2 Mart 2024 Cumartesi

Azra 6. Bölüm

 


O dönemin haberlerini aklına getirince Azra ile birçok yerde çekilmiş fotoğrafları olduğunu anımsıyordu. Dosya oldukça kabarıktı. Adamın karısı hayattaydı ve çoğu zaman yanında Azra’nın olduğunu biliyordu. Ayrıca bu genç kadını o adamla düşünmek de sinirlerine iyi gelmemişti. Nefes alışlarını derin ve uzun yapınca sakinleşti. Gereksiz tepkiler vermemeliydi.

Azra, sorudan rahatsız olsa da beklediğini belli etti. "Bazı davetlere benimle giderdi. Sevgilisi değildim. Hiç olmadım ama o böyle bir hava yaratmayı seviyordu.”

“Yine de seni hapse attırdı öyle mi?”

“Kadın cinayetlerini büyük aşk olduğuna inanan erkekler işlemiyor mu? Şaşırtıcı değil. Ayrıca ben onun çizmek istediği imaja uyuyordum.”

“Neydi o imaj?”

“Eğitimli, kültürlü, farklı sanat konularında konuşabilecek birikime sahip ve genç... Tam bir çapkın erkek havası yaratıyordu. Fakat farklı kadınlarla olmak tehlikeli olacağı için genelde benimle, nadiren de karısı ile görünüyordu.”

"Ne kadar süre eşlik ettin ona?" 

"Dört yıl gibi bir süre içinde, gerek gördüğü sürece."

"Seni kullanmasına izin verdiğin için mi, yoksa bunların karşılığında para verdiği için mi?” Cümlesi bittiğinde soluk olan yüzünün biraz daha solduğunu fark etti. Üzülmüş gibiydi.

“Bu ağır oldu. Hayır bana para vermiyordu. Ben zaten iyi bir işe sahiptim. Beni tanıyordu. Bana şantaj yapabileceği imkânı da vardı. Çünkü babam onun en has adamıydı. Kirli işlerini bilen ve bunu ihbar etmediği için suç ortağı sayılan babam... Ben de doğal olarak çevresindeki en kullanılabilir ve bir yere kadar güvenilir kişiydim."

"Anlıyorum. Peki, güvenilir kişilerden biri nasıl oldu da onun için hiç yokmuş, hatta hiç yaşamamış gibi bir anda ortada bırakıldı?"

"Çünkü onu kızdıracak şeyler yapacağımı anladı."

"Nasıl?"

"Yaptığı kirli işleri biliyordum. Gerçi uyuşturucu bana bile sürpriz oldu. Kaçakçılık onun gözü kapalı yaptığı işti. İhbar işe yaramazdı. Öyle sağlam yerlere sırtını dayamıştı ki kendi arabasında yakalasalar, başkasınındır bu mal diyecek kadar kollayan polisler, hakimler, savcılar vardı.” Karşısındakinin de savcı olduğunu hatırlayıp bir an korku ile baktı. “Hepiniz bir değilsiniz.”

Genç kadının yüzündeki korkulu ifadeyi hemen silmek istedi. “Biliyorum ve kızmadım. Zaten böyle olmasa bunca yıldır rahatça hareket edemezdi.”

“Eğer yardımcı olmanız başınızı ağrıtacaksa şimdiden söyleyebilirsiniz. Başka birini bulurum.”

“Benim başım kolay ağrımaz.”

Azra, onun cümlesindeki rahatlığı hafif bir tebessümle karşıladı. Sanki Teoman’ın gücünü bilmiyor ya da önemsemiyor gibiydi.

“Bakın, tüm çevremi benden koparttı. Emin olamasam da tehdit ettiğini ya da gözdağı verdiğini düşünüyorum. Eğer bana yardımcı olduğunuzu öğrenirse sizi de rahat bırakmaz. Hatta Lale hanımı ve ailesini de tehdit edebilir. Sizinle konuşmak istememin nedeni de beni birine yönlendirmeniz.” Sesinde gerçek bir korku vardı. Çınar, onun bu ruh halinde kalmasını istemiyordu.

“O kısmı bana bırak. Devam et.”

“Bakın, sözlerimi dikkate almıyorsunuz. Ben onun neler yapabileceğini biliyorum. Benim burada olduğumu henüz bilmiyorsa bile yakında öğrenir. Bu da hepinizin başını ağrıtır. Daha önce savunmam için tuttuğum avukatlarıma yaptıklarını biliyorum. Sonunda devletin verdiği avukatla davam görüldü ve sonuç ortada. Kötü biri olduğunu sanmıyorum ama yeterince araştırmadı ve eldeki delilleri kabullendi. O yüzden bana yardımcı olacak birini bulmak istiyorum.”

Çınar, bu dosyayı bir başkasına verirse kendi meslek ahlakına ters düşeceğini bu genç kadına söylemek istemedi. O konuştukça baştaki şüphesi yatışıyordu. Yine de soru işaretlerini beyninin bir köşesinde tutacaktı.

“Tamam, uyarılarınızı dikkate alacağım. Şimdi devam edin.”

“Kara para akladığını zaten biliyordum. Sadece bunu ispatlayamıyordum. Hayali ihracat yapıyor, paravan şirketler kuruyor, üstlerinden milyonlarca lira parayı aklayıp yeniden yurda sokuyordu. Kaçakçılık onun için bile küçük işti. Uyuşturucuyu ise hiç bilmiyordum. Belki de sadece beni hapse attırmak için kullanmıştır. Böylece onu suçlayacak bir delil bulunamayacaktı. Tüm bunları bilenler kulağının üstüne yatıp, gözünü kapıyordu. Çok sağlam evraklarla bir yerlere gitmeliydim. Bu belgelerin hiçbirine ulaşacak kadar yakın değildim. Şimdiki aklım olsa ona daha yakın davranırdım. Her şeyi ele geçirir, sonra şikâyet ederdim."

"Belgelere ihtiyacın yoktu. İhbar etsen de araştırırlardı. Niye yapmadın?"

"Dedim ya, ihbar işe yaramıyordu. Yine de yaptım. Daha doğrusu yaptırdım. Kimse ilgilenmedi. Etrafında rüşvet yemeyen kimseyi bulamazsın. Onun işleri asla küçük ya da basit olmadı. Herkes ama herkes biliyordu, kimse suçlamıyordu." İması o kadar anlamlıydı ki Çınar başını salladı.

Konuşmanın başından beri her cümle ile genç kadına inanmaya başladığını hissetti. Kendisi bunca yıldır farklı bir şeye ulaşamamış, neye el atsa ya kaybolmuş ya tertemiz çıkmıştı. Konuşacak, itiraf edecek kimseyi bulamadığı için kasasının en altında yıllardır tamamlanmayı bekleyen koca bir dosya olarak kalmıştı. Kendisinin bu dosyanın üstüne düştüğü anlaşıldığında gelen telefonu da unutmamıştı. Sonra asla kayıt oluşturacak şekilde yüksek sesle aramamıştı delilleri. Büyük ihtimalle artık peşini bıraktığını sanıyordu, Teoman! Azra’nın bu görüşme isteği o yüzdün şüphelerini harekete geçirmişti. Teoman onu kontrol etmek için göndermiş olabilirdi. Az önceki rahatlığı yine yerini şüpheye bırakmıştı. Genç kadının anlattıkları, çekici oluşu aklını karıştırmamalıydı. Gerçeklerin peşine düşecekse Azra Atalay’dan emin olmalıydı.

Yeniden konuşmaya başlayacakken kapı çalmış, yemekleri gelmişti. Küçük sehpanın üstünde duran tabaklara, pideye ellerini uzattıkça hafif temaslar oluyor, ikisi de elini çekiyordu. Sonunda yemeği bitirdiler. İkisine de Türk kahvesi söyledi.

"Nasıl olduğunun detayına tekrar geleceğiz ama şu an öğrenmek istediğim kısmı başka. Neden uyuşturucu kaçakçılığına karıştın?"

"Karıştırıldım. Benim değil uyuşturucu, sigara ve içki ile bile başım hoş değil. İlk gençlik yıllarımda bir iki kez sigara denemiş, saçma bir alışkanlık olduğuna karar verip uzak durmuştum. Alkol kullanımım ise babaannemin bayramlarda tuttuğu likör ve patates kızartması yanında yudumladığım biradan öteye gidemez. Hemen sarhoş olurum."

"Patatesle buz gibi bira gerçekten güzel oluyor."

Çınar, cümlesi bittiğinde kendine şaşırdı. Sorguda sayılırdı, özel zevkleri karşılıklı konuştukları randevuda değil. "Kaçakçılık ile kullanmak arasında büyük fark var. Seni kullanıcı olmaktan değil, kaçakçılıktan hapse attılar. O yüzden şu olayı en başından anlatır mısın? Ne yaptın da seni ortadan kaldırmak istedi?"

Azra, tam başlayacakken kapı çalındı ve çay ocağının çırağı kahvelerini getirdi. Delikanlı gittikten sonra söze başladı genç kadın. Farkında olmadan arkaya yaslanmış, dik bir oturuşa geçmiş ve Çınar'ın gözlerine gözlerini dikmişti. Bunu iki nedenden yapıyordu. Birincisi dürüst olduğunu anlaması ikincisi ise o güzel gözlere bakma isteği. Bu kadar önemli bir konuşmanın ortasında bunu düşünmesi ruh sağlığının yerinde olmadığını anlatıyordu kendisine. Belki de tam da sağlıklı bir kadın olduğunu...

Derin bir nefes aldı. O günleri, yaşadıklarını defalarca anlatmıştı. Çapraz sorgularda, mahkemede, hapiste... Kaç kez anlattığını bile anımsamadığı olayı her seferinden yeniden yaşıyordu. Üstelik bu görüşmenin en başında kabaca anlatmıştı ama savcıların tavrını bildiği için bu soruya şaşırmamıştı. İki anlatım arasında fark yakalamaya, noksan ya da fazla bilgi aktarmasını sağlamaya çalışıyorlardı.

Sakinleşmek için önce derin bir nefes aldı. Kısa bir an nereden başlayacağını düşündü. Sonra olayların en başında başlamaya karar verdi. Eğer diğer detayları merak ederse sorardı nasılsa. "Tatil için İtalya'ya gittim. İşten yeni ayrılmıştım. Dönüşte yeni aldığım mali müşavirlik belgesi ile büyük bir firmada çalışmaya başlayacak, aynı zamanda büromu açacaktım. Güzel kıyafetlerle dolu iki yeni valiz eklenmişti valizlerime. Onlar yeni işimde çok büyük artı getirecekti. Bir iki ayakkabı ve çanta da vardı. İtalyan gümrüğünden geçtim, İstanbul'da valizlerimi bekledim, bekledim herkes aldı çantasını gitti ben çantalarım çıkmayınca ilgilere müracaat etmeye gittim. Dört valizimi bana gösterdiler. Bunlar mı diye sordular. Ben de o ana kadar kayıp sandığım valizlerimi görünce çok büyük bir sevinçle evet dedim. İşte o andan sonra her şey korkunç bir kabustu. Valizimden şişelerde sıvı kokain bulunduğu söylendi. O güne kadar sıvı kokaini duymamıştım bile. Sözde aldığım şarap şişesinden çıkmış. Şarap şişesi durduk yere açılmaz. Tabii ihbar edilmişim. İhbar İtalya'dan yapılmış. Gözaltına alındım, ardından tutuklandım, tutuklu yargılandım ve hüküm giydim."

“Şişelere kimler ulaşabilirdi?”

“Dükkândan aldığımda kutusuna kondu, valizime koydum ve geldim. Ya hep içindeydi, ki bu çok saçma olurdu, ya da havalimanından biri Teoman’ın istediğini yaptı ve şişeleri değiştirdi.”

“Hatırlıyorum. Bunu havalimanında yapacaklarını sanmıyorum. Önceden yapılmış olmalı.”

“Bilmiyorum, sonuçta şişeleri hiç açmadım. Fakat gümrük memurları tarafından açılmış oldukları söylendi. Aynı şişe olduklarını sanmıyorum. İhbar İtalya üzerinden yapıldı ama oradaki gümrük memurlarına değil de Türkiye’deki memurlara. İşte o yüzden o gün orada çalışan herkes benim için şüpheli. ”

“Sen Teoman’dan şüphelendin ama başkası da sana malını taşıtmış olabilir.”

“Kim? Kim nereden bilecek benim o şarabı alacağımı?”

“Neden şarap aldın? Hediye mi edecektin? Sipariş miydi? Sonuçta sen likör ve bira içiyorsun.” Sipariş olsa onu veren kişiyi bulmak kolay olurdu. Teoman istemiş olsa zaten dosyada yazardı.

“Kendim için almıştım. İşin aslı şişesini çok beğendiğim için almıştım.” Çıplak kadın vücudu şeklindeki şişeyi seçmesi tamamen komiklik olsun diyeydi.

“Kendin için. İçmek için değil mi? Sadece şişeyi beğendiğin için mi? Böyle başka şişelerin de var mı?”

“Evet, elliye yakın şişem var. Vardı. Şimdi neredeler bilmiyorum. Babam evi satmış. Eşyalarımın nerede olduğunu bilmiyorum.”

Çınar bu kısmı ile ilgilenmedi. “Pekiyi orada yanında hiç arkadaşın var mıydı? Tek başına çıktığın tatilde hep tek miydin?”

“Evet. İlk gidişim değildi. Nereleri görmek istediğimi biliyordum. Bir de kitapçık almıştım yanıma, yeni yerleri de onun yönlendirmesi ile gezdim.”

“Anladım. Fotoğraflarda bir de oyuncak bebek vardı. Onu kime aldın?”

“O da kendime.”

“Oynamak için biraz büyük değil misin?”

“Koleksiyon yapıyorum.”

“Bebek koleksiyonu mu?”

“Evet. El yapımı olanları tercih ediyorum ama bazen ilginç bir şey bulursam onu da alıyorum. Şişeler de bir çeşit koleksiyon ama daha küçük çapta.”

“Ne kadar zamandır biriktiriyorsun?”

“Bebekleri annem öldüğünden beri. Yani on üç yaşında başladım. Çok büyük değil, yüz elliye yakın bebeğim var. Şişeleri ise beş altı yıldır biriktiriyordum.”

Çınar sayıyı duyunca şaşırdı. Sonra yeniden konuya döndü. Azra’nın aklını dağıtmıştı. "Uyuşturucuyu kimden aldığını söylemen için baskı yapıldığında ne yaptın?"

"Almadığım bir şeyi, nasıl şundan bundan aldım diye kabullenecektim? Ne o zaman ne de bugün asla kabul etmeyeceğim tek şey o uyuşturucularla bir ilgim olması. Onları çantama koydular ya da koymadılar ama benimmiş gibi hakkımda suç oluşturdular."

“Koymadılar derken?”

“Bakın, delil olarak sunulan fotoğraflarda açık şişeler vardı. Söyledim ya, ihbar sonrası şişeleri açtıklarını söylediler. Ben o an şişelerin gerçekten benim aldıklarım olup olmadıklarını bile bilmiyordum. Defalarca ürünlerin özelliklerini öğrenmek istedim. Kaç yılının rekoltesi olduğunu falan sordum. Hiç bilgi alamadım. İtirazlarım da taleplerim de dava dosyasına girmedi. Siz olsanız şüphelenmez misiniz?”

"Polislerden mi şüpheleniyorsun?"

“Herkesten. Gümrük memurlarından özellikle. Siz olsanız orada olan herkesten şüphelenmez misiniz?”

“İçmediğin, içmeyeceğin şarabın rekoltesini neden öğrenme ihtiyacı duydun? Yoksa ara ara şarap da içiyor musun?”

“Satıcı genç adam anlatmayı seviyordu. Belki bir ipucu yakalarım diye ısrarla açık şişelerin yıllarını sordum ama hiç bilgi alamadım.”

“Devam edin.” Dinledikçe kadının doğru söylediğine olan inancı artıyor, bu işin sonunda bir taşla iki kuş vuracağını tahmin ediyordu. Bu kadının masumiyetini, Teoman’ın suçunu ispatlayacaktı. Yine nadir yaşadığı bir durumdu. Masumiyete bu kadar hızlı karar vermesi kendini sorgulamasına neden oluyordu. Neden inanıyordu? Çünkü her soruya tereddütsüz yanıt veriyor ve her yanıtında vücut dili doğru söylediğini ortaya koyuyordu. Ne panikle alınan nefes ne sorularda istemsiz göz-el oynamaları olmuyordu. Ya çok usta bir oyuncuydu ya da gerçekleri söylüyordu. İkincisine inanmayı tercih ediyordu.

"İhbar telefonunu dinlettiler. Arayan kişi benim tatilde gezdiğim yerlerden birindeki telefon kulübesinden aramış. Malı kendisinin sattığını ama verdiğim paranın sahte çıktığını o yüzden ihbar ettiğini söylemiş. Anlayacağınız kalpazanlık suçlaması da vardı ama delil olmadığı için ondan beraat ettim. Bunda da delil yaratıldığı için suçüstü yapılmış sayıldı."

"Teoman Kamberli seni neden kurtarmadı?" Adı suça karışsa da istese kurtarabileceğini biliyordu. Bir adamını suçu üstlenmesi için görevlendirmesi yeterliydi.

"Kurtarmak?"

"Eli o kadar uzun biri seni niye kurtarmadı? Senin yerine suçu üstlenecek birini bulamadı mı?" Alacağı yanıt önemliydi. Tüm dinlediklerinden daha önemli...

Azra oturduğu koltukta öne doğru eğildi ve keskin bir bakışla Çınar’ın gözlerine baktı. "Siz beni dinlemiyor musunuz? Beni içeri o attırdı. Tüm delilleri uyduran, valizime bir şekilde uyuşturucuyu koyan ya da koyulmuş gibi yapılmasını sağlayan da o.”

“İyi ama neden? Tüm anlattıklarınız, nasılını açıklıyor. Nedeni ne?”

“Çünkü o çok istediğim kanıtları bulmuş ve kopyasını almıştım.”

Çınar neredeyse koltuktan zıplayacaktı. İşte bunu hiç beklemiyordu. Sakin olmaya çalıştı. En başta Teoman’ın kendisini yanlış yola sokmak için genç kadını kullanacağını düşünmüştü. İşte şu an tam o ayrımdaydı. Sakin bir sesle sordu, "Ne kanıtı? Sizin elinizde kanıt mı var? Hangi işlerinin?”

“Silah kaçakçılığı ve hayali ihracat.”

Çınar maden bulduğuna inanacaktı. Acaba gerçekten işe yarayacak belgeler miydi?

“Şimdi nerede o belgeler?”

Azra, karşısındaki adamın gözlerindeki parıltıyı görebiliyordu. İşte burada gücün kendisinde olduğunu biliyordu. “Onun hakkında elime geçen kanıtları evimde saklıyordum. Bir kasam vardı. O kasayı çilingire açtırmış ve tüm belgeleri almış." Azra, genç adamın yüzündeki hayal kırıklığını izliyordu. Sorgusunun diğer savcılar gibi canını yakmadığının farkındaydı ama madem bu kadar soruya muhatap olmuştu, birazcık oyunun zararı olmazdı.

Hayal kırıklığını bastırdı. Zaten mucize gibiydi duydukları. Yine de olayın bir yerlerde işine yarayacak bilgilerle dolu olması ihtimali vardı. "Nasıl haberi oldu sende belge olduğundan? Onları kasanda sakladığından? Sen mi belli ettin?"

İşte en zor kısma gelmişti. Bugün bile canını yakan detay buydu. Gözleri kızgınlık ve küskünlükle yaşardı.

"Babam sayesinde!"

"Baban? Onun nasıl haberi oldu?"

"Bu dünyanın en aptal insanı olan ben söyledim. Babamın da o işlere karışmış olduğunu biliyordum. Ona, Teoman’ı ihbar edeceğimi, yurt dışına çıkmasını ve suçlu iadesi olmayan bir ülkeye kaçmasını söyledim. O ise Teoman'a gitti, her şeyi anlattı, evime girmelerini, kasamı açmalarını ve tüm belgeleri imha etmelerini sağladı. Belgeler yok olunca sıra beni yok etmeye geldi. Babam benim için anlaşmış olmalı, canım bağışlandı ama hayatım karartıldı."

Çınar, nadiren elde deliller olmadan sadece dinlediği ile birilerine inanırdı. O nadir anlardan birini yaşıyordu. Bu masum kadının başı büyük dertteydi ve dert bitmiş sayılmazdı. O kasadaki belgelere ulaşabilmeyi ne çok isterdi. Bunu düşünürken bir anda aklında bir ışık parladı.

"Bir dakika. Belgeler yok olduysa bana nasıl bir delil vereceksin?"

"Bulduklarını sandıkları belgeler ele geçirdiklerimin onda biri bile değildi. Evdeki küçücük kasaya ne kadar sığdıysa işte. Böylece “Babana bile güvenme” diyenlerin boşa demediğini de anladım. Aslında o an yurt dışında olmasam belki de beni öldürecekler, hırsızlık süsü vereceklerdi.” Bir an durdu, derin bir nefes aldı. Gülümseyerek devam etti. “Aslında neden olduğunu bilemediğim bir nedenden dolayı her belgeden üçer takım vardı. Ben büroda yakalanmamak için fotokopi ile uğraşmak yerine birer takımı aldım. Sonra hepsinin renkli fotokopisini alıp asılları yerine koydum. Fotokopileri alırken dört nüsha çıkarttım.” Şimdi daha içten gülüyordu. “Üç takım fotokopi daha. Üç ayrı bankada, üç ayrı kasada. Ah unuttum, en önemlisi...Bir de bellek var. Müzik dosyası dolduruyor gibi yapıp bir sürü dosyayı attım içine. Belki de o beni ele verdi. Böyle kişiler bilgisayarlarında ne işlemler yapıldığını takip eden yazılımlar kullanıyor. Önemli değil. Onu kasada bulamadılar. Ama onu hangi bankaya koyduğumu anımsamıyorum. Üstelik ısrarla müzik dosyası olduğunu söylemiş, ellerine de bir bellek vermiştim."

Çınar duyduklarından sonra bir gerçek kahkaha daha attı. "Çok fazla tedbir.”

“Evet ama kiminle uğraştığımı biliyordum.”

Azra, ileride kullanmak üzere sakladığı belgeleri başkalarının almadığını umuyordu. Banka kasalarına yabancıların ulaşması imkansızdı. Teoman için ne kadar imkânsız olduğu hakkında bir bilgisi yoktu. Sadece evdekilerin alındığını sanması en büyük umuduydu.

Bankalara gidip kasalarını kontrol etmek için biraz daha zaman geçecekti. Teoman'ın şüphelenmeyeceği bir zamanda ulaşacaktı bankalara. O dönem çalıştığı büyük bankalar yerine yeni yeni büyümeye başlayan küçük bankaları tercih etmişti.

“Peki o belgelere ulaşmak için neden mahkeme zamanı bir şey yapmadın?”

“Denedim. Avukatıma söyledim.”

“Ne yaptı?”

“Evimde kasamda olduğunu söyledim. Evime girmesini sağladım. Kasamdan alınmış olduğunu o söyledi. Zaten ikiyle ikiyi topluyordum, bu bilgi ile babamı da iyice anlamış oldum.”

“Avukatın almadığından emin misin?”

“Emin değilim ama söyledikleri mantıklı. Babama söylemiştim ve anahtarım onda vardı. Hem canım da bağışlanmıştı. Sadece ayak altından kalkmam lazımdı. Onu da becerdiler.”

“Anladım. Evin ne oldu? Duruyor mu?”

“Hayır, babamda vekaletnamem vardı. Ben o kadar zaman hapis cezası alınca evimi satmış.”

“Satmış mı? Şimdi nerede kalıyorsun?”

“Hapisten çıkınca bir motele yerleştim. Şimdi de oradayım ama ev tuttum. Bankadaki paramın üstündeki tedbir kalktı.”

“Anladım. Devam edelim. Şimdi kopyalar ve bellek bankada dedin. Hâlâ duruyorlar mı?”

“Bilmiyorum. Hiç gitmedim.”

“Teoman onları bilse bile açtıramaz. O konuda bankalar çok güvenilir yerlerdir.”

“Ben de öyle umuyorum.” Daha rahat konuşmaya başlamıştı. Karşısındaki savcı da olsa insandı ve bunu zaman içinde hareketleri ile belli etmişti. Zaten resmi bir sorguda değildi. Bu da rahatlatıyordu.

“Kaç şirket, hatırlıyor musun?”

“Tüm belgelerini alabildiğim üç, sadece ortaklıkları gösteren şemaları ve işleyişi aldığım sekiz... Tabii hiç inceleyemediğim bellekte ne varsa. O şirketlerin halen açık olduğunu da artık düşünmüyorum."

"Belli olmaz. Belgeleri yok ettiği ve seni de toplum önünde sözüne güvenilmez biri konumuna getirdiği için hala eski şirketleri üzerinden iş yapıyor olabilir. Kapalı olsa da işlemler üzerinden soruşturmayı açabilirim. O bankalardan ne zaman alabilirsin evrakları? Hemen alabilir misin?”

"İşte bunu yapmam biraz zor."

"Neden? Kasa anahtarlarını mı kaybettin?"

"Kaybetmedim, denize attım."

"Ne yaptın?" İşte şimdi gerçekten şaşırmıştı.

"Denize attım. Ne kimsenin başını derde sokacak kadar çılgındım, ne de evde saklayacak kadar aptal. Ben hapisteyken evimi defalarca aramışlar. Tabii anahtarları aramadıklarını düşünüyorum ama sakladığım başka şey var mı diye baktıklarından eminim. Sanırım onları denize atmak en doğru kararımdı. Nasılsa masrafını karşıladıktan sonra tüm kasaların kırılması mümkün."

"Hapisten çıkalı bunca zaman oldu ve sen hala o evrakları almadın mı bankadan?"

"Niye alayım? O günlerde bugünkü gücünün yarısına sahipti. Şimdi çok daha güçlü ve daha uzun kollara sahip. Şu an için olmasa bile yakın bir zamanda karşıma çıkacaktır. ‘Buradayım ve seni her yerde bulurum’ demek için."

“Şimdi neden çıkmıyor?”

“Çünkü şu an bir hiçim. Evim yok, düzgün bir işim yok. Çevrem yok. Yani onun olduğu yere çıkabileceğim bir imkânım yok ve o beni rahat bırakıyor. İyi bir iş bulduğum an yine kendini gösterir.”

“Bu senin düşüncen. Bu kadar büyük oyun oynadıysa çıkınca rahat durmayacağını düşünmüş olabilir.”

“Hayır, beni korkuttu.”

“Nasıl korkuttu? Ne yaptı?”

“Hapisten çıkmadan bir iki gün önce bir mektup aldım. Görünürde bir akrabam hatırımı soruyor, iyi dileklerini iletiyordu. Bir hafta sonra çıkacağımı artık başımı derde sokmamamı söylüyordu. O isimde akrabam yok. Hatta akrabam yok. Üç sene içinde bana mektup gönderen tek bir Allah kulu yok. Gözdağı verdiler bana. Ben de korktum, susuyorum."

Çınar, dinlerken güldü. Korkmadığını, planları olduğunu anlamak için ne Azra'yı iyi tanımak ne de kelimelerinin altını deşmek gerekiyordu. Hayatın en acı yüzünü görmüş birini böyle şeylerle korkutmak zordu. Azra korkmuyor sadece zamanı bekliyordu.

“Şimdi de korktuğum için bir şey yapmıyorum. İşten eve, evden işe gidip geliyorum. Acelem yok. Yoktu yani. Ama Lale Hanımın soyadını okuduğumda bir şeyler çağrışım yaptı. Kardeş olmanız büyük şanstı benim için. Yine de başka birine dosyayı verirseniz sizi anlarım.”

"Lale’yi bulman gerçekten tesadüf mü?”

“Evet ama ben bunu daha çok tevafuk olarak yorumluyorum.”

“İnançlı mısın?”

“Kendime kadar.”

“Yani?”

“Yani, herkese inanmam, güvenmem. Benim ulaştıklarım değil de bana ulaşanlara hiç güvenmem. Hele de üç kuruş para için karakterini satanlara asla güvenmem.”

“Benim de o kişilerden biri olmadığımı nereden biliyorsun?" Şüpheciliği yine kendini göstermişti.

"Hapisteyken Teoman ile ilgili haberleri okumaya çabalıyordum. Açtığınız bir iki soruşturmayı hatırlıyorum. Hepsinin başarısız olmasının sizi de benden çok farklı bir yere oturtmayacağını da tahmin ediyordum. Onu yakalamak ve hayatının sonuna kadar hapse tıkmak sizin ne kadar isteğinizse, en az on katı benim isteğim."

Çınar, genç kadını sessizce süzdü. Cümlelerin bir yerinde şüpheleneceği küçük de olsa açık aradı. Gözlerine bakmaya, yüzünden bir şeyler okumaya çalıştı. Hayır ne yalan ne oyun vardı bu gözlerde. Duyduklarının gerçekliğini sorgulamaktan vazgeçti.

"Seninle bu konuları uzun uzun konuşmamız lazım. Ben elimdeki tüm dosyaları tekrar gözden geçireceğim. Senin elindekiler ne kadar işe yarar bilmiyorum. En azından birilerini sıkıştıracak bilgilere ulaşırsak devamını getirecek şekilde hareket edebilirim."

"Henüz değil."

"Ne demek henüz değil?" Ne diyordu bu kadın böyle?

"Önce babamı bulmam lazım."

"Neden bulman lazım?"

"Hapis süresince hiç gelmedi. Hakkında hiç bilgim yok. Öldüğünü düşünüyordum. Nüfus kayıtlarına baktım, ölümü işlenmemiş. Benim evimi satmıştı. Kendi evini de satmış ama kaydını almamış, başka adrese kayıt yaptırmamış. Nerede olduğuna dair hiç bilgim yok."

"Bulsan ne yapacaksın?"

"Onun da ceza almasını sağlayacağım. Kurtulmasını istemiyorum."

"Ben araştırırım."

"Çok sessiz yapmalısınız. Eğer Teoman hissederse peşime düşer. "

“Merak etme. Biz de her şeyi çok resmi yapmıyoruz.” Detaya girmeden konuyu değiştirdi. “Nerede kalıyorsun?"

Azra, otelin adını bulduğu odayı, sonra oradakiler sayesinde işini ve kiralık evini buluşunu anlattı.

"Sen mi buldun o oteli, biri mi söyledi?"

"Ben buldum. O sokaktaki en temiz gözüken yerdi. Danışmada bir kadın oturuyor olunca ben de odayı tuttum. Artık evimde kalıyorum."

"Evini kimler biliyor?"

"Semahat abla ve kızı Selma biliyor."

"Adresini bana da verir misin?"

"Neden?"

"Gerekirse sivil polis yollarım o mahalleye korunursun."

"Hayır, çok dikkat çeker."

"Emin ol ben bile anlamam. Telefonun var mı? İletişim kurmam lazım."

Azra, telefonunu ve ev adresini yazdı. Kâğıdı uzatırken yeniden uyardı. "Beni tehlikeye atmayın. Henüz planımı uygulayacak durumda değilim. Sadece biraz zamana ihtiyacım var."

“Planın mı var?” Planı zaten Çınar ile görüşmek değil miydi? Daha ne yapacaktı? Yeniden evrak peşine mi düşecekti? Eğer Teoman bunu anlarsa bu kez hapisle kurtulamayabilirdi.

“Evet, bu yaşadıklarımın karşılığı olmayacak mı?”

“Karşılık mı? Para mı?”

“Hayır. Ne demek para? Onun da hapis yattığını göreceğim. Üstelik ömür boyu kalacak içeride.” Sesindeki güven tınısı Çınar’ın hoşuna gitti. "Planını bana da anlatır mısın?"

"Belki daha sonra."

Çınar Gürkan daha fazla üstelemedi. Kendisinin de elinde çok fazla işi vardı ve bunca yıldır sabırla beklediği delillere ulaşmak için biraz daha sabır gösterebileceğini biliyordu. Elindeki işleri toparlayacak ve sonra dosyaya geri döner, böylece daha iyi ilgilenebilirdi.

"Seni bir yere bırakmamı ister misin? İş görüşmesine gidecektin sanırım."

Saatine baktı ve hayret etti. Dört olmuştu saat. Uzun uzun konuşmuşlardı. Lale’nin telefonu hiç çalmamıştı. Demek ki kadın çıkarken cep telefonuna yönlendirmişti numarasını. Oysa konuşmaları Çınar’ın sık sık çalan telefonu ile defalarca kesilmişti.

"Evet, bir saat sonra görüşmem. Teşekkürler ben giderim. Sizinle bir arada gözükmek istemiyorum. Lale hanımla da vedalaşmak isterdim ama bekleyemeyeceğim. Kendisini uyarır mısınız, bu konu hakkında hiçbir yerde konuşmamalı. "

"Merak etme uyarırım. Görülmeme konusunda da haklısın. Takip edip etmediğini bilemiyoruz. O yüzden sen çık, ben Lale'yi bekleyeyim. Sen de hiçbir yerde konuşmaman gerektiğini biliyorsun değil mi?"

“Herkesten daha iyi hem de.” 

“Haklısın. İyi bir görüşme oldu. Şimdilik bu telefon numarandan ulaşmam gerekirse ararım ama sana en kısa sürede takip edilemeyecek bir hat sağlayacağım. Onu ulaştıracağım zaman pizza yollarım evine. Anlaştık mı?”

“Anlaştık.”

“Arayacağım seni. İyi günler.”

"Teşekkürler."

"Asıl ben teşekkür ederim. Dikkatli ol."

"Siz de." 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder