Perşembe
sabahı işe giderken motor muhabbeti yine açıldı. Başak, akşam geç saate kadar
çalışacağını bildiği için, motoru almak istemişti. Tarık, kesinlikle kabul
etmeyince ilk gerçek kavgalarını yapmışlardı. En sonunda işe geç kalmamak
için Tarık çıkmak zorunda kalmıştı. Toplantısı vardı ve ne yazık ki
erteleyememişti. Bu konuşma akşama devam edecek dedi ve gitti. Başak ise bu
kadar ısrarla binmesini istememesine anlam verememişti. Kavga etmiş olmaları
çok canını sıkmıştı. Annesinin lafını anımsayınca doğru yaptığına karar
vermişti. Yine de kavgalı ayrılmak hoşuna gitmemişti. Canı sıkkın bindi
motora. Tam çalıştıracaktı cep telefonu çaldı.
“Efendim Tarık” dedi ters bir sesle. “Aşkım, özür dilerim. Seni üzmek, kırmak istemedim. Sadece korkuyorum sana bir şey olacak diye. Şimdi de motora bineceksin ve sinirlisin. Dikkatsizce bir şey yaparsan, sana bir şey olursa dayanamam. Lütfen beni affet ve sağ salim işe gittiğini bildir.” “Tamam canım, merak etme. Artık senin için de yaşıyorum ve çok daha fazla dikkat edeceğim.” “Seni sevdiğimi söylemiş miydim?” “Söylemedin. Hadi söyle.” “Ooo arsız olduk demek yine. Şımarık kızılım, çillim, yeşil gözlüm, seni çok seviyorum. Lütfen çok dikkatli ol.” Başak, içi rahatlamış olarak bindi bu kez motora. Çok daha fazla dikkat ediyordu artık her şeye. Söz vermişti Tarık’a. Günleri belli bir düzende geçmeye başlamıştı. Tarık artık tüm günlerini Başak’ın yanında geçiriyordu. Apartman sakinleri ya da Tarık’ın deyimi ile delileri de onu kabullenmiş, kendilerinden biri olarak kabul etmişti. Hatta, arada Başak’ı sıkıştırıp evlenip çocuk yapın, Damla gidince biz ne yapacağız demeye başlayanlar olmuştu. Herkes halinden mutluydu. O hafta okullar kapanacak, bakıcı sayısı azalacaktı. Artık bir süre şehir dışı işi olmayacağı için, Başak rahatlamıştı. Elbet, evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Ergun Bey, başka bir arkadaşının elindeki işi, mecburen Başak’a vermişti. Selma rahatsızlanmış, rapor almıştı. Tek müsait Başak olduğu için, işi de ona vermişti. Bu kez seyahat yurt dışınaydı. Yabancı bir firmanın işleri ile ilgili çekimleri merkezlerinin olduğu Hollanda da yapmak istiyorlardı. Hem de reklam sektörünü ilgilendiren bir fuara katılacaktı. Üstelik dört gün sonra uçması gerekiyordu. Canı sıkıldı Başak’ın. Üç haftadır sabah akşam birlikte olduğu sevdiğinden ayrı kalacaktı. Nasıl söyleyeceğini bile bilemiyordu. “Ne demek dört gün sonra gidiyorum dört gün yokum? Niye sen gidiyorsun? Erkeklerden biri gitse ya?” “Canım, ben de gitmek istemiyorum ama mecburum. Çünkü herkesin elinde çok fazla iş var. Selma’nın tek işi buydu. Bende de senin işin vardı en son ve biliyorsun bitti. Yani benden uygun kimse yok. “ “Ne kadar rahat söylüyorsun. Dört gün bu. Çok uzun. Lütfen başkası gitsin.” “Tarık çocuk gibisin aşkım, özle biraz beni. Döndüğümde acısını çıkartırız.” “Tamam canım, hadi bu geceden acı çıkartmaya başlayalım.” “Ooo olmazzz, erken tahsilat bu. Ben dönüşte öderim hepsini.” Can sıkıntılarını, aşmak için biraz televizyon izlemiş, bir şeyler atıştırmış, en sonunda da Damla’nın banyosunu yaptırıp yine birbirlerini kurulamışlardı. Önlerindeki dört günü dolu dolu yaşamış, son gece Damla’yı bu kez gay lere bırakıp, yemeğe çıkmışlardı. Tarık, bu çılgın kızla hiç bir şeyin normal olmadığını anladığından beri, plan yapmaz olmuştu. O akşam da en son aklına gelen yerde buldu kendilerini. Çiçek pasajında. Yapmak istedikleri için hiç uygun değildi, burası. Yine de çok keyifli bir akşam geçirdiler. “İnci’ye de gidelim mi?” “Hiç sormayacaksın sandım.” “Ya senin nasıl bir miden var? O kadar midye tava, dolma, bira ve ardından profiterol.” “Fındıklı Beyoğlu Çikolatası da yiyeceğim.” “Yuh sana.” “Aaa ne ayıppp üç kuruşluk çikolatayı mı çok görüyorsun bana.” “Başak, beni yanlış anlama hayatım ama miden bozulacak.” “Bir şey olmaz. Hadi yürü… canım istiyor.” “Peki, her canın istediğinde seni İnci’ye getireceğimi, istediğin kadar Beyoğlu Çikolatası alacağımı söylersem, benimle evlenir misin?” “Tabii… neeeee” |
“O kadar
şaşırma. Bunu istediğimi zaten biliyordun. Şimdi de yanıtını netleştir.
“Tabii” dediğini anımsatırım bu arada.”
“Tarık, seni burada öpmeye başlarsam, bizi karakola götürürler mi? “ “Eve kadar sabrede bilirim de… Bu evet mi demek oluyor?” “Tabii ki evet, kesinlikle evet, sonsuza kadar evet” “Seni seviyorum. Hadi yiyelim tatlılarımızı.” Başak, kendi deliliğine uygun bu tekliften sonra çok mutlu olmuştu. Günlerdir tek istediği Tarık ile evlenmekti. Aslında bu yaşamları da çok güzeldi. Çocuğu için söylenecek olumsuz kelimeleri yok etmenin yolu resmiyetten geçtiği için, bir an önce evlenmek ve hemen çocuk yapmak istiyordu. Damla’nın bakımı onu anneliğe alıştırmıştı. Tarık da Damla ile ilgilenmekten çok memnundu. Baba kız gibilerdi. Hatta çoğu zaman, kucağına yatırıyor televizyonda bebekler için olan programları açıp, öyle uyutuyordu. Dişleri çıktığından beri huysuzluğu geçmişti. Altta patlattığı iki dişi ile çok sevimli olmuştu. “Neler düşünüyorsun? Yüzün şekilden şekle giriyor.” “Damla ve seni düşünüyordum. Hani ben her şeyi pat pat söylüyorum ya. Şimdi yine öyle yapacağım. Ben evlenir evlenmez çocuk yapmak istiyorum. “ “Hayatım, çok sevinirim buna. Ben, sen isteyene kadar beklemek taraftarıydım. Yine de en kısa zamanda istemen için dua ediyordum. Bu kadar istekli olduğunu bilmiyordum. Farkında mısın, her şeyi hızlı yaşıyoruz. Bazen korkuyorum bu hızdan. “ “Eskiden olsa asla çocuk düşünmezdim. Damla ile her şey değişti.” “Ben de baba olmayı hiç düşünmemiştim. Şimdi ise bir an önce baba olmak istiyorum. “ Daha sonra tatlılarını bitirip, çikolatalarını alıp eve gelmiş, Damla’yı alıp yedirip yatırmış ve dört gün görüşemeyecek olmanın hüznü ile sevişmeye başlamışlardı. Uçak sabah çok erken saatteydi. Aysev’lerin kapısını çalıp hala uyuyan Damlanın yanında durmaları için üst kata çağırdılar. Zaten sabaha doğru eve geldikleri için sorun olmamıştı. Başak ile Tarık hava alanına gitmiş, uçak saatine kadar el ele oturmuş, çok az konuşmuşlardı. Ayrılık hüznü çökmüştü her ikisine de. Uçak son çağrı yapılana kadar, kontrol noktasına gitmedi Başak. Ellerini hiç ayırmadan oturdular. Sonra, yavaş adımlarla kontrol noktasına geldiler. Tarık, dudaklarının kıyısına bir öpücük kondurdu. Bu kadarla yetinmeyi planlıyordu. Dayanamayıp, dudakların kapandığında ikisi de kendi dünyalarına gitmiş, herkesi unutmuştu. En sonunda güvenlik görevlisinin öksürüğü ile herkesin yaşadığı dünyaya döndüler. Gülümseyerek baktılar birbirlerine. O gülümsemenin ardında hüzün gizliydi. “Seni seviyorum.” “Seni seviyorum.” “İnince ara hemen.” “Tamam, arabayı dikkatli kullan.” “Kaptana gözükme, sana bakarken rotayı şaşırmasın.” “Delisin sen” “Delirten sensin” “Binmek zorundayım, aşkım. İner inmez arayacağım. Seni çok seviyorum.” İlk ayrılık ikisi içinde acı olmuştu. Uçak iner inmez telefonunu açan Başak, Tarık’ın sesini duyup rahatlarken, Tarık da televizyonda haber kanallarını izleyip, kötü haber gelmemesi için dua ediyordu. Hollanda da hava kapalıydı. İçinin sıkıntısı sanki havayı da etkilemişti. Kalacağı otele yerleştiğinde son iki seyahatinde kaldığı otelleri düşündü. İkisinde de yanında Tarık vardı. Sanki şimdi terk edilmiş gibi hissediyordu kendisini. İlk andan beri bu geziyi yapmak istememişti. Her geçen dakika daha fazla rahatsızlık duyuyor, kötü bir şeyler olmasını bekliyordu. İçindeki kötü hisleri atıp işine yoğunlaştı. İki gün çekimlerle ilgilenecek iki gün de fuarı gezecekti. Tarık, uçağın kalkışından itibaren, üstüne çöken kasvetli havayı dağıtmak için Başak ile ilgili güzel şeyleri düşünmeye başlamıştı. Yine de araya giren uzaklık, o güzel anıları bir anda karartıyordu.
Hollanda
da neler yapacaktı?
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder