10 Nisan 2024 Çarşamba

Azra 10. Bölüm

 Beklediği hareket olsa da ellerinin titremesini saklaması gerekecek kadar korkmuştu. Gecenin bir vakti, karanlık bir kapı ağzında sözde birileri tarafından korunurken karşısına çıkacak kadar cesur birinin olması sinirini bozmuştu.  

"Hiç vaktim olmadı." 

“En yakın zamanda bir yemek yiyelim diyor.” 

“Vaktim yok.” 

“Vakit yaratın o zaman.” 

“Yaratmayacağım.” 

“Hatırını kırmayacağınızı düşünüyor.” 

"Teoman Beye, hatır saymam için hiç olmazsa son üç senede bir iki kez ziyaretime gelmesini beklediğimi söylersiniz. Hatta gerçekleri anlatmasını, suçsuzluğumu ispatlamasını beklediğimi söyleyin. Haber yollayacağına kendi gelseydi. Daha samimi olurdu. İyi akşamlar." 

"Azra Hanım..." 

"Hadi artık tamam, size diyeceğimi dedim. Hava soğuk, yeterince üşüdüm. Hasta olursam Teoman Beye, beni sizin hasta ettiğinizi söylerim." 

Cesurca yaptığı bir hamleydi. Adam başka bir şey söylemeden yine karanlığın içine çekilmişti. Evin arka tarafından kaçacağını tahmin etmek zor değildi. Elleri titreyerek açtı kapıyı. İçeri girer girmez her yeri kontrol etti. Camlardaki demirler güvencesiydi ama isterlerse her şeyi aşabileceklerini düşünmek yeterince korkutuyordu.  

Titremesi geçince ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Sakladığı şampuan kutusundan telefonu çıkarttı. Arayıp aramama konusunda kararsızdı. Peşindekiler acaba Çınar'a haber vermişler miydi? Araması gerekiyor muydu? Yanında bir kadın vardı ve onu geç saatte aramanın hoş olmayacağını bilecek kadar kadın erkek ilişkilerine aşinaydı. Yarın ararım diye karar verdikten sonra kendisine sıcak bir şeyler hazırlamak için mutfağa gitti.  

Yirmi dakika sonra hâlâ koltukta oturuyor, buz gibi olmuş çayı elinde tutuyordu. Beyni patlayana kadar düşünmüştü. Harekete geçtiklerine göre artık hiç rahat yoktu. Her an her yerden karşısına çıkacaklarını biliyordu.  

Telefonun sesi ile sıçradı. Ekranda Çınar'ın adını görünce hemen açtı.  

"Neden aramıyorsun beni?" 

"Rahatsız etmek istemedim." 

"Rahatsız etmezdin. Asıl şimdi rahatsızım. Neden arayıp haber vermediğini anlamıyorum." Sesi çok sertti. Azra, kendini savunmak zorunda hissetti.  

"Lale ile yemekteyken kalabalık bir ortamda olduğunuzu öğrenmiştim. Sizi arkadaşlarınızın yanında rahatsız etmek istemedim. Yarın sabah arayacaktım. Mesainiz başlayınca." 

"Birincisi benim mesai saatim diye bir şey söz konusu değil, ikincisi telefonumu, istemezsem, uygun değilsem açmam ama arayanı görür, gerektiğinde dönerim." 

'Uygun değilsem açmam' kısmında takılı kaldı. Toparlandı, "Beklediğim uyarıydı." dedi.  

"Ne konuştunuz?" 

Azra, gelen adamla yaptığı saçma konuşmayı anlattı. Tipini sorduğunda sadece kendisinden yirmi santim kadar uzun olduğunu sesinde belirgin bir şive, ağız olmadığını kalın kaşları olduğunu söyledi.  

"Yüzünü hiç mi görmedin?" 

"Hem örtmüştü hem de kapının üstündeki ışık yanmıyordu. Fahriye Hanım geceleri kapatıyor o lambayı." 

"Bir şekilde ikna et kapatmasın. Gerekirse faturayı ortak ödeyin. Biz hallederiz." 

"Gerek yok, ben sensörlü lamba taktırırım. Daha önce düşünmeliydim." 

"Hiçbirimiz bu kadar cüretkâr hamle beklemedik. Kapına kadar gelmeleri ya bizleri fark etmedikleri için ya da bizi de aşabileceklerini anlatmak için." 

"İkincisi bence. Çünkü fark etmese ön taraftan çıkardı. Aksine arka taraftan çıktı." 

"Arkada da bekleyen biri var. Zaten o görmüş, haber verdi. Sadece konuştuğu için müdahale etmemiş. Yani korkmana gerek yok." 

"Eminim yoktur." Alaycı sesi Çınar’ın cümlesinin anlamsızlığını vurguluyordu.  

"Özür dilerim, ne kadar korkutucu olduğunu tahmin ediyorum. Sadece şu an söyleyecek başka bir şey bulamıyorum." Çınar’ın huzursuz olduğu sesinden anlaşılıyordu. Yine de sesi ilk aradığı ana göre çok yumuşaktı. O da fazla bir şey yapamayacağının farkında olmalıydı.  

Azra, en çok kimi rahatlatmak istediğini açıklayamayacağı şekilde yanıtladı. "Ben bu olayda yem olarak kendimi koydum kapana. O fareyi yakalayana kadar da bunları yaşayacağımı biliyorum. Korkmak vazgeçmek için yeterli değil. O yüzden sorun etmeyin. Bir daha böyle bir şey olursa günün hangi saati olduğunu umursamadan arayacağım, şimdiden haber vereyim." 

"Kesinlikle öyle yap." 

“Lale’yi takip eden falan var mı bilmiyorum. Beni lokantada gördüler mi onu da bilmiyorum. Dikkatli olun.” 

“Sen bizi merak etme. Asıl sen dikkatli ol. Ve Azra... Korkma, elimden gelen her şekilde seni koruyacağım.” 

“Umarım...” 

 

Çınar, telefonu kapattığında sinirden ellerinin titrediğini fark etti. Soğuk havayı bahane edebilirdi. Bu havada balkonda konuşmasının etkisi olsa da aslında sinirleri bozulmuştu. Bu adamı içeri attırmadan rahat etmeyeceğini biliyordu. Şimdi ise daha da sinirliydi. Azra'nın bu akşamki tavrını anlamakta güçlük çekiyordu. Bir saat önce kardeşi ile yemekte olan kadının başına gelenleri kendisine anlatmamasını kabul edemiyordu. Ona güvenmekle hata mı ediyordu? Aslında o da kendisine güvenmiyordu. O son kelime çok can yakıcıydı.  

Çınar, arkadaşlarından izin isteyip katıldığı doğum gününden ayrıldı. Seza erken ayrıldığı için biraz bozulsa da iş çıktı demesinden sonra "Bıktım senin bu iş bahanenden. Artık başka mazeret bul." dedi.  

"Kocana benim adıma veda ettiğimi söyler misin? Hafta sonu bilet ayarlayabilirsem maça gidelim dediğimi de ekle." Faruk, iş arkadaşlarından birkaçı ile bir köşeye çekilmiş hararetle bir şekilde konuşuyordu. Çınar, oraya uğrayıp vedalaşmak yerine kuzenine söylemeyi tercih etmişti.  

"Anca öyle affeder seni. Doğum günü çocuğuna veda etmemek nerede görülmüş. Bu arada ben de gelecek miyim o maça?" 

"Ne zaman basketbol maçları ilgini çekmeye başladı?" 

"Unutma ki kocamı o maçlardan birinde buldum." 

"Anımsatırım, sadece salonun kapısında duruyordun. O da benimle buluşacağın içindi. Faruk benimle maça gelmemiş olsa tanışamazdınız." 

"İşte tam da o yüzden en sevdiğim kuzenim sensin. Bir ara hepimiz toplaşalım, bir şeyler yapalım." 

"Yıl başında toplanalım diyordu Lale. Konuş onunla." 

"Süper fikir. Lale’ye kızgınım gerçi. Bu akşam gelmemesinin mazereti ne?” 

“Birincisi kocası yok, ikincisi birisi ile önemli bir yemek sözü varmış. Senin davetinden önce ayarlamışlar. Ben de zor ayarladım biliyorsun.” 

“İyi tamam, ben de son anda çağırmamdan dolayı katılamayanları affediyorum. Neyse yılbaşı için ayarlama yaparız." 

"Görüşürüz." 

“Görüşürüz.” 

Çınar, arabasına bindiğinde hemen telefona sarıldı. Nöbette olan polisi aradı.  

"Yeni bir şey var mı?" 

"Hayır sayın savcım. Azra Hanım da uyudu sanırım. Lambasını on dakika önce söndürdü." 

"Sen evde misin?" 

"Evet, ön cepheyi evden, arka cepheyi arabadan takip ediyoruz." 

"Gelen adamı tanıyor muyuz?" 

"Kendini iyi kamufle etmiş. Yine de bir şeyler çıkartırız yarın görüntülerinden." 

"Tamam, saldırmayacağını tahmin ediyorum ama yine de korkutmaları hoşuma gitmiyor. Dikkatli olun." 

"Merak etmeyin sayın savcım, çok dikkat ediyoruz. O adamı da gördüğü halde müdahale etmedi arkadaşımız. Sizin isteğiniz öyle olduğu için sadece uzaktan izliyoruz. Kötü bir şey olacağını anlarsak gerekeni yapacağız." 

"Anladım. İyi nöbetler." 

Telefonu kapattığında biraz rahatlamıştı. Artık işler hızlanacaktı. Bunu hissetmenin verdiği heyecan başkaydı. Yıllarını verdiği dosya artık elle tutulur delillerle doluyordu. Eski evraklarda şirketlerin yapısı, yapılan ihracatın izleri hep takipteydi. Organik bağı olmayan bu firmalar üzerinden adama fiske bile vuramıyorlardı. Kaçakçılığı ortaya çıkartsalar bile Teoman’a dokunamamışlardı. Şimdi ise işler değişiyordu. Gayri resmi belgelerde işleyişin tüm aşamaları belliydi. Teoman’a ulaşana kadar para en az üç kez el değiştiriyordu. Eski işlemlerdeki trafiği anladıkları için yeni işleri takip etmek kolaylaşacaktı. Tek sorun vardı, bunu savcılık dahil kimseye belli etmeden başarmaktı. Emekli polisler ve onların bağlantıları sayesinde Azra’yı korumaya almıştı. Hepsi has adamlardı, güvenini sarsacak tek bir olay bile olmamıştı bugüne kadar. Onlara bu işte de güvendiği için rahat bir soluk aldı. Arabasını çalıştırıp yola çıktı.  

Eve geldikten kısa süre sonra en alt çekmeceyi açtı, belleğin kopyasını bilgisayarına taktı ve incelemelere kaldığı yerden devam etti. Azra'nın verdiği dosyalar yıllardır nerede olduğu bilinmeyen adamların üzerine açılmış, Teoman Kamberli ve akrabalarının, hatta şu an yanında çalıştığı bilinen hiç kimsenin adının geçmediği şirketlerdi. O nedenle yakalayamadığını anladığında biraz rahatlamıştı. Ya itiraf ettirecek ya da bu şirketlerin sahipleri ile ortak iş yaptığını kanıtlayacaktı. Şirketlerin para hareketlerinin eninde sonunda Teoman’a ulaşacağını adı gibi biliyordu. Belki de bu belgeler, yapacakları başka bir suçtan yakalanmasından sonra işe yarayacaktı. Direkt suçlayacağı bir şey yoktu henüz.  

Kısa süre çalıştıktan sonra aklı yine Azra’ya gitti.  

Azra'nın titrek, ürkek sesini duyduğunda içinde oluşan korkuyu düşündü. Bu kadın kendisini etkiliyordu. En olmaması gereken şeyleri düşünüyordu. Takip ettiği dosya ile ilgisi olan birisine yaklaşamazdı. Etik değildi bir kere. Üstelik bir yakınlık tüm delillerin çürütülmesi demek bile olabilirdi. Tüm bunları bilmek bazen yetmiyordu. Şu an yapmak istediği tek şeyin o eve gidip Azra'ya sarılmak ve korkma demek olması gibi çılgınlıklar geçiyordu aklından.  

Bir süre daha çalıştıktan sonra biraz sakinleşmişti. Kendini toparlaması gerekiyordu. Duşa girip sıcak suyun altında öylece durdu. Duştan sonra daha iyi hissettiğine karar verip yatağına girdi.  

 

*****  

Azra, telefon konuşmasından sonra kendini rahatlamış hissedip yatmış, gecenin üçünde ise korku ile uyanmıştı. Uykusu dağılmadan yeniden uyumak istese de başaramadı. En iyisi kitap okumaktı. Başucundaki abajuru yakıp kitabını eline aldı. Aynı sayfayı bir türlü okumayı başaramayınca kucağına koyup düşünmeye başladı.  

İlk hareketin Teoman’dan gelmesi çok önemliydi. Lale’nin başının derde girmediğini umuyordu. Kendisini koruyan Çınar’ın kız kardeşini korumaması düşünülemezdi. Çok güzel başlayan gece korkularla bitmişti. O yemeğe hiç gitmemeliydi. Çok sonrası için planlamıştı ama yine acele etmişti. Bazen bu işi yavaş halletmesi gerektiğini söylüyor, sonra bir anda heyecanla hızlı kararlar verip hata ediyordu. Sakinleşmeliydi.  Şimdi de Lale için korkuyordu. Aynı akşam Teoman’ın adamının karşısına çıkması rastlantı mıydı? Yoksa Lale Haznedar da artık hedefinde miydi? 

Azra, tüm korkusuna rağmen, Teoman’ın karşısına çıkmasını bekliyordu. Asıl planı onunla yüz yüze geldiğinde devreye girecekti. Geçmişten gelen bir kozu vardı. Teoman, kolunda güzel kadın olmasını severdi. Elbette sebebi vardı. Karısı hayattayken çok nadir farklı kadınlarla görülürdü. Hepsi de çok güzel kadınlar olurdu ve ikinci kez yanında gözükmez, çoğu bir daha hiç ortalıkta olmazdı.  

En çok Azra ile bir yerlere giderdi. Hatta o zamanlar yakın çevresinden dedikodular kulağına çalınmıştı. Azra’nın evli ve yaşlı bir adamla ilişki yaşadığı konuşuluyordu. Aralarındaki yaş farkına rağmen çevrenin böyle düşünmesi rahatsız ediciydi. Babasından iki yaş büyük bir adamın kendisine ilgi göstermesi normal değildi. Kimse açıkça söylemese de Azra biliyordu bu söylentileri yayma çabasının asıl nedenini. Şimdi bu ilgiyi kendi lehine kullanabilirdi. İlk irtibat kurulmuştu. Mutlaka devamı gelecek, her adımını takip ediyorum, benden habersiz kuş uçmaz, diyen tavırlar sergilenecekti. Artık çok dikkatli olacaktı.  

Ne zaman ki Teoman karşısına çıkacak işte o zaman hem onu tahrik edecek hem de uzak duracak tavırlar sergileyecekti. Sanki etkisinde kalmış, gücüne tapınmış gibi yapmalıydı. Teoman’ın Stockholm Sendromu olarak düşünmesini sağlamalıydı. Aksi bir davranışa inanacak biri değildi. Babasının hareketlerini düşündü. Onun gibi davranması bile yeterliydi. Araya bir iki kadınsı cilve, işve kattığı takdirde o mahlukatı baştan çıkartması işten bile değildi.  

İyi plandı ama bunları yaparken o pisliğe nasıl tahammül edecekti. İyi düşünmeli, doğru hamleler yapmalıydı. Hapishane günlerinde öğrendiklerini kullanmanın zamanı geliyordu. Eğitimsiz hayat kadınlarından eğitimli sporculara kadar koğuş arkadaşlarından çok şey öğrenmişti. O da bildiklerini öğretmiş, birbirlerini geliştirmeye çalışmışlardı. Şimdi artık her öğrendiğini yerinde uygulama zamanıydı. 

Çınar ile yaptıkları konuşmadan sonra verdiği kararı da gözden geçirdi. Sadece bu dava için görüşecek, aklına takmayacak, ne yapıyor, kiminle yapıyor düşünmeyecekti. Bildiği şeyi unutmanın imkanı yoktu. Biri mahkûm, biri savcıydı. Masum olduğunu ispatlasa da durum değişmeyecek, çoğu kişi onun suçlu olduğunu söylemeye devam edecekti. Hem zaten avukat bile tutmak istemezken savcının başını böyle tiplerle belaya sokmanın, mesleğini tehlikeye atmanın ne gereği vardı? Çok iyi biliyordu ikisini yan yana görseler bunu davayı karalamak için kullanacaklardı. Sadece gerektiğinde başkalarının da şahit olduğu ortamlarda dava hakkında görüşecekti. Onun haricinde azami dikkat ile hareket edecekti. Aldığı bu karar en doğru karardı.  

Işığı kapatıp yeniden yorganın altına kaydı. Gözlerini kapattığında içinde büyük bir rahatlama vardı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder