10 Nisan 2024 Çarşamba

Azra 9. Bölüm

 Depoyu bulduklarında neredeyse iki olmuştu saat. Taksi biraz dolaştırmıştı ama şoförün suçu da yoktu. Numaralar değiştirilmiş önceden 11 olan deponun olduğu sokak artık 29 olmuştu. Doğru numarayı bulmak için görevlinin evrakları karıştırmasını beklemişlerdi. Depo kirası düzenli ödenmişti. Son yılın kirasına zaman vardı.  

Azra, "Paraların nereden gönderildiğini söyleyebilir misiniz?" 

"PTT aracılığı ile gönderilmiş. Bakın makbuzu burada." 

Adamın elindeki makbuz Mersin Aydıncık ilçesinin PTT kaşesini taşıyordu. İlçenin adını unutmamak için hemen fotoğrafını çekti. Babası orada olabilirdi. En büyük ipucu bu bilgiydi. Çınar’ın babasının yardımcısını bulmuş olması önemliydi ama kadının Teoman ile irtibatının olma ihtimali yüksekti. Son edindiği bilgi kadından bile daha önemliydi.

    

Aramak için tam telefonun tuşuna basacakken yanında Selma'nın olduğunu anımsadı. Hem zaten hafta sonu adam tatil yapıyorken rahatsız etmenin ne gereği vardı? Sesini duymak istemiş olabilirdi ama bu aramasını gerektirmiyordu.  

Bürodan çıkıp tekrar taksiyle deponun olduğu sokağa gittiler. Taksiyi yolladıktan sonra cebindeki anahtarla kapıyı açtı ve kısa bir an kapıdan tanıdık eşyalarına baktı. Kutular dolusu eşya, üstlerinde boyacıların kullandığı koruyucu ince muşambaların altındaki mobilyalarına yığılmıştı. Ağır kutuların bunca yıl mobilyaların döşemelerine zarar vermiş olması büyük ihtimaldi. Sonra neye üzüldüğüne şaşıp gülümsedi.  

"Nereden başlayalım?" Selma’nın kutuların ve mobilyaların çokluğu karşısında gözleri faltaşı gibi açılmıştı.  

"Bilmiyorum. Lazım olanları alacağım dedim ama kutuların içleri belli değil. Hepsini tek tek açmamız lazım." 

"Keşke makas falan alsaydım yanıma." 

"Ben her şeyi aldım." Yanındaki sırt çantasından bir poşet çıkarttı. İçinden iki maket bıçağı, iki koli bandı, iki kalın kalem çıkartmıştı.  

"Gerçekten her şeyi almışsın. Önce neleri taşıyacağız?" 

"Selma, önemli olan öncelikle giysiler, mutfak eşyaları ve kitaplar. O kutuların üstlerine notlar yazıp ayıralım. Yazlık kışlık fark etmez tüm giysilerimi alacağım. Neleri kullanacağıma sonra karar veririm. Mutfak eşyalarım da aynı şekilde, hepsini istiyorum." 

"Anlaşıldı, kitapları sormuyorum bile, kağıt ne bulursam ayırıyorum." 

İki saat sonra sırt çantasından bu kez de yiyecek poşetini çıkarttı. İkisi için hazırladığı sandviçler, kapalı ayranlar ile karınlarını doyurdular.  

"Bir de çay olsaydı pek güzel olurdu." 

"Olurdu ama termosum yok. Bak eşyaların arasında olacak, bir daha çayımız da olur." 

"Bulalım da. Hadi çalışalım. Sana sormadım ama bir sürü bebek buldum. Özenle kutulanmış hepsi. Oyuncakları seviyorsun sanırım.” 

“Koleksiyonum o. Yıllardır özel bebekler biriktiriyordum.” Babasının onlara özen gösterdiğini bilmek hoşuna gitti.  

“A söylemiştin.”  

“Evet. Hapse girdiğimde de valizimde çok özel bir bebek vardı ama onun içinde de uyuşturucu olabilir diye parçalamışlardı.” 

“Ne yapacaksın onları?” 

“Bilmiyorum. Şimdilik dursunlar.” 

Bir saat daha çalıştıktan sonra tüm kutular elden geçmiş, mobilyaların bir kısmı da dahil olmak üzere depodan alınacak eşyalar tespit edilmişti. Televizyonunu da bulmuştu. Çalışacak mıydı acaba? Gülmeye başladı. Şu ara tv izleyecek vakti vardı. Akşamları bilgisayarından bir şeyler izliyordu ama televizyondan izlemek daha çok hoşuna gidecekti. Kumandanın sahibi olmak lükstü! 

"Ne güzelmiş eşyaların. Çok pahalı şeyler bunlar." 

"Haklısın, pahalıydı. Fakat insan bazı şeylerin değerinin ödediği parayla ilgisi olmadığını anlıyor. İkinci el olarak aldığım o basit mobilyaların değeri bunlardan çok daha fazla. Özgür hayatında huzurla uyuduğun oturup keyifle yemek yediğin basit mobilyaların değeri paha biçilemez." 

"Haklısın. Üç sene boşa yat, ne hikmeti var bunların." 

"Hadi tamam, çok yorulduk, bir de ruhumuzu yormayalım. Kamyonet ayarlamak lazım. Acaba bugün bulur muyuz? Hemen taşıtsam yarın da yerleşsem çok güzel olmaz mı?" Keşke daha önce düşünseydi. Ne ile karşılaşacağını bilmediği için ayarlamayı yapmamıştı. Selma böyle zamanlarda çok pratikti.  

"Olur. Buluruz bekle."  

Selma, hemen telefonu aldı eline. "Kemal abi bana kamyonet lazım. Bugün... evet, hemen lazım. İki de eşya taşıyacak eleman gerekiyor. Yok, çoğu kutu. Yirmi kadar galiba. Bir iki parça da mobilya alacağız. Tamam, bak adres veriyorum. Biz burada bekliyoruz hemen gelsinler. İki saat çok. Bak zaten saat beş oldu. Yedide gelseler, iki saat yükleme, bir saat yol, iki saat boşaltma desek gece on olur.” Azra iki kişiyi yetersiz bulmuş, üç diye işaret etmişti. “Çok geç, hadi bir saate burada olsunlar, iki değil üç kişi yolla, biz de yardım ederiz. Sekizde evimizde olalım." Bunları söylerken bir yandan Azra’nın başı ile onaylamasını istiyordu.   

Para pazarlığını bile yapmıştı. Azra, şaşkınlıkla izliyordu Selma'yı. Her şeyin pazarlığını yapabilen biriydi. "Pessss, bu nasıl bir hız. Senin bu çevreni benim de edinmem lazım." 

"Olur olur, bizim mahallede eskidiğinde hepsi senin de elinin altında olur." 

 

*****  

  

Pazar sabahı tahmininden geç kalktı. Gece bire kadar giysi kutularını açmıştı. İyi durumda olanlardan bazılarını balkona koyduğu çamaşırlığın ve eski kiracıdan kalan çamaşır ipinin üstüne asıp havalandırmaya başlamıştı. Ayakkabılarının bir kısmının derisi bozulmuştu. Onları bir kenara ayırdı, iyi durumda olanların bakımdan geçmesi yeterli olacaktı. Modasının geçmiş olmasını umursamayacaktı. Çok sevdiği bazı parçalara kavuşmuş olmak bile mutlu etmişti. Selma’nın ayak numarası uymuyordu ama kıyafetlerden verebileceklerini ayırmayı ihmal etmemişti.  

Kahvaltıdan sonra öğlene kadar mutfak eşyalarını açmış, küçük mutfağa koyabileceklerini yıkamış, temizlemiş yerleştirmişti. Evi artık daha çok eve, en çok da Azra'nın evine benzemişti. Yorulmuş ama keyifle oturulabilir bir eve kavuşmuştu. Balkon malzemelerini ve berjerlerini de getirmişti. Kamyon tahmininden büyük gelmiş, o da fazladan bazı mobilyaları da yanına almıştı. Salonu da yatak odası da sonunda güzel bir görünüme kavuşmuştu. Nihayet hayatında yeni bir dönem daha başlıyordu.  

Pazartesi yine eski model bir takım vardı üstünde. Pantolon ceket genel iş tarzıydı. Havalandırdığı takımlardan birini giymek iyi gelmişti. Diğer çalışanların bakışları değişmişti. Gerçekten bugün havasında başkalık vardı.  

Yüzündeki gülümseme ile öğlene kadar keyifle çalıştı. Öğle paydosu saatinde Çınar'ı aradı. Bu telefonu çantasında taşımak riskli geliyordu. Fakat iş telefonundan aramak da istemiyordu. 

"Merhaba." 

"Merhaba, nasılsın Azra?" 

"İyiyim, teşekkürler, siz nasılsınız?" 

"İyiyim, ne yazık ki yoğunum." 

"Tamam, çok vaktinizi almayacağım." Bozulmuştu ama belli etmeyecekti. "Babamla ilgili son bilgiyi aktarmak için aradım." Sonra kısaca bulduğu ilçe ismini verdi. Sonra telefonu kapatmaya niyetlenip vedalaşınca Çınar onu durdurdu.   

"Yoğunum derken şu anı kastetmedim. Genel olarak bu hafta yoğunum, önemli bir davam başlıyor. Senin olayınla çok ilgilenemeyeceğim bu hafta. Babanla ise ilgilenecek bir arkadaşı görevlendireceğim. İrtibat kurmak ister misin?" 

"Hayır, istemiyorum." Hızlıca yanıtlamıştı ama çok da emin değildi verdiği yanıttan. Mektup çok şeyi değiştirmişti. 

"O seni ararsa irtibatı kopartmamanı tercih ederim." 

"Aramaz, sanmıyorum. Hapisten ne zaman çıkacağımı biliyordu. Ne aradı ne sordu. Kolu uzundur, illa beni bulurdu." İşte bu kırgınlığı mektupla da geçecek gibi değildi. 

"Bu başkalarının da seni bulabileceği demek, bunu unutmuyorsun değil mi?" 

Şu an Azra’nın en son istediği şey babasının hareketlerinin mantıklı yanını görmekti. Çınar’ın anımsatması ile morali bozuldu.  

"Hayır, her an karşılaşmayı bekliyorum. Elbette Teoman ile değil. O böyle küçük işleri yapmayacak kadar büyüktür. Tanıdığım birileri ile bir gözdağı verecektir." 

"Haberim olsun." 

"Olacaktır eminim." Sesindeki kinaye Çınar’ı güldürdü.  

"Korumaların olacak elbette, ben senin arayıp söylemenden bahsediyorum." 

"Ararım. Çok tutmayayım, görüşürüz." 

"Görüşürüz." 

Telefonu kapattığında neşesi kaçmıştı. Konuşmalarından kendisine güvenmediğini hissetmişti. Niye öyle düşündüğünü bilemiyordu. Belki tamamen sesini duymak için ondan haber almayı istemişti, olamaz mıydı? Telefonu ilk açtığında söylediği yoğunum kelimesi ile bir arada düşününce doğal olarak aklı karışmıştı. Basit bir iki kelimenin aklını karıştırmasına izin vermeyecekti. Zaten bir suçlu ile bir savcının farklı bir ilişkisi olmayacağına göre sadece davası için ilgilendiği birine de ne çok güvenmesi ne de fazla vakit ayırması beklenemezdi.  

 

*****  

Ay sonu geldiğinde ilk maaşını almıştı. İlk günler kadar ihtiyacı yoktu paraya, çünkü çok parası vardı. Hesaba yatan paraya gülümseyerek baktı. Aklına üşüşen fikirler sayesinde bu ilk maaşı biraz farklı harcayacaktı.  

Cumartesi günü, erken saatlerde depodan çıkan eski kıyafetlerinin büyük kısmını, Semahat ablanın tavsiye ettiği bir terziye götürdü. 

Orta yaşlı terzi, boynunda masurası, bileğinde iğnedenliği ile prova yaparken, poşetler dolusu kıyafetle kapıdan giren Azra’yı görüp şaşkınlıkla ayağa kalktı.  

“Lütfen işinizi bitirin, ben beklerim.” 

“Etek boyu alıyordum, iki dakika beklerseniz sizinle ilgilenirim.” 

“Lütfen rahat olun, ben bekliyorum. Bu arada dikilmiş kıyafetlere bakabilir miyim?” 

“Elbette.” 

Kadın, az önce yaptığı işe dönerken Azra da poşetleri elinden bırakmış, askılardaki kıyafetlere bakıyordu. Düz bir gömlek, iyi kumaştan bir etek, dört mevsim giyilebilecek bir kumaştan elbise yan yana duruyordu. En sonda güzel bir abiye elbise gördü. Kadının elinden her tür kıyafet dikişinin geldiğini görmek hoşuna gitti. O bunlara bakınırken prova bitmişti.  

“Evet, size nasıl yardım edebilirim? Poşetlerde kumaş mı var?” 

“Hayır, biraz kıyafet getirdim. Tadilat istiyorum. Aslında hiçbiri yırtık falan değil. Uzun zamandır kullanılmadılar. Yeni ama eski oldular. Biraz modernleşmelerini istiyorum. İki moda dergisi aldım. Modellerin nasıl olacağına karar verirken faydası oldu. Yapabilir misiniz?” 

“Kıyafetleri görebilir miyim? Neler yapabileceğime bakayım.” 

Azra, kaliteli kumaşlardan yapılmış kıyafetleri çıkarttıkça terzi kumaşları elliyor, modellere bakıyordu. "Tüm bu kıyafetlere dokunulmasını mı istiyorsunuz?" Kumaşların üstünde elini zevkle dolaştıran kadın şaşkındı. Genelde bunları alacak kişiler küçük terzilerin dükkanlarının yolunu bilmezdi.  

"Evet, ne yapılabilir? Modaya uyacak şekilde yaka, boy değişiklikleri istiyorum. Mesela gömlek yakaları değişmiş. Neyse ki biraz daha küçülmüş. Pantolonlar bollaşmış. Onlara çok bir şey yapılamayabilir. Mantolarım önemli. Lütfen onları kurtarın. Bunları giyerken daha kiloluydum. Sanırım çoğu daraltma isteyecek." 

Hepsini verip yenilerini alabileceğini biliyordu ama hem daha çok harcayacaktı hem de artık her şeyi kıymetliydi.   

"Neler yapacağımıza siz bile inanamayacaksınız. Acil olan var mı?" 

"Etek ceket takım olanlardan iki tanesini ve bir de pantolonlu bir takımı kısa sürede alabilirsem çok sevinirim." 

"İki gün sonra bir takım tamamen hazır olur. Elimde başka işler olduğu için biraz oyalanacak ama bu hafta bittiğinde üç takım da tamamlanır. Ya da soğuklar geldiğine göre iki takım, bir manto hazır olsun. Diğerlerini de ara ara tamamlar size haber veririm. İşi az olanları belki bu haftaya yetiştiririm." 

"İşte bu. Çok teşekkürler." 

Poşetler dolusu kıyafet için parça başı fiyat ve gereken malzemelerin bedelini alacağını söyledikten sonra ölçülerini not etti. Sonra her türden bir parçayı denetmiş, aklında bir şeylerin uçuştuğunu belli eden gözlerle kısa sürelerle incelemiş, sonra da olumlu anlamda başını sallayıp, üstünü değişmesini söylemişti. Aldığı notlarla iki sayfa dolmuş, Azra fark etmeden yarım saat süresince giyinmiş, soyunmuş, nasıl istediğini, hangi modele benzemesini arzu ettiğini göstermişti. Düğmeden astar rengine kadar fikirlerini sormuştu terzi. Kadının neler planladığını anlamak hoşuna gitti Azra’nın.  

“Bu poşette de artık işime yaramayacağını düşündüğüm birkaç parça var. İhtiyacı olanlara verebilirsiniz.” Terzi kadın minnetle bakıp çoktan hangi parçayı kime vereceğini aklından geçirmeye başlamıştı.  

Terziden çıktıktan sonraki durağı büyük kırtasiyecilerden biri oldu. Yeni yıl öncesi vitrinler renklenmeye başlamıştı. Evini süsleyecekti. Aklındaki bütçeyi aşmadan bir sürü yılbaşı süsü aldı. Tüm iş arkadaşları için de masalarına küçük birer yılbaşı çamı almıştı. Özellikle beyaz çam seçmişti. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'dan duyduğundan beri hep akçam süslüyordu. Nardugan Bayramı olarak kutlanan bayramın minik bilgilerinin olduğu kartlar hazırlayacaktı. Böylece arkadaşları da artık o bayramı bilecekti.  

Diğer arkadaşlarını da unutmamıştı. Hatta onlar has arkadaşlarıydı. Kitaplar arasında gezmeye başladığında kimin neyi seveceğini bilerek birçok kitap seçmişti. Kasanın yanına koyup devam edeceğini söyleyince mağaza müdürü yanına bir eleman verip yardımcı olmasını sağladı. Yığın yükseldikçe Azra yüzünde mutlu bir ifade ile dolaşmaya devam etti. Sonunda onları kendisinin taşıyamayacağını fark ettiğinde kaşları çatıldı. Müdür, yardımcı olmak istediğini söyleyince, bir adrese göndermek istediğini söyledi. Cüzi bir yol parası ile kendi araçları ile yollayacağını söylemesine sevindi. Kadın Tutuklu ve Hükümlü cezaevi adresini yazdırınca şaşkınlıkla baktı.  

“Kitap okumayı seviyorlar mı?” 

"Orada okumak çok önemli. Bazı kitaplar defalarca okunuyor. Yenileri takip edemiyor çoğu. Kitaplara ilave olarak bir koli A4 kâğıdı, zarf ve kalem de eklemek istiyorum." 

"Elbette. Onlar bizim hediyemiz olabilir mi?" 

"Olabilir mi? Elbette olur. Ama belirtin sizden olduğunu. Ve çok naziksiniz, teşekkür ederim." 

"Hayır, teşekkür etmeyin. Böyle bir şey yapacağını bunca zaman düşünmemiş birinin geç kalmış davranışı olarak görün. Her sene ihtiyacı olmayanlara dağıttığımız hediyeler yerine ihtiyaç sahiplerine bir şeyler ulaştırmak çok güzel olacak. Nakliye için bir şey ödemeniz gerekmeyecek." 

"Teşekkür ederim. Gerçekten naziksiniz." 

"Hanımefendi, diğer paketlerinizi de iş yerinize ulaştıracağız."  

Sonraki durak uygun fiyatlı kıyafet satan mağazaydı. Toptancılardan almak daha mantıklıydı ama bu kez böyle yapacaktı. Soğuk günler için sıcak tutacak kazaklar, hırkalar satın almaya çabalıyordu. Beden, renk seçimi biraz zorlamıştı. Polar şalları da ekleyince o mağazadan alabilecekleri tamamlanmış olacaktı. Onlara da adresi bıraktı ve göndermelerini, kargo ücretini ödeyeceğini söyledi. Cezaevi müdürü ile irtibat kuracak ve neler geleceğini söyleyecekti.  

Çorap ve ev patiği bulmak için daha çok gezmişti. İstediği gibi hem sıcak tutacak hem de ucuz bir şeyleri üçüncü dükkânda buldu. Her beden ve renkten düzinelerle aldı. Üçüncü kez cezaevinin adresini kargo adresi olarak belirttiğinde yine dükkân sahibinin katkı vermesi hoşuna gitti.   

Dükkân sahibine nasıl bir toptancı aradığını söylediğinde yaşlı adam hemen bir yer söyledi. Beklettiği taksiye binip verilen adresi söyledi.  

 Marketlere ürün temin eden bir yere geldiklerinde neredeyse hava kararmıştı. Kağıt tabaktan bardağa, peçeteden havluya bir sürü ürünü seçti. En sona en önemli ürün kalmıştı. Koliler dolusu kadın pedi almıştı. Mağaza yetkilisi yine kolileri kendisinin göndereceğini söyleyince nasıl unuttuğuna şaşırmış olarak çocuk bezi de ilave etmişti.  

Nihayet aklındakilerin hepsini tamamlamıştı.  Elbette maaşı yetmemişti. Yeniden edindiği kredi kartı ile ödemişti çoğunu. O kadar çok şeye ihtiyaç duyduklarını bilip almamak mümkün değildi. Evine gönül rahatlığı ile gidebilirdi.  

Kapının önünde durduklarında eve taşımak için taksici yardım etmeyi teklif etmişti. Neredeyse tüm günü birlikte geçirmişti taksici ile. Adam hiç şikayet etmemişti. Bagajdakileri taşırken genç bir delikanlı da gelmişti yanlarına.  

"Yardım edebilirim ben de." dediğinde Azra tedirgin olmuştu. Çok genç sanmıştı ama en az yirmi beş yaşında olmalıydı. Acaba... ama o arada çocuk fısıltıyla kendini tanıtmıştı. "Çınar Beyin özel talimatı." 

Azra, bir haftadır ilk kez onun adını başka birinden duymuştu. Gülümsemesine engel olamadı. Demek göremediği birileri de vardı etrafında. Genç adam yardım edip her şeyin içeri konduğundan ve taksicinin oradan ayrıldığından emin olduktan sonra uzaklaşmıştı. Teşekkür bile edememişti.  

***** 

Pazartesi kutular on bir gibi gelmişti. Daha önceden alıp kendi el yazısı ile Nardugan hakkındaki bilgileri yazdığı kartları paketlerin kurdelesine zımbalayıp herkese tek tek dağıttı. 

 

Kartlarda,  

Bolluk, bereket ve güzellikler bizimle olsun. Yıl sonu yaklaşıyor. 

 

Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, 
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor. 

Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, imge olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebilirsiniz. 

Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin 
kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşıyor. 

Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek utku kazanıyor. 

İşte bu güneşin utkusu, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar. 

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor. 

Bayramın adı 
NARDUGAN 

(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş. 

Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. 

Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına armağanlar koyuyorlar; dallarına alacalı ipler bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan… 

Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın 
çevresinde yırlar söyleyip oyunlar oynuyorlar. 

Yaşlılar, büyük babalar, nineler görmeye gidiliyor; bir araya gelerek birlikte yiyip içiliyor. 

Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme… Bayram, yakınlarla bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur getirirmiş. 

Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş. 
Araplar bu ağacı bilmezlermiş, bu yüzden olayın, Türklerden 
Hıristiyanlara geçtiği, bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor. 

İsa’nın doğumu ile hiçbir ilgisi yok. 

“Doğum, güneşin yeniden doğuşu” 

 

Sümerolog 
Muazzez İlmiye Çığ 

 

yazıyordu. Bazı kişiler tarafındın olmadığı söylense de Azra bu güzel kutlamaya inanıyor, Muazzez İlmiye Çığ’a güveniyordu.  

 

 Merakla bakanlara da ilk maaş hediyesi olduğunu, yemek ısmarlamanın daha pahalıya patlayacağını söyleyip herkesi güldürdü. Kısa süre sonra iş arkadaşlarının masasında şirin akçamlar neşe saçıyordu.   

Yemek işini de unutmamıştı. Lale Haznedar ile yenecek güzel bir yemek bulduğu bu işin teşekkürü olamazdı ama en azından yapabileceği bir şeydi. Tek sorun vardı kadının başını derde sokmadan buluşabilecekler miydi? Yeri Lale seçmişti. Böylece o önceden oraya gitmiş, Azra da iş çıkışı takip edilip edilmediğini anlamak için bir iki yere uğrayıp sonra rastgele bir lokanta seçmiş gibi içeri girmişti. Birisi ile buluşacakmış havasını hiç yaratmadan, etrafa bakınmış, sonra dolu masaları geçip arka tarafa ilerlemişti. Nihayet dışarıdan da gözükmeyen bir masada Lale’yi görüp ona katılmıştı. Lale’nin Çınar tarafından tembihlenmiş olduğunu düşündü.  

Lale onu görünce gülümsemiş, yerinden kalkıp yanaklarından öpmüştü. Yerine otururken garson yanlarına gelmiş, menüleri bırakmıştı. İkisi de yiyeceklerini seçtikten sonra siparişi verip garsonu yolladılar.  

Azra, güzel bir koyu yeşil triko elbise, Lale ise bordo gabardin kumaştan etek, ceket takım ile gelmişti. Lale, Azra’nın kıyafetini ve saçlarını inceledi. Hafif bir makyaj yapmıştı genç kadın.  

"Çok farklı görünüyorsun." 

"Sadece kılık kıyafet ve biraz saç bakımı." Nedense utanmıştı. Onun temizlik yaparken giydikleri ile kıyas yaptığını anladığı içindi bu.  

Lale de onun ne düşündüğünü anlamış olmalıydı. "Hayır, sadece bunlar değil. Çok daha özgüvenlisin, daha parlak bir gülüşün var. Gerçekten değişmişsin." 

"Çok güzel bir işim var. İyi bir yerde evim var. İyi dostlarım ve keyif veren arkadaşlarım var." Azra utangaçlığı atmış, gülümseyerek konuşuyordu. Gerçekten kendini iyi hissettiğini o an fark etti.  

Lale merakla sordu. "Eski arkadaşlarınla görüşmeye mi başladın?" 

"Hayır, onlar için arkadaş kelimesini kirletmem. Yeni iş arkadaşlarım, bana inanan dostlarım var. O yüzden mutluyum." 

"Geçmişi geçmişte bıraktım diyorsun." Genç kadının değişimi Lale’yi mutlu etmişti. Yeni bir hayata başladığı o kadar belliydi ki.  

"Bırakamam. O gün de gelecek ama şimdilik sadece hayatımı bir düzene oturtuyorum. Bu konuda da size çok teşekkür ederim." 

"Teşekküre hiç gerek yok. Ama bu yemeği sana ödetmekten keyif alacağım. Bir de şu siz biz olayını kaldıralım. Yeni deliller bulunuyormuş, davan yeniden açılacak. Ben de o davanın avukatı olmak istiyorum." Son cümleleri söylerken tedbiri elden bırakmamış ve fısıldamıştı. 

"Olmaz." 

"Neden?" Şaşırmıştı Lale. “Parayı mı dert ediyorsun? Merak etme. Karşı taraf ödeyecek nasılsa. Hatta suçsuzluğunu ispatlayınca tazminat da alacaksın. Elimden geleni yapacağım.” 

"Para dert değil. Şu an bankalardaki paralarıma kavuştum. Tazminat konusunu düşünmemiştim ama haksız yere hapis yattığıma göre kimse sorumlusu ödesin. Hiç itirazım olmaz. Fakat yine de gerek olursa dosyamı başka birine vermem daha doğru olur. O insanların sizlerin hayatını karartmasına katlanamam.” Bir süre susup düşündü. “Belki de gerek bile kalmaz. Dava açılınca ben zaten masumiyetimi ispatlayacağım. O yüzden avukatım olmasa da olur." 

"O kadar güvenme. Kendin söyledin. Bu adam ve çevresi çok tehlikeli. Kirli polis, kirli avukat, savcı, hâkim bulamayacağını nereden biliyorsun? Yine seni suçlayacak bir şeyler yapmayacağının garantisi yok. Bir kere seni ihbar eden, yıllarını harcayan bir kez daha yapabilir. Hatta daha kötüsünü de yapabilir. Ayrıca hukuki yazışmalar hataya mahal vermemeli. Hakkını kaybetmene neden olur. O yüzden mutlaka avukatın olsun. Onu suçlayıp hapse gönderdikten sonra yeniden yargılama talep ederiz. O zaman bakarız davaya kimin bakacağına." Lale de Çınar’ın bu konudaki düşüncelerini bildiği için çok ısrarcı olmamıştı. Sadece ona güvendiğini bilmesini istemişti.  

"Anlaştık. Evet çok güçlü biri ve her an yine beni bir şeylerle suçlayabilir. Yine de Çınar Beyin bu kez onu içeri atacağına ve başkalarının başının belaya boş yere girmemesi gerektiğine inanıyorum. Tanıdığım birilerinin bu işin içinde olmasını hiç istemezdim ama Çınar Bey zaten işin içindeydi."  

"O bu dosyayı kapatmadan rahat edemez. Yıllardır elinde sürünen kapatamadığı tek dava bu. Tabii dava demek doğru değil. Adam o kadar akıllı ki ne teknik takibe yakalanıyor ne adı bir olaya karışıyor. Her şeyi yapıyor, bir şey yapmamış gibi geziniyor." 

"Çünkü yakalansa da delilleri yok edecek birilerini çok rahat buluyor." 

"Elbette. Aksi zaten mümkün değil. Kimsenin bilmediği bir teknoloji kullanmadığı sürece anca içerden yardımla yırtar her şeyden." 

"İşte eli bu kadar uzun olunca ben de artık avukat tutmak istemiyorum. Zaten ihtiyaç duymayacağımı düşünüyorum." 

"Diyorum ya sen öyle sanıyorsun. Neyse bunlar için erken. Çınar gerekeni yaptığında yeniden konuşuruz." 

O arada siparişleri gelmişti.  

"Yemeklerin kokusu ve görüntüsü insanı baştan çıkartıyor." 

Aklı adı bolca geçen Çınar'da olan Azra ne dediğini duymamıştı. "Efendim?" 

"Çok lezzetli diyorum, baştan çıkartıcı diyorum. Kime diyorum?" Lale gülerken Azra da ona katıldı.  

"Aklım bir an dağıldı. Dava açılacak olgunluğa ne zaman gelir diye düşünüyordum." 

"Soralım." der demez telefona sarılmıştı Lale. Hattan karşı tarafın sesi duyulunca Azra kulak kabarttı.  

"Çınar? Müsait misin? Kalabalık bir yerdesin sanırım. A tamam unutmuştum. Seza'ya selamımı ilet lütfen, en kısa sürede bize de bekliyorum."  

Azra artık dinlememeye çabalıyordu. Seza kimdi acaba? Kimse kimdi, ona neydi? 

"Ben de Azra ile yemekteyim. Evet, bana teşekkür yemeği ısmarlıyor. İki kadın büyük keyifle muhabbet ediyor, bir yandan da kilo alıyoruz." Lale ile birlikte Çınar da gülmüştü. Sesi Azra'ya kadar ulaşıyordu. Keyfi yerindeydi belli ki.  

"Seni, şu malum dosya ne zaman açılır diye sormak için aradım." Kısa bir an bekledi karşı tarafın yanıtını, sonra yüzü düşmüş şekilde başını olumsuz anlamda salladı Azra'ya. "Anladım. Tamam, sonra konuşuruz. Seza'yı benim için öp." dedi ve kapattı telefonu.  

Azra, hayalinde oluşan öpüşmeyi yok etmeye çabalarken Lale konuşmaya başladı. "Daha çok varmış, senin verdiğin evrakların üstünde çalışıyorlarmış. Fazla konuşmadı. Müsait değildi." 

"Anladım." Yemeğin kalanında ruh halini düzeltmek için kendisi uzakken olan değişiklikler hakkında konuşmaya başladı. Nelerin kendisinde şaşkınlık yarattığını anlatırken mizahi yönü ortaya çıkıyor, Lale de ona katılınca kahkahalar bitmiyordu.  

"Çok keyifli bir akşamdı. Hiç bu kadar eğleneceğimi düşünmemiştim." Samimiydi. Azra şaşırmıştı. "Anlayamadım, neden?" 

"Genelde bu durumda olanların hayatlarının halen kararmış olmasına daha çok alışkınım. Çoğu o günleri aşamıyor. Nadiren senin gibisi çıkıyor. Biraz hüzünlü bir akşama hazırlamıştım kendimi." 

Lale samimiydi, Azra da aynı samimiyetle yanıt verdi. "İnsanların önünde en az iki seçeneği vardır. Ya geçmişte yaşayıp mutsuz olacak ya yeni günleri hevesle karşılayacak. Ben geçmişi kapatmaya çabalarken yeni günü kucaklıyorum. O günleri geride bırakarak bugünleri yaşıyorum. Sonra o günleri birinin boynuna dolayacağım ve iki ucunu sonuna kadar çekip boğacağım. Ondan sonra da hiç düşünmeyeceğim. Ama o zamana kadar en iyi yöntem bu. Hayat devam ediyor." 

"O kadar doğru bir yerden bakıyorsun ki takdir etmemek mümkün değil."  

Azra hesabı ödedikten sonra masada vedalaştı. Kapıya birlikte çıkmak akıllıca değildi. "Teşekkür ederim. Eşinle tanışamadım ama selamlarımı iletirsen sevinirim." 

"Elbette iletirim. Hatta bir gün bize gel, çok iyi değilim ama karnımızı doyuracak kadar bir şeyler pişirebiliyorum." 

"Teşekkür ederim. Bir ara yaparız o zaman." Azra, o günün gelmeyeceğini biliyordu. Daha doğrusu gelmemesi gerektiğini biliyordu. O aileye yakın olması, hele de evine gitmesi onları ateşe atmak gibiydi. Takip edilip edilmediğini bile bilmiyordu. Çınar'ın ekibinin peşinde olduğundan emindi ama ya diğerleri?  

Evinin yoluna girdiğinde taksiye ineceği yeri söyledi. Parasının üstünü alıp indiğinde evine giden kısa bahçe yolunda birinin beklediğini gördü. Simsiyah giyinmiş silüet halinde biriydi.  Kar maskesi taktığı için yüzü gözükmüyordu.  

Kalbinin deli gibi attığını duyacak kadar yaklaşmıştı adam ona. Sadece kalın kaşları ve sert gözlerini görebiliyordu. Rengini anlaması bile imkânsızdı.  

"İyi akşamlar Azra Hanım. Teoman Beyin selamını getirdim. Size kırgınmış, hapisten çıktıktan sonra bir merhaba dememişsiniz." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder