25 Şubat 2015 Çarşamba

DOSTLAR APARTMANI 15.Bölüm



Gülerek odaya girdiklerinde, dört kadını muhabbet ederken buldular. Hepsi halinden memnundu. Başak, Tarık’ın gözlerine baktığında orada huzuru görünce gülümseyerek kafasını yine Tülin’e çevirdi. Muhabbete devam ettiler.

“Biriniz çayları tazeleyin kızlar. Biz Başak ile biraz muhabbet edelim. “
En küçük abla Tülay, hemen yerinden fırlamış, boşlarla birlikte mutfağa gitmişti. Diğer ablalarda balkona çıkıp çocuklarına bakmaya başladılar.

“Evet Başak hanım, hayta oğlumla geçim kolay mı? Huysuzluk yapıyor mu? Eğer bir kabahati olursa bana söylüyorsun. Ben hallediyorum.”

Başak, bu kadar açık sözlü bir başlangıç beklemiyordu. “Yok şimdilik bir huysuzluğu. Olursa kime bildireceğimi bilmek iyi oldu. “

Hülya hanım da kendisi gibi konuşan bu kızı gerçekten sevmeye başlamıştı. İçinden mutlu olmaları için dua etmeye başladı. Bilmediği Başak’ın ailevi durumuydu. Tarık bahsedecek fırsat bulamamıştı. Konunun buraya geleceğini biliyor, annesinin ön yargılı olmasını istemiyordu. Önce tanısın sonra yurtta yetiştiğini öğrensin istemişti. Ön yargıları yıkmak kolay değildi. Şimdi ise kızı sevmiş, yakın bulmuştu. Tahmin ettiği gibi konu aileye geldi.

“Annen baban neredeler kızım?”



Başak, soruyu duyar duymaz kafasını Tarık’a çevirdi. Başını küçük küçük salladığını görünce, annesinin bir şey bilmediğini anladı. Başladı kısaca anlatmaya. Hülya hanımın yüzünden geçen ifadeleri görmek istediği için gözünü bile kırpmıyordu. En büyük korkusu, yurtlarda yetişen kızlar için edinilmiş ön yargılardı. Kendisi bunları yıkmayı bilmişti ama, bu sefer tek kendisi için değildi korkusu. Ya annesi bu durumda bir kızı oğluna layık görmezse? Ellerinin titremeye başladığını fark etti. Hülya hanım, ise bu genç kızın yaşamış olabileceklerini düşünüp gözlerine dolan yaşları engelleyememişti.

“Yavrum, affet beni. Seni üzmek istememiştim. Tamam, canım konuyu kapatalım.” demiş, son cümleyi söylerken sesinin titremesini engelleyememişti. Tarık annesinin her şeyi böyle doğal karşılamasından çok memnundu. Sevgisini belli etmeyi bilen bir kadındı. Başak ise kendi durumu için üzülüp ağlayan bu kadını gerçekten sevdiğini hissetti. Hakkında çok fazla şey bilemese de şu gördükleri yetmişti.

“Asıl siz beni affedin. Ben 24 yıldır annesizim. Benim için normal hayat bu. Sizi üzmek istemezdim. Kardeşim de ben de olduğu gibi kabullendik hayatı. Sizin böyle üzülmeniz beni çok üzdü. Lütfen ağlamayın.”

“Güzel kızım, ben annenim artık. Sakın çekinme benden. Oğlumla konuştuk az önce. Daha resmiyete dökülmüş bir şey yokmuş. Yine de her ikinizde bir gün olacağını bilerek bu yola baş koymuşsunuz. Bu durumda beni annen gibi gör lütfen. Sen de benim kızımsın artık.”

Cümlesi bittiğinde bu sefer ağlama sırası Başak’taydı. Tarık ilk defa ağlarken gördüğü için ne yapacağını şaşırmıştı. Ablaları odaya döndüğünde, iki kadını ağlarken görünce şaşırdılar. Sonra onların şaşkın halini gören annesi ile Başak’ın gülmeye başlaması ile ortada kötü bir şey olmadığını anladılar.

“Hülya hanım, hazır laf lafı açmışken, bu oğlunuz benim motora binmeme kızıyor. Hani şikayet gibi olmasın ama kendisi popo üstü düştü diye altı yıldır bindiğim motorumdan vazgeçmemi istiyor. Bu duruma bir el atar mısınız?”

Başak, odada oluşan sessizliği fark etmemişti. Sustuğunda herkesin şaşkınlıkla baktığını gördü.

“Ters bir şey mi söyledim?”

“Tarık anlatmadı mı?”

“Anne, boş ver. Gerek yok.”

“Gerek var. Neler olduğunu bilmeli.” diyerek, ikinci kazayı ve tedavi sürecini anlattı. Başak, duydukları karşısında şoke oldu. Basit bir korku diye nitelendirdiği olayın ardında korkunç bir kaza yatıyordu. Ölebilirdi! Sakat kalabilirdi! Şimdi kendisi için duyduğu korkuları anlayabiliyordu. Ortam geçmişin hüznü ile dolmuştu.

Bahçede oynayan çocukların gelmesi ile evin içi bir anda karıştı, kasvetli hava dağıldı. Hepsi dayılarının kucağına atlamak için yarışıyor, diğer yandan yanında oturan bayanı tanımaya çalışıyorlardı. Tülay’ın üç buçuk yaşındaki kızı, Başak’a bakmış biraz tartmış, sonra da koltuğa çıkıp ikisinin arasına oturmuştu. Herkesin gülmeye başlamasından sonra ise, hiç istifini bozmadan dayısına sarılmıştı. Başak, bu küçük rakibine bayılmıştı. Kulağına “en güzel rakibim sensin biliyor musun?” dediğinde bu fısıltıyı sadece Tarık duymuş ve gülümsemişti.

Akşam saati yaklaştıkça evde yemek hazırlıkları hızlanmıştı. Tarık’ın babası oğlunun firmasının İzmir şubesinin başında duruyordu. İşten gelme saati yaklaştığında Başak yine heyecanlanmaya başlamıştı. Ellerini ovuşturmasından heyecanını anlayan Tarık, “hiç merak etme. Annemin sınavını veren babamın sınavını zaten baştan vermiş olur.”

“Annen sınav mı yaptı?”

“Tabii. Önce ayakkabılarını çıkartıp eve girdin. Çok önem verir hijyene. İkincisi tabağına konan her şeyi yedin. Bu da çok önemlidir. Sonra dürüstçe her şeyi konuştun.”

“Bunlar mı sınavdı. Kolaymış. Benden önce kaç kişi geçti bu sınavdan?”

“Kızıl kıskanç iş başında”

“Lafı çevirme.”

“İlk olarak seni soktum bu sınava. Başkasının da girme ihtimali yok”

“Benden önce kimseyi tanıştırmadın mı?”

“Tanıştırdım ama hiç biri için sevdiğim kız evlenmeyi düşünüyorum demedim.”

“Tamam o zaman. Kurtardın paçayı”

“Teşekkür ederim tatlım.”

“Ne teşekkürü bu?”

“Beni sevdiğin için, yanımda olduğun için.”

Odada ikisinden başka kimse yoktu. Tarık, dudaklarına kapanmak istese de yakalanmak istemedikleri için, sadece burnunun ucuna öpücük bıraktı. Başak da daha fazlasını istediği ve orada oturmasının tehlikeli olduğunu anladığı için mutfağa gitti. Masanın kurulmasına yardım etmek istediğini söylediğinde, gerisin geri kovalandı. Şimdilik misafirdi. En büyük abla Türkan, “Sonra tüm işleri sana yıkar biz başköşeye kuruluruz canım. Bu günlerinin kıymetini bil.” demiş, anneleri ise “Korkutmayın kızımı” diye savunmaya geçmişti.

Başak, şaka yapıldığını anlamış, “Tamam o zaman ben de şimdilik ayaklarımı uzatıp bekleyeyim işlerin hallolmasını” demiş ve gülüşerek içeri kaçmıştı. Tarık sorunca da tüm olanları anlatmıştı. Tarık da ablalarının, Başak’dan hoşlandığını anlamıştı. Tek kale kalmıştı fethedilmesi gereken. Babası!

İçeride çocuklarla vakit geçirmişler, İstanbul’u arayıp Damla hakkında bilgi almışlar, sonra da babası gelene kadar hep beraber oturup havadan sudan konuşmuşlardı. Kapı çaldığında artık heyecanı yatışmıştı, Başak’ın.

Mehmet Bey, içeri girdiğinde önce genç kızın elini sıkmış, hoş geldin demişti. Sonra oğluna sımsıkı sarılmış, “Özlettin yine kendini” diye sitem etmişti. Ailede herkes sevgisini belli ediyordu. Kimse soğuk ve uzak davranışlarla hislerini gizlemiyordu. Tarık bu özelliklerini ailesinden almıştı.

Baba oğul huy olarak çok benziyorlardı. Konuşkan neşeli ve açık sözlüydüler. Yemek boyunca tatlı tatlı muhabbet edilmiş, havdan sudan konuşulmuş, selamlar iletilmişti. Yemek sonrası aile çay içmek için bahçeye çıkmış, bu sefer de masanın toplanması için yardım teklifi geri çevrilen Başak, mecburen dışarıya çıkmıştı. Bahçe mobilyaları yetersiz kalınca, içeriden sandalyeler getirilmiş, kocaman bir daire oluşturulmuştu.

Başak, kendisini artık yabancı gibi hissetmiyordu. Burçak, kocasını çok seviyordu. Yine de ailesi ile böyle bir yakınlığı yoktu. Levent’in ailesi daha soğuktu. Başak, bu karşılaştırmadan memnun kalmış, kardeşinin de bu aileyi seveceğini düşünüp hem mutlu olmuş, hem hüzünlenmişti. Yüzünün düştüğünü gören Tarık, ne olduğunu sorduğunda, Burçak’ı düşündüğünü söylemişti. Yaşanan tüm sorunları ailesine anlattıkları için, ailede bir an mahzunlaşmış, sonra çocukların uyku saatinin gelmesi bahane edilip ayaklanılmıştı. Başak bir an havayı bozduğunu düşünse de, Tarık, ailenin onun özlemine saygı duyduğunu söyleyince mutlu olmuştu. Benimsendiğini hissetmek moral vermiş, yüzü yeniden gülmeye başlamıştı.

Yatma saati gelene kadar muhabbet etmeye devam ettiler. Esnemeye başladığı zaman gizlemek istedi, Başak. Tarık görüp, “Hadi küçük hanım uyku vakti” dediğinde utandığını hissetti. Nerede yatacaktı? Tarık aynı odayı paylaşmak için ısrarcı olursa nasıl kırmadan hayır diyecekti. Tüm bunları düşünürken, “Annem nasıl yatacağımızı sordu ben de senin ayrı oda isteyeceğini söyledim.” diye fısıldadı kulağına. Bir an gözlerini Hülya hanıma kaldırdı, Başak. Müstakbel kayınvalidesi göz kırpıp gülümseyince, utanmayı unuttu.

“Teşekkür ederim.” diyerek minnetini belli etti. Her ne kadar deli olsa da bu evde Tarık ile aynı odayı paylaşacak kadar deli değildi.

Odasına girdiğinde kendisini çok mutlu ve huzurlu hissediyordu. Sabaha kadar deliksiz uyumuş, evde sesler yükselinceye kadar odasından çıkmamıştı. Kahvaltıya indiğinde Mehmet Bey ile Hülya hanımı masada buldu.

“Günaydın. Geç mi kaldım?”

“Yoo biz erkenciyiz. Tarık da gelir şimdi. Geç otur kızım” diye karşılamıştı Hülya hanım. Keyifle kahvaltılarını yaptılar. İstanbul’a uçmak için İzmir’e gitmeleri gerekiyordu. Yola çıkmadan önce, Hülya Hanım yeniden sarılmış ve kulağına “En kısa sürede yeniden gel… Bu oğlana da fazla boyun eğme, babasının oğludur” demişti. Araba yola çıkınca daha fazla dayanamamış sormuştu Tarık, “Annem ne dedi kulağına?”

“Hiççç”

“Başak, hadi söyle. Yüzün değişti bir an. Ne dedi annem?”

“Bu oğlandan sana yar olmaz bırak en kısa sürede dedi”

“Neee?”

“Ah ahh şu oltaya gelmelerin olmasa ben ne yaparım?”

“Başak, hadi canım. Çok merak ettim. Ne dedi annem?”

“En kısa sürede yeniden gel dedi”

“Öyle mi? Çok sevindim. Seni seveceğini biliyordum zaten.”

Tarık da sevdiği kızın kabul görmesinden memnun, İzmir’e doğru sürdü arabayı. Keyifli uçak yolculuğundan sonra eve geldiklerinde ilk iş Damla’yı almak oldu. Üç günde özlüyordu artık. Çok alışmıştı. Tarık da ilk günlerdeki tedirginliğini atmış, birçok şeyi Başak ile birlikte yapar olmuştu. En keyif aldıkları saatler ise banyo saatleriydi. Elini kolunu salladıkça hem teyzesini hem de Tarık’ı ıslatıp duruyor, Damla uykuya dalar dalmaz aşıklar ıslak üst başlarından kurtuluyorlardı. Tabii sonrası, birbirlerinin kollarında kurumak oluyordu. 

Perşembe sabahı işe giderken motor muhabbeti yine açıldı. Başak, akşam geç saate kadar çalışacağını bildiği için, motoru almak istemişti. Tarık, kesinlikle kabul etmeyince ilk gerçek kavgalarını yapmışlardı. En sonunda işe geç kalmamak için Tarık çıkmak zorunda kalmıştı. Toplantısı vardı ve ne yazık ki erteleyememişti. Bu konuşma akşama devam edecek dedi ve gitti. Başak ise bu kadar ısrarla binmesini istememesine anlam verememişti. Kavga etmiş olmaları çok canını sıkmıştı. Annesinin lafını anımsayınca doğru yaptığına karar vermişti. Yine de kavgalı ayrılmak hoşuna gitmemişti. Canı sıkkın bindi motora. Tam çalıştıracaktı cep telefonu çaldı.

“Efendim Tarık” dedi ters bir sesle.

“Aşkım, özür dilerim. Seni üzmek, kırmak istemedim. Sadece korkuyorum sana bir şey olacak diye. Şimdi de motora bineceksin ve sinirlisin. Dikkatsizce bir şey yaparsan, sana bir şey olursa dayanamam. Lütfen beni affet ve sağ salim işe gittiğini bildir.”

“Tamam canım, merak etme. Artık senin için de yaşıyorum ve çok daha fazla dikkat edeceğim.”

“Seni sevdiğimi söylemiş miydim?”

“Söylemedin. Hadi söyle.”

“Ooo arsız olduk demek yine. Şımarık kızılım, çillim, yeşil gözlüm, seni çok seviyorum. Lütfen çok dikkatli ol.”

Başak, içi rahatlamış olarak bindi bu kez motora. Çok daha fazla dikkat ediyordu artık her şeye. Söz vermişti Tarık’a.

Günleri belli bir düzende geçmeye başlamıştı. Tarık artık tüm günlerini Başak’ın yanında geçiriyordu. Apartman sakinleri ya da Tarık’ın deyimi ile delileri de onu kabullenmiş, kendilerinden biri olarak kabul etmişti. Hatta, arada Başak’ı sıkıştırıp evlenip çocuk yapın, Damla gidince biz ne yapacağız demeye başlayanlar olmuştu. Herkes halinden mutluydu. O hafta okullar kapanacak, bakıcı sayısı azalacaktı. Artık bir süre şehir dışı işi olmayacağı için, Başak rahatlamıştı. Elbet, evdeki hesap çarşıya uymamıştı.

Ergun Bey, başka bir arkadaşının elindeki işi, mecburen Başak’a vermişti. Selma rahatsızlanmış, rapor almıştı. Tek müsait Başak olduğu için, işi de ona vermişti. Bu kez seyahat yurt dışınaydı. Yabancı bir firmanın işleri ile ilgili çekimleri merkezlerinin olduğu Hollanda da yapmak istiyorlardı. Hem de reklam sektörünü ilgilendiren bir fuara katılacaktı. Üstelik dört gün sonra uçması gerekiyordu. Canı sıkıldı Başak’ın. Üç haftadır sabah akşam birlikte olduğu sevdiğinden ayrı kalacaktı. Nasıl söyleyeceğini bile bilemiyordu.

“Ne demek dört gün sonra gidiyorum dört gün yokum? Niye sen gidiyorsun? Erkeklerden biri gitse ya?”

“Canım, ben de gitmek istemiyorum ama mecburum. Çünkü herkesin elinde çok fazla iş var. Selma’nın tek işi buydu. Bende de senin işin vardı en son ve biliyorsun bitti. Yani benden uygun kimse yok. “

“Ne kadar rahat söylüyorsun. Dört gün bu. Çok uzun. Lütfen başkası gitsin.”

“Tarık çocuk gibisin aşkım, özle biraz beni. Döndüğümde acısını çıkartırız.”

“Tamam canım, hadi bu geceden acı çıkartmaya başlayalım.”

“Ooo olmazzz, erken tahsilat bu. Ben dönüşte öderim hepsini.”

Can sıkıntılarını, aşmak için biraz televizyon izlemiş, bir şeyler atıştırmış, en sonunda da Damla’nın banyosunu yaptırıp yine birbirlerini kurulamışlardı.

Önlerindeki dört günü dolu dolu yaşamış, son gece Damla’yı bu kez gay lere bırakıp, yemeğe çıkmışlardı.

Tarık, bu çılgın kızla hiç bir şeyin normal olmadığını anladığından beri, plan yapmaz olmuştu. O akşam da en son aklına gelen yerde buldu kendilerini. Çiçek pasajında. Yapmak istedikleri için hiç uygun değildi, burası. Yine de çok keyifli bir akşam geçirdiler. 












“İnci’ye de gidelim mi?”

“Hiç sormayacaksın sandım.”

“Ya senin nasıl bir miden var? O kadar midye tava, dolma, bira ve ardından profiterol.”

“Fındıklı Beyoğlu Çikolatası da yiyeceğim.”

“Yuh sana.”

“Aaa ne ayıppp üç kuruşluk çikolatayı mı çok görüyorsun bana.”

“Başak, beni yanlış anlama hayatım ama miden bozulacak.”

“Bir şey olmaz. Hadi yürü… canım istiyor.”

“Peki, her canın istediğinde seni İnci’ye getireceğimi, istediğin kadar Beyoğlu Çikolatası alacağımı söylersem, benimle evlenir misin?”

“Tabii… neeeee”


“O kadar şaşırma. Bunu istediğimi zaten biliyordun. Şimdi de yanıtını netleştir. “Tabii” dediğini anımsatırım bu arada.”

“Tarık, seni burada öpmeye başlarsam, bizi karakola götürürler mi? “

“Eve kadar sabrede bilirim de… Bu evet mi demek oluyor?”

“Tabii ki evet, kesinlikle evet, sonsuza kadar evet”

“Seni seviyorum. Hadi yiyelim tatlılarımızı.”

Başak, kendi deliliğine uygun bu tekliften sonra çok mutlu olmuştu. Günlerdir tek istediği Tarık ile evlenmekti. Aslında bu yaşamları da çok güzeldi. Çocuğu için söylenecek olumsuz kelimeleri yok etmenin yolu resmiyetten geçtiği için, bir an önce evlenmek ve hemen çocuk yapmak istiyordu. Damla’nın bakımı onu anneliğe alıştırmıştı.

Tarık da Damla ile ilgilenmekten çok memnundu. Baba kız gibilerdi. Hatta çoğu zaman, kucağına yatırıyor televizyonda bebekler için olan programları açıp, öyle uyutuyordu. Dişleri çıktığından beri huysuzluğu geçmişti. Altta patlattığı iki dişi ile çok sevimli olmuştu.

“Neler düşünüyorsun? Yüzün şekilden şekle giriyor.”

“Damla ve seni düşünüyordum. Hani ben her şeyi pat pat söylüyorum ya. Şimdi yine öyle yapacağım. Ben evlenir evlenmez çocuk yapmak istiyorum. “

“Hayatım, çok sevinirim buna. Ben, sen isteyene kadar beklemek taraftarıydım. Yine de en kısa zamanda istemen için dua ediyordum. Bu kadar istekli olduğunu bilmiyordum. Farkında mısın, her şeyi hızlı yaşıyoruz. Bazen korkuyorum bu hızdan. “

“Eskiden olsa asla çocuk düşünmezdim. Damla ile her şey değişti.”

“Ben de baba olmayı hiç düşünmemiştim. Şimdi ise bir an önce baba olmak istiyorum. “

Daha sonra tatlılarını bitirip, çikolatalarını alıp eve gelmiş, Damla’yı alıp yedirip yatırmış ve dört gün görüşemeyecek olmanın hüznü ile sevişmeye başlamışlardı.

Uçak sabah çok erken saatteydi. Aysev’lerin kapısını çalıp hala uyuyan Damlanın yanında durmaları için üst kata çağırdılar. Zaten sabaha doğru eve geldikleri için sorun olmamıştı.
Başak ile Tarık hava alanına gitmiş, uçak saatine kadar el ele oturmuş, çok az konuşmuşlardı. Ayrılık hüznü çökmüştü her ikisine de.

Uçak son çağrı yapılana kadar, kontrol noktasına gitmedi Başak. Ellerini hiç ayırmadan oturdular. Sonra, yavaş adımlarla kontrol noktasına geldiler. Tarık, dudaklarının kıyısına bir öpücük kondurdu. Bu kadarla yetinmeyi planlıyordu. Dayanamayıp, dudakların kapandığında ikisi de kendi dünyalarına gitmiş, herkesi unutmuştu. En sonunda güvenlik görevlisinin öksürüğü ile herkesin yaşadığı dünyaya döndüler. Gülümseyerek baktılar birbirlerine. O gülümsemenin ardında hüzün gizliydi.

“Seni seviyorum.”

“Seni seviyorum.”

“İnince ara hemen.”

“Tamam, arabayı dikkatli kullan.”

“Kaptana gözükme, sana bakarken rotayı şaşırmasın.”

“Delisin sen”

“Delirten sensin”

“Binmek zorundayım, aşkım. İner inmez arayacağım. Seni çok seviyorum.”

İlk ayrılık ikisi içinde acı olmuştu. Uçak iner inmez telefonunu açan Başak, Tarık’ın sesini duyup rahatlarken, Tarık da televizyonda haber kanallarını izleyip, kötü haber gelmemesi için dua ediyordu.

Hollanda da hava kapalıydı. İçinin sıkıntısı sanki havayı da etkilemişti. Kalacağı otele yerleştiğinde son iki seyahatinde kaldığı otelleri düşündü. İkisinde de yanında Tarık vardı. Sanki şimdi terk edilmiş gibi hissediyordu kendisini. İlk andan beri bu geziyi yapmak istememişti. Her geçen dakika daha fazla rahatsızlık duyuyor, kötü bir şeyler olmasını bekliyordu. İçindeki kötü hisleri atıp işine yoğunlaştı. İki gün çekimlerle ilgilenecek iki gün de fuarı gezecekti.

Tarık, uçağın kalkışından itibaren, üstüne çöken kasvetli havayı dağıtmak için Başak ile ilgili güzel şeyleri düşünmeye başlamıştı. Yine de araya giren uzaklık, o güzel anıları bir anda karartıyordu.

Hollanda da neler yapacaktı?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder