10 Nisan 2024 Çarşamba

Azra 12. Bölüm

 Pazartesi günü her zamanki gibi şirketlerin bilgilerini denetlerken sekreter Aslı, yanında hiç tanımadığı biri ile masasının önüne geldi.  

"Azra Hanım, bu beyefendi sizi görmek istiyor." 

Azra, genç kıza kısa bir an baktı. Daha önce kimseye böyle muamele ettiğini anımsamıyordu. Kim olduğunu, hangi masada olduğunu oturduğu yerden söyler, gelen kişiler kendi başlarına ilgili kişiyi bulurdu.  O kısa anın ardından gelen kişiye biraz daha dikkatli baktı. Son derece şık, bakımlı, yakışıklı denecek biriydi. Belki de bu yüzden bekar olan sekreter özel ilgi göstermişti. Aslı’ya teşekkür ettikten sonra genç adama rahatsız koltuğu gösterdi. Arkası fazla dik koltuklar işi bitenin gitmesi için özel seçilmişti.  

"Size nasıl yardımcı olabilirim?"  

 Adam oturduktan sonra kendini tanıtmayı tercih etmişti. Sesi beklediğinden kısıktı.  "Ben, Yılmaz Yerçeken. Yerçeken şirketlerinin sahibiyim. Orhan beyin methini duymuştum diyemeyeceğim. Çünkü sizi bulmamı Teoman Bey istedi.” Susup bu ismin etkisini izledi. Beklediği korku yerine hafifçe yukarı kalkan ve bıyık altından gülen Azra’nın ifadesi şaşırtmış olmalıydı. “Burada uzun süre ve huzurla çalışmanız şirketin işlerinin çokluğuna bağlı imiş. Sizi ayak altında istemediğini, yeni işinizin tam size uygun olduğunu iletmemi de söyledi. O yüzden, benim sütten çıkma ak kaşık kadar temiz şirketimin tüm işlerini sizin büronuza vereceğim. Hatta size bir iki kişiyi daha yollayacağım. Böylece hem geçmişe sünger çekecek hem de akıllı bir kız gibi kendi işinize bakacakmışsınız.” Yine susmuş Azra’yı izliyordu. Hâlâ yüzünde aynı ifade ile dinleyen Azra başını sallayınca genç adam görevini tamamlamış birinin rahatlığı ile tekrar koltuğa yerleşti. “Sanırım iletmem gereken her şeyi ilettim. Şimdi artık gerçekten iş konuşalım mı?" 

Azra, adamın şirketini kabul etmek istemiyor oluşunu belli etmeden sakin sakin son cümlesine kadar dinledi. Sonra da gülümseyerek yanıtladı bu yakışıklı genç adamı. 

“İş konuşmaya başlamadan önce taşıdığınız mesajın yanıtını vereyim. Ben aptal değilim. Başıma gelenlerden sonra daha neler olabileceğini bilecek kadar zekaya sahibim. O zaman da niyetimin olmadığı şeyleri şimdi denemeye bile kalkmam. Haksız yere yaşadıklarımı unutmadım. Hatamın en büyüğü benim böyle bir şey yapmayacağımı bileceğini sanmaktı. Tecrübesiz bir safın romantik düşünceleri... Bir daha yaşamak istemeyeceğim şeyleri anımsatması bile canımı acıtıyor. Teoman Beye üzgün ve kızgın olduğumu ama artık asla o saf kız olmadığımı iletmeyi de unutmayın. Şimdi o elinizdeki üç beş sayfalık bilgide neler olduğuna bakalım. Sonra şirketinizin gerçek dosyalarını da ulaştırırsınız." 

Bu söyledikleri ile yeni bir savaş mı başlatmıştı, yoksa ateşkes mi ilan etmişti zaman gösterecekti. Şu an tek bildiği ellerine hâkim olsa da bacaklarının titrediği ve bu masum gözüken adamın onu korkuttuğu idi. Sonraki yarım saati çay içerken evraklar ve şirket kapasitesi üstünde konuşarak geçirdiler. Elbette çoğu bilgi şirketin muhasebecilerinde ve çalıştığı büroda idi ama adam da iş için gerçekten yardımcı olmaya çalışıyordu. Orhan Beyden fiyatlandırma konusunda daha önce bilgi aldığı için çalışma şartlarını iletti. Ne fiyat verirse versin kabul edileceğini anladığı için biraz yüksek rakam konuşmaktan da keyif aldı.  

Onlar konuştukça adamın tavrı değişmiş, gerçekten yeni bir müşteri gibi iş konularında detaylara girmişlerdi. Azra, adamın böyle bir mesaj iletmekten rahatsız olduğunu anlamıştı. Büyük ihtimalle Teoman’a borçluydu ve o ne isterse yapmak zorundaydı.  

Yılmaz Yerçeken gittikten sonra soluğu Orhan beyin yanında aldı. Ona gerçekleri olduğu gibi anlattığı için bu müşterinin gelişini ve devamının geleceğini, korkulacak bir şey olmadığını ve uygulayacağı fiyatı söyledi. Orhan Bey dinledikten sonra sakince konuştu. "Sen korkmuyorsan benim için hava hoş. Bize pisliklerini bulaştırmasınlar yeter." 

"Eminim ki bana piyasanın en dürüstlerini yollayacak. Bu bir nevi restleşme. Ben işimi yapacağım. Tüm gelen müşterilere ben bakacağım. Böylece kimsenin hata yapmasına ya da tehlikeyle karşılaşmasına meydan vermeyeceğim." 

"Tamam, anlaştık. Çok sıkışırsan yardım al ama sorumluluk hep sende olsun." Orhan bey bir süre sustuktan sonra, “Fiyatlama çok iyi olmuş. Maaşına zam bile alabilirsin.” 

“Teşekkür ederim. Bakalım daha kimler gelecek. Sizi de tehlikeye atmak istemiyorum ama bir sorun bulursam gerekeni yapacağımı bilin.” 

“Biliyorum. Sana güveniyorum.” 

“Teşekkür ederim.” 

Odadan çıktıktan sonra Çınar'ı aramayı düşündü. Sonra akşam otelde olacağını, oradan arayıp rahatça görüşebileceklerini hatırlayıp vazgeçti. Zaten acil olan bir olay değildi bu. Tek iyi tarafı peşine taktığı adamlardan sonra yine harekete geçenin Teoman olmasıydı. 

***** 

Semahat Ablayı arayıp yiyecek bir şeyler getireceğini, gece de orada kalacağını söylemişti. Yaşlı kadının dinleneceği vakti yaratmak hoşuna gidiyordu. Yine eli kolu dolu girdi kapıdan. Semahat abla, yerinden kalkıp sarıldı genç kadına.  

"Özledim seni. Ama bak her seferinde yemekleri alıp geliyorsun, benim yaptıklarımı beğenmiyorsun diye düşünmeye başlıyorum." 

"Sen şunları al da ben taksiden diğer kutuyu alayım." 

"Daha ne aldın?" 

"Sürprizzzzz." 

Taksici o diğer paketleri içeri bırakırken bagajdan büyük kutuyu çıkartmıştı. Semahat ablanın şaşkın bakışları arasında büyük ekran bir televizyon kutusunu içeri sokmuştu bile.  

"Bu ne?" 

"Senin o küçük tüplü televizyonun ile gözlerimizi bozacağız. Hiç olmazsa burada kaldığımda rahatça izlerim diye aldım." 

"Hadi ordan, kibarcık. Ama bu çok büyük bir hediye." 

"Hediye işte. Küçük, büyük denmez alınır, verilir. Hem yılbaşında burada olmak istiyorum. Nasılsa sen izin yapamazsın, bari biz seninle olalım. Başka planlar olursa da sen tadını çıkartırsın." 

"Olur, olur ne güzel olur. Birlikte kutlarız. E şimdi bunu biz kurabilir miyiz?" 

"Kurarız ama kurmayacağız. Yarın servis gelip bağlayacak, garantisini başlatacağız. Bu akşam da seninkiyle idare eder, vedalaşırız." 

Yaşlı kadın dolu dolu olan gözleri ile Azra’nın arkasında bir yere bakıyordu. "Bak Selma, Azra ne almış bana!" Azra, kapıda dikilen ve annesi gibi gözlerindeki yaşı akıtmadan bakan Selma'ya görünce gülümsedi. Selma atılıp sarılmıştı bile Azra’ya.  

"Çok teşekkür ederim. Hep istiyordum anneme yeni televizyon alayım diye ama bir türlü sıra ona gelmiyordu." 

"Tek eğlencemiz bu, nasılsa ben de izliyorum, tamamen bencil bir düşünceyle aldım o yüzden abartmayın. Hadi yemekleri de soğutmadan yiyelim. Sonra benim birini aramam lazım. Selma, gece buradayım,oda açmasak da olur, senin odanda kalırım. Çekirdeğin var mı? Almayı unutmuşum." 

"Gelirken aldım." 

Yemeklerini yedikten sonra herkes bir süre sessiz sakin kendi dünyasına daldı. Azra, o günkü olayları düşünüp Çınar ile konuşurken ne demesi gerektiğini ölçüp tartıyordu. Selma dalgın, Semahat abla yorgundu. Dış kapının açılması ile yaşlı kadın hemen çıktı odadan. Yeni müşteri geldiğini belli eden kimlik isteme, oda tercihi sunma gibi cümlelerden sonra yanıt yerine kendi adını duydu Azra.  

"Azra Hanım burada mı?" İşte o zaman sesin tanıdık olduğunu fark edebildi. Çınar Gürkan burada mıydı? Odadan çıkıp şaşkın gözlerle üç metre kadar ötede duran adama baktı. "Çınar Bey?" Yine tanınmayacak şekildeydi. Hırpani bir kılık, kötü bir gözlük ve şapka. Elinde de bir yerleri yırtık bir bavul vardı. Azra kapıdan görünmeyecek şekilde oda kapısının ağzından bakıyordu. Çınar da hiç ondan yana dönmeden konuşuyordu.  

"Azra merhaba. Bu gece burada kalacağım. Yarım saat sonra birimizin odasında buluşalım." 

Şaşkın bakışlarla kendisini süzen Semahat ablaya Selma da eklenmişti. Nasıl tanıştıracaktı?  

Çınar, iki kadına da gülümseyip kısaca açıkladı. "Başsavcı Çınar Gürkan. Beni görmediniz, duymadınız." Sesi sorulara yanıt vermeyeceği keskinlikteydi. İki kadının da bir anda bakışı Azra'ya kaydı. Sonra ikisi de başını sallayıp onayladı. Semahat abla kimlik kaydı yapmadan bir anahtar uzattı.  

"O zaman yarım saat sonra benim odamda. Kaçmış? Tamam 22 numara. Sanırım ikinci kat." 

"Tamam, gelirim. Anlatacaklarım var zaten." 

"Görüşürüz. Bayanlar, yemek söyleyecek bir yer var mı?" 

“Geleceğinizi bilseydik bir şeyler hazırlardık.” demişti Semahat abla. O kadar önemli birinin otelinde kalıyor olması şaşırtmıştı kadını.  

“Çok teşekkürler, hallederim ben. Sadece telefon numarasını vermeniz yeterli.” 

“Ne tür yersiniz?” 

“Kebap tarzı bir şeyler yerim.” 

Semahat hemen telefona uzanıp bir yeri aradı. Çınar, yemek siparişini verdikten sonra elindeki yırtık bavul ile üst kata çıktı.  

Azra, arkasından şaşkınlıkla bakıyordu. Buraya geleceğini hiç tahmin etmemişti. Ona otelde kalmasını söylediğinde mahallede bir şeyler yapacaklarını sanmıştı. Hâlâ şaşkınlıkla bakan kadınlara gülümsedi. Çınar kendisini tanıttığına göre bir miktar bilgi paylaşmakta sakınca yoktu.  

“Size sadece küçük bir bilgi verebilirim.” 

“Verme. Biz bir şey bilmezsek kimseye bir şey söyleyemeyiz.” Selma atılmıştı hemen.  

“Çok doğru ama güvenmediğimi düşünmenizi istemem.” 

“Senin neler yaşadığını biliyoruz. Zamanı gelince anlatırsın, şimdi değil.” 

Rahatlamıştı Azra. Sonra Çınar’ın odasına gideceğini düşündü. Heyecanlanmıştı. Onunla yüz yüze konuşmak telefondan çok daha heyecanlıydı. İçinde bir şeyler kıpırdanıyordu.  

Yarım saat sonra oda kapısını çaldı. Hemen açılan kapıdan girerken tereddütlüydü.  

"Yemeğinizi yediniz mi? Sonra da gelebilirim." 

"Yedim, yedim. Geç şöyle, otur. Ben ikimiz için çay isteyeyim. Çay vardır değil mi?" 

"Ocaktan isteniyor. Otelde servis yok." Bu kez Azra telefon açmış, iki büyük çay söylemişti. İki dakika olmadan su bardakları ile servis edilen çaylar gelmiş, onlar da bu süre zarfında birbirlerinin hatırını sormaktan öteye gitmemişti. Odanın tüm perdeleri kapalıydı. Sadece bir başucu lambası açıktı. Loş ortam ikisinin de aklına farklı şeyler getiriyordu. Azra, saçma düşüncelere dalmadan konuşması gereken konuyu hatırladı. "Bugün Teoman bana gözdağı verdi!" 

Çınar'ın başı o kadar hızlı dönmüştü ki neredeyse elindeki çayı dökecekti. "Nasıl?" 

Azra anlattıkça genç savcı yerinde oturamaz olmuştu. Böyle bir hareket beklemiyordu. Takip etmesi, evini ve hatta işini bilmesi çok normaldi. Bu tarz insanların pisliklerini bu kadar iyi örtmesi bu detayları düşünmesi sayesinde oluyordu. Ama birini şirkete yollaması, özellikle ayağını denk al demesi tuhaftı. Üstelik bu kadının işlerindeki pislikleri bulduğunu düşündüğü için içeri attırdığı göz önüne alınırsa daha da tuhaftı. Ne demek istiyordu? Beni asla yakalayamazsın mı? Ben dürüst çalışıyorum mu? Ben ne istersem siz onu görürsünüz mü? Amacının ne olduğunu anlamak için biraz zaman geçmesi gerektiği belliydi.  

"Patronun biliyor mu?" Sakinleşmişti. Genç kadının başının belaya girmesinden korktuğunu kabul etmesi aklını iyice karıştırıyordu. Adlandıramadığı duygularla boğuşuyordu. Çayından bir yudum aldı. Kafası da yeniden çalışmaya başlamıştı.  

"Evet, ona anlattım." 

"O zaman işini yap. Başka bir irtibat var mı?" 

"Hayır." 

"Bu durumda senin onunla irtibat kurma kararın ortadan kalkmış olmalı." 

"Benim ona ilettiklerimden sonra ben değil o benimle irtibat kurar." 

"Bu ne demek?" 

"Ona suçsuz, pişman ve kırgın olduğumu ima ettim. Bu fırsatı değerlendirmesi şaşırtmaz beni." 

"Ne yapmasını bekliyorsun?" 

"Teoman bir şeyi kendi bitirmeyi ister. Biz ona göre hep yarım kalmış bir konuyuz.” 

“Sevgili olmadığınızı söylemiştin. Neden yarım kalmış hissetsin?” Bir şeyler oturmuyordu. ‘Sevgili değiliz’, dese de ‘yanında ister beni’ diye devam eden konuşmaları Çınar’ı çok sinirlendiriyordu.  

“Şöyle söyleyeyim, o her zaman başlatan ve bitiren olmuştur. Kızların isimlerini anımsamasam da yanında gördüğüm bir iki kişinin sonra buhar olduğunu hatırlıyorum. Ya onları başka şehirlere ya da ülkelere yolladı ya da gömdü. Ama asla kendisini terk ettiklerine dair bir haberin paylaşılmasına meydan vermedi.” 

Çınar bunu beklemiyordu. Böyle bir konuda hiç duyum almamış, hiç ihbarda bulunan olmamıştı. “Cinayet işlemiş olabileceğini mi söylüyorsun?” 

Karısını öldürdüğünden şüphelendiğini söylememek için kendini tuttu. “Mümkün ama asla kendisi yapmaz. Yanından hiç ayrılmayan iki adamı var. Ölseler konuşmayacak kişiler. Büyük ihtimalle böyle pis işleri varsa onlara yaptırıyordur.” 

“Onların isimleri dosyada var. Daha yakından inceleyeceğim. Fakat ipucu olmadan bir şey bulamam.” Onunla adı anılan her kadının adını bulup araştıracaktı.  

“Elbette. Neyse işte bu adam bazı konularda takıntılı ve eğer beni yanında istediğine karar verirse arayacaktır. O istemese de ben istemesini sağlayacağım. Eskiden de beni kaliteli, kültürlü biriymiş imajı çizmek istediğinde yanında taşırdı." 

"Bu üstündeki kıyafetler onun kalite anlayışına uygun şeyler sanırım." Çok şıktı Azra. Gerçekte ne kadar kaliteli ürünler kullandığı, nasıl para kazandığı, ne kadar varlığı olduğu gibi bilgiler bir bir oturuyordu. Çınar, onun eski hayatında daha da üst düzey bir yaşamı olduğunu bildiği için cümlesini dizginleyememişti.  

Azra böyle zamanlarda onun savcı olduğunu unutuyordu. Yine sinirlendirmişti kendisini. "İmanızdan hoşlanmadım. Benim geçmişte giydiğim her şey iyi markalardandı. İyi kazanıyor ve iyi harcıyordum. Şu an yenileri alacak parayı savurmayı düşünmesem de eldekileri kullanmayı başarabiliyorum." 

"Ne yani bu üstündeki eskilerinden mi?" Modadan çok anlamazdı. Lale ve bir iki iş arkadaşının yeni moda diye giydiklerinden biliyordu üstündekinin bu yılın kış modasına uyduğunu. Azra böyle bir konuda yalan söyleyecek değildi ya. 

"İyi bir terzi ile eskileri modaya uydurmak zor olmadı." Açıklama basitti. Azra yalan söylememişti. Kendisi hep sorgulama halindeydi ve bunu, etkisinden çıkamadığı genç kadına da uyguluyordu. Hareketlerine, düşüncelerine dikkat etmeliydi.  

"Seni ilk gördüğümde üstünden dökülenlerden sonra güzel bir değişim. Herkes başaramaz değişimleri. Çok da yakışmış." Az önce yaptığı kabalığı affettirmek istiyordu. Gerçekten kötü imada bulunmuştu. Neyse ki Azra kızsa da özrü anlıyordu.  

"Teşekkür ederim." 

Çınar az önce başladıkları konuşmaya geri döndü. "Gelelim önemli konuya. Bu adamın yakınında olmanı istemiyorum. Seni yine suça bulaştırma ihtimali var."  

"Biliyorum. Aslında keşke bulaştırmaya niyetlense diyorum. O zaman onu yakalamak daha kolay olur." 

"Hayır, bu çok büyük bir risk." 

"Risk almadan nasıl ilerleriz? Çok iyidir. İşini burnunuzun dibinde yapar ama ruhunuz duymaz. Babamdan biliyorum. Onun bu işlere karıştığını düşünmüyordum. O bilmiyordur, başını derde sokmadan onu da kurtarırım diyordum. Ama öz babam beni hapse attırdı. Ne zaman ki benden yana tavır almak yerine beni suçladı, o zaman çetenin tüm elemanlarının ne kadar iyi olduğunu anladım." İçerideyken çok netti babası hakkındaki düşünceleri. Bankada karşılaştığı sürprizden sonra aynı şekilde düşünmek zorlaşıyordu. Yüzleşmek, konuşmak ve gerçekleri öğrenmek istiyordu.  

"Yine de sen değil bir başkası çözmeli." 

"Onların içine birini mi sokacaksınız? Bunu yapamayacağınızı söyledim!" 

"Denerim." 

"Hemen anlar. Hele polis kokusunu beş kilometre öteden alır." 

"Denemeden bilemeyiz." 

"Ben bilirim." 

"Nasıl? Babanın bile işlere karıştığını anlamadığını söyledin." 

"Babam konusunda hatam onun böyle bir şey yapmayacağını sanmamdı. Hâlâ da emin değilim. Yapmıştır diyorum ama bir yandan da yapmamıştır, o kadar kötü olamaz, diye düşünüyorum.” Kısa bir an durakladı. Düşüncelerini toparlamakta zorlanıyordu. O konuşurken Çınar’ın ona dikkatli bakışı aklını karıştırıyordu. Derin bir nefes alıp kaldığı yerden devam etti. “Babamın ses çıkartmamasının ardında başka nedenler olabilir.” 

“Ne gibi?” 

“Tam emin olamasam da Teoman’ı kızdırdığını bildiğim birinin boğazda, bir diğerinin ormanlık alanda cesedi bulundu. Babam onu kızdırmak yerine yanında yer almayı seçmiş olabilir. Şimdi nerede olduğunu da bulacağım, yüzleşeceğim. Neyse asıl konu onun yanına birinin girmesinin mümkün olmadığı. Beni bile evine sokması zor. Yine de ben bu adamın yanına herkesten kolay ve hızlı girerim. Onu ve kurallarını biliyorum. Benim korktuğumu ve pişman olduğumu düşünecek. Mutlaka beni deneyecek. Üstelik bir iki kez değil. Ve ben her testi geçeceğim." 

Çınar onun söylediklerindeki haklılığı görüyordu. Yine de yanıtı netti. "İstemiyorum."  

"Neden?" 

"Dedim ya istemiyorum. Seni tekrar içeri attırırsa kimse kurtaramaz." 

"Teşekkür ederim. Hiç düşünmediğim bir şeyi söylediniz. Nasıl aklıma gelmedi?” 

“Dalga geçilecek konu değil.” 

“Biliyorum. Çınar bey, ben değil o içeri girecek ve ben bunun için elimden geleni yapacağım." Buna ant içmişti. Yapmadan ölmeyecekti.  

"Azra, lütfen bir şey yapma. Bunca zaman bekledin, biraz daha bekle, ben bir yol bulacağım." 

"Hayır, beklemeyeceğim." 

"Ne kadar inatçısın. Senin o adamın yakınında olduğunu bilmek istemiyorum." 

"O zaman bilmeyin sayın savcım." 

Azra son cümlesinden sonra yerinden kalkıp kapıya doğru yürümüştü ki bir el kolundan tutup durdurdu. 

"Söz dinle Azra. Bekle beni." 

Kolunu çekmeye çalışırken söyleniyordu Azra. "Bunca sene bekledim, artık beklemek için neden göremiyorum. En fazla bir hafta-on gün içinde onun yanında yer alacağım. O gelmezse ben gideceğim. Onun yakınında yeni deliller bulana kadar da her yolu deneyeceğim." 

"Her yolu derken? Hani sevgili değildiniz?" Çınar’ın bakışında ve sesinde bir şeyler vardı. Azra bunu ilk kez fark ediyordu. İşle ilgili değildi bu kez soruşu. Daha erkeksi bir nedenle, sanki kıskanmış gibiydi. Küçük bir test ile bunu anlayabileceğini biliyordu.  

"Olmamamız olmayacağımız anlamına gelmez." 

"Baban yaşında." Evet işte yine o ton... 

"Yaşlı adamla birlikte olan ilk kadın olmayacağıma göre bu da sorun değil." 

"Azra, bu yolla bilgi almana izin veremem." 

"Neden?" 

"Düşüncesi bile korkunç." 

"Tamam, benim de çok hoşuma gitmiyor ama o adamın hapislerde geberdiğini bilmek için emin olun değer." Kolunu kurtarmıştı ama yine de oradan ayrılmıyordu.  

"Değmez. İnan değmez. Hadi sözümü dinle ve vazgeç. Ben bir yol bulurum." 

"Kaç hafta geçti, bir yol bulundu mu? Hayır! Sadece bekliyoruz. Adam evime, iş yerime hatta gittiğim sinemaya bile birilerini yolladı. Belki burada da adamları var. Ve biz hala bir yol bulacağını sanan savcıyı bekliyoruz. Ben kararımı verdim, bu adamla bir şekilde yüzleşeceğim. Eninde sonunda benim kötü niyetli olmadığıma inanacak. Ve işte o zaman onun sonunu getireceğim." 

"Yapma." 

"Aynı şeyi söylemekten vazgeçin. Bir neden sunmadığınız sürece ben kararımdan dönmeyeceğim." 

"Neden mi lazım? Bu yeterli mi?" Cümlesi bittiğinde bu kez iki kolunu birden tuttu. Şaşkınlıkla bakan genç kadının dudaklarına eğilip öpmeye başladı. Azra, üstündeki o ilk şaşkınlığı atmış, dudaklarını kurtarmaya çalışmak yerine yanıt vermeye başlamıştı. Çınar, onun tepkisinden sonra kollarındaki baskısını hafifletmiş, biraz daha kendisine çekmişti. Artık iki göğüs birbirine yaslanmış, nefessiz kalana kadar öpüşüyordu. Çınar, dudakları ve dişleri ile alt dudağını hapsetmişti. Azra, farkına bile varmadan gözlerini kapatmış, devamını bekliyordu.  

Dakikalar geçmiş ikisi de öpüşmeyi bitirmeyi aklına getirmemişti. Azra ne ara kollarını boynuna doladığını anımsayamıyordu. Çınar'ın elleri belinde, kalçalarında, göğüslerinde geziniyordu.  

Dudaklarını bırakıp hafifçe başını çektiğinde ikisinin de nefesi kesilmişti. Zorlukla soluk alırken sordu. "Daha fazla nedene ihtiyacın var mı?" 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder