderecek ilaç önermişti. Aynı ilacı kullandığını söylediğinde de mutlu olmuş bir ifade ile koltuğuna geçmişti. Aden, yerine oturduğunda tedirgince kıpırdandı.
“Size bir şey söyleyeceğim…”
Aklına gelen fikri paylaştığında önce Erhan da saçmalama der gibi baktı. Kısa süre sonra haklı olabileceğini düşünmeye başladı. Bir yandan bu konuda ne yapabileceğini, nasıl araştırabileceğini çözmeye uğraşıyor, hiçbir şey aklına gelmediği için de kendisine kızıyordu. Diğer yandan ise böyle bir şey olduğu takdirde Aden’in temize çıkacağını ve kendisinin de rahatlayacağını düşünüp mutlu oluyordu. Ama asıl kendi sorunu o zaman başlayacaktı. Temize çıktığı takdirde kendi işi bitecek ve belki de bir daha görüşemeyeceklerdi. Erhan’ın gözündeki pırıltının sönüşünü an be an izledi, Aden, hiçbir anlam yükleyemeden…
Pazartesi akşama kadar yeni fikir üzerinde kafa yordular. Üstelik bu kez albayı da konunun dışında tutmak zorundaydılar! Akıllarına gelen her olasılığı düşünüyor, birbirlerinin fikirlerini çürütürken hem hayal kırıklığı yaşıyor hem de bu çalışmadan aldıkları keyfi fark ediyorlardı. Keşke konu kendilerinin dışında bir konu olsaydı. Erhan, bunları düşünürken kendisinden utandı. Aden’i kurtarmak için çabalıyor ama bir yandan da şu çalışma şeklinden aldığı keyfi uzatmak istiyordu.
Aden, benzer bir gün daha geçirdi. Yoğunluktan Ferhat aklına çok az geliyor, geldiği anda ise içini kavuran bir ateşle yanıyordu. Çok özlemişti. Üstelik artık beynini, kendisini arayıp aramadığı, özleyip özlemediği düşünceleri yiyordu. Servisten indiğinde gözleri istem dışı siyah jeepi aradı. Göremeyince de hayal kırıklığı ile binaya girdi. Tam kapısının önünde duran bir demet çiçeği görünce kalbi kanatlanmıştı. Ferhat?
Üs de geçirdiği ikinci gün ailesini aramış, uzun zamandır görüşmediği için uzun bir süre konuşmuştu. Kardeşlerinin ve annesinin sesini duydukça gözlerine yaşlar hücum etmişti. Eskiden uzun aralarla yaptığı görüşmeler hiç canını yakmaz, onlara sarılma ihtiyacı hissetmezdi. Oysa bu son konuşma tüm özlemini su yüzüne çıkartmıştı. Zorunlu süre dolduktan sonra normal bir görev isteyecekti. Aden Sarp olmak istiyordu. Ailesi ile yaptığı konuşmayı Erhan’ın odasından gerçekleştirmişti. Bu sırada odadan çıkan Erhan, geri döndüğünde yine ağlayan bir Aden görmüş, çok yakınına geldiği halde, sarılmaktan son anda vazgeçmişti. Aden ise hiçbir şeyin farkında değildi. Tekrar işe koyulduklarında ikisinin de aklında bambaşka şeyler vardı.
Şimdi ise tek düşünebildiği önündeki iki günü nasıl geçireceğiydi. Çiğdem de bu ruh halinden kurtarmak için ne yapabileceklerini düşünürken, aklına yıllar önce duyduğu bir şey geldi. İstanbul’un köylerinde bazı köylülerin tarlalarını gönüllüler ekip biçiyordu. Belki biraz toprakla uğraşmak iyi gelir diye düşündü. Hiçbir şey olmasa bile şehir merkezinden uzaklaşmak iyi olacaktı. Ömerli barajının olduğu taraflara gitmekte fayda vardı. Oralardaki köylerde böyle faaliyetlerin olduğunu anımsıyordu. Artık yoksa da gezip dönerlerdi. Bunu Aden’e söylediğinde sevinçle kabul etti. Hatta ilk defa gözlerine canlılık geldi. Akşam yemeğinden sonra kısa süre televizyon izleyip erkenden yattılar.
Birkaç otobüs değişikliğinden sonra istedikleri yere ulaştılar. İkisi de kot pantolonlarının üstüne uzun kollu kapalı yakalı tunikler giymişti. Başlarında örülmüş saçlarını gizleyen bandanalar vardı. Çalışmaya hazırdı ikisi de. Ama o çalışmalar artık yapılmıyor bilgisini aldıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Bulundukları köyün muhtarı kızların üzüntüsünü görünce, “Size gösterecek bir bahçemiz var. Sahipleri çok yaşlı, uğraşamıyorlar. Biz her sene onlar için ekip biçiyoruz. Gerçi fideler ekildi ve biraz boylandı ama çapa yapmak lazım. İster misiniz?”
Bu konuşmadan sonra iki genç kızla birlikte evin yolunu tuttu. Yaşlı çift ile tanıştırdıktan sonra kızlara nasıl yapacaklarını gösterdi. Alışkın olmadıkları bu işlerin avuçlarının içini patlatacağını o yüzden varsa eldivenle çalışmalarını söylediğinde, kızlar birbirine baktı. Elbette böyle bir şey akıl etmemişlerdi. Elif teyze, kızların bu bakışmalarından sonra kendi eski ve çok yeri parçalanmış eldivenlerini verdi. Kızlar birer ark ara ile çapa yapmaya başladılar. Daha bir saat geçmeden tüm vücutları ağrıyordu. Ama açık havada ve her şeyden uzakta oldukları için çok rahattı ikisi de. Diledikleri gibi konuşuyorlardı. İzlenme ihtimalleri yoktu. Gerçi konuları zaten genelde havadan sudan şeylerdi. Sadece kısa bir süre üs ile ilgili yine de isim vermeden birkaç cümle kurmuşlar sonra yine yaptıkları işe dönmüşlerdi.
Toprakla uğraşmak beynini rahatlatmış, projenin akıbeti hakkında aklına takılan birkaç konuyu düşünmeye başlamıştı. En başından beri suçlunun içeriden olduğunu düşünüyordu. Proje, ilk kez adı duyulan bir terör örgütü tarafından çalınmıştı. Ya da öyle sanılması istenmişti. Fakat üstünden üç hafta geçmesine rağmen bir daha hiç ses çıkmamıştı. Hatayı bulamayacak kadar bu işlere uzaklarsa nasıl üretime geçeceklerdi? Aden bunları düşünürken aklına başka bir fikir geldi. Önce ‘saçma’ dedi… Sonra yeniden en baştan düşünmeye başladı. Tam yine saçma diyecekken vazgeçti. Saçma olmayabilirdi. Bunu en kısa sürede konuşmak istiyordu. Ama pazartesiden önce imkân yoktu. Bir umut mu doğmuştu? Şimdiden söyleyip de Çiğdem’i de boş yere ümitlendirmek istemedi. Üstelik o aklına geleni kim neden yapmış olabilirdi ki?
Öğlen yemeği için Elif teyze, eve çağırdığında kızlar neredeyse çömeldikleri yerden kalkamayacak kadar yorulmuşlardı. Onların haline gülen yaşlı kadın, önden yürüyüp mutfağı gösterdi. Kızlar yer masasını görünce birbirlerine baktılar. Zaten yorgunluktan bitap düşmüşlerdi bir de sert zeminde oturmak o an zor gelse de ev sahiplerini üzmemek için hemen oturdular.
Tarhana Çorbası, haşlanmış tavuk ve bulgur pilavının yanında buz gibi kuru erik hoşafı ile karınlarını doyurmuşlardı. Üstüne içtikleri çaylardan sonra çapalama işine devam etmek için yerlerinden kalktılar. Tüm eklemlerinin varlığını hissederek bahçeye çıkıp işe koyuldular. Akşam eve dönerken çok yorgun ama mutluydular. Uzun zamandır bu kadar huzurlu olmadığını söyleyip duruyordu ikisi de. Ertesi sabah da aynı işi yapacakları için adele gevşetici birer ilaç alıp erkenden yattılar.
Pazar sabahı, ağrılarının çok da hafiflemediğini fark edip, inlemelerine karşılıklı gülerek yanıt verip hazırlandılar. Köye ulaştıklarında Elif teyze, çayı hazır etmiş bekliyordu.
“Hoş geldiniz, güzel kızlarım, sefalar getirdiniz. Gelin çayınızı için iş kaçmıyor ya.”
İkisi de bu davete hayır demedi. Çaylarını yudumlarken daha rahat bir muhabbete girdiler. Çünkü Elif teyzenin eşi erkenden kahveye gitmişti. Elif teyze tatlı dilli bir ihtiyardı. Kızlara işlerini eşlerini sordu. İşleri öğrenince sevinse de bekar olduklarını duyunca hem kızdı hem de üzüldü.
“Ne o bu şehirli erkeklerin hepsi kör mü olmuş? Yüzünüz ayrı güzel huyunuz ayrı güzel. Nasıl sizi alan çıkmamış?”
“Bu işler kısmet işi Elif teyze. İstemekle olmuyor.”
Çiğdem, verdiği yanıtla Aden'i de kurtarmıştı. Çünkü bu söylenenlere nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu. Daha fazla konuşmamak için çayını bitirmiş ve hemen ayağa kalkmıştı Çiğdem. Aden de minnet dolu gözlerle bakıp, ardından bahçeye yöneldi. Bir önceki günün benzeri yaşanmış ama öğleden sonra daha erken bir saatte bahçenin tamamının çapalanması bitmişti. Kızlar ikinci çapa zamanını öğrenip yine yardıma gelmek için söz verip, vedalaştılar.
Eve geldiklerinde ikisinin de yorgunluktan kolunu kaldıracak halleri yoktu. Duş yapıp birer çorba içtiler. Sonra ikisi de günü erkenden bitirip uykunun kollarına bıraktı kendisini. Pazartesi sabahı, bahçede aklına gelenleri paylaşmak için alt kata geçtiğinde Erhan’ın kendisini beklediğini anladı. Bu adamın ilgisi artık fark edilemeyecek gibi değildi. Aden, çok iyi birisi olduğunu düşündüğü Erhan’ı üzmek istemiyor mesafesini hep koruyordu ama karşı taraf o mesafeyi kapatmak için elinden geleni yapıyordu. Yine de o kendisi ile konuşmadan, bir şey söyleyemeyeceği için sergilediği tavrı değiştirmiyordu…
Koltuğa otururken ağrıları yüzünden inleyince Erhan merakla yüzüne baktı. Hafta sonu yaptıklarını kısaca anlatınca gülümsemiş ve adele ağrısını giderecek ilaç önermişti. Aynı ilacı kullandığını söylediğinde de mutlu olmuş bir ifade ile koltuğuna geçmişti. Aden, yerine oturduğunda tedirgince kıpırdandı.
“Size bir şey söyleyeceğim…”
Aklına gelen fikri paylaştığında önce Erhan da saçmalama der gibi baktı. Kısa süre sonra haklı olabileceğini düşünmeye başladı. Bir yandan bu konuda ne yapabileceğini, nasıl araştırabileceğini çözmeye uğraşıyor, hiçbir şey aklına gelmediği için de kendisine kızıyordu. Diğer yandan ise böyle bir şey olduğu takdirde Aden’in temize çıkacağını ve kendisinin de rahatlayacağını düşünüp mutlu oluyordu. Ama asıl kendi sorunu o zaman başlayacaktı. Temize çıktığı takdirde kendi işi bitecek ve belki de bir daha görüşemeyeceklerdi. Erhan’ın gözündeki pırıltının sönüşünü an be an izledi, Aden, hiçbir anlam yükleyemeden…
Pazartesi akşama kadar yeni fikir üzerinde kafa yordular. Üstelik bu kez albayı da konunun dışında tutmak zorundaydılar! Akıllarına gelen her olasılığı düşünüyor, birbirlerinin fikirlerini çürütürken hem hayal kırıklığı yaşıyor hem de bu çalışmadan aldıkları keyfi fark ediyorlardı. Keşke konu kendilerinin dışında bir konu olsaydı. Erhan, bunları düşünürken kendisinden utandı. Aden’i kurtarmak için çabalıyor ama bir yandan da şu çalışma şeklinden aldığı keyfi uzatmak istiyordu.
Aden, benzer bir gün daha geçirdi. Yoğunluktan Ferhat aklına çok az geliyor, geldiği anda ise içini kavuran bir ateşle yanıyordu. Çok özlemişti. Üstelik artık beynini, kendisini arayıp aramadığı, özleyip özlemediği düşünceleri yiyordu. Servisten indiğinde gözleri istem dışı siyah jeepi aradı. Göremeyince de hayal kırıklığı ile binaya girdi. Tam kapısının önünde duran bir demet çiçeği görünce kalbi kanatlanmıştı. Ferhat?
***
Tam buketi eline alacağı an aklına tedbirli olması gerektiği
geldi. Önce eve girdi. Sonra kimseye belli etmemek için alelacele eldivenleri
giyip buketi yerden aldı. Buketin arasında bir zarf vardı… Ağzını burnunu
kapatarak açtı zarfı… Not çok kısaydı! ’Akıllı ol’
Aden, çılgına dönmüştü. Bu not ne demek oluyordu. Uyarı olduğu kesindi… el yazısı değildi. Daktilo ile yazılmıştı. Telefonu hala bağlanmadığı için çiçekçiyi arayıp soramıyordu. Yarın çok geç olabilirdi. Adres Pendik di. Çiğdem gelince kısaca anlatıp hemen çiçekçiye gidecekti. Öyle de yaptı. Tek farkla… Çiğdem de yanındaydı. Çiçekçi siparişi hiç tanımadığı ufak bir çocuğun verdiğini, zarfında yine çocuk tarafından teslim edildiğini, paranın da nakit ödendiğini söyledi. Çocuğu tarif ettirmiş olsalar da pek bir işe yaramayacak o bilgiyle çiçeği gönderene ulaşmaları mümkün değildi. Üstelik civarda dışarıdan görüntü alan hiçbir kamera yoktu. En yakın banka bile üç yüz metre uzaktaydı.
Sinirleri bozuk halde eve döndüler. Aden, her gün yeni bir dertle uğraşmaktan yorgun düşmüş bedenini koltuğa bıraktığında, Çiğdem çaresizlikle kendisine su uzatıyordu. Gece neredeyse hiç uyumamıştı. Sabah notla birlikte Binbaşı Erhan’ın karşısındaydı. Ama hemen konuya giremedi. Çünkü Albay Mustafa da odadaydı.
“Gelişme var mı diye uğradım. Pek bir değişiklik olmamış ama hiç olmazsa açık nokta bırakmıyorsunuz bu kez.”
“Evet, efendim. Erhan binbaşım her noktayı tek tek inceliyor.”
“Evet, Erhan binbaşı bu işe gönlünü koydu. Çözmeden bırakmayacak.”
Erhan binbaşı bu son cümleyi duyduğunda önce Aden’e kısa bir bakış atıp, ardından albaya baktı. Duygularının bu kadar anlaşılabilir olduğunu düşünmemişti. Daha dikkatli olmalıydı. Aden’in durumunu bilirken gereksiz sorunlar yaratmanın gereği yoktu. Üstelik en azından şimdilik ‘karşılıksız’ bir aşktı bu. Aşk için kimseyi zorlayamazdı. Zamana bırakmak en doğrusuydu. Kendi vakti az olsa da doğrusu buydu…
Albay birkaç sorusuna yanıt aldıktan sonra kendi odasına geçti. Tüm bu süre içinde Aden, akşamki çiçekle gelen notu söylememek için kendisini sıkıp durmuş, heyecandan elleri terlemişti. Ondaki sıkıntılı hali daha odasına girerken anlamış olan Erhan ise vakit geçirmeden, ne olduğunu sordu.
“Dün akşam kapımda bir demet çiçek buldum.”
Erhan, Ferhat’ın ortaya çıktığını düşündü. İçinde büyüyen acı dayanılmazdı.
“Kimden?” derken ses tonu titrekti. Aldığı yanıt ise şaşırttı.
“Bilmiyorum ama notta tehdit vardı. Bakın burada.” Diyerek gelen notu uzattı. Erhan, hem şaşırmış hem de Ferhat’tan olmadığını anlayınca sevinmişti. Aden, tüm bu süre içinde onun yüzünde olan değişimleri izliyordu. Bu adamı nasıl bu beklentilerinden kurtaracaktı? Üzülmesini istemeyeceği kadar iyi birisiydi. Yanlış insana aşık olması Erhan’ın kabahati değildi ki. Kendisi de aynı hatayı yapmıştı. Ferhat’a aşık olmayı planlamadığı gibi engelleyememişti de.
O bunları düşünürken Erhan notu inceliyordu. Not ve zarfını bir poşetle getirmişti, Aden. Erhan da el sürmemek için poşetin içinde inceliyordu. Gerçi kağıttan ipucu bulmak güçtü ama en azından kağıt ve yazılan daktilo ile ilgili bilgiler belki işe yarardı. Saat kaçta ve nasıl geldiğini tekrar sorduğunda paspasın üstünde bulduğunu çiçekçinin de gönderilme saati olarak yaklaşık eve gelmesinden yarım saat öncesini söylediğini aktardı. Erhan hemen bilgisayarın başına geçti.
“Yangın’ın tarihi tam ne zamandı?”
“Bir şey mi buldunuz?”
“Galiba…”
“Ciddi misiniz?”
“Aden, bu soruyu heyecanına veriyorum?”
“Özür dilerim.”
“Özür dileme… Yanımda rahat olman beni mutlu ediyor.”
“Olsun, ben yine de özür dilerim. Bir an üstüm olduğunuzu unuttum. Dediğiniz gibi heyecanlandım. Bir daha olmayacak.” Erhan, Aden’in mesafe koymak istemesini anlıyordu. Umut yoktu. En iyisi kalbini bir taraf bırakmak ve soruna adapte olmaktı. İncelemesini tamamladığında gözleri parlıyordu.
“Üç şüphelimiz var.”
“Yani?”
“Yani yeni bir ipucumuz var ve bu üç kişiye doğru uzanıyor. Hadi bakalım iş başına.”
“Ne yapacağız?”
“Yapacağımız şey bu üç kişiden birinin gerçek suçlu olması halinde yakalanması için tuzak kurmak. Önce bunların seninle ne alıp veremediği var ona bakalım.”
“İyi de kim bunlar ve benle ne dertleri olabilir. Hadi onu da geçtim tek ben değilim ki Çiğdem’in de projesi çalındı. Aynı kişinin Çiğdem’le de derdi olmalı.”
“Sanmıyorum. Bana en başından beri Çiğdem’in projesinin çalınması, olayı, sen merkezli yapmamak için gibi gelmişti. Şimdiki verilerle de bunun neredeyse kesin olduğuna inanıyorum. Bu olay senin yüzünden yaşandı. Çiğdem de bence sadece bu olayda piyon oldu.”
“Bunca acı… bunca eziyet… neden?”
“Bitecek, çok kısa sürede hepsi bitecek ve sen de normal hayatına döneceksin.”
“Normal hayat mı?” Aden hafifçe gülümsedi.
Aden, son duyduklarından sonra ne düşüneceğini bilemiyordu. Tüm bunlar gerçek olabilir miydi? Bunca zamandır yaşadığı sıkıntıların ardındaki bu olabilir miydi? Bir yandan umudu artarken bir yandan da sinirlendiğini hissediyordu. Hem kim neden bunları yapmış olabilirdi ki?
Ellerindeki birkaç basit bilgiyle eledikleri kişilerden sonra, kalan üç kişinin tüm giriş çıkış saatlerini üs içindeki konumlarını ve CD’lerin saklandığı kasaya ulaşımını incelediler. Şüphelilerden biri Albay Mustafa olduğu için zaten tüm ekranlara ve tüm kasalara ulaşabilecek tek kişiydi. En baş şüpheli o olmasına rağmen Aden böyle bir şüpheyi içinde yaşamıyordu. Bunu Binbaşı Erhan’a da söyledi. Diğer iki kişiyi önce incelemelerini özellikle istedi. Öyle de yaptılar.
Binbaşı Ahmet ve Yüzbaşı Serpil…
Aden, her üç kişinin de kendisi ile bir sorunu olmadığını düşünüyordu. Özellikle Binbaşı Ahmet ile soruşturmasının haricinde iki üç defadan fazla konuşmuş bile değildi. Serpil ile görevleri yakındı ama kendisi ile derdi olacak bir konumu yoktu. Zaten kendisi de söylüyordu ikili yaşamı kabul edemeyeceğini, asla o şekilde yaşayamayacağını belirtiyordu. Şimdiki yaşamlarındaki kısıtlamalar bile ağır gelirken bir de Aden gibi başka bir kimlikle yaşayamazdı. O halde? Albay mı? Olamaz dedi Aden. İhtimal bile vermek istemiyordu. Albay vatan haini miydi? Aden’e düşman olan biri mi?
Erhan ise daha farklı düşünüyordu. Olaya Aden gibi duygusal bakmıyordu. O nedenle de neredeyse tüm yollar albaya çıkıyordu!
bu çalışmaların arasında her gün on beşer dakikalık sürelerle oda kapısını açmak için üst kata çıkmayı ihmal etmiyordu. Veli’den başka ziyaretçisi olmasa da bu rutini aksatmamak için bugün de aynı şeyi yaptı. Kapısını açtıktan birkaç dakika sonra yine Veli’yi gördü. Bu kez daha ısrarcıydı, Veli.
“Ayşe hanım, bak sen bir doktora görün. Kaç gündür rengin bembeyaz. Hasta olacaksın diye korkuyorum. Bizim sağlık ocağında iyi bir doktor var. Ona git.”
“Sağ ol Veli. Derdim doktorluk değil. Sen üzülme. Yakında geçer.”
“Sen sağ ol Ayşe Hanım. Derdin neyse zamanla geçer, merak etme.”
Aden, bu saf ama içten sözlere tebessüm etti. Veli ise yıllar sonra ilk tebessüme o kadar çok sevindi ki işinin başına dönerken ıslık çalıyordu.
Aden, kapısını kilitler kilitlemez hemen aşağıya inmişti. Erhan heyecanla bekliyordu.
“Bir şey buldunuz?”
“Evet, artık neredeyse eminim. Ama nasıl itiraf ettireceğiz? Eğer yanılıyorsak bizi dava edebilir. Meslektaşımızı karalamaktan suçlu konuma geliriz.”
“Siz, benim suçsuz olduğumdan neden bu kadar eminsiniz? Ya sizi yanlış düşüncelere yönlendiriyorsam?”
“Aden, neredeyse tek bir an bile senin suçlu olduğun aklımdan geçmedi. Dosyanı ilk aldığımdan beri bu böyle! Neden diye sorma. Altıncı his diyelim. Ama sadece senle ben bilelim. Bir başkası benim bu söylediklerimi duyarsa beni bu davadan alırlar. Çünkü yaptıklarım etik değil. Özellikle bu kadar ilerlemişken bunu hiç istemem.”
“Ben de istemem, çok teşekkür ederim, efendim.”
“Bana teşekkür edip durma. Sonuçta bugüne kadar ülken için yaptıkların ortada. Hala da yapmaya çabalıyorsun. Senin gibi birisini suçsuzken hapse atmak doğru değil. Tüm çabam bunun için.”
Aden, çılgına dönmüştü. Bu not ne demek oluyordu. Uyarı olduğu kesindi… el yazısı değildi. Daktilo ile yazılmıştı. Telefonu hala bağlanmadığı için çiçekçiyi arayıp soramıyordu. Yarın çok geç olabilirdi. Adres Pendik di. Çiğdem gelince kısaca anlatıp hemen çiçekçiye gidecekti. Öyle de yaptı. Tek farkla… Çiğdem de yanındaydı. Çiçekçi siparişi hiç tanımadığı ufak bir çocuğun verdiğini, zarfında yine çocuk tarafından teslim edildiğini, paranın da nakit ödendiğini söyledi. Çocuğu tarif ettirmiş olsalar da pek bir işe yaramayacak o bilgiyle çiçeği gönderene ulaşmaları mümkün değildi. Üstelik civarda dışarıdan görüntü alan hiçbir kamera yoktu. En yakın banka bile üç yüz metre uzaktaydı.
Sinirleri bozuk halde eve döndüler. Aden, her gün yeni bir dertle uğraşmaktan yorgun düşmüş bedenini koltuğa bıraktığında, Çiğdem çaresizlikle kendisine su uzatıyordu. Gece neredeyse hiç uyumamıştı. Sabah notla birlikte Binbaşı Erhan’ın karşısındaydı. Ama hemen konuya giremedi. Çünkü Albay Mustafa da odadaydı.
“Gelişme var mı diye uğradım. Pek bir değişiklik olmamış ama hiç olmazsa açık nokta bırakmıyorsunuz bu kez.”
“Evet, efendim. Erhan binbaşım her noktayı tek tek inceliyor.”
“Evet, Erhan binbaşı bu işe gönlünü koydu. Çözmeden bırakmayacak.”
Erhan binbaşı bu son cümleyi duyduğunda önce Aden’e kısa bir bakış atıp, ardından albaya baktı. Duygularının bu kadar anlaşılabilir olduğunu düşünmemişti. Daha dikkatli olmalıydı. Aden’in durumunu bilirken gereksiz sorunlar yaratmanın gereği yoktu. Üstelik en azından şimdilik ‘karşılıksız’ bir aşktı bu. Aşk için kimseyi zorlayamazdı. Zamana bırakmak en doğrusuydu. Kendi vakti az olsa da doğrusu buydu…
Albay birkaç sorusuna yanıt aldıktan sonra kendi odasına geçti. Tüm bu süre içinde Aden, akşamki çiçekle gelen notu söylememek için kendisini sıkıp durmuş, heyecandan elleri terlemişti. Ondaki sıkıntılı hali daha odasına girerken anlamış olan Erhan ise vakit geçirmeden, ne olduğunu sordu.
“Dün akşam kapımda bir demet çiçek buldum.”
Erhan, Ferhat’ın ortaya çıktığını düşündü. İçinde büyüyen acı dayanılmazdı.
“Kimden?” derken ses tonu titrekti. Aldığı yanıt ise şaşırttı.
“Bilmiyorum ama notta tehdit vardı. Bakın burada.” Diyerek gelen notu uzattı. Erhan, hem şaşırmış hem de Ferhat’tan olmadığını anlayınca sevinmişti. Aden, tüm bu süre içinde onun yüzünde olan değişimleri izliyordu. Bu adamı nasıl bu beklentilerinden kurtaracaktı? Üzülmesini istemeyeceği kadar iyi birisiydi. Yanlış insana aşık olması Erhan’ın kabahati değildi ki. Kendisi de aynı hatayı yapmıştı. Ferhat’a aşık olmayı planlamadığı gibi engelleyememişti de.
O bunları düşünürken Erhan notu inceliyordu. Not ve zarfını bir poşetle getirmişti, Aden. Erhan da el sürmemek için poşetin içinde inceliyordu. Gerçi kağıttan ipucu bulmak güçtü ama en azından kağıt ve yazılan daktilo ile ilgili bilgiler belki işe yarardı. Saat kaçta ve nasıl geldiğini tekrar sorduğunda paspasın üstünde bulduğunu çiçekçinin de gönderilme saati olarak yaklaşık eve gelmesinden yarım saat öncesini söylediğini aktardı. Erhan hemen bilgisayarın başına geçti.
“Yangın’ın tarihi tam ne zamandı?”
“Bir şey mi buldunuz?”
“Galiba…”
“Ciddi misiniz?”
“Aden, bu soruyu heyecanına veriyorum?”
“Özür dilerim.”
“Özür dileme… Yanımda rahat olman beni mutlu ediyor.”
“Olsun, ben yine de özür dilerim. Bir an üstüm olduğunuzu unuttum. Dediğiniz gibi heyecanlandım. Bir daha olmayacak.” Erhan, Aden’in mesafe koymak istemesini anlıyordu. Umut yoktu. En iyisi kalbini bir taraf bırakmak ve soruna adapte olmaktı. İncelemesini tamamladığında gözleri parlıyordu.
“Üç şüphelimiz var.”
“Yani?”
“Yani yeni bir ipucumuz var ve bu üç kişiye doğru uzanıyor. Hadi bakalım iş başına.”
“Ne yapacağız?”
“Yapacağımız şey bu üç kişiden birinin gerçek suçlu olması halinde yakalanması için tuzak kurmak. Önce bunların seninle ne alıp veremediği var ona bakalım.”
“İyi de kim bunlar ve benle ne dertleri olabilir. Hadi onu da geçtim tek ben değilim ki Çiğdem’in de projesi çalındı. Aynı kişinin Çiğdem’le de derdi olmalı.”
“Sanmıyorum. Bana en başından beri Çiğdem’in projesinin çalınması, olayı, sen merkezli yapmamak için gibi gelmişti. Şimdiki verilerle de bunun neredeyse kesin olduğuna inanıyorum. Bu olay senin yüzünden yaşandı. Çiğdem de bence sadece bu olayda piyon oldu.”
“Bunca acı… bunca eziyet… neden?”
“Bitecek, çok kısa sürede hepsi bitecek ve sen de normal hayatına döneceksin.”
“Normal hayat mı?” Aden hafifçe gülümsedi.
Aden, son duyduklarından sonra ne düşüneceğini bilemiyordu. Tüm bunlar gerçek olabilir miydi? Bunca zamandır yaşadığı sıkıntıların ardındaki bu olabilir miydi? Bir yandan umudu artarken bir yandan da sinirlendiğini hissediyordu. Hem kim neden bunları yapmış olabilirdi ki?
Ellerindeki birkaç basit bilgiyle eledikleri kişilerden sonra, kalan üç kişinin tüm giriş çıkış saatlerini üs içindeki konumlarını ve CD’lerin saklandığı kasaya ulaşımını incelediler. Şüphelilerden biri Albay Mustafa olduğu için zaten tüm ekranlara ve tüm kasalara ulaşabilecek tek kişiydi. En baş şüpheli o olmasına rağmen Aden böyle bir şüpheyi içinde yaşamıyordu. Bunu Binbaşı Erhan’a da söyledi. Diğer iki kişiyi önce incelemelerini özellikle istedi. Öyle de yaptılar.
Binbaşı Ahmet ve Yüzbaşı Serpil…
Aden, her üç kişinin de kendisi ile bir sorunu olmadığını düşünüyordu. Özellikle Binbaşı Ahmet ile soruşturmasının haricinde iki üç defadan fazla konuşmuş bile değildi. Serpil ile görevleri yakındı ama kendisi ile derdi olacak bir konumu yoktu. Zaten kendisi de söylüyordu ikili yaşamı kabul edemeyeceğini, asla o şekilde yaşayamayacağını belirtiyordu. Şimdiki yaşamlarındaki kısıtlamalar bile ağır gelirken bir de Aden gibi başka bir kimlikle yaşayamazdı. O halde? Albay mı? Olamaz dedi Aden. İhtimal bile vermek istemiyordu. Albay vatan haini miydi? Aden’e düşman olan biri mi?
Erhan ise daha farklı düşünüyordu. Olaya Aden gibi duygusal bakmıyordu. O nedenle de neredeyse tüm yollar albaya çıkıyordu!
bu çalışmaların arasında her gün on beşer dakikalık sürelerle oda kapısını açmak için üst kata çıkmayı ihmal etmiyordu. Veli’den başka ziyaretçisi olmasa da bu rutini aksatmamak için bugün de aynı şeyi yaptı. Kapısını açtıktan birkaç dakika sonra yine Veli’yi gördü. Bu kez daha ısrarcıydı, Veli.
“Ayşe hanım, bak sen bir doktora görün. Kaç gündür rengin bembeyaz. Hasta olacaksın diye korkuyorum. Bizim sağlık ocağında iyi bir doktor var. Ona git.”
“Sağ ol Veli. Derdim doktorluk değil. Sen üzülme. Yakında geçer.”
“Sen sağ ol Ayşe Hanım. Derdin neyse zamanla geçer, merak etme.”
Aden, bu saf ama içten sözlere tebessüm etti. Veli ise yıllar sonra ilk tebessüme o kadar çok sevindi ki işinin başına dönerken ıslık çalıyordu.
Aden, kapısını kilitler kilitlemez hemen aşağıya inmişti. Erhan heyecanla bekliyordu.
“Bir şey buldunuz?”
“Evet, artık neredeyse eminim. Ama nasıl itiraf ettireceğiz? Eğer yanılıyorsak bizi dava edebilir. Meslektaşımızı karalamaktan suçlu konuma geliriz.”
“Siz, benim suçsuz olduğumdan neden bu kadar eminsiniz? Ya sizi yanlış düşüncelere yönlendiriyorsam?”
“Aden, neredeyse tek bir an bile senin suçlu olduğun aklımdan geçmedi. Dosyanı ilk aldığımdan beri bu böyle! Neden diye sorma. Altıncı his diyelim. Ama sadece senle ben bilelim. Bir başkası benim bu söylediklerimi duyarsa beni bu davadan alırlar. Çünkü yaptıklarım etik değil. Özellikle bu kadar ilerlemişken bunu hiç istemem.”
“Ben de istemem, çok teşekkür ederim, efendim.”
“Bana teşekkür edip durma. Sonuçta bugüne kadar ülken için yaptıkların ortada. Hala da yapmaya çabalıyorsun. Senin gibi birisini suçsuzken hapse atmak doğru değil. Tüm çabam bunun için.”
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder