10 Nisan 2024 Çarşamba

Azra 11. Bölüm

 Pazartesi günü yeni kararların şekillendirdiği Azra Atalay, terzinin şekillendirdiği takımlarından birini giymiş, yeniden kuaföre gidip biraz daha farklı şekil verdiği saçları ile evden çıkmıştı. Eski mantosu da elden geçmiş, eteklerine, yakasına ve kol ağızlarına sahte kürkler eklenmiş, böylece boyu modaya uygun olacak şekilde uzatılmıştı. Düğmelerin de değişmesi basit ama etkili bir uygulama olmuştu. Terzi söylediği takımlardan başka beş parçayı da elden geçirmiş, basit değişikliklerle modaya uydurmuştu. Topuklu çizmeleri ile attığı her adım çekiciliğini arttırıyordu. Oturduğu mahalleye uymayan bir şıklık sergiliyordu. Bunu biliyordu ama eski paspal görüntüsüne dönmeyi aklından bile geçirmiyordu.  

Şirkete geldiğinde masasına oturmadan önce kahve almak için yemek odasına girdiği an ıslıklarla karşılandı.  

"Çok şıksın, ne o randevun mu var?" diye soran arkadaşlarına sadece eski kıyafetlerinin terzi tarafından toparlandığını söylemişti. Hepsi hayretle bakıyordu.  

“Eskileri terzi yeni hale mi getirdi?” Kızlardan biri inanamamıştı.  

"İsteyene adres veririm. Bu konuda gerçekten çok başarılı. Bu manto en az on senelik ve sanki bu senenin modası gibi değiştirdi. Vitrinler benzeri ile dolu." 

"Hemen veriyorsun adresi, dolapta ne kadar eski varsa elden geçirtiyorum." Bunu söyleyen büronun patrondan sonra en eski elemanı olan Hülya Hanım idi. Diğerleri de ondan cesaretle konuşmaya başlamış hepsi neleri kurtaracağını planlamaya koyulmuştu.  

Azra, yemek odasında geçen konuşmalara gülerek elinde fincanı masasına yürürken herkesin akçam süslerini masasında tuttuğunu görüp sevindi. Genelde takıntılı değildi ama tüm personelin masasında farklı renk ve ebatta masa üstü malzemesi vardı. Kimsenin zımbası ile delgeçi bile uyumlu değildi. Böyle şeylerin şirket tarafından alındığını biliyordu ama henüz kişisel zevkleri konusunda fikir sahibi olmadığı iş arkadaşlarına yeni yıl hediyesi olarak geçenlerde gittiği kırtasiyede gördüğü setlerden almayı düşündü. Daha kurumsal bir görüntü vereceği de bir gerçekti. Şirketi benimsediğinin, aidiyet duygusunun oluştuğunun farkına varıp gülümsedi.  

Acaba Lale ile Çınar'a yılbaşı hediyesi almalı mıydı? Sonra kararını anımsadı. Uzak duracaktı! 

Yıllarca ne hediye almış ne vermişti. Hapisten çıktığından beri birilerine bir şeyler almak, onları mutlu görmek isteğine engel olamıyordu. Oysa yapamadığı daha bir sürü şey vardı. Mesela sinemaya gitmek gibi. Nelerin oynadığına baktı. Pazar günü için güzel bir komedi filmine gitmeye karar verdi. Selma ile konuştu, Semahat ablanın da o gün için izin yapacağını öğrenince sinema müşterisi üçe çıkmıştı. 

*****  

Azra, sinemanın kapısında beklerken biri yanına yaklaştı. Durmadan yoluna devam eden adam, "İyi seyirler." demişti. Azra bir anda dikkat kesilmişti. Adamın yüzüne bakmamış olmasına kızdı. Sesinden tanımıştı, geçen akşam yolunu kesen adamdı bu. Etrafına bakınıp adamı görmeye çalışsa da bulamadı. Onun panik oluşunu izleyen Çınar’ın adamları baktığı yöne doğru yürüseler de adamı göremediler. Biri diğerine kameraları işaret edince sadece başını sallamış ve hemen uzaklaşmışlardı.  

Azra, her şeyden habersiz ne yapacağını düşünürken Selma ve Semahat abla gelmişti bile. Onlara biletlerini verirken Çınar'ı araması gerektiğini düşünüyordu. Sarılıp öpüştükten sonra, "Çok acil bir telefon açmam lazım. Siz yerinize geçin, ben de hemen geliyorum." dedi. Onlar salona yürürken Azra'da Çınar'ı aradı.  

"Merhaba, umarım rahatsız etmiyorum?" 

"Hayır, evde televizyon izliyordum." 

"Kusura bakmayın, izin gününüzde aradım ama az önce bir adam iyi seyirler diledi. Şey, sinemadayım ve o konuşan adam geçen akşam evimin kapısına gelen adamdı." 

"Yüzünü görebildin mi?" 

"Hayır, sadece sesini duydum. Yüzüne bakamadan kalabalığa karıştı." 

"Tamam, anladım. Önemli değil. Salonda yanına oturabilir, konuşursa beni ara, sen sesini çıkartmazsan ben de konuşmam ama onun dediklerini duyabilirim. Anladın mı?" 

"Elbette." 

"Yalnız mısın?" 

"Hayır, dostlarım var yanımda." 

"Erkek mi?" Merak etmesi gereken bu muydu? Ama boş bulunmuştu. Azra aklını karıştırıyordu.  

"Hayır, otelde çalışan Semahat abla ile kızı Selma." Erkek olsa ne olacaktı? Niye sormuştu acaba? Kim dememişti. Erkek mi, demişti. Aklı yine karışan Azra, Çınar’ın yanıtını bekliyordu. 

"Tamam, Semahat Hanım ile Selma. Onların yanında ters bir şey yapmazlar. Yine de dikkatli ol. Benimkiler de oradadır. Rahat ol, sakın korkma." 

"Her seferinde aynı şeyi söylüyorsunuz ama bu benim korkmama mâni olmuyor. Boşa yorulmayın, bu iş bitene kadar, belki bittikten sonra bile korkmaya devam edeceğim."  

"Bir gün bitecek. Emin ol, bunun son bulması için elimden geleni yapacağım." 

"Umarım. Ben de öyle yapacağım." 

“Umarım kelimesini hiç sevmediğimi fark ettim. Biraz inan bana.” 

“Um.. Tamam, elinizden geleni yapacağınıza inanıyorum.” 

Çınar, bu cümleden sonra vedalaşıp telefonu kapattığında içindeki sıkıntının da bir düğmesi olup kapatabilmeyi istedi. Kendi ekibinden birini arayıp kısa bir konuşma yaptı. Kamera görüntülerine baktıklarını söyleyince bir şeyler bulacaklarını umdu. Bir önceki yakınlaşmanın görüntülerinden bir şey elde edememişlerdi. Bu işin uzaması herkesin hayatını etkiliyordu. Bulundukları yer uzak olmasa atlayıp gitmeyi bile düşünmüştü. Aklını kaçırıyordu. İzlediği şeyi unutmuştu çoktan. Çalışma odasına gitti. Sonra en son nereye koyduğunu anımsayıp banyoya gitti. Eldeki belgelerin birer örneğinin olduğu belleği çıkarttı saklı olduğu yerden.  

Bu adam hayali ihracat, silah, uyuşturucu ticareti yapıyor, yurt içinde ise inşaat yapıyormuş gibi kara paralarını aklıyordu. Biliniyor ama ispatlanamıyor... İşte burada tıkanıyorlardı. Çünkü ülkedeki hukuk ve bankacılık sistemi diğer işlerinden kazandığı parayı rahatlıkla kendi adamlarının hesaplarına aktarmasını ve bunu yaparken adını hiç kullanmamasını sağlayacak şekilde açıklarla doluydu.  

Kendisi için çalışan tüm elemanları bir gün geliyor, milyon dolarlara satılan ama maliyeti onda biri etmeyen evlerden alıyorlardı. Tapu üstünde kimin adının yazdığının bir önemi yoktu Teoman için. İstediği an kendi üstüne aktaracak kişilerdi bunlar. Tabii hiçbiri ona devredilmiyor, satış yapılıyor paranın izi kısa sürede yok oluyordu. Bir iki olayda evleri satan kişiler sorguya alınmış, parayı ne yaptıkları sorulmuş, elden borç ödediklerinden başka bir yanıt alınamamıştı. Kişilerin yaptıkları işlerde yasal olmayan bir şey bulunmadığından üstlerine daha fazla gidilememişti. Tezgâh yıllardır tıkır tıkır işliyordu.  

Çınar'ın bu kişilerle Teoman'ın bağlantısını ispatlamaktan başka çaresi yoktu. Hesap izlerini takip etmiş, kişilerin her hareketini incelemiş ama hepsinden eli boş dönmüştü. Sanki adamlar ilk kez ev ya da mağaza alırken karşılaşmış gibiydiler. Üstelik bu yatırımcıların çoğunun parası yurt dışından geliyordu. Benzer olaylar önceden de yaşanmış, kara para aklama ağı hep çözülmüştü. Yine çözülecekti. Sadece biraz daha fazla uğraşması gerekiyordu.  

Bellekte bulduğu bağlantıları nasıl Teoman’a bağlayacağını anlamalıydı. Evet, şematik olarak çözmüştü ama bunları avukatların çürütmesi kolaydı. “Teoman Bey o işlemden habersiz, o başka bir şeyin parası...” gibi basit cümleler ile bile çürütebilirlerdi. Çünkü gerçek bir suç yoktu yapılan işlerde.  

Azra'nın başını kolaylıkla derde sokan birinin, her adımını dikkatli atacağını anlamak için bu işte çok tecrübeli olmak gerekmiyordu. Yine de tüm tecrübesi ile söyleyeceği bir şey vardı; hatasız kul yoktu. Eninde sonunda eline düşecekti.  

İki saat sonra ekibinden gelen telefon ile üç kadının da sinemadan sonra sorunsuz olarak evlerine gittiğini öğrenmişti. Azra’nın evine ulaştığını duymak rahatlatmıştı.  

*****  

Azra, takside düşünmeye başladığı konuyu eve geldiğinde enine boyuna planlamaya başlamıştı. Duşta bile rahatlamak yerine planlar yapmaya devam edince sinirlenmişti. Kendini durduramayacağını hissediyordu. Bir an önce harekete geçmesi gerektiğine inanıyordu. Teoman onunla kedinin fare ile oynaması gibi oynuyordu. Peşine en az bir iki kişi takacağını biliyordu ve şaşırmamıştı. Fakat her an her yerde karşısına çıkan biri ile panik olmadan hayatına devam etmesi mümkün değildi. Pısırık biri gibi köşesine çekilmek Azra'dan beklenen bir şey olmamalıydı.  

Yapacağı şeyi Çınar'a bildirmesi gerekiyor muydu?  

Hayır, bu tamamen kendi inisiyatifinde olan bir şeydi.  

Ya Çınar öğrenince?  

Şu an onu kızdırmak da istediği bir şey değildi.  

Fakat planını savcı duyarsa yapma derdi. Onun duyması önemli miydi? Ya da tepkisi?  

Derin derin nefesler alıp sakinleşti. Onunla konuşmadan bu kadar önemli bir konuda fevri kararlar veremeyeceğini anlayınca kendisi dahil herkese kızdı. Hayatı hapisteyken bile şu ankinden daha bilinirdi. En azından kim kimdi, nereden ne çıkacaktı biliyordu.  

Çınar ona yardım etmek, adını temize çıkartmak istiyordu. Evet bunu istiyordu ama bunu Azra’nın kaşı gözü için istemiyordu. Elindeki dosyayı kapatacak, büyük bir pisliği ortadan kaldırdığı için camiada reklamı olacak, belki terfi alacaktı. Yani tek sebebi Azra değildi. Hatta Azra piyangodan çıkmış sayılırdı. Kendi çıkarları için Azra ile iş birliği yaptığı, kendi istediklerini yaptırdığı ortadaydı. Ona bu konuda ne kadar güvenebilirdi? Ya da bu dünyada kime güvenebilirdi? 

Düşündükçe canı sıkılmaya başladı. Karamsarlık yüzünden tadı iyice kaçınca bir bitki çayı hazırlamaya karar verdi.  

Olumsuz düşüncelerinden sıyrılıp Çınar’a güvenmeliydi. Çünkü onun imkânlarına ihtiyacı vardı. Tek başına bir şey yapamazdı. Sadece olayları hızlandırayım derken başını yine derde sokabilirdi. Detaylı düşününce sinirleri yatışmış, ardından da acele karar vermek yerine Çınar ile konuşmanın daha doğru olacağına kendini ikna etmişti. Yapması gereken onu haberdar etmekti. Saat henüz dokuzdu. Evde televizyon izlediğine göre programı da yoktu. Çok geç olmadan araması gerektiğine karar verdi. Sesini duymayı istediğini kendine bile itiraf etmedi. İkisi arasında en güvenilir bağlantı olan telefonu sakladığı yerden çıkarttı.  

"Alo, Azra? Bir şey mi oldu?" Telefon hemen açılmış, telaşlı sesi içini ısıtmıştı. Neredeyse gülümseyecek ve biraz panik olsun diye kötü bir şey olmuş gibi konuşacaktı ama hemen kendini toparladı. "Hayır, sadece bir konuyu konuşmak istiyorum." 

"Dinliyorum." 

"Güvenli mi?" 

"Evet, merak etme." 

Derin bir soluk aldı. Ne diyeceğini biliyor ne duyacağını da az çok tahmin ediyordu. "Artık delil bulmak için beklemek yerine harekete geçmek istiyorum. Nasılsa ilk hareket ondan geldi. Ben de harekete geçebilirim. Bu adam beni ömür boyu huzursuz edecek. Çok klişe bir cümle olsa da ben alnımdaki kara lekeyi temizlemek ve herkesin yüzüne huzurla bakmak istiyorum." 

"Bir dakika, bir dakika, doğru mu anlıyorum? Sen kendi başına harekete mi geçmek istiyorsun?" Çınar, genç kadının çıldırdığını düşünüyordu. Ne demek harekete geçmek? 

"Çok doğru anlıyorsunuz. Elimde bir şey olmadığını, zamanında tüm bildiklerimle bile ne büyük bir ceza aldığımı ve yeniden başıma benzer bir şey gelmeyeceğinin garantisi olmadığını ikimiz de biliyoruz. Bu adam benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor. O zaman ben de dişli bir fare olacağım." 

"Bu büyük hata olur." Aklını toparlayamıyordu. Bu kadın dengesini bozuyordu. Sakin kalmaya ve onu ikna etmeye çabaladı. “Onun neler yapabileceğini biliyorsun. Biraz sabırlı ol lütfen.” 

"Ne yapar? Yine hapse mi attırır? Öldürür mü? Böyle mi yaşayayım?” Sesi istediğinden yüksek ve hırçın çıkınca derin bir nefes alıp daha sakin devam etti. “Her an korkarak, her an yanımdakiler tarafından geçmişim yüzünden dışlanıp aşağılanmayı bekleyerek yaşayamam. Ben böyle biri değilim. Eskiden de değildim. Artık yeter.” Yine bir an durdu ve devam etti. “Sinemada, ne izlediğimi, dostlarımla ne konuştuğumu bile anlamadım. Lale hanımla yediğimiz yemekten sonra başına dert oldum mu acaba diye düşünmekten gözüme uyku girmedi. Yarın kimin başını derde sokacağım, kimi önlerine yem yapacağımı bilmeden yaşayamam." 

Çınar, hattın ucunda ne diyeceğini bilemiyordu. Hem hak veriyor hem de onun için korkuyordu. Bu adam oyun oynanacak biri değildi. Üstelik Azra gibi biri onunla başa çıkamazdı. Hayatını tehlikeye attığını bile bile bu isteğine onay veremeyecekti.  

"Bunu kabul etmiyorum. Bir şey yapmayacaksın." 

Azra bu emir veren cümleye ve tonlamaya kızmıştı. "Çınar Bey, yeni bir dava açtınız mı?" 

Yılgın bir sesle yanıtladı Çınar. "Hayır, henüz değil." 

"Açmak için yeni bir suç mu bekliyorsunuz?" 

"Öyle sayılır." 

"O zaman bırakın da o suçu işlesin." 

"Ne demek...?" 

Cümlesini kesti Azra, "Şunu demek istiyorum. Ben onun damarına basayım, o da hata yapsın. Olmadı mı, ben yakınında olayım yaptıklarını izleyeyim. Mutlaka bulacağım neler döndüğünü. Ama bunun için ona yaklaşmam şart." 

"Bunu yapamazsın." Ona yakın olmasını asla kabul edemezdi. Bunu anlamamasına şaşıyordu. Her türlü itirazı kullanacak ve uzak tutacaktı.  

"Neden yapamazmışım?” 

“Bu çok tehlikeli ve senin yeteneklerin böyle bir iş için yetersiz.” 

“Nereden biliyorsunuz?" 

"Eğitimin, bilgin böyle bir suç makinesi ile uğraşmaya uygun değil. Bak, elimdeki belgelerle onun yanına birini sokarak her adımını takip edeceğim. Sadece biraz zaman lazım."  

"Yapamazsınız. Onun yanına siz kimseyi sokamazsınız. Zaten becerebilseydiniz bunca senede kesin yapmıştınız. O yüzden benim planıma itiraz etmeyi bırakın.” 

Haklı olduğunu kabul etmek zorundaydı. Bir kez denemişler adam kapıya kadar bile gelememişti. Tek sevindiği nokta yakalanan adam ile Çınar’ın bağlantısını kuracak bir şey olmamasıydı. 

“Tamam, haklısın diyelim. Yine de ona yaklaşmanı, kendi başına bir şey yapmanı istemiyorum.”  

“Pekâlâ, bir sorum var." 

"Sor." 

"Beni engelleme hakkınız, yetkiniz var mı?" 

Hiç istemediği bir yanıt vermek durumundaydı. İçinden geçen, kalbinin dediği evet olsa da dili doğruyu söyledi. "Hayır yok." 

"O halde önümüzdeki hafta ben harekete geçiyorum." 

"Yapmamanı tercih ederim." 

"Ben de üç senemi ve temiz sicilimi tekrar kazanmayı tercih ederim ama her zaman istediklerimiz olmuyor." 

"Yarın, Lale'nin bürosuna uğra, konuşalım." 

"Onu tehlikeye atamam." 

Onu tehlikeye atamam derken bile kendisini nasıl bir tehlikeye attığını fark etmiyor muydu? Aklını yitirmeden çözüm bulmalıydı. Kısa bir an düşündü. Vakit kazanması gerekiyordu. "O halde otele git, gece de orada kal." 

"Niye?" 

"Lütfen dediğimi yap." 

"Tamam. " 

Telefon kapandığında ikisi de biraz rahat soluk almıştı.  

Çınar hem hak veriyor hem kızıyordu. Kendisini tehlikeye atmasının ne anlamı vardı? O çözecekti bu olayı. Dosya yeniden açılacak, yeni delillerle savcılık harekete geçecekti. Tek davası o olmadığı için istediği kadar vakit ayıramıyordu ama asla peşini de bırakmıyordu. Davanın yeniden açılması için belgelere ihtiyacı olması ayrı dert, davayı açınca Teoman'ın daha dikkatli olup açık vermeyecek olması ayrı dertti. Acele etmemeli, tüm olayları bir anda ortaya çıkartıp Teoman’ın hareketlerini kısıtlamalıydı. O yüzden Azra'nın kendisini ve Çınar’ın davasını tehlikeye atacak bir hareket yapmasını hiç istemiyordu.  

Sonra Azra’nın ne kadar cesur olduğunu düşünmeye başladı. Korkuyordu ve korkusunun üstüne gidiyordu. Çok etkileyici biriydi. Hem de her yönüyle... 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder