27 Şubat 2015 Cuma

DOSTLAR APARTMANI 17. Bölüm





Tarık, televizyonun karşısında deliye döndü. Nasıl yanılmıştı böyle? Nasıl Başak’ın böyle bir şey yapabileceğini düşünmüştü. Gaye ile aynı kefeye nasıl koymuştu? Şimdi af dilemesinin ne faydası olacaktı? Ya Başak, özrünü kabul etmezse? Ya her şeyi bitirirse? Yaşayabilir miydi? Başak olmadan nefes alamıyordu. Onsuz hayata nasıl katlanacaktı? Kendisini affettirmenin bir yolunu bulmalıydı. Hemen Başak’ın numarasını tuşladı. Telefonu kapalıydı. Defalarca kez tekrarladı. İş yerini aradı. Farkında olmadan Başak’ın kendisine ulaşmak için yaptıklarını tekrarlıyor, aynı kaybetmişlik duygusunu yaşıyordu. Ne olursa olsun Başak’a ulaşacaktı.

Başak, tüm yaşananlardan sonra ufak bir rahatsızlık geçirmiş, sinirleri yıprandığı için evde bayılmış, doktorun tavsiyesinden sonra nihayet defalarca istediği izni Ergun Bey kendiliğinden vermişti. Burçak ve Levent de izin yapmak istedikleri söyleyince, Damla’yı da alıp, Mersin’e gittiler. Uçmak istememişler, otobüsle yola çıkmışlardı. Son yapılan uçak seyahatleri hepsi için kötü anılarla doluydu. Tüm seyahat boyunca cep telefonları kapalıydı. İndiğinde telefonunu açmış, bir dakika geçmeden çalmaya başlamıştı. Arayan Tarık dı.



“Ne istiyorsun, Tarık?”

“Başak, çok özür dilerim. Çok büyük bir hata yaptım. Kardeşini sen sandım. Lütfen buluşup konuşalım. “

“Tabii, konuşuruz. Ben İstanbul’a döndüğümde!”

“Sen neredesin?”

“Nerede olduğumu söylemeyeceğim. Bir süre tatil yapacağım. Güvensizliğini yaşarken beni ne kadar kırdığını anladığında, eğer konuşabileceğimi hissedersem konuşuruz. Şimdiden söz vermiyorum. Senin psikolojik sorunlarını bana yaşatmana izin vermeyeceğim. Seni seviyor olmam, her hareketine katlanmamı gerektirmez. Beni dinlemedin. Tıpkı yıllar önce Gaye’yi dinlemediğin gibi. Aynı kefeye koydun beni. Üstelik ikizim olduğunu bile bile. Üstelik her zaman dürüst davranacağım konusunda sana söz verdiğimi bile bile. Üstelik seninle en kısa sürede evlenip çocuğunu doğurmayı istediğimi bile bile. Sırf korkuların yüzünden binmemi istemediğin motorumu kullanmaktan vazgeçtiğimi bile bile. Ben sırf sen üzülmeyesin diye elimden gelen her şeyi yapmaya çabalarken, sen beni dinlemedin. Daha ne istiyordun bu aşka inanmak için? Ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Hatta gereğinden fazlasını yaptığımı anlıyorum. Belki bir gün yeniden oturur konuşuruz. O zamana kadar kendini affettirecek bir şeyler bul. Aksi halde seni bir daha görmek istemiyorum.”

“Başak, ne demek bir daha görmek istememek. En başta demedin mi konuşuruz diye. Lütfen bu kadar kolay kesip atma. Yerden göğe haklısın ama konuşmadan çözemeyiz. “

“Çok konuştuk. Sanırım çok hızlı yaşanan bir ilişki aynı hızla bitti. Çünkü konuştuğumuz her an sen, dürüstlük istedin ben de dürüst olacağımı söyledim. Ben hala dürüstüm. Senden de aynı şeyi bekliyorum. Bu ilişkide dürüst ol. Ne istediğini, nasıl istediğini iyice düşün ve karar ver. Kendini affettir ki beni yanında bul. Aksi halde dedim ya, bir daha beni göremezsin. Şimdi kapatmam lazım. Bu telefonu İstanbul’a dönene kadar bir daha açmayacağım. Bana ulaşmaya uğraşma. “

“Ne zaman döneceksin İstanbul’a?”

“Bilmiyorum. Kendine iyi bak.”

“Başak, kapatma lütfen. “

“Kapatıyorum. Hoşça kal.”

“Başak, seni seviyorum. Lütfen kapatma konuşalım.”

“Ben de seni seviyorum. Şu an senden nefret etsem de seni seviyorum. Bu sevgi hemen silinip atılacak bir şey değil ki. Sadece çok yıprandığını bil. Yeniden onarılması gerektiğini bil. Gerekirse tedavi olunması gerektiğini de bil. Kapatıyorum artık. “



Daha fazla dayanamamış, gözyaşları akmadan önce telefonu kapatmıştı. Hemen çalmaya başlayan telefonunu tamamen kapatıp, sesini kesmişti. Hıçkırıkları diğer odadan duyulunca Burçak yanına gelmiş, kardeşine sarılmıştı. Başak, otobüs yolculuğu boyunca uyumuş, hiçbir şey anlatmamıştı. Mersin de Levent’in ailesine ait yazlığa geldiklerinde kısaca yaşananları özetlemişti. Evlenme teklifinden bahsetmiş geçmişinde yaşadığı olayı anlatmıştı.

Burçak da olaya tarafsız bakmaya çalışmış, Tarık’ın da çok acı çektiğini, yine de bundan sonraki yaşamları için bazı şeyleri aşmaları gerektiğini söylemiş, kardeşine sabırlı olması gerektiğini telkin etmişti.

Başak, on beş gün boyunca deniz kenarında yürüdü, ağladı, yüzdü, yine ağladı. İçindeki kırgınlığı atmak için çabaladı durdu. Tarık’ı anlamaya çalışıyordu. Burçak’ın telkinleri ile Tarık’ın yaşadığı travmanın büyük olduğunu kabullenmişti. Burçak, psikoloji okuduğu için, olaylara yaklaşımı farklı oluyordu. Her ne kadar kız kardeşinin üzülmesine dayanamasa da karşı tarafı da değerlendirmesi gerektiğini biliyor, zamanın en iyi tedavi olduğunu kabulleniyordu. Bu yaklaşım ile Başak’ı da yumuşatmıştı.

Yumuşamasının en büyük etkenlerinden biri de Şebnem’in, Burçak kanalı ile kendisine ulaşması ve Tarık’ın her gün şirketi arayıp, Başak hakkında kendisini sıkıştırdığını söylemesiydi. Başak, ilk başlarda sinirlenmişti. Sonra ise bu ilgiden hoşnut olmaya başlamıştı. Bu kez vazgeçmemişti. Gerçi hatalı olduğunu biliyordu. Vazgeçmemişliğin ardında yatan buydu. Ya gerçekten bir hata yapmış olsaydı? Hiç affı yok muydu? Her şey siyah ve beyaz mıydı? Böyle bir yaşam nasıl olurdu? O şen şakrak adam nasıl müsamahasız olabilirdi?






Tarık, on beş gündür ne doğru düzgün yemek yiyor, ne de düzenli uyuyabiliyordu. Tek tesellisi Şebnem ile konuşuyor olmaktı. Şebnem’in başlardaki kızgın ve kırgın sesi zamanla yumuşamıştı. En yakın arkadaşındaki bu yumuşama Tarık’ı rahatlatıyordu. Bu tavrı, Başak’ın da yumuşaması olarak algılıyordu. Zaten, telefonla son konuşmalarında kendisini hala sevdiğini söylemişti. Bir umut vardı. Bu sefer başaracaktı.







Levent işbaşı yapacağı için, geri dönmeye karar vermişti. Burçak, kardeşinin yanında kalmak istediğini söyleyince, Başak da, geri dönmek istediğini belirtmişti. Karı kocanın kendisi için yeniden ayrı kalmasını kabul edemezdi. Yine de İstanbul’a dönmekten korkuyordu. Ya Tarık ile her şey kötüye giderse? Ya bu işin olurunu bulamazlarsa? On beş gün boyunca bunları defalarca kez düşünmüş, ne tam olarak kendisinin ne istediğine karar verebilmiş, ne de ayrılırlarsa nasıl dayanacağını, nasıl altından kalkacağını hesap edebilmişti.

Dönüş yolunu bu kez uçakla aldılar. Dinlenmek hepsine iyi gelmiş, Burçak’ın tüm ailesini travmadan kurtarma çabaları sonuç vermişti. Levent çok daha iyiydi. Ailesini bir daha göremeyeceğini düşünerek geçirdiği günlerin acıları silinmeye başlamıştı. Burçak, eşinin yanından ayrılmadan konuşarak o günleri unutturmanın yollarını aramıştı. En son ihtimal ilaç tedavisi diye düşünürken, Levent eski günlerine dönmüştü. Gözünün önünden ayırmadan geçirdiği günlerden sonra tek başına plaja markete gönderir olmuştu. Burçak, mutluydu. Tek sorunu kardeşiydi. Başak, iyi gibi görünse de hala kafası dağınıktı. Uzun uzun dalıyor, söylenenleri duymuyordu. Bunlarda geçecek dedi Burçak, kendi kendisine.

Şebnem, Tarık’ın son telefonunda sesinin daha iyi geldiğini fark etti. Başak, döneceklerini söyleyince, dayanamamış, Tarık’a “Kısa zamanda görüşürsünüz artık” demişti. Bir gün sonra ise moralli sesi duyunca ‘İnşallah, bu kızıl kafalı, ters bir şey yapmaz. Bu çocuk deliler gibi aşık’ diye dertlenmişti


















Tarık, Başak’ın yakında geleceğini duyduğundan beri kabına sığamıyordu. İlk günler üzüntüden kafası resmen çalışmamıştı. Sonra, kendisini affettirmenin yollarını aramaya başlamıştı. İlk aklına gelen klişe özürler ve hediyeler, aralarındaki sorunun çözülmesine yardımcı olamazdı. Başka şeyler bulmalıydı. Sonunda da bulmuştu. Günlerdir bunun üstünde çalışıyordu. Önce kendisini yeniden kabul ettirecekti hayatına. Bu aşamayı aşarsa kendisini affettirmek için elinden geleni yapacaktı.



Başak, artık tek başına kalacağı evine gelmişti. Gece hiçbir şeyle ilgilenmeden hemen uyumuştu. Sabah evini gezmişti. Tarık’ın o meşum gecede getirdiği mumlardan bir tane bile yoktu ortalıkta. Güller zaten hemen çöpü boylamıştı. Kapağını söktüğü sandığını yeniden eski yerine koymuş, bir süre uğraşıp menteşelerini takmıştı. Evi, Burçak ile yaptığı o ilk telefon konuşmasının öncesindeki haline dönmüştü.

Kendisi o hale dönemeyeceği için, hiç olmazsa baktığı yerlerden kötü anıların kendisine ulaşmasını engellemek istiyordu. Yine de her köşede Tarık vardı. En kötüsü de mutfaktı. Orada öpüşerek hazırladıkları yemekler her an aklındaydı. İyi de yatak odasının anıları? Daha mı az can acıtıcıydı? Tam tersi, odanın kapısından bakarken bile kalbi sızlıyordu. En son Damla’yı beraber yıkadıkları banyo? İkisinin de sırılsıklam oluşu, Damla’yı uyuttuktan sonra beraber duşa girişleri? Her köşe ayrı acı verince, evden çıktı. Bir süre sokaklarda gezdi. Sonra evinin yolunu tuttu. Sevda kapıda karşıladı.

“Gel güzel kızım, gel de biraz konuşalım.”

“Sevda’m, hiç iyi değilim, uyumak istiyorum. Sonra gelsem?”

“Uyumakla sevda geçmez. Gel konuşalım.”

“Tamam” diyerek eve girdi. Ferda da içeride bekliyordu. Başak Mersin'de dinlenirken, Sema haricindeki tüm kızlar ve Oğuz ailelerinin yanına dönmüştü. Dostlar apartmanı sakinleşmişti. Gayler ve travestiler eski hayatlarına devam ediyorlardı. Düzen bozulmamıştı. Tek bozulan Başak’ın ruh haliydi. Sevda’da bu ruh halini dağıtmak istiyordu.

“Bak güzel kız. Önce ne yapmak istediğine karar vermen lazım. Böyle ruh gibi dolaşmakla olmaz. Dün geldiğinde ne halde olduğunu gördük. Böyle giderse hasta olursun yeniden.”

“Yok olmam iyiyim.”

“Karar verdin mi ne yapacağına? Bu çocuk her gün buraların yolunu aşındırıyor. Senden haber almak için başımızın etini yiyor. Sen kararını ver ki, bizler de yanıtımızı ona göre verelim.”

“Kararımı verdim merak etme. “

“Eee ne karar verdin?”


“Bunu sadece Tarık’a söylerim. Sonra nasılsa ne karar verdiğimi hepiniz anlayacaksınız. Bakalım ben yokken nasıl bir özür düşünmüş? “

“Deli kız çocuğun özrüne göre mi hareket edeceksin?”

“Beni seviyorsa ve kaybetmek istemiyorsa doğru bir şeyler yapmalı. Beni aramak, sizleri sıkıştırmak kolay şeyler. Bunu herkes yapar. Hiç sevmeyenler bile!”

“Doğru diyorsun. Bakalım senin bu kızıl inadını aşabilecek mi?”

“Bak, dün geldim. Bugün saat kaç oldu hala yok ortalıkta. Demek ki o kadar da peşimde koşmuyormuş! “

Başak, dünden beri aramasını ya da karşısına çıkmasını bekliyor, geçen her dakika morali bozuluyordu. Sevda’larla vedalaşıp evine çıkarken, ikinci katta Aysev ile karşılaştı.

“Kız şekerrrr ne bu surat? Ege dolaylarında gemilerin mi battı? Yok anam bu Aydın'da var bir tuhaflık. Bak benim eski sevgililerimden biri de oralıydı. Adam ne arar ne sorardı? Tarık da aramıyor değil mi? Ondan bu suratının hali. Ben anlarım şeker. Ah ahh az mı aşk acısı çektim o hıyar yüzünden?”

“Aysev, herkesi aynı kefeye koyma canım. Şansımıza bize böyleleri denk gelmiştir. “

“Ay tamam şeker, sen hala toz kondurma. Bak yok herif iki gündür. Bir de sen yokken kapılarımızda sabahlıyordu. Yani sana aşık olduğunu bilmesem bana asılıyor diyecektim.”

“Güldürme kız beni. İşi vardır. Ben arayamadığım için bilmiyorum ne yaptığını. Ama benim tanıdığım Tarık o kadar uğraşın sonunda konuşmaya gelir.”

“İyi tamam tamam. Al sevgilini başına çal. Ay hadi çıkalım iki tek atıp gelelim. Kafamız dumanlansın. Sana da iyi gelir.”

“Hiç canım istemiyor”

“Yok olmazzzz gelmezsen ölümü gör.”

“Of be Aysev, kaç kere deme şöyle sözler dedim sana. Ne demek o?”

“Ay tamam söz bak bir daha demeyeceğim. Hadi gel çıkalım. And verdim. Ölürüm sonra çıkmazsan.”

“Hadi yürü deli kız. Ama bak bu son. Bir daha böyle şeyler söyleme.”

“Söz kız vallahi söylemem. Hem gerekte kalmaz ki.”

“Anlamadım.”

“Neyi anlamadın?”

“Ay Aysev, bazen beni deli ediyorsun. Hadi yürü. Ama bak yanımda fazla kırıtma, sonra başımıza iş açma. Uğraşamam kimseyle.”

“Söz kız kırıtırsam ne olayım.”

“Daha ne olacaksın be, değiştin değişeceğin kadar.” Gülüşerek dış kapıya geldiler. Aysev önden çıktı. Sola doğru bir adım attığında, Başak’ın görüş alanı açıldı.


Gözlerine inanamıyordu. Tarık, son model bir Harley’e yaslanmıştı. Üstünde korumalı kıyafetler, aynada takılı kaskı ile tam bir motorcuydu. Başak dilini yutmuş gibiydi. Gördüklerine inanamıyordu. Ailesinden dinlediği kazadan sonra aklının köşesinden geçmezdi Tarık’ın motora bineceği. Hatta sırf onun canı sıkılmasın üzülmesin diye kendisi bile motoruna çok az binmeye başlamıştı o zamanlar. Üstünden ne kadar geçmişti ki? Yirmi, yirmi beş gün kadar. Ne olmuştu da Tarık motora binmeye başlamıştı. Hem de karşısına bu şekilde çıkmıştı.

“Bu ne?”

“Ne çabuk unuttun? Motor. Harley.”

“Ukalalık etme. Sen ne arıyorsun bu motorun yanında. Sakın bana aldığını falan söyleme. O motoru kafanda parçalarım.”

“İki yüz elli kiloluk motoru parçalayabilecek misin kafamda? Parçalarsan beni yeniden hayatına kabul edecek misin? Eğer tek şart buysa razıyım. Lütfen beni affet.”

“Böyle bir şart yok. Seni hayatımda istediğimden emin değilim. “


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder